13 Nisan 2016

Hazret-i Ebu Bekir -Radiyallahu Anh- Hazret-i Ömer -Radiyallahu Anh- Hazret-i Osman -Radiyallahu Anh- Hazret-i Ali -Radiyallahu Anh-



Hazret-i Ebu Bekir -Radiyallahu Anh-
Hazret-i Ömer -Radiyallahu Anh-
Hazret-i Osman -Radiyallahu Anh-
Hazret-i Ali -Radiyallahu Anh-

Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- Resulullah Aleyhisselâm’ın en sâdık dostu idi. Onun âhirete intikal etmesinden sonra kendisi hiç istemediği halde müslümanlar onu halife seçtiler. Biat edildiği gün minbere çıkarak hilâfeti süresince takip edeceği yolun hülâsasını anlattı.
Şöyle buyurdu:
“Ey Müslümanlar! Sizin en hayırlınız olmadığım halde riyaset makamına geçirilmiş bulunuyorum. Eğer vazifemi gereği gibi güzel yaparsam bana yardım ediniz. Yanılırsam beni doğrultunuz. Doğruluk emanet, yalancılık hıyanettir. Zayıf olanınız hakkını alıncaya kadar benim nazarımda kuvvetlidir. Kuvvetli olan da, hak sahibi kendisinden hakkını alıncaya kadar zayıftır.
Bir millet Allah yolunda cihadı bırakacak olursa, Allah o milleti belâya uğratır.
Ben Allah’a ve Peygamber’e itaat ettiğim sürece siz de bana itaat ediniz. Eğer Allah’a ve Peygamber’ine isyan edersem siz de bana itaat etmekle mükellef değilsiniz.
Haydi şimdi namaza kalkınız. Allah-u Teâlâ’nın rahmetine nâil olasınız.”
İki sene dört ay bu makamda kaldı. İslâmiyete çok büyük hizmetleri dokundu.
Tecrübe görmüş Ashâb-ı kiram’la her hususta istişare yapıp, onların görüşlerinden istifade etmekle beraber, mühim ve âni karar verilmesi gereken durumlarda derhal karar vermiş ve haiz olduğu devlet başkanlığının bütün salâhiyetlerini dirayetle kullanmıştı.
Mütevâzi fakat vakarlı bir insandı. Vazife ve mesuliyet işlerinde zerre kadar müsamaha göstermediği gibi, din ve devlet işlerinde en küçük bir tereddüte ve müsamahaya göz yummazdı.
Halkın dertlerine ortak olur, yoksullara yardım ederdi.
Şu sözleri ne kadar arza şâyândır:

“Doğru sözlü olun, yağcılık, tabasbus etmeyin! Konuştuklarınız açık olsun! Kendinizin bile inanmadığı şeyleri söylemeyin! Allah’a ve Resulü’ne ‘şöyle diyorlar’ diye âyet ve hadise iftira etmeyin! Makam, mevki, para, kadın... gibi menfaatler için, Allah yolunda taviz verip, yalan söylemeyin, çünkü münafık olursunuz! ‘Allah’ın kanunlarına isyan ederek, akabinde, ‘ben de müslümanım, ben de hacı çocuğuyum’ diye müslümanları kandırmayın!” buyurmaktadır.

Hazret-i Ömer -Radiyallahu Anh-:
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- halife olunca, İslâm’ın kendisine verdiği dirayetle maliye, adliye, nafia, maarif, ordu gibi bütün idari şubeleriyle mücehhez bir devlet kurmuştu.
Onun devrinde İslâmiyet çok uzaklara kadar yayıldı. Muhtelif milletler muhtelif ırklar bir araya toplanmıştı. Gösterdiği adalet ve tarafsızlık sayesinde halk İslâm’a ısınıyor ve bağlanıyordu. Bu muazzam sahalara huzur ve emniyet hakim olmuştu.
Daha önceleri zâlim bir idare altında inleyen insanlar, İslâm adaleti sayesinde emniyet içinde yaşadılar.
Onun hükümetini herkese kabul ettiren ve beğendiren ve onun sert emirlerini sükunetle icra etmelerini temin eden başlıca vasfı insaf ve adaletidir. İstisnasız herkese aynı muameleyi yapardı.
Gözünden hiçbir şey kaçmazdı. Irak’ta isyan edenler, Şam’da mükâfat kazananlar onun tarafından bilinirdi.
Başarı sebeplerinden birisi de onun âmir ve memur seçme hususunda büyük bir isabet göstermesidir. Muhtelif mevkilere en münasip, en ehliyetli zevâtı tayin etmiş, her insana lâyık olduğu vazifeyi vermişti. Akrabalarından hiç kimseyi bir memuriyete tayin etmemiştir.
Onun nazarında bir vali, halkın bir ferdi gibiydi. Adaleti tatbik ederken halktan bir kişi ile bir valiyi ayırdetmezdi. En küçük bir fert, bir âmirden şikâyetçi olursa, adalet önünde eşit şartlarda hesap verirlerdi. Çünkü onun prensibi şu idi: “En zayıfınızda olsa, haklı ise bence en kuvvetlidir. En kuvvetliniz haksız ise bence en zayıf olanınızdır.”
Devlet hazinesine pek çok dikkat eder, bir kimsenin hazineden en ufak bir şey gasbetmesine imkân bırakmazdı. Mülkî amirlerden kaynağı belli olmayan servetlerinin hesabını sorardı.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- birisinden şartlı olarak bir at satın aldı. Atı beğenirse parasını ödeyecekti. At denenmek için bir biniciye verildiğinde sakatlandı, Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- de atı almaktan vazgeçti. Fakat atın sahibi atını geri almak istemiyordu. Halifeden dâvâcı olarak kadı Şüreyh’e başvurdu.
Kadı Şüreyh şu hükmü verdi:
“At, sahibinin rızâsı ile denendi ise geri verilebilir, değilse verilmez.”
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- kadı Şüreyh’in verdiği bu hükmü doğru buldu, atın parasını da ödedi.
Hacc mevsiminde valileri Kâbe’de toplar, halkın huzurunda hepsini, vazifeleri sırasında yaptıkları icraatlardan dolayı hesaba çekerdi. Vâliler böyle bir durumda suçları sebebiyle halkın karşısına çıkmaya cesaret edemeyecekleri için, halka haksızlık yapmaktan çekinirlerdi. Nitekim Sa’d bin Ebi Vakkas -radiyallahu anh- gibi en değerli valileri Hacc mevsiminde Kâbe’de toplamış ve şikâyetçilerle yüzleştirmiştir.
Bir defasında toplanan halka şöyle dedi:
“Ey insanlar! Ben valilerimi sizin topraklarınıza, mallarınıza ve namuslarınıza zarar versin diye göndermedim. Sizin meselelerinizi halletmesi için gönderdim. Kime bunun dışında bir şey yapılmışsa ayağa kalksın!”
Bir kimse ayağa kalkarak:
“Yâ emirel-müminin! Valin bana yüz kırbaç vurdu.” dedi.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- valiye “Niçin vurdun?” diye sordu. Adama da “Kalk sen de ona vur!” dedi.
Bunun üzerine Amr bin Âs -radiyallahu anh- ayağa kalkarak:
“Yâ emirel-müminin! Eğer böyle yapmaya kalkarsan, şikâyetin ardı arkası kesilmez. Ve bu, senden sonra geleceklerin uyma mecburiyetinde kalacağı bir âdet olur.” dedi.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- “Resulullah Aleyhisselâm’ın kendi şahsında kısas yaptığını gördüğüm hâlde ben kısas yapmayayım mı?” diye sordu. Amr -radiyallahu anh- “Onu bize bırak, biz kendisini râzı ederiz.” deyince Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- “Haydi onu râzı edin öyleyse.” dedi. Her kırbaç vuruşuna iki dinar olmak üzere ikiyüz dinar diyet vererek onu râzı ettiler. (İbn-i Sa’d)
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Bahreyn valisi İbn-i Carûd’un Ediryas adında bir adamı yakalayıp, düşman adına casusluk yaptığı ve düşmana sığınma niyetinde olduğu gerekçesiyle boynunu vurduğunu duydu.
Ediryas boynu vurulmak üzere iken “Neredesin yâ Ömer, neredesin yâ Ömer!” diye bağırmıştı.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- valiye mektup yazarak Medine’ye gelmesini emretti. Valiyi beklemekteyken o, elinde bir mızrakla geldi. Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- “Ediryas’a ne yaptın, Ediryas’a ne yaptın?” diyerek, valinin tepesine dikildi ve mızrakla vurdu.
Vali “Yâ emirel-müminin! O, müslümanların sırlarını düşmanlara yazıyor ve onlara sığınmak niyetindeydi.” dedi. Hazret-i Ömer celâlli bir şekilde şöyle buyurdu:
“Onu niyetinden ötürü öldürdün öyle mi? Hangimizin kalbinde kötülük yok? Eğer bunun âdet hâline gelme korkusu olmasa, bu sebeple seni öldürürdüm.” dedi. (Kenzül-ummâl)
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Câbiye’ye geldiğinde zımmîlerden dilenen bir ihtiyarı görünce durumunu sordu. “Bu ihtiyarlamış ve zayıflamış bir zimmîdir.” denildi. Bunu öğrenen halife, ihtiyarın cizye verme mükellefiyetini kaldırdı ve “Onu ihtiyarlayıp, sıhhatten düşünceye kadar cizye ile mükellef tutuyorsunuz, sonra da sokağa atıyorsunuz.” dedi. Ailesi de olduğu halde hazineden ona on dirhem maaş bağladı. (Kenzül-ummâl)

Hazret-i Osman -Radiyallahu Anh-:
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-in şehadetinden sonra halife olan Hazret-i Osman -radiyallahu anh- son derece mütevazi olmakla beraber o derece cesur idi. Hiçbir felâket karşısında sarsılmaz, her musibeti derin bir tevekkül ile karşılardı, oniki sene süren hilâfetinin altı senesi emniyet içinde geçti. İdare muhkem esaslar üzerine kurulduğundan her yerde âsâyiş hakimdi.
Herşeyini Hazret-i Allah’ın dâvâsı uğruna feda eden Hazret-i Osman -radiyallahu anh- Efendimiz hilafet makamında iken bile devletten bir tek kuruş maaş almamıştır.
Hazret-i Osman -radiyallahu anh- kölesine “Vaktiyle ben senin bir kulağını kıvırmıştım. Haydi benden öcünü al.” dedi. Köle kulağını tuttuğunda “Sıkı çek yavrum. Kısas dünyadadır, ahirette kısas yoktur.” dedi. (Tâberani)

Hazret-i Ali -Radiyallahu Anh-:
Hazret-i Ali -radiyallahu anh-; Hazret-i Osman -radiyallahu anh-in şehadetinden sonraki karışık hengamede halife seçilmiş, bu işin içinden son derece kararlılıkla çıkmak ve akl-ı selim dâiresinde hareket ederek halletmek için çaba harcamıştı. Dahili vahdeti temin etmek için çalıştı. Samimiyet, fedâkârlık, kahramanlık gibi yüksek vasıflar bakımından müstesna bir mevkiye sahipti.
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- bir gün hizmetçisiyle beraber çarşıya çıkmıştı. Ketenden yapılmış iki elbise satın aldı ve hizmetçisine “Bunlardan birini kendin için beğen al.” buyurdu. Hizmetçi bu emir üzerine en iyisini kendisine ayırdı.
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- elbisesini giydi. Yenleri biraz uzun gelmişti. O kısımları kesti ve Cuma namazına gitti. Bu durum herkesin dikkatini çekiyordu. İkisi de yeni elbise giymişler, fakat hizmetçisinin giydiği elbise daha güzel.
Hazret-i Ali -radiyallahu anh-e Isfahan’dan ganimet gelmişti. Bu ganimeti yedi kısma ayırdı. Bir de bütün ekmek vardı. Onu da yedi parçaya bölerek her parçasını bir payın üzerine koydu. Sonra yedi kumandanı çağırdı. Aralarında kura çekerek bunları kumandanlarına verdi. (İmâm-ı Şâfi. Müsned)
Ca’da bin Hübeyre Hazret-i Ali -radiyallahu anh-e gelerek “Yâ Emirel-müminin! Sana iki adam gelecek. Onlardan biri, seni kendisinden daha çok sever. Diğeri ise, şayet seni boğazlamaya gücü yetse çekinmeden boğazlar. İlkini ikincisine tercih ederek hüküm verirsen iyi olur.” dedi.
Hazret-i Ali eliyle Ca’de’nin göğsüne vurdu ve “Onlar geldiklerinde ben bana düşeni yaparım. Fakat kalplerinde olan şeyin hesabını Allah’a verecektir.” buyurdu. (Kenzü’l ummâl)

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...