17 Ekim 2012

VASİYETLER KİTABI İKİNCİ BÖLÜM


VASİYETLER KİTABI İKİNCİ BÖLÜM
FER'İ BİR MESELE :
Bezzâziye'de şöyle denilmiştir: «İtabi'de denilmektedir ki: Hastanın akrabaları onun yanında
toplansalar ve malından yeseler, bakılır, eğer bunlar varis iseler ancak hastanın onlara ihtiyacı
varsa caizdir. Çünkü bunu taahhüd etmiştir. Bu durumda israf etmeden hastanın ailesi ile birlikte
yerler, eğer varis değillerse hasta izin verdiği takdirde malının üçte birinden yemeleri caizdir.»
«Kendisini öldürmeye bizzat iştirak eden kâtiline de ilh...» Zira Peygamber (s.a.v.) «Kâtile vasiyet
yoktur» buyurmuştur. Üstelik kâtil Allah'ın tehir ettiğinde acele etmiştir. O halde mirastan mahrum
edildiği gibi vasiyetten de mahrum edilir. İster ona, kendisini öldürmeden önce vasiyet edip de,
kâtil onu sonra öldürsün, ister yaraladıktan sonra vasiyet etsin aynıdır. Çünkü burada hadis
mutlaktır. Zeylaî.
Burada acele etmekten murad kâtilin halinden açığa çıkandır. Yoksa ehli sünnete göre öldürülen
kişi de eceliyle ölmüştür. Düşün.
FERİ BİR MESELE ;



Bir kişiyi, bir adam yaralasa ve başka biri de onu öldürse, yaralayana vasiyet etmesi caizdir çünkü
o katil değildir. Velvaliciye.
«Katline sebep olana vasiyeti sahihtir» Kuyu kazan ve mülkü olmayan yere taş koyan gibi... Çünkü
o gerçekten kâtil değildir.
«Yukarda da geçtiği gibi ilh...» Yani cinayetler kitabında...
Ebû Yusuf ise bunun caiz olmadığını söyler.
İmamlar arasındaki ihtilaf vasiyetten sonra, kasden öldürmediği durumdadır. Eğer vasiyetten sonra
kasden öldürmüşse imamların ittifakı ile vasiyet geçersiz sayılır. Şurunbulâliye.
«Hasta olan varisin icazeti de ilk vasiyet etme haline benzer.» O zaman, vasiyet edenin vârisi
âkilbâliğ olduğu halde hasta olsa ve vasiyete icazet verse bakılır: eğer o hastalıktan iyileşirse
icazeti sahihtir. ama o hastalıktan ölürse bakılır; şayet musa leh onun varisi ise icâzeti caiz değildir,
ancak ölümünden sonra varisleri icazet verirlerse caiz olur. Eğer musa leh yabancı ise hasta olan
barisin icazeti caizdir ve bu malının üçte birinden hesaplanır. Minah.
«İcâzet verenin hissesine düşecek kadarıyla caizdir.» İcâzet veren hakkında, sanki hepsi icâzet
vermişler gibi takdir edilir. Onun dışındakiler hakkında ise, sanki hiçbiri icazet vermemiş gibi takdir
edilir. Bunun açıklamasını Makdisi'den naklen takdim etmiştik.
«Çünkü onlar mükellef değildirler» Bundan dolayı da çocuk ile deli katil oldukları takdirde
öldürdükleri kişinin mirasından mahrum olmazlar. Bu illet Şurunbulâliye'de bir konu olarak
zikredilmiştir. Bana göre bunda itiraz edilecek bir nokta var. zira eğer yetişkinin mirastan mahrum
edilmesinin illeti sorumluluk ise; miras gibi. vasiyetinde icazetle caiz olmaması gerekir. Evet. bu
Ebû Yusuf'un görüşüne göre acıktır. Zira ona göre varisler icazet verseler bile katile vasiyet caiz
değildir. Fukaha İmam Ebû Yûsuf'un bu görüşünü şu gerekçeye bağlamışlardır: Kâtilin cinayeti
bâkîdir, onun mirastan men edilmesi de cinayeti dolayısıyladır ki o da onun için bir cezadır.
Tarafeyn'in görüşüne gelince : Katilin mirastan mahrum edilmesinin illeti varislerin hakkı içindir. O
da; kâtilin mahrum bırakılmasının içlerindeki öfkeyi gidermesidir. Böylelikle kâtil katline koştuğu
kişinin malında varislere ortak olmaz.
İşte bu da onların icazetleri ile yok olur. Çocuk ise nefretten uzaktır. O zaman bâliğ hakkında sâbit
olan onun hakkında sabit olmaz. Kifâye ve diğer kitaplarda da aynı şekildedir.
«Hatta karısına vasiyet etse ilh...» Bu söz «veya varis» sözünün bir fer'idir. Kuhistânî'de şöyle
denilmiştir: «Bir kişi başka varisi olmadığı halde katiline vasiyet etse ona vasiyeti sahih olur. Bu iki
tarafa göre de böyledir.»
«Kadın da üçte ikisinin dörtte birini alır» Çünkü miras vasiyetten sonradır. O zaman kadının
mirastan payı geri kalan üçte ikinin dörtte biridir.
«O zaman malın üçte biri kocanın ilh...» Bu da kalanın yarısıdır.
FER'İ BİR MESELE:
Bir kişi ölse de geride karısı kalsa ve ona malının yarısını, bir yabancıya da diğer yarısını vasiyet
etse; evvela yabancıya malın üçte biri verilir. kadına da kalanın dörtte biri miras olarak verilir. Geri
kalan da her ikisinin haklarına göre aralarında taksim edilir. Tartarhâniye.
Tatarhâniye'de denilmiştir ki: «Kadın ölüp geride yalnız kocasını bıraksa, ve daha evvel de bir
yabancıya malının yarısını vasiyet etmiş olsa o zaman musa lehe malın yansı kocasına da üçte biri
verilir. Altıda bir de hazineye kalır.
Eğer kişi kansı ile yabancı birinden her birine kalanın tamamını vasiyet etse... bu mesele
Cevhere'de izah edilmiştir.
M E T İ N
Mümeyyiz olmayan çocuğun vasiyeti asla sahih değildir. Hayır yollarında sarfetse bile böyledir.
Şafiî buna muhalefet ederek «hayır işlerine vasiyeti caizdir». demiştir. Aynı şekilde mümeyyiz olan
çocuğun vasiyeti de kendisinin techizi ve defninin dışındaki bir konuda sahih değildir. Techiz ve
defin için sahih oluşu istihsandır. Hz. Ömer'in mürâhik çocuğun vasiyetine icazet vermesi, buna
yorumlanır.
Çocuk ergin olduktan sonra ölse, veya vasiyetini erginlik dönemine izafe etse; yani. Ben erginlik
çağıma geldiğimde malımın üçte biri falanındır» dese yine caiz değildir. Çünkü velâyeti noksandır.
O zaman talakta olduğu gibi ne hemen ne de daha sonra vasiyet etme hakkına sahip değildir. Ama



ileriye matuf vasiyet hususunda köle, çocuğun aksinedir.
Mutlak köle ve mükâtebin vasiyetleri de sahih değildir. Mükateb, öldüğünde kitabet bedelini
karşılayacak kadar mal bıraksa bile böyledir.
Bazı âlimlerce. İmameyn'e göre, mükateb, ölümünde kitabet bedelini ödeyecek kadar mal bıraktığı
takdirde vasiyetinin sahih olduğu söylenmiştir.
Ancak köle veya mükatebden herbiri vasiyetlerini azad vakitlerine izafe ederlerse sahih olur. Çünkü
efendinin hakkı olan «mani» ortadan kalkmıştır.
Dili tutuk olan kimsenin işaretle olan vasiyeti sahih değildir. Ancak eğer dilinin tutulması uzayıp
belirli işaretler edinirse o zaman dilsiz gibi olur. Uzama müddeti bir senedir.
Bazı âlimler tarafından da dilinin tutulması ölümüne kadar uzadığı takdirde işaretle ikrarın ve
ikrarına şahit tutmasının caiz olacağı bu durumda dilsiz gibi olacağı söylenmiştir. Fukaha da
fetvanın bu görüşe göre olduğunu söylemişlerdir. Dürer. Müteferrik meseleler bahsinde gelecektir.
Vasiyetin kabulü ancak ölümden sonra sahihtir. Çünkü onun hükmünün sabit olma zama
ölümden sonrasıdır. Buna göre vasiyetin ölümden önce kabul veya reddi bâtıl olur.
Vasiyet edilen şeye ancak «kabul» ile malik olunabilir. Şu kadar var ki; vasiyet eden ölse sonra da
musa leh vasiyeti kabul etmeden ölse vasiyet edilen şey «kabul» olmadan istihsanen musalehin
varislerinindir. Nitekim daha önce geçmişti.
Aynı şekilde cenîne birşey vasiyet etse, «kabul» olmadan, istihsânen onun mülküne girer. Çünkü
cenîn adına kabul edecek veli yoktur. Nitekim yukarda geçmişti.
İ Z A H
«Aynı şekilde mümeyyiz olan çocuğun vasiyeti de kendisinin techizi ve defni dışındaki bir konuda
sahih değildir.» Şu kadar var ki techiz ve defninde maslahata riayet edilir. Zira Ravza'dan naklen
Hülâsâ'da şöyle denilmektedir: «Eğer bin dinar karşılığında kefenlenmesini vasiyet etse vasat bir
kefenle kefenlenir. Yalnız iki parça ile kefenlenmesini vasiyet etse vasiyetin şartlarına riayet
edilmez. Ama eğer beş veya altı parça ile kefenlenmesini isterse şartlarına riayet edilir.
«Falan kabristanda falan zahid kişinin yanına defnedilmesini vasiyet etse, eğer vasiyet ettiği
kabristana defni için terekesine bir taşıma külfeti getirmezse şartlarına riayet edilir. Eğer falan kişi
ile bir kabre gömülmesini vasiyet etse şartlarına riayet edilmez» Şurunbulâliye.
Ben derim ki: Şurunbulâliye'nin sözlerinin zahiri, Hulâsâ sahibinin bu bu meseleyi, çocuğun
vasiyeti hususunda söylediğini vehmettiriyor. Halbuki öyle değildir. Aksine Hulâsâ'nın ibaresi
mutlaktır. Onun aynısı Bezzaziye'de de vardır.
«Hz. Ömer'in mürâhik çocuğun vasiyetine icazet vermesi de buna yorumlanır» İnâye'de denilmiştir
ki: «Hz. Ömer'den rivayet edilen bu söz o mürahikin büluğa yakın olduğuna yorumlanır. Yani
büluğu üzerinden çok zaman geçmemiş. Bunun gibi olana da mecâzen yâfi yani mürahik denilir.
Veya Hz. Ömer'in icâzet verdiği vasiyet çocuğun techiz ve defni hususundaki vasiyettir. Ancak bu
şununla reddolunmuştur: Hadîsin rivayetinde çocuğun henüz ihtilam olmadığı sahihtir. Amcasının
kızına bir mal vasiyet etmiştir. Böyle olunca artık hadîsin tevili nasıl sahih olur.»
Tahavî de şöyle demiştir: «Bu söz ile ihticâc etmek Şâfii için sahih değildir. Çünkü bu söz
mürseldir. Bize göre mürsel hadis her ne kadar hüccet ise de Peygamber (s.a.v.)'in «kalem üç
kişiden kaldırılmıştır» sözüne zıttır. Bunda da itiraz edilecek bir nokta vardır; çünkü hadîsteki
kalemden murad mükellefiyettir. Bizim bahsettiğimiz husus ise bundan değildir.
İbn Hazm şöyle der: «Bu Allah'ın. «Nikâh çağına varıncaya kadar öksüzleri deneyin...» sözüne de
muhaliftir. Çünkü âyet çocuğun mâlî tasarruftan men edildiğine delalet eder.» Özetle...
Ben derim ki: Denilebilir ki: Teklîfin kalkması çocuğun söz ve tasarruflardan men edildiğinin
delilidir. Zira men edilme çocuğa şer'an gereklidir. Düşün.
«Murâhik ilh...» Mürâhik bulûğa yakın olan çocuktur. Bu şekilde tefsir etmek Muğrib'teki ifadeye de
uygundur.
«Bazı âlimlerce İmameyn'e göre ilh...» İmamlar arasındaki bu ihtilaf mükatebin malının üçte birini
vasiyet etmesi hususundadır.
Ama eğer malından bir nesneyi vasiyet etse icmaen sahih değildir. Mükatebin; vasiyetini âzâdından
sonra mâlik olacağı mala izafe etmesi halinde bu icmaen sahihtir. Bunun delili uzun, kitaplarda
zikredilmiştir. T.



«Ancak köle veya mükatebden herbiri... îzafe ederlerse ilh...» Yani köle «azad olunduğum zaman
malımın yarısı filan kişi için vasiyettir» dese veya «malımın üçte birini filan kişiye vasiyet ettim»
dese vasiyeti sahihtir. Hatta kitabet bedelini ödeyerek veya başka bir sebepten dolayı âzâd edilse
ve sonra ölse malının üçte biri musa lehindir. Kitâbet bedelini ödeyecek kadar mal bıraksa ama
âzâd edilmemiş olsa vasiyeti batıl olur. Çünkü mülk hakikaten onun değildir. Zeylai.
«Çünkü mâni ortadan kalkmıştır». Bu söz köle ve mükatep ile çocuk arasındaki farkı beyan
etmektedir. Zira onların ehliyeti tamamdır. Onlar ancak efendilerinin haklarından dolayı vasiyetten
men edilirler. O halde onların, vasiyetlerini efendilerinin haklarının düşeceği bir zamana izafe
etmeleri sahihtir. Çocuğun ehliyeti ise kusurludur. O gerekli kılacak bir söze ehil değildir. O zaman
çocuk ne hemen ne de daha sonrası için vasiyet etme hakkına sahip değildir.
«Bazı âlimlerce de ölümüne kadar uzadığı takdirde caiz olacağı söylenmiştir.» Kifâye'de şöyle
denilmiştir: «Hâkim'in Ebû Hanife'den zikrettiği bir rivayete göre; eğer dilinin tutukluluğu ölümüne
kadar uzarsa işaretle ikrarı ve buna şahit tutması caizdir. Çünkü iyileşmesi umulmayan bir şekilde,
konuşmaktan aciz olmuştur. O zaman. dilsiz gibi kabul edilir. Fukaha da fetvanın bu görüşe göre
olduğunu söylemişlerdir »
Sâlhanî'de denilmiştir ki: «Müddet ister uzasın ister kısalsın farketmez. Birinci görüşte şart olan
sonunda ölmese bile hastalığın bir sene sürmesidir. Onların sözünden anlaşılan budur.»
«Dürer» Mevahib'in metinde de bu görüş kati olarak ifade edilmiştir.
«Vasiyet edilen şeye ancak kabul ile malik olunur». Bu söz metne dahil edilebilir. Eğer vasînin
ölümünden sonra musa leh onu kabul etmezse, vasiyet kabulü üzere mevkuftur. Ne vârisin ne de
kabul edinceye veya ölünceye kadar musa lehunun mülkündedir. İtkânî Kerhî'nin muhtasarından...
«Sonra da musa leh vasiyeti kabul etmeden ölse ilh...» Yani red de etmeden...
«İstihsânen ilh...» Kıyas ise bu vasiyetin batıl olmasını gerektirir. Zira vasiyetin tamamı musa lehin
kabule bağlıdır. Halbuki bu da yok olmuştur.
İstihsânın vechi şudur: Vasiyet. vasiyet eden açısından tamamlanmıştır, artık fesholunmaz ancak
musa lehin muhayyerliğine bağlıdır. O zaman bu vasiyet, muhayyerlik müşteriye ait olan satışa
benzer ki müşteri üç gün içerisinde icazet vermeden önce ölse satış tamamlanır ve alınan meta
müşterinin varislerine kalır. Burada da aynı şekildedir. O zaman musa lehin reddetmeden ölmesi.
Detâleten, kabulü gibidir.İtkânî.
BİR UYARI:
Makdisî'de denilmiştir ki: «Musaleh vasiyeti kabul ettiği zaman vasiyet edilen şeye malik olur. Kabul
etmezse eğer kabulü mümkün olan muayyen bir şey ise. Cumhura göre mâlik olamaz. Ama fakirler,
Benî Haşim, Hac, mescid ve savaş maslahatı için vasiyet olunanlar bunun hilâfınadır.»
Zahiriye'de şöyle denilmiştir: «Kişi» ölümümden sonra malımın üçtebirini Mekke fakirlerine verin»
dese ve ölümünden sonra vâsisi malı Mekke fakirlerine götürse de onlar «Onu istemiyoruz. ona
ihtiyacımız yok» deseler Ebu'l-Kasım'a göre, o mal varislerine geri verilir. O fakirler mal varislerine
verilmeden önce sözlerinden dönseler bile mal yine varislerindir. Çünkü ilk defa reddetmekle
hakları batıl olmuştur.»
Eşbâh'ta denilmiştir ki: «Vasiyeti kabul etse sonra da vasiyet edenin varislerine geri verse, varisler
kabul ettikleri takdirde musa lehin mülkiyeti fesholur. Kabul etmezlerse bunun için zorlanmazlar.»
Sâihânî.
M E T i N
Vasiyet eden kişi sarih bir söz ile veya adını yahutta, ondan gelecek menfaatların çoğunu ortadan
kaldırmak gibi bir yolla mal sahibinin gasbedilen malındaki hakkını kesen bir fiile vasiyetten
dönebilir. Nitekim bu fiiller gasb bahsinden bilinmektedir.
Vasiyet edilen şeyde, ancak o olduğu zaman teslim edilebilecek bir fazlalık yapsa yine vasiyyetten
dönmüş olur. Vasiyet edilen kavutu yağ ile karıştırması veya vasiyet edilen eve bir oda eklemesi
buna misaldır.
Ama evi badana yapması veya bir odasını yıkması vasiyetten rücû sayılmaz. Çünkü vasiyet edilen
şeyin tabiinde tasarrufta bulunmuştur.
Vasiyet edilen şeyde satış ve hibe gibi mülkiyeti izale edecek bir tasarrufta bulunması da rücudur.
Bu rücûdan sonra o nesne tekrar mülkiyetine girse de girmesede aynıdır. Bu söz musannıfın «sarih
bir söz ile» sözü üzerine atıftır. İbnu Kemal ise bunu Dürer'e uyarak «veya» ile atfetmiştir. Buna



göre, bu ifade mûsînin fîlen vasiyetten dönmesinin üçüncü bir kısım olur. Nitekim Dürer'in metni de
bunu ifade etmektedir. Düşün.
Aynı şekilde vasiyet edilen şeyi başka bir mal ile ayırdedilmesi mümkün olmayacak şekilde
karıştırması da rücûdur.
Vasiyet ettiği elbiseyi yıkaması rücû değildir, çünkü tâbi olan birşeyde tasarrufta bulunmuştur.
Şu bilinmelidir ki: Vasiyet edenin ölümünden sonraki değişiklik vasiyete asla zarar vermez.
Vasiyet edenin vasiyeti inkârı da rücû değildir. Dürer, Kenz, ve Vikâye. Mecma'da: «Fetva bununla
verilir» denilmiştir.
Bunun benzeri ifadeler Aynî'de vardır. Sonra Ayni'de Uyun'dan fetvanın vasiyeti inkâr etmenin rücû
olduğuna göre verildiği nakledilmiştir. Sirâciye'de fetvanın buna göre olduğu söylenmiştir.
Musannıf da bunu ikrâr etmiştir. Aynı şekilde kişinin, «etmiş olduğum bütün vasiyetler haramdır
veyd riyadır veya onları erteledim» demesi rücû değildir. Ama «vasiyetimi terk ettim» veya «etmiş
olduğum her vasiyet batıldır» veya «Zeyd'e vasiyet ettiğim şey Amr'in veya falan vârisimindir» dese
bunlar birinci vasiyetinden rücû sayılır. O zaman vasiyet edilen şey diğer varislerin icâzetleriyle o
varisin ölür. Nitekim daha önce geçmişti.
Sonraki kişi vasiyet vaktinde ölü ise, o zaman vasiyetlerden birincisi hall üzere kalır. Çünkü ikincisi
batıl olmuştur. Ama vasiyet vaktinde hayatta olup da vasîden evvel ölse birincisi vasiyet rücû ile
ikinci vasiyet de ölümle bâtıl olur.
Ölüm hastasının, hibe ve vasiyet ettikten sonra nikahladığı kadına yapmış olduğu hibe ve vasiyet
batıl olur. Zira vasiyetin caiz olması için muteber olan, musa lehin vasiyet vaktinde değil ölüm
vaktinde varis olup olmadığıdır.
ikrâr iseyle değildir. Zira mukarrun lehin varis olup olmadığına ikrâr gününde itibar edilir.
Buna göre bir kadın için bir şey ikrar etse, onunla evlendikten sonra ölse ikrarı caizdir.
Kişinin kâfir, köle veya mükateb olan oğluna ikrârı. vasiyeti ve hibesinden sonra müslüman olsa
veya azad edilse bile batıl olur. Zira ikrâr vaktinde oğlu olduğu sabittir. Bu da oğlunun tercih ettiği
töhmetini doğurur.
İ Z H A N
«... Vasiyetten dönebilir». Çünkü vasiyet vasiyet edenin ölümü ile tamamlanır. Zira kabul, vasiyet
edenin ölümüne bağlıdır. Satım gibi karşılıklı mübadelelerdeki icabın iptâli caiz olunca teberrularda
iptali evleviyetle câizdir. İnâye.
Vasiyetten rücûnun bir kaç türlü olduğu bilinmelidir;
1 - Bir malı (aynı) vasiyeti gibi fiil ile de söz ile de feshi muhtemel olanlar.
2 - Malın üçtebiri ve dörtte birini vasiyeti gibi feshi ancak söz ile muhtemel olanlar. Bu durumda
vasiyet ettiği üçtebir veya dörttebiri satsa yada hibe etse vasiyeti batıl olmaz. Vasiyeti malın
kalanından geçerli olur.
3 - Bir şarta bağlı olarak müdebber yaptığı kölesi gibi, ancak fiil ile feshi muhtemel olanlar. mesela
«eğer bu hastalığımdan ölürsem hürsün» demesi gibi... O zaman böyle bir köleyi satsa, satışı sahih
olduğu gibi vasiyeti de münfesih olur. Şu kadar var ki o köleyi tekrar satın alsa köle yine önceki
haline döner.
Bir de köleyi mutlak müdebber yapması gibi ne söz nede fiil ile feshi muhtemel olmayan vasiyetler
vardır. İtkâni ve Kuhistânî'den özetle.
«Veya mal sahibinin gasbedilen malındaki hakkını kesen bir fiil ilh...» Fiil ile dönmek delâleten
rücûdur. Birincisi ise sarahaten rücûdur. Vasiyet edilen nesne değiştiği için isminin de değişmesi
gibi delaleten rücû bazen zarureten sabit olur. Meselâ bağındaki yaş üzümü yaş olarak vasiyet
ettikten sonra o üzümün kuru üzüm olması veya yumurta vasiyet ettikten sonra bir tavuğun
kuluçkaya yatarak vasiyet eden ölmeden önce ondan civciv çıkarması gibi... Bu bahsin tamamı
Kifâye'dedir.
«Adını... ortadan kaldırarak ilh...» Mesetâ vasiyet ettiği demiri kılıç veya bakırı kap yapsa, bu fiilen
rücûdur. Zira demiri kılıç veya bakırı kap yapması malikin mülkiyetinin kesilmesine nasıl tesir
ediyorsa vasiyete mâni olmaya da evleviyetle tesir eder. Zeylai. Yani onun musa lehe mülk
olmasına mani olur.
Vasiyet eden kişi vasiyet ettiği koyunu kesse; mücerred kesmesi vasiyetten rücûdur. Aslında



bunun rücû sayılmaması daha uygundu. Çünkü onun koyunu kesmesi; kumaşı kesip dikmemesi ve
evdeki bir odayı yıkması gibi bir noksanlıktır. Şu kadar var ki, koyunu kesmesi. onu kendi mülkiyeti
üzere bırakmaktır. O zaman bu. rücûnun delhi olur. Zira âdeten etin, mûsînin ölümüne kadar
kalması çok enderdir. İtkânî.
«Kavutu yağ ile karıştırması gibi ve pamuğu birşeye doldurması veya astarlık kumaşı bir elbiseye
kullanması veya örtüyle bir şey kaplaması gibi... Zira bun(arı ziyadesiz teslim etmek mümkün
olmadığı gibi onu bozmak da mümkün değildir. Çünkü bunlar vasî tarafından kendi mülkünde icra
edilmiştir. Hidaye.
Vasiyet ettiği tarlaya ağaç veya boğ dikse bu da aynı şekildedir. Ama taze sebze dikse bu rücû
sayılmaz. Hâniye.
«Çünkü vasiyet edilen şeyin tabiinde tasarrufta bulunmuştur.» Ki buda odadır. Kireçle badana ise
süstür. İtkani.
Evi çamur veya kireçle sıvamanın ise, odayı yıkmak yada kireçle badanalamak gibi olup olmadığına
bok.
Yalnız ben Hâniye'de aynen şunu gördüm : Eğer vasiyet ettiği evi çamurla sıvasa, bu çok olduğu
takdirde rücûdur. Bunun tamamı Vehbâniy şerhindedir, oraya müracaat et.
«... Üçüncü bir kısım olur» Yani rücûu ifade eden fiilin üçüncü bir kısmı olur. Bu da musannıfın
ibaresinin ifade ettiğinin aksinedir. Zira o bunu fiile karşılık yapmıştır. şu kadar var ki. Halebiye
göre fiilin üçüncü bir kısmı olması ancak Durer'in ibaresinde kendisini gösterir. Zira Dürer'de,
«veya birşey fazlalaşırsa» deyip tasarruf lafzını zikredilirse bununla filin üçüncü bir kısmı olmaz.
İster «veya» isterse «ve» ile atfedilsin böyledir.
«O nesne tekrar mülkiyetine girse de girmesede ilh...» Yani satın olma veya hibeden dönmekle...
Zeylaî. Bu hastalığımdan ölürsem, «sen hürsün» demesi gibi bir şarta bağlı olan müdebber kölenin
dışındadır. Zira eğer bu durumdaki müdebber kölesini sattıktan sonra tekrar satın alsa. o köle
birinci haline döner. Satın alışı rûcû olmaz. Nitekim İtkânî nakletmiş biz de takdim etmiştik.
«Aynı şekilde vasiyet edilen şeyi başka birşey ile ayırdedilmesi mümkün olmayacak şekilde
karıştırması da rücûdur.»
Ben derim ki: Arpayı buğdayla karıştırmasındaki gibi ayırd edilmesi zorlukla mümkün olduğu
takdirde de yine rücûdur. Şârihin bu sözü, metindeki «mal sahibinin mülkiyet hakkını kesecek bir
fiil...» sözünün yanında zikretmesi gerekirdi. Sâlhâni.
Çünkü tâbi olan bir şeyde tasarrufta bulunmuştur.» Bazı nüshalarda yledir.
Bazı nüshalarda ise «menfaatli olan bir tasarrufta bulunmuştur» şeklindedir. Hangisi olursa olsun
burada kasdedilen, elbisenin kirden temizlenmesidir.
Hidâye'nin ibaresi ise şöyledir: «Elbisesini başkasına vermek isteyen kişi âdeten onu yıkar.
Dolayısıyla o yıkaması vasiyeti takrir olur. Yani vasiyetten dönmek değil vasiyet ibkâ etmektir.
«Asla zarar vermez.» Bu değişiklik ister musa lehin kabulünden önce isterse sonra olsun
değişmez. Zeylai. Zira bu değişiklik vasiyetin tamamlanmasından sonra olmuştur çünkü vasiyetin
tamamlanması ölümle olur. Kifâye.
«Vasiyet edenin inkarı rücu değildir.» Çünkü birşeyden rücû o şeyin önceden var olmasını
gerektirir. Bir şeyi inkâr ise onun geçmişte mevcut olmamasını gerektirir. Çünkü inkar akdin aslını
nefyetmektir. Eğer vasiyeti inkâr, vasiyetten dönmek olsaydı vasiyetin geçmişte hem var olmasını
hem de yok olmasını gerektirirdi ki bu muhaldir. Kifâye.
«Musannıf da bunu ikrar etmiştir. Mülteka şerhinde şöyle denilmiştir: «Şu kadar var ki metinler
birinci görüşe uygundur. Bundan dolayı musannıf âdeti üzere onu önce zikretmiştir.»
Ben derim ki: Hidaye de birinci görüşün delili sonraya bırakılmıştır. Demekki birinci görüş,
Hidaye'nin ihtiyar ettiği görüştür.
Nihâye'de de : «Mevâhib ve İslahta birinci görüş katî olarak ifade edilmiştir.» denilmektedir.
Bahr'in «geçmiş namazların kazası» bahsinde de şöyle denilir: «Metinlerle fetvâlar farklı oldukları
zaman metinlere uygun bir şekilde amel etmek evlâdır.»
«Haramdır veya riyadır ilh...» Zira bir şeyi haram veya riya ile nitelemek onun aslının baki olmasını
gerektirir. Vasiyeti ertelemek ise borcu ertelemek gibidir. Vasiyeti düşünmek için değildir. Zeylai.
«Bunlar... rücûdur» Zira terketmek o şeyi düşürmektir. Bâtıl ise dağılarak gidene denir. Üstelik



kişinin «Vasiyet ettiğim şey...» sözü ortaklığın kesilmesine delalet eder. Ama, önce bir kişiye sonra
da başkasına vasiyet etmesi böyle değildir. Çünkü burada ortaklık ihtimali vardır ve telaffuz şekli de
buna uygundur. Zeylai.
«Çünkü ikincisi bâtıl olmuştur.» Zira birinci vasiyet ancak ikinci kez başka birine yapıldığı zaman
zarureten batıl olur. Bu da olmadığına göre birinci vasiyet hali üzere kalır. Zeylaî.
«Ölüm hastasının, hibe ve vasiyet ettikten sonra ilh...» Zira vasiyet ölüm anında sabit olur. Halbuki
nikahladığı kadın ölüm anında varistir, varise ise vasiyet yoktur. Hibe ise görünüşte peşin olsa bile,
hükmen, ölümden sonraya izafe edilen gibidir. Çünkü onun hükmü ölüm anında gerçekleşir.
Görülmüyor mu? Kişinin borcu malından fazla olduğu zaman hibe batıl olur. Borç olmadığı zaman
da malın üçte birinden itibar edilir. Hidâye.
«Zira vasiyetin caiz olması için ilh...» Yani ister müsbet ister menfi olsun.
«Ölüm vaktinde ilh...» Buna göre birisi, karısına birşey vasiyet etse sonra da onu üç talak ile
boşasa veya bir talak ile boşayıp kadının iddeti dolsa ve daha sonra vasî ölse vasiyet sahih olur.
Kuhistanî.
«İkrâr gününde itibar edilir.» Zira ikrâr bizatihi ödemeyi gerektirir. Vasiyetin ölüme bağlı olması gibi
zâid bir şarta da tevekkuf etmez. O halde borcu ikrarı sahihtir. Çünkü yabancı bir kişiye ikrar
etmiştir. İtkânî.
«Bir kadına birşey ikrar etse ilh...» Yani yabancı bir kadına... Bu söz, «ikrâr gününde varis olmayan»
sözünün bir feridir. Yani ona ikrar etmek caizdir. Zira o ölüm anında varis olsa bile ikrar vaktinde
varis değildir. Varis olmanın buradaki evlenme gibi ikrardan sonraki yeni bir sebeple olmasının şart
olduğunu daha önce belirtmiştik. Ama varis olma ikrar vaktinde bir sebeple kâim olduğu halde, bir
maniin zuhuru ve daha sonra bu mâniin ölüm vaktinde ortadan kalkması böyle değildir. Nitekim
musannıf da bunu Kâfir ve köle olan oğluna ikrârı vasiyeti ve hibesi bâtıl olur» sözü ile ifade etti. Şu
mesele de bunun gibidir: Kitap ehli olan karısına veya cariyesine birşey ikrar etse sonra da
ölümünden evvel o kadın müslüman olsa veya âzâd edilse ikrârı sahih değildir. Çünkü sebep
ikrarın yapıldığı anda mevcuttu. Nitekim bunu Zeylaî de ifade etmiştir.
«Veya köle olan ilh...» Zeylaî bunu «üzerinde borç olması» sözü ile kayıtlamıştır. Çünkü ikrar ona
ölüm anında varis olduğu halde yapılmıştır. Bu durumda vasiyet gibî o da batıl olur. Eğer köle olan
oğlu borçlu olmadığı halde ona ikrar etse sahih olur. Çünkü ikrar kölenin efendisinedir. Bu bahis
Hidâye'de İmam Muhammed'in kitabına isnad edilmiştir.
Bizim birkaç yaprak önce Zeylaî ve Nihâye'den naklen takdim ettiğimizin zahiri ise, ikrar ettiği
oğlunun âzadı ile, ikrarın batıl olmayacağıdır. Buna yapılan itirazı da yukarda beyan etmiştik.
«Zira ikrâr vaktinde oğlu olduğu sâbittir» Bu, ikrarın batıl olmasının gerekçesidir. Vasiyet ve
hibenin batıl olmalarına gelince, musannıfın daha önce belirttiği gibi onlarda muteber olan, ölüm
vaktidir. Oğlu da ölüm vaktinde varis olmaktadır. O halde hibe de vasiyet de batıl olurlar.
METİN
Kötürümün, felçlinin, çolağın ve veremlinin hastalıkları bir sene uzar ve ondan ölmeleri korkusu
olmazsa hibeleri mallarının bütününden sayılır. Hastalığı uzamasa ve ölümünden korkulsa o zaman
malının üçte birinden sayılır. Çünkü bunlar öldürücü değil müzmin hastalıklardır.
Bazı âlimlere göre ölüm hastalığı, kişinin ihtiyaçları için dışarıya çıkamamasıdır. Tecrid'de de buna
itimad edilmiştir. Bezzâziye.
Muhtar olan, ölüm hastalığı yatalak olmasa bile çoğunlukla ölümle biten hastalıktır. Zâhire'nin hibe
bahsinden Kuhistanî.
Eğer kişi birden fazla vasiyette bulunsa en son söylese bile, evvelâ farz olan yerine getirilir.
Eğer vasiyetler kuvvet bakımından eşit iseler ve malın üçte biri bunlara yetmiyorsa, o zaman vasî
önce hangisini söylemişse o yerine getirilir.
Zeylai şöyle demiştir: «Katil keffareti, zihar ve yemin keffâretleri fitneden öncedirler. Çünkü
bunların vücubu kitap iledir. Fitre ise böyle değildir.»
Zahiriye'nin İmam Tavâsisi'den Kuhistâni'nin de Zahiriye'den nakline göre: yapmış olduğu
vasiyetler içerisinde evvela kâtil sonra zihâr, sonra oruç bozma kaffâretleri sonra nezir sonra fitne
sonra da kurban yerine getirilir.
Öşür de haracdan önce yerine getirilir. Bercendi'de şöyle denilmiştir:



«Ebû Hanife'nin son görüşüne göre nâfile hac sadakadan daha efdaldir. Bir kimse hac vasiyet etse,
onun yerine binekli olarak hac edilir.
Eğer nafakası o şehirden binekli olarak hacca gidip gelmeye yetmese de bir kişi «bu para ile yaya
olarak onun yerine ben gider gelirim» dese o hac vasi yerine yapılmış olmaz. Kuhistani Tetimme'ye
isnaden...
Kendi memleketinden kendi yerine binek ile haccedilmesini vasiyet etse eğer nafakası kâfi gelirse
vasiyeti yerine getirilir kâfî gelmezse. o zaman nereden yeterse oradan yerine getirilir.
Şayet bir hacı hac yolunda ölse ve yerine hac yapılmasını vasiyet etse, şayet nafakası yetişirse
onun memleketinden ve binekle yaptırılır.
İmameyn ise istihsana göre öldüğü yerden hac yaptırılacağını söylemişlerdir. Hidaye, Müctebâ ve
Mültekâ.
Ben derim ki; Bu, İmam'ın görüşünün kıyasa göre olduğunu ifade eder. Metinlerde İmam'ın kavli
üzeredir. O halde burada itimad edilecek görüş kıyasa göre olandır. Sen onla.
Hac yolunda ölen kişinin nafakası kendi memleketinden gidilmesine kâfi gelmezse, nereden kafi
gelirse oradan yaptırılır.
Vatanı olmayan bir kimsenin haccı icmaen öldüğü yerden yaptırılır.
Bir kimse malının hepsi ile bir köle alınıp kendi adına azad edilmesini vasiyet etse ama varisleri
icâzet vermeseler vasiyeti batıl olur. Bin dirheme bir köle alınıp kendi adına âzâd edilmesini vasiyet
etse ve bin dirhem de malının üçte birinin tamamı ile bir köle alınıp azâd edileceğini söylemişlerdir.
Mecmâ.
İ Z A H
«Kötürümün, felçlinin, çolağın ve veremlinin hibeleri ilh...» Kötürüm ayakta duramayan, felçli
vücudunun yarısının hiss ve hareketi olmayan, çolak ise elinin biri veya her ikisi tutmayan kişidir.
İnaye.
«Hastalıkları bir sene uzarsa ilh...» Bir sene uzaması fukahamızın görüşüne göredir. Alimlerden
bazıları ise fukahanın şöyle dediklerini naklederler: »Eğer halkın örfünde hastalık müddeti uzun
kabul edilirse o zaman uzun sayılır. Aksi halde uzun sayılmaz». Kuhistânî.
«Ondan ölmeleri korkusu olmazsa ilh...» Bu cümle bir evvelki şart cümlesini izah etmek içindir.
Hamevî Miftah'tan. T. Sonra, burada «korkmaktan» korkunun kendisi değil ekseriyette ölümle
sonuçlanmasıdır. Kifâye.
Kuhistâni «Korku olmamasını» Kişideki hastalığın sürekli artmaması ile tefsir etmiştir. Zira zamanla
artmazsa, hastalık onda körlük ve topallık gibi tabiatından bir parça olur. Zira kişinin tasarrufuna
mani olan ölüm hastalığıdır. Bu da çoğunlukla ölüme sebep olan hastalıktır ki o ölümle
sonuçlanıncaya kadar sürekli artan hastalıktır. Ama hastalık artmadan kalır ve ondan dolayı ölmesi
korkusu olmazsa o zaman körlük ve benzeri gibi, ölüme sebep olan bir hastalık olmaz. Çünkü
ondan korkulmaz. Bundan dolayı da tedavi ile uğraşmaz. Zeylaî ve diğerleri.
«Hastalığı uzamasa ve ölümünden korkulsa ilh...» Kuhistânî'nin ibaresi ise şöyledir: «Bunlardan
hiçbiri olmazsa yani hastalığı uzamasa ve bir seneden önce ölse veya o hastalıktan dolayı
öleceğinden korkulursa yani hastalığı günden güne artsa...»
Bundan anlaşılan şudur: Hastalığı uzamasa ve ondan dolayı ölmesinden korkulmasa, o zaman
onun vasiyeti malının tamamından değil üçtebirinden alınır.
Zeylaî'nin ibaresi ise bunun aksinedir. Onun ifadesi aynen şöyledir: «Hastalığı uzamasa ve hastalık
süresince yatakta olsa ve ondan dolayı yatakta iken ölse, tasarrufu üçtebirden itibar edilir. Zira
daha hastalığın başlangıcında, ondan öleceğinden korkar ve bundan dolayı tedavi olursa o zaman
bu hastalık ölüm hastalığı olur. Eğer hastalık uzadıktan sonra yatağa düşerse, bu yeni bir hastalık
gibidir ve tasarrufu malın üçtebirinden itibar edilir.»
Şârihin yukarıdaki sözlerine uygun olan da, Zeylai'nin bu ifadesidir. Hastalığı uzadığı ve ölümünden
korkulduğu zaman hükmün nasıl olacağı ise açıklanmamıştır. Kuhistânî'nin ibaresinin gereği onun
tasarrufunun da üçtebirden itibar edilmesidir. Bu da musannrfın : «tasarrufu malın tamamındandır»
cümlesini «ölümünden korkulmazsa» cümlesi de kayıtlamasından anlaşılandır.
«Çünkü bunlar müzmin hastalıklardır». Yani müddetleri uzundur. Şârihin bu sözü musannıfın
«vasiyeti malının hepsinden itibar edilir» sözünün illetidir. O zaman bu sözü «eğer uzamasa îlh...»



sözünden evvel zikretmesi gerekirdi. Minah'ta şöyle denilmiştir «Fusulu'l-İmadiye »denilmiştir ki:
kötürüm ve felçli hususunda İmam Muhammed el-Kitab'da şunları söylemektedir: Eğer bu dertler
daha önceden yoksa hasta gibidir. Ama eskiden beri var ise o zaman sağlam kimse gibidir. Çünkü
o öldürücü değil, müzmin bir hastalıktır.»
«Buna Tecrid'de de itimad edilmiştir.» Mirac'da şöyle denilmektedir: «Manzûme sahibine, ölüm
hastalığının mahiyeti sorulduğunda Meşâyihın bu hususta bir çok sözleri var ama itimadımız Fadli'
nin görüşünedir. O da şudur: Şahsî ihtiyaçları için evinden dışarıya çıkmaya gücü yetmeyen
kimsedir. Kadın ise, şahsi ihtiyacı için evin içinde dama bile çıkmaya gücü yetmiyendir.» Cevabını
vermiştir.
Hastanın talâkı bâbında hükme esas alınan bu tarîftir. Bunu Zeylai de sahih görmüştür.
Ben derim ki: Zâhir olan, ölüm hastalığının, felç ve benzerleri gibi uzun olan ve ölüm korkusu
olmayan müzmin hastalıklardan olmaması şeklinde kayıtlanmasıdır. Bu hastalık kişiyi yatalak
yapsa ve kendi ihtiyaçları için yürümesine mani olsa bile böyledir.
Bu durumda metin ve şerh sahiplerinin üzerinde durdukları tarife de muhalif olmaz.
«Muhtar olan ilh...» Hİdâye sahibi de Tecnis adlı kitabında aynı şeyi ihtiyar etmiştir.
BİR UYARI:
Gebe kadının doğum anındaki mâlî teberruu malının üçte birinden verilir.
İki kabile savaş için biribirlerine girseler ve sayıca eşit olsalar veya birisi diğerînden fazla olsa bu
durum ölüm hastalığı hükmündedir.
Birbirlerine girmeseler, o zaman ölüm hastalığı hükmünde olmaz.
Deniz vasıtasına binen kimsenin hükmü eğer deniz sakin ise, ölüm hastalığındakinin hükmü gibi
değildir. Ama rüzgar esiyorsa veya deniz dalgalı ise o zaman bunun hükmü ölüm hastalığının
hükmü gibidir.
Hapise giren kimsenin âdeti öldürülmek ise onun hükmü de ölüm hastalığının hükmü gibidir. Aksi
halde ölüm hastası gibi değildir. Mirâc. Özetle... Bunun «hastanın talâkı bâbı»nda geçenle birlikte
düşün.
«Eğer kişi birden fazla vasiyette bulunsa ilh...» Bilinmelidir ki vasiyetlerin ya hepsi Allah Teâlâ için
veya hepsi kullar için yada herikisi içindir;
Önceliğe itibar etmek Allah Teâlâ'nın haklarına hastır. Çünkü hak sahibi bir tanedir. Şayet sahipleri
birden fazla ise önceliğe itibar edilmez. Buna göre. sadece kullar için olan vasiyetlerde önceliğe
itibar edilmez. Mesela; bir kişiye malının üçte birini vasiyet etse sonra da aynı üçte biri başka bir
adama vasiyet etse bunda önceliğe itibar edilmez. Ancak kesin olarak birisine öncelik tanırsa o
zaman önceliğe itibar edilir.
İleride geleceği gibi vasiyetin bazısı âzâd bazısı da muhâbat (fiatı düşürme) olursa bunda da
öncelik olabilir.
Sadece Allah Teâtâ için olan vasiyetlerin hepsi zekât ve hac gibi farz olursa veya keffaretler,
adaklar ve fıtır sadakası gibi hepsi vâcip olursa yada nafile hac ve fakirlere sadaka gibi nafile ibadet
olursa o zaman ölen kişi evvela hangisiniylemişse o yerine getirilir.
Eğer vasiyetler karışık olursa yani farz. vacib ve sünnet olan vasiyetleri varsa o zaman ister önce
ister sonra söylesin vasiyette evvela farzlara sonra vaciplere başlanır.
Vasiyetleri arasında hem Allah Teâlânın hakkı hem de kul hakkı varsa o zaman terikenin üçte biri
bunların tamamına taksim edilir. Allah'a yaklaşma yönlerinden herbir cihet müstakil kabul edilir,
hepsi bir vasiyet kabul edilmez. Çünkü hepsinden maksat Allah rızası olsa bile, herbiri kendi başına
kastedilmiştir. O halde birkaç adamın vasiyetleri gibi herbiri kendi başına bir vasiyet kabul edilir.
Sonra onlar toplanır ve en mühimi hangisi ise o öne alınır. Mesela : bir kişi «malımın üçte biri
üzerimde borç olarak duran hacc, zekât, ve keffaretler ile Zeyd içindir» dese o zaman malının üçte
biri dörde taksim edilir. Burada farz olan vasiyet kul hakkına takdim edilmez, çünkü kulun ihtiyacı
vardır.
Eğer vasiyet ettiği adam belirli bir kişi değilse, meselâ fakirlere sadaka vermeyi vasiyet etmişse, o
zaman taksim edilmez. Aksine hangi hak daha kuvvetli ise ona öncelik verilir. Daha sonra da sırayla
devam eder. Çünkü eğer muayyen bir hak sahibi yoksa o zaman hepsi Allah için bir hak olarak kalır.
Bu mesele; vasiyette hastalığında geçerli olacak veya ölümüne bağladığı bir köle azayadd



hastalığında geçerli bir fiat indirimi olmadığı takdirdedir. Eğer vasiyetinde, ölümü halinde geçerli
olacak bi âzâd ve diğerleri gibi vasiyetler varsa, o zaman evvelâ onların yerine getirilmelerine
başlanır. Nitekim ölüm hastalığında âzâd etme bâbında bunun tafsilatı gelecektir. Sonra malın
üçtebirinden geri kalan da diğer vasiyetlerine sarf edilir. İnâye, Nihâye ve Tebyin'den özetle...
«Evvelâ farz olan yerine getirilir.» Hac, zekât ve keffâretler gibi... Zira farzın yerine getirilmesi
nafileden önemlidir. Bunun zâhirinden vasiyetlerin en mühiminden başlanması gerektiği
anlaşılmaktadır. Zeylai.
Zeytaî'nin burada farzdan muradı vâcibi de kapsayandır. Zira «keffâretler» sözü buna delalet eder.
Şu kadar var ki yukarda da geçtiği gibi hakiki farz vacibten önce gelir. Kuhistânî'de denilmiştir ki:
«vasiyetler içinde kul hakkı olan farz varsa evvela onunla başlanır, sonra Allah'ın hakkı olan farz,
sonra vâcip sonra do nafile yerine getirilir. Nitekim fukaha'dan da böyle rivayet edilmiştir.»
«Eğer kuvvet bakımından hepsi eşit iseler ilh...» Müttekâ'da şöyle denilmiştir: «Vasiyetlerin hepsi
farziyet veya diğerlerinde eşit olurlarsa, vasiyet eden evvelâ hangisini söylemişse önce o yerine
getirilir.
Bazı âlimler vasiyetler içerisinde hem hac hemde zekât varsa evvelâ zekâtın verileceğini. bazıla
ise tam aksini söylemişlerdir.»
Bunun benzeri İhtiyâr ve Kuhistâni'de de vardır.
Musannıfın «Kuvvet bakımından eşit oldukları zaman» sözü ile vasiyet eden takdim etmediği zaman
farzların bazılarının diğerlerine takdim edilemiyeceğine işaret etmiştir. Yani vasiyetlerin hepsi
hakiki farz oldukları zaman böyle olur. Bu sözü ile de, içinde vacip olan vasiyetlerden kaçınmıştır.
Farzların bazılarının diğerlerine takdim edilmesi sözünün mutemed olmayan bir hüküm olduğuna
da işaret etmiştir. Bunu söyleyen İmam Tahavî'dir. Birinci görüşle hükmeden ise İmam Kerhi'dir
İmam Kerhî bunun bütün fukahanın görüşü olduğunu zikretmiştir. Kerhi muhtasarında şöyle
demiştir: «Hişam Muhammed'den o da Ebû Hanife ve Ebû Yusuf'tan rivayetle -ki bu İmam
Muhammedin de kavilde- şöyle demiştir; Hac, sadaka, azad ve diğerleri gibi hepsi Allah için vasiyet
etse ve malın üçte biride buna kâfi gelmese, hepsi nafile olduğu takdirde evvelâ hangisini
ylemişse ondan başlanarak, sonuncuya gelinceye kadar yerine getirilir, kalanları batıl olur. Hepsi
farz oldukları takdirde de yine aynı şekilde evvela hangisini söylemişse o yerine getiril, ve malın
üçtebiri bitene kadar söylediği sıra takip edilir.
Vasiyetlerden bazısı sünnet bazısı da farz olur yada kendisine vacip kıldığı birşey ise önce farza
veya kendi üzerine vacip kıldığı şeye başlanır. Konuşmada bunları sonda söylemiş olsa bile hüküm
yledir. Hişam: «Buraya kadar olan İmamların hepsinin görüşüdür.» demiştir. Bunun tamamı
Gayetü'l-Beyan'dadır.
«Zeylai demiştir ki ilh...» Ben derim ki: Zeylai Kenz'in «kuvvet bakımından eşit olurlarsa ilh...»
sözünden sonra şöyle demiştir: «Çünkü kişinin halinden anlaşılan ona göre en mühim olanından
başlamasıdır.»
Zâhirle sâbit olan nass ile sâbit olan gibidir. O zaman o ilk söylediğini sanki nassen söylemiş
gibidir.
Buna göre, vasiyetteki zekât hacca takdim edilir. Çünkü zekat kul hakkına taalluk eder. Zekât ile
hac do keffârete takdim edilirler. Zira onlar keffarete tercih edilirler. Çünkü hac ve zekat
hususundaki tehdid onların dışındakilerde gelmemiştir. Katil, zahir ve yemin keffâretleri de fitreye
takdim edilirler...» Zeylai'nin bu ifadesinin benzeri Nihaye'de de mevcuttur.
Ben derim ki: Zeylai'nin takririnin başlangıcı Kerhi'nin, sonu da Tahavî'nin sözüne uygundur. O
zaman Zeylai Tahavî'nin görüşünü Kerhi'nin görüşü üzerine tefri ederek iki görüş arasında cem
yapmıştır. Müftekâ'nın ibaresinin bunun her ikisine de muhalif olduğunu ve bunlardan ikinci
görüşün de zayıf olduğunu biliyorsun. Sen düşün. Bu naktayı izah edeni ben görmedim. Düşün.
İtkânî'nin Gâyetü'l-Beyan da şöyle dediğini gördüm : Fukahadan bazıları demişlerdir ki: «Katil
keffâreti yemin keffaretine takdim edilir. Çünkü müslüman olmak şartıyla katil keffareti daha
kuvvetlidir. Yemin keffareti de zihar keffaretine takdim edilir. Zira yemin keffareti Allah'ın ismine
karşı hürmetsizlikten dolayı vacip olur. Zihar keffareti ise helal olan birşeyi kendisine haram kılmak
sebebiyle vacip olmuştur. Bize göre bunda bir yanlışlık var. Çünkü fukahadan bazılarının söylediği
imamlardan nassen rivayet edilene muhaliftir. Zira farzlardan bazıları diğerlerine takdim edilmez.
Sünnet olan vasiyetler de böyledir. Vasiyet eden hangisini önce söylemişse onunla başlanır.
Kerhi'nin bu husustaki kati sözü yukarda geçmişti. Zekât ve haccın keffaretlere takdim edilmesinin



sebebi de zikrettiğimiz tehdiddir. Bu tehdid keffaretlerin hiçbirinde mevcut değildir.
İtkâni «fukahadan bazıları» sözü ile Nihâye sahibini kasdetmiştir. Ben derim ki: Haccın ve zekâtın
keffaretlere takdimi açıktır. Çünkü yukarda da geçtiği gibi keffâretler vaciptirler. Şu kadar var ki
İtkâm Zeylaî ve Şarihin yaptığı gibi bizzat, keffaretlerin takdim edileceğini söylemiştir. Bunu
Tahtavî'nin görüşü üzerine bina etmiş olabilir. Binaenaleyh tercih sebebi bulunduğu zaman
keffâretlerin bazısını diğerlerine takdim etmeğe mani yoktur. Nitekim Nihâye sahibi böyle yapmış ve
Zeylai de buna uymuştur. işte bununla da yukardaki itiraz düşer. Düşün.
«Evvela katil keffareti, sonra da yemin ve zihâr keffaretleri yerine getirir.» Bunların tertip şekilleri
yukarda geçti.
«Sonra oruç bozma ilh...» Bu, Nihâye'deki «fitre, icma ve mûstefiz haberlerle vacip olduğundan
oruç yeme keffâretine takdim edilir. Çünkü oruç yeme keffâreti haberü'l-vâhid ile sabittir. Fitre
nezire de takdim edilir, zira fitneyi Allah vacip kılmıştır. O zaman fitre kulun nezrettiğine de takdim
edilir. Nezir de kurbana takdim edilir. Çünkü kurbanın vacip olmasında ihtilaf olup nezrin yerine
getirilmesinin vacip oluşunda ihtilaf yoktur.» sözüne muhaliftir.
«Öşür de haracdan önce yerine getirilir». Öşür hem Allah Teâlâ'nın hem de kulların haklarını
kapsadığı için haraca takdim edilmiş olabilir. Haraç ise yalnız kul hakkı içindir. T.
«Nafile hac sadakadan efdaldir» Musannıf bu sözü ile vasiyet eden sonra söylese bile nafile haccın
sadakaya takdim edileceğine işaret eder. Şu kadar var ki: İnâye ve Nihâye'de denilmiştir ki: içinde
vacip olmayan bir vasiyette önce vasiyet edenin evvel söylediği yerine getirilir. Mesela nafile haccı,
belirsiz bir köle azadını ve fakirlere sadakayı vasiyet etmesi gibi... Zâhiri rivayet de budur. Hasen,
Hanefî âlimlerinden, efdal ite başlanacağını rivayet etmiştir; o zaman önce sadaka, sonra hac sonra
da âzâd yerine getirilir. Hasen'in «önce sadaka, sonra hacc...» sözü İmam'ın evvelki görüşüne
mebnidir. İmam haccın meşakkatini görünce bu sözünden dönmüştür. Buna göre vasinin infak
etmek istediği mikdar ile hac etmek daha efdaldir.
«Onun yerine binekli olarak hac edilir» Zira onun yerine yaya olarak hac yapılması gerekmez. O
zaman ona hac farz olan şekilde hac yaptırılması vacip olur. Zeylai.
«Eğer nafakası o şehirde hacca gidip-gelmeye yetmiyorsa ilh...» Kuhistani'deki de bunun
benzeridir, şöyle ki: Bedel olarak hacc yapan kişiye verilen para binekli olarak gitmesine yettiği
halde yürüyerek gitse ve onu kendisine bıraksa bu vasinin emrine muhalif olur. Kendisine ayırdığı
miktarı tazmin eder. Çünkü verilen parayı yerinde sarfetmediğinden sevabı da hasıl olmamıştır.
«Bir hacı hac yolunda ölse ilh...» Şarih «başkasının yerine yapılan hac» bâbında farz olduktan
sonra ertelediği takdirde haccı vasiyet etmek farzdır. Ama farz olduğu zaman haccetmişse haccın
vasiyeti farz değildir.
«Onun memleketinden ilh...» Çünkü ona farz olan. kendi memleketinden haccetmesi idi. Burada
vasiyet. üzerine farz olan şeyin edası içindir. Zeylaî.
Eğer vasî onun memteketi dışından hac yaptırırsa zâmin olur. Ancak orada onun vatanına birgünde
gidip dönebiliyorsa o zaman zamin olmaz. Menâsiku's-Sindi'de şöyle denilmiştir: «Memleketi
dışından hac yaptırılmasını vasiyet etse ister Mekke'ye yakın olsun ister uzak olsun vasiyet ettiği
şekilde hac yaptırılır.»
Ben derim ki: Zâhir'e göre vasiyet eden bununla günahkar olur. Çünkü üzerine farz olanı»
terketmiştir. Kendi memleketinden hac yapılmasına kâfi gelmeyecek miktarda mal ile yerine hac
yapılmasını vasiyet etse yine günahkar olur.
«Metinler de İmam'ın görüşü üzeredir» Sahih olan da budur. Mahbûbî, Nesefî, Sadru'ş-Şeria ve
diğerleri de bunu ihtiyar etmişlerdir. Kasım.
«Sen anla» Şârih bu sözü ile istihsanın kıyasa takdim edilme kaidesinden çıkıldığına işaret
etmektedir.
«Vatanı olmayan bir kimsenin ilh...» Eğer kişinin birkaç vatanı olursa, o zaman Mekke'ye hangisi
daha yakınsa oradan hac yaptırılır. Haccını vasiyet etse ve Horasan'da vefat etse, Mekkeli olduğu
takdirde onun yerine Mekke'den hac yaptırılır. Kıran haccı vasiyet etse o zaman Mekkeli de olsa
Horasan'dan hac yaptırılır. Cevhere.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...