13 Şubat 2012

KANDİL GECELERİ BİD’AT’Çİ NİCELERİ

Mİ'RAC  KANDİLİ:


Mirac olayının  gerçekleştiği   Receb ayının  27.  gecesidir  . Tasavvuf  kültürünün  ağırlıkta  olduğu  Osmanlı  gibi  ülkelerde      kadir gecesinden sonra en kutsal gece sayılmış ve bu gecenin ibadetle ihyası gelenekleşmiştir. Osmanlılar döneminde, camiler kandillerle donatıldığı için Mirac kandili olarak anılan geceyi izleyen gün, cami ve tekkelerde Mirac olayını anlatan ve Miraciye adı verilen şiirlerin okunması, dinleyenlere süt ikram edilmesi de bir gelenekti.
   Sünnet ve Bid'atler kitabının yazarı  Şukayri (rh) receb   ayındaki bid'atler bölümünde şunları söyler:  "Mi'rac kıssasını okuyup recep ayının yirmi yedinci gecesini kutlamak ve bazı insanların bu geceye has bazı zikir ve ibadette bulunmaları bid'attır. Receb, Şa'ban ve Ramazan aylarında okunan -gayrı sabît- dualar bid'at ve uydurmadır, şayet bunlarda bir hayır olmuş olsaydı bizden öncekiler bunda bizleri geçerlerdi. İsra, Mi'rac ve mezkur ayın ihyasına dair hiç bir delil kaim olmamıştır." (Şukayri, Es-Sunenu ve 'l-Mubtede 'at s, 143)
    Şeyhu'l-İslam İbn Teymiyye'de Recep ayının yirmi yedinci gecesi ile ilgili olan namaz hakkında şöyle der:
"Muteber alimlerin belirttiği gibi; İslam alimlerin ittifakıyla bu, (namaz) meşru değildir. Bu ancak cahil ve bid'atçı kimseden sudur eder."( Şukayri, Es-Sunenu ve 'l-Mubtede 'at s, 143 )
Bu gecede de mevlit okumak adet halini almıştır. Böylelikle bir bid'ata diğer bir bid'at eklenmiş  katmerlenmiştir .
KADİR     GECESİ
Kur’an-ı Kerim’in  97. suresi olan bu surede ALLAH-u Teala,  Kadir  gecesinin  bin aydan daha hayırlı olduğunu bildirmiştir.  Alimlerin  ağırlık  görüşü Ramazan  ayının    27. gecesini  tahmin  etmelerine  rağmen  kesin bir delil yoktur. Kadir gecesi ile ilgili hadislere bakıldığında Peygamberimizin (sav) mü’minlere tavsiyesi,  Kadir gecesini Ramazanın son on gününün tek gecelerinde aramaları şeklinde olmuştur. Buna göre Kadir gecesi Ramazanın 21, 23, 25, 27 ve 29.  gecelerinden herhangi biri olabilir.          Yani Kadir gecesi, zamanımızda Müslümanlarca ihya edilmeye çalışıldığı gibi herkesçe bilinen bir gece olmayıp, aksine gizlenmiştir. Rasûlullah(s.a.v) (sav) Kadir  gecesinin  Ramazanın  kaçıncı  gecesi  olduğunu  kati  olarak  bildirmemiştir  .
 Kandil  geceleri  hakkında   sahih  olanı  ayetle  sabit  olan ve  bin aydan  değerli  olan  kadir  gecesidir.  Bu  gece  için  ne  yapayım  diyen hz. Aişe'ye (r.anha)   Rasûlullah(s.a.v)  s.a.v.
 ALLAHtan  af  dilemesini   bildirmiştir.
 Ey  ALLAHım  afedicisin  ,  affetmeyi  seversin  beni de  affet  mealindeki  duayı    söylemesini   her geceki  normal   ibadet ve  dualarından  fazlaca  olarak  bunu  eklemesini  bildirmiştir.
eALLAHümme inneke afuvvun  tuhibbul afve fa'fu anni
ـ2ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]قُلْتُ يَا رَسُولَ اللّهِ: إنْ وَافَقْتُ لَيْلَةَ الْقَدْرِ مَا أدْعُوا بِهِ؟ قَالَ: قُولِى اللَّهُمَّ إنَّكَ عَفُوٌّ تُحِبُّ الْعَفْوَ فَاعْفُ عَنِّى[. أخرجه الترمذي وصححه.الفصل السابع عشر: في دعاء العطاس
2. (1864)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Ey ALLAH'ın Rasûlu, dedim, şâyet Kadir gecesine tevâfuk edersem nasıl dua edeyim?" Şu duayı okumamı söyledi:
"ALLAHumme inneke afuvvun, tuhibbu'l-afve fa'fu annî. (ALLAHım! Sen affedicisin, affı seversin, beni affet." [Tirmizî, Da'avât 89, (3508).][187]  Kutub-,  sitte 1864
    Kadir gecesinin ihyası ile ilgili olarak Peygamber (sav)’den bir dua haricinde herhangi ibadet tavsiye edilmemiştir
REGAİB    KANDİLİ
Kur’an-ı Kerim’de  receb  ayı   hakkında  "...bunlardan dördü hürmetli aylardandır... “(Tevbe: 9/36)
Bu aylar da: Receb, zilkade, zilhicce ve muharrem aylarıdır. Receb ayının faziletine dair herhangi özel bir hadis rivayet edilmemiştir. Receb  ayı  haram (içinde savaş açılması yasak) aylardan biridir. Bu ayla ilgili olarak Peygamberimizin:
    “Ya Rabb'i, Receb ve Şaban aylarını hakkımızda mübarek eyle ve bizi Ramazan'a erdir” diye buyurduğu rivayet edilmiştir. (Bu hadisi İbn Hacer El-Askalanî, Tebyin El-Aceb Bima vera fi Fazli Receb adlı eserinde anlatmaktadır: s. 11, 12. Orada hadisin Bezzar tarafından Müsned'inde, El-Taberâni ve Beyhaki tarafından faziletli vakitler bölümlerinde ve Ebu Yusuf el-Kadî'nin Kitab El-Sıyamında, kaydettiklerini söylemektedir. İbn Hacer-El-Askalanide bu hadisin senedinin sağlam olmadığını söylemektedir. Heysemi, Keşi el-Üstaz An Zevaid'il Bezzar, Tahkik: Habib El-Rahman El-Atemi, c. 1, s. 457,    H. No: 961.)
  Bunun dışında Recep ayının fazileti ile ilgili olarak Peygamberimizden bize hiç bir sağlam hadis gelmiş değildir. Başka bir deyimle, bu konuda var olduğu ileri sürülen hadislerin tümü asılsız ve yalandır.
    ""Receb ALLAH'ın ayıdır. Şaban benim ayımdır. Ramazan da tüm ümmetin ayıdır. Denildi ki ; ey ALLAH'ın rasulu !  Receb  ALLAHın ayıdır  sözünün  anlamı nedir? dedi ki ; o ay  mağfirete mahsus  bir aydır."
Sonra  uzun bir  hadis  rivayet  etti ve  orucu  teşvik etti . sonra  dedi ki ; Recebin ilk  gecesi gafil  olmayınız. O meleklerin Reğaib  diye  adlandırdığı  gecedir. Sonra  şöyle  dedi ; kim Receb'in  ilk  perşembesi oruç  tutar , sonra  akşam ile  yatsı  arasında (yani cuma  gecesi)  oniki rekat  namaz  kılar  ve  her rekatta  bir kez  Fatiha  , kadr suresini üç kez  , ihlası oniki  kez okur  sonra  her  iki rekat  arasını  bir  selamla  ayırır ve  namazını  bitirince  bana  yetmiş kez  selavat  getirir , sonra da ; ALLAHım ! Ümmi  olan  Nebi  MUHAMMED'e  ve  aline   salatta  bulun, der , sonra secde   eder ve  secdesinde  Subbuhun Kuddusun  Rabbu'l Melaiketi ve'r Ruh  der  ve  başını  kaldırır yetmiş  kez de  ; rabbim  bağışla  ve  merhamet  et, bildiğin  günahlarımı affet.  Çünkü  sen  yüce  olansın  der ve  ikinci  secde de  birinci  secdede  söylediği  gibi  söylerse  ve  ALLAH'tan  ihtiyacını  dilerse  o  ihtiyacı  görülür" şeklinde rivayet edilen hadis ise münker bir hadistir. Uydurmadır. Ravileri  bilinmez.  Meşhur  Reğaib  namazı  budur !
Hadis  hafızlarının  hepsi  bu  hadisin  uydurma  olduğunu  söylemişlerdir. Bu  konuda  eserler  yazdılar. El Hatib'in  bu  namaz   hakkındaki  sözünün yanlış  olduğunu  söylediler.
Onun çağdaşlarından  , ona  ilk  cevap  veren  İbn Abdusselam'dır. Bu  namazın  uydurma  olduğu  el Hatib  gibi  insanlara  gizli kalmaz. Onun  bu  sözü  neden söylediğini ALLAH bilir. Hafızların  bu  uydurma  namaz  hakkında  uzunca  konuşmalarının  sebebi el Hatib'in  sözüdür. Bu  uydurma  hadis  el Hatib'in  onunla  onunla  uğraşamayacağı  kadar  önemsizdir. Bu hadisin  uydurma  olduğunu ,  hadis  ilminden en  küçük ilmi  olan  dahi  anlar.
   El Feyruzbadi  , el Muhtasar'da ; "O  hadisin  uydurma  olduğu  ittifakla  kabul  edilmiştir"  der.  Hakeza  el Makdisi de  aynı  şeyi  söyler  ve  bu  konuda  konuşulması  gereken   yeterince  uzun  söz  söylenmiştir.  Bu hadisi , Rezin  İbn Muaviye  el Abderi'nin    nereden  derlediği  belli  olmayan  uydurma  haberleri , İslam  diyarlarına  karıştırarak  yazdığı kitaba , bu hadisi  koyması Müslümanlara yaptığı   (açık)  hıyanettir.
(İmam  Şevkani ; El-Fevaid  El-Mecmua Fi'l-Ehadis El-Mevdua -MEVZU  HADİSLER,  sayfa  250-251 , Medarik  yayınları)

      Aynı zamanda receb ayının fazileti hakkında; "Kim bu ayda şu kadar namaz kılarsa onun için şu kadar ecir vardır. Kim de şu kadar istiğfarda bulunursa ALLAH katında onun için şu kadar ecir vardır" gibisinden rivayet edilen diğer hadislere gelince bunların hepsi olduğundan fazla abartma hadislerdir. Hepsi de yalan ve uydurma hadislerdir.  Bu hadislerin mevzu olduğunun alametleri olduğundan fazla mübalağaların yapılmasındadır.

Alimler şöyle der: "Küçük bir işe karşılık büyük sevaplar vadedildi mi, ya da küçük bir günaha karşılık büyük azap verileceği tehdidi yapıldı mı bu durum, böyle hadislerin uydurma olduğunu gösterir."
Alimlerin bu hadisleri açıklamaları ve insanları bunlardan sakındırmaları gerekir. "Yalan gördüğü bir hadisi rivayet eden bir kimse de yalancılardan biri olur."( Müslim.)  

     Bazan insan rivayet ettiği hadisin mevzu olduğunu bilmez. Aslında bilmek gerekir. Hadislerin kaynaklarını tanımak gerekir. Güvenilir bir çok hadis kitapları var. Özellikle de zayıf ve mevzu hadisleri bildiren kitaplar. Bunlardan bazıları şunlardır. "El-Makasit El-HaseneSahavi'ye ait. "Temyiz-i'l-tayyib min-el'habisi limâ yedru alâ elsineti'l-n 'Nâsi min'l-Hadisiİbn Diyb'in "Keşfu'l Hâfâ ve'l ilbâsi fimâ iştehere min-el'ehâdisi alâ el'sinet-i'n-Nâsi"Acûlini'nin.
      Daha bir çok hadis kitapları mevcuttur. Bunları hatiplerimize bildirmek gerekir. Hem de iyiden iyiye tanıtmak lazım gelir ki bir daha kaynaksız tek bir hadis dahi rivayet etmesinler.


Receb Ayında Oruç Tutmak  –  Regaib   Kandili  Dolayısıyla  Oruç Tutmak 

     Peygamber (s.a.v)'den  ramazanın dışındaki diğer ayları oruçlu geçirdiğine dair herhangi birşey rivayet edilmemiştir. En çok oruç tuttuğu ay şaban ayıdır. Bu ayı da tamamen oruçlu olarak geçirmemiştir. İşte asıl sünnet olan budur. ALLAH Rasulu (s.a.v) bazı aylarda tutar bazı aylarda ise tutmazdı. "Bazan oruç tutardı biz derdik herhalde   daha orucunu açmayacak bazı zamanlar da tutmazdı biz derdik herhalde daha oruç tutmayacak"  (Buharı, Müslim ve Ebu Davut.)
         Türkiye  gibi  halkının  çoğunun  geneleksel  dini  yaşandığı  ülkelerde  bazı  kişiler  Receb   ayının   hatta   Şaban    ayının da  tümünü  oruçlu olarak geçiriyorlar. Böyle bir şey ne Peygamber (s.a.v)'den varit olmuş ne sahabeden ne de selef-i salihinden rivayet edilmiştir. Ramazanın dışındaki aylarda oruç tutmanın en evlası bir gün tutup bir gün terketmektir. Yoksa ardı ardına oruç tutmak olmaz.Kim birilerine uymak istiyor ve sevap elde etmeyi amaçlıyorsa Peygamber (s.a.v)'e uysun. Receb  ve   Şaban ayının tümünü oruçlu olarak geçirmesin. Bu  evla olanıdır.

   Hazret-i Enes (ra) anlatmıştır: Üç kişilik bir grup Peygamber Efendimiz’in (asm) ibadetinden sordular. Kendilerine anlatılınca, azımsayarak şöyle dediler: “Peygamberin (asm) yüce mevkiinden kendimize bakacak olursak biz neredeyiz? o*nun geçmiş ve gelecek günahları bile bağışlanmıştır.” o*nlardan birisi:
Ben geceleri hep namaz kılacağım ve hiç uyumayacağım” dedi. Diğeri:
Ben bayram günlerinden başka tüm seneyi oruçlu geçireceğim ve hiç ara vermeyeceğim” dedi. Öbürü:
Ben de kadınlardan ayrı bir yere çekileceğim ve hiç evlenmeyeceğim” dedi.
Rasûlullah Efendimiz (asm) gelince bunları çağırttı ve dedi ki:
Şöyle şöyle konuşanlar sizler misiniz? Haberiniz olsun; ALLAH’a and olsun ki, ben sizin ALLAH’tan en çok korkanınızım ve sizden daha çok takva sahibiyim. Fakat ben bazen oruç tutar, bazen ara veririm. Geceleri namaz da kılarım, istirahat için uyurum da. Benim sünnetim budur. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.
(imam Nevevi ; Riyazus salihin 143)    
Buna  benzer  başka  bir  hadiste   şöyledir :

Ebû MUHAMMED Abdullah b. Amr b. El-Âs (ra) anlatır: Benim “Yaşadığım sürece gündüzleri oruç tutacağım ve geceleri ibadete kalkacağım” dediğimden Rasûlullah (asm) haberdar olmuştu. Bana:
Bu sözü söyleyen sen misin?” buyurdu. Ben:
Evet, ya RasulALLAH, doğrudur” dedim. Rasûlullah (asm):
Böyle yapma. Bazen oruç tut. Gecenin bir kısmında uyu. Gecenin bir kısmında namaza kalkman yeter. Şüphesiz cesedinin senin üzerinde bir hakkı vardır. İki gözünün senin üzerinde bir hakkı vardır. Eşinin senin üzerinde bir hakkı vardır. Misafirlerinin senin üzerinde bir hakkı vardır. Her ayda üç gün oruç tutman sana yeter. Zira sana her iyiliğin o*n misli sevap vardır. Bu üç günlük oruç yıl orucu gibi olur” buyurdu. Ben:
Ey ALLAH’ın Rasûlu, benim daha fazlasına gücüm yeter!” dedim. Rasûl-u Ekrem (asm):
 O  zaman ALLAH’ın Peygamberi Hz. Davut (as) orucunu tut. Üzerine fazlalaştırma” buyurdu. Ben:
Dâvud orucu nedir?” dedim. Rasûl-u  Ekrem (asm):
Yılın yarısında tutulan oruçtur. Bir gün oruç tutar, bir gün yersin” buyurdu. Ben:
Bundan daha fazlasına gücüm yeter” dedim. ALLAH Rasûlu (asm):
Bundan daha faziletli oruç yoktur. En faziletli oruç Dâvûd orucudur” buyurdu.

Abdullah (ra) yaşlandıktan, güç ve kuvvetten düştükten sonra derdi ki: “Keşke ben Resûlullah’ın (asm) tavsiye ettiği üç günlük orucu kabul etmiş olsaydım. Bana ailemden de, malımdan da daha sevimli olacaktı. Fakat heyhat! Şimdi çok geç!
(imam Nevevi ; Riyazus salihin 150)

        Söz konusu cuma günü oruç tutmak, sözgelimi bir önceki veya bir sonraki cuma günü oruç tutmaktan daha kuvvetli ve öncelikli bir müstahabdır. O cumanın gecesi de öbür cuma gecelerinden daha üstün olduğu gibi o gece kılınacak olan nafile namaz özel olarak öbür cuma geceleri kılınacak nafile namazlardan ve genel olarak diğer bütün gecelerde kılınacak olan nafilelerden daha faziletli ve daha çok sevap kazandırıcıdır. Çünkü eğer adamın zihnine böyle bir inanç yerleşmeseydi bu güne ve geceye özellik tanıma isteği içinde uyanmazdı. Çünkü sebepsiz yere tercih, olacak şey değildir.                
                 Peygamber Efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) şöyle buyuruyor:
Geceler arasında cuma gecesini nafile ibadet için ve günler arasında cuma gününü de nafile oruç için özel olarak belirlemeyiniz. Eğer cuma günü tutmakta olduğunuz bir oruca rastlarsa o başka.” (Müslim, Sahih, H. No: 1144, K. Oruç, Bab: Cuma Gününü Tek Olarak Tutma, c. 2, s. 801.)
   Buharî ile Müslim'in, yine Ebu Hureyre'ye dayanarak kaydettikleri aynı konudaki bir başka hadisde şöyledir:
İçinizden biri, cuma günü, ancak bir gün öncesi veya bir gün sonrası ile birlikte nafile oruç tutsun.” (Buhari, H. No: 1985, c. 4, s. 232, Feth-El-Bari, Müslim, K. Oruç, Bab: Cuma Gününü Tek Olarak Oruç Tutma, H. No: 1144.)       
     Öte yandan Buharî'nin bildirdiğine göre:
Peygamberimiz, (salât ve selâm üzerine olsun) bir cuma günü Cüveyriye bint-i Haris'in evine gittiğinde kendisinden onun oruçlu olduğunu öğrendi. Bunun üzerine ona:
“Dün de oruç tuttun mu?” diye sordu. Cüveyriye:
“Hayır” deyince Peygamberimiz kendisine:
“Peki, yarın da oruç tutmak istiyor musun?” diye sordu. Cüveyriye bu soruya da:
“Hayır” diye cevap verince Peygamberimiz ona:
“O halde orucunu boz” diye buyurdu.  
        
     Buharî ile Müslim'de belirtildiğine göre:
MUHAMMED b. Abbad b. Cafer bir defasında Kâbeyi tavaf ederken sahabilerden Cabir b. Abdullah'a:  
     “Peyamberimiz, cuma günü nafile oruç tutmayı yasakladı mı?” diye sordu ve Cabir de bu soruyu:            
             “Şu Beytullah'ın Rabb'i hakkı için, evet” diye cevap verdi(Müslim, K. oruç, Bab: Cuma Gününü Tek Olarak Oruç Tutmanın Keraheti, H. No: 1143, Buhari, c. 4, s. 232, H. No: 1984)        

 “Tek başına cuma günü nafile oruç tutmayınız”  demiştir. (Müsned-i Ahmed, c. 1, s. 288)

      Biri ortaya çıkar da “söz konusu gün ve gecede (Regaib adı ile anılan gün ve gece) oruç tutup namaz kılmak diğer vakitlerde tutulan oruç ve kılınan namaz gibidir. İnancım budur. Bununla birlikte bu gün ve gecelere özellik tanıyorum” derse, adamın bu davranışı ya taklitçilikten ya yaygın adetlere uymaktan ya kınanma endişesinden veya bunlara benzer bir başka sebepten ileri gelebilir. Yoksa adam yalan söylüyor demektir. Buna göre bu davranış, mutlaka asılsız bir inançtan veya din dışı başka bir gerekçeden kaynaklanıyor demektir ki, bunlar batıl itikatlardır.
        Kesinlikle öğrendik ki, ne Peygamber Efendimiz ne sahabiler ve nede diğer imamlar bu günün (Regaib adı ile anılan günün) üstünlüğü veya özellikle bu gün oruç tutup bu gece ibadet etmenin faziletli olduğu hakkında tek bir söz söylemiş değillerdir. Bu gün ve bu gece ile ilgili olarak var olduğu ileri sürülen hadis uydurmadır (mevzudur).
Böyle bir gün ve gecenin İslâma maledilmesi girişimi, hicrî dördüncü yüzyıldan sonra ortaya çıkmıştır.


Regaib  Gecesi    Namazı !

    Bu   geceyi İhya etmek maksadıyla Recep ayının ilk Cuma gecesi yani  akşamla yatsı arası kılınan 12 rekatlık namazın ve bu gecenin fazileti hakkında dayanılan rivayet şudur:
Enes İbn Malik (r.a.) ALLAH Rasulu (s.a.v.)'in şöyle dediğini rivayet eder:
"Receb  ayında orucun faziletini zikrettikten sonra, devamla) "O ayda bulunan ilk cuma gecesinden gafil olmayın. Çünkü o, meleklerin regaip diye isimlendirdikleri bir gecedir. Kim recep ayının ilk Perşembe gününü oruç tutar ve o günün, akşamla yatsı arası on İki rekat namaz kılarsa, (namazın keyfiyetini açıkladıktan sonra) ALLAH-u Teala  o kimsenin günahlarını bağışlar." (Ebu Şame el-Baisu Ala inkari'l-Bida'i ve'l-Havadisi s. 39-40)
     İbnu'l-Cevzi bu hadis hakkında şunları söyler:
      "Bu hadis ALLAH Rasûlu (s.a.v.) üzerine uydurmadır. Ali İbn Abdillah İbn Cahdami bu rivayetiyle ilim ehli tarafından itham olunup yalancı sayılmıştır.  Bu  hadisin  ravileri meçhuldür. Ravilerle ilgili bütün kitaplarda onları aradım ve bulamadım."   (Ebu Şame el-Baisu Ala inkari'l-Bida'i ve'l-Havadisi s. 40, İbnu'l-Cevzi, el-Mevdu'at, c.2s. 125-126)      
İbnu'l-Cevzi  sözüne şöyle devam eder:
      "Bu hadisi uyduran kimse  bid'atında  çok aşırı gitmiştir. Çünkü bu namazı kılan kimse önce gündüz oruç tutacaktır. Belki de o günün gündüzü çok sıcaktır, oruçlu olunca da akşam namazına kadar haliyle yemek yeme imkanı bulamıyacaktır. Akşam namazından sonra, bu namaz için uzun tesbihat sebebiyle kıyamda ve secdede duracak gayet eziyet çekmiş olacaktır.   Ben doğrusu ramazan ve teravih namazlarına nazaran insanların bunda, nasıl izdihamlaştıklarını kıskandım.   Bilakis bu namaz halk indinde diğerinden daha büyük ve değerlidir. Çünkü bu namazda diğer beş vakit namaza gelmeyenler hazır bulunuyor.              ( Ebu Şame el-Baisu Ala inkari'l-Bida'i ve'l-Havadisi s.30. İbnu'l-Cevzi. el-Mevdu'at c.2s. 127)      

       Bu günü ve geceyi kutlamak, Müslümanlar arasında hicrî dördüncü yüzyıldan sonra adet olmaya başlamıştır. Bu kutlama ile ilgili olarak bütün alimlerin söz birliği ile uydurma sayılan bir hadis ortaya atılmıştır. Bu sözde hadise göre, o gün oruç tutmanın ve o gece cahiller arasında “Regaib Namazı” adı ile anılan bir namaz kılmanın fazileti belirtilmiştir. Bir kısmı bizim mezhebimizden olan bazı son dönem alimleri (Muteahhirin) de bu gün ve geceden söz etmişlerdir.
         Bu konuda araştırmacı alimlerin savundukları ortak doğru görüşe göre, o gün oruç tutmaktan ve o gece adı geçen asılsız namazı kılmaktan kaçınmak gerekir. Ayrıca o gün kutlamak için ortaya çıkarılan özel yemekler hazırlama ve güzel elbiseler giyinme gibi geleneklerden de uzak durmalıdır. Böylece o gün, öbür normal günler gibi bir gün sayılsın ve ona hiç bir özellik tanınmamış olsun.
Bu kategoriye giren asılsız kutlama günlerinden biri de Receb ayının ortasına rastlayan gündür. Bu gün “Ummu Davud” adı ile anılan bir namaz kılma adeti ortaya atılmıştır. Oysa bu günü kutlamanın şeriatta asla yeri yoktur.

  Hafız Ebu'l-Hitab ise şunu söyler: "Regaib namazını uydurmakla ittiham edilen kimse Ali Ibn Abdillah İbn Cahdami'dir. Meçhul olan raviler üzerine uydurmuştur. Ki bunlar, kitabların tümünde mevcut değildir”.( Ebu Şame el-Baisu Ala inkari'l-Bida'i ve'l-Havadisi s.40)
Hafız el-Irakı şöyle der:
"Rezzin, kitabında bunu irad etmiştir. O uydurma bir hadistir" (Çukayn, Es-Sunenu ve'l-Mubîede'at s. 140)
İmam  Tartuşi   şu sözünü ekler:
"Receb ayındaki regaib namazı ise,  Beyti'l-Makdis'de bizim bulunduğumuz yerde ancak  h. 480 senesinde ihdas (uydurulmuş) edilmiştir. Bundan önce bu namazı ne gördük ve ne de duyduk." (Tartusi, EI-Havadisu ve'l-Bida'us. 133)

    Özellikle Regaib gecesi ile ilgili olarak halk arasında meşhur olan Regaib  namazıyla ilgili rivayeti, 1023 (h. 414) yılında vefat eden Ali b. Abdullah b. Cehdâm isimli Mekkeli  sûfî   bir zatın ihdas ettiği / ortaya çıkardığı kaynaklarda belirtilmektedir.
 [İsmail b. Ömer İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Beyrut, c. 12, s.16; Nebi Bozkurt, “Kandil”, DİA, c. 24, s. 301]
  
    Görüldüğü gibi bu gecede mevlit okuma işi bu namaza nisbeten yeni sayılıp daha sonra uydurulmuştur.
      Zaten bu hadis sahih olsa , onu en başta kuran sünnet takipçisi olan bizler kabulleniriz. Bidat olan kandilleri kabullenenler bu hadisi sahih diyerek yapmamaktadırlar.   İçlerinden ilimden uzak sefihleri , hadis alimin kitabında gördüğü hadis hakkındaki şerhi ve hadisin sıhhat derecesini beyan eden açıklamalarını dikkate almadan mal bulmuş mağribi gibi delil diye sarılmışlardır. İçlerinden ilmi yönden mürekkeb yalamışları bu hadisin sahih olmadığının farkındadırlar. Adet haline getirilen bu kandil tabusuna boyun büküp teslim olduklarından sürü pisikolojisiyle hareket ederek ikamet ettikleri yerlerde kalabalığa-çoğunluğa uymaktadırlar.

Eğer yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan seni ALLAH yolundan saptırırlar. Çünkü onlar sadece "zann"a uyarlar ve saçmalarlar. Enam 116


------------------------------------------
Sonuç olarak şu söylenebilir ki ;
     Ramazan ayının bütün geceleri için özellikle Kadir gecesi için ALLAH Resulü belirli bazı ibadet ve duaları tavsiye etmiş bilfiil onları yaptığı için günümüze kadar yaşanan bir sünet olarak devam etmektedir.
      Eğer Şaban ayının 15. gecesi Recep ayının ilk Cuma gecesi, isra ve miraç gecesi için sünnet ile sabit bir ibadet meşru olsaydı sahabe kurban, teravih, bayram, ibadetlerini ittifak halinde kendilerinden sonraki nesillere intikal ettirdikleri gibi bu kandil gecelerinde namazı gündüzlerinde orucu aynı şekilde intikal ettirirlerdi. Bu geceleri kutlamaktan gündüzlerini oruç tutmaktan sahabenin haberi olmamıştır

Ne Kur’an’da ve ne de sünnette bugün geniş halk kitleleri tarafından kutlanan kandil gecelerine işaret vardır.
    Mübarek kabul edilen bu geceler, Peygamber Efendimiz ve ashabından çok sonra Mısır ve Kudüs’te kutlanmaya başlamış, daha sonra İslam dünyasının çeşitli bölgelerine yayılmıştır. Bu kutlamalar kesinlikle İslam’ın bir emri veya bir tavsiyesi değildir.
   Toplumlar tarafından ortaya çıkarılmış ve gelenek haline gelmiştir. Osmanlı padişahlarından II. Selim döneminden itibaren ‘kandil’ adını alan bu geceler miraciye, regaibiye, mevlüt gibi çeşitli etkinliklerle ihya edilmiştir. Kandil gecelerini kutlayan her toplum kendi kültüründen bir şeyler eklemiş ve böylece bu geceler gelenekselleşmiştir. Günümüzde de kandil geceleri halk camilere akın etmekte, kandil simidi ve tebrikleşmelerle son derece yoğun bir şekilde kutlanmaya devam etmektedir.
Ne Peygamber (s.a.v)'den varit olmuş nede sahabe ve onlardan sonra gelen selef imamlardan rivayet edilmiştir. Türkiye   gibi  tasavvufçuların  çoğunlukta  olduğu  ülkelerinde duyduğumuz ve gördüğüz gibi toplanarak o geceyi ihya ile geçirmek sonradan çıkarılmış bidat olan şeylerdir.



Müslüman   şunu  bilmelidir ki ;  kulluk çok ibadet etmek değil, sünnete uymaktır.

Elhamdulillahirrabbil alemin

İbadetler için Muayyen Günler Belirleme
 
Bildiğimiz gibi Peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun) bazı belirli vakitlerin namaz kılmak veya oruç tutmak için özellikle ayrılmasını yasaklarken, özellikle belirleme amacı söz konusu olmadığı takdirde, bu vakitlerde namaz kılmayı ve oruç tutmayı mubah kılmıştır.
Meselâ Müslim'in, Ebu Hureyre'ye (ALLAH ondan razı olsun) dayanarak bildirdiğine göre Peygamber Efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) şöyle buyuruyor:
Geceler arasında cuma gecesini nafile ibadet için ve günler arasında cuma gününü de nafile oruç için özel olarak belirlemeyiniz. Eğer cuma günü tutmakta olduğunuz bir oruca rastlarsa o başka.”
(Müslim, Sahih, H. No: 1144, K. Oruç, Bab: Cuma Gününü Tek Olarak Tutma, c. 2, s. 801.)
 
Buharî ile Müslim'in, yine Ebu Hureyre'ye dayanarak kaydettikleri aynı konudaki bir başka hadisde şöyledir:
 
İçinizden biri, cuma günü, ancak bir gün öncesi veya bir gün sonrası ile birlikte nafile oruç tutsun.”
(Buhari, H. No: 1985, c. 4, s. 232, Feth-El-Bari, Müslim, K. Oruç, Bab: Cuma Gününü Tek Olarak Oruç Tutma, H. No: 1144.)
 
Öte yandan Buharî'nin bildirdiğine göre: 
Peygamberimiz, (salât ve selâm üzerine olsun) bir cuma günü Cüveyriye bint-i Haris'in evine gittiğinde kendisinden onun oruçlu olduğunu öğrendi. Bunun üzerine ona: 
Dün de oruç tuttun mu?” diye sordu. Cüveyriye: 
Hayır” deyince Peygamberimiz kendisine: 
Peki, yarın da oruç tutmak istiyor musun?” diye sordu. Cüveyriye bu soruya da: 
Hayır” diye cevap verince Peygamberimiz ona: 
O halde orucunu boz” diye buyurdu.
 
Buharî ile Müslim'de belirtildiğine göre: 
MUHAMMED b. Abbad b. Cafer bir defasında Kâbeyi tavaf ederken sahabilerden Cabir b. Abdullah'a: 
Peyamberimiz, cuma günü nafile oruç tutmayı yasakladı mı?” diye sordu ve Cabir de bu soruyu: 
Şu Beytullah'ın Rabb'i hakkı için, evet” diye cevap verdi.
(Müslim, K. oruç, Bab: Cuma Gününü Tek Olarak Oruç Tutmanın Keraheti, H. No: 1143, Buhari, c. 4, s. 232, H. No: 1984)
 
Öte yandan Ahmed İbn Hanbelî'in belirttiğine göre de ünlü sahabi İbn-i Abbas (ALLAH ondan razı olsun): 
Tek başına cuma günü nafile oruç tutmayınız” demiştir.(Müsned-i Ahmed, c. 1, s. 288)
 
Bunlara benzer bir başka delil de Buharî ile Müslim'in, Ebu Hureyre'ye dayanarak bildirdikleri şu hadistir:
Hiç biriniz Ramazan orucuna bir veya iki gün önceden başlamasın. Yalnız içinizden biri daha önceden oruca başlamış ise o gün de oruç tutabilir.”
(Buhari, K. Oruç, Bab: Ramazandan Bir veya iki Gün Önce Oruç Tutarak Onun Önüne Geçmeyin, H. No: 1914)
 
Oruçlar ve Günler

Bu meseleyi şöyle açıklayabiliriz:
Şeriat koyucu (ALLAH ve Peygamber) oruç tutma bakımından günleri üçe ayırmıştır:
1 - Bu günlerin bir kısmında oruç tutmayı farz kıldı, Ramazan ayı gibi. 
2 - Diğer bazı belirli günlerde oruç tutmayı müstahab (özendirilecek bir davranış) saydı, Aşure günü gibi. 
3 - Bazı günlerde de oruç tutmayı kesinlikle yasakladı, Ramazan ve Kurban bayramı günleri gibi.

Bazı günleri de oruç tutmak için belirlemeyi yasakladı, Cuma günü ile Şaban ayının son günü gibi. Fakat bu son kesim günlerde bir gün öncesi veya bir gün sonrası ile birlikte oruç tutulacak olursa, bu davranışı nafile oruç tutmak içinbelirlerse, ister bu belirlemeyi maksatlı olarak yapmış olsun, ister maksat gütmemiş olsun ve ister bu günlere üstünlük tanısın, isterse tanımasın, şeriat koyucu (Peygamberimiz) bunu yasaklamaktadır.
Bilinen bir şeydir ki, eğer bu davranışın (bazı günleri özel olarak oruç tutmak için belirlemenin) zararı, başka bir sebepten değil de sırf özellikle belirleme tutumundan ileri gelmemiş olsa idi, bu günlerde oruç tutmak, ya bayram günlerinde olduğu gibi yasaklanır veya Arefe gününde olduğu gibi serbest bırakılırdı. Bu zarar, bu yıkım diğer günlerde yoktur. Öyle olmasaydı, o zaman özel olarak belirleyerek yasaklamanın hiç bir anlamı olmazdı. 
O halde açıkça anlaşılıyor ki, Peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun) sözleri ile vurguladığı gibi, buradaki zarar ve sakınca aslında özelliği olmayan bir şeye özellik ve üstünlük tanımaktan ileri geliyor. 
Bilindiği gibi, bazen yasaklanan veya emredilen davranışların kendileri yasaklanma veya emredilme sebebini içerebilirler. Tıpkı, Peygamberimizin “Müşriklere ters düşünüz (Muhalefet ediniz)” şeklindeki ifadesi gibi.
Buna göre her hangi bir zaman parçasını (vakti) oruç tutmak veya namaz kılmak için özel olarak belirlemeyi yasaklayan ifade, buradaki zarar ve sakıncanın (fesadın) özel olarak belirleme tutumundan kaynaklanmış olmasını gerektirir. 
Buna göre cuma günü namaz kılmanın, dua etmenin, zikretmenin, Kur'an okumanın, yıkanmanın, güzel koku sürünmenin ve temiz elbise giyinmenin diğer günlerden farklı olarak müstahab sayıldığı bir gün olması, o gün nafile oruç tutmanın diğer günlerin nafile orucundan daha üstün olduğunun sanılmasına yol açmış ve o gece nafile ibadet yapmanın, tıpkı o günkü nafile oruç gibi, diğer gecelerde yapılabilecek olan nafile ibadetlerden daha faziletli sayılmasını düşündürmüştür
İşte Peygamberimiz de sadece “özel olarak belirleme” tutumundan kaynaklanan bu sakıncayı, bu zararı bertaraf etmek amacı ile bu günü özel olarak belirlemeyi yasaklamıştır.
Ramazanı oruçlu karşılamak da böyledir, Ramazan orucu ile ilgili olarak ihtiyatlı ve tedbirli bir davranışı sergilediği gerekçesi ile faziletli bir tutum olduğu sanılabilir. Oysa, şeriat bu tutumu faziletli saymamıştır. İşte bu yüzden Peygamberimiz Ramazanı (bir veya iki gün önceden) karşılamayı yasaklamıştır. 
İşte bu incelik ve bağıntı elimizdeki meselede de var. Halk kitleleri bu yabancı bayram ve yıldönümlerini, onları üstün saydıklarından özel olarak nafile ibadet için (meselâ oruç tutmak) belirliyorlar. İşte bu zaman parçalarını nafile oruç veya namaz için belirleme tutumu, bu zaman parçalarının diğer vakitlerden üstün oldukları inancına yol açabileceği için -ki aslında böyle bir üstünlük söz konusu değildir- bu zaman parçalarını özellikle belirlemek yasaklandı. Çünkü özellikle belirleme tutumu, ancak özel olarak belirlenmiş olma inancından kaynaklanır.
Biri ortaya çıkar da “söz konusu gün ve gecede (Regaib adı ile anılan gün ve gece) oruç tutup namaz kılmak diğer vakitlerde tutulan oruç ve kılınan namaz gibidir. İnancım budur. Bununla birlikte bu gün ve gecelere özellik tanıyorum” derse, adamın bu davranışı ya taklitçilikten ya yaygın adetlere uymaktan ya kınanma endişesinden veya bunlara benzer bir başka sebepten ileri gelebilir. Yoksa adam yalan söylüyor demektir.( Bu gün ve gecelerde yapılanlar diğer günlerde yapılanlardan daha üstündür demek daha sapıkça bir anlayıştır)
Buna göre bu davranış, mutlaka asılsız bir inançtan veya din dışı başka bir gerekçeden kaynaklanıyor demektir ki, bunlar batıl itikatlardır.
Kesinlikle öğrendik ki, ne Peygamber Efendimiz ne sahabiler ve nede diğer imamlar bu günün (Regaib adı ile anılan günün) üstünlüğü veya özellikle bu gün oruç tutup bu gece ibadet etmenin faziletli olduğu hakkında tek bir söz söylemiş değillerdir. Bu gün ve bu gece ile ilgili olarak var olduğu ileri sürülen hadis uydurmadır (mevzudur). 
Böyle bir gün ve gecenin İslâma maledilmesi girişimi, hicrî dördüncü yüzyıldan sonra ortaya çıkmıştır.
Durum böyleyken bu gece ve bu günün üstünlük taşıması caiz değildir. Çünkü var olduğu ileri sürülen bu üstünlükten, eğer ne Peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun) ne sahabiler (ALLAH hepsinden razı olsun) ne ikinci kuşak Müslümanları (tabiin) ve nede diğer imamların haberi, bilgisi yoksa, ALLAH'a yaklaşmanın yegâne aracı olan bu din hakkında Peygamberimizin, sahabilerin, ikinci kuşak Müslümanlarının ve öbür imamların bilmedikleri bir şeyi bizim bilebilmemiz imkânsızdır. 
Yok eğer bu saydıklarımız söz konusu gecenin ve günün üstünlüğünden haberdar idiler ise, salih ameli, salihi işlemeye ve halka öğretmeye karşı taşıdıkları bunca sevgiye rağmen bu üstünlüğü hiç kimseye söylememiş ve bu konuda hiç amel işlememiş olacaklarını düşünmek imkânsızdır.
Madem ki, ileri sürülen bu üstünlük iddiası ya Peygamberimizin ve bütün yüzyılların en hayırlı Müslümanlarının, ALLAH'ın dininin bir unsurunu bilmemiş olmalarını veya bildikleri halde hem şeriatımızın ilkelerine ve hem de şahsî tutumlarına aykırı olarak, bu bilgilerini saklamış ve hiç uygulamamış olmalarını gerektiriyor. Bu iki gerekli sonucun (bilmek ile bildiğini söylememenin) her ikisi de ya şeriate veya hem şeriat ve hem adetlere göre olmayacak, hatta düşünülemeyecek şeyler olduğuna göre, bizi bu sonuçlarla karşı karşıya bırakan üstünlük iddiası da asılsızdır. 
Ayrıca bid'at nitelikli amel ya dinde sapıklık olan bir inancı veya ALLAH'dan başkasına ibadet işlemeyi gerektirir. Oysa ne bozuk inançlar taşımak ve nede ALLAH'dan başkasına dönük ibadet yapmak caiz değildir.
Zaten gerek bu söz konusu ettiğimiz ve gerekse öbür tüm bid'atler, kesinlikle ve görünüşe göre caiz olmayan bir şeyi yapmayı gerekli kılarlar. Gerekli kıldıkları bu caiz olmayan şeyler, haram olmadıkları durumlarda en azından mekruh şeylerdir. Dine sonradan sokulmuş bütün bid'atler için bu kural geçerlidir.
Bir de bu sapık inanca saygı duymak ve yüce tutmak gibi bazı duygular eşlik eder ki, bu duygular da ALLAH'ın dininde yeri olmayan asılsız saplantılardır.
Farzedelim ki bu bid'atleri işleyen biri “Ben bunların üstünlüğüne inanıyor değilim” demiş olsun. Eğer sözünü ettiğimiz ibadetleri yapıyorsa kalbindeki saygı ve yüceltme duygularını gideremez. Saygı ve yüceltme gibi duygular ancak bu yoldaki bir inançtan kaynaklanabilir. Eğer bu adam, bu durumun kaçınılmaz bir şey olduğu kanısında ise bilmesi gerekir ki, eğer belirli bir şeyin üstünlüğü ile ilgili düşünce şuurundan silinecek olursa, artık o şeye saygı duymaz olur, fakat saygının yerini karmaşık duygular alır.
Böyle bir kimse söz konusu davranışın bid'at olduğuna inandığı için, bu mananın sonucu olarak o davranışa saygı duymaması gerekir. Fakat o davranışlarla ilgili çeşitli rivayetlerin veya onun bunun bu davranışı işlemelerinin kalbinde uyandırdığı duygular, yahud söz konusu davranışı işlemenin kendisine sağlayabileceği yarar yüzünden o davranışı işlemeye ve ona saygı göstermeye devam eder.
Demek ki, bu bid'atleri işlemek, taşımak zorunda olduğumuz inançlara ters düşer.Peygamberlerin ALLAH (c.c.) katından getirmiş oldukları ilkelerle çatışır ve gizli de olsa kalblerde münafıklığın çöreklenmesine -yol açarlar.
Bu durum Peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun) zamanında bazı kimselerin, ya mevkilerinden ya servetlerinden ya asaletlerinden ya gördükleri yardımlardan veya kendilerine bağımlı olduklarından dolayı Ebu Cehil ve Abdullah b. Ubeyy b. Selül gibi ileri gelen kâfir ve münafıklara saygı göstermesine benzer. 
Nitekim Peygamberimiz ya bu küfür ve münafıklık önderlerini küçük düşürücü bir söz söyleyince ya hoş görülmelerine ya da öldürülmelerini emredince halis imanlı kimseler için mesele yoktu. Fakat böyle olmayan bazılarının kalblerinde sahih inançlarının gereği olarak Peygamberimize uymakla, eski asılsız saplantılarına bağlı kalmaya devam etmek şıkları arasında çatışma meydana geliyordu.
Kim bu gerçekleri derinliğine düşünürse kesinlikle anlar ki, bid'atler imanı zayıflatan zehirler taşırlar. Bundan dolayı “Bid'atler, küfrün (kâfirliğin) türevleridir” demişlerdir.
Bu kural, şeriat koyucu tarafından hiç bir özelliği olmadığı için yasaklanan bütün ibadetler için geçerlidir. Mezarlar önünde namaz kılmak ve putlar karşısında kurban kesmek gibi. Her ne kadar bu tip ibadetleri yapanlar onların özel ve ayrıcalıklı olduklarına inanmasalarda yaptıkları hareketler böyle bir özellik anlayışı taşıdıkları şüphesini uyandırıcı niteliktedir. Çünkü üstünlüğü isbatlamak nasıl amaç ise, şeriata aykırı üstünlüğü ortadan kaldırmak aynı şekilde amaçtır.
Bu dediklerimizden sonra şöyle soru sormak isteyenler olabilir :
Siz böyle diyorsunuz, ama meselâ, bu anma günleri ile ilgili ibadetleri bazı alim ve faziletli kimseler ile daha alt düzeyde müminlerin işledikleri görülüyor. Bu ibadetlerin müminin kalbine ve başka taraflarına yansıyan kalb arınması, gönül yumuşaması, günahların izlerinden sıyrılma ve duaların kabul olunması gibi bir çok yararları vardır. Bunlar yanında namazın ve orucun üstünlüğünü belirten genel nitelikli özendirmeleri de göz önünde tutmalıyız. 
Bilindiği gibi Cenab-ı ALLAH (c.c.) şöyle buyuruyor:
Görüyor musun, şu engel olanı?! Bir kula, namaz kılarken.”(Alâk:9-10)
Peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun) bir hadisinde:
Namaz, ışık ve sahibi lehine kesin delildirbuyuruyor. (Müslim, K. Temizlik -Taharet-, Bab: Abdestin Fazileti, H. No: 223, c. 1, s. 203; Ahmed, El-Müsned, c. 5, s. 343. Başka hadisciler de bu hadisi nakletmişlerdir.)
Kur'an ve hadiste çok sayıda böyle özendirici ifadeler vardır.”
Bu itiraza karşı vereceğimiz cevap şudur:
“Hiç şüphesiz bu tip ibadetleri belirli bir yoruma, ilmî araştırmaya (içtihada) ve taklide dayanarak yapan kimse iyi niyetine ve meşru içerikli ameline karşılık sevap kazanır. 
Ayrıca eğer ictihad ve taklidinde hoş görülenler (mazur görülenler) arasına girebiliyorsa bu ibadetlerin bid'at yönleri de affa uğrar. Bu ibadetlerde olduğu belirtilen bütün yararlar, içerdikleri meşru unsurlardan, yani namaz, zikir, Kur'an okumak, rükû, secde (ALLAHa yönelik) temiz niyet ve dua ibadet birimlerinden dolayıdır. Bunun yanında bu ibadetlerde mekruh yönler de vardır ki bu yönler, ictihad veya taklid sebebi ile affa uğrayabilmektedir. Bu özellik yararlı yönleri olduğu söylenen bütün mekruh bid'atlerde vardır.
Fakat bu kadarlık bir yarar, sözü edilen ibadetlerin mekruh olmasına, onu önleyip yerine bid'atsız meşru ibadet kaynak gerekliliğini engellemez. Nitekim bayram namazlarında ezan okuma adetini çıkaranların durumu da böyledir. Hatta yahudiler ve hristiyanlar bile kendi tapınmalarında çeşitli yararlar bulmaktadırlar. Çünkü onların tapınmaları mutlaka bazı meşru ibadetlerin benzerlerini içerdiği gibi söyledikleri arasında da mutlaka peygamberlerden kalma bazı doğrular vardır. Fakat bunun böyle olması, onların tapınmalarının uygulanmasını ve sözlerinin dayanak olarak sayılmasını gerektirmez.
Sebebine gelince bütün bid'at nitelikli unsurlar, mutlaka içerdikleri iyiliklere baskın gelen kötülükler taşırlar. Eğer iyi yönleri baskın olsaydı şeriat onları göz ardı etmezdi.
Biz bu hareketlerin bid'at oluşunu, onların kötülüklerinin iyiliklerine baskın olduğuna delil sayıyoruz ki, bunlarla ilgili yasağın asıl gerekçesi budur.
Şunu da belirteyim ki, söz konusu bid'atın günahı, ictihad ve benzeri sebepler yüzünden bazı kimselerden düşebilir. Tıpkı klâsik müctehidler arasında tartışma konusu olan faiz ve meyva suları konusunda, müctehidler için faiz ve alkollü içki terimlerinin söz konusu olmayışı gibi. Fakat bu böyle olmakla birlikte bunların şeriat bakımından durumunu açıklamak, onları helâl sayanlara uymamak ve asıl niteliklerini ortaya koyacak bilgiyi elde etmek için uğraşmakta kusur etmemek gerekir.
Göstermiş olduğumuz deliller, bu bid'atlerin bozuk inançlar veya Peygamberimizin (salât ve selâm üzerine olsun) getirip öğretmiş olduklarına aykırı davranış bozuklukları içerdiklerini ve taşıdıkları ileri sürülen yararların bu zararlara denk olamayacak cılız şeyler olduklarını açıkça belirtmeye kâfidir.
Konuyu biraz daha açmak istersek diyebiliriz ki;
Eğer bu bid'atı (Kandil günü ve gecesi kutlamasını) bazı faziletli kişiler işliyorsa, onlarla aynı dönemde yaşayan bazı kimseler de mekruh olduğu gerekçesi ile onu işlememişler ve diğer bazı kimseler de ona karşı çıkmışlardır. 
Gerek onu işlemekten kaçınanlar ve gerekse ona karşı çıkanlar, sözü edilen faziletli kimselerden eğer daha üstün değiller ise daha aşağı da değillerdir. Eğer faziletçe daha aşağı oldukları farzedilecek olursa, o zaman bu meselede yetkili uzmanlar (ulul emr) anlaşmazlığa düşmüşler demektir ki, böyle durumlarda ALLAH'a ve Rasûlüllah'a baş vurmak gerekir. Oysa bu konuda ALLAH'ın Kitab'ı (Kur'an) ile Peygamberimizin sünneti bu davranışa izin verenlerden yana değil, onu (kutlamayı) mekruh sayanlardan yanadır. 
Ayrıca yakın dönemin alimlerinden daha faziletli olan ilk dönem bilginleri (mutekaddimin) de bu işten uzak duranların ve ona karşı çıkanların yanındadırlar. Bu asılsız ama gününün (kandilinin) var olduğu söylenen faydaları karşısında bidat olmak niteliğinden kaynaklanan zararları daha başkadır ve başlıcaları şunlardır:
Bid’atların Sakıncaları
1 - Daha önce belirttiğimiz inanç ve davranış bozuklukları yanında, kalbler bu anma törenlerinden haz duymakta ve bunlar yüzünden çoğu sünnetlerden soğumaktadırlar. 
Öyle ki, bu törenleri hiç kaçırmayan halk yığınlarının teravih namazına ve beş vakit namaza karşı aynı derecede iştahlı olmadıkları görülür.
2 - Gerek sıradan halkın ve gerekse seçkinlerin bu tip bidatler yüzünden, farzlara ve sünnetlere karşı ilgilerinin azaldığı ve arzularının zayıfladığı görülür. Bunun sonucu olarak çoğu kimselerin bu bidatler için büyük gayret, titizlik ve bağlılık gösterdiklerini ve ne farzlar ve ne de sünnetler için aynı şeyleri yapmadıklarını görüyoruz.
Böylece adamlar adeta bid'atı, ibadet, buna karşılık farz ve sünnetleri de adet olmuş birer angarya haline getirmektedirler. Bu da dinin tam tersidir. 
Böyle olunca adamlar, farzların ve sünnetlerin içerdikleri mağfiret, rahmet, kalb yumuşaması ve arınması, kalb huzuru, duaların kabul edilmesi ve münacat hazzı gibi yararları kaçırmakta veya tümü ile kaçırmasalar bile mutlaka bu yararların yetkin (kâmil, eksiksiz) derecelerinden yoksun kalmaktadırlar.
3 - Bu tip bid'atleri gelenekleştirmenin diğer bir sakıncası iyiliklerin (marufun) kötülüklere (münker'e) ve kötülüklerin iyiliklere dönüşmesi ve bunun sonucu olarak; halk çoğunluğunun Peygamberlerin getirmiş oldukları dini bilemez hale gelmeleri ve cahiliye tohumlarının tekrar filizlenmeye yüz tutmasıdır.
- Özellikle bu kandili bid'atının içerdiği çeşitli şer'i mekruhlarla karşılaşıyoruz. 
Meselâ, o akşam geç iftar etmek, bunun sonucu olarak yatsı namazını kalb huzuru olmaksızın kılmak, bu namazı aceleye getirmek, namazdan yanlışlık yapılmadığı halde selâm verdikten sonra sehiv (yanlışlık) secdesi yapmak, aslı olmayan türde ve sayıda çeşitli zikirler yapmak ve sadece basiret ve saf gönül sahiplerinin farkedebilecekleri daha bir çok bozukluklar gibi.
- Bu bid'atlere alışmanın başka bir zararı, insanı bağlılık disiplininden git gide uzaklaştırmaları ve doğru yoldan (sıratı müstakim'den) kaymaya yol açmalarıdır. Çünkü insan nefsi, kendini beğenmek ve büyük görmek eğiliminde olduğu için, imkân bulduğu oranda kulluk ve bağımlılık çerçevesinden çıkmak ister.
Nitekim
 Ebu Osman Nişaburî;
insan, terkettiği her sünneti nefsinin kibirliliği yüzünden terkeder” diyor.
Ayrıca işlenen her bid'at bir başka bid'atı işleme ihtimalini birlikte taşıdığı için, yavaş yavaş kalb Pepgamberimize (salât ve selâm üzerine olsun) uyma realitesinden,gerçeğinden sıyrılarak dini sakatlayacak derecede bir kibir ve iman zayıflığının yatağı olur veya olay azar. Bütün bunlar olurken de kişi iyi bir şey yapmanın vehmi ve gafleti ile oyalanır.
(Ebu Osman Nişaburî; İsmail b. Abdurrahman El-Nişaburi, Ebu Osman-El-Sabunî, El-Şafii hadis hafızı, tefsirci ve sünnet alimlerindendir. H. 449 yılında 77 yaşında öldü. Şüzürat El-Zeheb, c. 3, s. 283; El-Bidaye ve El-Nihaye, c. 12, s. 76.)
6 - Ayrıca bu bid'at nitelikli anma gününde, ehl-i Kitab'ın bayram törenlerinde yaptıkları gibi kâfirlere benzeme amacı güden ve gütmeyen uydurma nitelikli bayram törenlerinin ortak sakıncaları aynen vardır.
Selametle 
3-) BÜTÜN BİD'ATLER SAPIKLIKTIR
ONLİNE DİNLE:
DİNLE -DOWNLOAD:
4-) BİD'AT'IN SAHİBİNE TEHLİKELERİ VE AKLIN ALLAH'IN RAZI OLACAĞI AMELLERİ BİLEMEYECEĞİ
ONLİNE DİNLE:
DİNLE - DOWNLOAD:
5-) BİD'AT HAKKINDAKİ ŞÜPHELER
ONLİNE DİNLE:
DİNLE -DOWNLOAD:
HOCA : EBU HANZALA
daha değişik konularda ehli sünnete göre dersler :
KANDİL GECELERİ BİD’AT’ TİR : SOHBET MP3
EBU MUAZ HOCADAN KANDİL BİDATLERİ 
65 Dakikalık Bidat ve kandiller hakkında belgeli sohbet !

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...