VASİYETLER KİTABI
M
E T İ N
«Vasiyetler»
kelimesi «vasi tayin etmek» ve
«birşey vasiyet etmeyi» kapsar. «Falan kimseye vasiyet
etti»
denilince, «onu kendisine vasi tayin etti» manasına gelir. Bunun isim şekli «vesâyet»dir ve
ileride
müstakil bir babda gelecektir.
«Falan
kişiye vasiyet etti» sözü, «ona vasiyet yoluyla temlik etti» manasınadır. Buna göre vasiyet,
ister
bir nesne ister para olsun ölümden sonraya izafe edilen
temliktir.
Ben
derim ki: Borcu ikrâr gibi şeylerin bu tariften çıkması için bu temlikin teberru yoluyla olduğunu
söylemek gerekir. Zira ileride geleceği üzere borç ile ikrar malın tamamından geçerlidir. Bunun
teberru
yoluyla temliki vasiyetin Allah'ın hakkından dolayı vacip olmasına ters değildir. Bunu düşün.
Vasiyet,
Mücteba'daki ifadeye göre dört kısımdır. Üzerinde borç olan zekâtın, keffâretin, tutamadığı
orucun
ve kılamadığı namazın fidyelerinin vasiyeti gibi vâcip olanlar, bir zengine yapılan vasiyet
gibi
mübah olanlar, fâsığa yapılan
vasiyet gibi mekruh olanlar ve bunların dışındaki müstehab
olanlardır.
Ana-baba
ve yakınlara vasiyette bulunmak vacip değildir. Çünkü
Bakara Sûresi'ndeki vasiyet âyeti,
Nisa
Sûre'sindeki miras âyetiyle neshedilmiştir. Vasiyetin sebebi teberruların sebebidir. Şartları ise
şunlardır;
1
- Vasiyet eden kimse temlike
ehil olmalıdır. Buna göre çocuğun, delinin ve mükâtep kölenin
vasiyeti caiz değildir. Ancak mükâteb bir köle yapmış olduğu bir vasiyeti azad edilmesine izafe
ettiği
takdirde vasiyet sahih olur. Nitekim ileride gelecektir.
2
- Borcunun vasiyetini kapsamaması gerekir. Zira ödemede borç vasiyetten önce gelir.
Nitekim
ileride
bu da gelecektir.
3
- Vasiyet edilen kimse vasiyet anında sağ olmalıdır. İster hakikaten sağ olsun ister takdiren sağ
olsun,
değişmez. Böylece ana karnındaki bebe de «mûsâ leh» (vasiyet edilen) in kapsamına girer.
Bununla
Şurunbulâliye'nin itirazı geçersiz
olur.
4
- Musâleh (vasiyet edilen kimse) ölüm anında varis ve kâtil
olmamalıdır.
Vasiyet
edilen kişinin malum olması şart mıdır? Ben derim ki: İbnu Sultan ve diğerlerinin gelecek
bâbda
zikrettiklerine göre evet
şarttır.
5
- Vasiyet edilen şeyin akid türlerinden herhangi biriyle ölümden sonra temliki kabul edecek bir
nesne
olmalıdır. Bu nesne ister mal olsun ister bir menfaat. ister hâlen mevcut olsun isterse,
olmasın...
farketmez.
6
- Vasiyet edilen şey mirasın üçte biri kadar olmalıdır.
İ
Z A H
Musannıfın
vasiyetler bahsini kitabın sonuna olmasının uygunluğu açıktır. Çünkü insanın
dünyadaki hallerinin sonuncusu ölümdür. Vasiyet de ölüm vaktindeki bir muameledir. Vasiyetin.
cinayetler
ve diyetlere fazlaca bir ihtisası vardır. Zira cinayet, bazan vakti
vasiyetin vakti olan ölüme
götürür.
İnaye.
Burada
vasiyetin sonucu konu olduğunu
söylemek nisbîdir. Yâni oradan
evvelki bahislere nispetle
sonuncudur.
Evet, buraya göre nisbîdir ama Hidaye'deki tertibe göre hakikaten sonuncu bahistir.
Zira
Hidaye'de feraiz bahsi yer almamıştır. Ancak Hidaye'de de vasiyet bahsinden sonra hünsâ
bahsi
zikredilmiştir. Buna göre, Hidâye'de de nisbîdir. Nitekim Tûrî de böyle ifade etmiştir.
«Vasiyetler
kelimesi, vasi tayin etme ile, birşey vasiyet etmeyi de kapsar.» Muğrib'te şöyle
denilmiştir: «Falan kişi Zeyd'e şu konuda vasî tayin etti» ve «falan şeyi de vasiyet etti» denilir.
«Vesât» ve «vasiyet» kelimelerinin her ikisi de masdar manasında isimdirler. Sonra «musâbihe
(vasiyet edilen mal) de «vasiyet» ve «visayet» denildi.
Bazı
âlimlere göre de «isâ», bir şahsın birisinden hayatta iken kendisi bulunmadığında ve
ölümünden
sonra birşey yapmasını talep etmesine denir.
Zihâr
hadisinde şöyle denilmiştir: «Amcanın oğlu hakkındaki hayırlı
vasiyetimi kabul et!...»
«Buna
göre ilh...» Bu, musannıfın «ben
ona vasiyet yoluyla temlik ettim» anlamındaki sözünden
çıkartılan
bir tali meseledir.
«İster
bir nesne ister parça olsun ilh...» Minah ve başka eserlerin ifadeleri ise «ister bir nesne ister
bir
menfaat olsun» şeklindedir.
H.
«Teberru
yoluyla ilh...» Yani teberru yoluyla temliktir. Bu koydı Zeylai, Nihaye'ye uyarak zikretmiştir.
«Borç
ile ikrâr gibi şeylerin bu tariften
çıkması için». Yâni bir yabancıya borcu olduğunu ikrar...
Bunda
da itirazî bir görüş vardır: Âlimlerimizden, ikrârın temlik değil de bir ihbar olduğuna
hükmedenler
bu meseleyi kendilerine delil olarak almışlardır. Zîra eğer ikrâr temlik olsaydı
Kitabu'l-İkrar'da
izah ettiğimiz gibi malın tamamından geçerli olmaması gerekirdi. O zaman, borcu
ikrarın
tariften çıkmasına gerek kalmazdı, çünkü zaten dahil olmadı.
Meselenin
tahkiki şudur: «teberru» kaydı, satış ve icare gibi karşılıklı mülk edinmelerin vasiyet
tarifinden
çıkması
içindir.
Musannıf
«ölümden sonrayla izafe edilen»
sözüyle de hibe ve hibeye benzer
şeyleri tarifin dışında
tutmuştur.
Zira hîbe teberru yoluyla ama
peşin
temliktir.
«İleride
geleceği gibi ilh...» Yani hastalık anında köle azad etme babının başında gelecektir.
«Zıt
değildir ilh...» Şârih'in bu sözü, teberru yoluyla temliktir» sözünden doğabilecek sorunun
cevabıdır.
Bu sorunun takriri açıktır. Şârih
«bunu düşün» sözüyle cevabın
inceliğine işaret etmiştir.
Zira
Allah Teâlâ'nın hakkı için vacip olan şey ölümle düşünce teberrua
benzer kî o zaman da
kulların
borcu gibi olmaz.
H.
Ben
derim ki: Bu, teberrudan murad; dilerse yapacağı diterse de terkedeceği şey olduğu takdirde,
böyledir.
Bizim
takdim ettiğimize göre teberrudan
murad bir ivaz karşılığında olan değil, meccânen olandır.
Bununla
yukardaki sual kendiliğinden ortadan kalkar.
«Vasiyet,
Mücteba'da olan ifadeye göre ilh...» Müctebâ'nın ibaresi şöyledir: «Vasiyet dört kısımdır:
Vediaların ve meçhul borçların sahiplerine verilmelerini vasiyet gibi vacip olan vasiyet, keffaretlerin
ve
namaz, oruç ve benzerlerinin fidyelerinin verilmelerini vasiyet etmek gibi
müstehap olan vasiyet,
yabancılardan ve akrabalardan zengin olanlara vasiyet etmek gibi mübah
olan vasiyet, fısk ve isyan
ehline
yapılan vasiyet gibi mekruh olan vasiyet.»
Bedâî'de
ifade edilene göre bunda düşündürücü bir durum vardır. Zira
kişinin üzerine farz olan hac.
zekat
ve vâcip olan keffâretleri vasiyet etmekde vacip olan vasiyetlerdendir. Şurunbulâliye.
Zeylaî de Bedaî'deki görüşe göre hüküm vermiştir. Mevahib'te de,
borçluya Allah'a veya kullara
ödemesi
gereken şeyleri vasiyet etmesinin vacip olduğu söylenmiştir.
Musannıf da Müctebâ'daki
hükme
muhalefet ederek bu görüşe katılmıştır. Zira Müctebâ sahibi Allah hakları ile kul haklarını
ayırmıştır. Yukarda geçen Allah hakkı için vacip olan şey ölümle düşer» sözü Allah hakkı olarak
vacip
olan şeyin, vacip olmamasına delâlet etmez. Zira burada «ölümle düşer» sözünden murad
«edasının
düşmesi» dir. Yoksa o vacip, onun zimmetindedir. O
zaman Şârih'in «Müctebâ'daki
ifadeye
göre» sözü yani taksim itibariyle... Düşün.
«Bir
zengine yapılan vasiyet gibi mübah
olan ilh...» Zengine yapılan
vasiyet, bundan Allah'a yakınlık
kasdedilmediği zaman mübahtır. Ama eğer zengine
ilim ehli veya salih bir kişi olduğu için veya
uzaklaşmış bir akraba olduğu için yada ailesi kalabalık olduğu için vasiyet etse, uygun olan bunun
da
mendub olmasıdır. Düişün.
«Fâsıka yapılan vasiyet gibi mekruh olan ilh...»
Musannıfın bu sözüne
Sahihû'I-Buharî'deki şu hadis
itiraz
olarak varid olur: «Umulur ki zengin ibret alır ve sadaka verir. Hırsız onunki hırsızlıktan,
zaniye de zinadan kaçınırlar.»
Buna
göre musannıfın muradı, fısk
ehline yapılan vasiyetin mekruh olmasının
vasiyet edenin
vasiyet edileni fısk ve fucûr için sarfedeceğini zannetmesi halindedir. Rahmetî.
Ben
derim ki: Geçen ifadenin zahiri fasıka yapılan vasiyetin salih olmasına delalet eder şu kadar
var
ki, akrabalara vasiyet bâbımın sonunda kabri sıvamayı vasiyetin batıl olma hükmüne, «mekruh
olan
şeyi vasiyettir» sözünün gerekçe
gösterildiği gelecektir. Bu bahsin tamamı da orada gelecektir.
«Bunların
dışında olan vasiyet de müstehab olandır.» Yani vasiyet'e, onu iptal edecek birşey âriz
olmadığı
zaman...
«Vacip
değildir.» Bu söz ana-babaya ve akrabalara, vâris olmadıkları takdirde, Bakara Suresi'ndeki
ayetten dolayı vasiyetin vacip olduğuna hükmedenleri reddetmektedir. Ayet Allah Teâlâ'nın şu
sözüdür:
«Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır bırakacaksa, anaya, babaya, yakınlara uygun
bir
biçimde vasiyet etmek, Allah'tan
korkanlar üzerine farz
kılınmıştır.»
Nisa
Suresi'ndeki ayetten murad miras
ayetidir.
Buharî
Sahîh'inde Atâ ve İbnu Abbas'tan (r.a.) rivayetle demiştir ki:
«Kişi ölünce malı evladına kalır,
ana-babasına
da vasiyet olurdu. Allah Teâlâ bunu en güzeli ile neshetti. Erkeğe iki kadının payını
verdi
ve ona ana- babadan herbirine de ölen çocuklarının mallarından altıda birlni
verdi.»
Sunen'de
Ebû Umâme'ye isnadla şöyle rivayet edilir: Ebû Umâme demiştir ki: «Resulullah'ı; «Allah
Teâlâ
her hak sahibine hakkını yermiştir. O halde vârise vasiyet
yapılmaz.» derken duydum.
Bu
rivayeti Tirmizî ve İbnu
Mâce'de kitaplarında zikretmişlerdir. Tirmizi; «bu hadis hasendir»
demiştir.
Bu
hadis meşhur bir hadistir, ümmet
bunu benimseyerek telakki etmiştir. Bize göre Kitâbın kitapla
neshedilmesi caizdir. İtkanî.
«Vasiyetin
sebebi teberruların sebebidir» Bu sebep de; dünyada hayır ile anılmayı kazanmak,
âhirette
de yüksek derecelere ulaşmaktır. Nihâye. Bu da müstehap olan
vasiyettedir. Vâcip olan
vasiyetin sebebine gelince açık olan şu ki: onun sebebi edânın sebebidir. O da Allah Teâlânın, o
vâciplerin
edası hususundaki
hitâbıdır.
Hakikaten
fukaha da, bir ibadetin edası ne ile vacip ise kazasının da onunla vâcip olduğunu
söylemişlerdir.
«Temlike ehil olmalıdır ilh...» Evlâ olan Nihaye'nin «teberrua
ehil olması» sözüdür.
«İlerde
geleceği gibi ilh...» Yani bir yaprak kadar sonra...
«Borcu
vasiyetini kapsamamalıdır ilh...» Ancak alacaklılar vasiyet eden kişiyi alacaklarından ibrâ
ederlerse o zaman vasiyet edebilir.
Kuhistanî.
«ileride
geleceği gibi ilh...» Yani biraz sonra metinde gelecektir.
«Vasiyet
anında ilh...» Ben derim ki: Tatarhâniye'de şöyle denilmiştir: «Eğer vasiyet edilen kişi
vasiyeti hak edecek kişilerden muayyen birisi ise vasiyet günündeki icabın sıhhatine itibar edilir.
Muayyen bir kimse olmadığı zaman vasiyet eden kişinin öldüğü vakitteki icabın sıhhatine itibar
edilir.
0
zaman, malının üçte birini falan kişinin çocuklarına vasiyet etse ve onların
isimlerini söylemediği
gibi
işaret de etmese o vasiyet, vasiyet edenin ölümü vaktinde o
çocuklardan mevcut olanlarındır.
Onların
ismini vermiş olsa veya onlara işaret etse o zaman vasiyet ettiği bunlarındır. Hatta eğer
onlar
ölseler vasiyet batıl olur. Çünkü vasiyet edilen kimse
muayyendir. Dolayısıyle vasiyet
günündeki
icâbın sıhhatine itibar edilir. Özetle... »
«Ana karnındaki bebek «vasiyet edilen»in kapsamına girsin». Yani ona ruh verilmeden önce... Zira
ruh
verildikten sonra hakikaten
hayattadır. H.
«Şurunbulâllye'nin
itirazı ilh...» Zira
Şurunbulâliye'de şöyle
denilmiştir: «Buna ana karnındaki
cenine
vasiyyet vârid olur. Çünkü cenine
yapılan vasiyette onun canlı
olması değil mevcudiyeti
şarttır.
Çünkü ruh onun cansız olarak
bulunduğu bir vakitten sonra verilir. H.
«Vâris
olmalarıdır» Yani eğer başka bir varis olursa, sahih değildir. Ama şayet başka bir varis
yoksa
vârise vasiyet etmek sahihtir. Meselâ:
karıkocadan biri başka bir varis olmadığında, birisi diğerine vasiyette bulunsa vasiyeti sahihtir.
Nitekim
ileride gelecektir.
«Ölüm
anında ilh...» Yani vasiyet vaktinde değil... Hatta kardeşi varisi olduğu halde, ona malından
vasiyet etse sonra da bir oğlu olsa, kardeşine yaptığı vasiyet sahihtir. Ama eğer oğlu olduğu halde
kardeşine birşey vasiyet etse ve sonra kendi ölümünden
evvel oğlu ölse vasiyeti batıl olur.
Zeylai.
«Kâtil
olmamalıdır.» Yani hattaen veya
kasden öldürende olduğu gibi bizzat öldürme fiilini işlemiş
olmamalıdır.
Mütesebbib ise, bunun aksinedir. Zira o hakikatte kâtil değildir. Bu, ortada başka bir
varis
bulunduğu ve katil mükellef olduğu takdirdedir. Aksi halde vasiyet sahihtir. Eğer katil çocuk
veya deli ise o zaman kâtile vasiyet yine sahihtir. Nitekim tafsilatı yakında gelecektir.
«Mûsâ
leh'ûn malum olması şart mıdır?» Yani «Zeyd» gibi muayyen bir şahıs veya miskinler gibi
muayyen bir gurup olması şart mıdır? O halde eğer «Ben malımın üçte birini falan kişi için veya
falan
kişiye vasiyet ettim» dese, İmam'a göre bu vasiyyet cehaletten dolayı batıldır. Nitekim
musannıf
da bunu zimminin vasiyetleri bahsinden hemen önce zikredecektir.
Velvâliciye'de
şöyle denilmiştir: Bir kadın benim adıma bir cariyeyi şu kadar para ile azad edin ve
ona
malımın üçte birinden de şu kadar verin» diye vasiyet etse; eğer cariye belirli ise her iki vasiyet
de
caizdir. Aksi takdirde mal ile
yapılan vasiyet değilde azad konusundaki vasiyet caizdir. Ancak
malın
verilmesini vasisine havale ederek.
«arzu edersen ona malın üçte birinden de ver» derse caiz
olur.
Zira İmam Muhammet; cariyesinin, onun seveceği kimseye satılmasını vasiyet eden kimse
hususunda
şöyle demiştir: varisler o cariyenin, sevdiği kişiye satılması hususunda zorlanırlar. Eğer
cariyenin
sevdiği kişi onu kıymeti kadarıyla
almaktan kaçınırsa vasiyet eden kişinin malından üçte
bir
miktarı kadar cariyenin kıymetinden düşülür. Özetle...
Ben
derim ki: İmam Muhammed'in bu söylediklerinden, vasi muhayyer bırakıldığında, meçhul bir
kimseye
vasiyet etmenin sahih olduğu anlaşılır. Bunun delili ise açıktır. Zira bu meçhuliyet
münazaaya
vesile olmaz. Zira o. muhayyer olan kişinin vereceği kimseyi seçmesi ile ortadan kalkar.
Ama
«filan kişiye» veya «Zeyd'e veya Amr'e» dese böyle değildir. Düşün.
«İterse
mevcut olmasın ilh...» Yâni akidlerden herhangi birisiyle temlike kâbil olması... Nihâye'de
denilmiştir
ki: İşte bundan dolayı biz her ne
kadar musabihi yok olsa bile, bu
sene veya ebediyyen
meyve verecek bir hurmalığın hurmalarını vasiyet etmenin caiz olduğuna hükmettik. Çünkü bu
vasiyet eden kimse hayatta iken müsakât akdiyle temliki kabul eder. Koyunların doğuracağı
kuzuları
vasiyet etmenin ise istihsânen caiz
olmadığına hükmettik. Zira bu o,
vasiyet eden hayatta
iken
akitlerden herhangi birisiyle temliki kabul etmez.
Kuhistanî'de
denilmiştir ki: «Vasiyet edilen nesne ister belirli, ister belirsiz olsun, vasiyet eden
kimsenin
malının bir kısmında şâyi ise vasiyet anında mevcut olması şarttır. Eğer malın hepsinde
şâyi
ise, o zaman ölüm anında mevcut
olması şarttır. Mesela bir kişi, sürüsünden bir keçiyi veya
malının
tümünden bir keçiyi vasiyet etse o zaman keçinin. birinci durumda (sürüdeki keçiyi vasiyet
etmesi)
vasiyet anında, ikinci durumda ise
ölüm anında mevcut olması şarttır.
Bunun benzeri
Tatarhâniye'de
vardır. Bahsin tamamı aşağıdaki bâbda gelecektir.
«Vasiyet
edilen şey mirasın üçte biri kadar
olmalıdır.» Yani eğer varisi
bulunsa ve o da üçte
birinden
fazlasının vasiyetine icazet vermezse... Bizim bu takririmizle bu şartlardan bazıları lüzum
şartı
olup başkasının hakkından dolayı beklemez. Dolayısıyla onun icazeti ile geçerli olur. Bazıları
ise
sıhhat şartlarıdır.
M
E T İ N
Vasiyetin
rüknü ise «falan kişiye şunu vasiyet ettim» ve vasiyette kullanılan lafızlardan bunun
yerine
kullanılan herhangi bir lafızdır.
Bedai'de
şöyle denilmiştir: «Vasiyetin rüknü
icap ve kabuldür. İmam Züfer ise
«yalnız icaptır»
demiştir.»
Ben
derim ki: Kabulden murad, hem sarih hemde delaleten olan lafızları kapsar. Delâleten kabul.
Musa
lehin vasiyeti edileni kabul etmeden vasiden sonra ölmesidir. Nitekim ileride gelecektir.
Vasiyetin
hükmü vasiyet edilen şeyin hibeden olduğu gibi Musa lehe yeni bir mülk olmasıdır. Buna
göre
vasiyet edilen câriyede istibra (efendisinin kendisi ile bir hayız görünceye kadar ilişki
kurmaması)
gerekir.
Bir
mani yoksa yabancı birine üçte birini vasiyet etmesi
caizdir.
Vâris
buna icazet vermese bile caiz olur. Ama üçte birden fazlasını
vasiyet etmek caiz değildir.
Ancak
vasiyet edenin ölümünden sonra varisler büyük oldukları halde üçte birinden fazlasına izin
verirlerse
o zaman caiz olur. Vasiyet eden hayatta iken varislerin
icazetine itibar edilmez. Vasi
öldükten
sonraki icazet müteberdir. Yani birisinin varis olup olmadığına itibar etmek vasiyet anında
değil
ölüm anındadır. Bu durum ölüm
hastasının, varisine bir şey ikrar
etmesinin aksinedir.
Malın
üçte birinden azını vasiyet etmek menduptur. Vasiyet eden kimsenin varisleri zengin
olsalar
veya alacakları miras ile zengin olacak olsalar bile... bu böyledir. Hiç vasiyette bulunmamak da
varisler
zengin değilseler ve mirastan
hisselerine düşecek olanla zengin olmayacakları durumda
menduptur.
Zira
varisler zengin olmadıklarında
vasiyeti terk edip, malını varislerine bırakması hem sıla-i rahim
hemde
sadakadır.
Vasiyet
borçtan sonraya ertelenir. Çünkü kul hakkı öncedir. Müstemen gibi, hükmen de olsa varisi
olmayan
kişinin, malının hepsini vasiyet etmesi sahihtir. Çünkü buna mani
yoktur.
Bir
kimsenin malının üçte birini kölesine vasiyet etmesi ittifakla sahihtir. Bu vasiyet kölesinin
azadını
vasiyet etmek olur. Eğer kölesinin
azâdı malın üçte birinden karşılanabilirse güzeldir. Ama
eğer
üçte birinden karşılanamıyorsa o zaman kıymetinden geri kalan miktar karşılığında çalışır.
Şayet
malın üçte birinden birşey artarsa o kölenindir.
Mürsele
olan dirhem veya dinar ile vasiyet etmek esah olan kavle göre sahih değildir . Nitekim
eşyalarından
belirsiz birisini vasiyet etmesi de sahih değildir.
Mürsele'nin
manası izah kısmında gelecektir.
Mükâteb
veya müdebber kölesine veya ümmü'l-veledine vasiyet etmek istihsanen sahihtir. Ama
varisinin
mükatebine vasiyetti sahih değildir.
Ana
karnındaki bebeğe veya ana karnındaki bebeği vasiyet etmek sahihtir.
Cariyenin veya hayvanın
karnındaki
cenini falan kişiye vasiyet ettim» sözü ana karnındaki bebeği vasiyettir... Sonra, bu
vasiyet ancak o cenin altı oydan erken doğduğu zaman sahih
olur. Bu, hamile kadının kocası sağ
olduğu
takdirdedir. Ama eğer ölmüşse ve o cariye vasiyet anında iddet bekliyorsa o zaman iki
seneden
önce doğduğu takdirde sahihtir.
Zira eğer iki seneden evvel doğarsa nesebi sabit olur.
İhtiyar ve Cevhere.
Cenîne
ve cenîni vasiyet hususunda
insanlarla hayvanlar arasında bir fark yoktur. Buna göre eğer
falan
kişinin hayvanına karnındakine infak edilmek üzere vasiyet etse vasiyeti
sahihtir.
İnsan
için hamlin en az müddeti altı ay, fil için onbir sene deve, at ve
eşek için bir sene, sığır için
dokuz
ay, koyun için beş ay, kedi için iki ay, köpek için kırk gün ve kanatlı hayvanlar için de yirmi
bir
gündür. İstifâ'ya isnaden Kuhistâni.
Nihâye'de şöyle denilmiştir: «Vasiyet edenin ölümünden itibaren altı
aydan evvel...»
Kâfî'de
de eğer vasiyet cenin için yapılıyorsa vasiyet anından itibaren altı aydan
evvel. eğer cenini
vasiyet ise o zaman vasiyet edenin ölümünden itibaren altı aydan evvel olduğunu ifade eden bir
ibare
vardır.
Kenz'de
de buna, şu ilave edilmiştir: Cenîne hibe etmek sahih değildir. Çünkü kabz
gerçekleşmediği gibi adına kabzetmek için cenîn üzerinde kimsenin velâyeti de yoktur. Zeyklai ve
diğerleri.
öyleyse cenînin babası, ona vasiyet edilen
bir şeyi kullanarak sulh yapsa caiz değildir. Çünkü
babanın
cenîn üzerinde velâyeti yoktur.
Ben
derim ki: Bununla. fetvâsı istenilen
bir hâdise cevabı bilinmiş oldu. O hâdise şudur: Vâsi.
hakimin
seçtiği bile olsa cenîne vakfedilen bir şeyde tasarrufta bulunamaz. Aksine fakihler
demişlerdir
ki; «Ne cenînin velayeti vardır, ne de herhangi bir kimsenin cenîn üzerinde velâyeti
vardır.»
İ
Z A H
«Bunun
yerine kullanılan herhangi bir lafızdır.» Hûniye'de şöyle denilmiştir: «Falan kişiye şunu,
falan
kişiye de şunu vasiyet ettim ve
evimin dörtte birini falan kişiye sadaka kıldım» dese, İmam
Muhammed'e
göre bunun vasiyet olması caizdir.
Ebû
Yûsuf kendisine yöneltilen bir soruya cevabında (Evimin dörtte birini falan
kişiye sadaka)
kıldım,
sözü vasiyet olup onda kabz ve ifraz şart değildir.» demiştir. Özetle.
Nihâye'de şöyle denilmiştir: Vasiyette kullanılan lafızlara gelince; Nevâdir'de İmam Muhammed'den
naklen
şöyle denilmektedir: «Bir kişi falan kişiye bin dirhem vasiyet ettiğime şahid
olun» dese, ve
«falan
kişinin malımda bin dirhemi olduğunu vasiyet ettiğime şahid olun» dese, birincisi vasiyet
ikincisi
ise ikrârdır.»
Asıl'da
belirtildiğine göre, bir kişi «evimin altıda biri falan kişinindir» dese, bu vasiyettir. «Falan kişi
için
evimde altıda bir vardır» dese bu
ikrardır.
Buna
göre bir kişi: «Falan için malımdan bin dirhem vardır» dese eğer bunu vasiyetini zikrederken
söylerse istihsanen vasiyet olur. Şayet falan kişi için benim malımda bin dirhem vardır» dese, bu
ikrar
olur.
Vasiyetini
kendi eliyle yazdıktan sonra, «Bu yazdığımda bana şahit olun» dese istihsânen caiz olur.
Ama
eğer başkası yazarsa caiz olmaz. Özetle.
«Bedâi'de
şöyle denilmiştir ilh..» Şurunbulâliye'de belirtildiğine göre onun ibaresi şöyledir:
«Vasiyetin
rüknünde ihtilaf edilmiştir. İmam
ile iki talebesi demişlerdir ki: Vasiyetin rüknü icap ve
kabuldür.
İcap vasiyet edenden, kabul de musa lehdendir. Bunların her ikiside beraber
bulunmazlarsa
rükün tamamlanmaz. Dilersen, vasiyetin rüknü. vasiden icap,
musalehten de
reddetmemektir, diyebilirsin. Reddetmemesinden maksat; onun reddinden ümidin kesilmesidir. Bu
tarif
meselelerin tahrici için daha kapsamlıdır.
İmam
Züfer ise: «vasiyetin rüknü yalnızca, vasiyet edenin icabıdır.»demiştir.
Musannıfın
sözü. Hidaye şerhlerine uyarak, kabulün rükün değil de şart olduğuna işaret etmektedir.
Bedayi'deki ifade ise fukahanın satım ve benzeri diğer akitlerde zikrettiklerine uygundur. ki bu da
icap
ve kabulün her ikisidir.
«Ben
derim k»: ilh...»Bu ifade Şurunbulâliye'de Hulâsa'ya isnad
edilmiştir. Zâhir olan şudur:
kabulden
murad reddin olmadığına delalettir. Bu da bizim Bedai'den naklettiğimiz «Dilersen...»
sözü
ile aynı manadadır.
Sonra
kabul veya redde muteber olan ölümünden öncesi değil sonrasıdır. Nitekim ileride gelecektir.
«Vasiyet
edileni kabul etmeden ölmesidir» Bu söz metinde geçen «detâleten kabul»u tasvir
etmektedir.
Cenîne vasiyet etmek de bunun benzeridir.
Mûsa
lehlerin fukara gibi muayyen olmaması hususu ise izah edilmemiştir. Zahir olan şu ki: Burada
kabul
şart değildir veya delâleten mevcuttur. Düşün.
«İleride
geleceği gibi ilh...» Böyle olması mûsa leh içindir. Vasî açısından ise onun dört kısım
olduğu
geçmişti. Bu Şurunbulâliye'de de ifade edilmiştir. Tahtavi demiştir ki: Orada belirtildiğine
göre
buradaki hükümden murad birşey
üzerine terettüp eden eserdir.
Geçmiş olandakinden murad
ise
sıfat ile tabir edilendir.
«Mâni
olmadığı zaman ilh...» öldürmek. harbi olmak. borcun malın üçte birini kapsaması veya
benzerleri
gibi...
«Ama üçte birden fazlasını vasiyet etmek câiz değildir» O zaman, eğer üçte birden fazlasını vasiyet
etse
ve sadece kendisine red yapılan bir varis olsa, o fazlalığa icâzet verse geri kalan kendisinin
olur.
Eğer
red yapılmayan bir varis icâzet
verirse mirastaki hissesini geri kalandan alır. Hissesinin fazlası
da
hazineye kalır.
Buna
göre birisi malının üçte ikisini Zeyd'e vasiyet etse karısı da icazet verse o zaman karısı
üçtebirin
dörtte birini yani malın onikide birini alır. Buna göre hazineye (onikide) üç, Zeyd'e de
(onikide)
sekiz düşer. Bu bahsin Saihanî'nin İbnu Şıhne'nin feraiz hususunda yazdığı
manzumesinin
şerhinde vardır. Eğer karısı icâzet vermese. vasiyet eden ister ona da vasiyet etmiş
olsun
ister vasiyet etmiş olmasın. bu durum Cevhere'de izâh edilmiştir.
«Ancak vasiyet edenin ölümünden sonra
varisler üçte birinden fazlasına
izin verirlerse caiz olur»
Yani
ne kadar vasiyet ettiğini bilmelerinden sonra... Ama eğer bir çok şeyler vasiyet ettiğini ama
miktarını
bilmeseler ve «ona icazet verdik» deseler onların icazetleri sahih değildir. Hâniye
Müttekâ'dan.
Sâihâni
Makdisî'den şunu nakletmiştir: Eğer varislerden birisi vasiyetin malın
üçtebirinden
fazlasına
icazet verse o zaman varislerin hepsi icâzet verdikleri takdirde hissesine düşecek mikdar
kadarı
o adamın hissesinden caiz olur. Hatta, bir kişiye malının yarısını
vasiyet etse ve iki eşit
varisten
birisi ona icazet verse, o zaman
icâzet veren geri kalanın dörtte birini, öbürü üçte birini
musa
leh de malın tamamının üçte birini ve icâzet veren kişinin payından on ikide birini alır. Bunun
benzeri
Gâyetü'l-Beyandadır.
BİR
UYARI:
Ölümden
sonra icâzet sahih olduğuna göre, hakkındaki vasiyet için icazet verilen kişi bize göre
kendisine
vasiyet edilen şeye tarafından malik olur. Şafiî'ye göre ise icazet veren tarafından
mâlik
olur.
Nitekim Zeylâî'de de böyledir ki gelecek bâbın sonunda açıklaması gelecektir.
«Vasi
hayatta iken varislerin icazetine itibar edilmez» Çünkü icâzetleri. o hak kendileri tein sabit
olmadan
öncedir. Çünkü hakkın onlar için sabit olması vasiyet edenin ölümünden sonradır. Çünkü
onlar
ölümünden sonra daha önce verdikleri
icazeti reddedebilirler. Ölümden sonraki icazet ise
böyle değildir. Bunu reddedemezler. Çünkü o icâzet hak kendileri için sabit olduktan sonradır.
Bunun
tamamı Minah'tadır.
Bezzâziye'de.
vasiyette icâzetin ölümden önce
değil ölümden sonra muteber olduğu söylenmiştir.
Ama
âzad gibi vasiyetin kuvvetlendirilmesini ifade eden tasarruflar ölüm hastalığındaki vasiden
sâdr
olsa ve varis ona ölümden önce icazet
verse. bu hususta imamlarımızdan herhangi bir rivayet
yoktur.
İmam
Alaaddin es-Semerkandi şöyle demiştir: «Hasta, kölesini azad etse ve ölümünden evvel varis
de
buna razı olsa köle hiçbirşey için çalışmaz. Çünkü fukaha, yaralının varis yaralayanı affettiği
takdirde
sahih olduğunu ve yaralı kimsenin ölümünden sonra da onu dava etmeye malik olmadığını
açıkça söylemişlerdir.
«Yani
birsinin varis olup olmadığına
itibar etmek ilh...» En uygunu bunu
müstakil bir mesele kılmak
ve«ve» ile tabir etmesiydi. T. Ben derim ki: Herhalde Şârih bunu zarfı -ki o da ölümünden sonra
sözüdür-
kendisinde «icâzet verseler» ve «varisleri» sözlerinden her ikisini de müteallik kılmak
suretiyle.
musannıfın sözünden aldığına işaret
etmiştir. Bunda da kapalılık olduğu için. yani «lafzını
kullanmıştır».
«Vasiyet
anında değil ölüm anındadır.» Zira
vasiyet ölümden sonraya izafe
edilen bir temliktir. Buna
da,
vakti olan ölüm anında itibar
edilir. Zeylai. Biz bu husustaki
feri meseleyi Zeylaî'den naklen
takdim
ettik.
«Bu
durum ölüm hastasının varisine bir
şey ikrar etmesinin aksinedir». O zaman, onun varis olup
olmamasına itibar etmek ik'rar anında söz konusudur. Hatta varisi olmayan
birisine ölüm hastası
b}r
şey ikrâr etse ikrar ettiği kişi
ikrardan sonra varisi olsa bile caizdir. Şu kadar var ki varisliğin
ikrardan
sonra yeni bir sebeple ortaya çıkması şarttır. Mesela; yabancı bir kadına birşey ikrar etse
sonra
da o kadınla evlense ikrarı caizdir. Bunun aksine eğer bir mani olduğu halde ırsiyet sebebi
mevcut
olup sonra o sebep ortadan kalksa o
zaman vasiyet ve hibe gibi, ikrarı da iptal eder. Kâfir
veya köle olan oğluna birşey ikrâr ettikten sonra
oğlunun müslüman olması veya azad
edilmesi
buna
misaldir. Nitekim bu bahis ileride metin olarak gelecektir.
Zeylaî ve başka müelliflerin Nihâye'ye uyarak zikrettikleri meseleye gelince : Bir kişi köle olan
oğluna
birşey ikrar etse oğlunun vâris olması ikrardan sonra yeni bir sebepledir. Hem de mana
olarak
o ikrâr. köle olan oğlunun yabancı olan efendisine ikrardır. O zaman Zeylaî ve diğerlerinin
zikrettikleri bu meseleyi allâme itkana «o bir sehv olup nakli sahih değildir. İmam Muhammed
Câmiu's-Sağir'de nassen bunun aksini zikretmiştir.» sözüyle;
reddetmiştir.
Ben
derim ki; Zeylaî ve diğerlerinin zikrettikleri bu mesele, aynı zamanda metinlere de muhaliftir.
Çünkü
ileride de geleceği gibi bu durumda varisliğin yeni bir sebeple
oluşunda itiraz edilecek bir
nokta
vardır.
Evet
Hidâye'de «eğer ikrar ettiği köle olan oğlu borçlu değilse ikrârı sahihtir, aksi halde sahih
değildir»
diye zikredilmiştir. İleride
gelecektir.
Düşün.
«Vârisleri... zengin olsalar bile ilh...» Şârih, «bile» sözü ile vârislerin zengin olmadıkları, veya
alacakları mirasla zengin olmayacakları durumda da üçte birden azı ile vasiyetin yine müstehab
olduğuna
işaret etmiştir. Ve öyledir. çünkü
Hidâye'de şöyle denilmiştir: «Malın üçte birinden azını
vasiyet etmek müstehabdır. ister varisleri zengin olsunlar ister fakir olsunlar farketmez. Zira
üçtebirden
azını vasiyet ettiği zaman malını yakınlarına bırakmakla sıla-i rahim yapmış olur. Ama
üçtebirini
vasîyeti bunun aksinedir. Çünkü o durumda hakkını tamamlamış olur ki, artık yakınlarına
malı
ile sıla-i rahim yapması söz konusu
olmaz. Bir de şu var: vasiyetin üçte
birden azı mı daha
evlâdır
yoksa hiç vasiyet etmemekmi?
Fukaha bu hususta şöyle demiştir:
Eğer varisler fakir olup
alacakları miras ile de zengin olmuyorlarsa vasiyeti terk etmek evlâdır.
Zira bunda akrabalara
sadaka
vardır. Resülullah (s.a.v.) de:
«Sadakanın en efdali uzaklaşan yakın akrabaya verilendir»
buyurmuştur.
Akrabaları fakir olduğunda vasiyeti terketmekle onların hem fakirlik hemde akrabalık haklarına
riayet
edilmiş olunur.
Eğer
akrabaları zengin iseler veya mirastan alacakları hisseleri ile zengin alacaklarsa o zaman
vasiyet etmek daha evlâdır. Çünkü yabancıya sadaka etmiş oluyor. Vasiyeti terk ise kendi hakkı
olan
üçte biri yakınlarına hibe etmektir.
O zaman, birincisi daha evladır. Çünkü vasiyet ile Allah'ın
rızasını
talep
etmektedir.
Bu
konuda bazı âlimler tarafından da
şöyle denilmiştir: «Kişi vasiyette muhayyerdir. Çünkü vasiyet
de
vasiyeti terk de faziletli işleri kapsarlar ki. birisi sadaka diğeri de sıla-i rahimdir.» Hidâye'nin
ketâmı
burada
bitmiştir.
Bu
meselenin özeti şudur: Üçte birin tamamını vasiyet etmek uygun değildir. Müstehab olan,
mutlak,
olarak üçte birden noksan olmasıdır. Zira Peygamber (s.a.v.) üçte biri de çok
görerek «üçte
bir
de çoktur» buyurmuştur. Şu kadar var ki varisler fakir oldukları zaman üçte birden azını vasiyet
etmek
her nekadar müstehab ise de, ondan daha evlası da vardır. O da vasiyeti tamamen
terketmektir.
Zira müstehabın dereceleri farklıdır. Sünnet. mekruh ve diğerinin de dereceleri de
farklıdır.
işte bu izahla açıklamış oldu ki, muhakkik olan Şârihin «bile» sözünü eklemesi Hidaye'ye
uygun olmuştur. Bunu
anla.
«Kuhistânî'de
denilmiştir ki: «Mal az olduğu zaman. Ebû Hanife'nin dediği gibi, vasiyet etmek
uygun değildir. Bu tafsilat vasiyet edenin
çocukları yetişkin oldukları
zamandır. Eğer çocukları
küçük
iseler vasiyeti mutlak olarak terk etmek -seyheynden rivayet edilen hadîse binâen- daha
efdaldir.
Kâdıhan'da da böyle
denilmiştir.»
Bu
tafsilat ancak çocuklar yetişkin
oldukları zamandır, ama eğer küçük iseler. zengin ofsalar bile
vasiyeti terkedip malı onlara bırakmak efdaldir.
BİR
UYARI: ««
Havî'l-Kudsî'de
şöyle denilmiştir: «Vârisi olmayıp borcu da bulunmayan kimse için evlâ olan, bizzat
sadaka
verdikten sonra malının tamamını vasiyet etmektir.»
«Veya
alacakları miras ile zengin olsalar bile ilh...» Yani varislerden herbiri İmam'dan nakledilen
rivayete göre» dörtbin dirhem miras alırsa zengin olur. Fütflî'den gelen rivayete göre ise herbir
varis
onbin dirhem almakla zengin olur.
Kuhistânî Zahîriye'den. İtkani
birinci görüşü almıştır.
«Zengin
olmadıkları ve mirastan hisseleri dolayısıyla zengin olmadıkları iIh...» Şarihin bu ifadesi
her
iki halin beraberce bulunmasına işaret eder. Zira bunlardan birinin olup diğerinin olmaması
halinde,
mendup olan, vasiyeti terketmek değil vasiyet etmektir. O zaman bu mesele evvelki
meseleye
zıt olur.
«Müstemen
gibi ilh...» Zira müstemen malının tamamını bir müslümana veya zımmiye vasiyet etse
caizdir.
Zira vasiyete mani olmak varislerin hakkı içindir. Dârü'l-harpte de varislere hiçbir hak
yoktur.
Velvâliciye. Bu bahsin tamamı zımmînin vasiyetleri bâbında gelecektir.
«Çünkü
buna mâni yoktur ilh...» Bu söz, «vasiyet sahihtir» sözünün ve devamının
iiletidir.
«Kölesine
azâdını vasiyet etmek olur» Yani bu vasiyet onu tashih için kölenin şahsı için şahsını
vasiyet olur.
Kıymetinden fazlası ile sulüsü tamamlayıncaya kadar yapılan şahsiyet de yine köle içindir.
«Malın
üçte birinden karşılanabilirse ilh...» Bu ifade mücmeldir. Bunun açıklaması T. nin Hindiye'de
onun
da Bedaî'den naklettiği şu
sözlerdir: Bir kimse malının üçte birini kölesine vasiyet etse bakılır;
eğer
mal dirhem veya dinar olup. kölenin kıymetinin üçte ikisi de köleye vasiyet edilen mal kadar
ise
o zaman köleye vasiyet edilen mal kölenin şahsına takas edilir. Eğer ,malda fazlalık varsa, o
köleye
verilir yok eğer kölenin üçte ikisi daha fazla ise o fazlalık varislere verilir. Eğer mal ev eşyası
ise
ancak varislere köle anlaştıkları takdirde takas edilirler. Çünkü cinsler muhteliftir. Bu durumda
köle.
kıymetinin üçte ikisi kadar çalışır ve diğer mallarının üçte birini alır. Bu İmam'a göredir.
İmameyn'e
göre ise kölenin tamamı müdebber
sayılı ve diğer vasiyetlere takdim edilerek azad edilir.
Eğer
terikenin üçtebiri kölenin kıymetinden fazla ise varisler o
fazlalığı köleye verirler. Şayet
kölenin
kıymeti üçtebirden fazla ise köle
fazlalığı tamamlamak için çalışır. Özetle...
Ben
derim ki: İmam ile İmameyn arasındaki ihtilaf Mecma şerhinde olduğu gibi âzâdın bölünüp
bölünmeyeceği noktasındadır.
Bedai
sahibi «âzâdın diğer vasiyetlerden
öne olmaması» sözüyle İmamlar arasındaki ihtilafın
semeresine işaret etmiştir. Bu semere de Azmiye'den nakledilen şu ifade ile izah edilmiştir: Kişi
kıymeti
bin dirhem olan kölesine malının
üçte birini ve bin dirhemin üçte
ikisini de fakirlere vasiyet
etse
ve öldüğü zaman da geriye köle ile
ikibin dirhem bıraksa İmam'a göre kölenin üçte biri
karşılıksız olarak azâd edilir. Kölenin kıymetinin üçte ikisi de köle ile fakirler arasında eşit olarak
taksim
edilir ve köle kıymetinin üçte
birini fakirlere verir. İmameyn'e
göre ise köle daha baştan
karşılıksız olarak âzâd edilir, fakirlere de hiçbirşey düşmez. Düşün.
Bunun
zâhirine göre, bu vasiyetin, azâd ile vasiyet oluşu İmameyn'in görüşlerine
göredir.
«Veya
dinar ilh...» Eğer musannıf «veya dinar ile» değil de «dinar ile değil» deseydi daha açık
olurdu.
Şârih'in gelecek bâbda zikredeceği gibi «mürsele dirhem» den murad üçte bir yarım ve
benzeri
bir oranla kayıtlanmayan mutlak dirhemdir. Mesela «Yüz dirhem vasiyet ettim» demesi gibi...
«Mükâteb
kölesine vasiyet etmesi sahihtir.» Yani mükateb köle kitâbet bedelini ödemekten âciz
olmadığı
zaman... Bu acizlik efendisinin ölümünden sonra olsa bile farketmez. Ama eğer mükatep
kitâbın
bedelini ödemekten âciz ise buna yapılan vasiyet mutlak köleye yapılan vasiyet hükmünde
mi
olur? Bunu araştır. T.
«Veya
müdebber kölesine veya ümmü'l-veledine ilh...» Zira vasiyetin geçerliliği efendinin
ölümünden
sonradır. Onlar da o zaman
hürdürler. T.
«Ama vârisinin mukâtebine vasiyeti sahih
değildir.» Çünkü o mükateb vasinin
ölümü anında varisin
mülkiyetindedir.
Bu durumda vasiyet vârise yapılmış o!ur. Düşün. Kuhistânî'de şöyle denilmiştir:
«Vâsinin
kölesine, müdebberine ve ümmü'l-veledine vasiyeti sahih değildir. Çünkü bu vasiyet
gerçekte
varise vasiyettir. Ama,
Nazım'da denildiği gibi varisin
oğluna vasiyet etmek böyle
değildir...»
«Ana karnındaki bebeğe vasiyet etmek sahihtir.» Çünkü
vasiyet bir yönden istihlâftır. Zira
vasî onu
malının
bir kısmında halef yapmıştır. Cenîni
de mirasta halef olmaya uygundur. Aynı şekilde
vasiyette de halef olabilir. Vasiyetin şartının kabul olduğu cenînin ise kabule ehil olmadığı
söylenemez. Çünkü vasiyet hem hibeye hem de mirasa benzer. Hibeye benzemesinden dolayı,
mümkün
olduğu zaman, kabul şarttır.
Mirasa benzemesinden dolayı da, mümkün olmadığı zaman,
kabul
düşer. O zaman her iki benzerlik ile de amel edildiğinde vasiyette kabul şart
değildir. İşte
bundan
dolayı da kabul etmeden önce mûsa leh
ölse vasiyet düşer. Zeylai.
«Veya
cenini ilh...» Çünkü cenînde
miras câri olur. O zaman onda vasiyet de cari olur. Çünkü
vasiyet mirasın kardeşidir. ZeyIai Cenîni vasiyetin sahih olması,
bebek câriyenin efendiden
olmadığı
takdirdedir. İtkânî Şârih de buna işaret etmiştir.
BİR
UYARI:
Fethu'l-Kadir'in
lian bâbından takdim ettik ki: Cenîni vasiyet etmek ve cenîne
vasiyette bulunmak
ancak
anasından ayrıldıktan sonra sabit
olur. O zaman do vasiyet cenîne
değil çocuğa olmuş
olur.
Ben
derim ki: Burada kastedilen veraset ile vasiyetin
hükümleridir. Yoksa onlar anasından
ayrılmadan önce de sabittirler. Buna göre Fethü'l-Kadir'in bu sözü
fakihlerin bu meseledeki
sözlerine
ters olmaz.
FER'İ
BİR MESELE :
Zâhiriye'de
şöyle denilmiştir: «Vârisler, birisine vasiyet edilen cenîni azad etseler, bu caizdir. Musâ
leh'e
cenînin doğduğu gündeki kıymetini
tazmin ederler.»
Ben
derim ki: Bunun delili bildiğin
gibi şudur: Cenîni vasiyetin hükmü
ancak doğumdan sonra sabit
olur.
Çünkü cenîn doğumdan evvel anasına teban varislerin mülküdür. Doğması ile de musa
lehlerin
hakkı sabit olur. Halbuki varisler âzâd etmekle bu hakkı telef etmişlerdir. O zaman vârisler
cenînin
doğum vaktindeki kıymetini musa lehe tazmin ederler. Düşün.
«Altı aydan erken ilh...» Zira eğer altı oyda veya daha fazla bir zaman zarfında doğarsa vasinin
ölümü
anında var olması da yok olması da muhtemeldir. O zaman o vasiyet sahih değildir. Bunu
İtkani
ifadâ etmiştir.
«Eğer
ölmüşse ilh...» Talâkı-Bâin de ölüm gibidir. T.
Ben
derim ki: Şu meselede yukardaki gibidir: Eğer vasî câriyenin hamile olduğunu ikrar
eder ve
câriye
de vasiyet ettiği günden itibaren
iki sene içinde doğum yaparsa o zaman vasiyet onun için
sabit
olur. Zira cenînin ana karnındaki varlığı vasiyet edenin ikrarı ile sabitolmuştur. Zira vasi bu
hususta
itham edilemez. Çünkü vasi bu
ikrara binaen hâlis hakkını o cenîne vermiştir. O hak da
terikenin
üçtebiridir. O zaman bu cenîni ikrar yakinen malum olana yani altı oydan az zaman
içerisinde doğan çocuğa ilhâk olunur. Hocalarımızın hocası Kudüsü şerif müftüsü allâme
Muhammed
et-Taflâtî el-Hanefi de Serahsi'nin Mebsut'undan aynı şekilde
nakletmiştir.
«O
zaman iki seneden önce ilh...» Yani ölüm veya talak anından itibaren iki seneden az bir zaman
içerisinde... Bu, vasiyet anından itiba altı aydan fazla olsa bile yine sahihtir.
T.
«Bir
fark yoktur» Yani cenîne vasiyet
ile cenini vasiyetin sıhhati hususunda insanlarla hayvanlar
arasında
bir fark
yoktur.
«İnfak
edilmek üzere ilh...» Şârih'in bununla kayıtlanmasının sebebi ileride gelecek olan «filanın
hayvanına şu samanı vasiyet etse o
vasiyet bâtıldır» sözüdür. Eğer «onunla falan kişinin
hayvanlarının yemlenmeleri için vasiyet ettim» dese
caizdir.
«Sahihtir.»
Yanı filan kişi de kabul ettiği takdirde. İtkâm. Zira ileride geleceği gibi o vasiyet onun
içindir.
«Hamiin
en az müddeti ilh...» Kuhistâni'deki ifadenin sarih şekli budur. T.
«Fil
için onbir sene ilh...» Benim Kuhistâni'nin iki nüshasında gördüğüm «onbir ay» şeklindedir.
Diğer
nüshalara müracaat et.
«Metinler
de bu görüş üzeredir». Şârih bununla yukarda geçene itimadını
ifade etmiştir.
T
«Kâfi'de
de ilh...» Ben derim ki: Kâfî'deki bu ifâdeye itimad etmek uygundur. Zira metin sahipleri
yukarda
geçeni nasıl sarahaten söylemişlerse, hizmeti vasiyet bâbının sonunda «eğer koyunun
yününü
veya hamlini vasiyet ederse» sözünü
de yani ölümü anında mevcut olan hamlini»
şeklinde
sarahaten
açıklamışlardır. Şârih de bunu ikrâr etmiştir. Buna göre vasiyet bahsinin
sonunda
sarahaten
zikrettikleri buradaki mutlak ifadelerini tashih etmektedir. Anla.
«Eğer
vasiyet cenîn için yapılıyorsa
ilh...» Yani eğer vasiyet cenîn içinse, musa lehin vasiyet
vaktinde
mevcut olmasının vasiyetin
şartlarından olduğu yukarıda geçmişti. Onun varlığı da ancak
o
cenîn vasiyet vaktinden itibaren
altı aydan az bir zaman içinde
doğduğu takdirder yakınen bilinir.
«Eğer
cenîni vasiyet ise ilh...» Zira Nihaye'den naklen, vasiyet edilen
mal mevcut olmadığı zaman
akitlerden
herhangi birisiyle temlike kâbil olması gerektiğini daha önce söylemiştik. Bundan dolayı
da
kişinin koyunlarının doğuracağı kuzuları vasiyet etmesi caiz
değildir.
«Kabz
olmadığı ilh...» Bu. vasiyet ile
hibe arasındaki farkı beyan
etmektedir. Zira hibe yalnız
temliktir.
Hibe ile mülk edinmek de ancak kabz ile sabit olur. Cenin ise kabza uygun değildir. Bu,
İnaye'de ifade edilmiştir. Vasiyet ise bir yönü ile temlik bir yönüyle de istihlâftır.
«Çünkü
babanın cenin üzerinde velâyeti yoktur;» Zira velayetin subûtu velâyet altına alınan bakıma
ihtiyacından dolayıdır. Cenînin ise buna
ihtiyacı yoktur. Üstelik cenin annesinin parçalarından bir
parça
hükmündedir. Babanın başkasının cariyesi olan anne üzerinde velayeti sabit olmadığı gibi
onun
bir parçası olan cenin üzerinde de velayeti yoktur. Eğer sulh yapan anne ise o do aynı
şekildedir. Zira velâyette babalık daha kuvvetlidir. O zaman velâyet babaya sabit olmayınca anneye
sabit
olmaması daha evladır. Cenin ise bir yönüyle annesinden bir parça ise de hakikatte annesinin
rahmine
konulan emanet bir nefistir. Bu manaya itibar edilerek hamle vasiyetin sahih olduğuna
hükmedilmiştir.
Halbuki parçalara vasiyet etmek sahih değildir. Bu manadan dolayı cûziyete itibar
edilerek annenin sulhunu sahih görmek mümkün değildir. Taflâti
Mebsut'tan...
«Ben
derîm ki: Bununla, ilh...» Bu, musannıfın Minah'taki sözüdür. T. Hamevî'nin Eşbah haşiyesinin
«tâbî
tâbîdir» kaidesinde şöyle denilmektedir: Uygun olan; «Cenîne vasiyet edilen şeyin telefinden
korkulursa
velisi onu satar, eğer telef edilmesinden korkulmuyorsa bakılır, şayet hayvan ise ayni
şekilde
onu satar çünkü bakımı kıymetini aşar ama vasiyet edilen şey
bir akar ise o zaman
satamaz.» denilmesidir. Fıkhen bana zâhir olan budur, kaideler de bunu gerektirir.
«Aksine fukahâ demişlerdir kî: ilh...» Bu, intikâli bir idrabdır. Zira cenîn üzerinde asla velayet
olmayacağını
ifade etmektedir. Böyle olunca artık onun tasarrufunun sahih olup olmadığından nasıl
bahsedilir.
Remlî'de: «Babanın ve vâsinin cenin üzerinde
velâyetlerinin olmadığı hususunda nakiller çoktur ve
açıktır.» denilmiştir.
BİR
UYARI
Hâmidiye'de
bumdaki ifadeden alınarak şöyle
fetva verilmiştir: Babanın cenîn üzerine vasi etmesi
sahih
değildir. Ancak Eşbah'ta Kitabul-Büyû'un başında denilmiştir ki: Uygun olan, vasiyet gibi,
cenin
üzerine birşey vakfetmenin de sahih olmasıdır.» Hamevî'nin Eşbah üzerine olan haşiyesinde
de
şöyle denilmektedir: «Eşbah'ın
«cenîn üzerine vakıf sahihtir» sözü ifade ediyor ki, cenîn üzerine
vasi
tayin etmek de sahihtir». Bu da Hamevi'nin geçen bahsine uygundur. Bununla
Allame
İbnu'ş-Şilbî,
fukahanın «kişinin çocuklarından doğacak olanlar üzerine vakfetmesi sahihtir» sözleri
ile
«vakıf vasiyetin kardeşidir» sözlerine istinad ederek fetva vermiştir.
O
zaman, onlara vakfetmek sahih olduğu
takdirde onlara vasiyet de
sahihtir.
Ben
derim ki: Bunda bir yanlışlık vardır.
Zâhir olan şu ki; onların vasiyetten
muradları temlik olan
vasiyettir. Vakıf da bu vasiyetin bir eşidir. Çünkü vakıf menfaatı tasadduk etmektir. Halbuki burada
söz
cenîne vasi tayin etme hususundadır. Bu da âşikar olduğu gibi ona birşey vakfetmeye
benzemez.
Mevlâna
Şeyh Muhammed et-Taflati'nin bu
meselede bir risalesi vardır ki orada cenine birşey
vakfetmenin
sahih olduğunu söylemiştir. Şu kadar var ki, bu vakıf onun doğumuna
bağlıdır. Bu da
bizim
Fethu'l-Kadir'den naklen takdim
ettiğimizden alınmıştır. Cenîni vâris yapmak, cenîne ve
cenîni
vasiyet etmek de doğumuna bağlıdır. Allah Teâlâ en iyisini
bilendir.
M
E T İ N
Karnındaki
bebeği istisna ederek bir cariyeyi vasiyet etmek sahihtir. Zira bilindiği gibi tek başına
akde
konu olabilen herşeyin, ondan
istisnası sahihtir. Akde konu olmayanın istisnası ise sahih
değildir.
Müslümanın
zımmiye, zımminin de müslümana
vasiyetleri sahihtir. Harbîye kendi ülkesinde birşey
vasiyet, etmek ise sahih değildir. Musannıfin burada «ülkesinde» kaydını koyması mustemenin de
zımmi
gibi olduğunu belirtmek içindir.
Nitekim Molla Hüsrev bunu bir bahis
olarak ifade etmiştir.
Ben
derim ki; Haddadi, Zeylaî ve
diğerleri de bunu sarih olarak ifade
etmişlerdir. Bu konu zımminin
vasiyetleri bahsinde de metin olarak gelecektir. Bir kimsenin varisine ve kendisini öldürmeye
bizzat
iştirak
eden katiline de vasiyeti de sahih değildir. Ama yukarda da geçtiği üzere katline sebep olana
vasiyeti sahihtir. Şu kadar varki vârisleri icazet verirlerse vârislerine de vasiyet edebilir. Zira
Peygamber
(s.a.v.): «Vârisler icâzet vermedikçe
vârise vasiyet yoktur.» buyurmuştur. Yani başka
vârisi
olduğu zaman, bir varise vasiyet edilmez. Nitekim hadisin sonu da bunu ifade etmektedir.
Bunu
ileride tahkik
edeceğiz.
İcazetin
geçerli olması için varislerin akilbâliğ olmaları gerekir. Dolayısıyle çocuğun ve delinin
icazetleri caiz değildir. Hasta olan varisin icâzeti ilk vasiyet etme haline
benzer.
Varislerden bazısı icazet verse bazısı da vermese icazet verenlerin hissesine düşecek kadarıyla
caizdir.
Katil,
çocuk veya deli olursa o zaman onlara icazet vermeden de vasiyet etmek caizdir. Çünkü onlar
mükellef
değildirler. Başka bir varisi olmayıp tek bir varisi
olursa o zaman Hâniye'de olduğu gibi
ona
da vasiyet caizdir. Yani katil veya varis olan musa lehu dışında varisi olmadığı takdirde... Hatta
karısına vasiyet etse veya karısı ona vasiyet etse ve başka varisleri de olmasa vasiyetleri sahihtir.
İbnu
Kemal.
Muhibbiye'de şu da ilave edilmiştir: «Eğer kadın kocasına malının yarısını vasiyet ederse, tamamı
onun
olur.»
Ben
derim ki: Fukahanın burada «karı-koca» ile kayıtlamasının sebebi şudur: Onların dışındaki
varisler
zaten vasiyete muhtaç değildirler. Zira karıkoca dışındaki varis malın tamamını ya red ile
veya rahim yoluyla alır. Biz bunu, ikrâr bahsinde Şurunbulâli'ye nisbetle nakletmiştik.
Fetâvâ
en-Nevâzil'de şöyle
denilmiştir: «Bir kişi birisine, malının tamamını vasiyet ettikten sonra
ölse
ve vâris olarak da sadece karısını bıraksa bakılır; eğer kadın vasiyete icazet vermezse malın
altıda
birini alır, geri kalan da musa lehlerindir. Çünkü malın üçte biri icazetsiz olarak zaten musa
lehlerindir.
O zaman geriye malın üçte ikisi kalır. Kadın da üçte ikinin dörtte birini alır ki bu da malın
tamamının
altıda biridir.
Eğer
vasiyet eden kadın olursa ve kocası vasiyetine icazet
vermezse, o zaman malın üçte biri
kocanın
kalanı da mûsa lehin olur.
İ
Z A H
«Karnındaki
bebeği istisna ederek bir cariyeyi vasiyet etmek sahihtir» Yani. «bebeği hariç şu
cariyeyi vasiyet ettim» dediğinde vasiyeti de
istisnası da
sahihdir.
Buradaki
istisna, istisnai münkatidir. (İstisna edilenle istisna olunan aynı cinsten değildir.)
Zira lafız
itibariyle
cariye kelimesi hami (karnındaki cenîn)i kapsamaz. Hami mutlak ifade ile ancak annesine
tabi
olarak istihkak olunur. Bu bahsin tamamı İnaye'dedir.
«Bundan
istisnası da sahihtir». Yani yalnız hamli vasiyet etmek. Aynı şekilde hamli vasiyetten
istisha
etmek de sahihtir. Zeylaî.
«Harbiye
kendi ülkesinde ilh...» Varisler icazet verseler bile böyledir. Zira biz Allah Teâlâ'nın şu
ayetiyle onlara iyilik yapmaktan men edilmişizdir: «Allah sizi sizinle ancak din hakkında savaşan,
sizi
yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarmanız
için yardım eden kimselere dost
olmaktan meneder.»
Mümtehine.
Buna
göre, darü'l-harpte harbiye vasiyet etmek varislerin hakkı için değil, şeriat yasakladığı için
caiz
değildir. Bunun aksine, varise veya
yabancıya üçtebirden fazlasını
vasiyet etmenin caiz
olmayışı
varislerin hakkından dolayıdır. Bize göre harbi
dârü'l-harpte, ölü gibidir. Ölüye
vasiyet ise
batıldır.
İmam Muhammed Mebsut adlı
kitabında harbiye vasiyetin caiz olmadığını sarahaten
söylemiştir.
Câmiu's-Sağîr'de de aynı şekildedir.
Camiu's-Sağîr'in
şarihleri, Siyeru'l-Kebir'de darü'l-harpte harbiye vasiyetin caiz olduğuna delalet
eden
ifade olduğunu söylemişlerdir. Allâme Kadızâde Siyerü'l-Kebir'in «eğer bir müslüman
darü'l-harpteki
harbiye birşey vasiyet etse caiz değildir» sözü ile bunun caiz olduğunu söyleyenleri
reddetmiştir.
Azmiye'de de Kadızâde'nin bu reddine şu sözlerle itiraz edilmiştir: «Bu cevâzı nakledenler,
kitaplardan
bir mesele almakta ve nakletmekte emin olan kimselerdir.»
Allâme
Cevvizâde; şârihlerin, cevaza
delalet eden ifadeden maksatları Serahsî'nin Siyerü'l-Kebir
Şerhi'ndeki: «Kişinin ister yakın ister uzak ister harbi ister zımmî olsun bir müşriğe yardım
etmesinde
beis yoktur» sözüdür. Serahsî bunun cevazına birçok hadisle istidlâl etmiştir. Bu
hadislerden
birisi şudur: Resulullah Mekke'de kuraklık olduğunda Mekke'lilere beşyüz dinar
göndermiş
ve o paranın da Ebû Sufyan bin Harb ile Safvan İbnu Ümmiye'ye Mekke fakirlerine
dağıtılmak
üzere verilmesinin emretmiştir. Ebû Süfyan ile Safvan da bu
parayı kabul etmişlerdir.
Cevvîzâde şöyle der: «Biz Peygamberin bu hadîsini alarak onunla hükmederiz». Hem de sılai rahim
her
dinde ve her akıllı kişiye göre
övülen bir iştir. Ve başkasına
birşey hediye etmek güzel
ahlaklardandır. Resulullah (s.a.v.) de : «Ben güzel ahlakları tamamlamak için gönderildim.)»
buyurmuştur.
Bu
durumda anlıyoruz ki, yardım etmek
ve hediye vermek müslüman ve müşriklerin hepsi hakkında
güzel
bir şeydir.
Demekki
ihtilaf. harbiye vasiyetin cevazı veya caiz olmaması hususunda değil harbiye yardımın caiz
olup
olmaması hususundadır. Özetle... Bunun tamamı
Şurunbulâtiye'dedir.
Bunun
özeti şudur: Harbinin ölü gibi
olduğu gerekçesi ona vasiyetin caiz olmadığını iktiza eder.
Yukarda
geçen ayet (Mümtehine : 9) ile talil de harbiye hem vasiyetin hemde yardımın caiz
olmamasını
gerektir. Siyerü'l-Kebîr'deki
ifade ise Camiu's-Sağîr Şârihlerinin anladıklarının aksine,
vasiyetin değil yardımın caiz olduğuna
delalet eder. O zaman fukaha arasındaki ihtilaf harbiye
yalnız
yardım yapılmasının cevazı hususundadır.
Ben
derim ki: Ben İmam Muhammed'in harbîye hediyenin caiz olduğuna dair kati ifadesini gördüm.
Zira
o. Muvatta'sının ipeğin giyilmesinin mekruh oluşu bâbında da «harbî bir müşriğe silah ve zırh
dışında
bir hediye verilmesinde beis yoktur» demiştir. Bu Ebû Hanîfe ve fukahamızın umumunun
görüşüdür.
«Müstemenin
de zımmi gibi ilh...» Buna göre bir müstemen bir müslümana veya zımmiye malının
tamamını
vasiyet etse caizdir. Nitekim yukarda geçmişti ve tamamı ileride gelecektir.
«Varisine.. sahih değildir.» Yukarda açıklaması geçtiği gibi varisten maksat ölüm anındaki varisidir.
Kuhistâni'de
şöyle denilmişti: «Bilinmelidir
ki: en-Natifi bazı hocalarından naklen şöyle demiştir:
ölmek
üzere olan bir hasta varislerden birisine, ev gibi bir şeyini verse ve ona terekenin diğer
kısmından
da hakkı olduğunu söylese
caizdir.»
Bazı
âlimler tarafından bunun, o varisin
tayin edilen şeye, hastanın ölümünden sonra razı olması
halinde
caiz olduğu söylenmiştir. Bu durumda ölen kişinin tayini diğer varislerin de ölen
kişiyle
birlikte
tayini gibi olmaktadır. Cevâhîr'de de böyledir.
Ben
derim ki: Bu iki görüş de Camiu'l-Fusuleyn'de nakledilerek şöyle denilmiştir: «Bazı âlimlerce
bunun
caiz olduğu söylenmiştir. Bununla bazıları fetva vermişlerdir. Bazı âlimlerce ise caiz
olmadığı
söylenmiştir».