VASİYETLER KİTABI İKİNCİ BÖLÜM
FER'İ
BİR MESELE :
Bezzâziye'de
şöyle denilmiştir: «İtabi'de denilmektedir ki: Hastanın akrabaları onun yanında
toplansalar
ve malından yeseler, bakılır,
eğer bunlar varis iseler ancak hastanın onlara ihtiyacı
varsa
caizdir. Çünkü bunu taahhüd etmiştir.
Bu durumda israf etmeden hastanın
ailesi ile birlikte
yerler,
eğer varis değillerse hasta izin verdiği takdirde malının üçte birinden yemeleri caizdir.»
«Kendisini
öldürmeye bizzat iştirak eden
kâtiline de ilh...» Zira Peygamber (s.a.v.) «Kâtile vasiyet
yoktur»
buyurmuştur. Üstelik kâtil Allah'ın tehir ettiğinde acele etmiştir. O halde mirastan mahrum
edildiği
gibi vasiyetten de mahrum edilir. İster
ona, kendisini öldürmeden
önce vasiyet edip de,
kâtil
onu sonra öldürsün, ister
yaraladıktan sonra vasiyet etsin aynıdır. Çünkü burada hadis
mutlaktır.
Zeylaî.
Burada
acele etmekten murad kâtilin halinden açığa çıkandır. Yoksa ehli sünnete göre öldürülen
kişi
de eceliyle ölmüştür.
Düşün.
FERİ
BİR MESELE ;
Bir
kişiyi, bir adam yaralasa ve başka biri
de onu öldürse, yaralayana
vasiyet etmesi caizdir çünkü
o
katil değildir.
Velvaliciye.
«Katline
sebep olana vasiyeti sahihtir» Kuyu kazan ve mülkü olmayan
yere taş koyan gibi... Çünkü
o
gerçekten kâtil
değildir.
«Yukarda
da geçtiği gibi ilh...» Yani cinayetler
kitabında...
Ebû
Yusuf ise bunun caiz olmadığını
söyler.
İmamlar
arasındaki ihtilaf vasiyetten sonra, kasden öldürmediği durumdadır. Eğer vasiyetten sonra
kasden
öldürmüşse imamların ittifakı ile vasiyet geçersiz sayılır.
Şurunbulâliye.
«Hasta
olan varisin icazeti de ilk vasiyet etme haline benzer.» O zaman, vasiyet edenin vârisi
âkilbâliğ
olduğu halde hasta olsa ve vasiyete icazet verse bakılır: eğer o hastalıktan iyileşirse
icazeti
sahihtir. ama o hastalıktan ölürse bakılır; şayet musa leh onun varisi ise icâzeti caiz değildir,
ancak
ölümünden sonra varisleri icazet verirlerse caiz olur. Eğer musa leh yabancı ise hasta olan
barisin
icazeti caizdir ve bu malının üçte birinden hesaplanır. Minah.
«İcâzet
verenin hissesine düşecek kadarıyla caizdir.» İcâzet veren hakkında, sanki hepsi icâzet
vermişler
gibi takdir edilir. Onun
dışındakiler hakkında ise, sanki hiçbiri icazet vermemiş gibi takdir
edilir.
Bunun açıklamasını Makdisi'den naklen takdim etmiştik.
«Çünkü
onlar mükellef değildirler» Bundan dolayı da çocuk ile deli katil oldukları takdirde
öldürdükleri
kişinin mirasından mahrum olmazlar. Bu illet Şurunbulâliye'de bir konu
olarak
zikredilmiştir. Bana göre bunda itiraz edilecek bir nokta var. zira eğer yetişkinin mirastan mahrum
edilmesinin
illeti sorumluluk ise; miras gibi. vasiyetinde icazetle caiz olmaması gerekir. Evet. bu
Ebû
Yusuf'un görüşüne göre acıktır. Zira
ona göre varisler icazet
verseler bile katile vasiyet caiz
değildir.
Fukaha İmam Ebû Yûsuf'un bu görüşünü
şu gerekçeye bağlamışlardır: Kâtilin cinayeti
bâkîdir,
onun mirastan men edilmesi de cinayeti dolayısıyladır ki o da onun için bir cezadır.
Tarafeyn'in
görüşüne gelince : Katilin mirastan
mahrum edilmesinin illeti varislerin hakkı içindir. O
da;
kâtilin mahrum bırakılmasının içlerindeki öfkeyi gidermesidir. Böylelikle
kâtil katline koştuğu
kişinin
malında varislere ortak olmaz.
İşte
bu da onların icazetleri ile yok olur. Çocuk ise nefretten
uzaktır. O zaman bâliğ hakkında sâbit
olan
onun hakkında sabit olmaz. Kifâye
ve diğer kitaplarda da aynı
şekildedir.
«Hatta
karısına vasiyet etse ilh...» Bu söz «veya varis» sözünün bir fer'idir. Kuhistânî'de şöyle
denilmiştir: «Bir kişi başka varisi olmadığı halde katiline vasiyet etse ona vasiyeti sahih olur. Bu iki
tarafa
göre de böyledir.»
«Kadın
da üçte ikisinin dörtte birini alır» Çünkü miras vasiyetten sonradır. O zaman kadının
mirastan
payı geri kalan üçte ikinin dörtte
biridir.
«O
zaman malın üçte biri kocanın ilh...» Bu da kalanın yarısıdır.
FER'İ
BİR MESELE:
Bir
kişi ölse de geride karısı kalsa ve ona malının yarısını, bir yabancıya da diğer yarısını vasiyet
etse;
evvela yabancıya malın üçte biri verilir. kadına da kalanın dörtte biri miras olarak verilir. Geri
kalan
da her ikisinin haklarına göre aralarında taksim edilir. Tartarhâniye.
Tatarhâniye'de
denilmiştir ki: «Kadın ölüp
geride yalnız kocasını bıraksa, ve daha evvel de bir
yabancıya
malının yarısını vasiyet etmiş olsa
o zaman musa lehe malın yansı kocasına da üçte biri
verilir.
Altıda bir de hazineye kalır.
Eğer
kişi kansı ile yabancı birinden her birine kalanın tamamını vasiyet etse... bu
mesele
Cevhere'de
izah edilmiştir.
M
E T İ N
Mümeyyiz olmayan çocuğun vasiyeti asla sahih değildir. Hayır yollarında sarfetse bile böyledir.
Şafiî
buna muhalefet ederek «hayır işlerine vasiyeti caizdir». demiştir. Aynı şekilde mümeyyiz olan
çocuğun
vasiyeti de kendisinin techizi ve defninin dışındaki bir konuda sahih değildir. Techiz ve
defin
için sahih oluşu istihsandır. Hz. Ömer'in mürâhik çocuğun vasiyetine icazet vermesi, buna
yorumlanır.
Çocuk
ergin olduktan sonra ölse, veya
vasiyetini erginlik dönemine
izafe etse; yani. Ben erginlik
çağıma
geldiğimde malımın üçte biri falanındır» dese yine caiz değildir. Çünkü velâyeti noksandır.
O
zaman talakta olduğu gibi ne hemen
ne de daha sonra vasiyet etme hakkına sahip değildir. Ama
ileriye
matuf vasiyet hususunda köle,
çocuğun aksinedir.
Mutlak
köle ve mükâtebin vasiyetleri de sahih değildir. Mükateb, öldüğünde kitabet bedelini
karşılayacak
kadar mal bıraksa bile böyledir.
Bazı
âlimlerce. İmameyn'e göre, mükateb, ölümünde kitabet bedelini ödeyecek kadar mal bıraktığı
takdirde
vasiyetinin sahih olduğu söylenmiştir.
Ancak
köle veya mükatebden herbiri vasiyetlerini azad vakitlerine izafe ederlerse sahih olur. Çünkü
efendinin
hakkı olan «mani» ortadan kalkmıştır.
Dili
tutuk olan kimsenin işaretle olan vasiyeti sahih değildir. Ancak eğer dilinin tutulması uzayıp
belirli
işaretler edinirse o zaman dilsiz gibi olur. Uzama müddeti bir
senedir.
Bazı
âlimler tarafından da dilinin tutulması ölümüne kadar uzadığı takdirde işaretle ikrarın ve
ikrarına
şahit tutmasının caiz olacağı bu durumda dilsiz gibi olacağı söylenmiştir. Fukaha da
fetvanın
bu görüşe göre olduğunu söylemişlerdir. Dürer. Müteferrik meseleler bahsinde gelecektir.
Vasiyetin
kabulü ancak ölümden sonra
sahihtir. Çünkü onun hükmünün sabit
olma zamanı
ölümden
sonrasıdır. Buna göre vasiyetin ölümden önce kabul veya reddi bâtıl
olur.
Vasiyet
edilen şeye ancak «kabul» ile
malik olunabilir. Şu kadar var ki; vasiyet eden ölse sonra da
musa
leh vasiyeti kabul etmeden ölse vasiyet edilen şey «kabul» olmadan istihsanen musalehin
varislerinindir.
Nitekim daha önce geçmişti.
Aynı
şekilde cenîne birşey vasiyet etse, «kabul» olmadan, istihsânen onun mülküne girer. Çünkü
cenîn
adına kabul edecek veli yoktur. Nitekim yukarda
geçmişti.
İ
Z A H
«Aynı şekilde mümeyyiz olan çocuğun vasiyeti de kendisinin
techizi ve defni dışındaki bir konuda
sahih
değildir.» Şu kadar var ki techiz ve defninde maslahata riayet edilir. Zira Ravza'dan naklen
Hülâsâ'da
şöyle denilmektedir: «Eğer bin dinar karşılığında kefenlenmesini vasiyet etse vasat bir
kefenle
kefenlenir. Yalnız iki parça ile kefenlenmesini vasiyet etse vasiyetin şartlarına riayet
edilmez.
Ama eğer beş veya altı parça ile kefenlenmesini isterse şartlarına riayet edilir.
«Falan
kabristanda falan zahid kişinin yanına defnedilmesini vasiyet
etse, eğer vasiyet ettiği
kabristana
defni için terekesine bir taşıma külfeti getirmezse şartlarına riayet edilir. Eğer falan kişi
ile
bir kabre gömülmesini vasiyet etse
şartlarına riayet edilmez»
Şurunbulâliye.
Ben
derim ki: Şurunbulâliye'nin
sözlerinin zahiri, Hulâsâ
sahibinin bu bu meseleyi, çocuğun
vasiyeti hususunda söylediğini
vehmettiriyor. Halbuki öyle
değildir. Aksine Hulâsâ'nın ibaresi
mutlaktır.
Onun aynısı Bezzaziye'de de vardır.
«Hz.
Ömer'in mürâhik çocuğun vasiyetine
icazet vermesi de buna yorumlanır» İnâye'de denilmiştir
ki:
«Hz. Ömer'den rivayet edilen bu söz o mürahikin büluğa yakın olduğuna yorumlanır. Yani
büluğu
üzerinden çok zaman geçmemiş. Bunun gibi olana da mecâzen yâfi yani mürahik denilir.
Veya
Hz. Ömer'in icâzet verdiği vasiyet
çocuğun techiz ve defni hususundaki
vasiyettir. Ancak bu
şununla
reddolunmuştur: Hadîsin rivayetinde çocuğun henüz ihtilam olmadığı sahihtir. Amcasının
kızına
bir mal vasiyet etmiştir. Böyle olunca artık
hadîsin tevili nasıl sahih olur.»
Tahavî
de şöyle demiştir: «Bu söz ile ihticâc etmek Şâfii için sahih değildir. Çünkü bu söz
mürseldir.
Bize göre mürsel hadis her ne kadar hüccet ise de Peygamber (s.a.v.)'in «kalem üç
kişiden
kaldırılmıştır» sözüne zıttır. Bunda da itiraz edilecek bir nokta vardır; çünkü hadîsteki
kalemden
murad mükellefiyettir. Bizim
bahsettiğimiz husus ise bundan
değildir.
İbn
Hazm şöyle der: «Bu Allah'ın.
«Nikâh çağına varıncaya kadar
öksüzleri deneyin...» sözüne de
muhaliftir.
Çünkü âyet çocuğun mâlî tasarruftan men
edildiğine delalet eder.»
Özetle...
Ben
derim ki: Denilebilir ki: Teklîfin kalkması çocuğun söz ve tasarruflardan men edildiğinin
delilidir.
Zira men edilme çocuğa şer'an gereklidir. Düşün.
«Murâhik
ilh...» Mürâhik bulûğa yakın olan
çocuktur. Bu şekilde tefsir etmek Muğrib'teki ifadeye de
uygundur.
«Bazı
âlimlerce İmameyn'e göre ilh...» İmamlar arasındaki bu ihtilaf mükatebin malının üçte birini
vasiyet etmesi hususundadır.
Ama
eğer malından bir nesneyi vasiyet etse icmaen sahih değildir. Mükatebin; vasiyetini âzâdından
sonra
mâlik olacağı mala izafe etmesi halinde bu icmaen sahihtir. Bunun delili uzun, kitaplarda
zikredilmiştir. T.
«Ancak köle veya mükatebden herbiri... îzafe ederlerse ilh...» Yani köle «azad olunduğum zaman
malımın
yarısı filan kişi için vasiyettir» dese veya «malımın üçte birini
filan kişiye vasiyet ettim»
dese
vasiyeti sahihtir. Hatta kitabet bedelini
ödeyerek veya başka bir sebepten dolayı âzâd edilse
ve
sonra ölse malının üçte biri musa
lehindir. Kitâbet bedelini ödeyecek kadar mal bıraksa ama
âzâd
edilmemiş olsa vasiyeti batıl olur.
Çünkü mülk hakikaten onun değildir.
Zeylai.
«Çünkü
mâni ortadan kalkmıştır». Bu söz köle ve mükatep ile çocuk arasındaki farkı beyan
etmektedir.
Zira onların ehliyeti tamamdır.
Onlar ancak efendilerinin haklarından dolayı vasiyetten
men
edilirler. O halde onların, vasiyetlerini efendilerinin haklarının düşeceği bir zamana izafe
etmeleri
sahihtir. Çocuğun ehliyeti ise
kusurludur. O gerekli kılacak bir söze ehil değildir. O zaman
çocuk
ne hemen ne de daha sonrası için vasiyet etme hakkına sahip değildir.
«Bazı
âlimlerce de ölümüne kadar uzadığı takdirde caiz olacağı söylenmiştir.» Kifâye'de şöyle
denilmiştir: «Hâkim'in Ebû Hanife'den zikrettiği bir rivayete göre; eğer dilinin tutukluluğu ölümüne
kadar
uzarsa işaretle ikrarı ve buna şahit tutması caizdir. Çünkü iyileşmesi umulmayan bir şekilde,
konuşmaktan
aciz olmuştur. O zaman. dilsiz gibi kabul edilir. Fukaha da fetvanın bu görüşe göre
olduğunu
söylemişlerdir »
Sâlhanî'de
denilmiştir ki: «Müddet ister uzasın ister kısalsın farketmez. Birinci görüşte şart olan
sonunda
ölmese bile hastalığın bir sene sürmesidir. Onların sözünden anlaşılan budur.»
«Dürer»
Mevahib'in metinde de bu görüş kati
olarak ifade edilmiştir.
«Vasiyet
edilen şeye ancak kabul ile
malik olunur». Bu söz metne dahil edilebilir. Eğer vasînin
ölümünden
sonra musa leh onu kabul etmezse, vasiyet kabulü üzere mevkuftur. Ne
vârisin ne de
kabul
edinceye veya ölünceye kadar musa lehunun mülkündedir. İtkânî Kerhî'nin muhtasarından...
«Sonra
da musa leh vasiyeti kabul etmeden ölse ilh...» Yani red de etmeden...
«İstihsânen
ilh...» Kıyas ise bu vasiyetin batıl olmasını gerektirir. Zira vasiyetin tamamı musa lehin
kabule
bağlıdır. Halbuki bu da yok
olmuştur.
İstihsânın
vechi şudur: Vasiyet. vasiyet eden açısından tamamlanmıştır, artık fesholunmaz ancak
musa
lehin muhayyerliğine bağlıdır. O zaman bu vasiyet, muhayyerlik müşteriye ait olan satışa
benzer
ki müşteri üç gün içerisinde icazet vermeden önce ölse satış tamamlanır ve alınan meta
müşterinin
varislerine kalır. Burada da aynı şekildedir. O zaman musa lehin reddetmeden ölmesi.
Detâleten,
kabulü
gibidir.İtkânî.
BİR
UYARI:
Makdisî'de
denilmiştir ki: «Musaleh vasiyeti kabul ettiği zaman
vasiyet edilen şeye malik olur. Kabul
etmezse
eğer kabulü mümkün olan muayyen bir şey ise. Cumhura göre mâlik olamaz. Ama fakirler,
Benî
Haşim, Hac, mescid ve savaş maslahatı için vasiyet olunanlar bunun
hilâfınadır.»
Zahiriye'de
şöyle denilmiştir: «Kişi» ölümümden sonra malımın üçtebirini Mekke fakirlerine verin»
dese
ve ölümünden sonra vâsisi malı Mekke
fakirlerine götürse de onlar «Onu istemiyoruz. ona
ihtiyacımız yok» deseler Ebu'l-Kasım'a göre, o mal varislerine geri verilir. O fakirler mal varislerine
verilmeden
önce sözlerinden dönseler bile mal yine varislerindir. Çünkü ilk defa reddetmekle
hakları
batıl
olmuştur.»
Eşbâh'ta
denilmiştir ki: «Vasiyeti kabul etse sonra da vasiyet edenin varislerine geri verse, varisler
kabul
ettikleri takdirde musa lehin mülkiyeti fesholur. Kabul
etmezlerse bunun için zorlanmazlar.»
Sâihânî.
M
E T i N
Vasiyet
eden kişi sarih bir söz ile veya
adını yahutta, ondan gelecek menfaatların çoğunu ortadan
kaldırmak gibi bir yolla mal sahibinin gasbedilen malındaki hakkını kesen bir fiile vasiyetten
dönebilir.
Nitekim bu fiiller gasb bahsinden bilinmektedir.
Vasiyet
edilen şeyde, ancak o olduğu zaman teslim edilebilecek bir fazlalık yapsa yine vasiyyetten
dönmüş
olur. Vasiyet edilen kavutu yağ ile
karıştırması veya vasiyet edilen eve bir oda eklemesi
buna
misaldır.
Ama
evi badana yapması veya bir odasını
yıkması vasiyetten rücû sayılmaz.
Çünkü vasiyet edilen
şeyin
tabiinde tasarrufta bulunmuştur.
Vasiyet
edilen şeyde satış ve hibe gibi mülkiyeti izale edecek bir tasarrufta bulunması da rücudur.
Bu
rücûdan sonra o nesne tekrar
mülkiyetine girse de girmesede aynıdır. Bu söz musannıfın «sarih
bir
söz ile» sözü üzerine atıftır. İbnu
Kemal ise bunu Dürer'e uyarak «veya» ile atfetmiştir. Buna
göre,
bu ifade mûsînin fîlen vasiyetten dönmesinin üçüncü bir kısım olur. Nitekim Dürer'in metni de
bunu
ifade etmektedir.
Düşün.
Aynı
şekilde vasiyet edilen şeyi başka bir mal ile ayırdedilmesi mümkün olmayacak şekilde
karıştırması da rücûdur.
Vasiyet
ettiği elbiseyi yıkaması rücû değildir, çünkü tâbi olan birşeyde tasarrufta
bulunmuştur.
Şu
bilinmelidir ki: Vasiyet edenin ölümünden sonraki değişiklik vasiyete asla zarar vermez.
Vasiyet
edenin vasiyeti inkârı da rücû değildir. Dürer, Kenz, ve Vikâye. Mecma'da: «Fetva bununla
verilir»
denilmiştir.
Bunun
benzeri ifadeler Aynî'de vardır. Sonra Ayni'de Uyun'dan fetvanın vasiyeti inkâr etmenin rücû
olduğuna
göre verildiği nakledilmiştir.
Sirâciye'de fetvanın buna göre olduğu
söylenmiştir.
Musannıf
da bunu ikrâr etmiştir. Aynı şekilde kişinin, «etmiş olduğum bütün vasiyetler haramdır
veyd riyadır veya onları erteledim» demesi rücû değildir. Ama «vasiyetimi terk ettim» veya «etmiş
olduğum
her vasiyet batıldır» veya «Zeyd'e vasiyet ettiğim şey Amr'in veya falan vârisimindir» dese
bunlar
birinci vasiyetinden rücû sayılır. O
zaman vasiyet edilen şey diğer varislerin icâzetleriyle o
varisin
ölür. Nitekim daha önce
geçmişti.
Sonraki
kişi vasiyet vaktinde ölü ise, o zaman vasiyetlerden birincisi hall üzere kalır. Çünkü ikincisi
batıl
olmuştur. Ama vasiyet vaktinde hayatta olup da vasîden evvel ölse birincisi vasiyet rücû ile
ikinci
vasiyet de ölümle bâtıl olur.
Ölüm
hastasının, hibe ve vasiyet ettikten sonra nikahladığı kadına yapmış olduğu hibe ve vasiyet
batıl
olur. Zira vasiyetin caiz olması için muteber olan, musa lehin vasiyet vaktinde değil ölüm
vaktinde
varis olup olmadığıdır.
ikrâr
ise böyle değildir. Zira mukarrun lehin varis olup olmadığına ikrâr gününde itibar
edilir.
Buna
göre bir kadın için bir şey ikrar
etse, onunla evlendikten sonra
ölse ikrarı caizdir.
Kişinin
kâfir, köle veya mükateb olan oğluna ikrârı. vasiyeti ve hibesinden sonra müslüman olsa
veya azad edilse bile batıl olur. Zira ikrâr vaktinde oğlu olduğu sabittir. Bu da
oğlunun tercih ettiği
töhmetini
doğurur.
İ
Z H A N
«...
Vasiyetten dönebilir». Çünkü vasiyet vasiyet edenin ölümü ile tamamlanır. Zira kabul, vasiyet
edenin
ölümüne bağlıdır. Satım gibi karşılıklı mübadelelerdeki icabın iptâli caiz olunca teberrularda
iptali
evleviyetle câizdir. İnâye.
Vasiyetten
rücûnun bir kaç türlü olduğu bilinmelidir;
1
- Bir malı (aynı) vasiyeti gibi fiil
ile de söz ile de feshi muhtemel olanlar.
2
- Malın üçtebiri ve dörtte birini vasiyeti gibi feshi ancak söz ile muhtemel olanlar. Bu durumda
vasiyet ettiği üçtebir veya dörttebiri satsa yada hibe etse vasiyeti batıl olmaz. Vasiyeti malın
kalanından
geçerli olur.
3
- Bir şarta bağlı olarak müdebber yaptığı kölesi gibi, ancak fiil ile feshi muhtemel olanlar. mesela
«eğer
bu hastalığımdan ölürsem hürsün» demesi gibi... O zaman böyle bir köleyi satsa, satışı sahih
olduğu
gibi vasiyeti de münfesih olur. Şu kadar var ki o köleyi tekrar satın alsa köle yine önceki
haline
döner.
Bir
de köleyi mutlak müdebber yapması gibi ne söz nede fiil ile feshi muhtemel olmayan vasiyetler
vardır.
İtkâni ve Kuhistânî'den özetle.
«Veya
mal sahibinin gasbedilen
malındaki hakkını kesen bir fiil ilh...» Fiil ile dönmek delâleten
rücûdur.
Birincisi ise sarahaten rücûdur. Vasiyet edilen nesne değiştiği için isminin de değişmesi
gibi
delaleten rücû bazen zarureten sabit olur. Meselâ bağındaki yaş üzümü yaş olarak vasiyet
ettikten
sonra o üzümün kuru üzüm olması
veya yumurta vasiyet ettikten sonra bir tavuğun
kuluçkaya
yatarak vasiyet eden ölmeden önce
ondan civciv çıkarması gibi... Bu
bahsin tamamı
Kifâye'dedir.
«Adını... ortadan kaldırarak ilh...» Mesetâ vasiyet ettiği demiri kılıç veya bakırı kap yapsa, bu fiilen
rücûdur.
Zira demiri kılıç veya bakırı kap
yapması malikin mülkiyetinin kesilmesine nasıl tesir
ediyorsa vasiyete mâni olmaya da evleviyetle tesir eder. Zeylai. Yani onun musa lehe mülk
olmasına
mani olur.
Vasiyet
eden kişi vasiyet ettiği koyunu
kesse; mücerred kesmesi vasiyetten rücûdur. Aslında
bunun
rücû sayılmaması daha uygundu. Çünkü onun koyunu kesmesi; kumaşı kesip dikmemesi ve
evdeki
bir odayı yıkması gibi bir noksanlıktır. Şu kadar var ki, koyunu kesmesi. onu kendi mülkiyeti
üzere
bırakmaktır. O zaman bu. rücûnun delhi olur. Zira âdeten etin, mûsînin ölümüne kadar
kalması çok enderdir. İtkânî.
«Kavutu
yağ ile karıştırması gibi ve pamuğu birşeye doldurması veya astarlık kumaşı bir elbiseye
kullanması veya örtüyle bir şey kaplaması gibi... Zira bun(arı ziyadesiz teslim etmek mümkün
olmadığı
gibi onu bozmak da mümkün
değildir. Çünkü bunlar vasî
tarafından kendi mülkünde icra
edilmiştir.
Hidaye.
Vasiyet
ettiği tarlaya ağaç veya boğ dikse
bu da aynı şekildedir. Ama taze sebze dikse
bu rücû
sayılmaz.
Hâniye.
«Çünkü
vasiyet edilen şeyin tabiinde tasarrufta bulunmuştur.» Ki buda odadır.
Kireçle badana ise
süstür.
İtkani.
Evi
çamur veya kireçle sıvamanın ise, odayı yıkmak yada kireçle badanalamak gibi olup olmadığına
bok.
Yalnız
ben Hâniye'de aynen şunu gördüm :
Eğer vasiyet ettiği evi çamurla sıvasa, bu çok olduğu
takdirde
rücûdur. Bunun tamamı Vehbâniy
şerhindedir, oraya müracaat et.
«...
Üçüncü bir kısım olur» Yani rücûu ifade eden fiilin üçüncü bir kısmı olur. Bu da musannıfın
ibaresinin
ifade ettiğinin aksinedir. Zira o bunu fiile karşılık yapmıştır. şu kadar var ki. Halebiye
göre
fiilin üçüncü bir kısmı olması ancak Durer'in ibaresinde kendisini gösterir. Zira Dürer'de,
«veya birşey fazlalaşırsa» deyip tasarruf lafzını zikredilirse bununla filin üçüncü bir kısmı olmaz.
İster
«veya» isterse «ve» ile atfedilsin böyledir.
«O
nesne tekrar mülkiyetine girse de
girmesede ilh...» Yani satın olma veya hibeden dönmekle...
Zeylaî. Bu hastalığımdan ölürsem, «sen hürsün» demesi gibi bir şarta bağlı olan müdebber kölenin
dışındadır.
Zira eğer bu durumdaki müdebber kölesini sattıktan sonra tekrar satın alsa. o köle
birinci
haline döner. Satın alışı rûcû olmaz. Nitekim İtkânî nakletmiş biz de takdim etmiştik.
«Aynı şekilde vasiyet edilen şeyi başka birşey ile ayırdedilmesi mümkün olmayacak şekilde
karıştırması da rücûdur.»
Ben
derim ki: Arpayı buğdayla karıştırmasındaki gibi ayırd edilmesi zorlukla mümkün olduğu
takdirde
de yine rücûdur. Şârihin bu sözü,
metindeki «mal sahibinin
mülkiyet hakkını kesecek bir
fiil...»
sözünün yanında zikretmesi gerekirdi. Sâlhâni.
Çünkü
tâbi olan bir şeyde tasarrufta bulunmuştur.» Bazı nüshalarda böyledir.
Bazı
nüshalarda ise «menfaatli olan bir tasarrufta bulunmuştur» şeklindedir. Hangisi olursa olsun
burada
kasdedilen, elbisenin kirden temizlenmesidir.
Hidâye'nin ibaresi ise şöyledir: «Elbisesini başkasına vermek isteyen kişi âdeten onu yıkar.
Dolayısıyla o yıkaması vasiyeti takrir olur. Yani vasiyetten dönmek değil vasiyet ibkâ
etmektir.
«Asla zarar vermez.» Bu değişiklik ister musa lehin kabulünden önce isterse sonra olsun
değişmez.
Zeylai. Zira bu değişiklik vasiyetin
tamamlanmasından sonra olmuştur çünkü
vasiyetin
tamamlanması ölümle olur.
Kifâye.
«Vasiyet
edenin inkarı rücu değildir.» Çünkü
birşeyden rücû o şeyin önceden var olmasını
gerektirir.
Bir şeyi inkâr ise onun geçmişte mevcut olmamasını gerektirir. Çünkü inkar akdin aslını
nefyetmektir. Eğer vasiyeti inkâr, vasiyetten dönmek olsaydı
vasiyetin geçmişte hem var olmasını
hem
de yok olmasını gerektirirdi ki bu
muhaldir. Kifâye.
«Musannıf
da bunu ikrar etmiştir. Mülteka şerhinde şöyle denilmiştir: «Şu kadar var ki metinler
birinci
görüşe uygundur. Bundan dolayı
musannıf âdeti üzere onu önce
zikretmiştir.»
Ben
derim ki: Hidaye de birinci görüşün
delili sonraya bırakılmıştır. Demekki birinci görüş,
Hidaye'nin ihtiyar ettiği
görüştür.
Nihâye'de de : «Mevâhib ve İslahta birinci görüş katî olarak ifade edilmiştir.» denilmektedir.
Bahr'in
«geçmiş namazların kazası» bahsinde de şöyle denilir: «Metinlerle fetvâlar farklı oldukları
zaman
metinlere uygun bir şekilde amel etmek evlâdır.»
«Haramdır
veya riyadır ilh...» Zira bir şeyi haram veya riya ile nitelemek onun aslının baki olmasını
gerektirir.
Vasiyeti ertelemek ise borcu ertelemek gibidir. Vasiyeti düşünmek için değildir.
Zeylai.
«Bunlar...
rücûdur» Zira terketmek o şeyi düşürmektir. Bâtıl ise dağılarak gidene denir. Üstelik
kişinin
«Vasiyet ettiğim şey...» sözü ortaklığın kesilmesine delalet eder. Ama, önce bir kişiye sonra
da
başkasına vasiyet etmesi böyle değildir. Çünkü burada
ortaklık ihtimali vardır ve telaffuz
şekli de
buna
uygundur. Zeylai.
«Çünkü
ikincisi bâtıl olmuştur.» Zira birinci vasiyet ancak ikinci kez başka birine yapıldığı zaman
zarureten
batıl olur. Bu da olmadığına
göre birinci vasiyet hali üzere kalır. Zeylaî.
«Ölüm
hastasının, hibe ve vasiyet ettikten sonra ilh...» Zira vasiyet ölüm anında sabit
olur. Halbuki
nikahladığı
kadın ölüm anında varistir, varise
ise vasiyet yoktur. Hibe ise görünüşte peşin olsa bile,
hükmen,
ölümden sonraya izafe edilen gibidir. Çünkü onun hükmü ölüm anında gerçekleşir.
Görülmüyor mu? Kişinin borcu malından fazla olduğu zaman hibe batıl olur. Borç olmadığı zaman
da
malın üçte birinden itibar edilir. Hidâye.
«Zira
vasiyetin caiz olması için ilh...»
Yani ister müsbet ister menfi olsun.
«Ölüm
vaktinde ilh...» Buna göre birisi,
karısına birşey vasiyet etse sonra da onu üç talak ile
boşasa
veya bir talak ile boşayıp kadının iddeti dolsa ve daha
sonra vasî ölse vasiyet sahih olur.
Kuhistanî.
«İkrâr
gününde itibar edilir.» Zira ikrâr bizatihi ödemeyi gerektirir. Vasiyetin ölüme bağlı olması gibi
zâid
bir şarta da tevekkuf etmez. O
halde borcu ikrarı sahihtir. Çünkü yabancı bir kişiye ikrar
etmiştir.
İtkânî.
«Bir
kadına birşey ikrar etse ilh...» Yani yabancı bir kadına... Bu söz, «ikrâr gününde varis olmayan»
sözünün
bir feridir. Yani ona ikrar
etmek caizdir. Zira o ölüm anında varis olsa bile ikrar vaktinde
varis
değildir. Varis olmanın buradaki evlenme gibi ikrardan sonraki yeni bir sebeple olmasının şart
olduğunu
daha önce belirtmiştik. Ama varis olma ikrar vaktinde bir sebeple kâim olduğu halde, bir
maniin
zuhuru ve daha sonra bu mâniin ölüm
vaktinde ortadan kalkması böyle
değildir. Nitekim
musannıf
da bunu Kâfir ve köle olan oğluna
ikrârı vasiyeti ve hibesi bâtıl olur» sözü ile ifade etti. Şu
mesele
de bunun gibidir: Kitap ehli olan karısına veya cariyesine birşey ikrar etse sonra da
ölümünden
evvel o kadın müslüman olsa veya âzâd edilse ikrârı sahih değildir. Çünkü sebep
ikrarın
yapıldığı anda mevcuttu. Nitekim bunu Zeylaî de ifade
etmiştir.
«Veya
köle olan ilh...» Zeylaî bunu «üzerinde borç olması» sözü ile kayıtlamıştır. Çünkü ikrar ona
ölüm
anında varis olduğu halde yapılmıştır. Bu durumda vasiyet gibî o da batıl olur.
Eğer köle olan
oğlu
borçlu olmadığı halde ona ikrar etse sahih olur. Çünkü ikrar kölenin efendisinedir. Bu bahis
Hidâye'de İmam Muhammed'in kitabına isnad edilmiştir.
Bizim
birkaç yaprak önce Zeylaî ve Nihâye'den naklen takdim ettiğimizin zahiri ise, ikrar ettiği
oğlunun
âzadı ile, ikrarın batıl olmayacağıdır. Buna yapılan itirazı da yukarda beyan
etmiştik.
«Zira
ikrâr vaktinde oğlu olduğu sâbittir»
Bu, ikrarın batıl olmasının gerekçesidir. Vasiyet ve
hibenin
batıl olmalarına gelince, musannıfın daha önce belirttiği gibi onlarda muteber olan, ölüm
vaktidir.
Oğlu da ölüm vaktinde varis olmaktadır. O
halde hibe de vasiyet de batıl olurlar.
METİN
Kötürümün,
felçlinin, çolağın ve veremlinin hastalıkları bir sene uzar ve ondan ölmeleri korkusu
olmazsa
hibeleri mallarının bütününden sayılır. Hastalığı
uzamasa ve ölümünden korkulsa o
zaman
malının
üçte birinden sayılır. Çünkü bunlar
öldürücü değil müzmin hastalıklardır.
Bazı
âlimlere göre ölüm hastalığı, kişinin ihtiyaçları için dışarıya çıkamamasıdır. Tecrid'de de buna
itimad
edilmiştir.
Bezzâziye.
Muhtar
olan, ölüm hastalığı yatalak olmasa bile çoğunlukla ölümle biten hastalıktır. Zâhire'nin hibe
bahsinden
Kuhistanî.
Eğer
kişi birden fazla vasiyette bulunsa
en son söylese bile, evvelâ farz olan yerine getirilir.
Eğer
vasiyetler kuvvet bakımından eşit
iseler ve malın üçte biri bunlara yetmiyorsa, o zaman vasî
önce
hangisini söylemişse o yerine getirilir.
Zeylai şöyle demiştir: «Katil keffareti, zihar ve yemin keffâretleri fitneden öncedirler. Çünkü
bunların
vücubu kitap iledir. Fitre ise böyle
değildir.»
Zahiriye'nin
İmam Tavâsisi'den Kuhistâni'nin de Zahiriye'den nakline göre: yapmış olduğu
vasiyetler içerisinde evvela kâtil sonra zihâr, sonra oruç bozma kaffâretleri sonra nezir sonra fitne
sonra
da kurban yerine getirilir.
Öşür
de haracdan önce yerine getirilir.
Bercendi'de şöyle
denilmiştir:
«Ebû
Hanife'nin son görüşüne göre nâfile
hac sadakadan daha efdaldir. Bir kimse hac vasiyet etse,
onun
yerine binekli olarak hac edilir.
Eğer
nafakası o şehirden binekli olarak hacca gidip gelmeye yetmese de bir kişi «bu para ile yaya
olarak
onun yerine ben gider gelirim» dese
o hac vasi yerine yapılmış olmaz. Kuhistani
Tetimme'ye
isnaden...
Kendi
memleketinden kendi yerine binek ile
haccedilmesini vasiyet etse eğer nafakası kâfi gelirse
vasiyeti yerine getirilir kâfî gelmezse. o zaman nereden yeterse oradan yerine
getirilir.
Şayet
bir hacı hac yolunda ölse ve yerine
hac yapılmasını vasiyet etse, şayet nafakası yetişirse
onun
memleketinden ve binekle yaptırılır.
İmameyn
ise istihsana göre öldüğü yerden hac yaptırılacağını
söylemişlerdir. Hidaye, Müctebâ ve
Mültekâ.
Ben
derim ki; Bu, İmam'ın görüşünün
kıyasa göre olduğunu ifade eder. Metinlerde İmam'ın kavli
üzeredir.
O halde burada itimad edilecek görüş kıyasa göre olandır. Sen onla.
Hac
yolunda ölen kişinin nafakası kendi
memleketinden gidilmesine kâfi gelmezse, nereden kafi
gelirse
oradan yaptırılır.
Vatanı
olmayan bir kimsenin haccı icmaen öldüğü yerden yaptırılır.
Bir
kimse malının hepsi ile bir köle alınıp kendi adına azad edilmesini vasiyet etse ama varisleri
icâzet
vermeseler vasiyeti batıl olur. Bin dirheme bir köle alınıp kendi adına âzâd edilmesini vasiyet
etse
ve bin dirhem de malının üçte
birinin tamamı ile bir köle alınıp azâd edileceğini söylemişlerdir.
Mecmâ.
İ
Z A H
«Kötürümün,
felçlinin, çolağın ve veremlinin hibeleri ilh...» Kötürüm ayakta duramayan, felçli
vücudunun
yarısının hiss ve hareketi olmayan, çolak ise elinin biri veya her ikisi tutmayan
kişidir.
İnaye.
«Hastalıkları bir sene uzarsa ilh...» Bir sene uzaması fukahamızın görüşüne göredir. Alimlerden
bazıları
ise fukahanın şöyle dediklerini
naklederler: »Eğer halkın örfünde hastalık müddeti uzun
kabul
edilirse o zaman uzun sayılır. Aksi halde uzun sayılmaz».
Kuhistânî.
«Ondan
ölmeleri korkusu olmazsa ilh...» Bu cümle bir evvelki şart cümlesini izah etmek içindir.
Hamevî
Miftah'tan. T. Sonra, burada «korkmaktan» korkunun kendisi değil ekseriyette ölümle
sonuçlanmasıdır. Kifâye.
Kuhistâni
«Korku olmamasını» Kişideki hastalığın sürekli artmaması ile tefsir etmiştir. Zira zamanla
artmazsa,
hastalık onda körlük ve topallık gibi tabiatından
bir parça olur. Zira kişinin tasarrufuna
mani
olan ölüm hastalığıdır. Bu da
çoğunlukla ölüme sebep olan hastalıktır ki o ölümle
sonuçlanıncaya
kadar sürekli artan hastalıktır. Ama hastalık artmadan kalır ve ondan dolayı ölmesi
korkusu
olmazsa o zaman körlük ve benzeri gibi, ölüme sebep olan bir hastalık olmaz. Çünkü
ondan
korkulmaz. Bundan dolayı da tedavi ile uğraşmaz. Zeylaî ve diğerleri.
«Hastalığı
uzamasa ve ölümünden korkulsa ilh...» Kuhistânî'nin ibaresi ise şöyledir: «Bunlardan
hiçbiri
olmazsa yani hastalığı uzamasa ve bir seneden önce ölse veya o hastalıktan dolayı
öleceğinden
korkulursa yani hastalığı günden güne
artsa...»
Bundan
anlaşılan şudur: Hastalığı uzamasa ve ondan dolayı ölmesinden
korkulmasa, o zaman
onun
vasiyeti malının tamamından değil üçtebirinden alınır.
Zeylaî'nin ibaresi ise bunun aksinedir. Onun ifadesi aynen şöyledir: «Hastalığı uzamasa ve hastalık
süresince yatakta olsa ve ondan dolayı yatakta iken ölse, tasarrufu üçtebirden itibar edilir. Zira
daha
hastalığın başlangıcında, ondan öleceğinden korkar ve bundan dolayı tedavi olursa o zaman
bu
hastalık ölüm hastalığı olur. Eğer hastalık uzadıktan sonra yatağa düşerse, bu yeni bir
hastalık
gibidir
ve tasarrufu malın üçtebirinden
itibar edilir.»
Şârihin
yukarıdaki sözlerine uygun olan da, Zeylai'nin bu ifadesidir.
Hastalığı uzadığı ve ölümünden
korkulduğu
zaman hükmün nasıl olacağı ise açıklanmamıştır. Kuhistânî'nin ibaresinin gereği onun
tasarrufunun
da üçtebirden itibar edilmesidir. Bu da musannrfın : «tasarrufu malın tamamındandır»
cümlesini
«ölümünden korkulmazsa» cümlesi de kayıtlamasından anlaşılandır.
«Çünkü
bunlar müzmin hastalıklardır». Yani müddetleri uzundur. Şârihin bu sözü musannıfın
«vasiyeti malının hepsinden itibar edilir» sözünün illetidir. O zaman bu sözü «eğer uzamasa îlh...»
sözünden
evvel zikretmesi gerekirdi. Minah'ta şöyle denilmiştir
«Fusulu'l-İmadiye »denilmiştir ki:
kötürüm
ve felçli hususunda İmam Muhammed
el-Kitab'da şunları söylemektedir:
Eğer bu dertler
daha
önceden yoksa hasta gibidir. Ama eskiden beri var ise o zaman sağlam kimse gibidir. Çünkü
o
öldürücü değil, müzmin bir
hastalıktır.»
«Buna
Tecrid'de de itimad edilmiştir.» Mirac'da şöyle denilmektedir: «Manzûme sahibine, ölüm
hastalığının
mahiyeti sorulduğunda Meşâyihın bu hususta bir çok sözleri var ama itimadımız Fadli'
nin
görüşünedir. O da şudur: Şahsî ihtiyaçları için evinden dışarıya çıkmaya gücü yetmeyen
kimsedir.
Kadın ise, şahsi ihtiyacı için evin içinde dama
bile çıkmaya gücü yetmiyendir.» Cevabını
vermiştir.
Hastanın
talâkı bâbında hükme esas alınan bu tarîftir. Bunu Zeylai de sahih
görmüştür.
Ben
derim ki: Zâhir olan, ölüm hastalığının, felç ve benzerleri gibi uzun olan ve ölüm
korkusu
olmayan
müzmin hastalıklardan olmaması
şeklinde kayıtlanmasıdır. Bu
hastalık kişiyi yatalak
yapsa
ve kendi ihtiyaçları için yürümesine mani olsa bile böyledir.
Bu
durumda metin ve şerh sahiplerinin
üzerinde durdukları tarife de
muhalif olmaz.
«Muhtar
olan ilh...» Hİdâye sahibi de Tecnis
adlı kitabında aynı şeyi ihtiyar etmiştir.
BİR
UYARI:
Gebe
kadının doğum anındaki mâlî teberruu malının üçte birinden verilir.
İki
kabile savaş için biribirlerine girseler ve sayıca eşit olsalar veya birisi diğerînden fazla olsa bu
durum
ölüm hastalığı hükmündedir.
Birbirlerine
girmeseler, o zaman ölüm hastalığı hükmünde olmaz.
Deniz
vasıtasına binen kimsenin hükmü
eğer deniz sakin ise, ölüm hastalığındakinin hükmü gibi
değildir.
Ama rüzgar esiyorsa veya deniz dalgalı ise o zaman bunun hükmü ölüm hastalığının
hükmü
gibidir.
Hapise
giren kimsenin âdeti öldürülmek ise onun hükmü de ölüm hastalığının hükmü gibidir. Aksi
halde
ölüm hastası gibi değildir. Mirâc. Özetle... Bunun «hastanın talâkı bâbı»nda geçenle birlikte
düşün.
«Eğer
kişi birden fazla vasiyette bulunsa
ilh...» Bilinmelidir ki vasiyetlerin
ya hepsi Allah Teâlâ için
veya hepsi kullar için yada herikisi içindir;
Önceliğe
itibar etmek Allah Teâlâ'nın
haklarına hastır. Çünkü hak sahibi bir tanedir. Şayet sahipleri
birden
fazla ise önceliğe itibar edilmez. Buna göre. sadece kullar için olan vasiyetlerde önceliğe
itibar
edilmez. Mesela; bir kişiye malının üçte birini vasiyet etse sonra da aynı üçte biri başka bir
adama
vasiyet etse bunda önceliğe itibar edilmez. Ancak kesin olarak birisine öncelik tanırsa o
zaman
önceliğe itibar
edilir.
İleride
geleceği gibi vasiyetin bazısı âzâd
bazısı da muhâbat (fiatı düşürme)
olursa bunda da
öncelik
olabilir.
Sadece
Allah Teâtâ için olan vasiyetlerin hepsi zekât ve hac gibi farz olursa veya keffaretler,
adaklar
ve fıtır sadakası gibi hepsi vâcip olursa yada nafile hac ve
fakirlere sadaka gibi nafile ibadet
olursa
o zaman ölen kişi evvela hangisini söylemişse o yerine getirilir.
Eğer
vasiyetler karışık olursa yani farz. vacib ve sünnet olan
vasiyetleri varsa o zaman ister önce
ister
sonra söylesin vasiyette evvela farzlara sonra vaciplere başlanır.
Vasiyetleri
arasında hem Allah Teâlânın hakkı hem de kul hakkı varsa o zaman terikenin üçte biri
bunların
tamamına taksim edilir. Allah'a yaklaşma yönlerinden herbir cihet
müstakil kabul edilir,
hepsi
bir vasiyet kabul edilmez. Çünkü hepsinden maksat Allah rızası olsa bile, herbiri kendi başına
kastedilmiştir. O halde birkaç adamın vasiyetleri gibi herbiri kendi başına bir vasiyet kabul edilir.
Sonra
onlar toplanır ve en mühimi hangisi
ise o öne alınır. Mesela : bir kişi «malımın üçte biri
üzerimde
borç olarak duran hacc, zekât, ve keffaretler ile Zeyd içindir» dese o zaman malının üçte
biri
dörde taksim edilir. Burada farz olan vasiyet kul hakkına takdim
edilmez, çünkü kulun ihtiyacı
vardır.
Eğer
vasiyet ettiği adam belirli bir kişi değilse, meselâ fakirlere sadaka vermeyi vasiyet etmişse, o
zaman
taksim edilmez. Aksine hangi hak
daha kuvvetli ise ona öncelik verilir. Daha sonra da sırayla
devam
eder. Çünkü eğer muayyen bir hak
sahibi yoksa o zaman hepsi Allah
için bir hak olarak
kalır.
Bu
mesele; vasiyette hastalığında geçerli olacak veya ölümüne bağladığı bir köle azadı yadd
hastalığında
geçerli bir fiat indirimi olmadığı takdirdedir. Eğer vasiyetinde, ölümü halinde
geçerli
olacak
bi âzâd ve diğerleri gibi vasiyetler
varsa, o zaman evvelâ onların yerine getirilmelerine
başlanır.
Nitekim ölüm hastalığında âzâd etme bâbında bunun tafsilatı gelecektir. Sonra malın
üçtebirinden
geri kalan da diğer vasiyetlerine sarf edilir. İnâye, Nihâye ve Tebyin'den özetle...
«Evvelâ farz olan yerine getirilir.» Hac, zekât ve keffâretler gibi... Zira farzın yerine getirilmesi
nafileden
önemlidir. Bunun zâhirinden
vasiyetlerin en mühiminden başlanması gerektiği
anlaşılmaktadır. Zeylai.
Zeytaî'nin burada farzdan muradı vâcibi de kapsayandır. Zira «keffâretler» sözü buna delalet eder.
Şu
kadar var ki yukarda da geçtiği gibi
hakiki farz vacibten önce
gelir. Kuhistânî'de denilmiştir
ki:
«vasiyetler içinde kul hakkı olan farz varsa evvela onunla başlanır,
sonra Allah'ın hakkı olan farz,
sonra
vâcip sonra do nafile yerine getirilir. Nitekim fukaha'dan da böyle rivayet edilmiştir.»
«Eğer
kuvvet bakımından hepsi eşit iseler
ilh...» Müttekâ'da şöyle denilmiştir: «Vasiyetlerin hepsi
farziyet veya diğerlerinde eşit olurlarsa, vasiyet eden evvelâ hangisini söylemişse önce
o yerine
getirilir.
Bazı
âlimler vasiyetler içerisinde hem hac hemde zekât varsa evvelâ zekâtın verileceğini. bazıları
ise
tam aksini
söylemişlerdir.»
Bunun
benzeri İhtiyâr ve Kuhistâni'de
de vardır.
Musannıfın
«Kuvvet bakımından eşit oldukları zaman» sözü ile vasiyet eden takdim etmediği zaman
farzların
bazılarının diğerlerine takdim edilemiyeceğine işaret etmiştir. Yani vasiyetlerin hepsi
hakiki
farz oldukları zaman böyle olur. Bu sözü ile de, içinde vacip olan vasiyetlerden kaçınmıştır.
Farzların
bazılarının diğerlerine takdim edilmesi sözünün mutemed olmayan bir hüküm olduğuna
da
işaret etmiştir. Bunu söyleyen İmam Tahavî'dir. Birinci görüşle hükmeden ise İmam Kerhi'dir
İmam
Kerhî bunun bütün fukahanın görüşü olduğunu zikretmiştir. Kerhi muhtasarında şöyle
demiştir:
«Hişam Muhammed'den o da Ebû Hanife ve Ebû Yusuf'tan rivayetle -ki bu İmam
Muhammedin
de kavilde- şöyle demiştir; Hac,
sadaka, azad ve diğerleri gibi hepsi Allah için vasiyet
etse
ve malın üçte biride buna kâfi
gelmese, hepsi nafile olduğu takdirde evvelâ hangisini
söylemişse ondan başlanarak, sonuncuya gelinceye kadar yerine getirilir, kalanları batıl olur. Hepsi
farz
oldukları takdirde de yine aynı şekilde evvela hangisini söylemişse o yerine getiril, ve malın
üçtebiri
bitene kadar söylediği sıra takip
edilir.
Vasiyetlerden
bazısı sünnet bazısı da farz olur
yada kendisine vacip kıldığı birşey
ise önce farza
veya kendi üzerine vacip kıldığı şeye başlanır.
Konuşmada bunları sonda söylemiş olsa bile hüküm
böyledir. Hişam: «Buraya kadar olan İmamların hepsinin görüşüdür.» demiştir. Bunun tamamı
Gayetü'l-Beyan'dadır.
«Zeylai
demiştir ki ilh...» Ben derim ki: Zeylai Kenz'in «kuvvet bakımından eşit olurlarsa ilh...»
sözünden
sonra şöyle demiştir: «Çünkü kişinin
halinden anlaşılan ona göre en mühim olanından
başlamasıdır.»
Zâhirle
sâbit olan nass ile sâbit olan gibidir. O zaman o ilk söylediğini sanki nassen söylemiş
gibidir.
Buna
göre, vasiyetteki zekât hacca takdim edilir. Çünkü zekat kul hakkına taalluk eder. Zekât ile
hac
do keffârete takdim edilirler. Zira onlar keffarete tercih edilirler. Çünkü hac ve zekat
hususundaki
tehdid onların dışındakilerde gelmemiştir. Katil, zahir ve yemin keffâretleri
de fitreye
takdim
edilirler...» Zeylai'nin bu
ifadesinin benzeri Nihaye'de de
mevcuttur.
Ben
derim ki: Zeylai'nin takririnin
başlangıcı Kerhi'nin, sonu da Tahavî'nin sözüne uygundur. O
zaman
Zeylai Tahavî'nin görüşünü Kerhi'nin görüşü üzerine tefri ederek iki görüş arasında cem
yapmıştır.
Müftekâ'nın ibaresinin bunun her
ikisine de muhalif olduğunu ve bunlardan ikinci
görüşün
de zayıf olduğunu biliyorsun. Sen
düşün. Bu naktayı izah edeni ben görmedim. Düşün.
İtkânî'nin
Gâyetü'l-Beyan da şöyle dediğini
gördüm : Fukahadan bazıları demişlerdir ki: «Katil
keffâreti
yemin keffaretine takdim edilir.
Çünkü müslüman olmak şartıyla katil
keffareti daha
kuvvetlidir. Yemin keffareti de zihar keffaretine takdim edilir. Zira yemin keffareti Allah'ın ismine
karşı
hürmetsizlikten dolayı vacip olur. Zihar keffareti ise helal olan birşeyi kendisine haram kılmak
sebebiyle
vacip olmuştur. Bize göre bunda bir yanlışlık var. Çünkü
fukahadan bazılarının söylediği
imamlardan
nassen rivayet edilene muhaliftir. Zira farzlardan bazıları diğerlerine takdim edilmez.
Sünnet
olan vasiyetler de böyledir. Vasiyet
eden hangisini önce söylemişse onunla
başlanır.
Kerhi'nin
bu husustaki kati sözü yukarda
geçmişti. Zekât ve haccın
keffaretlere takdim edilmesinin
sebebi
de zikrettiğimiz tehdiddir. Bu tehdid
keffaretlerin hiçbirinde mevcut değildir.
İtkâni
«fukahadan bazıları» sözü ile Nihâye sahibini kasdetmiştir. Ben derim ki: Haccın ve zekâtın
keffaretlere
takdimi açıktır. Çünkü yukarda da geçtiği gibi keffâretler vaciptirler. Şu kadar var ki
İtkâm
Zeylaî ve Şarihin yaptığı gibi
bizzat, keffaretlerin takdim edileceğini söylemiştir. Bunu
Tahtavî'nin
görüşü üzerine bina etmiş olabilir.
Binaenaleyh tercih sebebi bulunduğu
zaman
keffâretlerin
bazısını diğerlerine takdim etmeğe mani yoktur. Nitekim Nihâye sahibi böyle yapmış ve
Zeylai de buna uymuştur. işte bununla da
yukardaki itiraz düşer.
Düşün.
«Evvela katil keffareti, sonra da yemin ve zihâr keffaretleri yerine getirir.» Bunların tertip şekilleri
yukarda
geçti.
«Sonra
oruç bozma ilh...» Bu, Nihâye'deki
«fitre, icma ve mûstefiz
haberlerle vacip olduğundan
oruç
yeme keffâretine takdim edilir. Çünkü oruç yeme keffâreti
haberü'l-vâhid ile sabittir. Fitre
nezire
de takdim edilir, zira fitneyi Allah vacip kılmıştır. O zaman fitre kulun nezrettiğine de takdim
edilir.
Nezir de kurbana takdim edilir. Çünkü kurbanın vacip olmasında ihtilaf olup nezrin yerine
getirilmesinin
vacip oluşunda ihtilaf yoktur.» sözüne muhaliftir.
«Öşür
de haracdan önce yerine getirilir».
Öşür hem Allah Teâlâ'nın hem de
kulların haklarını
kapsadığı
için haraca takdim edilmiş olabilir. Haraç ise yalnız kul hakkı içindir. T.
«Nafile
hac sadakadan efdaldir» Musannıf bu sözü ile vasiyet eden sonra söylese bile nafile haccın
sadakaya
takdim edileceğine işaret eder. Şu kadar var ki: İnâye ve Nihâye'de denilmiştir ki: içinde
vacip
olmayan bir vasiyette önce vasiyet edenin evvel söylediği yerine getirilir. Mesela nafile haccı,
belirsiz
bir köle azadını ve fakirlere sadakayı vasiyet etmesi gibi... Zâhiri rivayet de budur. Hasen,
Hanefî
âlimlerinden, efdal ite başlanacağını rivayet etmiştir; o zaman önce sadaka, sonra hac sonra
da
âzâd yerine getirilir. Hasen'in «önce
sadaka, sonra hacc...» sözü İmam'ın evvelki görüşüne
mebnidir.
İmam haccın meşakkatini görünce bu sözünden dönmüştür. Buna göre vasinin
infak
etmek
istediği mikdar ile hac etmek daha efdaldir.
«Onun
yerine binekli olarak hac edilir» Zira onun yerine yaya olarak hac yapılması gerekmez. O
zaman
ona hac farz olan şekilde hac yaptırılması vacip olur.
Zeylai.
«Eğer
nafakası o şehirde hacca gidip-gelmeye yetmiyorsa ilh...» Kuhistani'deki de bunun
benzeridir,
şöyle ki: Bedel olarak hacc yapan kişiye verilen para binekli olarak gitmesine yettiği
halde
yürüyerek gitse ve onu kendisine bıraksa bu vasinin emrine muhalif olur. Kendisine ayırdığı
miktarı
tazmin eder. Çünkü verilen parayı
yerinde sarfetmediğinden sevabı da hasıl olmamıştır.
«Bir
hacı hac yolunda ölse ilh...» Şarih «başkasının yerine yapılan hac» bâbında farz olduktan
sonra
ertelediği takdirde haccı vasiyet etmek farzdır. Ama farz olduğu zaman haccetmişse haccın
vasiyeti farz değildir.
«Onun
memleketinden ilh...» Çünkü ona farz olan. kendi memleketinden haccetmesi idi. Burada
vasiyet. üzerine farz olan şeyin edası içindir.
Zeylaî.
Eğer
vasî onun memteketi dışından hac
yaptırırsa zâmin olur. Ancak orada onun vatanına birgünde
gidip
dönebiliyorsa o zaman zamin olmaz.
Menâsiku's-Sindi'de şöyle
denilmiştir: «Memleketi
dışından
hac yaptırılmasını vasiyet etse ister Mekke'ye yakın olsun ister uzak olsun vasiyet ettiği
şekilde
hac
yaptırılır.»
Ben
derim ki: Zâhir'e göre vasiyet eden
bununla günahkar olur. Çünkü üzerine
farz olanı»
terketmiştir.
Kendi memleketinden hac yapılmasına kâfi gelmeyecek miktarda mal ile yerine hac
yapılmasını
vasiyet etse yine günahkar
olur.
«Metinler
de İmam'ın görüşü üzeredir» Sahih olan da budur. Mahbûbî, Nesefî, Sadru'ş-Şeria ve
diğerleri
de bunu ihtiyar etmişlerdir.
Kasım.
«Sen
anla» Şârih bu sözü ile istihsanın kıyasa takdim edilme kaidesinden çıkıldığına işaret
etmektedir.
«Vatanı
olmayan bir kimsenin ilh...»
Eğer kişinin birkaç vatanı olursa, o zaman Mekke'ye hangisi
daha
yakınsa oradan hac yaptırılır. Haccını
vasiyet etse ve Horasan'da
vefat etse, Mekkeli olduğu
takdirde
onun yerine Mekke'den hac yaptırılır. Kıran haccı vasiyet etse o zaman Mekkeli de olsa
Horasan'dan
hac yaptırılır.
Cevhere.