15 Ekim 2014

ALTIN SİLSİLE




Altin si̇lsi̇le

Altin si̇lsi̇le
  • 1. HZ.EBUBEKİR • "Güneş, peygamberler hariç, Ebû Bekir'den daha faziletli bir insan üzerine doğup batmamıştır." Fazilete Ermenin Beş Esası Buyurur ki: Bu fazîlete beş şeyle erdim: 1. İnsanları iki grup olarak gördüm. Bunlardan bir grubu talib-i dünyadır; dünyanın peşinden koşmaktadır. Bir grubu da talib-i ukbadır; ahiret endişesi taşımaktadır. Ben ise ne talib-i dünya, ne de talib-i ukba oldum. Talib-i Mevla olmayı tercih ettim. Rabbımın rızasına ermeyi herşeyin üstünde tuttum. 2. Müslüman olduğum günden beri ma'rifet-i ilahiyye ile meşguliyetin ve onun bana verdiği hazz sebebiyle dünya nimetlerine meyletmedim ve doyasıya yemek yemedim. 3. Yüce yaratıcımın muhabbetinin bana verdiği manevî zevk sebebiyle, aşk hararetini söndürmemek için kanasıya su içmedim. 4. Dünya ameliyle ahiret ameli karşılaştığında daima ahiret amelini dünya ameline tercih ettim. 5. Rasülullah (s.a.)'in sohbetine çok sıkı bir şekilde devam ettim. Daima O' nunla birlikte bulunmaya gayret ettim. Hicrette arkadaşı, mağarada yoldaşı ve daima sırdaşı oldum. Hz. Ebû Bekir'in bu cevabında adeta tasavvufi eğitimin gayesi ve temel esasları anlatılıyor. Ki onlar da rıza-i Barîye ermek; zühd yani dünyaya değer vermemek; yemeyi, içmeyi uykuyu azaltıp Cenab-ı Hakk'ı unutmamak ve Allah rasûlü ile sohbet.
  • 2. HZ.SELMAN-I FARİSİ • Allah Rasülü'nün "bizden ve ehl-i beytimizden" iltifatına mazhar Selman el-Farisî'dir. Asıl adı Mabih iken müslüman olduktan sonra Allah elçisi tarafından Selman yada Sel-manu'l-Hayr diye adlandırıldı. • Altın Silsilenin üçüncü kolu. • Derdi ki: "Allah Resulü (S.A.V) bize ant verdi ve şöyle buyurdu: "Her birinizin taşıyacağı dünyalık, bir yolcunun taşıyacağı azık kadar az olsun." • Derdi ki: "Şunlara şaşılır; dünyaya hırsla sarılır ama ölüm onu arıyor, unutmuş ama; unutulmuş değil, güler ama bilmez ki Rabbi ondan razı mı değil mi?"
  • 3. HZ. KAASIM BİN MUHAMMED BİN EBUBEKİR • Selman Farisi'den sonra, "altın silsile" tabiîn nesline geçiyor. Emanetin sahibi bu sefer Hz. Ebû Bekir'in torunu Kasım bin Muhammed. Künyesi de Ebu Muhammed. Annesi İran hükümdarlarından Yezdcürd'ün kızı. Bu yüzden Hz. Peygamberin torunu İmam Zeyne'l-abidin ile teyzezade. Sıddikî silsile, Hz. Ebu Bekir Sıddîk'tan sonra arasına Selman'ı katarak Kasım île yine Sıddîk ailesine geçdi. Hz. Kasım'dan sonra silsile, ehl-i beyt'e intikal ederek İmam Cafer-i Sadık hazretlerine geçecektir. Kaasım bin Muhammed, Dışı bir cami cephesi, içi ebediyetle fısıldaşmaların uğuldadığı bir gök kubbe… İbadette zühd ve takvada her an tefekkür, huzurda zamanın eşsiz insanı… Daima düşünceli ve haşyetli. Gam gölgeleri altında bir yüz ve secdeden aşınmış bir alnın sahibi.
  • 4. HZ. CAFER-İ SADIK • Hayatında hiç yalan konuşmadığı için bu lakabı almıştır. Büyük dedesi Hz. Ali (r.a)'ye çok benzerdi. Altın silsilenin beşinci halkasını oluşturan Ca'fer-i Sadık, hem Hz. Peygamber (s.a)'in nesl-i pâkinden, hem de Hz. Ebu Bekir (r.a)'in. Babası Muhammed Bakır, Hz. Hüseyin'in torunu; annesi Ümmü Ferve Hz. Ebu Bekir'in torunu ve altın silsilenin dördüncü halkası, oluşturan Kasım b. Muhammed'in kızıdır. • Oğluna vasiyyeti Oğlum, Allah, kendisinin taksimine kanaat getireni başkalarına muhtaç bırakmaz. Başkasının elindekine göz diken ise fakir olarak ölür. Taksim-i ilahiyyeye razı olmayan, Allah'a hükmü konusunda töhmet etmiş olur. Kendi günahını küçük gören, başkasının küçük günahını büyük görür. Başkasının günahını küçük görenin gözünde kendi günahı büyük görünür. Başkalarına isyanla kılıç çeken kılıçla öldürülür. Başkasının kuyusunu kazan kazdığı kuyuya düşer. Beyinsiz adî insanlarla düşüp kalkan değerini yitirir ve hakarete uğrar. Alimlerle düşüp kalkan saygı görür. Kötü yerlere girip çıkan töhmete uğrar. Lehinde de olsa aleyhinde de olsa, daima hakkı söyle. Koğuculuk yapmaktan sakın; çünkü koğuculuk, insanların kalplerine kin ve intikam tohumları eker." Buyurdu: Takvadan üstün azık yoktur. Susmaktan güzel bir şey yoktur. Bilgisizlikten zararlı düşman yoktur. Yalandan büyük hastalık yoktur.
  • 5. HZ. BAYEZİD ( BESTAMİ) • Bayezîd-i Bistamî, sûreti itibarıyla Hz. Ebû Bekir (r.a)'a benzerdi. "Sultânu'l-ârifin" diye anılırdı. Adı Tayfur bin İsa, künyesi, Ebû Yezîd, nisbesi el-Bistâmî. "Bâyezid Bistamî • Dediler: “ Gözlerini koru, harama bakmaktan ve başkalarının kötülüklerini görmekten. Dilini koru;Allah’ın zikrinden başka işle uğraşmaktan. Nefsini murakabe ve muhasebe et! İlme yapış ve eşyanın hakikatini ara! Edebi muhafaza et ve hadleri gözet! Dünyadan uzak dur ve ona kapılma! Halktan kaç,ibadetten ayrılma. Sünneti bırakma! Hilm ve merhamet sahibi ol!Ahlakı tamamla! • İrfan sahibinin vasfını sordular. Şu cevabı verdi: "Tıpkı cehennem ehli gibi... onlar ölmek ve dirilmek bilmeyen hayata sahiptirler... yanarlar... yanarlar.. ama bunları yakan bir başka ateştir.. aşk ateşidir.. muhabbet ateşidir..“
  • 6. HZ. EBU’L HASAN HARAKANİ (k.s.) Altın silsilenin yedinci halkası Bâyezîd Bistâmî'nin hemşehrisi ve türbesinin bekçisi. O'nun rûhâniyetinden feyz alarak "üveysî" tarikla yetişti. Doğumu Bâyezid'in vefatından 91 yıl sonradır. Sûreti itibariyle Hz. Ömeru'l-Fâruk (r.a)'a benzerdi. İlim ve irfanı sebebiyle, "zamanın kutbu ve gavsi" ünvanlarıyla anılan bir gönül sultanıydı. • Birgün bir adam gelip şeyhten hırka talebinde bulundu. Şeyh dedi ki: "Bir erkek çarşaf giymekle nasıl kadın olmazsa, sen de hırka giymekle bu yolun eri olamazsın. Önce gönlünü arıtmaya bak!“ • Sordular: “İhlas nedir?" Dedi ki: "Allah (c.c) için yaptığın her şey ihlas, kul için yaptığın her şey de riya.“ • “….İnsana fayda her gün akşama kadar halkın beğendiği , her gece sabaha kadar da ,Hakkın beğendiği işte olmaktır.” • Dedi ki: "Kırk yıldır nefsim, bir içim soğuk su yahut bir bardak ekşi ayran dilemekte... henüz dileğini ona vermedim.“ • Derdi ki: "Gönüllerin en parlağı, içinde halk bulunmayandır. Amellerin en hayırlısı, içinde mahlukun fikri olmayandır. Nimetlerin en helali, kendi emeği ile; hasıl olandır. Dostların en hayırlısı, yaşayışı hakk ile olandır."
  • 7. HZ. EBU ALİ FARMEDİ (k.s.) • Altın silsilenin sekizinci halkasını oluşturan Ebû Ali Farmedi, tasavvuf tarihimizin yıldız şahsiyetlerinden Ebû'l-Kasım Kuşeyri'nin talebesi, İmam Gazzali'nin şeyhi ve üstadı. • Zahir ilimlerde Üstadı Ebu’l Kaasım(Kuşeyri).Aşk ateşi ile yanan Ebu Ali halini üstadına anlatıyor: “Bir garip hal içindeyim;çare ne bana bir öğüt ver!” Buyuruyorlar:”İlme dal,ilme dal,bu haller geçer.” Fakat geçmiyor.Ebu Ali, potaya atılmış bir maden gibi, kızgın mâyi içinde silinmek üzeredir. İki üç sene,elinde hep kitap, hokka ve kalem,düşe kalka,hep zahiri bilgilerle uğraşıyor.Fakat bir gün…Evet birgün… Muazzam tecelli…Kalemini soktuğu hokkadan kalem, bembeyaz çıkıyor.E bu Ali haşyet içinde…Hokkaya bakıyor dolu!.. Kaleme bakıyor,sağlam!..Tekrar tekrar aynı tecrübe…Kalem daima mürekkebi reddediyor… Hocası Kuşeyri’nin huzurunda.Hâdiseyi dinleyen hocası,dalgın ve boynu bükük:”Artık iş benim sınırlarımı aştı.Git oğlum ve kendine büyük mürşidi ara!Mademki zahiri ilim senden elini çekiyor,sen de ondan el çek ve ruh yolunda erdiricini bul…
  • 8. HZ. YUSUF HAMEDANİ (k.s.) • Altın silsilenin dokuzuncu halkası Yûsuf Hemedânî, Türk dünyasının İslâmlaşmasını, Anadolu'nun Türkleşmesi ve İslâmlaşmasını sağlayan Yesevilik ile Nakşiliğin kolbaşı. • Gazalinin mürşidi. • Aklın mesafelerini baştanbaşa dolaştı,tüketti ve nihayet…Akıl dağdağasını terk edip,ibadet,riyazet ve mücahede tarikini tuttu. • Sırtında daima yamalı yün elbise…Yumuşaklık ve merhamette bir tane..Yürür ve otururken Kur’an okumakta. • AŞK…Bizim yolumuz budur.”
  • 9. HZ. ABDÜLHALİK GÜCDÜVANİ (k.s.) • Gucdûvanî, altın silsilenin onuncu halkası. "Şeyh" anlamına kullanılan Farsça "Hace", Türkçe "Hoca" lakabıyla meşhur • Vasiyetnamesi: Gucdûvanî hazretlerinin oğlu Evliya-yı Kebir için yazdığı bir vasiyyeti vardır ki, Nakşi an'anesinde hikmet ve marifet açısından çok önemli bir yer tutar. Onun oğlunun şahsında bütün ilim ve irfan ehline yaptığı vasiyeti şöyledir: "Bütün hallerinde ilim, edeb ve takva üzre olasın. Selefin eserlerini oku, izlerinden yürü. Ehli sünnet ve'l-cemaat çizgisinden ayrılma! • Fıkıh ve hadis öğren, cahil sofilerden uzak dur. • Namazını cemaatle kılmaya itina et. Fakat imam, ya da müezzin olma. Şöhretten uzak dur; çünkü şöhret afettir. Herhangi bir makama göz dikme! • Mahkeme ilamlarına adını yazdırma, kimseyle mahkemelik olma! Kimseye kefil olma. Halkın vasiyetlerine de karışma. • Padişah ve devlet adamlarıyla düşüp kalkma! Dergah kurma ve dergahta oturma! • Parlak oğlanlarla, namahrem kadınlarla, lafını bilmeyen avam insanlarla ülfet etme! • Güzel seslere fazla kapılma; zira onun çoğu kalbi öldürür. Güzel sesleri ve hoş nağmeleri büsbütün red ve inkar etme, zira onlara bağlı olanlar çoktur. • Az ye, az konuş, az uyu ve kalabalıktan arslandan kaçar gibi kaç! Daima kendi yalnızlığınla Hakk ile beraber ol! • Helal lokmayı ara ve şüphelilerden kaç. Nefsin hakkında iktidar sahibi oluncaya kadar evlenme ki, dünya seni yutmasın, seni kendisine meylettirmesin. • Çok gülmekten; özellikle de kahkahayla gülmekten sakın; sonra gönlünü öldürürsün. Herkese şefkat nazariyle bak ve hiç kimseyi hor görme! • Dışını süslemeye çok önem verme ki, dış mamurluğu iç haraplığından gelir. • Halkla çekişme, hiç kimseden bir şey isteme ve kimseye hizmet teklif etme! • Şeyhlere malın, canın ve gücünle hizmet et. Onların işlerini red ve inkara kalkışma! Çünkü bu hal, felah bulmayan bir hüsrana yol açar. Dünyaya ve dünyacılara meyletme. Daima elbisen sade, • Yoldaşın derviş, mayan ilim, evin mescid, dostun Allah Teala hazretleri olsun."
  • 10. HZ. ABDÜLHALİK GÜCDÜVANİ (k.s.) • Altun Silsile’nin Abdülhalik Hz.’den sonra ana ölçü haline gelmiş on bir düsturu vardır ki,bunları çerçeveleyen ve temelleştiren kendileridir: DÜSTURLAR • HÛŞ DER DEM : An içinde uyanıklık…Verilen ve alınan her nefesi bilmek… • NAZAR BER KADEM : Gözün ayağa bakması ve dış alemden kesilmesi… • SEFER DER VATAN : Aslî vatanda sefer…Ruhun kendi alemini aramak… • HALVET DER ENCÜMEN : Kalabalıkta yalnızlık..Sun’i ve sahte yalnızlıklardan geçip,halk içinde . gerçek ve belirsiz yalnızlığa ermek… • YÂD-I KERD : Dil ve kalp zikrini birleştirmek… • BÂZ-I KEŞT : Haktan başka maksudu olmamak… • NİGÂH-I DAŞT : Vehim ve hatarların murakabesi… • YÂD-I DAŞT : Hakkı zevk yoluyla müşahede… • VUKUF-U ZAMANÎ : Zaman bilgisi.Her halini görmek ve içinde bulunulan anı tasarruf edebilmek • VUKUF-U ADEDÎ : Sayı bilgisi. Zikirde kemiyeti muhafaza ve miktara riayet etmek. • VUKUF-U KALBÎ : Kalp bilgisi. Zikrin nihaî gayesi olarak kalbi murakabe… Kendisinden dua isteyen birisine: "Her kim, farzları eda ettikten sonra dua ederse, duası kabul olur. Sen farzları yaptıktan sonra duada bizi hatırla. Biz de seni hatırlarız. Hem senin hakkında, hem de bizim için duanın kabulüne vesile olur" buyurdu.
  • 11. HZ. ARİF RİVEGERİ (k.s.) • Hacegan yolunun ulusu, zikr-i hafinin sahibi ve "onbir esas"ın kurucusu Hace Abdülhalik Gucdüvanî'den sonraki halka Arif Rivegerî. Gucdüvanî'nin dördüncü halifesi. Nakşbendîliğin mukaddimesi olan "Hacegan" yolunda zikir, bu zat eliyle tekrar "cehri" şekle konuldu. • Rivegeri'nin hafi zikirden cehrî zikre geçişi ömrünün son yıllarına rastlar. Halifesi Mahmud Fağnevî'ye cehri zikri öğreterek halkı, gaflet kasvetinden kurtarıp zikrin haşyetiyle uyarmak istemiştir. Kendisine silsile'de "Pîşuva-yı arifan" denilmesi de bundan olsa gerektir. • Meçhul kalışları , meçhullük çadırından dışarıya ayak basmayışları , en haşmetli malumlardan daha heybetli.
  • 12. MAHMUD FAĞNEVİ (k.s.) • Altın Silsile'nin onikinci halkası yine Buhârâlı. • “Aleni zikir o kimse için iyidir ki, dili yalan ve gıybetten,boğazı haram ve şüpheden,gönlü riya ve kirden uzak ve sırrı yalnız Haktan yana olsun” • Mahmud Fağnevî'nin kerametleri zâhirdi. Nitekim birgün halifesi Ali Râmitenî, ihvâna zikir yaptırırken başucundan geçen beyaz bir kuşun gagasından şu lafızlar duyuldu.: - Ya Ali, merd ol, sözüne bağlı kal, yapıştığın eteğe sımsıkı sarıl, ahdini bozma! Zikir halkasında bulunan müridleri şaşkına çeviren ve kuşun ağzından dökülen bu cümlelerin ardından Ali Râmitenî dedi ki: "Bu şeyhimiz Mahmud Fağnevî'nin sesidir. Bizi uyarıyor, agahlığa çağırıyor."
  • 13. HZ. ALİ RAMİTENİ (k.s.) • Altın silsilenin on üçüncü halkası "Azîzan" lakabıyla anılan Ali Ramîtenî, Mahmûd Fağnevî'nin ikinci halîfesi. Hâcegân yolunu Şah-ı Nakşbend hazretlerine taşıyan kolbaşı. • Sanatı, dokumacılık. Kumaş dokuyarak geçinirdi. Mevlana Celaleddini Rumî bir şiirinde ondan bahseder; "Eğer hal kaal' den üstün olmasaydı Buhara büyükleri dokumacıya köle olurlar mıydı?" • Kendisine soruldu: "Duyduk ki siz, gizli zikir yerine açık zikir ile meşgul oluyorsunuz, bu nasıl olur?" Cevap: "Biz de işittik ki, siz; gizli zikirle uğraşıyorsunuz. Madem ki işittik, demek sizinki de açık. • Gizli zikirden murat kimsenin onu duymamasıdır. İkisi de duyulduğuna ve bilindiğine göre cehri ile hafi, müsavi hale gelmiş sayılır. Belki bu safhada hafi zikir, cehriden daha riyaya yakındır. • Yine büyüklerden biri: "Allah’ın, bizi, çok çok yapmakla memur kıldığı zikir, dil zikri midir, kalp zikri midir? diye sual edince hazreti Azizan: "Başlangıçtakine dil, sondakine kalp zikri." buyurdu. • Bir gün Şeyh Rükneddin, Ramîtenî'ye sorar: - Elest bezminde "Ben sizin Rabbınız değil miyim?” ilahi hitabı varid olunca ruhlar: "Evet" diye cevap verip tasdik ettiler. Ebed günü olan kıyamette ise: "Bugün saltanat kimin?“ diye sorulduğunda kimse cevap veremeyecek. Neden? Ramîteni şu karşılığı verdi: - Elest bezmi, şeriat teklifinin konulduğu gündür. Şeriatte konuşmak, şer'î emrin gereğidir. Ama kıyamet günü teklif kalkmıştır. Bu yüzden orada konuşma yoktur. Bu sualin cevabını da Allah Teala verecektir: "Bu gün saltanat, Vahid ve Kahhar olan Allah'ındır.”
  • 14. MUHAMMED BABA SİMASİ (k.s.) • Devrin ünlü şeyhi, altın silsilenin çağındaki halkası Ali Râmîtenî'nin dergâhına kapılandı. • Muhammed Bâbâ Simasî, şeyhinin yerine irşad makamına geçtiğinde, müridlerini bizzat kendisi bulurdu. Halkın arasında dolaşır, müridlik ve dervişliğe kabiliyetli insanları nerede bulursa hemen yanına cezbederdi. Nitekim daha sonra kendi yerine halife olarak bırakacağı Emir Külal'i ve hatta ondan sonraki Bahaeddin Nakşibendi hep o bulup keşfetmişti. • "Oğlum bundan sonra şöyle dua et; İlâhî, rızan hangi noktada ise bu kulunu orada bulundur. Eğer Allah dostuna belâ verecek olursa, inayetiyle o belâya sabır ve tahammül gücü de ihsan eder. Fakat Allah'tan ne geleceğini bilmeden belâ ister gibi dua, küstahlıktır."
  • 15. HZ. EMİR KÜLAL (k.s.) • Emir Külal, seyyid-nesebdir. • Gürbüz bir yapıya sahip bulunan Emir Külal'in gençlik yıllarında güreş sporuyla meşgul olduğu rivayet edilir. Der ki; "Bizim pehlivanlığımız, çamura düşenleri bataktan çıkarmak içindir." • Emir Külal'in oğulları ve halifeleri vasıtasıyla gelişen tarikatı, Şah-ı Nakşibend ile devam etmiştir.
  • 16. HZ. ŞAH-I NAKŞİBEND MUHAMMED BAHAÜDDİN BUHARİ (k.s.) • Şâh-ı Nakşibend hazretleri, kendisine kadar "Hâcegân Yolu" olarak anılan tarikatı "Nakşibendî" yapan kolbaşı. • Nakşibend" "Nakışçı, nakış bağı" anlamlarına gelmektedir. Başındaki "Şâh" kelimesi de "Gönül Sultanı" anlamına bir saygı ifadesidir. • Buhara ulemasından biri, Şâh-ı Nakşibend hazretlerine sordu: - Bir kul namazda huzura nasıl erebilir? Cevap verdi: - Dört şeyle: 1. Helâl lokma 2. Namaz dışında da Hakk'ı asla unutmamak, 3. Abdest sırasında da gafletten uzak durmak; Hakk ile olmak. 4. İlk tekbiri alırken kendini Hakk'ın huzurunda bilmek. • Buyurdular: "Biz; sevgiliye eriştirmeye vasıtayız, yola düşenlere gerektir ki; sonunda bizden kesilip, sevgiliye ulaşsınlar.“ • Buyurdular: "Bizim tarikatımız sohbettir. Halvette şöhret, şöhrette afet vardır. Hayır cemaattedir".
  • 17. ALAUDDİN ATTAR (k.s.) • Altın Silsile'nin on yedinci halkası, Şah-ı Nakşibend hazretlerinin yetiştirdiklerinden ve damadı. Attar lakabı, her halde maişetini temin için meşgul bulunduğu; halk arasında "Aktarlık" denilen "ıtriyyat" satıcılığından gelmiş olmalıdır. • Şah-ı Nakşibend O’nu uzunca bir süre hiç ayırmadan terbiyesiyle meşgul oldu. Hatta müridlerinden bir kısmı "Onu niye hiç yanınızdan ayırmıyorsunuz?" diye sormak durumunda kaldılar. O bu soruya: Yakub (a. s)'un Yusuf hakkında söylediğini söyleyerek cevap verdi: -O'nu kurt yemesinden korkuyorum" Bu sözdeki nükte, onun büyük bir sırra mazhar olacağı anlamındaydı. • Buyurdular:”….Sadık talip ; cismiyle şeraitte , ruhiyle tarikatta , sırrıylada vuslatta olacaktır.
  • 18. YAKUP ÇERHİ (k.s.) • Altın Silsile'nin Alâeddin Attâr'dan sonraki halkası Yakub Çerhî. • Seyr u sülûkünü tamamlaması Alâeddin Attâr vasıtasıyla olmuştur. Zahir ve batın ilimlerinde derinlik kazanmış bulunan Yakup Çerhi, pek çok halife yetiştirdi ve pek çok kimsenin Hak yola girmesine vesile oldu. • Çerhi'nin emaneti teslim edeceği müridi ve halifesi Ubeydullah Ahrar'ı işaret ederek söylediği şu söz çok anlamlıdır: "Talib, mürşidine Ubeydullah gibi gelmeli. Meş'alesi hazır, yağı ve fitili tamam, iş bir kibrit çakıp ateşi tutuşturmakta..."
  • 19. HZ. UBEYDULLAH AHRAR(k.s.) • Hz. Ömer neslindendi. Altın silsile'nin on dokuzuncu halkası • Buyurdular: "Uyanıklığın muhafazasında şöyle olunması gerekir; Nefesin giriş ve çıkışına vakıf olunacak." • Eğer Vasıl (ulaşma), nedir? diye sorarlarsa; de ki, hakkın varlığının nuru göründüğünde insanın kendini unutmasıdır. Eğer Fasıl (ayrılık) nedir? diye sorarlarsa, de kİ; Allah'tan gayrısından gönlü ayırmaktır. Eğer Sekr (sarhoşluk) nedir? diye sorarlarsa, de ki; gönüle öyle bir hal zahir olur ki, bu halden önce gizli tutulması icab eden şeyi, gizlemeye gücün olmamasıdır.“ • “….Ben bu yolu tasavvuf kitaplarından değil , halka hizmetten elde ettim” • “….. Hakikate öyle bir yakınlıkla ermek gerektir ki, hiçbir su süpürüp götürmesin ve hiçbir ateş yakıp kül edemesin…” • Hamd ve şükür konusunda şöyle konuşurdu. "Hamd, alemlerin rabbı Allah'a mahsustur.“ ayetindeki hamd, kulun, Allah'tan başka hamd edilecek biri olmadığını bilmesidir. Kendisinin sırf yoktan ibaret olduğunu; isminin, resminin, nefsine ait bir işinin olmadığını anlamasıdır. Sevineceği sürür duyacağı tek şeyin, Yüce Allah'ın kendisini sıfatlarına zuhur yeri yaptığını kavramasıdır." "Kullarımdan şekür olanlar azdır." ayetindeki şükür, nimet içinde nimeti vereni görmek bahtiyarlığıdır, derdi.
  • 20. HZ. MUHAMMED ZAHİD (k.s.) • Nakşbendiyye'nin Ubeydullah Ahrar'dan İmam-ı Rabbani'ye kadar olan dönemdeki adı" Ahrariyye." Ubeydullah Ahrar'dan emaneti alan ise Muhammed Zahid. • Kadı Muhammed Zahid, şeyhinin hizmetinde bulunduğu yıllarda Semerkant'ta Hoca Zekeriya adlı bir şeyhin kabrini ziyarete gider. Fakat kendisinde bir fevkaladelik hisseder, dayanılmaz bir karın ağrısıyla ayağım türbe kapışma koymuşken, kendini dışarı atar. Şeyhinden izinsiz geldiği için bunların basma geldiğine hükmeder. Adeta irade ve ihtiyarı elinden alınmış bir halde şeyhinin yanına döner. Muhammed Zahid, daha. bir şey söylemeden Ubeydullah Ahrar ona: "Bilmez misin ki, diri kedi, ölü aslandan üstündür" diyerek irşadda, ölmüş şeyhlere değil, hayatta olan mürşitlere bağlanıp rabıta yapılması gerektiğine işaret eder.
  • 21. DERVİŞ MUHAMMED SEMERKANDİ (k.s.) • Cezbe ve istiğrakı sahi ve temkinine galip, isimsizliğe talip bir gönül eriydi. Bu yüzden "Derviş Muhammed" diye anılırdı. Altın Silsile'nin 21. halkası Derviş Muhammed, Semerkantlı. • Derviş Muhammed'in yaşadığı yıllarda Osmanlı ülkesinin basında Yavuz Sultan Selim ve Kanunî Sultan Süleyman gibi güçlü sultanlar bulunmaktaydı. • Cezbe , istiğrak,zevk,şevk ve cömertlik başlıca halleri……O’da piri gibi ,mürşidini bilmeden ve görmeden on beş yıl riyazetle ömür sürdü.Harabelere çekildi,hakikatte yıkık dünyanın yıkıntılı bucaklarında yıllarca zikretti,fikretti.
  • 22. HACEGİ MUHAMMED İMKEGENİ(k.s.) • Altın silsilenin 22. halkası Hacegî Muhammed îmkenegî, 21. halkadaki Derviş Muhammed'in oğlu ve halifesi. • Osmanlı devletinde tasavvufun en canlı olduğu yıllarda yaşayan bu gönül eri de babası gibi, meçhul kalanlardan. Bir asra yakın ömür sürerek 1599 yılında vefat ettiği ve yaklaşık 38 yıl şeyhlik ettiği halde Osmanlı ülkesinde pek tanınmıyor. • Namsızlık ve nişansızlıkta muhteşem… Sessizlik kadar derin,boşluk gibi vücutsuz… • Hallerini , kerametlerini , büyüklüklerini , üstünlüklerini o derece sakladılar ki , ismi üzerinde hecelemeye harf bulamıyoruz.
  • 23. MUHAMMED BAKİ BİLLAH(k.s.) • Müceddid-i elif-i sânî; yani hicri ikinci bin yılın yenileyicisi unvanının haklı sahibi İmam-ı Rabbani hazretlerinin mürşidi. • Üveysi-meşreb olduğu için gerek Şah-ı Nakşbend, gerekse Ubeydullah Ahrar hazretlerinden feyz aldığı kaydedilir. • Cezbe , aşk , zühd , iç ve dış kemaller onda bin çizgili bir mimari motif halinde merkeze düğümlü.
  • 24. HZ. İMAM-I RABBANİ AHMED FARUKİ (k.s.) • Altın silsilenin 24. halkası "İmam-ı Rabbanî" lakabıyla anılan mürşidimizin asıl adı Ahmed b. Abdülahad el-Farukî. "Farukî" nisbesi, ikinci halife Hz Ömeru'l Faruk'un soyundan olmasından "İmam-ı Rabbani" Allah adamı imam, demek Müceddid-i elf-i sanî" şöhreti, Hz Peygamber'in "Allah her yüzyılın başında bu ümmete dinini yenileyen (müceddid) gönderecektir." hadis-i şerifi gereği, ikinci bin yılın başında gelen "müceddid" sayılmasından. • Nakşî, Kadirî, Suhreverdî, Çiştî ve Kubrevî tarikatlarından icazetli Rabbani imam ve Rahmani mürşid. • Mektubat' ta buyururlar: "Bir murakabe anında idim, Allah Resulü tecelli ettiler ve: "Sana şimdiye kadar kimseye verilmeyen izni vermeye geldim ve ilave ediyorlar, sen hangi cenazenin namazını kılarsan, o affedilip cennete girecek." • “ Allah, ötelerin ötesinde, ötelerin ötesinde; ötelerin ötesinde.” • “ Ne ki, O zannedersin; zannettiğin o şey O’na perdedir.” • Cennete girmek, cehennemden uzaklaşmanın başlıca sebebi, Şeriatın emirlerini yerine getirmeye dayanır.“ • “…..Mürid şeyhine şöyle bağlanmalıdır; gassal (yıkayıcı) elindeki ölü gibi…” • Derdi ki: "İslam fakir kimselerle ortaya çıkıp gelişmiştir. Yine fakirlerle devam edip gidecektir." • En iyi ve en mükemmel nasihat: "Peygamber 'e itaat ediniz" sözüdür.
  • 25. HZ. MUHAMMED MASUM ES-SERHİNDİ (k.s.) • Asıl adı Muhammed'di. Günaha düşmekten ve şüphelilere yaklaşmaktan çok sakındığı için "Ma'sum" lakabıyla anılırdı. İmam-ı Rabbani'nin yedi oğlundan üçüncüsüdür. Babasından sonra, ilim, marifet takva ve yakîn açısından onun yerine en layık olanı olduğundan halefi oldu. Akranları ve tanıyanları kendisine "el-Urvetü'l-vüska" (sağlam kulp) lakabını vermişlerdi. • Sordular - Tasavvuf yolunun yolcularına şeytan sataşır mı'? Şunu söyledi: -Bu konuda en sağlam ölçüyü Abdulhalik Gucduvani veriyor "Şeytan, Maneviyat yolunun yolcusuna fenaya ermedikçe öfke anında sirayete yol bulabilir. Fakat nefsini fenaya erdirmiş bir kimsede öfkenin yerini gayret, yanı kıskançlık ve düşkünlük alır. Gayret, şeytanı kaçırtır. • “Bizce Allah’ın Cemal sıfatıyla tecellisinden, Celal sıfatıyla tecellisi daha sevgilidir. Zira ikincisinde nefsin payı yoktur.”
  • 26. • Muhammed Masum'un oğlu. İmam-ı Rabbani'nin torunu • Muhammed Seyfeddin emr bi'l-maruf ve nehy ani'l- münker konusunda çok titizdi. Nitekim Muhammed Ma'sum oğlunun bu durumu hakkında şunları söyler: "Hind ülkesinin neresinde bir münker, bir kötülük işlendiğini duysa hemen onun üstüne gider, onu ortadan kaldırmaya çalışır. Duyduğu bir kötülüğün bir an bile kalmasına dayanamazdı." • Öyle zühd ve takva sahibi idiler ki, kendilerine Muhyi Sünneti (Sünnetin ihya edicisi) lakabı takılmıştı. MUHAMMED SEYFEDDİN SERHİNDİ (k.s.)
  • 27. HZ.NUR MUHAMMED BEDAYUNİ (k.s.) • Zahiri ve batini ilimlere vukufu sebebiyle "Allame-i cihan" diye anılırdı. • Altın Silsilenin 27. halkası yine Hind diyarından. Seyyidliği sebebiyle "Seyyid Nur" diye anılan Muhammed Bedayünî. • İmam-ı Rabbâni'nin torunu Seyfeddin Serhindi'nin yetiştirdiklerinden. • Otuz beş yıl kadar Delhi'deki Nakşi Müceddidi dergahında hizmet etti.
  • 28. HZ. MİRZA MAZHAR-I CAN-I CANAN (k.s.) • Hz Ali'nin oğlu Muhammed b Hanefiyye neslindendi . • Altın Silsile'nin yirmi sekizinci halkası Belki de çok arzuladığı "şehidlik" sıfatıyla Rabbına kavuştuğu için "Mazhar-ı can-ı canan" diye meşhur olmuştu. • Altın silsilede yer alan şeyhlere çok düşkündü Gönülden bağlıydı Özellikle imam-ı Rabbanî'yi çok severdi "Bu yolda ne bulduysam büyükleri, şeyhleri sevmede buldum derdi . • Tarikat ve tasavvufu, şeriatta ihtisas gibi görür, tarikata meyli "Hak sevgisinin ağır basması' şeklinde yorumlardı Tarikatı sadece bir zikir vasıtası görmezdi Çünkü zikir, herkese emredilen bir konuydu. Kalp gözünün açılması da zikri çok yapmakla ancak mümkün olurdu Zikirden gaye zikrin manasına ermekti.
  • 29. HZ. ABDULLAH DEHLEVİ (k.s.) • Hz. Peygamber'in torunu Hz. Hüseyin soyundan, seyyid-neseb. • Altın silsilenin yirmi dokuzuncu halkası Babası Şah Abdüllatif, Kadiri tarikatına bağlı. Oğlu doğmadan önce rüyasında Hz. Ali'yi gördü. Hz. Ali ona: "Oğluna Ali adını koymasını" söyledi. Bu yüzden oğlu doğduğunda babası ona "Ali" adını verdi. Ancak daha sonra kendisine "Gulam-ı Ali" denmeğe başlandı. "Gulam-ı Ali" Ali'nin hizmetçisi demekti. Daha sonra rüyasında Hz. Peygamber'in Dehlevi'ye bizzat "Abdullah" diye hitab etmesi sonucu "Abdullah Dehlevî" diye meşhur oldu. • Abdullah Dehlevi. Nakşbendiyye tarikatının belli başlı esaslarını şöyle özetlerdi: "Nakşiliğin dört esası vardır: l. Def-i havatır. 2. Devamlı huzur hali, 3. Rahmani cezbe, 4. Manevi varidat. • Nakşilik yolunda kişiye şu dört şeyin gerekli olduğunu söylerdi: Tertemiz bir din, Saf bir yakin hali, Kırık bir el; yani harama uzanmayan, hırsa kapılmayan bir tavır, Kırık bir ayak; yani harama ve şerre gitmeyen bir ayak, mütevazı bir üslup. • Sufî'yi: "Dünya ve ahireti arkasına atan, yüzünü Yüce Rabbine döndürüp yoluna devam eden kimse" olarak tanımlardı. • "Fakir" kelimesinin harflerinin birer sembol olduğunu her bir harfin ayrı bir anlamı bulunduğunu şöyle anlatırdı: Fa : Faka'dır; darlık, yokluk ve zorluğa işarettir. Kaf : Kanaat ehli olmaktır. Ya : Yeis'tir. Hakk'tan başka her şeyden ümid kesmektir. Ra : Riyazettir. Nefsi terbiye etmek için zora koşmaktır.
  • 30. HZ. MEVLANA HALİD BAĞDADİ (k.s.) • Altın silsilenin 30. halkası ve yeni bir kolbaşısı bu sefer Osmanlı ülkesinden, Irak'ın Musul vilayetine bağlı Adı Halid b. Ahmed, lakabı Mevlana ve Zıyaeddin İslâm dünyasında Celaleddin Rumî'den sonra "Mevlana" (Efendimiz, büyüğümüz) lakabıyla anılan ve bu sıfatla meşhur olan ikinci kişi olduğuna bakılırsa tesir ve nüfuzu anlaşılmış olur. Kendisinden sonra Nakşîlik neredeyse "Halidîlik" olmuş ve bu kol Osmanlı ülkesinin en yaygın tarikatı haline gelmişti . • Nasihatlari Size kat'iyyetle emrederim ki, bütün varlığınızla sünnet-i seniyyeye sarılıp cahiliye adetlerinden ve bidatlerden sakının. Sufiye hakkındaki dedikodulara aldanmayın. 'Paşa da olsa avamdan insanlarla ülfet etmeyin. Onlardan hangi vesileyle olursa olsun, bir şey istemeyin. Çünkü bu, sizin kötülükle itham edilmenize sebep olur. İki mefsedet arasında çaresiz kaldığınız zaman ehven olanını seçin. Mutlu kişi, başkasının başına gelenlerden ibret alandır. Daha önemli olanı, önemli olana tercih ediniz. Sakın ola ki sultanlarla ve devlet ricaliyle bir işe girişmeyin. Çünkü onları ıslah edecek güce sahip değilsiniz. Onları gıybet etmeyin, veliyy-i emrinize hayırlı işlerinde muvaffak olması için dua ediniz. Dünya perest tüccarları, ulema taslaklarını, ilmi halk arasında bir makam elde etmek için maşa olarak kullanan talebeleri, tembellikleri sebebiyle yüklerini halka taşıtmaya çalışan asalakları, maneviyatı dünyasına basamak yapmaya kalkışan kimseleri, tarikata almayın, alsanız da bu tür davranışlarına fırsat vermeyin.
  • 31. HZ. TAHA EL-HAKKARİ (k.s.) • Altın silsilenin 31. halkası Güneydoğu Anadolu‘nun Hakkari vilayetinden ve Abdülkadir Geylani soyundan. Adı Taha bin Molla Ahmed "Şihabüddin ve İmamüddin" lakaplarıyla ünlü. • Taha'l-Hakkarî hazretleri; "Misvakla kılınan bir rekat namaz, misvaksız kılınan yetmiş rekattan hayırlıdır.“ hadis-i şerifine şu anlamı verirdi: Hadiste geçen "sivak" kelimesi misvakla ovmak manasına geldiği gibi, "sivak" yani "senden başkası" anlamına da gelir. Bu duruma göre hadisin manası şöyle olur: "Sensiz; yani kendini düşünmeden Rabbinle olduğun bir rekat, kendinle olduğun yetmiş rekattan daha değerlidir.“
  • 32. HZ. TAHA EL-HARİRİ (k.s.) • Altın silsilenin 32. halkası Irak'ın Musul vilayetine bağlı Erbil'in Harir nahiyesinden Şeyhi Taha'l-Hakkarî ile aynı adı taşıyor. Doğduğu Harir nahiyesine nispetle "Harirî" nisbesiyle ünlü • Taha'l-Harîrî, ilk iki şeyhten gördüğü seyr u sülük, son şeyhten aldığı icazetten sonra fıtratındaki "üveysi" istidad sayesinde sık sık alem-i manada Allah Resulü'yle görüşmek şerefine nail olmuştur. Şeyh Taha, tarikat silsilelerinde "üveysi" yolla irşad gören şeyhlerin ilki değildi Nitekim Abdülhalik Gucdüvani ve Şah-ı Nakşibend hazretleri de üveysidirler. Üveysilik: Asr-ı saadette yaşayıp Hz. Peygamber'le cismani olarak görüşemeyen Üveys el-Karanî'ye nispetle kullanılan tasavvuf kavramıdır. • Şeyh Taha'l-Harîrî hazretleri " Muhammedî-meşreb" olduklarından irşadları da Muhammedi üslupta idi. Hz. Peygamber (s a) Rasülü's-sakaleyn (iki ağırlığın, insan ve cinnin elçisi) olduğu gibi, Şeyh Taha hazretleri de "mürşidü's-sakaleyn" yani hem insanların hem de cinlerin mürşidi idi. Hatta cinnilerden "Cuddüh'' adında bir halifesinin ve pek çok müridinin bulunduğu rivayet edilmektedir.
  • 33. HZ. M.ESAD ERBİLLİ (k.s.) • Altın silsilenin otuz üçüncü halkası yine Irak'tan, Musul'un Erbil kasabasından 1847 yılında Erbil'de doğdu. Baba ve anne tarafından seyyiddir. • "Karnın, temiz ve helal yiyecekle doyarsa fikirde havatır olmaz. Zikir, fikir, rahat ve huzurlu olur. Fakat nefsin hakkı verilmezse huzûra mani olabilir". "Fena-yı kalbden sonra kalbe havatır nasıl gelebilir? Bunun cevabını da "Kalb fena bulduktan sonra kalbe gelen havatır kalbe zarar vermez, aksine kalb vazifesini yapmaya devam eder.”
  • 34. HZ. RAMAZANOĞLU MAHMUD SAMİ EFENDİ (k.s.) • 1892 yılında Adana'da dünyaya geldi. Babası Müctebâ Bey, annesi ise Ümmügülsüm Hanım'dır. Sâmi Efendi'nin âile şeceresine göre, Ramazanoğullarının aslen Türklerin Oğuz boyunun Üçoklar kabilesinden olduğu ve Hz. Halid b. Velid (r. A.) nesliyle münâsebettar bulunduğu anlaşılmaktadır. • Sohbetlerinde nefs düşmanının insana kurduğu tuzaklardan bahseden ve ihsana nefislerinin tehlikesinden korunabilmek için şunları tavsiye buyururlardı: 1-Açlık ve az yemek, oruca devam, 2-Az uyumak ve teheccüde devam, 3-Huşû ile ibadet, mânâsını düşünerek Kur'an okumak, 4-Zikr-i daim içinde bulunmak, 5-Salih ve sadıklarla beraber olmak. • Onun irşaddaki usûlü Nebevî üslûpta idi. insanların kusurlarını yüzlerine vurmaz, hatalarından dolayı onları azarlamaz ve hele nefsi için hiç kızmazdı. Onlara örnek olmak sûretiyle irşad etmeyi tercih ederdi. İrşadda en geçerli yol da budur. Çünkü irşad halkaları merkezden muhite doğru yayılır. "Önce nefsinden başlamak' esastır. Hiç kimseye açıkça "şunu yap, şunu yapma" demez, dolayısıyla bunu ihsas ettirmeye çalışırdı. Kendileri dikkat çekecek, fitne uyandıracak ve riyaya dâvetiye çıkaracak şekle müteallik şeylerden husûsiyle sakınırdı. Ancak yakınlarını helal kazanca, faize bulaşmamaya teşvik ederler, bazen bunu samimi bulduklarına açıkça söylerlerdi. Değilse dolaylı olarak ifade buyururlardı.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...