17 Ekim 2012

VASİYETLER KİTABI BİRİNCİ BÖLÜM

VASİYETLER KİTABI

M E T İ N
«Vasiyetler» kelimesi «vasi tayin etmek» ve «birşey vasiyet etmeyi» kapsar. «Falan kimseye vasiyet
etti» denilince, «onu kendisine vasi tayin etti» manasına gelir. Bunun isim şekli «vesâyet»dir ve
ileride müstakil bir babda gelecektir.
«Falan kişiye vasiyet etti» sözü, «ona vasiyet yoluyla temlik etti» manasınadır. Buna göre vasiyet,
ister bir nesne ister para olsun ölümden sonraya izafe edilen temliktir.
Ben derim ki: Borcu ikrâr gibi şeylerin bu tariften çıkması için bu temlikin teberru yoluyla olduğunu
ylemek gerekir. Zira ileride geleceği üzere borç ile ikrar malın tamamından geçerlidir. Bunun
teberru yoluyla temliki vasiyetin Allah'ın hakkından dolayı vacip olmasına ters değildir. Bunu düşün.
Vasiyet, Mücteba'daki ifadeye göre dört kısımdır. Üzerinde borç olan zekâtın, keffâretin, tutamadığı
orucun ve kılamadığı namazın fidyelerinin vasiyeti gibi vâcip olanlar, bir zengine yapılan vasiyet
gibi mübah olanlar, fâsığa yapılan vasiyet gibi mekruh olanlar ve bunların dışındaki müstehab
olanlardır.
Ana-baba ve yakınlara vasiyette bulunmak vacip değildir. Çünkü Bakara Sûresi'ndeki vasiyet âyeti,
Nisa Sûre'sindeki miras âyetiyle neshedilmiştir. Vasiyetin sebebi teberruların sebebidir. Şartları ise
şunlardır;
1 - Vasiyet eden kimse temlike ehil olmalıdır. Buna göre çocuğun, delinin ve mükâtep kölenin
vasiyeti caiz değildir. Ancak mükâteb bir köle yapmış olduğu bir vasiyeti azad edilmesine izafe
ettiği takdirde vasiyet sahih olur. Nitekim ileride gelecektir.
2 - Borcunun vasiyetini kapsamaması gerekir. Zira ödemede borç vasiyetten önce gelir. Nitekim
ileride bu da gelecektir.
3 - Vasiyet edilen kimse vasiyet anında sağ olmalıdır. İster hakikaten sağ olsun ister takdiren sağ
olsun, değişmez.ylece ana karnındaki bebe de «mûsâ leh» (vasiyet edilen) in kapsamına girer.
Bununla Şurunbulâliye'nin itirazı geçersiz olur.
4 - Musâleh (vasiyet edilen kimse) ölüm anında varis ve kâtil olmamalıdır.
Vasiyet edilen kişinin malum olması şart mıdır? Ben derim ki: İbnu Sultan ve diğerlerinin gelecek
bâbda zikrettiklerine göre evet şarttır.
5 - Vasiyet edilen şeyin akid türlerinden herhangi biriyle ölümden sonra temliki kabul edecek bir
nesne olmalıdır. Bu nesne ister mal olsun ister bir menfaat. ister hâlen mevcut olsun isterse,
olmasın... farketmez.
6 - Vasiyet edilen şey mirasın üçte biri kadar olmalıdır.
İ Z A H
Musannıfın vasiyetler bahsini kitabın sonuna olmasının uygunluğu açıktır. Çünkü insanın
dünyadaki hallerinin sonuncusu ölümdür. Vasiyet de ölüm vaktindeki bir muameledir. Vasiyetin.
cinayetler ve diyetlere fazlaca bir ihtisası vardır. Zira cinayet, bazan vakti vasiyetin vakti olan ölüme
götürür. İnaye.
Burada vasiyetin sonucu konu olduğunu söylemek nisbîdir. Yâni oradan evvelki bahislere nispetle
sonuncudur. Evet, buraya göre nisbîdir ama Hidaye'deki tertibe göre hakikaten sonuncu bahistir.
Zira Hidaye'de feraiz bahsi yer almamıştır. Ancak Hidaye'de de vasiyet bahsinden sonra hünsâ
bahsi zikredilmiştir. Buna göre, Hidâye'de de nisbîdir. Nitekim Tûrî deyle ifade etmiştir.
«Vasiyetler kelimesi, vasi tayin etme ile, birşey vasiyet etmeyi de kapsar.» Muğrib'te şöyle
denilmiştir: «Falan kişi Zeyd'e şu konuda vasî tayin etti» ve «falan şeyi de vasiyet etti» denilir.
«Vesât» ve «vasiyet» kelimelerinin her ikisi de masdar manasında isimdirler. Sonra «musâbihe
(vasiyet edilen mal) de «vasiyet» ve «visayet» denildi.
Bazı âlimlere göre de «isâ», bir şahsın birisinden hayatta iken kendisi bulunmadığında ve
ölümünden sonra birşey yapmasını talep etmesine denir.
Zihâr hadisinde şöyle denilmiştir: «Amcanın oğlu hakkındaki hayırlı vasiyetimi kabul et!...»
«Buna göre ilh...» Bu, musannıfın «ben ona vasiyet yoluyla temlik ettim» anlamındaki sözünden
çıkartılan bir tali meseledir.
«İster bir nesne ister parça olsun ilh...» Minah ve başka eserlerin ifadeleri ise «ister bir nesne ister




bir menfaat olsun» şeklindedir. H.
«Teberru yoluyla ilh...» Yani teberru yoluyla temliktir. Bu koydı Zeylai, Nihaye'ye uyarak zikretmiştir.
«Borç ile ikrâr gibi şeylerin bu tariften çıkması için». Yâni bir yabancıya borcu olduğunu ikrar...
Bunda da itirazî bir görüş vardır: Âlimlerimizden, ikrârın temlik değil de bir ihbar olduğuna
hükmedenler bu meseleyi kendilerine delil olarak almışlardır. Zîra eğer ikrâr temlik olsay
Kitabu'l-İkrar'da izah ettiğimiz gibi malın tamamından geçerli olmaması gerekirdi. O zaman, borcu
ikrarın tariften çıkmasına gerek kalmazdı, çünkü zaten dahil olmadı.
Meselenin tahkiki şudur: «teberru» kaydı, satış ve icare gibi karşılıklı mülk edinmelerin vasiyet
tarifinden çıkması içindir.
Musannıf «ölümden sonrayla izafe edilen» sözüyle de hibe ve hibeye benzer şeyleri tarifin dışında
tutmuştur. Zira hîbe teberru yoluyla ama peşin temliktir.
«İleride geleceği gibi ilh...» Yani hastalık anında köle azad etme babının başında gelecektir.
«Zıt değildir ilh...» Şârih'in bu sözü, teberru yoluyla temliktir» sözünden doğabilecek sorunun
cevabıdır. Bu sorunun takriri açıktır. Şârih «bunu düşün» sözüyle cevabın inceliğine işaret etmiştir.
Zira Allah Teâlâ'nın hakkı için vacip olan şey ölümle düşünce teberrua benzer kî o zaman da
kulların borcu gibi olmaz. H.
Ben derim ki: Bu, teberrudan murad; dilerse yapacağı diterse de terkedeceği şey olduğu takdirde,
yledir.
Bizim takdim ettiğimize göre teberrudan murad bir ivaz karşılığında olan değil, meccânen olandır.
Bununla yukardaki sual kendiliğinden ortadan kalkar.
«Vasiyet, Mücteba'da olan ifadeye göre ilh...» Müctebâ'nın ibaresi şöyledir: «Vasiyet dört kısımdır:
Vediaların ve meçhul borçların sahiplerine verilmelerini vasiyet gibi vacip olan vasiyet, keffaretlerin
ve namaz, oruç ve benzerlerinin fidyelerinin verilmelerini vasiyet etmek gibi müstehap olan vasiyet,
yabancılardan ve akrabalardan zengin olanlara vasiyet etmek gibi mübah olan vasiyet, fısk ve isyan
ehline yapılan vasiyet gibi mekruh olan vasiyet.»
Bedâî'de ifade edilene göre bunda düşündürücü bir durum vardır. Zira kişinin üzerine farz olan hac.
zekat ve vâcip olan keffâretleri vasiyet etmekde vacip olan vasiyetlerdendir. Şurunbulâliye.
Zeylaî de Bedaî'deki görüşe göre hüküm vermiştir. Mevahib'te de, borçluya Allah'a veya kullara
ödemesi gereken şeyleri vasiyet etmesinin vacip olduğu söylenmiştir. Musannıf da Müctebâ'daki
hükme muhalefet ederek bu görüşe katılmıştır. Zira Müctebâ sahibi Allah hakları ile kul haklarını
ayırmıştır. Yukarda geçen Allah hakkı için vacip olan şey ölümle düşer» sözü Allah hakkı olarak
vacip olan şeyin, vacip olmamasına delâlet etmez. Zira burada «ölümle düşer» sözünden murad
«edasının düşmesi» dir. Yoksa o vacip, onun zimmetindedir. O zaman Şârih'in «Müctebâ'daki
ifadeye göre» sözü yani taksim itibariyle... Düşün.
«Bir zengine yapılan vasiyet gibi mübah olan ilh...» Zengine yapılan vasiyet, bundan Allah'a yakınlık
kasdedilmediği zaman mübahtır. Ama eğer zengine ilim ehli veya salih bir kişi olduğu için veya
uzaklaşmış bir akraba olduğu için yada ailesi kalabalık olduğu için vasiyet etse, uygun olan bunun
da mendub olmasıdır. Düişün.
«Fâsıka yapılan vasiyet gibi mekruh olan ilh...» Musannıfın bu sözüne Sahihû'I-Buharî'deki şu hadis
itiraz olarak varid olur: «Umulur ki zengin ibret alır ve sadaka verir. Hırsız onunki hırsızlıktan,
zaniye de zinadan kaçınırlar.»
Buna göre musannıfın muradı, fısk ehline yapılan vasiyetin mekruh olmasının vasiyet edenin
vasiyet edileni fısk ve fucûr için sarfedeceğini zannetmesi halindedir. Rahmetî.
Ben derim ki: Geçen ifadenin zahiri fasıka yapılan vasiyetin salih olmasına delalet eder şu kadar
var ki, akrabalara vasiyet bâbımın sonunda kabri sıvamayı vasiyetin batıl olma hükmüne, «mekruh
olan şeyi vasiyettir» sözünün gerekçe gösterildiği gelecektir. Bu bahsin tamamı da orada gelecektir.
«Bunların dışında olan vasiyet de müstehab olandır.» Yani vasiyet'e, onu iptal edecek birşey âriz
olmadığı zaman...
«Vacip değildir.» Bu söz ana-babaya ve akrabalara, vâris olmadıkları takdirde, Bakara Suresi'ndeki
ayetten dolayı vasiyetin vacip olduğuna hükmedenleri reddetmektedir. Ayet Allah Teâlâ'nın şu
sözüdür: «Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır bırakacaksa, anaya, babaya, yakınlara uygun
bir biçimde vasiyet etmek, Allah'tan korkanlar üzerine farz kılınmıştır.»




Nisa Suresi'ndeki ayetten murad miras ayetidir.
Buharî Sahîh'inde Atâ ve İbnu Abbas'tan (r.a.) rivayetle demiştir ki: «Kişi ölünce malı evladına kalır,
ana-babasına da vasiyet olurdu. Allah Teâlâ bunu en güzeli ile neshetti. Erkeğe iki kadının payını
verdi ve ona ana- babadan herbirine de ölen çocuklarının mallarından altıda birlni verdi.»
Sunen'de Ebû Umâme'ye isnadla şöyle rivayet edilir: Ebû Umâme demiştir ki: «Resulullah'ı; «Allah
Teâlâ her hak sahibine hakkını yermiştir. O halde vârise vasiyet yapılmaz.» derken duydum.
Bu rivayeti Tirmizî ve İbnu Mâce'de kitaplarında zikretmişlerdir. Tirmizi; «bu hadis hasendir»
demiştir.
Bu hadis meşhur bir hadistir, ümmet bunu benimseyerek telakki etmiştir. Bize göre Kitâbın kitapla
neshedilmesi caizdir. İtkanî.
«Vasiyetin sebebi teberruların sebebidir» Bu sebep de; dünyada hayır ile anılmayı kazanmak,
âhirette de yüksek derecelere ulaşmaktır. Nihâye. Bu da müstehap olan vasiyettedir. Vâcip olan
vasiyetin sebebine gelince açık olan şu ki: onun sebebi edânın sebebidir. O da Allah Teâlânın, o
vâciplerin edası hususundaki hitâbıdır.
Hakikaten fukaha da, bir ibadetin edası ne ile vacip ise kazasının da onunla vâcip olduğunu
ylemişlerdir.
«Temlike ehil olmalıdır ilh...» Evlâ olan Nihaye'nin «teberrua ehil olması» sözüdür.
«İlerde geleceği gibi ilh...» Yani bir yaprak kadar sonra...
«Borcu vasiyetini kapsamamalıdır ilh...» Ancak alacaklılar vasiyet eden kişiyi alacaklarından ibrâ
ederlerse o zaman vasiyet edebilir. Kuhistanî.
«ileride geleceği gibi ilh...» Yani biraz sonra metinde gelecektir.
«Vasiyet anında ilh...» Ben derim ki: Tatarhâniye'de şöyle denilmiştir: «Eğer vasiyet edilen kişi
vasiyeti hak edecek kişilerden muayyen birisi ise vasiyet günündeki icabın sıhhatine itibar edilir.
Muayyen bir kimse olmadığı zaman vasiyet eden kişinin öldüğü vakitteki icabın sıhhatine itibar
edilir.
0 zaman, malının üçte birini falan kişinin çocuklarına vasiyet etse ve onların isimlerini söylemediği
gibi işaret de etmese o vasiyet, vasiyet edenin ölümü vaktinde o çocuklardan mevcut olanlarındır.
Onların ismini vermiş olsa veya onlara işaret etse o zaman vasiyet ettiği bunlarındır. Hatta eğer
onlar ölseler vasiyet batıl olur. Çünkü vasiyet edilen kimse muayyendir. Dolayısıyle vasiyet
günündeki icâbın sıhhatine itibar edilir. Özetle... »
«Ana karnındaki bebek «vasiyet edilen»in kapsamına girsin». Yani ona ruh verilmeden önce... Zira
ruh verildikten sonra hakikaten hayattadır. H.
«Şurunbulâllye'nin itirazı ilh...» Zira Şurunbulâliye'de şöyle denilmiştir: «Buna ana karnındaki
cenine vasiyyet vârid olur. Çünkü cenine yapılan vasiyette onun canlı olması değil mevcudiyeti
şarttır. Çünkü ruh onun cansız olarak bulunduğu bir vakitten sonra verilir. H.
«Vâris olmalarıdır» Yani eğer başka bir varis olursa, sahih değildir. Ama şayet başka bir varis
yoksa vârise vasiyet etmek sahihtir. Meselâ:
karıkocadan biri başka bir varis olmadığında, birisi diğerine vasiyette bulunsa vasiyeti sahihtir.
Nitekim ileride gelecektir.
«Ölüm anında ilh...» Yani vasiyet vaktinde değil... Hatta kardeşi varisi olduğu halde, ona malından
vasiyet etse sonra da bir oğlu olsa, kardeşine yaptığı vasiyet sahihtir. Ama eğer oğlu olduğu halde
kardeşine birşey vasiyet etse ve sonra kendi ölümünden evvel oğlu ölse vasiyeti batıl olur. Zeylai.
«Kâtil olmamalıdır.» Yani hattaen veya kasden öldürende olduğu gibi bizzat öldürme fiilini işlemiş
olmamalıdır. Mütesebbib ise, bunun aksinedir. Zira o hakikatte kâtil değildir. Bu, ortada başka bir
varis bulunduğu ve katil mükellef olduğu takdirdedir. Aksi halde vasiyet sahihtir. Eğer katil çocuk
veya deli ise o zaman kâtile vasiyet yine sahihtir. Nitekim tafsilatı yakında gelecektir.
«Mûsâ leh'ûn malum olması şart mıdır?» Yani «Zeyd» gibi muayyen bir şahıs veya miskinler gibi
muayyen bir gurup olması şart mıdır? O halde eğer «Ben malımın üçte birini falan kişi için veya
falan kişiye vasiyet ettim» dese, İmam'a göre bu vasiyyet cehaletten dolayı batıldır. Nitekim
musannıf da bunu zimminin vasiyetleri bahsinden hemen önce zikredecektir.
Velvâliciye'de şöyle denilmiştir: Bir kadın benim adıma bir cariyeyi şu kadar para ile azad edin ve
ona malımın üçte birinden de şu kadar verin» diye vasiyet etse; eğer cariye belirli ise her iki vasiyet




de caizdir. Aksi takdirde mal ile yapılan vasiyet değilde azad konusundaki vasiyet caizdir. Ancak
malın verilmesini vasisine havale ederek. «arzu edersen ona malın üçte birinden de ver» derse caiz
olur. Zira İmam Muhammet; cariyesinin, onun seveceği kimseye satılmasını vasiyet eden kimse
hususunda şöyle demiştir: varisler o cariyenin, sevdiği kişiye satılması hususunda zorlanırlar. Eğer
cariyenin sevdiği kişi onu kıymeti kadarıyla almaktan kaçınırsa vasiyet eden kişinin malından üçte
bir miktarı kadar cariyenin kıymetinden düşülür. Özetle...
Ben derim ki: İmam Muhammed'in bu söylediklerinden, vasi muhayyer bırakıldığında, meçhul bir
kimseye vasiyet etmenin sahih olduğu anlaşılır. Bunun delili ise açıktır. Zira bu meçhuliyet
münazaaya vesile olmaz. Zira o. muhayyer olan kişinin vereceği kimseyi seçmesi ile ortadan kalkar.
Ama «filan kişiye» veya «Zeyd'e veya Amr'e» dese böyle değildir. Düşün.
«İterse mevcut olmasın ilh...» Yâni akidlerden herhangi birisiyle temlike kâbil olması... Nihâye'de
denilmiştir ki: İşte bundan dolayı biz her ne kadar musabihi yok olsa bile, bu sene veya ebediyyen
meyve verecek bir hurmalığın hurmalarını vasiyet etmenin caiz olduğuna hükmettik. Çünkü bu
vasiyet eden kimse hayatta iken müsakât akdiyle temliki kabul eder. Koyunların doğuracağı
kuzuları vasiyet etmenin ise istihsânen caiz olmadığına hükmettik. Zira bu o, vasiyet eden hayatta
iken akitlerden herhangi birisiyle temliki kabul etmez.
Kuhistanî'de denilmiştir ki: «Vasiyet edilen nesne ister belirli, ister belirsiz olsun, vasiyet eden
kimsenin malının bir kısmında şâyi ise vasiyet anında mevcut olması şarttır. Eğer malın hepsinde
şâyi ise, o zaman ölüm anında mevcut olması şarttır. Mesela bir kişi, sürüsünden bir keçiyi veya
malının tümünden bir keçiyi vasiyet etse o zaman keçinin. birinci durumda (sürüdeki keçiyi vasiyet
etmesi) vasiyet anında, ikinci durumda ise ölüm anında mevcut olması şarttır. Bunun benzeri
Tatarhâniye'de vardır. Bahsin tamamı aşağıdaki bâbda gelecektir.
«Vasiyet edilen şey mirasın üçte biri kadar olmalıdır.» Yani eğer varisi bulunsa ve o da üçte
birinden fazlasının vasiyetine icazet vermezse... Bizim bu takririmizle bu şartlardan bazıları lüzum
şartı olup başkasının hakkından dolayı beklemez. Dolayısıyla onun icazeti ile geçerli olur. Bazıları
ise sıhhat şartlarıdır.
M E T İ N
Vasiyetin rüknü ise «falan kişiye şunu vasiyet ettim» ve vasiyette kullanılan lafızlardan bunun
yerine kullanılan herhangi bir lafızdır.
Bedai'de şöyle denilmiştir: «Vasiyetin rüknü icap ve kabuldür. İmam Züfer ise «yalnız icaptır»
demiştir.»
Ben derim ki: Kabulden murad, hem sarih hemde delaleten olan lafızları kapsar. Delâleten kabul.
Musa lehin vasiyeti edileni kabul etmeden vasiden sonra ölmesidir. Nitekim ileride gelecektir.
Vasiyetin hükmü vasiyet edilen şeyin hibeden olduğu gibi Musa lehe yeni bir mülk olmasıdır. Buna
göre vasiyet edilen câriyede istibra (efendisinin kendisi ile bir hayız görünceye kadar ilişki
kurmaması) gerekir.
Bir mani yoksa yabancı birine üçte birini vasiyet etmesi caizdir.
Vâris buna icazet vermese bile caiz olur. Ama üçte birden fazlasını vasiyet etmek caiz değildir.
Ancak vasiyet edenin ölümünden sonra varisler büyük oldukları halde üçte birinden fazlasına izin
verirlerse o zaman caiz olur. Vasiyet eden hayatta iken varislerin icazetine itibar edilmez. Vasi
öldükten sonraki icazet müteberdir. Yani birisinin varis olup olmadığına itibar etmek vasiyet anında
değil ölüm anındadır. Bu durum ölüm hastasının, varisine bir şey ikrar etmesinin aksinedir.
Malın üçte birinden azını vasiyet etmek menduptur. Vasiyet eden kimsenin varisleri zengin olsalar
veya alacakları miras ile zengin olacak olsalar bile... bu böyledir. Hiç vasiyette bulunmamak da
varisler zengin değilseler ve mirastan hisselerine düşecek olanla zengin olmayacakları durumda
menduptur.
Zira varisler zengin olmadıklarında vasiyeti terk edip, malını varislerine bırakması hem sıla-i rahim
hemde sadakadır.
Vasiyet borçtan sonraya ertelenir. Çünkü kul hakkı öncedir. Müstemen gibi, hükmen de olsa varisi
olmayan kişinin, malının hepsini vasiyet etmesi sahihtir. Çünkü buna mani yoktur.
Bir kimsenin malının üçte birini kölesine vasiyet etmesi ittifakla sahihtir. Bu vasiyet kölesinin
azadını vasiyet etmek olur. Eğer kölesinin azâdı malın üçte birinden karşılanabilirse güzeldir. Ama
eğer üçte birinden karşılanamıyorsa o zaman kıymetinden geri kalan miktar karşılığında çalışır.




Şayet malın üçte birinden birşey artarsa o kölenindir.
Mürsele olan dirhem veya dinar ile vasiyet etmek esah olan kavle göre sahih değildir . Nitekim
eşyalarından belirsiz birisini vasiyet etmesi de sahih değildir.
Mürsele'nin manası izah kısmında gelecektir.
Mükâteb veya müdebber kölesine veya ümmü'l-veledine vasiyet etmek istihsanen sahihtir. Ama
varisinin mükatebine vasiyetti sahih değildir.
Ana karnındaki bebeğe veya ana karnındaki bebeği vasiyet etmek sahihtir. Cariyenin veya hayvanın
karnındaki cenini falan kişiye vasiyet ettim» sözü ana karnındaki bebeği vasiyettir... Sonra, bu
vasiyet ancak o cenin altı oydan erken doğduğu zaman sahih olur. Bu, hamile kadının kocası sağ
olduğu takdirdedir. Ama eğer ölmüşse ve o cariye vasiyet anında iddet bekliyorsa o zaman iki
seneden önce doğduğu takdirde sahihtir. Zira eğer iki seneden evvel doğarsa nesebi sabit olur.
İhtiyar ve Cevhere.
Cenîne ve cenîni vasiyet hususunda insanlarla hayvanlar arasında bir fark yoktur. Buna göre eğer
falan kişinin hayvanına karnındakine infak edilmek üzere vasiyet etse vasiyeti sahihtir.
İnsan için hamlin en az müddeti altı ay, fil için onbir sene deve, at ve eşek için bir sene, sığır için
dokuz ay, koyun için beş ay, kedi için iki ay, köpek için kırk gün ve kanatlı hayvanlar için de yirmi
bir gündür. İstifâ'ya isnaden Kuhistâni.
Nihâye'de şöyle denilmiştir: «Vasiyet edenin ölümünden itibaren altı aydan evvel...»
Kâfî'de de eğer vasiyet cenin için yapılıyorsa vasiyet anından itibaren altı aydan evvel. eğer cenini
vasiyet ise o zaman vasiyet edenin ölümünden itibaren altı aydan evvel olduğunu ifade eden bir
ibare vardır.
Kenz'de de buna, şu ilave edilmiştir: Cenîne hibe etmek sahih değildir. Çünkü kabz
gerçekleşmediği gibi adına kabzetmek için cenîn üzerinde kimsenin velâyeti de yoktur. Zeyklai ve
diğerleri.
öyleyse cenînin babası, ona vasiyet edilen bir şeyi kullanarak sulh yapsa caiz değildir. Çünkü
babanın cenîn üzerinde velâyeti yoktur.
Ben derim ki: Bununla. fetvâsı istenilen bir hâdise cevabı bilinmiş oldu. O hâdise şudur: Vâsi.
hakimin seçtiği bile olsa cenîne vakfedilen bir şeyde tasarrufta bulunamaz. Aksine fakihler
demişlerdir ki; «Ne cenînin velayeti vardır, ne de herhangi bir kimsenin cenîn üzerinde velâyeti
vardır.»
İ Z A H
«Bunun yerine kullanılan herhangi bir lafızdır.» Hûniye'de şöyle denilmiştir: «Falan kişiye şunu,
falan kişiye de şunu vasiyet ettim ve evimin dörtte birini falan kişiye sadaka kıldım» dese, İmam
Muhammed'e göre bunun vasiyet olması caizdir.
Ebû Yûsuf kendisine yöneltilen bir soruya cevabında (Evimin dörtte birini falan kişiye sadaka)
kıldım, sözü vasiyet olup onda kabz ve ifraz şart değildir.» demiştir. Özetle.
Nihâye'de şöyle denilmiştir: Vasiyette kullanılan lafızlara gelince; Nevâdir'de İmam Muhammed'den
naklen şöyle denilmektedir: «Bir kişi falan kişiye bin dirhem vasiyet ettiğime şahid olun» dese, ve
«falan kişinin malımda bin dirhemi olduğunu vasiyet ettiğime şahid olun» dese, birincisi vasiyet
ikincisi ise ikrârdır.»
Asıl'da belirtildiğine göre, bir kişi «evimin altıda biri falan kişinindir» dese, bu vasiyettir. «Falan kişi
için evimde altıda bir vardır» dese bu ikrardır.
Buna göre bir kişi: «Falan için malımdan bin dirhem vardır» dese eğer bunu vasiyetini zikrederken
ylerse istihsanen vasiyet olur. Şayet falan kişi için benim malımda bin dirhem vardır» dese, bu
ikrar olur.
Vasiyetini kendi eliyle yazdıktan sonra, «Bu yazdığımda bana şahit olun» dese istihsânen caiz olur.
Ama eğer başkası yazarsa caiz olmaz. Özetle.
«Bedâi'de şöyle denilmiştir ilh..» Şurunbulâliye'de belirtildiğine göre onun ibaresi şöyledir:
«Vasiyetin rüknünde ihtilaf edilmiştir. İmam ile iki talebesi demişlerdir ki: Vasiyetin rüknü icap ve
kabuldür. İcap vasiyet edenden, kabul de musa lehdendir. Bunların her ikiside beraber
bulunmazlarsa rükün tamamlanmaz. Dilersen, vasiyetin rüknü. vasiden icap, musalehten de
reddetmemektir, diyebilirsin. Reddetmemesinden maksat; onun reddinden ümidin kesilmesidir. Bu




tarif meselelerin tahrici için daha kapsamlıdır.
İmam Züfer ise: «vasiyetin rüknü yalnızca, vasiyet edenin icabıdır.»demiştir.
Musannıfın sözü. Hidaye şerhlerine uyarak, kabulün rükün değil de şart olduğuna işaret etmektedir.
Bedayi'deki ifade ise fukahanın satım ve benzeri diğer akitlerde zikrettiklerine uygundur. ki bu da
icap ve kabulün her ikisidir.
«Ben derim k»: ilh...»Bu ifade Şurunbulâliye'de Hulâsa'ya isnad edilmiştir. Zâhir olan şudur:
kabulden murad reddin olmadığına delalettir. Bu da bizim Bedai'den naklettiğimiz «Dilersen...»
sözü ile aynı manadadır.
Sonra kabul veya redde muteber olan ölümünden öncesi değil sonrasıdır. Nitekim ileride gelecektir.
«Vasiyet edileni kabul etmeden ölmesidir» Bu söz metinde geçen «detâleten kabul»u tasvir
etmektedir. Cenîne vasiyet etmek de bunun benzeridir.
Mûsa lehlerin fukara gibi muayyen olmaması hususu ise izah edilmemiştir. Zahir olan şu ki: Burada
kabul şart değildir veya delâleten mevcuttur. Düşün.
«İleride geleceği gibi ilh...» Böyle olması mûsa leh içindir. Vasî açısından ise onun dört kısım
olduğu geçmişti. Bu Şurunbulâliye'de de ifade edilmiştir. Tahtavi demiştir ki: Orada belirtildiğine
göre buradaki hükümden murad birşey üzerine terettüp eden eserdir. Geçmiş olandakinden murad
ise sıfat ile tabir edilendir.
«Mâni olmadığı zaman ilh...» öldürmek. harbi olmak. borcun malın üçte birini kapsaması veya
benzerleri gibi...
«Ama üçte birden fazlasını vasiyet etmek câiz değildir» O zaman, eğer üçte birden fazlasını vasiyet
etse ve sadece kendisine red yapılan bir varis olsa, o fazlalığa icâzet verse geri kalan kendisinin
olur.
Eğer red yapılmayan bir varis icâzet verirse mirastaki hissesini geri kalandan alır. Hissesinin fazlası
da hazineye kalır.
Buna göre birisi malının üçte ikisini Zeyd'e vasiyet etse karısı da icazet verse o zaman karısı
üçtebirin dörtte birini yani malın onikide birini alır. Buna göre hazineye (onikide) üç, Zeyd'e de
(onikide) sekiz düşer. Bu bahsin Saihanî'nin İbnu Şıhne'nin feraiz hususunda yazdığı
manzumesinin şerhinde vardır. Eğer karısı icâzet vermese. vasiyet eden ister ona da vasiyet etmiş
olsun ister vasiyet etmiş olmasın. bu durum Cevhere'de izâh edilmiştir.
«Ancak vasiyet edenin ölümünden sonra varisler üçte birinden fazlasına izin verirlerse caiz olur»
Yani ne kadar vasiyet ettiğini bilmelerinden sonra... Ama eğer bir çok şeyler vasiyet ettiğini ama
miktarını bilmeseler ve «ona icazet verdik» deseler onların icazetleri sahih değildir. Hâniye
Müttekâ'dan.
Sâihâni Makdisî'den şunu nakletmiştir: Eğer varislerden birisi vasiyetin malın üçtebirinden
fazlasına icazet verse o zaman varislerin hepsi icâzet verdikleri takdirde hissesine düşecek mikdar
kadarı o adamın hissesinden caiz olur. Hatta, bir kişiye malının yarısını vasiyet etse ve iki eşit
varisten birisi ona icazet verse, o zaman icâzet veren geri kalanın dörtte birini, öbürü üçte birini
musa leh de malın tamamının üçte birini ve icâzet veren kişinin payından on ikide birini alır. Bunun
benzeri Gâyetü'l-Beyandadır.
BİR UYARI:
Ölümden sonra icâzet sahih olduğuna göre, hakkındaki vasiyet için icazet verilen kişi bize göre
kendisine vasiyet edilen şeye tarafından malik olur. Şafiî'ye göre ise icazet veren tarafından mâlik
olur. Nitekim Zeylâî'de de böyledir ki gelecek bâbın sonunda açıklaması gelecektir.
«Vasi hayatta iken varislerin icazetine itibar edilmez» Çünkü icâzetleri. o hak kendileri tein sabit
olmadan öncedir. Çünkü hakkın onlar için sabit olması vasiyet edenin ölümünden sonradır. Çünkü
onlar ölümünden sonra daha önce verdikleri icazeti reddedebilirler. Ölümden sonraki icazet ise
yle değildir. Bunu reddedemezler. Çünkü o icâzet hak kendileri için sabit olduktan sonradır.
Bunun tamamı Minah'tadır.
Bezzâziye'de. vasiyette icâzetin ölümden önce değil ölümden sonra muteber olduğu söylenmiştir.
Ama âzad gibi vasiyetin kuvvetlendirilmesini ifade eden tasarruflar ölüm hastalığındaki vasiden
sâdr olsa ve varis ona ölümden önce icazet verse. bu hususta imamlarımızdan herhangi bir rivayet
yoktur.




İmam Alaaddin es-Semerkandi şöyle demiştir: «Hasta, kölesini azad etse ve ölümünden evvel varis
de buna razı olsa köle hiçbirşey için çalışmaz. Çünkü fukaha, yaralının varis yaralayanı affettiği
takdirde sahih olduğunu ve yaralı kimsenin ölümünden sonra da onu dava etmeye malik olmadığını
açıkça söylemişlerdir.
«Yani birsinin varis olup olmadığına itibar etmek ilh...» En uygunu bunu müstakil bir mesele kılmak
ve«ve» ile tabir etmesiydi. T. Ben derim ki: Herhalde Şârih bunu zarfı -ki o da ölümünden sonra
sözüdür- kendisinde «icâzet verseler» ve «varisleri» sözlerinden her ikisini de müteallik kılmak
suretiyle. musannıfın sözünden aldığına işaret etmiştir. Bunda da kapalılık olduğu için. yani «lafzını
kullanmıştır».
«Vasiyet anında değil ölüm anındadır.» Zira vasiyet ölümden sonraya izafe edilen bir temliktir. Buna
da, vakti olan ölüm anında itibar edilir. Zeylai. Biz bu husustaki feri meseleyi Zeylaî'den naklen
takdim ettik.
«Bu durum ölüm hastasının varisine bir şey ikrar etmesinin aksinedir». O zaman, onun varis olup
olmamasına itibar etmek ik'rar anında söz konusudur. Hatta varisi olmayan birisine ölüm hastası
b}r şey ikrâr etse ikrar ettiği kişi ikrardan sonra varisi olsa bile caizdir. Şu kadar var ki varisliğin
ikrardan sonra yeni bir sebeple ortaya çıkması şarttır. Mesela; yabancı bir kadına birşey ikrar etse
sonra da o kadınla evlense ikrarı caizdir. Bunun aksine eğer bir mani olduğu halde ırsiyet sebebi
mevcut olup sonra o sebep ortadan kalksa o zaman vasiyet ve hibe gibi, ikrarı da iptal eder. Kâfir
veya köle olan oğluna birşey ikrâr ettikten sonra oğlunun müslüman olması veya azad edilmesi
buna misaldir. Nitekim bu bahis ileride metin olarak gelecektir.
Zeylaî ve başka müelliflerin Nihâye'ye uyarak zikrettikleri meseleye gelince : Bir kişi köle olan
oğluna birşey ikrar etse oğlunun vâris olması ikrardan sonra yeni bir sebepledir. Hem de mana
olarak o ikrâr. köle olan oğlunun yabancı olan efendisine ikrardır. O zaman Zeylaî ve diğerlerinin
zikrettikleri bu meseleyi allâme itkana «o bir sehv olup nakli sahih değildir. İmam Muhammed
Câmiu's-Sağir'de nassen bunun aksini zikretmiştir.» sözüyle; reddetmiştir.
Ben derim ki; Zeylaî ve diğerlerinin zikrettikleri bu mesele, aynı zamanda metinlere de muhaliftir.
Çünkü ileride de geleceği gibi bu durumda varisliğin yeni bir sebeple oluşunda itiraz edilecek bir
nokta vardır.
Evet Hidâye'de «eğer ikrar ettiği köle olan oğlu borçlu değilse ikrârı sahihtir, aksi halde sahih
değildir» diye zikredilmiştir. İleride gelecektir. Düşün.
«Vârisleri... zengin olsalar bile ilh...» Şârih, «bile» sözü ile vârislerin zengin olmadıkları, veya
alacakları mirasla zengin olmayacakları durumda da üçte birden azı ile vasiyetin yine müstehab
olduğuna işaret etmiştir. Ve öyledir. çünkü Hidâye'de şöyle denilmiştir: «Malın üçte birinden azını
vasiyet etmek müstehabdır. ister varisleri zengin olsunlar ister fakir olsunlar farketmez. Zira
üçtebirden azını vasiyet ettiği zaman malını yakınlarına bırakmakla sıla-i rahim yapmış olur. Ama
üçtebirini vasîyeti bunun aksinedir. Çünkü o durumda hakkını tamamlamış olur ki, artık yakınlarına
malı ile sıla-i rahim yapması söz konusu olmaz. Bir de şu var: vasiyetin üçte birden azı mı daha
evlâdır yoksa hiç vasiyet etmemekmi? Fukaha bu hususta şöyle demiştir: Eğer varisler fakir olup
alacakları miras ile de zengin olmuyorlarsa vasiyeti terk etmek evlâdır. Zira bunda akrabalara
sadaka vardır. Resülullah (s.a.v.) de: «Sadakanın en efdali uzaklaşan yakın akrabaya verilendir»
buyurmuştur.
Akrabaları fakir olduğunda vasiyeti terketmekle onların hem fakirlik hemde akrabalık haklarına
riayet edilmiş olunur.
Eğer akrabaları zengin iseler veya mirastan alacakları hisseleri ile zengin alacaklarsa o zaman
vasiyet etmek daha evlâdır. Çünkü yabancıya sadaka etmiş oluyor. Vasiyeti terk ise kendi hakkı
olan üçte biri yakınlarına hibe etmektir. O zaman, birincisi daha evladır. Çünkü vasiyet ile Allah'ın
rızasını talep etmektedir.
Bu konuda bazı âlimler tarafından da şöyle denilmiştir: «Kişi vasiyette muhayyerdir. Çünkü vasiyet
de vasiyeti terk de faziletli işleri kapsarlar ki. birisi sadaka diğeri de sıla-i rahimdir.» Hidâye'nin
ketâmı burada bitmiştir.
Bu meselenin özeti şudur: Üçte birin tamamını vasiyet etmek uygun değildir. Müstehab olan,
mutlak, olarak üçte birden noksan olmasıdır. Zira Peygamber (s.a.v.) üçte biri de çok görerek «üçte
bir de çoktur» buyurmuştur. Şu kadar var ki varisler fakir oldukları zaman üçte birden azını vasiyet
etmek her nekadar müstehab ise de, ondan daha evlası da vardır. O da vasiyeti tamamen
terketmektir. Zira müstehabın dereceleri farklıdır. Sünnet. mekruh ve diğerinin de dereceleri de




farklıdır. işte bu izahla açıklamış oldu ki, muhakkik olan Şârihin «bile» sözünü eklemesi Hidaye'ye
uygun olmuştur. Bunu anla.
«Kuhistânî'de denilmiştir ki: «Mal az olduğu zaman. Ebû Hanife'nin dediği gibi, vasiyet etmek
uygun değildir. Bu tafsilat vasiyet edenin çocukları yetişkin oldukları zamandır. Eğer çocukları
küçük iseler vasiyeti mutlak olarak terk etmek -seyheynden rivayet edilen hadîse binâen- daha
efdaldir. Kâdıhan'da da böyle denilmiştir.»
Bu tafsilat ancak çocuklar yetişkin oldukları zamandır, ama eğer küçük iseler. zengin ofsalar bile
vasiyeti terkedip malı onlara bırakmak efdaldir.
BİR UYARI: ««
Havî'l-Kudsî'de şöyle denilmiştir: «Vârisi olmayıp borcu da bulunmayan kimse için evlâ olan, bizzat
sadaka verdikten sonra malının tamamını vasiyet etmektir.»
«Veya alacakları miras ile zengin olsalar bile ilh...» Yani varislerden herbiri İmam'dan nakledilen
rivayete göre» dörtbin dirhem miras alırsa zengin olur. Fütflî'den gelen rivayete göre ise herbir
varis onbin dirhem almakla zengin olur. Kuhistânî Zahîriye'den. İtkani birinci görüşü almıştır.
«Zengin olmadıkları ve mirastan hisseleri dolayısıyla zengin olmadıkları iIh...» Şarihin bu ifadesi
her iki halin beraberce bulunmasına işaret eder. Zira bunlardan birinin olup diğerinin olmaması
halinde, mendup olan, vasiyeti terketmek değil vasiyet etmektir. O zaman bu mesele evvelki
meseleye zıt olur.
«Müstemen gibi ilh...» Zira müstemen malının tamamını bir müslümana veya zımmiye vasiyet etse
caizdir. Zira vasiyete mani olmak varislerin hakkı içindir. Dârü'l-harpte de varislere hiçbir hak
yoktur. Velvâliciye. Bu bahsin tamamı zımmînin vasiyetleri bâbında gelecektir.
«Çünkü buna mâni yoktur ilh...» Bu söz, «vasiyet sahihtir» sözünün ve devamının iiletidir.
«Kölesine azâdını vasiyet etmek olur» Yani bu vasiyet onu tashih için kölenin şahsı için şahsı
vasiyet olur.
ymetinden fazlası ile sulüsü tamamlayıncaya kadar yapılan şahsiyet de yine köle içindir.
«Malın üçte birinden karşılanabilirse ilh...» Bu ifade mücmeldir. Bunun açıklaması T. nin Hindiye'de
onun da Bedaî'den naklettiği şu sözlerdir: Bir kimse malının üçte birini kölesine vasiyet etse bakılır;
eğer mal dirhem veya dinar olup. kölenin kıymetinin üçte ikisi de köleye vasiyet edilen mal kadar
ise o zaman köleye vasiyet edilen mal kölenin şahsına takas edilir. Eğer ,malda fazlalık varsa, o
köleye verilir yok eğer kölenin üçte ikisi daha fazla ise o fazlalık varislere verilir. Eğer mal ev eşyası
ise ancak varislere köle anlaştıkları takdirde takas edilirler. Çünkü cinsler muhteliftir. Bu durumda
köle. kıymetinin üçte ikisi kadar çalışır ve diğer mallarının üçte birini alır. Bu İmam'a göredir.
İmameyn'e göre ise kölenin tamamı müdebber sayılı ve diğer vasiyetlere takdim edilerek azad edilir.
Eğer terikenin üçtebiri kölenin kıymetinden fazla ise varisler o fazlalığı köleye verirler. Şayet
kölenin kıymeti üçtebirden fazla ise köle fazlalığı tamamlamak için çalışır. Özetle...
Ben derim ki: İmam ile İmameyn arasındaki ihtilaf Mecma şerhinde olduğu gibi âzâdın bölünüp
bölünmeyeceği noktasındadır.
Bedai sahibi «âzâdın diğer vasiyetlerden öne olmaması» sözüyle İmamlar arasındaki ihtilafın
semeresine işaret etmiştir. Bu semere de Azmiye'den nakledilen şu ifade ile izah edilmiştir: Kişi
kıymeti bin dirhem olan kölesine malının üçte birini ve bin dirhemin üçte ikisini de fakirlere vasiyet
etse ve öldüğü zaman da geriye köle ile ikibin dirhem bıraksa İmam'a göre kölenin üçte biri
karşılıksız olarak azâd edilir. Kölenin kıymetinin üçte ikisi de köle ile fakirler arasında eşit olarak
taksim edilir ve köle kıymetinin üçte birini fakirlere verir. İmameyn'e göre ise köle daha baştan
karşılıksız olarak âzâd edilir, fakirlere de hiçbirşey düşmez. Düşün.
Bunun zâhirine göre, bu vasiyetin, azâd ile vasiyet oluşu İmameyn'in görüşlerine göredir.
«Veya dinar ilh...» Eğer musannıf «veya dinar ile» değil de «dinar ile değil» deseydi daha açık
olurdu. Şârih'in gelecek bâbda zikredeceği gibi «mürsele dirhem» den murad üçte bir yarım ve
benzeri bir oranla kayıtlanmayan mutlak dirhemdir. Mesela «Yüz dirhem vasiyet ettim» demesi gibi...
«Mükâteb kölesine vasiyet etmesi sahihtir.» Yani mükateb köle kitâbet bedelini ödemekten âciz
olmadığı zaman... Bu acizlik efendisinin ölümünden sonra olsa bile farketmez. Ama eğer mükatep
kitâbın bedelini ödemekten âciz ise buna yapılan vasiyet mutlak köleye yapılan vasiyet hükmünde
mi olur? Bunu araştır. T.




«Veya müdebber kölesine veya ümmü'l-veledine ilh...» Zira vasiyetin geçerliliği efendinin
ölümünden sonradır. Onlar da o zaman hürdürler. T.
«Ama vârisinin mukâtebine vasiyeti sahih değildir.» Çünkü o mükateb vasinin ölümü anında varisin
mülkiyetindedir. Bu durumda vasiyet vârise yapılmış o!ur. Düşün. Kuhistânî'de şöyle denilmiştir:
«Vâsinin kölesine, müdebberine ve ümmü'l-veledine vasiyeti sahih değildir. Çünkü bu vasiyet
gerçekte varise vasiyettir. Ama, Nazım'da denildiği gibi varisin oğluna vasiyet etmek böyle
değildir...»
«Ana karnındaki bebeğe vasiyet etmek sahihtir.» Çünkü vasiyet bir yönden istihlâftır. Zira vasî onu
malının bir kısmında halef yapmıştır. Cenîni de mirasta halef olmaya uygundur. Aynı şekilde
vasiyette de halef olabilir. Vasiyetin şartının kabul olduğu cenînin ise kabule ehil olmadığı
ylenemez. Çünkü vasiyet hem hibeye hem de mirasa benzer. Hibeye benzemesinden dolayı,
mümkün olduğu zaman, kabul şarttır. Mirasa benzemesinden dolayı da, mümkün olmadığı zaman,
kabul düşer. O zaman her iki benzerlik ile de amel edildiğinde vasiyette kabul şart değildir. İşte
bundan dolayı da kabul etmeden önce mûsa leh ölse vasiyet düşer. Zeylai.
«Veya cenini ilh...» Çünkü cenînde miras câri olur. O zaman onda vasiyet de cari olur. Çünkü
vasiyet mirasın kardeşidir. ZeyIai Cenîni vasiyetin sahih olması, bebek câriyenin efendiden
olmadığı takdirdedir. İtkânî Şârih de buna işaret etmiştir.
BİR UYARI:
Fethu'l-Kadir'in lian bâbından takdim ettik ki: Cenîni vasiyet etmek ve cenîne vasiyette bulunmak
ancak anasından ayrıldıktan sonra sabit olur. O zaman do vasiyet cenîne değil çocuğa olmuş olur.
Ben derim ki: Burada kastedilen veraset ile vasiyetin hükümleridir. Yoksa onlar anasından
ayrılmadan önce de sabittirler. Buna göre Fethü'l-Kadir'in bu sözü fakihlerin bu meseledeki
sözlerine ters olmaz.
FER'İ BİR MESELE :
Zâhiriye'de şöyle denilmiştir: «Vârisler, birisine vasiyet edilen cenîni azad etseler, bu caizdir. Musâ
leh'e cenînin doğduğu gündeki kıymetini tazmin ederler.»
Ben derim ki: Bunun delili bildiğin gibi şudur: Cenîni vasiyetin hükmü ancak doğumdan sonra sabit
olur. Çünkü cenîn doğumdan evvel anasına teban varislerin mülküdür. Doğması ile de musa
lehlerin hakkı sabit olur. Halbuki varisler âzâd etmekle bu hakkı telef etmişlerdir. O zaman vârisler
cenînin doğum vaktindeki kıymetini musa lehe tazmin ederler. Düşün.
«Altı aydan erken ilh...» Zira eğer altı oyda veya daha fazla bir zaman zarfında doğarsa vasinin
ölümü anında var olması da yok olması da muhtemeldir. O zaman o vasiyet sahih değildir. Bunu
İtkani ifadâ etmiştir.
«Eğer ölmüşse ilh...» Talâkı-Bâin de ölüm gibidir. T.
Ben derim ki: Şu meselede yukardaki gibidir: Eğer vasî câriyenin hamile olduğunu ikrar eder ve
câriye de vasiyet ettiği günden itibaren iki sene içinde doğum yaparsa o zaman vasiyet onun için
sabit olur. Zira cenînin ana karnındaki varlığı vasiyet edenin ikrarı ile sabitolmuştur. Zira vasi bu
hususta itham edilemez. Çünkü vasi bu ikrara binaen hâlis hakkını o cenîne vermiştir. O hak da
terikenin üçtebiridir. O zaman bu cenîni ikrar yakinen malum olana yani altı oydan az zaman
içerisinde doğan çocuğa ilhâk olunur. Hocalarımızın hocası Kudüsü şerif müftüsü allâme
Muhammed et-Taflâtî el-Hanefi de Serahsi'nin Mebsut'undan aynı şekilde nakletmiştir.
«O zaman iki seneden önce ilh...» Yani ölüm veya talak anından itibaren iki seneden az bir zaman
içerisinde... Bu, vasiyet anından itiba altı aydan fazla olsa bile yine sahihtir. T.
«Bir fark yoktur» Yani cenîne vasiyet ile cenini vasiyetin sıhhati hususunda insanlarla hayvanlar
arasında bir fark yoktur.
«İnfak edilmek üzere ilh...» Şârih'in bununla kayıtlanmasının sebebi ileride gelecek olan «filanın
hayvanına şu samanı vasiyet etse o vasiyet bâtıldır» sözüdür. Eğer «onunla falan kişinin
hayvanlarının yemlenmeleri için vasiyet ettim» dese caizdir.
«Sahihtir.» Yanı filan kişi de kabul ettiği takdirde. İtkâm. Zira ileride geleceği gibi o vasiyet onun
içindir.
«Hamiin en az müddeti ilh...» Kuhistâni'deki ifadenin sarih şekli budur. T.
«Fil için onbir sene ilh...» Benim Kuhistâni'nin iki nüshasında gördüğüm «onbir ay» şeklindedir.




Diğer nüshalara müracaat et.
«Metinler de bu görüş üzeredir». Şârih bununla yukarda geçene itimadını ifade etmiştir. T
«Kâfi'de de ilh...» Ben derim ki: Kâfî'deki bu ifâdeye itimad etmek uygundur. Zira metin sahipleri
yukarda geçeni nasıl sarahaten söylemişlerse, hizmeti vasiyet bâbının sonunda «eğer koyunun
yününü veya hamlini vasiyet ederse» sözünü de yani ölümü anında mevcut olan hamlini» şeklinde
sarahaten açıklamışlardır. Şârih de bunu ikrâr etmiştir. Buna göre vasiyet bahsinin sonunda
sarahaten zikrettikleri buradaki mutlak ifadelerini tashih etmektedir. Anla.
«Eğer vasiyet cenîn için yapılıyorsa ilh...» Yani eğer vasiyet cenîn içinse, musa lehin vasiyet
vaktinde mevcut olmasının vasiyetin şartlarından olduğu yukarıda geçmişti. Onun varlığı da ancak
o cenîn vasiyet vaktinden itibaren altı aydan az bir zaman içinde doğduğu takdirder yakınen bilinir.
«Eğer cenîni vasiyet ise ilh...» Zira Nihaye'den naklen, vasiyet edilen mal mevcut olmadığı zaman
akitlerden herhangi birisiyle temlike kâbil olması gerektiğini daha önceylemiştik. Bundan dolayı
da kişinin koyunlarının doğuracağı kuzuları vasiyet etmesi caiz değildir.
«Kabz olmadığı ilh...» Bu. vasiyet ile hibe arasındaki farkı beyan etmektedir. Zira hibe yalnız
temliktir. Hibe ile mülk edinmek de ancak kabz ile sabit olur. Cenin ise kabza uygun değildir. Bu,
İnaye'de ifade edilmiştir. Vasiyet ise bir yönü ile temlik bir yönüyle de istihlâftır.
«Çünkü babanın cenin üzerinde velâyeti yoktur;» Zira velayetin subûtu velâyet altına alınan bakıma
ihtiyacından dolayıdır. Cenînin ise buna ihtiyacı yoktur. Üstelik cenin annesinin parçalarından bir
parça hükmündedir. Babanın başkasının cariyesi olan anne üzerinde velayeti sabit olmadığı gibi
onun bir parçası olan cenin üzerinde de velayeti yoktur. Eğer sulh yapan anne ise o do aynı
şekildedir. Zira velâyette babalık daha kuvvetlidir. O zaman velâyet babaya sabit olmayınca anneye
sabit olmaması daha evladır. Cenin ise bir yönüyle annesinden bir parça ise de hakikatte annesinin
rahmine konulan emanet bir nefistir. Bu manaya itibar edilerek hamle vasiyetin sahih olduğuna
hükmedilmiştir. Halbuki parçalara vasiyet etmek sahih değildir. Bu manadan dolayı cûziyete itibar
edilerek annenin sulhunu sahih görmek mümkün değildir. Taflâti Mebsut'tan...
«Ben derîm ki: Bununla, ilh...» Bu, musannıfın Minah'taki sözüdür. T. Hamevî'nin Eşbah haşiyesinin
«tâbî tâbîdir» kaidesinde şöyle denilmektedir: Uygun olan; «Cenîne vasiyet edilen şeyin telefinden
korkulursa velisi onu satar, eğer telef edilmesinden korkulmuyorsa bakılır, şayet hayvan ise ayni
şekilde onu satar çünkü bakımı kıymetini aşar ama vasiyet edilen şey bir akar ise o zaman
satamaz.» denilmesidir. Fıkhen bana zâhir olan budur, kaideler de bunu gerektirir.
«Aksine fukahâ demişlerdir kî: ilh...» Bu, intikâli bir idrabdır. Zira cenîn üzerinde asla velayet
olmayacağını ifade etmektedir. yle olunca artık onun tasarrufunun sahih olup olmadığından nasıl
bahsedilir.
Remlî'de: «Babanın ve vâsinin cenin üzerinde velâyetlerinin olmadığı hususunda nakiller çoktur ve
açıktır.» denilmiştir.
BİR UYARI
Hâmidiye'de bumdaki ifadeden alınarak şöyle fetva verilmiştir: Babanın cenîn üzerine vasi etmesi
sahih değildir. Ancak Eşbah'ta Kitabul-Büyû'un başında denilmiştir ki: Uygun olan, vasiyet gibi,
cenin üzerine birşey vakfetmenin de sahih olmasıdır.» Hamevî'nin Eşbah üzerine olan haşiyesinde
de şöyle denilmektedir: «Eşbah'ın «cenîn üzerine vakıf sahihtir» sözü ifade ediyor ki, cenîn üzerine
vasi tayin etmek de sahihtir». Bu da Hamevi'nin geçen bahsine uygundur. Bununla Allame
İbnu'ş-Şilbî, fukahanın «kişinin çocuklarından doğacak olanlar üzerine vakfetmesi sahihtir» sözleri
ile «vakıf vasiyetin kardeşidir» sözlerine istinad ederek fetva vermiştir.
O zaman, onlara vakfetmek sahih olduğu takdirde onlara vasiyet de sahihtir.
Ben derim ki: Bunda bir yanlışlık vardır. Zâhir olan şu ki; onların vasiyetten muradları temlik olan
vasiyettir. Vakıf da bu vasiyetin bir eşidir. Çünkü vakıf menfaatı tasadduk etmektir. Halbuki burada
söz cenîne vasi tayin etme hususundadır. Bu da âşikar olduğu gibi ona birşey vakfetmeye
benzemez.
Mevlâna Şeyh Muhammed et-Taflati'nin bu meselede bir risalesi vardır ki orada cenine birşey
vakfetmenin sahih olduğunu söylemiştir. Şu kadar var ki, bu vakıf onun doğumuna bağlıdır. Bu da
bizim Fethu'l-Kadir'den naklen takdim ettiğimizden alınmıştır. Cenîni vâris yapmak, cenîne ve
cenîni vasiyet etmek de doğumuna bağlıdır. Allah Teâlâ en iyisini bilendir.
M E T İ N




Karnındaki bebeği istisna ederek bir cariyeyi vasiyet etmek sahihtir. Zira bilindiği gibi tek başına
akde konu olabilen herşeyin, ondan istisnası sahihtir. Akde konu olmayanın istisnası ise sahih
değildir.
Müslümanın zımmiye, zımminin de müslümana vasiyetleri sahihtir. Harbîye kendi ülkesinde birşey
vasiyet, etmek ise sahih değildir. Musannıfin burada «ülkesinde» kaydını koyması mustemenin de
zımmi gibi olduğunu belirtmek içindir. Nitekim Molla Hüsrev bunu bir bahis olarak ifade etmiştir.
Ben derim ki; Haddadi, Zeylaî ve diğerleri de bunu sarih olarak ifade etmişlerdir. Bu konu zımminin
vasiyetleri bahsinde de metin olarak gelecektir. Bir kimsenin varisine ve kendisini öldürmeye bizzat
iştirak eden katiline de vasiyeti de sahih değildir. Ama yukarda da geçtiği üzere katline sebep olana
vasiyeti sahihtir. Şu kadar varki vârisleri icazet verirlerse vârislerine de vasiyet edebilir. Zira
Peygamber (s.a.v.): «Vârisler icâzet vermedikçe vârise vasiyet yoktur.» buyurmuştur. Yani başka
vârisi olduğu zaman, bir varise vasiyet edilmez. Nitekim hadisin sonu da bunu ifade etmektedir.
Bunu ileride tahkik edeceğiz.
İcazetin geçerli olması için varislerin akilbâliğ olmaları gerekir. Dolayısıyle çocuğun ve delinin
icazetleri caiz değildir. Hasta olan varisin icâzeti ilk vasiyet etme haline benzer.
Varislerden bazısı icazet verse bazısı da vermese icazet verenlerin hissesine düşecek kadarıyla
caizdir.
Katil, çocuk veya deli olursa o zaman onlara icazet vermeden de vasiyet etmek caizdir. Çünkü onlar
mükellef değildirler. Başka bir varisi olmayıp tek bir varisi olursa o zaman Hâniye'de olduğu gibi
ona da vasiyet caizdir. Yani katil veya varis olan musa lehu dışında varisi olmadığı takdirde... Hatta
karısına vasiyet etse veya karısı ona vasiyet etse ve başka varisleri de olmasa vasiyetleri sahihtir.
İbnu Kemal.
Muhibbiye'de şu da ilave edilmiştir: «Eğer kadın kocasına malının yarısını vasiyet ederse, tamamı
onun olur.»
Ben derim ki: Fukahanın burada «karı-koca» ile kayıtlamasının sebebi şudur: Onların dışındaki
varisler zaten vasiyete muhtaç değildirler. Zira karıkoca dışındaki varis malın tamamını ya red ile
veya rahim yoluyla alır. Biz bunu, ikrâr bahsinde Şurunbulâli'ye nisbetle nakletmiştik.
Fetâvâ en-Nevâzil'de şöyle denilmiştir: «Bir kişi birisine, malının tamamını vasiyet ettikten sonra
ölse ve vâris olarak da sadece karısını bıraksa bakılır; eğer kadın vasiyete icazet vermezse malın
altıda birini alır, geri kalan da musa lehlerindir. Çünkü malın üçte biri icazetsiz olarak zaten musa
lehlerindir. O zaman geriye malın üçte ikisi kalır. Kadın da üçte ikinin dörtte birini alır ki bu da malın
tamamının altıda biridir.
Eğer vasiyet eden kadın olursa ve kocası vasiyetine icazet vermezse, o zaman malın üçte biri
kocanın kalanı da mûsa lehin olur.
İ Z A H
«Karnındaki bebeği istisna ederek bir cariyeyi vasiyet etmek sahihtir» Yani. «bebeği hariç şu
cariyeyi vasiyet ettim» dediğinde vasiyeti de istisnası da sahihdir.
Buradaki istisna, istisnai münkatidir. (İstisna edilenle istisna olunan aynı cinsten değildir.) Zira lafız
itibariyle cariye kelimesi hami (karnındaki cenîn)i kapsamaz. Hami mutlak ifade ile ancak annesine
tabi olarak istihkak olunur. Bu bahsin tamamı İnaye'dedir.
«Bundan istisnası da sahihtir». Yani yalnız hamli vasiyet etmek. Aynı şekilde hamli vasiyetten
istisha etmek de sahihtir. Zeylaî.
«Harbiye kendi ülkesinde ilh...» Varisler icazet verseler bile böyledir. Zira biz Allah Teâlâ'nın şu
ayetiyle onlara iyilik yapmaktan men edilmişizdir: «Allah sizi sizinle ancak din hakkında savaşan,
sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarmanız için yardım eden kimselere dost olmaktan meneder.»
Mümtehine.
Buna göre, darü'l-harpte harbiye vasiyet etmek varislerin hakkı için değil, şeriat yasakladığı için
caiz değildir. Bunun aksine, varise veya yabancıya üçtebirden fazlasını vasiyet etmenin caiz
olmayışı varislerin hakkından dolayıdır. Bize göre harbi dârü'l-harpte, ölü gibidir. Ölüye vasiyet ise
batıldır. İmam Muhammed Mebsut adlı kitabında harbiye vasiyetin caiz olmadığını sarahaten
ylemiştir.
Câmiu's-Sağîr'de de aynı şekildedir.
Camiu's-Sağîr'in şarihleri, Siyeru'l-Kebir'de darü'l-harpte harbiye vasiyetin caiz olduğuna delalet




eden ifade olduğunu söylemişlerdir. Allâme Kadızâde Siyerü'l-Kebir'in «eğer bir müslüman
darü'l-harpteki harbiye birşey vasiyet etse caiz değildir» sözü ile bunun caiz olduğunu söyleyenleri
reddetmiştir.
Azmiye'de de Kadızâde'nin bu reddine şu sözlerle itiraz edilmiştir: «Bu cevâzı nakledenler,
kitaplardan bir mesele almakta ve nakletmekte emin olan kimselerdir.»
Allâme Cevvizâde; şârihlerin, cevaza delalet eden ifadeden maksatları Serahsî'nin Siyerü'l-Kebir
Şerhi'ndeki: «Kişinin ister yakın ister uzak ister harbi ister zımmî olsun bir müşriğe yardım
etmesinde beis yoktur» sözüdür. Serahsî bunun cevazına birçok hadisle istidlâl etmiştir. Bu
hadislerden birisi şudur: Resulullah Mekke'de kuraklık olduğunda Mekke'lilere beşyüz dinar
göndermiş ve o paranın da Ebû Sufyan bin Harb ile Safvan İbnu Ümmiye'ye Mekke fakirlerine
dağıtılmak üzere verilmesinin emretmiştir. Ebû Süfyan ile Safvan da bu parayı kabul etmişlerdir.
Cevvîzâde şöyle der: «Biz Peygamberin bu hadîsini alarak onunla hükmederiz». Hem de sılai rahim
her dinde ve her akıllı kişiye göre övülen bir iştir. Ve başkasına birşey hediye etmek güzel
ahlaklardandır. Resulullah (s.a.v.) de : «Ben güzel ahlakları tamamlamak için gönderildim.)»
buyurmuştur.
Bu durumda anlıyoruz ki, yardım etmek ve hediye vermek müslüman ve müşriklerin hepsi hakkında
güzel bir şeydir.
Demekki ihtilaf. harbiye vasiyetin cevazı veya caiz olmaması hususunda değil harbiye yardımın caiz
olup olmaması hususundadır. Özetle... Bunun tamamı Şurunbulâtiye'dedir.
Bunun özeti şudur: Harbinin ölü gibi olduğu gerekçesi ona vasiyetin caiz olmadığını iktiza eder.
Yukarda geçen ayet (Mümtehine : 9) ile talil de harbiye hem vasiyetin hemde yardımın caiz
olmamasını gerektir. Siyerü'l-Kebîr'deki ifade ise Camiu's-Sağîr Şârihlerinin anladıklarının aksine,
vasiyetin değil yardımın caiz olduğuna delalet eder. O zaman fukaha arasındaki ihtilaf harbiye
yalnız yardım yapılmasının cevazı hususundadır.
Ben derim ki: Ben İmam Muhammed'in harbîye hediyenin caiz olduğuna dair kati ifadesini gördüm.
Zira o. Muvatta'sının ipeğin giyilmesinin mekruh oluşu bâbında da «harbî bir müşriğe silah ve zırh
dışında bir hediye verilmesinde beis yoktur» demiştir. Bu Ebû Hanîfe ve fukahamızın umumunun
görüşüdür.
«Müstemenin de zımmi gibi ilh...» Buna göre bir müstemen bir müslümana veya zımmiye malının
tamamını vasiyet etse caizdir. Nitekim yukarda geçmişti ve tamamı ileride gelecektir.
«Varisine.. sahih değildir.» Yukarda açıklaması geçtiği gibi varisten maksat ölüm anındaki varisidir.
Kuhistâni'de şöyle denilmişti: «Bilinmelidir ki: en-Natifi bazı hocalarından naklen şöyle demiştir:
ölmek üzere olan bir hasta varislerden birisine, ev gibi bir şeyini verse ve ona terekenin diğer
kısmından da hakkı olduğunu söylese caizdir.»
Bazı âlimler tarafından bunun, o varisin tayin edilen şeye, hastanın ölümünden sonra razı olma
halinde caiz olduğu söylenmiştir. Bu durumda ölen kişinin tayini diğer varislerin de ölen kişiyle
birlikte tayini gibi olmaktadır. Cevâhîr'de de böyledir.
Ben derim ki: Bu iki görüş de Camiu'l-Fusuleyn'de nakledilerek şöyle denilmiştir: «Bazı âlimlerce
bunun caiz olduğu söylenmiştir. Bununla bazıları fetva vermişlerdir. Bazı âlimlerce ise caiz
olmadığı söylenmiştir».

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...