AYDIN DOĞAN’IN YAKMAK İSTEDİĞİ FOTOĞRAFLAR
80’li yıllarda çıkan ancak yayınına ara veren Erkekçe dergisinin yeniden yayınlanmaya başlayacağı haberlerini okuyunca, Medya Patronu Aydın Doğan’ın Milliyet gazetesini satın aldığında, Erkekçe dergisine verdiği ama tozlu arşivlerde gömülü kalan tarihi röportajını sizlerle paylaşmak istedik.
Şimdilerde "Gazete kendi ekonomik gücüne dayanan bir müessese olmalıdır. Ama asla üzerinde para kazanılan bir müessese değil" diyen Aydın Doğan 1981 yılında, satın aldığı gazeteyi buzdolabı fabrikasından farksız bir kâr müessesesi olarak görüyordu.
Birden bire Milliyet gazetesini satın alarak basın dünyasına adımını attığında, herkesin “Kim bu adam, Basına neden girdi” sorularından bunalan Aydın Doğan bir seks dergisine müthiş itiraflarda bulunmaya karar veriyor...
Nazan Şoray’ın seksi bir pozunun bulunduğu derginin kapağı:
"Büyük organ efsanesi"
"Dallas'ın Pamela'sı seks hayatını yazdı"
"Bülent Ersoy homoseksüel değil"
ve
"Milliyet Aydın Doğan'la nereye gidiyor ?"
Şimdilerin Mega Medya İmparatoru Aydın Doğan, o sıralarda Erkekçe dergisi tarafından okurlarına “Kabzımal”, “Kamyon Şoförü”, “Arsa Tüccarı”, “Koç’un Otomobil Bayii”, “Sana ve Vita Yağlarının Dağıtıcısı” olarak tanıtılıyor.
Aydın Doğan’ın “Pornografiden uzak erotizmin kaliteyle bir arada olduğu” Erkekçe dergisi için çektirdiği "muhteşem" fotoğraflar da cabası...
Erkekçeciler Aydın Doğan’ı dönemin seksi sanatçılarının poz verdiği stüdyoya götürüp, satın aldığı Milliyet gazetesini makasla kesip bir pencere açıyor ve oradan baktırıp fotoğraflıyorlar.
Ve patlayan flaşlar, Aydın Doğan’ın şimdi yakmak istediği bu pozları ölümsüzleştiriyor…
Noktasına virgülüne dokunmadan 32 kısım tekmili birden Aydın Doğan’ın seks dergisine itirafları ve muhteşem pozları…
Aydın Doğan'ın Müthiş İtirafları
"MİLLİYET'İ KELEPİR OLDUĞU İÇİN ALDIM..."
"MİLLİYET YERİNE BUZDOLABI FABRİKASI DA ALABİLİRDİM..."
"GAZETE PATRONLUĞU BUZDOLABI FABRİKASI PATRONLUĞUNA GÖRE DAHA YÜKSEK STATÜLÜ BİR İŞ..."
"- Ercüment Karacan Milliyet'i satıyormuş.."
Türk basının kalbi Bab-ı Ali'de bu sözler yıllardan beri duyuluyor ama doğrusu aranırsa aldırış eden pek çıkmıyordu. Çünkü Türkiye'nin beş büyük gazetesi için "Satılıyor" dedikodusunun çıkmadığı gün olmuyordu. Öyle ki bir defasında Cumhuriyetin sahibi Nadir Nadi "Kendimi bildim bileli, bu gazete hep satılır" demişti.
Ama bu kez işler biraz değişikti.. Daha doğrusu, genç, zeki, meraklı ve uyanık bir iş adamı, işlerin biraz değişik olduğunu fark etmişti. Ercüment Karacan kalp damarlarından bir ameliyat geçirmişti. Artık kendini ciddi işlere vermek istemiyordu. Oysa Abdi İpekçi gibi bir gün sağ kolu olan bir adamı kaybetmişti. Zaten Türkiye'den ayağını hemen hemen kesmişti, yılın büyük bir bölümünü yurt dışında geçiriyor, oralarda geçimini sağlayacak işletmeler kuruyordu.
Karacan'a yakın olanlar "Ercüment artık Türkiye'yi sevmiyor bu ülkede yaşamak istemiyor" diyorlardı. Küçük bir soruşturma ile bunları öğrenen genç adam kararını verdi: Karacan satıcıysa O da alıcı olacaktı. Araya ortak dostlarından birini, Almanya baskısını başlatan Vahdet Urul'u soktu. "Sor bakalım, Ercüment Bey'e niyeti ciddi mi" dedi... Gelen haber olumluydu. Ercüment Karacan Milliyet'i satmaya kesin karar vermişti.
Ardından olaylar hızla gelişti. Genç iş adamı Aydın Doğan, Vahdet Urul aracılığı ile Karacan ile tanıştı. Birlikte birkaç yemek yediler. Bu yemeklere daha sonra bir başka ortak dost, Koç Gurubunun en etkin adamlarından İnan Kıraç'da katıldı.
Görüşmelerde niyetler iyice ortaya çıktı. Karacan satmaya, Doğan almaya niyetliydi. Aydın Doğan'ın gazetecilik deneyimi hiç mi hiç yoktu. Bu yüzden Bab-ı Ali'ye balıklama dalma niyetinde değildi. Zor da olsa, adım adım girecekti. Aydın Doğan "Peyder pey alırım: Sonun da hepsine sahip olurum" diyordu. Karacan ise "Peyder veririm ama hepsini değil. Bu gazete bana baba yadigarıdır. Bir bölümünün ve üzerinde adımın kalmasını isterim" diye diretiyordu. Sonunda anlaştılar. Doğan, ilk planda gazetenin yüzde 25'ini alacaktı. Sonra istedikçe hissesini artıracak ve yüzde 75'e kadar çıkabilecekti.
Karacan-Doğan görüşmeleri Milliyet'in hisselerinin Doğan'a devredilmeye başlandığı resmen açıklanmadı ama hemen duyuldu. Dedikodularda birden Bab-ı Ali'yi sardı...
Milliyet'i meçhul bir iş adamı satın alıyordu:
Hayır, meçhul bir iş adamı değil, Vehbi Koç'un adamı alıyordu. Gazete artık Koç'un ve sermayenin sözcüsü olacaktı. Karacan gazetenin tümünü satmıştı. Hayır tümünü değil, bir bölümünü satmıştı... Dedikodular kısa zamanda Bab-ı Ali sınırlarını atı, yurdun dört bucağına ulaştı. Abdi İpekçinin ölümünden beri zaten herkes tarafından merakla gözlenen ve "Ne olacak" denen Milliyet, şimdi bir de patron değiştiriyordu. Asıl şimdi ne olacaktı?.. Bu sorunun yanıtını en çok merak edenler ise Milliyet'in yıllanmış elemanlarıydı. Bunların içinde gazeteye kuruluşu ile giren ve yükselişte başrolü oynayanlarda vardı: Bunlar yıllar yılı Ercüment Karacan ile kader birliği etmişler, ona inançlarından çok daha parlak teklifleri elleriyle kenara itip, Milliyet'e hizmete devam etmişlerdi. Bu emektarlar, şimdi Ercüment Karacan'ın gazeteyi büyük bir gizlilik içinde, kendilerine bile haber vermeden satmasını bir türlü hazmedememişlerdi. "Ercüment, Milliyet'i değil, bizi sattı" diyorlardı.. Hatta gazetenin en önde gelenlerinden biri bu cümleye aynen ve Aydın Doğan'ın önünde Karacan'a söylemekten çekinmemişti.
Aslında, okuyucu ve kamuoyunun asıl meşgul eden şey, Ercüment Karacan'ın kimi sattığı değil Milliyet'i kime sattığıydı.
6 Ekim 1980'de, dedikodular resmiyet kespetmiş Milliyet Abdi İpekçi'nin mektup yazdığı sütunda gazetenin el değiştirdiğini açıklamıştı. İpekçi'nin köşesinin yeni imzasız yazarı "Şimdiye kadar gazetenin sahibi olan ve 30 yıllık bir tecrübesi bulunan Ercüment Karacan, Milliyet'in bünyesine Yönetim Kurulu Başkanı olarak geçmektedir. Bir yıldan beri Milliyet gazetecilik anonim şirketinin büyük hissedarı olan başarılı iş adamı olan Aydın Doğan'da aynı künyede şirket adına gazetemizin sahibi olarak yer almaktadır" diyordu.
Kimdi bu Aydın Doğan peki?..
Yoksa bir ara TV reklamlarında çok sık adı görülen arsa satıcısı Aydın Doğan mıydı bu?..
Milliyet'i niye almıştı, nereye götürecekti?..
Türkiye'nin fikir hayatına olduğu kadar sosyal yaşamına da etkinliği bilinen, ülkenin en ağır gazetelerinden biri olarak dünya çapında tanınan bir gazetenin el değiştirmesi elbette ki, o gazeteyi okuyanın da, okumayanın da ilgisini çekecekti..
Kimdi bu Aydın Doğan?..
1936 yılında Gümüşhane'nin Kelkit ilçesinde, Doğan ailesinin bir oğlu dünyaya geldi. Doğanlar ilçenin önde gelen ailelerinden biriydiler. Deyim yerindeyse, Baba Doğan, Kelkit'in ağalarındandı. Doğanlar geleneksel olarak Halk Partiliydiler.
Baba Doğan'ın en büyük arzusu kendi yapamadığını oğluna yaptırmak, onu dünyanın en iyi mekteplerinde okutmaktı. Bu amaçla yaşı gelince yurtdışına bile göndermeyi planlamıştı.. Ama genç Aydın bu konuda babası ile pek aynı fikirde değildi. O, okumakla pek fazla zaman kaybetmek istemiyor, derhal hayata, ticarete atılmak istiyordu. 1958 yılında, 22 yaşındayken bir kamyon nakliyeciliği işine girdi ve bu ilk sermayesini çabucak batırdı. Ama ikinci işini iyi yürüttü. Otomobil alım satımı yapıyordu. Pek çok şirketin bayii olmuştu. Bunların arasında Koç da vardı. Yeni iş hızla gelişti. Genç Doğan'a bir yandan o para, bir yandan güçlü dostlar kazandırdı. Bunların arasında Koç'un en önemli adamlarından damadı İnan Kıraç'da vardı Doğan'ın Koç Grubu ile ilişkileri de büyük bir hızla gelişti. Magirus fabrikasını birlikte kurdular. Akü fabrikası yaptılar, dağıtım şirketi oluşturdular. Aydın Doğan bu arada kendi başına da işler yaptı. Sebze, meyve işine girdi. Taban lastiği fabrikası kurdu. Unilever'in, yani Sana ve Vita yağlarının dağıtıcısı oldu. Kazanıyor, kazandıklarını kar getiren yeni yatırımlara yöneltiyordu...
"- Milliyet'i niye mi aldım" dedi, Aydın Doğan, Milliyet'te eskiden Ercüment Karacan'a ait olan odadaki ofisinde... "Öyle kolay ki bunun açıklaması.. İki cümleyle biter... Ben bir iş adamıyım. Milliyet bana çok ucuza önerildi. Hani ticaret dilinde kelepir derler ya işte öyle... Ve bu çok ucuza önerilen şirket iyi parada kazanıyordu. Hangi iş adamı, iyi para kazanan bir şirketi, üstelik bir de ucuz bulursa almak istemez...?"
Aydın Doğan Bab-ı Ali'nin klasik patron tiplerine hiç benzemiyordu. Nasıl benzesin ki... Klasik patron değildi O... Gazeteyi babasından miras almamıştı. Oysa Bab-ı Ali'de özellikle büyük gazetelerin hemen hepsi babadan gelmişlerdi. Bu yüzden çocuklar daha çocukken, matbaaya girmiş, orada büyümüş, gazeteciliği, çağlarının kuralları ile öğrenerek büyüyüp işin başına geçmişlerdi. Aydın Doğan'ın ise bu konuda en küçük bir bilgisi, bırakın bilgiyi, en küçük ön fikri bile yoktu.. Ama insanlarla hemen dost olu veren yakınlık kuran, yeni tanıştığı kişilere bile, inanırsa hayatının sırlarını açmaktan çekinmeyen Milliyet'in yeni patronu için gazeteyi babadan devralmamak bir dezavantaj değil, tersine avantajdı...
"- İnsan bir işin içinde doğar ve büyürse o işin geçmişine ve geleneklerine çok bağlı kalır... Belki kendisi farkında olmaz bile olmaz ama dünyanın o konuda en tutucu insanı haline gelir... Bugün ülkenin düzenini değiştirmeyi amaçlayan en ilerici gazetemize bakın... Bir fıkranın yerini kolay kolay değiştiremezsiniz bu gazetede... Çünkü ilerici gazetenin ilerici başyazarı ve sahibi, gazetesinde ki yeni bir hurufata dahi tepki gösterecek kadar tutucudur. Belki çelişki ama gerçek bu... Bab-ı Ali'de yıllar yılı bir yenilenme olmadıysa bunun sebebi, 30 yıl önce öğrendiklerini bugün hala yürütenlerdir. Yanlış anlamayın. Asla kınamak için söylemiyorum: Okuyucuda yıllar bu gazeteye alışmış... O da tutucu olmuş. Belki değişikliğe o da tepki gösterecek. Bu yüzden, alan razı veren razı gidiyorlar birlikte... Ama ben öyle değilim... Benim gazetem öncelikle bir işyeri olacaktır. Milliyet' satın aldığım gibi bir buzdolabı fabrikası da satın alabilirdim.
"- Doğru: Niye buzdolabı fabrikası değil de Milliyet'i aldınız ?."
"- Milliyet'i niye aldığım o kadar çok söylendi öyle şeyler anlatıldı ki?.. Ben faşist mişim, gazeteyi faşist yapmak için almışım... Yok ben Koç'un adamıymışım, gazeteyi Koç adına iktidarla ve Sabancı ile savaş için almışım.. Yok yığınla kara param varmış, Bunları legalize etmek için almışım... Şuymuş, buymuş... Oysa daha öncede söyledim ya, Milliyet'i her şeyden önce bir kar müessesesi olduğu için aldım. Bakın rakamlar vereyim de, özellikle aldığım zaman ne kadar karlı bir iş olduğunu anlayın. Ben Milliyet'i aldığımda yıllık ücretlerin toplamı 120 milyon liradı. İki ay sonra toplu sözleşme yaptık. 350 milyon lira oldu. Ben aldığımda kağıt 9 liraydı. İki ay sonra 54 lira oldu. Daha geçen Ekim'de, kıdem tazminatından vergi alınacağı dedikoduları çıkınca bir çokları gazeteden bir an önce istifa edip, paralarını kurtarma yolunu seçtiler. Onlara bir kalem de 140 milyon ödedim. Yani evdeki hesabın çarşıya uymaması için ne lazımsa oldu. Ama Milliyet 1980 yılını gene de karla kapıyor. Demek ki iş iyi... Ha... Biraz da samimi olalım... Gazete patronluğu buzdolabı fabrikası patronluğuna göre çok daha yüksek statülü bir iş... Gazete patronu oldunuz mu bir başka bakıyorlar insana hele bu gazete bir de Milliyet olursa.."
Aydın Doğan, Milliyet'i aldıktan sonra, herkes gazeteyi ve orada olup bitenleri bir başka izler olmuştu... Öküz altında buzağı arayanlar çıkmıştı, bunlar çok abartmalı şeyler yazıyor söylüyorlardı ama gazetede bir şeyler oluyordu? Peki ama ne oluyordu?
Güngör Uras'ın Ticaret odalarından ayrılıp Milliyet'e gelmesi, Aydın Doğan'ın gazeteyi aldığı söylentileri ile başlayınca, damga vuruldu. Gazete sermayenin olacaktı.. Oysa Güngör Uras ile Aydın Doğan'ın ilgisi yoktu. Gazetenin devrinin söz konusu olduğu günlerde bir gün Ercüment Karacan'ın, bugün Aydın Doğan'ın oturduğu odasında ikisi, bir de Karacan'ın sekreteri Filiz, konuşuyorlardı... Abdi İpekçi'nin yerine gazeteye bir adam gerekiyordu. Adı Genel Yayın Müdürü olmayacaktı... İleride belki olabilirdi ama önce denenecekti... Bu adamın önce özellikleri belirlendi. Medeni prezentabl olmalıydı. Gazeteciliği iyi bilmeli, ekonomiden da iyi anlamalıydı...
Karacan'ın sekreteri, Atilla Karaosmanoğlu'nu önermişti. Karacan ise Güngör Uras demişti. Bilmediği işlerde fikir yürütmeyi hiç sevmeyen Aydın Doğan'a söz bile düşmemiş, Karacan, Güngör Uras'ı seçip getirmişti. Ama Uras başta Turhan Aytul olmak üzere, gazetede çalışanların tepkisi ile karşılanmış onlarla bir türlü geçim sağlayamamış Karacan Aytul tarafını tutunca da iki yıl içinde tasını tarağını toplayıp, soluğu Sabancı Holding'te almıştı..
Aydın Doğan ile birlikte, Milliyet'te ki en önemli değişiklik İsmail Cem'in TRT'de ki sağ kolu, Cumhuriyet'in eski dış politika yazarı Mehmet Barlas'ın İpekçi sütununda imzasız başyazılar yazmaya başlamasıydı. İpekçi'nin pazartesi konuşmalarını da sürdüren Barlas burada imza kullanırken, başyazılarını sessiz sedasız yazıyordu. Mehmet Barlas hem Bab-ı Ali'de hem de ülkede ilerici olarak ün yapmıştı. Doğrusu aranırsa, Milliyet'teki başyazıların ise aynı doğrultuda olduğu pek söylenemezdi. Bu durumda Milliyet'i ellerine alanlar, "Hah işte bak, Aydın Doğan geldi Barlas bile sağa kaydı, adamın niyeti gazeteyi iyice sağa kaydırmak" deyivermişlerdi.
"- Mehmet Barlas'ın eskiye göre sağa kaydığı bir gerçek. Ama bu olayı, benim gazetenin politikasını yönlendirmem olarak görmemek gerek. Bana kalırsa, Barlas kendi anlayışına göre Abdi İpekçi'nin çizgisini sürdürmeye çalışıyor.
Gazeteyi sağa kaydırma amacım olsa, başka şeylerde yapardım... Yazarların hiçbirisine, Mümtaz Hoca'ya, Çetin Altan'a bu konuda bir şey söylenmiş mi?.. Bir yazıları geri dönmüş mü?.. Döndü diyeni alnını karışlarım. Oysa benden önce tek tük de olsa, bazı yazıların çevrildiği olurmuş.. Benim gazetemin yazarları şimdi eskisinden de özgür yazıyorlar Milliyet'i olduğu yerden alıp, hiç bir yere götürmeğe niyetim yok.. Milliyet'in yayınları anayasası ile sınırlıdır. Milliyet'in tek ilkesi ise Atatürkçülüktür.. Ama sağcının ya da solcunun kendine göre yorumladığı Atatürkçülük değil, Atatürk'ün bizzat kesin çizgilerle çizdiği Atatürkçülüktür bu.. Bu yüzden bize sağdan da soldan da kızanlar olacaktır. Ama bu gazee Atatürk'ün yolunda kayacaktır. Ben gazeteyi şuraya, buraya kaydıracağım da, gazetenin okuyucusu bunun farkına varmayacak olur mu?.. Milliyet çizgisinde yürüyecektir.. Gelelim Koç hikayesine.. Vehbi Bey bir gazete almak istese alır, üstüne adını da yazar. Paravan gazete almak istese alır, paravan olarak adı kendisi ile kolayca birleştirilmeyecek Aydın Doğan'ı almayacak kadar kurttur... Bunu da böylece cevapladık mı?.. Bir de sermayenin gazetesi olacağımız hikayesi var. Gene rakamlara bakıyorum, tersine bir gelişme var. Ben gazeteyi almadan önce, Milliyet, Tercüman ve Günaydın'dan yüzde 30 daha fazla ilan alıyormuş. Ben geldikten sonra bu fark yüzde 5'e düştü. Bizim ilanlarımız artmadı ama onlara verilenler çoğaldı. Biz sermayenin gazetesi olsak, adamlar bizi besler başkasını mı?.."
Aydın Doğan, Milliyet ile birlikte Almanya Milliyet'i Tele Magazin'i ve Çocuk dergisini aldı. Milliyet Sanat'ın sadece adını aldı. kadrosunu bıraktı. Milliyet yayınlarını ve Milliyet Holding'de, adlarını değiştirmek Karacan Yayınları ve Karacan Holding yapma koşulu ile Ercüment Karacan'a bıraktı.
Satın aldıkları ile birlikte Aydın Doğan'a transfer olanlar önceleri sıkıntılı günler geçirdiler.. Ama ya Aydın Doğan... Kısa zamanda endişeler dağıldı... Aydın Doğan'ın kimseyi atmaya niyeti yoktu. Tersine kadroyu güçlendirmek, geliştirmek, yeni adamlar yetiştirmek istiyordu...
"- Bab-ı Ali'de kimse adam yetiştirmemiş.. Her gazete bir kişinin adı ile anılıyor. Nezih Demirkentsiz Hürriyet.. Turhan Aytulsuz Milliyet olmaz deniyor Olur mu?.. Bir müessese kaderini bir tek kişiye bağlar mı?.. Hastalık var, ölüm var, transfer var, emeklilik var... İnsanlar gider müesseseler kalır... Abdi İpekçi gibi bir dev öldü ama Milliyet yaşıyor... İpekçi yerine adam yetiştirmiş olsa, sarsıntı da geçirmezdi... Şimdi ben adam yetiştirme işine el atıyorum ilk. Gazetenin adını kullanmadan ilanlar verdik. Türkçeyi iyi yazan, bir yabancı dili çok iyi bilen, genç, gazeteciliğe meraklı gençler aradık... Bunlardan on tane seçeceğim... Rotasyonla gazetenin dizgisinden baskısına, fotoğrafından yazıişlerine her yerde çalıştırıp, bu işin tüm püf noktalarını öğrenmelerini sağlayacağım. Bu 10 kişiden gelecekte üç kişi elimde kalsa, yeter de artar bile... Bu arada Milliyet eski kadrosu ve gerekirse yeni takviyelerle (Almanya'ya giden Örsan'ın yerine Teoman Erel'i almamız gibi) sürüp gidecek. Ben kimseyi çıkarmadım, niyetim de yok. Ama kıdem tazminatı için gitmek isteyenler oldu, onlara da Dur demedim. Giden gider kalan kalır... Ben gazetenin yönetimi ile meşgulüm şimdi, içeriği ile değil. Çünkü ben yöneticiliği bilirim gazeteciliği değil. Bilmediğim işe de karışmam... Bazı öneriler getiriyorum... Arkadaşlar toplanıyoruz... 'Bu olmaz' diyorlar... Niye olmaz diyorum.. Ya 'Olmaz da ondan olmaz' diye gerekçesiz konuşuyorlar, ya gerekçeyi açıklıyorlar... Aklım yatarsa, onları dinliyorum... Ama olmaz Milliyet'e yakışmaz gibi soyut laflara gelince dayatıyorum. Okuyucuya da hizmet götüren, asla kuponculuk yapmayan Milpa'ya itiraz ettiler, kabul ettirdim... Pek dediğim gibi olmadı ama ikisi de oldu...Bu arada pek çok önerimi itirazlara aklım yattığı için geri aldım. Gazetenin yönetimi böyle devam edecek..."
"- Ya gazete dışında.."
"- Milliyet yayınlarını sembolik olarak sürdüreceğiz. Gazeteye çağdaş teknik getireceğiz. Faks alacağız, kompüterli dizgi, sayfa hazırlanması ve baskı tekniklerini getireceğiz. Bir haftalık siyasi dergi çıkarmayı düşündük Akis'i planladık. Ama bu dergi konusunda aceleci değiliz. Daha başka planlanan dergilerde var. Ama ön planda ajans kurmayı düşünüyoruz. Milliyet'in değil, tüm basının hizmetinde bir ajans... Türk Haberler Ajansını mı satın alırız, yenisini mi kurarız bilmem ama, bir ajans, hem de çok iyi bir ajans kuracağız... Zeki Sözer'i Almanya'ya gönderdik. Orada yepyeni bir Almanya Milliyet, Almanya'da çıkacak. Orada büyük bir potansiyel var. Tesis kuracağız. Sonra Almanya'da ki gençlik için dergiler çıkaracağız. Orada doğup büyümüş bir gençlik var, bunlara hizmet götürmek gerek. Spor, müzik, gençlik dergileri düşünüyoruz."
İşte size Milliyet'in arkasında ki yeni adamın öyküsü ve söyledikleri...
"- Milliyet'i satın alan adam kim?" sorusuna biz yanıt getirdik böylece.
"Milliyet nereye gidiyor" sorusuna yanıtı da , bunları okuduktan ve 30 yıllık Milliyet'inize baktıktan sonra siz rahatça verebilirsiniz herhalde..."