Asla Bir Yere Varmayan Boş Bir Çaba:
Her Şeye Sahip Olma Tutkusu
Dünyanın en büyük sarayında yaşayan bir insan, aynı anda kaç odada birden oturabilir?
Veya en güzel kıyafetlere sahip olan bir insan, bir seferde bu kıyafetlerin kaçını giyebilir?
Açıktır ki bir kişi dünyanın en zengin insanı da olsa aciz bir varlık olduğu için zenginliğinden yararlanabilme imkanı kısıtlıdır.
Bu gerçeğe rağmen bazı insanlar, sahip olduklarına şükretmek yerine sahip olamadıkları için üzülerek neden her zaman daha fazlasını isterler?
Din ahlakından uzak bir yaşam süren insanlar, dünyada sürekli bir çaba içindedirler. Kısıtlı ömürleri süresince dünya nimetlerinden en yüksek seviyede istifade edebilmek için var güçleriyle mücadele ederler.
Sahip olma tutkusu onları öyle bir kuşatmıştır ki sürekli daha fazlasını isterler. Bu anlamda bitmeyen bir huzursuzluk içindedirler. Çünkü dünya hayatındaki imtihan gereği her zaman daha iyisi, daha güzeli, daha fazlası vardır...
Tüm isteklerine kavuşsalar da huzursuzlukları dinmez, aksine bir gün öleceklerini bilmek huzursuzluklarını daha da arttırır. Bütün sahip olduklarını geride bırakacakları düşüncesine tahammül edemedikleri için ölümü düşünmemeye çalışırlar.
İsteklerine kavuşamayanlar için de durum farklı değildir. Onlar da kendi ifadelerine göre sözde “dünyanın tadını çıkaramadan” ölüp gideceklerini düşünerek kahrolurlar.
Peki her iki tavrı gösteren kişilerin de yanıldıkları ve içinden bir türlü çıkamadıkları nokta nedir?
İnsan Dünyada Her şeye Sahip Olmak İster
İman etmeyen insanların yaşamları boyunca ulaşmak ve sahip olmak için çaba harcadıkları birkaç hedef vardır: Zenginlik, mal, itibar, eş, çocuk gibi maddi ve manevi değerler, birçok insan için dünya hayatının değişmez süsleridir. Kuşkusuz tüm bunlar din ahlakına uygun, makul isteklerdir. Ancak burada kastedilen iman etmeyen insanların Yüce Allah’a karşı olan sorumluluklarını unutarak nefsani tutkularla ve kendilerine ve çevrelerine zarar verebilecek bir hırsla bu tutkuları uğruna bir yaşam sürmeleridir.
Bu kişilerin yaptıkları tüm planlar, gösterdikleri çabalar, uğraşlar bu değerlere sahip olmak içindir. Tüm bunların hepsinin gelip geçici olduğunu, dünya üzerindeki her şeyin değer kaybettiğini, eskidiğini, yok olduğunu bildikleri halde, kendilerini bunlara şiddetle bağlanmaktan alıkoyamazlar. Malın eskiyeceğini, toprakların hep aynı berekete sahip olamayacağını ve en önemlisi de her insanın tüm sahip olduklarını -sevdiği insanlar da dahil- bir gün bırakmak zorunda kalıp dünyadan ayrılacağını bilmelerine rağmen bu bağlılığı sürdürmeye devam ederler.
İnsanların içlerinde yaşadıkları bu "tutkulu bağlılık" Kuran'da şöyle haber verilmiştir:
“Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır.” (Al-i İmran Suresi, 14)
Gaflet içindeki insanlar Allah'ın gücünü ve büyüklüğünü gereği gibi takdir edebilseler, dünyaya ait herşeyin birer imtihan aracı olduğunu anlayabilir, yapmaları gerekenin tüm bu nimetleri onlara veren Rabbimiz'e kulluk etmek ve şükretmek olduğunu fark edebilirler. Ama kesin bir bilgiyle iman etmeyen insanlar, dünyaya hırsla bağlandıkları için kavrayışları körelir; bir süre sonra dünya hayatındaki eksiklikleri fark edemez bir duruma gelirler.
Nefis “Elde Ederek” Tatmin Bulamaz
Kuran’da bildirilen üstün ahlaka göre yaşamayan bir insan, Allah'tan bir karşılık olarak, bir türlü çare bulunamayan bir "tatminsizlik" duygusu içinde yaşar ve yaşamının her anında farklı farklı isteklere kapılır. Bu isteklerini elde etmek için de büyük bir hırsla çalışır, hatta bunlar için olmadık yollara başvurur. Çevresinde bulunan insanları hatta ailesini, yakınlarını kırmayı bile göze alabilir. Fakat istediğini elde ettiği an, o eski "arzusu" kaybolur. İman etmediği ve sahip olduklarından dolayı Allah’a şükretmediği için kalbi tatmin bulmaz. Sanki onu elde etmek için günlerce, aylarca, yıllarca kendisi uğraşmamış gibi, hemen başka bir isteğin peşine düşer, bu sefer hırsla onun peşinden koşmaya başlar; ta ki onu da elde edene kadar... Din ahlakından yoksun olan insanın dünya hayatında mala, mülke ve çevresinde gördüğü her şeyi elde etmeye karşı duyduğu bu hırs ölünceye kadar hiç durmaksızın devam eder. Hiçbir zaman elindekilerle yetinip mutlu olamaz. Çünkü istediği şeyleri Allah'ı razı etmek için değil, sadece bencil tutkularını razı etmek için istiyordur. Dolayısıyla Allah dünya hayatında bu derece azgınlaşıp nefsinin peşi sıra sürüklenenlerin huzurlu bir ruh haline sahip olmalarına izin vermez.
Nitekim Kuran'da ancak Allah'a yönelenlerin, O'nu zikredenlerin kalben kurtuluş bulabilecekleri haber verilmiştir:
“Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur.” (Rad Suresi, 28)
Bir Kısırdöngü: Daha Fazlasını İstemek
Allah'ı ve ahireti unutan bir insanın hiçbir zaman tam istediği, hayalini kurduğu gibi bir hayatı olamaz. Çünkü istediği ilk şeye kavuştuğunda daha da iyisini ve fazlasını istediğini anlar. Parası olur, yetinmez, çok daha fazlasını kazanmak için çalışır. Evi olur, beğenmez; muhakkak daha çok hoşuna giden bir ev görüp, onu almak için çaba harcamaya başlar. Her sene değişen zevklerinden dolayı evinin içini de, kendi kıyafetlerini de beğenmeyerek, sürekli olarak daha güzel mobilyaların ve giysilerin hayalini kurar.
Ancak unutulmamalıdır ki; en fazla evi olan, en pahalı arabaları satın alan, en çok kıyafeti olan kısacası en zengin olan insanın da, oturabileceği ev, kullanabileceği araba, yiyebileceği yemek, yatabileceği yatak, giyebileceği kıyafet sınırlıdır. Bu insanların hayatlarına baktığımızda görürüz ki;
- Onlarca odadan oluşan malikanelere sahip olsalar dahi, aynı anda bütün odaları kullanamayacakları için evlerinin en fazla bir odasında oturabilirler.
- Dolaplar dolusu kıyafetleri olsa da aynı anda sadece tek bir kıyafeti giyebilirler.
- Yüce Allah'ın yarattığı binlerce çeşit yiyeceğe sahip olabilseler bile, en fazla 2-3 tabak yemek yiyebilirler; daha fazlasını yemeye kalksalar bu, onlar için bir işkence haline dönüşür…
Bu gerçekleri kavrayamayan insanlar, dünyada kazandıklarının belli amaçlarla kendilerine verildiğini, aslında tüm bunların az bir kazanç sağladığını, en önemlisi de bu kazancı en fazla 70-80 sene kullanabildiklerini düşünmezler. Sahip oldukları mallarını, çocuklarını, evlerini, arabalarını, tüm servetlerini bir gün gelip dünyada bırakarak mezara konacakları gerçeğini unutur, bitmek bilmeyen ve asla ulaşamayacakları bir zenginlik ve büyüklük hasretiyle ömürlerini geçirirler. Bu durum, bir ayette şöyle bildirilmiştir:
“Şüphesiz, kendilerine gelmiş bulunan hiçbir delil olmaksızın, Allah'ın ayetleri konusunda mücadele edenlere gelince; onların göğüslerinde kendisine ulaşamayacakları bir büyüklük (isteğin)den başkası yoktur. Artık sen Allah'a sığın. Şüphesiz O hakkıyla işiten, hakkıyla görendir.” (Mümin Suresi, 56)
İman Etmeyen İnsanların Öldükten Sonra Karşılaşacakları Gerçek
Rabbimiz "... Siz dünyanın geçici yararını istiyorsunuz. Oysa Allah (size) ahireti istemektedir..." (Enfal Suresi, 67) ayetiyle asıl amaçlanması gerekenin ahiret hayatı olduğunu haber vermiştir. Bunun şuurunda olmayan insanlar, bütün ömürlerini sadece “bir isteklerini elde etmek” üzerine harcadıklarını, dünyanın etkileyici ve kendilerini büyüleyen süslerine aldandıklarını, ölümlü olan herşeye gereğinden fazla değer verdiklerini ancak öldükten sonra anlayacaklardır. Dünyada yapmaları gerekenin ise yalnızca Allah'a kulluk etmek olduğunu görecek ve sahip olduklarını zannettikleri herşeyin asıl sahibinin Allah olduğunu kavrayacaklardır.
Vadedilen Sonsuz Hayat: Cennet
Müminler öldükten sonra Allah Katında diriltileceklerinin, kesin bir gerçek olduğunun farkındadırlar. Bunun bilincine varmış oldukları için de tüm yaşamlarını cehennemden uzaklaşıp cennete kavuşmak için çaba harcayarak geçirirler. Sonsuz kudret sahibi Allah müminlerin bu ahlakını “İnsanlardan öylesi vardır ki, Allah'ın rızasını aramak amacıyla nefsini satın alır. Allah, kullarına karşı şefkatli olandır.” (Bakara Suresi, 207) ayetiyle bildirmiştir.
Müminler bilirler ki, sadece dünyadaki çıkarları ve zevkleri için uğraşıp çabalayan bir kimsenin, ahirette düşeceği durum çok aşağılayıcı ve yaşayacağı hayal kırıklığı da çok büyük olacaktır. Dünyada yığdığı mallar, örneğin biriktirdiği altınlar, bankalardaki paraları, sahip olduğu evleri, arsaları, arabaları ahirette kurtulabilmesi için yeterli olmayacak, çok güvendiği ailesi ve yakın dostları onu orada koruyamayacaklar, hatta kendilerinden yüz çevireceklerdir.
Gerçek zenginlik ise; Allah'a iman eden ve dünyanın geçip gitmekte olan süslerine gereğinden fazla önem vermeyen, herşeyin sahibinin yalnızca Allah olduğunu bilen müminlere aittir. Kısa sürecek olan dünya hayatı yerine Allah'ın sonsuza kadar süreceğini bildirdiği ahiret hayatını seçen bu değerli insanlar, gerçek zenginlerdir. Mümin dünya hayatı karşılığında ahireti satın aldığı için zaten en karlı alışverişi yapmış, geçici değil sonsuz zenginliği seçmiştir. Kuran'da bu gerçek şöyle bildirilir:
“Hiç şüphesiz Allah müminlerden karşılığında mutlaka cenneti vermek üzere canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler, bu Tevrat'ta, İncil'de, Kuran'da onun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip, müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur. (Tevbe Suresi, 111)
İmam Gazali Diyor ki...
Yüksek ilim sahibi, değerli İslam alimi İmam Gazali bir sözünde geçici dünya nimetlerinin, Allah'ın ahirette vereceklerinin yanında nasıl sönük ve değersiz kalacaklarını anlatarak, insanları asıl olarak ahiret için çalışmaya çağırmıştır:
... Dünyadaki hükümdarların rütbeleri onların sahip oldukları makamların yanında küçük ve sönük kalır, onlarla kıyas bile edilemez! Ahiret sultanlığı hakkında Cenab-ı Hakk şöyle buyurur: "Her nereye baksan, bir nimet ve büyük bir mülk (saltanat) görürsün." (İnsan Suresi, 20)
Cenab-ı Hakk'ın büyük bir saltanat dediği ahiret mülkünü sen de yüce tut! Sen de çok iyi biliyorsun ki dünya ve içindekiler çok az ve değersiz şeylerdir. Hayat kısa, dünyadaki nimetlerin devamı kısa ve çok azıcık bir süredir. Sonra bizler kalkıyoruz bu azın azını elde etmek ve azıcık bir süre onunla birlikte olmak için canımızı ve malımızı seferber ediyoruz. Bir kısmımız bunu elde ediyor, bir kısmı elde edemiyor elde edenlere imreniyor. Onu elde etmek için canını ve malını tehlikeye attığına hiç bakmıyorlar. (İmam Gazali, Cennete Doğru, (Yedi Geçit), Minhacü'l-Abidin, sf. 319)