16 Ekim 2012

MEÂKIL KİTABI (MA'KUL KELİMSİNİN ÇOĞULU) AKIL DA DENİR



MEÂKIL KİTABI

(MA'KUL KELİMSİNİN ÇOĞULU) AKIL DA DENİR

M E T İ N
Meâkıl «ma'kul» kelimesinin çoğuludur, diyet manasına gelir. Kan dökülmesini önlediğinden dolayı
buna «akıl» da denilir. «Akıl» da aynı köktendir çünkü çirkinlikleri engeller.
«Akite» divan ehline denir ki onlar da askerlerdir. Şafii'ye göre ise «âkile» kişinin aşiretinden
olanlardır ki bunlar da asabelerdir.
Divan ehli, kendilerinden olan kişiye âkile olurlar ve bizzat öldürme sebebiyle vacip olan bütün
diyetleri ödemeleri gerekir. Sulh yoluyla. veya babanın oğlunun kasden öldürmesi gibi şûpheden
dolayı paraya çevrilen katil olayları bu hükmün dışına çıkmıştır. Bu ikinci durumda yani babanın
oğlunu katil durumunda, cinayetler bölümünde geçtiği gibi, diyet babanın malından alınır.
Diyet, divan ehline verilen atiyyelerden veya erzaktan alınır. Atiyye ile erzak arasındaki fark şudur:
erzak hazineden ihtiyacı kadar ve yeterli miktarda aylık veya günlük olarak verilen şeydir, atiyye ise
her sene ihtiyaç miktarına göre değil de kişinin, dînin yücelmesi hususunda gösterdiği sabır ve
yaptığı yardıma göre olur.
Akilenin vereceği diyet, hüküm vaktinden sonraki üç sena içerisinde alınır. Aynı şekilde bize göre
babanın oğlunu öldürmesi suretiyle amden katil olanın diyeti de üç sene içerisinde alınır. şafii'ye
göre ise bu diyetin peşinen alınması gerekir.
Atiyyeler üç seneden çok veya az bir zaman zarfında verilirse maksad hasıl olduğu için diyet bu
atiyyelerden alınır.
Eğer kâtil divan ehlinden olmazsa o takdirde âkilesi, kabilesi, akrabaları ve onun yardımlaştığı
herkestir. Tenvîru'l-Basâir
Diyet üç senelik zamana göre akileye taksim edilir. Her sene bir dirhem veya 1 1/3 (bir tam bir bölü
üç) dirhem alınır. Esah olan görüşe göre her birine diyetin bütününden üç senede düşen miktar
dört seneye uzatılmaz. Sonra buradaki «seneler» den maksat atiyyelerdir. Kuhistani.
Eğer kabilesi bu diyeti tamamlayamazsa nesep olarak en yakın olan kabileler asabe sırasına göre
bunlara ilave edilir.
Bize göre kâtil kadın, çocuk veya deli de olsa onlardan biri gibidir. Bundan dolayı sahih olan
görüşe göre onlara iştirak eder. Zeylai.
Azad edilen kölenin akilesi efendisinin kabilesidir, mevle'l-muvalâtın diyetini ise mevlâsı ve
mevlâsının kabilesi öder.
Bilinmelidirki daha önce geçtiği gibi, kısası, şüpheden dolayı veya oğlunu amden öldürmesinden
dolayı düşse bile... Akilelerin cinayetinden veya amden öldürmenin diyetini, anlaşma sonucu veya
itiraf etmekle lâzım olanı ve diyetin onda birinin yarısından daha az olanı ödemez. Zira Peygamber
(s.a.v.) demiştir ki: «Akileler, amden alan cinayette, kölenin cinayetinde, anlaşma olduğunda, itiraf
edildiğinde ve kemik görülen yaralamanın erşinden az olanda diyeti ödemezler. Aksine bunları cânî
öder.»
Ancak, akilenin cânîyi ikrarında tasdik etmesi veya delil bulunması yukarıdaki meselenin
istisnasıdır. Hüccet ikrarla birlikte müteber olmadığı halde burada ikrarla birlikte kabul edilir.
Çünkü burada hüccet davalının ikrarı ile sabit olmayan şeyi ispat eder. Bu da diyetin âkile üzerine
vacip olmasıdır.
İ Z A H
Muteber fıkıh kitaplarının çoğunda bu bölüme aynı ad verilmiştir. Fakat burada şu hususun
düşünülmesi gerekir ki: eğer «meakıl» kelimesi «makule» kelimesinin çoğulu olursa, ki o da diyet
manasına gelir, o zaman ortaya bir tekrar durumu çıkar. Çünkü diyetin kısımları daha evvel geçmiş
ve izah edilmişti. Burada kasdedilen; kendisine diyet vacip olan kişilerin, türleri ve hükümleriyle
birlikte açıklanmasıdır. İşte bu kîşiler âkiledirler. Buna göre uygun olan, «avâkil» denilmesiydi.
Çünkü bu kelime «âkile» nin çoğuludur. Tûrî ve Şurunbulâliye.
«Kan dökülmesini önlediğinden dolayı ilh...» veya diyet olarak verilen develerin maktulün velisinin
evinin avlusunda bağlanmasından dolayı... Sonra bu isim umumileşerek. dirhem ve dinar da olsa
verilen diyete «ma'kule» denildi. İtkânî.
«Âkile, divan ehline denilir» Muğrıb'te şöyle denilmiştir: «Divan: bir araya getirildiği zaman kitaptan
daha ince olan defterdir. Çünkü bütün olarak kağıtlardan oluşur. Divanları ilk tedvin edenin yani


valiler ve kadılar için dosyaları tertip edenin. Hz. Ömer olduğu rivayet edilir. «Falan şahıs divan
ehlindendir» denildiğinde isminin dosyada sabit olduğu ifade edilir.»
Hâkim'in «Kâfî» sinden naklen Gâyetu'l-Beyân'da da şöyle denilir:
«Bize, Hz. Ömer'in diyetleri divan ehline farz kıldığı haberi geldi. Çünkü divanı ilk yazdıran O'dur ve
diyeti de divan ehlinden almıştır. Daha önce diyet kişinin aşiretinin mallarından alınırdı. Hz. Ömer'in
bu uygulaması şer'î bir hükmün değiştirilmesi değil belki onun sağlamlaştırılmasıdır. Çünkü o
biliyordu ki kişinin aşireti. diyeti, yardım yoluyla yükleniyorlardı. Yardımlaşma bu divanlar vasıtası
ile olduğu için diyetin bunlardan alınmasına hükmetti. Böylece, diyet kadınlara ve çocuklara vacip
olmaz. Çünkü onlarla yardımlaşma söz konusu olmaz.
Mi'rac'ta bazı inkarcılar kınanarak, âkilenin cinayetle ilgisi bulunmadığını, dolayısıyla, Allah
Teâlâ'nın «kendi günah yükünü taşıyan hiçkimse, bir başkasının günah yükünü taşımaz» âyetinden
dolayı diyetin kâtilin malından alınması gerektiği söylenmiştir. Biz deriz ki: diyetin âkile üzerine
vacip olması meşhurdur ve meşhur hadislerle sabittir. Sahabe ve tâbiûnun uygulamaları da
yledir. Meşhur hadisle Kitap'ın hükümleri üzerine ekleme yapılabilir. Âkile, diyeti kâtilin muhafaza
ve murakabesini terketmeleri ve bu hususta kusurlu olanları itibariyle, yüklenirler. Diyeti ödemede
ona iştirak sadece onlara hâstır. Çünkü kâtil bu cinayeti ancak onlardan aldığı kuvvetle işlemiştir.
Bu durumda onlar cinayeti bizzat kendileri işlemiş gibi kusurlu olurlar. Hüküm olarak konulmadan
önce bu diyet şeref kazanmak ve dostlara iyilikte bulunmak için veriliyordu. Şeriat da bunu
yerleştirmiştir. Zaten halk arasında bu âdet bulunmakta idi. Şöyle ki; bir kimse hırsızlık veya
yangından dolayı zarara uğrasa, ona yardımlaşma olarak mal toplanırdı. Özetle..
«Onlar da askerlerdir.» Yani burada divan ehlinden maksat asker olan kişilerdir. Dürru'l-Müntekâ'da
şöyle denilmiştir: Kadınlar ve çocuklar gibi divandan pay alan kişiler ve deliler diyet vermezler.
Fakat bunlar öldürme işini bizzat yaparlarsa âkile ile birlikte diyetin ödenmesine dâhli olurlar mı,
olmazlar mı. hususunda ihtilâf edilmiştir.
Sahih olan görüşe göre, Tebyîn'den naklen Şurunbulâliye'de denildiği gibi, diyetin ödenmesinde
âkileye iştirak ederler.
«... Kendilerinden akın kişiye ilh...» Yani kendilerinden olan kâtilin diyetini verirler.
Gûrerû'l-Efkâr'da şöyle denilmiştir: Eğer kâtil gâzî ise onun âkilesi gâziler divanından beslenenler,
kâtip ise katipler divanından beslenenlerdir.
ed-Dürrü'l-Müntekâ'da da Kuhistani'nin yaptığı gibi, cinayet işleyen kimsenin başka bir şehirden
değil de divan ehlinin şehrinden olması gerektiği kaydı konulmuştur. Bazı âlimler tarafından da,
mutlak olarak, «hangi divana mensup ise âkilesi onlaradır.» denilmiştir. Yani ister divan ehlinin
şehrinden olsun ister olmasın eşittir.
Ben derim ki: Hidâye'de denilmiştir ki; eğer diğer bir şehir halkının müstakil bir divanı var ise, bir
şehir halkı o diğer şehir halkının diyetini veremez, İtkâni demiştir ki: Bu, iki şehirden her birinin
divanları ayrı ayrı olduğu takdirde böyledir. Çünkü o zaman aralarında yardımlaşma yok demektir.
Fakat iki şehrin divanları bir olduğu zaman, cânî diğer şehirin divan ehlinden ise bu şehir halkı
onun diyetini verir.
«Sulh yoluyla... paraya çevrilen, bu hükmün dışma çıkmıştır ilh...» Yani sulh veya şüphe sebebiyle,
gereği mala çevrilen öldürme olayı bu hükmün dışına çıkmıştır. Çünkü bu mal bizzat öldürme
sebebiyle vâcip olmamıştır, bu yüzden ileride bahsedileceği gibi âkile onu yüklenmez.
«Diyet divan ehline verilen atiyyelerden veya erzaktan alınır» Yani asıl mallarından değil...
Hidâye'de denilmiştir ki: «eğer kişinin âkilesi erzak alan kişilerden ise, diyetin, erzaklarından üç
senede alınmasına hüküm verilir. Çünkü erzak onlar için atiyye menzilesindedir. Sonra bakılır, eğer
erzakları her sene verilirse erzağın her verilişinde, diyetin üçte biri, atiyye gibi alırlar. Her altı ayda
bir veriliyorsa diyetin altıda biri alınır. Heray veriliyorsa aylık hissesi kadar alınır ki her sene
ödetilen diyetin üçte biri miktarında olsun. Eğer erzakları heray atiyyeleri de hersene ise, daha
kolay olduğu için, atiyyelerden alınır. Çünkü atiyyeler daha çoktur. erzak ise ancak o vakit için
yeterli miktardadır. Bu yüzden ondan ödenmesi güç olur.»
«Atiyye ile erzak arasındaki fark şudur... ilh.» Atiyyenin, savaşlara verilen, erzakın ise
müslümanların savaşçı olmayan fakirlerine verilen şey olduğu da söylenmiştir. İtkanî ise bunda
düşünülmesi gereken bir husus olduğunu söylemiştir.
«Üç sene içerisinde» Bilmiş ol ki, eğer vâcip olan; diyetin üçte biri veya daha az ise bir sene içinde
verilmesi gerekir. üçte birden fazla ise. bu fazlalık tam üçte ikiye ulaşıncaya kadar, ikinci senede,


bundan fazla olan da, diyetin tamamına ulaşıncaya kadar. üçüncü senede verilir. Hidâye.
Yine Hidâye'de denilmiştir ki: «On adam bir kişiyi hatâen öldürse, parça bütüne kıyas edilerek, her
birinin diyetin onda birini üç sene içerisinde vermesi gerekir.»
«Hüküm vaktinden sonraki ilh...» Yani diyet, verilmesine hükmedilen vakitten sonraki... Yoksa
şâfiî'nin dediği gibi katil ve cinayet gününden sonraki üç senede değil. Gurerû'I-Efkâr.
«Eğer atiyyeler... verilirse ilh...» Mecma'da ve Dürerü'l-Bihâr da denilmiştir ki; «ister üç seneden az,
isterse çok bir zamanda çıksın yine üç senede alınır.
Güreru'l-Efkâr'da şöyle denilmiştir: Fakat Hidaye'de ve diğer eserlerde, eğer diyetin verilmesine
hükmedilen vakitten sonraki üç sene içersinde verilmesi gereken atiyyeler bir senede, veya dört
senede verilirse diyet de bu atiyyelerden bir senede veya dört senede alınır. Çünkü diyetin
atiyyelerden alınması kolaylık olması içindir, bu da, diyet ne zaman alınırsa alınsın, hâsıl olur. Bu
durumda üç seneden kasıt üç atiyye olmuş olur. Eğer diyet verilmesine hükmedilen vakitten önceki
senelerin atiyyeleri birikse ve hüküm vaktinden sonra verilmiş olsalar, diyet bunlardan alınmaz,
çünkü vâcip olması hüküm ile olur.
Ben derim ki; Bu açıklamalardan, atiyye ve erzak arasındaki fark anlaşılmış olur. Eğer erzak üç
seneden az bir zamanda verilirse. daha evvel açıkladığımız gibi miktarına göre alınır. Bu durumda
«sene» kelimesi burada, atiyyenin aksine. hakiki manasındadır. Atiyye ile erzak arasındaki farkın
tasrihini Müctebâ'da şöyle ta'lil edilmiş olarak gördüm; «Rızk kâfî miktarda takdir edildiğinden
dolayı, ondan, ü,ç seneden az bir vakit içinde almak zor olur.»
«...Ve onun yardımlaştığı her kişidîr» Hidâye'de ve Tebyin'de denilmiştir ki: Her şehir halkı
şehirlerine bağlı olan köylerin halklarının da diyetini verirler, çünkü onlar şehir halkına tabidir. Zira
başlarına bir felâket geldiği zaman şehir halkından yardım isterler. Böylece şehir halkı yakınlık ve
yardım manalarına itibarla, onların diyetini verirler.
Evi Basra'da divanı ise Kûfe'de olan bir kişinin diyetini Kûfe halkı verir, çünkü o komşularından
değil divan ehlinden yardım ister.
Bu meselenin özeti şudur: Divandan yardım istemek daha açıktır. Akrabalık, nesep, velâ ve
komşuluk sebebiyle olan yardımın hükmü bu kadar açık değildir. Bu açıklamadan diyetlerle ilgili
birçok mesele çıkar. Bu meselelerden biri, birinin divanı Basra'da diğerininki ise Kûfe'de olan iki
kardeşin durumudur. Bunlardan hiçbiri diğerinin diyetini vermez, bunların diyetlerini kayıtlı
bulundukları divanın üyeleri verir. Basra halkından olduğu halde, oranın divan ehlinden olmayıp
kendisine atiyye verilmeyen bir kişi cinayet işlese ve çöl halkı ona nesep olarak daha yakın olsa
fakat evi şehirde bulunsa onun diyetini bu şehrin divan ehli öder. Onunla divan ehli arasında bir
akrabalık olması şart değildir. Çünkü divan ehli: şehir halkını koruyan, onlara yardım eden
kişilerdir. Başka bir görüşe göre, divan ehlinden olanlar katilin akrabası olmazlarsa diyetini
ödemezler. Ama akraba iseler. köyde nesep olarak kendisine daha yakınları olsa bile, diyetini
öderler. Çünkü diyet ödemenin vacip oluşu yakınlık hükmüyledir, şehir halkı da mekân olarak köy
halkından daha yakındır. Bu yüzden ona yardım etme imkanları vardır. Bu meselenin benzeri
«munkati' gaybet» (ortadan kaybolup kendisine haber ulaşmayan bir yerde bulunması) meselesidir.
Yani daha yakın olan veli bulunmadığı zaman daha uzak olan velinin evlendirme yetkisi vardır.
İnâye.
İtkânî bu ikinci görüşün daha sahih olduğunu söylemiştir.
«Esah olan görüşe göre ilh...» «Herbirinden her sene üç dirhem veya dört dirhem alınır, da
denilmiştir. Mültekâ'da da böyledir.
«Eğer kabilesi bu diyeti tamamlayamazsa» Yani az olmaları sebebiyle... Bu durumda hisseleri üç
dirhemden veya dört dirhemden fazla olur. Dürrü'l-Müntekâ.
Hidâye ve diğer kitapların ibareleri ise, evvelinde iki «te» harfi ile «tettesiu» şeklindedir. Bu
durumda musannıfın, ya bu şekilde ifade etmesi veya «lâm» harfini hazfetmesi gerekirdi. Kabile
kelimesini kullanması da herhangi bir kayıt için değildir.
Hidâye'de şöyle denilmiştir: «Divanlar hakkındaki hüküm de böyledir. Bir divan ehli diyeti
karşılayamazsa onlara divanların en yakını ilâve edilir yani başlarına birşey geldiği zaman yardım
etme bakımından onlara en yakın olanı ilâve edilir ve istenen elde edilinceye kadar aynı usul takip
edilir. Bu da devlet başkanına havâle edilîr, çünkü bu yakınlığı en iyi bilen odur.»
«Asabe sırasına göre ilh...» Buna göre önce kardeşler sonra onların oğulları, sonra amcalar, sonra
onların oğulları gelir. Meselâ. cânî Hüseyin (r.a.) in evladından olduğu ve akilesi de diyetini


karşılayamadığı zaman buna Hasan (r.a.) ın kabilesi sonra da çocukları ilâve edilir. Bu iki kabile de
karşılayamazlarsa Akîl'in kabilesi ve sonra da oğulları ilâve edilir.
Kırmânî'de de aynı şekilde geçmektedir. Kâtilin babası, dedeleri ve oğulları âkileye girmezler. Bir
görüşe göre ise girerler. Karıkocadan biri diğerine âkile olamaz. Bu meselenin tamamı
Kuhîstanî'dedir.
«Bize göre kâtil onlardan biri gibidir» Yani atiyye ehlinden olduğu zaman... Olmadığı zaman ise,
bize göre de ona diyetten bir pay düşmez. Bu, Mebsut'ta zikredilmiştir. Şâfiî'ye göre ise kâtile,
mutlak olarak, birşey düşmez. Mirac.
«Sahih olan görüşe göre onlara iştirak eder» Kasâme bahsinde bunun müteahhir ulemanın tercihi
olduğu geçmişti. Hidâye'de bu bahiste, iştirakin olmadığına hükmedilmiştir.
Kifâye'de denilmiştir ki: «Bu, Tahâvî'nin tercihidir ve esah olan da budur. Bu İmam Muhammed'in
rivayetinin de aslıdır.»
Fakat İnâye'de denilmişti ki: Kasame bahsinde gecen durum, maktul kadının evinde bulunduğu
zamandır. Bu durumda müteahhir ulema, kasâmenin vacip olması sebebiyle kadının kâtil takdir
edilmesinden dolayı onu âkileye dahil etmişlerdir. Buradaki hüküm ise kadının hakikaten kâtil
olduğu durum hakkındadır. Aradaki fark, kasâmenin, diyeti ya müstakil olacaktır veya bize göre,
araştırma ile âkileye dahil olması suretiyle yemin ettirene gerekli oluşudur. Kasâme tahakkuk
edince. diyet de tahakkuk eder. Ama mübbaşereten kâtil bunun aksinedir, o diyeti istilzam etmez.
özetle...
Binaenaleyh bu durumda meselede bir ihtilâfı tashih etme söz konusu değildir. Çünkü mevzular
farklıdır. Düşün.
«Efendisinin kabilesidir ilh...» Yani o kabile efendisi ile beraber âkilesidir. Şurunbuliye'den naklen
Burhan'da da böyle denilmiştir... Mültekâ'nın ibaresi ise şöyledir: «Azadlı ve mevlâ'l-muvalâtın
kölenin efendisi ve efendisinin âkilesidir.» Bu ibare daha kısa ve daha açıktır.
«Kölenin cinayetinde ilh...» Ama bir hür bir köleyi öldürürse onun hükmü ileride gelecektir. T.
«Amden olan cinayette ilh...» Yani ister bir adam öldürsün ister bir organ kessin, onda âkile yoktur.
Çünkü kasıt, âkilenin yüklenerek caninin yükünü hafifletmeyi icap ettirmez. O zaman, kasden adam
öldürmekle kısas vacip olur. Kuhistanî.
BİR UYARI :
Eşbâh'ta denilmiştir ki: Akile kasden adam öldürmede bir mesele hariç diyet ödemez. O da şudur;
öldürülen kişinin yakınlarından bir kısmı sulh yaparak kâtili affetseler o zaman geriye kalan
yakınların hisseleri mala inkilap eder ve onu da akile yüklenir.»
Ben derim ki: Organlardaki kısas babında Allâme Kâsım'dan naklen bunun âkilenin yüklenmesinin
rivayetlere zıt olduğunu daha önce belirtmiştik. Zaten onunla da hiç kimse hükmetmemiştir. Diğer
kitaplardakine gelince. geri kalan yakınların mala çevrilen hisselerinin bizzat kâtilin malından
verileceği söylenmiştir. Dikkatli ol!.
«Oğlunu amden öldürmesi suretiyle ilh...» Burada «oğlunu kasden öldürmesi gibi» deseydi daha iyi
olurdu. Nitekim biraz önce bu şekilde bir tabir etmişti. Çünkü böyle deseydi şüphe ile öldürmeye
misal olurdu. Şu mesele de şüpheli öldürmelerdendir: iki kişi bir adamı öldürseler, ve biri çocuk
veya bunak diğeri de âkilbâliğ olsa veya biri demirle diğeri de sopa ile vursa...
«Çul sonucu... lâzım olan şeyi de ilh...» Yani kasden adam öldürmek veya hataen adam
öldürmekten sulh yapılsa... T. O zaman ödenecek diyet kâtil üzerinedir ve peşin alınır. Ancak
ertelenirse o zaman peşinen ödemesi gerekmez. Kuhistânî.
«İtiraf etmekle ilh...» Yani hatâen adam öldürdüğünü itiraf edene gereken diyeti akile ödemez. Zira
onu mukirin üç sene içerisinde ödemesi gerekir. Kuhistânî.
«Diyetin onda birinin yarısından daha az olanı da» Yani kemik görülen yaralamanın erş'inden az
olursa âkile ödemez. Bu da beşyüz dirhemdir. Bu da organlardaki cinayete hastır. Ama can bedelini
az da olsa âkile öder. Mesela yüz kişi hür bir adamı öldürseler herbirinin âkilesi üzerine yüz dirhem
ödemek gerekir. Bir kişi kıymeti yüz dirhem olan bir köleyi öldürse o kıymeti âkilesinin ödemesi
gerekir. Zira can bedelinin âkile üzerine vacip olması nass ile sabittir. İnaye ve Kifâye'den özetle...
BİR UYARI:
Şârih, cenin faslından hemen önce sahih görüşün, bilirkişinin takdir ettiği diyeti âkilenin mutlak


olarak ödememesi. olduğunu takdim etmişti. Yani takdir edilen miktar kemik görünen açık
yaralamanın erş'ine de ulaşsa... İtkânî Kerhi'den naklen şunu zikreder: Âkile dârü'l-harpte vâki olan
cinayetin diyetini ödemez. Bu durumda diyet cinayet işleyenin malından verilir.
«Zira Peygamber (s.a.v.) buyurmuştur ki ilh...» Bunu fakihlerimiz kitaplarında İbnu Abbas'tan
naklen mevkuf ve merfu olarak zikretmişlerdir. Şu kadar var ki, bazı âlimler tarafından bunun
şâbi'nin sözü olduğu söylenmiştir. Kâmus'ta denilmiştir ki: şabi'nin «Âkile amden akın cinayetle
katilin cinayetinde diyet ödemez» sözü Cevherî'nin zannettiği gibi hadis değildir. şâbi'nin bu
sözünün manası Ebu Hanife'nin zannettiği gibi kölenin hürü öldürmesi değil hürün köleyi
öldürmesidir. Zira eğer Şâbi'nin sözünün manası Ebu Hanife'nin zannettiği gibi olsaydı o zaman
söz «köle kölenin yerine diyet ödemez» şeklin de olurdu, «kölenin diyeti ödenmez» şeklinde
olmazdı.
Esmai demiştir ki: «Ben bu hususta Harun er-Reşid'in huzurunda Ebu Yusuf'la konuştum fakat
«onun diyetini verdim» ile «onun yerine diyet verdim» arasında benim anlayacağım kadar bir
farklılık göstermedi. Çünkü, maktulün diyetini verdiğim zaman, «maktula diyet verdim» denilir ve
filan kişinin diyet vermesi gerekip de onun yerine diyeti verdiğim zaman da «filanın yerine diyet
verdim» denilir.
Buna, «ona diyet verdim» sözünün «onun yerine diyet verdim» manasında kullanıldığı söylenerek
cevap verilmiştir. Buna sözün sibakı yani «amden» sözü ve aynı şekilde siyakı yani «onlaşma
olduğunda ve «itiraf etmekle» sözleri delalet eder. Çünkü bu ifadenin manası. kasden öldüren
yerine sulh yapan yerine ve itiraf eden yerine»dir. Düşün.
En güzeli bunun hafız ve îsâlden olduğunu söyleyerek cevap verilmesidir. Asıl olan «kölenin
yerine» dir.
Bunun en kuvvetli delili de İmam Muhammed'in Muvatta'ında rivayet ettiği şu hadistir: «Bana
Abdurrahman bin Ebiz-Zenâd rivayet etti o da babasından, babası da Abdullah bin Utbe bin
Mesud'dan, o da Abbas'tan rivayet etti ki: Akile kasden adam öldürenin, sulh yapanın, İtiraf edenin
ve kölenin cinayetinin diyetini ödemez» Demekki burada cânî köle kabul edilmiştir.
«Aksine bunları cânî öder». Bu söz hadisin lafzından olmayıp «Bilinmelidir ki, kölenin cinayetinin
diyetini âkile ödemez» cümlesi üzerine atıftır. Yani o diyeti cânî yalnız kendisi yüklenir. ödeme
hükmen de olsayledir. Yani kölenin efendisinin köle yerine ödemesi gibi... Nitekim Kuhistânî de
yle ifade etmiştir. Yahut da bu söz musannıfın «sulh veya itiraf ile ödenmesi gereken diyeti âkile
ödemez» sözü üzerine atıftır. Bu sözün buraya konulması, musannıfın «ancak tasdik ettikleri
takdirde» sözünün metindeki makabli ile bağlanması içindir.
«...Veya delil bulunması îlh...» Böyle olması mukirrin hücceti, hâkimin diyeti mukirrin ödemesine
hükmetmesinden evvel göstermesi halindedir. Ama eğer hakim diyetini mukirrin malından
verilmesine hükmettikten sonra mukir diyetin âkile tarafından ödenmesi için hüccet ikame ederse
artık bu hakkı yoktur. Zira hakimin hükmü ile o malı ödemek ona vacip olmuştur. O zaman hakimin
hükmünü beyyinesi ile iptal edemez. Mebsut'ta da bu sarahaten söylenmiştir. Remlî.
M E T i N
Kâtil ile öldürülen kimsenin velileri falan beldenin hâkiminin diyeti, âkile vermesine hükmettiğini
beyyine ile doğrulasalar, ama âkile onlayalasa âkile üzerine hiçbirşey gerekmez. Çünkü onların
birbirlerini doğrulamaları âkile üzerine hüccet olmadığı gibi kendi malından ödemesi için kâtil
aleyhine de hüccet değildir. Ancak hissesi kadarını ödemek üzere hüccet olur. Çünkü onların
birbirlerini doğrulamaları ancak kendi haklarında hüccettir. Zeylaî.
Bilinmelidir ki bu meselede hasım ancak cânîdir. zira hak onun üzerinedir. Eğer cânî çocuk olursa
o zaman hasım onun babasıdır. Hâniye.
Ben derim ki: Hâniye'nin; «hasım âkile değil ancak cânîdir» sözünden, fetvası istenilen meselenin
cevabı alınır. Hadise de şudur: Bir erkek çocuk bir kız çocuğunun gözünü çıkarsa ve kız çocuğu
ölse de velisi âkileden erkek çocuğun yapmadığına dair yemin etmelerini istese; yemin
6ttirilemezler. Çünkü yemini ettirme davanın sıhhatinin bir parçasıdır. Bu da âkileye yönelik
değildir. Burada bir de şu vardır: âkile eğer cânînin fiilini ikrar ederse bu ikrarları kendilerine
nispetle sahih olur mu, olmaz mı? Ta ki onlara diyetle hükmedilsin.
Eğer, «evet sahihtir» dersek, layık olan, âkilenin yemin etmesînin de cârî olmasıdır. Çünkü bu
durumda yeminin faydası açıktır. Bunu musannıf bir bahis olarak ylemiştir. Araştırılsın.
Bir hür bir köleye karşı hataen cinayet işlese, diyeti âkilesi üzerinedir. Yani onu öldürdüğü zaman...


Çünkü akile kölenin azalarının diyetini ödemez. İmam Şafii «âkile öldürülen kölenin diyetini de
ödemez» demiştir.
Çocuk, kadın ve deli yardımlaşmadıkları takdirde eğer kâtil onların dışında ise akileye dahil
değildirler. Aksi takdirde yukarıda geçtiği gibi. sahih kavile göre, dahil olurlar.
Bir kâfir bir müslüman yerine diyet ödemediği gibi bir müslüman da bir kâfirin yerîne diyet ödemez.
Çünkü aralarında yardımlaşma yoktur.
Kâfirler, milliyetleri değişik de olsa, kendi aralarında birbirlerine âkile olurlar. Çünkü küfür ehlinin
hepsi bir millettir. Bu, biribirleri ile yardımlaştıkları takdirdedir. Ama eğer yardımlaşmıyorlarsa
hataen işlemiş olduğu cinayetin diyeti müslümandaki gibi üç sene içerisinde kendi malından alınır.
Nitekim bu Müctebâ'da da tafsilatlı olarak anlatılmıştır.
Eğer kâtil. sokakta bulunan çocuk ve müslüman olan harbi gibi, âkilesi olmayan birisi ise zahir-i
rivayete göre diyet hazineden ödenir. Fetvâ do böyledir. Dürer ve Bezzaziye.
Zeylai diyetin. katilin kendi malından vacip olduğu yolundaki rivayeti söz bir rivayet kabul etmiştir.
Ben derim ki: Harzemliler'den naklen Muctebâ'da yer alan «onların yardımlaşması yok olmuş
beytü'1-mâl de yıkılmıştır» sözünün zahiri diyetin onun malından verilmesinin vacip olmasının
tercih edildiğini gösterir. Bu durumda her sene üç veya dört dirhem öder. Nitekim Müctebâ,
Nâtifî'den böyle nakletmiştir. Mücteba sahibi: «Bu hüküm güzeldir, hıfzedilmesi gerekir» demiş,
musannıf da bunu ikrar etmiştir. Hıfzedilsin.
Birçok yerde vâki olan, diyetin üç sene içerisinde ödenmesidir. Anla.
Bu katil müslüman olduğu takdirdedir. Eğer katil zimmi ise o zaman diyet icma ile onun kendi
malından verilir. Bezzâziye.
Mutlak olarak bilinen bir varisi olan kimsenin, varisi uzak, veya kölelik yada küfür sebebiyle
mirastan mahrum olsa bile, diyetini hazine ödemez. Sahih olan budur. Nitekim bu Hâniye'de de
tafsilatlı olarak anlatılmıştır.
Arap olmayan kişilerin âkilesi yoktur. Dürer'de de bu kâti bir dille ifade edilmiştir. Musannıf da bunu
ylemiştir. Çünkü onlar yardımlaşmazlar.
Bazı âlimler tarafından ise âkilelerinin olduğu söylenmiştir. Zira onlar da ayakkabıcılar. avcılar,
sarraflar ve sarraçlar gibi isimler altında yardımlaşırlar. O zaman kâtilin mahallesinin halkı ve
meslektaşları kişinin âkilesidir. İlim talebeleri de böyledir.
Ben derim kl: Hulvânî ve diğerleri de bununla fetvâ vermişlerdir. Haniye.
Müctebâ'da şunlarda ilave edilmiştir: «Bunun özeti şudur: Akile konusunda asıl olan
yardımlaşmadır. Yardımlaşmanın manası da birisinin başına bir musibet geldiği zaman ona
ihtiyacını giderecek kadar yardım etmekdir. Bu bahsin tamamı Müctebâ'dadır.
Tenviru'l-Basâir'de Hâfiziye'ye isnad edilerek şöyle denilmiştir: «Doğru olan, onların aralarındaki
yardımlaşmanın sanatla oluşudur. O zaman da meslektaşları onun âkilesidirler.. Hıfzedilsin.
Kuhtetanî de bunu ikrar etmiştir. Şu kadar var ki, hocalarımızın hocası Hâtûnî'nin araştırmasına
göre kıskançlık, buğz ve herkesin arkadaşı hakkındaki kötü temennisi sebebiyle günümüzde
.yardımlaşma kalmamıştır. Dikkatli ol.
Ben derim ki: Kabile ve yardımlaşma olmayan yerde diyet ya kâtilin kendi malından ya da
hazineden verilir.
i Z A H
«Çünkü onların birbirlerini doğrulamaları ilh.. » Bu, kâtile yalnız. diyetten hissesine düşeni
ödemesinin lüzumunun gerekçesidir. Birinci meselede olduğu gibi diyetin tamamı lazım olmamıştır.
Zira birinci meselede diyetin hakim tarafından âkile üzerine hükmedildiği maktulün velisi tarafından
tasdik edilmemiştir. Bu meselede ise tasdik mevcuttur. Bu nedenle bu mesele ile evvelki mesele
birbirlerinden ayrılırlar. Bunu Zeylaî ifade etmiştir.
«Bu meselede ilh...» Yani katil davasında. T.
«Zira halk onun üzerinedir.» Yani diyetin âkile üzerine subûtu câninin yükünün hafiflemesi için
yüklenme yoluyladır. Hâniye.
«Akile değil ilh...» Bu söz Hâniye'nin ibaresinde yoktur. Şu kadar var ki Şarih bunu Hâniye'nin
«Hasım ancak cânîdir» sözündeki hasım ifadesinin mefhumundan almıştır.


«Bu da âkileye yönelik değildirAksine. o cânî olan çocuğun -eğer varsa- babası üzerinedir.
Bundan bu iddia ile hiçbirşey lazım gelmez. T.
«Burada bir de şu vardır ilh...» Bu, fetvâsı istenen bu hadiseye verilen cevabın başka bir yönden
tahricidir. Bunun özeti şudur: Eğer âkilenin ikrarının sıhhatine hükmetsek o zaman âkileye yemin
ettirilmesi gerekir. Çünkü kâide şudur: Bir adam bir şeyi ikrar etse, ikrar ettiğini ödemesi gerekir.
ikrâr ettikten sonra inkar ederse yemin etmesi istenilir. Bu da, vakıf bahsinin sonunda geçen elli iki
suretin dışında olur. Bu mesele de bu suretlerden değildir. Ancak bu ikinci yönden verilen cevaba
şu itiraz gelebilir: Yukarda geçtiği gibi burada hasım ancak cânîdir. Hasım olmayan bir kimseden
de yemin talep edilemez. Bu ifadenin gereği âkilenin ikrarının sahih olmamasıdır. Bunun delili
şudur: Akileye diyet ancak, katilin ödemede hafifletilmesi için, yüklenme yoluyla lazım olur. O halde
hakikatte âkilenin ikrarı kâtil aleyhine ikrardır. Onların kâtil aleyhine ikrarları sahih olmayınca
ikrârın icap ettirdiği diyet de tâzım gelmez. Zira sabit olmayan bir şeyi yüklenmek mümkün değildir.
Ama bunun aksine eğer katil katlini ikrar etse ve âkile de onu tasdik etse o zaman yukarda geçtiği
gibi diyeti akilenin ödemesi icabeder. Zira akilenin tasdiki, câninin katli ikrar etmesiyle sabit olan
diyeti yüklenmelerini gerektirir.
Allame Remli'nin tahrir ettiği şudur: «Akilenin çocuğun cinayetini bilmediklerine dair yemin
ettirilmeleri gerekir. Zira fukaha şunu açıkça ifade etmişlerdir ki; birisi diğerine «senin Zeyd'deki
alacağına ben kefilim» dese ve kefil onun Zeyd'den şu kadar alacağı olduğunu ikrar etse, Zeyd de
onu beyyine olmadığı halde inkâr etse o miktarı asilin değil kefilin ödemesi gerekir.»
İşte fukahanın bu tasrihi ile anlaşılıyor ki ikrâr, mukirrin aleyhinde geçerli olduğu zaman asıl
üzerinde kalmaz. Zira o ikrar her ne kadar noksan da olsa hüccettir. işte bizim yukardaki meselemiz
de bunun bir benzeridir. Remtî der ki: Ben bu hususta bir nakil buldum. O da Camiu'l-Fusuleyn'ln
üçüncü faslındaki şu ibaredir: «Birisinin, kâtilin hata ile öldürdüğü yolundaki iddiası dinlenilir. Âkile
bulunmadığı zaman bu katle dair beyyine kabul edilir. Ama katil gâib olursa o zaman âkile üzerine
diyet olduğunu iddia etmek sahih midir? Bizim B.'Ğ.den naklen altıncı faslın sonunda yazdığımıza
kıyas edilirse diyetin tamamının âkile üzerine olması iddiasının sahih olmaması gerekir. özette.
Zira bundan anlaşılan, diyetin tamamının onlara ait olduğu iddiasının sahih olmasıdır.» Düşün.
«Bunu musannıf bir bahis olarak söylemiştir ilh...» Yani musannıfın söylediği «Ben derim ki;
«Hasım ancak cânidir» sözünden buraya kadarıdır.
«Yani onu öldürdüğü zaman ilh...» Musannıfın metindeki, «kölenin nefsi» sözünün yanında buna
ihtiyaç yoktur. H. Evet, Zeylai bunu Kenz'in ibaresini şerh ederken zikretmiştir. Zira Kenz'in
ibaresinde «nefis» kelimesi zikredilmemiştir. O zaman Şarih «Musannıf bunu «nefis» ile kayıtladı
demeli idi. Çünkü âkile kölenin kesilen azalarının diyetini yüklenmez. Zira organlar mal
mesabesindedirler. işte bundan dolayı da hür ile köle arasında kısas icra edilmez. İtkâni.
«Yardımlaşmadıkları takdirde ilh...» Benim nüshalarda gördüğüm de aynı bu şekildedir. Ama
doğrusu «katle bizzat katılmadıkları takdirde»dir. Zira fakihler onların âkileye girmemelerini yardım
ehli olmamaları ile gerekçelendirmişlerdir. Bundan dolayı bu rivayetin aslı katle bizzat katılsalar bile
âkileye girmemeleridir. Nitekim takririni yukarda takdim ettik.
«Milletleri değişik de olsa ilh. » Muttekâ'da bu hüküm, iki millet arasındaki düşmanlığın Yahudiler
ve Hıristiyanlar arasındaki gibi açık olmaması ile kayıtlanmıştır.
Bu kayıt da; Şârihin, «Yani eğer yardımlaşıyorlarsa» sözünden anlaşılır.
«Müslümandaki gibi ilh...» itkâni ve diğerlerinin ibareleri böyledir:«Eğer birbirleriyle
yardımlaşmıyorlarsa müslümanda olduğu gibi diyetle hükmedildiği günden itibaren üç sene
içerisinde onun kendi malından alınır. Bu hüküm, zimmî hakkındadır. Müslüman'a gelince; onun
diyeti hazineden verilir.
«Nitekim bu Müctebâ'da da tafsilatlı olarak anlatılmıştır» Mücteba'da şöyle denilmiştir: «Aslında
diyet kâtile vaciptir. Akile üzerine ancak hakimin hükmü ile geçer. Eğer âkile yoksa o zaman diyet
katilin kendi üzerinde kalır. Darül'l-harpteki iki müslüman tüccardan birisinin diğerini hataen
öldürmesi halinde onun diyeti kendi malından alınır.»
«Müslüman olan harbî ilh...» Yani kimseyi kendine veli tayin etmese...
«Diyet hazineden verilir». Zira müslüman cemaatı onun yardımcılarıdır. Bundan dolayı öldüğü
zaman mirası hazineye kalır. Onun için ödemesi gereken şeyin de hazineden ödenmesi gerekir.
Zeylai ve Hidaye.
Bu şunu ifade eder; eğer onun belirli bir varisi varsa hazinenin ödemesi gerekmez. İleride bunun


tasrihi gelecektir.
«Zeylaî...» Hidaye sahibi ve diğerleri de.. böyle demişlerdir.
«Harzemliler'den naklen» Yani Harezm ahalisinin halini hikaye eder. H. Müctebâ'nın ibaresi şöyledir;
«Ben derim ki; Zamanımızda Harzem de diyet ancak câninin malın, dan verilir. Ancak câninin
birbirleri ile yardımlaşan y veya mahalle halkından olması müstesnadır. Zira Harezm'deki
aşiretler dağılmış. aralarındaki yardımlaşma merhameti kalkmış ve hazine de yıkılmıştır. Evet.
Harzemlilerln isimleri binlerce ve yüzlerce divanda kayıtlıdır. Ama onlar buna göre yardımlaşmazlar.
Bu durumda da diyetin câninin kendi malından alınması taayyün eder.
«Diyetin amm malından verilmesinin vacip olmanın tercih edildiğini gösterîr ilh...» Ben derim ki:
Müctebâ'da yapılan rivayetin zahirini şâz bir rivayetin tercihine sebep kılmaya ihtiyaç yoktur. Belki
zahiri rivayete göre zikredilen hükmü tercih etmek mümkündür. Çünkü aslında diyet katile vaciptir.
Diyeti katil hesabına yüklenecek âkile olmaz ve onu ödeyecek hazinede bulunmaz ise o zaman
zımmî bahsinde geçtiği gibi onun kendi malından alınır. Zâhiri rivayet ise hazinenin muntazam
oluşuna göre binâ edilmiştir. Hazine muntazam olmadığı zaman müslümanların kanının heder
olması gerekir. Sonra ben Vikâye'nin muhtasarı ve Kuhistani'nin ona yazdığı şerhlerde bu şekilde
gördüm. Zira Kuhistâni demiştir ki: «Arap ve acemden âkilesi olmayan kimsenin cinayetde diyet,
şayet hazine mevcut ve mazbutsa hazineden verilir. Aksi takdirde cânî üzerinedir.»
«Her sene üç veya dört dirhem öder ilh...» Bunun üç sene ile kaydedilmemesi uygundur. Aksi
takdirde geri kalanı kim öder? Binaenaleyh bu da müşkildir. Zira ömrünün her senesinde üç veya
dört dirhem ödese diyet ne zaman bitecektir? Öldüğü takdirde diyetten kalan kısım düşecek mi,
terekesinden mi yoksa başka bir şeyden mi alınacak? Bu durumu izah eden bir kişiyi göremedim.
«Demiştir ki ilh...» Onun ifadesi aynen şöyledir: «Bu hüküm güzeldir, onu akılda tutmak gerekir.
Zira benim birçok yerde gördüğüm şudur ki, diyetin onun malından üç sene içerisinde ödenmesi
vaciptir.»
Ben derim ki; Diyetin üç sene içerisinde malından ödenmesinin vacip oluşu fakihlerin zimmi
hususunda zikrettiklerine de en uygun olandır ve onda müşkil bir taraf da yoktur. Birçok yerlerde
zikredilen de en adil hükümdür ki ondan dönülmez.
«Bu hüküm ilh...» Yani diyetin beytü'l-Mâlden vacip olması veya diyetin beytü'l-malden mi yoksa
malından mı verileceği hususundaki ihtilaf...
«Eğer zımmî ise ilh...» Yani âkilesi yoksa...
«Bilinen bir vârisi olan kimsenin ilh...» Bu, musannıfın «eğer katilin âkilesi yoksa diyet
beytu'l-mâldan verilir sözünün ikinci kaydıdır. Nitekim Kâdıhan'da buna dikkat çekmiştir. Zira
Kâdıhan geçen ifadeyi kâtilin belirli bir vârisi olmaması haline hamletmiştir. Yani kâtil ya sokakta
bulunan bir bebek veya bunun benzeri olursa... Biz yukarda bunun Zeylaî ve Hidâye'nin sözlerinin
ifade ettiği şey olduğunu söylemiştik. Remlî de bu hükmün bütün kitapların mutlak ifadelerine
muhalif olduğunu söyleyerek, bu hususta uzun uzadıya bilgi vermiştir. Şu kadar var ki Kadıhan,
tashihine itimad edilecek kimselerin en büyüğüdür. Zira Allame Kâsım'ın da dediği gibi o bizzat
fakih bir kimsedir.
«Veya kölelik veya küfür sebebiyle ilh...» Mesela : Müstemen, müslüman bir köle olarak azad etse
sonra da kendi memleketine dönse ve oradan köle olarak İslâm ülkesine getirilse, sonra da azad
ettiği köle bir cinayet işlese, o zaman cinayetli diyeti azad edilen kölenin malından verilir. Çünkü
onun belirli bir varisi vardır. Varisi olan kimsenin diyetini de hazine ödemez.
Onun belirli varisi de kendisini azad edendir. Bununla beraber azadlı köle ölse mirası hazineye
kalır. Çünkü onu azad eden onun ölümü anında köledir. Bunu Hâniye Asil'den naklen ifade etmiştir.
Köleyi azad eden kimse zımmi de olsa yine azad edilen kimsenin işlediği cinayetin diyeti malından
alınır. Zira yukarda geçtiği gibi kafir müslümanın diyetini ödemez. O zaman azad edilen kimsenin
akilesinin, efendisinin kabilesi olduğu, itiraz olarak varid olmaz. Benim anlayabildiğim budur.
«Diyetini hazine ödemez ilh...» Aksine her ne kadar hak sahibi olan bir varisi de olsa, kendi
malından verilir. Nitekim takririmizden de bu anlaşılmaktadır. Zira hazine onun malına varis olduğu
zaman diyetini ödemediğine göre varis olmadığı zaman kendi malından verilmesi daha evladır.
Vâris üzerine de hiç bir şey yoktur, Zira meselenin faraziyesi âkîlesi olmayan kimse hususundadır.
«Dürer'de de bu kat'i bir dille ifade edilmiştir ilh...» Bu da Ebû Bekir el-Belhî ve Ebû Cafer
el-Hındıvâhî'nin görüşleridir. Zira arap olmayanlar neseplerini muhafaza etmezler ve aralarında
yardımlaşmazlar. Onların divanları da yoktur. Cinayetin diyetini cânînin dışındaki kimselere


yüklemek örftür. Ama araplar hakkındaki kıyas bunun hilafınadır. Üstad Zahiruddin de bu görüşü
benimsemiştir. Hâniye.
«Kişinin âkilesidir ilh...» Yani onlar aralarında yardımlaşırlarsa. T. Yukarda geçtiği üzere, her sene
âkilenin herbirinden bir dirhem veya bir tam bir bölü üç dirhemden fazla alınamayacağı da
unutulmamalıdır.
«Bu bahsin tamamı Müctebâ'dadır ilh...» Zira Muctebâ sahibi demiştir ki: «Eğer katile divan
ehlinden. aşiretten. mahallesinden veya sokağından yardım edenler varsa âkilesî divan ehli, sonra
aşireti daha sonra do mahalle halkıdır. Natifi de bununla hüküm vermiştir. T.
«Doğru olan ilh...» Ben derim ki: Fukahanın da zikrettiği gibi burada hüküm, yardımlaşma üzerine
döner. Bir taife arasında yardımlaşma bulunduğu zaman onlar câninin âkilesidirler. Aksi takdirde
âkilesi değildirler. T.
«Şu kadar var ki » Bu Dürer'de kat'i olarak ifade edilenin teyididir.
«Diyet ya katilin kendi malından ilh...» Yanî hazinenin bulunmadığı veya muntazam olmadığı
yerde... Nitekim yukarda beyan etmiştik. Allah en iyisini bilendir.
«Ancak varisleri icazet verirlerse ilh...» Bu istisna gecen iki meseleylede ilgilidir. Burhan'da
«Tarafeyne göre varislerin icâzetleri ile katiline vasiyet etmesi caizdir» denilmiştir,

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...