13 Eylül 2013

ŞEYTANIN (İBLİSİN) SIRLARI ALTI


ŞEYTANIN (İBLİSİN) SIRLARI

ALTI

Kureyş Dar un Nedve’de Toplandığı Zaman, Şeytanın O Taplantıya Katılıp, Onlarla İstişare Etmesi

İbn-i İshak anlatıyor: Kureyş, Hz. Peygamberin muhitinin genişlediğini görünce, korkmağa başladı ve bu işi hal etmek için Dâr’un-Nedve’de toplandı (ki bu ev Kusay b. Kilâb’ın evidir. Kureyş mühim işlerini görüşmek için bu evde toplanırlardı).
Bu toplantı  hakkında İbn-i Abbas şu bilgiyi vermiştir: Kureyş bir araya gelip, Dâr’un’Nedve’de bu hususu görüşmek için karar verdiler ve toplantı gününü tayin ettiler. O gün gelince hepsi Darunned-ve yolunu tuttu. Evin kapısına geldiklerinde kapıda yaşlı bir ihtiyarın beklediğini gördüler ve kendisine,
Sen kimsin? diye sordular. İhtiyar, sizin burada toplanacağınızı duydum, ben necidliyim, geldim, belki size bir faidem olur, deyince, onu içeri, buyur ettiler. O da onlarla birlikte eve girdi. Kureyşin ileri gelenlerinden Utbe b. Rabia, Şeybe b. Rabia, Ebû Süfyan b. Harb — Bunlar Benî Abdis-Şems kabilesindendir —, Benî Nevfâl b. Abd-i Menaf Kabilesinden de Tuayme b. Adiy, Cubeyr b. Mut’im, Haris b. Amr b. Nevfal; Benî Abdid-Dâr b. Kusiy’den de Ennedr b. el-Hâris b. Kelde, Benî Mahzûm’den de Ebû Cehil b. Hişâm gibi şahıslar toplandılar. Hz. Peygamber hakkında görüşmeğe başladılar: İçlerinden biri dedi ki, görüyorsunuz ya benim bu adama itimadım yok, bir gün toplandığı insanlarla üzerimize saldırır. Bir diğeri de:
  • Onu iyice bağlayalım, bir odaya habs edelim, kapısını kilitleyip günlerce orada aç, susuz bırakalım. Ondan önce gelen, Zubeyr ve Nabiğe gibi orada ölüp gider, dedi.
Necidli ihtiyar – -Şeytan—, «Vallahi ben bu fikirde değilim. Çünkü onu habs ederseniz, öbür kapıdan onu tutanlar gelip onu dışarı çıkarırlar. Sonra da başınıza belâ açarlar. Bence başka bir çare düşünürseniz iyi olur, tavsiyesinde bulundu.
Bunun üzerine içlerinden biri şu fikri öne attı:
Bence bunu aramızdan kovalım, başka yerlere gitsin, gözümüz görmesin. O bizden uzaklaşınca, biz burada rahatça dolaşırız. Hem kendimiz, hem de tapınaklarımız rahat eder.
Necidli ihtiyar —Şeytan— bu fikre de karşı geldi ve şöyle dedi:
  • Bu da doğru değildir. Çünkü Ondaki hitabet kabiliyetini biliyorsunuz, insanları büyüleyen bir konuşma tarzı var onda. Çok kısa zamanda tarafdar edinir, insan toplar ve topladığı insanlarla size hücuma geçer evinizi başınıza geçirir. Bundan başka bir çare arayın.
Ebû Cehil ortaya atıldı ve şu fikri söyledi: «Bence her kabileden bir genç seçilsin, her birerlerinin eline keskin bir kılınç verilsin, onun üzerine sokağın ortasında saldırılsın, bir elden ona kılmç darbeleri indirilsin ve böylece öldürülsün! Onlar böyle yaparlarsa cinayet suçu bütün kabile üzerinde kalır. Abdi Menaf oğulları bütün kabile ile harp etmeğe takat getiremez! Bizden diyet isterler, biz de diyetini veririz olup biter.
Necidli ihtiyar bunu duyunca: «Tamam, oldu! En makûl düşünce tarzı budur.»  diye haykırdı. Orada bulunanların tümü, bu fikri kabul ederek dağıldılar.
Cebrail (A.S.) gelip, Hz. Peygamber’e (S.A.V.) «Bu gece yattığın yatakta yatma.»  diye iyice tenbih etti. Gece karanlık basınca, Kureyş, Hz. Peygamberin kapısı önünde toplandı. Onun uyumasını bekliyorlardı. Aniden baskın yapıp öldüreceklerdi. Resûlüllah (S. A.V.) onları görünce, Ebû Talib oğlu Ali’ye (R.A.) :
  • Sen benim yatağıma yat, ve bu yeşil yorganı iyice üzerine ört, korkma onların sana bir zararı dokunmayacaktır, dedi. Resûlüllah (S.A.V.) yattıklarında daima o yorganı örterlerdi.
Muhammed b. Kâ’b’dan rivayet edilmiştir: Onlar Hz. Peygamberin evinin önünde toplandıklarında, Ebû Cehil de aralarmdaydı ve şöyle diyordu: Muhammed size diyor ki, eğer ona biat ederseniz her birerleriniz Arap ve acem melikleri olacak, ölüp dirildikten sonra her birerlerinizin Ürdün bahçeleri gibi birer bahçesi olacak. Aksi halde, öldükten sonra dirildiğinizde sizi bir ateş saracak ve içinde cayır cayır yanacaksınız. Hz. Peygamber bunu duyar duymaz dışarı çıktı ve bir avuç toprak alıp, «Evet, bunu diyen benim.» dedi. Allah onların gözlerini görmez hale getirdi. Hz. Peygamber Yasin sûresini (Fehüm lâ yubsırûn)’a kadar okuyarak başlarına, aldığı topraktan saçarak istediği istikamete doğru uzaklaşıp gitti. Sonra biri gelip:
  • Burada ne yapıyorsunuz, kimi bekliyorsunuz? diye sorunca:
  • Muhammedi, diye cevab verdiler.
  • Vallahi boşuna beklemişsiniz. Muhammed çoktan gitti buradan. Üzerinizde toprak saçtı. Baksanıza şu halinize, dedi. Ve baktılar ki hakikaten üzerlerine toprak saçılmış.
Hemen içeriye hücum ettiler. Hz. Peygamber’in yatağında birinin yattığını  görünce, o yatanın Hz. Peygamber olduğunu sandılar ve sabaha kadar öylece beklediler.
Sabah olunca Hz. Ali (RA.) yataktan kalktı. Onu görünce şaşakaldılar ve kendilerini şöyle demekten alamadılar:
  • Vallahi bize haber veren doğru haber vermiş. Bu husus da inen Kur’an âyetler indendir:
«Hani bir zaman o kiifr edenler, seni tutup bağlamaları, ya öldürmeleri, yalıut (yurdundan zorla) çıkarmaları için sana tuzak kuruyor(lar)dı. Onlar bu tuzağı kurarlarken Allah da onun karşılığını yapıyordu. Allah tuzak kuranlara mukabele edenlerin en hayırlısıdır.» (El-Enfâl: 30.)
Yukarda, güneşin şeytan boynuzları arasında doğar diye bahs ettiğimiz babda, anlattıklarımızdan neden Şeytanın Necidli bir ihtiyar kılığına girdiği daha iyi anlaşılıyor.
Kureyş  demişti ki: Müşavere ederken sakın içinize Tuhâme ehlinden kimse girmesin, çünkü onlar Muhammedi sever ve tutarlar.
İbn-i İslıak, müşaverede fikir beyan edenlerin isimlerini vermemiştir; yalnız Ebû Cehilln ismini vermiştir. Bu hususta tamamlayıcı malûmat veren İbn-i Sellâm şöyle der:
Hz. Peygamberin yurdundan çıkarılmasını savunan: Eb’l-Esved idi. Habsine işaret eden: Hişamoğlu Eb’l-Buhterî idi.
Hz. Peygamber kapısında, içeri girmeden sabahlamalarına sebeb olarak şunu göstermişlerdir: Çünkü onlar onu öldürmeğe gelmişlerdi, onun için çıkmasını beklediler. Bazılarına göre, içeri girmeğe yeltendiler, fakat evden bir kadın sesi duyuldu ve dediler ki. bizim burada olduğumuzu halk duyarsa kadınların şeref ve evlerin mahremiyetlerini hiçe saydığımızı sanırlar ve bizi kıyasıya ayıplarlar. Onun için sabahladılar. Hz. Peygamber dışarı çıkarken gözleri kör olmuş görmüyorlardı. Çünkü peygamber Yasin sûresindeki ilgili âyeti okuyordu. Bundan şu istifade edilebilir. Bir kimse gece korkarsa, Peygambere iktida ederek Yâsinl okuyabilir.
El-Haris İbn-i Usâme, Müsned’inde Hz. Peygamberden şöyle nakl etmiştir:
Korku içinde olan kimse Yasin okursa, korkusuz olur, aç kimse okursa kamı  doyar, çıplak okursa elbise bulur, susuz okursa suya kavuşur, hasta okursa şifa bulur.»

Biat Vakti, Şeytanın Akabe Tepesinden Bağırması

İbn-i İshak İbn-i Âım anlatıyor. Katabe b. Ömer dedi ki; Halk Resûlüllah (S.A.V.)’e biat etmek için toplandığında, El-Abbas b. Ubâde b. Nedla el-Ansarî -Benî Salim b. Avfun kardeşi— dedi ki, ey Hazreç topluluğu! Bu adama ne şartlar üzerine biat ettiğinizi biliyor musunuz?
  • Evet, dediler..
  • Siz bu adama, insanlardan kırmızı ve siyaha karşı açacağı harba hazır olmanız için biat ediyorsunuz.
Bu hususta kâh faydanıza, kâh zararınıza çıkar.
Bunun üzerine hep bir ağızdan dediler ki:
  • Ey Allah’ın Resulü! Size verdiğimiz ahdi yerine getirirsek, karşılığı ne olur?
  • Cennet, diye cevap verdiler.
  • öyleyse veriniz elinizi, dediler. Resûlüllah S.A. V.) elini uzattı, onlarda uzattı ellerini ve cân-ü gönülden ona biat ettüer.
Benî Neccar’m iddiasına göre, ilk elini uzatan Es’- ad b. Zurâre’dir. Benî  AbcTü-Eşhere göre ise, el-Hay- sem b. Et-Tihan’dır.. Kâ’b b. Mâlik’e göre, ilk elini uzatan el-Berrâ b. Ma’rûr’dur. (El-mevsum Bi mehasinil- vesaili İlâ marifctil-Evail) adlı kitabımda anlatmıştım. Kâ’b dedi ki:
«Resûlüllah (S.A.V.)’e biat ettiğimizde, şeytan Akabe tepesinden avazı  çıktığı kadar bağırdı: «Ey Ehi-i Cebacip nerdesiniz! Bunlar, size savaş açmak için söz birliği ettiler.»
Hiç duymadığım o sese Allah’ın Resûlü (S.A.V.) şöyle diyerek mukabele etti:
«İşte Akabe’nin Ezbi! İşte Ezneb’in oğlu.» Sonra Resûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Haydi şimdi adamlarınıza dönün!»
Bunun üzerine 3′erlerimize döndük, yattık, sabah olunca Kureyş’in çoğu gelip bize şöyle hitap ettiler: İşittiğimize göre, siz, buralı olan birini (Muhammedi) aramızdan alıp götürecekmişsiniz sonra onunla birlikte bize karşı cephe alacakmışsınız. And olsun ki, siz bunu yaparsanız aramızda harp kopar.
Aramızdan müşrikler ayağa kalkıp bizim bundan malûmatımız yok, biz böyle bir şey bilmiyoruz, dediler — Hakikaten onlar bir şey bilmiyorlardı—.
Biz birbirimize baka kaldık. Cemaat ayaklandı aralanrıda el-Haris b. Hişam da vardı. Dediler ki:
  • Ey Ebû Câbir! Sen ulularımızdan ol, fakat bu Kureyş gencini de kendimize başkan yapalım olmaz mı? Haris bunu duyunca ayaklarındaki pabuçlarını çıkardı ve bana doğru attı.
Câbir dikkatli ol, ve pabuçlarını geri ver, diye bağırdı.
«Geri vermem.« diye direttim.
«Vallahi doğru söylüyorsun, eğer fal doğru çıkarsa onu asacağım.» diye mükabele etti.
İbn-i îshak der ki: Abdullah b. Ubey bana şöyle anlattı: Onlar Abdullah b. Ubey Selul’e geldiler Kâ’bin dediğini söylediler, onlara şöyle hitap etti: Bu büyük bir iştir! Benim kavmim bana böyle bir şeyi söylemeye cesaret edemez. Sonra onu terk edip uzaklaştılar. Peşlerine düştüler: Sa’d b. Ubede’ye ve Münzir b. Amr’e yetiştiler. Bunların ikisi kavimden ayrı düşmüşlerdi. Münzir’e pek karışmadılar ama, Sa’dı yakaladılar, ellerini boynuna bağladılar önlerine katıp döve döve Mekke’ye götürdüler.
Allah yolunda devamlı olarak işkenceye tabi tutuluyordu, Derken onun eski ticaret arkadaşları ve dost ları olan Ebul-Buhterî b. Hişam ile Cubeyr b. Mut’im ve El-Haris b. Harbe onun durumu hakkında haber ulaştı ve onlar gelerek Sa’dı ellerinden kurtardılar. O da serbestçe memleketine döndü.
Eb’ul-Eşheb, el-Hasan’den nakl ediyor: Resûlüllah (S.A.V.) Mina’da biat edildiği zaman, Şeytan avazı çıktığı kadar bağırdı. Ve Resûlüllah (S.A.V.) buyurdular ki:
«İşte bu Lebinî’nin babasıdır. Sözüm ona sözde sizi korkutacak.
Sonra dağıldılar.
Es-Süheylî  der ki: Ulıud Gazvesinde, İzb’ul-Akabe hadisesi vaki olmuştur. İbn-i Zübeyre’nin rivâyet ettiği hadisde bunu tayid edecek keyfiyet mevcuddur: Atının üzerindeki keçesinde bir karış boyunda bir adam gördüğünde:
Sen kimsin? diye sordu.
  • İzb! diye cevap verdi.
  • İzb nedir?
Bir adam. Bunun üzerine başına sopası ile vurdu ve o da kaçtı.
Ya’kub (El-Elfâz)’da der ki İzb, (kısa) mânasın- dadır.
Elkurlbi, İbn-i Zübeyr’den nakl edilen hadisi garib hadiseler mey anında zikr etmiştir. Hangi zabt ve kay- din daha doğru olduğunu Allah’dan başka kimse bilemez.

Bedir Vak’asmda Şeytanın Hazır Olması

Allahu Teâlâ  buyuruyor ki: «O zaman şeytan onların yaptıklarını süsleyip şöyle demişti: «Bugün size insanlardan galebe cdecek hiç kimse yoktur. Ben de sizin muhakkak ki yardımcınızım.» Vakta ki iki ordu (karşı karşıya) göründü, «ben sizden katiyen uzağım. Gerçek ben, sizin göremiyeceğinizi görüyorum. Ben Allah’dan korkarım elbet. Allah ukubetinde çok şiddetlidir.» diyerek iki topuğ üstüne (tabana kuvvet) kaçtı.» (El-Enfâl: 48.)
İbn-i İshak anlatıyor. Bâzı hadîs âlimleri bana İbn-i Abbas’dan şöyle nakl etmişlerdir:
«Allah’ın Resûlü (S.A.V.) Ebû Süfyanın Şam’dan Medine’ye doğru hareket ettiğini duyunca, müslüman- lardan bâzılarını gönüllü olarak ona karşı şöyle diyerek çıkardı: Kureyşin kafilesi geliyor: Onlara karşı belki Allah onların mallarında size bir şeyler ihsan eder. Bunu duyan müslümanlardan bâzıları hafif ve bâzıla* rı da ağır davrandılar. Çünkü Allah Resûlünün harp yapacağını sanmıyorlardı.
Ebû Süfyan Hicaza yaklaşınca, casuslar salarak durumu öğrendi.
Kendisine, Muhammedln bâzı insanları Kureyş kafilesine karşı çıkaracağını  söylediklerinde hemen, Damdan b. Amr el-öiffarî’yi kiralayıp Mekke’ye gönderdi ve Halka durumu anlatmasını bildirdi. O Mekke’ye geldi, şehrin tam ortasında durarak avazı çıktığı kadar bağırdı:
  • Ey Kureyşliler! Mallarınız, Ebû Süfyan’ın yanında, Mulıammed’in ashabı onları yağma edeceklermiş. Yetişin, yetişin imdada!
Acele olarak hemen herkes hazırlandı. Kureyş büyüklerinden hemen hepsi tam mânasıyle hazırlandı. Yalnız Ebû Leheb katılmadı ve yerine dört b. dirhem alacağı olan el-Âs b. Hişam b. el-Muğire’yi gönderdi.
İyice hazırlanıp yola koyulduklarında, aralarında şöyle konuştular. Benî Bekr b. Abd-i Menat, Benî Ki- nâne ile aramız açık. Biz giderken arkamızdan saldırmasınlar. Tam o anda şeytan, Benî Kinane’nin ileri gelenlerinden olan Suraka b. Mâlik kılığında onlara göründü ve:
  • Merak etmeyin ben sizin yardımcınızım. Beni Kınâne arkanızdan gelme, buna emin olun, dedi. Onlar da hemen yola revan oldular.
İbn-i Akabe ile İbn-i Âziz bu haberi şöyle nakl ettiler: Müşrikler yola koyuldukları zaman, şeytan Suraka sûretinde onlara görünüp: (Benî Kinâne ardınızdan size yardım etmeye geliyor, korkmayın, bugün muhakkak siz galip çıkacaksınız. Ben de sizin yardım- cınızım »
İbn-i İshak der ki: Şeytanın tabana kuvvet kaçtığını gören, el-Hâris b. Hişâm’dır. O (şeytan) melekleri görünce (Sizin göremediklerinizi ben görüyorum) dedi ve tabana kuvvet kaçtı. Bu hususta Hişam şöyle der:
«Bedr’e biz yürüdük onlar da yürüdüler, (netice- yi) ilmel-yakîn bilselerdi yürümezlerdi.
Aldatıcı  bir tavırla onlara kılavuzluk yaptı; sonra yüzüstü bıraktı.
Çünkü Habisin (Şeytanın) dost olduğu kimse gerçekten aldanmış tır.»
İbn-i İshak’dan gayri, bâzı kimseler şöyle dediler :
El-Hâris b. Hişam ve tokatladı. Kafası üstüne düşürünce ona şöyle dedi:
«— Ben âlemlerin Rabbi olan Allah’dan korkarım.»
Es-Sûheyli anlatıyor: Rivayet ettiklerine göre, onlar ondan sonra Suraka’yı Mekke’de gördüklerinde:
  • Ey Suraka sen utanmadın mı böyle yapmakla? Bizi teşvik ettin, sonra da tabana kuvvet kaçtın, dediklerinde, Suraka şu cevabı verdi:
Vallahî  benim bir şeyden haberim yok. Sizin mağlûbiyetinizi duydum. Önceden böyle bir işden hiç haberim yoktu, inanın buna.
LlU için ona inanmamışlardı. Fakat müslüman dinine girip, Cenâb-ı Hakkın indirdiği bu babtaki âyeti dinlediklerinde anladılar ki, Mel’ûn şeytan Suraka’- nın kılığına girmiş ve onlara yapacağını yapmıştı.
Şeytan Allah’dan korkmaz. Buna şöphe yok. (Ben âlemlerin Rabb’ı olan Allah’dan korkarım!) demesi; o gün meleklerin gökten gümbür gümbür inişini ve müslümanların saflarında yer alışını görünce korkmağa başlamıştır. Çünkü o günü o, «Melekleri görecekleri gün, mücrimler için o an hiç bir sevindirici haber yoktur!» âyetinde beyan edilen (Mevud) günü zannetmiştir. (de bunun için yüreği boğazına çıkmıştık, me- lûnun.)
Kasım b. Sabit (Eddelâil)inde der ki:
Haneliler Bedirde öyle hadise meydana getirdiler ki, bu Kisra ve Kayser’in tac-ü  tahtlarının yıkılışına bir başlangıç olacak. Lu’iy adamlarını  yerle bir ettiler, hanımları ve çocukları yüzünden yakalar yırttılar.. Muhammed’e düşman olanlara yazıklar olsun ki, onlar doğru yoldan şaşmışlardır.
Şiirde geçen (Hanefîlcr) den murad kimler olduğunu sordular, şöyle cevab verdiler:
Onlar Muhammed ve ashabıdır. Çünkü onlar, İbrahim el-Hanîf’in dini üzere bulunduklarını iddia ediyorlar. Aradan çok geçmeden onları teyid eden yakın ve kesin haber geldi:
«Sizi tertemiz yapmak, ve sizden şeytanın riczini gidermek için, sizin üzerinize bir su indirir.» âyetine gelince, Es-Sülıeylî bu hususta şöyle der: Kâfirler, müslümanlardan suyu kesmişlerdi. İçerlerinde abdest siz olan, veya cünüp olan vardı bir türlü yıkanamıyor- lardı. Şeytan bunu bir fırsat bilerek müslümanları tahrik etmeye başladı: «Siz Hak üzere olsaydınız, Allah düşmanlarınıza sularınızı kesme fırsatı vermezdi. Bakınız onlar bol bol su kullanıyorlar, yıkanıyorlar, siz bundan mahrumsunuz. Şimdi kâfirler susuzluktan ölmenizi bekliyorlar.» derken Allah gökten şarıl şarıl yağmur boşalttı.
Müslümanlar iyice yıkandılar, temizlendiler, bol bol içtiler. Yeniden canlandılar. Bulundukları yer su ve bereketle dolup dolup taştı. Üzerlerindeki yorgunluk gitti. Sapasağlam oldular, şeytanın riczi de kalmamıştı artık üstlerinde. Kâfirlere hücum ettiler, onları mağlup ettiler, önceden ellerinde geçirdikleri su pınarımda ellerinden geri aldılar. Allahın yardımı yetişmişti artık.. Allah’ın Resûlü yerden bir avuç toprak aldı ve onlara attı, bütün kâfirlerin gözleri toz dolmuştu. Mukavemet edemez hale gelmişlerdi. İşte:
«Attığın zaman sen atmadın; lâkin Allah attı.» âyetinin mânası budur.
Hakk’a hidayet eden şüphesiz ki Allahtır.

Şeytanın Uhud Günü Ayneyn Dağının Tepesinden Bağırması

Muhammed b. Sa’d der ki: Müşriklerden Bedir’de hazır bulunanlar Mekke’ye dönünce Ebû Süfyan’m getirdiği kafileyi, Dar’un-Nedve’de mevkuf bir vaziyette buldular.
Bunun üzerine Kııreyş eşrafı Ebû Süfyan’a gidip: Bu mallarla, Muhammed’e karşı bir ordu hazırla. Biz buna razıyız, dediler. Bu teklife ilk cevab veren Ebû Süfyan oldu:
«İlk olarak ben bunu kabul ediyorum!» Ebu Süf- yanın teklifi kabul etmesinden sonra, Abd-i Menaf oğulları da kabul ettiler. Mallarını sattılar, altına tahvil ettiler Bin deve elli bin Dinar tuttu. Kafile ehline sermayelerini verdiler. Kârı ortaya çıkardılar. Umumi yetle ticaretlerinde bir dinar bir dinar kazanırdı.
İbn-i Ishak diyor ki, bana anlattıklarına göre, şu âyet onların hakkında nazil olmuştur:
«Şüphesiz küfr edenler (Yok mu?) Mallarını Allah yolundan ayırmak için harcarlar.»
Sonra Kureyş  Hz. Peygamber (S.A.V.) ile harp yapmak için toplandı. Kinane kabilelerinden, Tulıâmc ehlinden de kandırabildiklerini kendilerine çektiler. Abbas, bu haberi derhal Allahın Resûlüne (S.A.V.) bir mektubla ulaştırdı. Resûlüllah Sallallahu Aleyhi Ves- sellem de bu mektubun mealini Er-Râbi oğlu Sa’da bildirdi.. Sonra Resûlüllah (S.A.V.) bin kadar Sahabe ile yola çıktı.
Medine ile Uhut arasında bir Sevtlik mesafeye gelince, Abdullah b. Ubey insanların üçde biri ile Re- sûlüllahın Saffmdan ayrıldı. Böylece Allahın Resûlü (S.A.V.) 700 kişi ile harbe katılmak zorunda kaldı. Oysa karşı taraf üç bin piyade, ikiyüz süvari ile hazırlanmıştı harbe. Müslümanlar arasında hiç bir süvari yoktu.
El-Vakidî’ye göre, Uhud günü Resûlüllah (S.A.V.) in atından ve bir de Ebi, Bürde’nin atından başka hiç bir at yoktu.
İbni Ishak anlatıyor: Allah’ın Resûlü (S.A.V.) buyurdular:
  • Bu kılıncın hakkını kim verecek? Bir çok adamlar ileri atıldılar, fakat Peygamber o kılmcı onlara vermedi. Sonra Ebû Decâne Şimak bin Harb ileri atılarak:
  • Nedir onun hakkı? Ya Resûlallah? diye sordu.
  • Kırılıncaya kadar onunla vurmak! diye mukabele etti, Allahın Resûlü (S.A.V.).
  • Onun hakkını vereceğim! dedi. Bunun üzerine kılmcı Ebû Decâne’ye teslim etti.
Ebu Decâne son derece cesur ve harb oyunlarını bilen bir zattı.
Hatta onun o halini görünce Allahın Resûlü Uhud günü hariç- – diğer günlerde, Bu Allahın gazabını mücib bir davranıştır, derlerdi.
İbni Hişam der ki: Zübeyr b. el-Avvâm dedi ki, o gün kılmcı almak istediğimde bana verilmedi, Ebu Decâne’ye verildi. İçimden bakalım Ebu Decâne ne yapacak dedim ve onu takip ettim. Baktım kırmızı başlığını çıkardı ve başına iyice sardı.
Hatta Ansar dediler ki, bakını Ebû Desâne ölüm saçan başlığım  çıkarmış başına sarıyor.
Başına onu sardığı zaman, rastladığı veya karşılaştığı düşmanı kolayca öldürebiliyordu. Herkesin ağzında ve kafasında yer eden kanaat bu idi.
Ibn-i İshak anlatıyor, yine: ^ Allah’ın Resûlünün yanında harb eden, Musab b. Ümeyr idi. Bir ara şehit düştü. Onu İbn-i Kum’e Elleysî  idi. Allah’ın Resûlü o olduğunu sanmıştı. Hemen Kureyşin yarıma koşup Mü- hammedl öldürdüm, diye bağırdı.
Öte yandan Mus’abın öldürüldüğünü gören Hz. Peygamber, sancağı Hz. Alî’ye (R.A.) teslim etti.
İbn-i Sa’d der ki: Mus’ab şehit düşünce, sancağı Mus’ab’m kılığına giren bir Melek kapıverdi.
Şüphesiz Melekler Hezimete şahid olmuşlardı. Mus’ab şehit olunca bir ses duyuldu: «Muhammed öldürülmüştür.»
İbn-i Şa’d anlatıyor: Sancak sahibleri öldürülünce, Müşrikler hezimete uğradılar. Hanımları feryad etmeğe başladı. Müslümanlar silâhlarını bırakarak onların ardından gittiler.
Okçuların başı Abdullah b. Cübeyr on kişiden az insanla yerinden ayrılmadı. Diğerleri askerin ardından gitmşilerdi. Bunu gören düşman tarafından Halid bin Velid (O zaman daha müslüman olmamıştı..) Hamle etti..
Ebı Cehil*in oğlu İkrime de onu takip etti. Geri kalan okçulara hücum ettiler ve öldürdüler. Okçu başı Abdullah b. Cübeyr’i de öldürdüler.» diye bağırıyordu.
Allahın Resûlü  yerinden hiç ayrılmamıştı, durmadan ok atıyorlardı. Hatta oku bitince, taş atmaya başladılar.. Yanında eshabından 14 kişi sabit kalmıştı.. Bunların yedisi mühacirindendi. —Ebû Bekir de vardı onların arasında.—
Yedisi de Ensardandı. Peygamberi koruyorlardı.
Bulıari’nin rivayetine göre, Hz. Peygamber (S.A.- V.) ile ancak on iki kişi kalmıştı.
Ebû Talha der ki: O gün belâ ve tamhis günü idi. Allah müslümanlardan kimilerine şehitlik ikram etmişti de düşmanlar Resûlüllah’a (S.A.V.) olanca güçleri ile saldırmışlardı.
İbn-i İshak Humeyd Et tankı ile Enes b. Mâlik’- den nakl ediyor:
«Uhud günü Hz. Peygamber (S.A.V.)’iri mübârek dişi şehit olmuştu. Yüzü yarılmış kanlar akıyordu. Kanları mübarek yüzünden silerken bir yandan da:
((Peygamberlerin yüzünü kana boyuya kavm nasıl iflâh olur? Halbuki O, onları  Rablerine davet ediyor.» buyuruyorlardı. Bunun üzerine Allah şu âyeti indirdi: «(Kullarımın) iş (in)den hiç  bir şey sana ait değildir. (Allah)ya onların tevbesini kabul eder, yahut onları, kendileri zalim oldukları için, azablaııdırır.»  (Ali İm- rân: 128)
İbn-i İshak diyor ki, Resûliillah (S.A.V.) bağıran sesi duyunca: «İşte bu İzb el-Akebe’nin ta kendisidir. (Yani Şeytandır.), buyurdu.
Es-Süheyli der ki, şeytanın bağırdığı yere (Cebel-i Ayneyn) denilmiştir. Bu sebebledir ki, Osman’a «Ay neyn günü kaçtın, değil mi?» diye hitab edilmiştir.
Cize yanındaki bir beldenin ismi (Ayneyn) olarak geçer. Şair Huleyd b. Ayneyn bu isimle maruftur.
İbn-i Hişam der ki: Resûlüllah (S.A.V.) yaralanınca, Ebû Âmir’in kazdığı çukura düştü; Ali b. Ebı Tâlib elinden tutup çıkardı; Talha da ona yardım etti. Ayağa dikilince, Ebû Saîd el-Hudri’nin babası Mâlik b. Sinan el-Hudri, mübarek yüzünden kanları —dinene kadar — sildi.
Ebû Bekr Es-Sıddîk’dan rivayet edilmiştir: Ebû Ubeyde b. el-Cerrah Resûlüllah’ın yüzüne isabet eden
iki halkadan birini çıkardığı zaman bir dişi düştü, diğerini de çekip çıkardığında bir dişi daha düşüverdi.
İbn-i İshak anlatıyor: Hz. Peygamber’in sağ olduğunu ilk fark eden Ka’b b. Mâlik olmuştur. O şöyle dedi: Miğferin aitından mübârek gözlerinin parladığını gördüm ve avazımın çıktığı kadar yüksek bir sesle : (Ey müslümânlar topluluğu! Müjde! işte Resûlül- lah (S.A.V.) buradadır!) diye bağırdım.
Allah’ın Resûlü  (S.A.V.) susmama işaret buyurdular. Müslümanlar bu haberi duyunca yanına üşüştüler. Allah’ın Resûlü onlarla birlikte yola doğru ilerledi. Beraberinde, Ebû Bekr, Ömer, Ali, Talha, Zübeyr ve el-Haris b. Es-Summa da vardı. (Allah cümlesinden razı olsun.)
Yolun ağzına gelince, Hz. Ali gidip matrasma su doldurup Resûlüllaha (S.A.V.) ‘içirmek için getirdi. Lâkin Allah’ın Resûlü suyun koktuğunu his edince, içmediler, sadece yüzündeki kam yıkadı ve başına döktü. Ve buyurdu:
«Alîah, Resûlünün yüzünü kanatanlara karşı son derece gazaba geldi.»
Gafere’nin mevlâsı Ömer der ki: Allah’ın Resûlü (S.A.V.) uhud günü, yaralı olduğu için oturarak namaz kıldı. Arkasındaki müslümanlar da oturdukları yerde namaz kıldılar.
Ebû Süfyan arkadaşları ile birlikte oradan ayrılırken şöyle seslendi:
«Gelecek yıl Bedirde buluşacağız!» Allah’ın Resûlü (S.A.V.) Ebû Süfyamn adamlarından birine:
«— Sizinle bizim arasındaki buluşma veri ORASIDIR!»
Uhud harbi, üçüncü  hicrî yılının Şevval ayında vuku’bulmuştur. Bedir Savaşlarının üçüncüsü olan
(Küçük Bedir Savaşı) Hicrî dördüncü yılında vukuu- bulmuştur. (Yâni Ebû Süfyan’m gelecek sene karşılaşacağız, dediği harp o tarihte vaki olmuştur.)
Bedirde üç harb olmuştur:
  1. - İkinci hicri yılının Rebiul-evvel ajanda (Gaz- zetu Talebi Kerez b. Cabir) adında bilinen harb.
  2. — İkinci Hicrî yılının Ramazan ayında vaki olan büyük harb.
  3. — Yukarıda nakl ettiğimiz küçük harb. Bunu. Hanefî mezhebine mensup şeyhimiz Kb’ul-Hasan el- Mavdini (Muhteserrussiret) inde nakl etmiştir.

    Şeytanın Fitnelerinden, Hilelelerinden Kaçınmak

    Eb’ul-Ferec İbn’il-Cevzi der ki: Adem oğlu yara- dıldığı zaman, kendisine yararlı olan şeyleri elde edebilmesi için, ona Şehvet —arzu— verilmiştir. Kendisine yapılan saldırıları da kolayca önleyebilmesi için ona gazab (Öfke) verilmiştir. Akıl da bir terbiyeci gibi kendisine ihsan edilmiştir ki, yararlı olanı alsın, zararlı olanı bıraksın diye. Şeytan da sırf onu sapıtmak, yoldan çıkarmak, lüzumsuz israflar yaptırmak amaciyle yaratılmıştır.
    Öyleyse akıllı olan kişi, ta Adem aleyhisselâmdan buyana insan oğlunun en büyük düşmanı olan, ogün bugün insanoğluna musallat olan bu büyük düşmandan kaçınmak gerekir. Nitekim Cenâb-ı Hak onu tabi olmamız, onun izinden gitmememizi emretmiştir: «Şeytan adımlarına uymayın. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır. O ancak size kötülüğü ve fuhşiyatı emreder.» Yine şöyle buyurmuştur: «Şeytan aranıza düşmanlık ve buğzu sokar.»
    «Şeytan sizin için bir düşmandır. Öyleyse onu düşman edinin.»
    İmâm Ahmed İyaz b. Hammar’dan rivâyet etmiştir: Resûlüllah (S.A.V.) bir gün hutbe okudu ve hutbesinde şöyle buyurdu:
    «Rabbim, size bilmediklerinizi öğretmemi emretti. Bugün bana öğrettiklerinden birisi de şudur: Kullarıma verdiğim bütün mallar helâldır. Ben kullarımı tertemiz yarattım.. Şeytanlar gelip onları dinlerinden sapıttı.
    Onlara helâl ettiğimi haram etti. Onlara ellerinde hiç bir mesbed olmadığı  halde bana ortak koşmalarını emretti Sonra Allah yeryüzüne nazar eyledi. Şeytanın saptırdığı bütün arab ve acemleri imha etti. Yalnız ki- tab ehlinden kalan kaldı.»
    Katadeden nakl etmişlerdir: İblisin «(Kabkab) adında bir Şeytanı vardır. Kırk yıl onu seferber eder.
    Çocuk hayat yoluna girince ona:
    • Hadi bakalım, seni bu gibiler için seferber ediyoruz, takıl arkasına ve onu doğru yoldan saptır! der.
    İmâm el-Hasan*dan rivâyet edilmiştir: «Allahı bırakıp bir ağaca tapıyorlardı. İnsanlardan akıllı biri, gelip o ağacı kesmek istedi ve «Mutlak Allah için bu ağacı keseceğim.» dedi.
    İnsan kılığında şeytan karsısına çıkıverdi ve: «Ne istiyorsun? dedi.
    • Allah’ı bırakarak ibadet ettikleri bu ağacı kesmek istiyorum.
    • Mâdem sen tapmıyorsun, tapanların sana ne zararı vardır?
    • Hayır mutlaka keseceğim.
    • Bu işten vaz geç; sana her gün iki dinar var, sabahleyin yastığının altında bulacaksın anlan.
    • Kim temin edecek bana bunu?
    • Ben. Bunun üzerine adam ağacı kesmekten vaz geçer, ertesi sabah bakar ki yastığının altında iki dinar duruyor.
    Öbür sabah ümitle yine yastığının altına baktığında birşey bulamaz.
    Bu sefer pürhiddet ağacı kesmeğe koşar. Yolda şeytana rastlar. Şeytan ona:
    • Nereye? öiyc sorar.
    Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleri o mahud ağacı kesmeğe.
    • Yalan söylüyorsun, sen onu kesemezsin. Deyince şeytan, adam hemen ağaca koşmaya başladı. Fakat yer onu çarptı, imiğine tuttu azkaldı öldürecekti. Şeytan sevinçle onunla şöyle alay etti:
    İlk geldiğin Allah içindi, onun için sana bir şey yapamadım. Ve seni iki dinar karşılığında kolayca avlama çarelerini aradım. Bu sefer gelişin iki dinarı kaybetmenin verdiği üzüntüden ötürü olduğu için sana kolayca musallat oldum.
    Sözü bu raddeye getirince, kendimizi, Hz. Peygamberin Haşan ile Hüseyn’i sığındırdığı (dua) ile sığındıralım.
    Sahiheyn’de varit olmuştur: İbn-i Abbas dedi ki; AUahin Resûlü (S.A.V.) Haşan ile Hüseyni sığındırır ve şöyle derlerdi: (Uiziiküma bi kelimatillahittâmme- ti an külli şeytanın ve Hâııımetin.. Ve min külli aynin lâmmetin.» İbrahim de oğullan İsmail ile İshaki böyle sığındırırdı, diyorlardı.»
    Ebû Bekr el-Enbarî der ki: — El-Hâmme — kelimesi, (EI-Hevam) kelimesinin müfredidir.. Her zararı dokunan şeye denir bu.
    • Ellâmme— de, Elmülimme — musibet mânasına gelir. (Hamme) lâfzına uysun ve lisana hafif gelsin diye bu şekilde kullanılmıştır.
    Şeytan vesveselerinden Allah’a sığınırız. Rabbim Sana, onların bana gelmelerinden sığınırım. Hamd âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.
    Allah, efendimiz Muhammed, al ve eshabma bol bol salat (rahmet) ve selâm eylesin. Bize Allah yeter; ne güzel vekildir O.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...