Bizim seherlerimizde ceylanlar yok artık. Biz seherlerimizi uykulara feda ettikgöremiyoruz Leyla bakışlı ceylanları. Üstümüze güneşler doğar oldu. Geceler boyu yıldızlarla söyleşip de onlara elveda diyemedik gün doğumlarında. Biz ceylanların gözlerini öpemedik bu gözler Leyla’nın gözlerine benziyor diye. Uykulara feda ettiğimiz seherlere ağlayamadık. Leylasızlığa akmadı göz yaşlarımız.
Biz sevemedik yaratılanı Yaratan’dan ötürü.
Yunus mektebinde diz çöküp okuyamadık aşk kitabını.
Oysa varlığın özünde sevda hamuru vardı. O hamuru besleyen aşkın pişmanlık gözyaşı vardı. Adem ile Havva’dan dökülen. Şimdi ezeli pişmanlıklara değilgünübirlik sancılara akar oldu gözyaşlarımız.
En sevgiliye iltifatlar vardı sevgililer sevgilisinden "Ben sana âşık olmuşam ey şerif!" hitabının tatlı sıcaklığı vardı. "Levlake…" hitabıyla başlayan bin bir renkte iltifatlar vardı. Âşık ile mâşûkun ezelde yazılı göklerde yan yana asılı adı vardı.
Aşk medeniyetinin sevda pazarında gönlümüzü bir Leyla’ya son Leyla’ya en Leyla’ya sunmanın hesabındayız. Yere göğe sığmayan Sevgililer Sevgilisini gönül Kâbe’sinde misafir etmenin telaşındayız. Misafirlikler bir olmak içindir tek olmak içindir.Tıpkı kapısına gelen âşıkına seslenen sevgilinin tek olma hayali gibi.
"Kimsin?" diye seslenir kapısını çalana. Aşka tutulan âşık "benim" der. Ve tekrar seslenir sevgili. "Burada iki kişiye yer yok. Gönlüm teki arzular." Tekrar kapının tokmağına dokunan ve ısrarından vazgeçmeyen âşık benlik libasından sıyrılır. "Sen’im" der. Vahdete adım atar bırakır ikiliği küfrü bırakır çokluğu bırakır. Sevdiğinde fânî olur. Aşkın bekâsını bulur.
Ebedî aşkı arzulayanlar sevdiğinde fânî olup ölümsüzlüğe kucak açanlardır.
Ve sevenlerin dilinde sevilenlerin adı bayraklaşır. Dillerde hep Leyla kitabı okunur. Kulağa gelen her nağmede Leyla esen her rüzgârda Leyla… Buram buram hep Leyla… Kuşların ötüşünde güllerin kan kırmızı kıvrımlarında göğün mavisindeağacın yeşilinde hep Leyla vardır. Yağmur damlaları vuslata koşar düşer toprağa. Toprak Leyla’sıdır yağmurun; toprağın Leyla’sı yağmur…
Mecnun’a adını sorarlar Leyla der. Geldiği yeri sorarlar gideceği yeri sorarlar yine Leyla hep Leyla der. Hep aşk…
Gönlünü Leyla’ya kaptırmışların şafaklarında güneşin ışıldayan çehresinde gamzeli tebessümler saklıdır. Dağların doruklarında hiç kaybolmayan beyazlıklarLeyla’nın yüreğe serinlikler bahşeden sevdasıdır. Aşk kar beyazı vefalar saklar bağrında.
Yüreğine yasak koyanlar vefalara bezenmiş aşklarında ölümsüzlüğün kapılarını aralar. Gecenin mavi karanlığında yıldızlardan taç yapan âşıklar. Leyla durağında sevda yağmurlarıyla ıslanırlar.
"Cennet gözlüm" dediğimiz ve yarım kalmış yanımızı tamamlayan sevgiliyi alıp da yanımıza…
"Sen ey cenneti müjdeleyen Sevgili Sevgilim!" deyip düşüp de peşine tutunup da eteğine aradık mı hiç gecenin ve gündüzün Leylasını? Sevdanın ve Leyla’nın aşkına kaç gün doğumlarını sancıyla yaşadık? Gün batımlarında kaybettiğimiz Leyla’yı bir gülün kırmızısında bir bülbülün feryadında aradık mı hiç? Leyla’dan başkasını görmez oldu mu gözlerimiz?
Yanıklığıyla ve ceylanlarıyla kendisini aşka çağıran çöldedir Mecnun. Dolaşır bir baştan bir başa. Yüreğinden aşka ırmaklar akar çöl kumlarında. Gönlünü avutur. Dolaştığı günlerden bir gün… Fark edemez namaz kılan bir dervişin önünden geçtiğini. Leyla’dan başkasını görmeye yasaklı gözleriyle göremez namaz kılan dervişi. Namaz biter. Kırk yıllık bekleyiş yükünü bilen derviş kızar Mecnun’a. Özür kuşanmış kelimelerin ardından paslı vicdanlara bir hançer gibi saplanan sözler dökülür Leyla kitabı okuyan dudaklardan. "Kusura bakma derviş baba ben Leyla’nın aşkından seni göremedim. Ya sen huzurunda bulunduğun Mevla’nın aşkından beni nasıl gördün?"