Israil'in Kirli Tarihi
Bazi devletlerin kirli çamasirlari vardir. Ortaya
çikmasini istemedikleri, bilinmesinden rahatsizlik duyduklari ve bu nedenle
resmi tarihlerinden çikardiklari tarihsel gerçeklerdir bunlar. Örnegin Vietnam
Savasi sirasinda ABD birliklerinin o ülkedeki sivil halka karsi uyguladiklari
iskence ve katliamlar—ki bunlarin sonucunda 1.5 milyon Vietnamli yasamini
yitirmistir—Amerikalilar tarafindan mümkün oldugunca unutturulmak istenir. Bu
gerçek savas sirasinda ört-bas edilmeye çalisilmistir, savas sonrasinda ise
Vietnamla ilgili olarak çevrilen Hollywood filmleri ile ayni yol denenmistir. Bu
"Rambo" filmlerinde hep Amerikan askerlerinin Vietnam'da yasadiklari zorluklar
anlatilir, Amerikali birliklerinin diri diri yaktiklari köylüler degil.
Yine de Vietnam savasinin içyüzü pek çok insan
tarafindan bilinmektedir. Çünkü savas dünyanin gözleri önünde yasanmis bir
olaydir ve bu nedenle tam anlamiyla ört-bas edilmesi mümkün olmamistir.
Ancak baska bazi devletler, kirli çamasirlarini
çok daha basarili bir biçimde gizleyebilmislerdir. Bu devletlerin belki de en
basarilisi ise, Israil'dir. Siyonizm'in 1930'lu ve 40'li yillardaki tarihi
sözkonusu kirli çamasirlarla dolu iken, Yahudi Devleti bu gerçekleri yalnizca
gizlemekle kalmamis, dahasi kendi lehinde bir propaganda aracina dönüstürmüstür.
Öncelikle Israil'in nasil bir imaja sahip olduguna bakalim.
Israil'in Iki
Yüzü
Israil, onyillardir tüm bir ulusu isgal altinda
yasamaya zorlayan dünyadaki yegane devlettir. 1948'de Filistin topraklarinin
önemli bir bölümünü isgal etmis ve Filistinlilerin bir kismini kendi yönetimi
altinda yasamaya zorlamis, bir kismini sürmüs, hatta bir kismini da "imha"
etmistir. 1967'de tüm Filistin topraklari Israil isgali altina girmistir. Ayrica
Israil; Misir, Suriye, Lübnan ve Ürdün topraklarini isgal etmis, yillarca bu
topraklardan çekilmemistir. Israil'in isgal ettigi bölgelerdeki halka karsi
uyguladigi devlet terörü ise oldukça ünlüdür. Israil ayrica dünyanin baska
bölgelerindeki acilarda da pay sahibidir: Dünyanin dördüncü büyük askeri gücüne
sahip olan Yahudi Devleti, Üçüncü Dünya'daki baskici diktatörlere, fasist
rejimlere destek olmus, onlara silah satmis, onlarin ordu ve gizli polislerini
egitmistir. Pinochet, Idi Amin, Bokassa, Mobutu, Marcos, Noriega gibi eli kanli
diktatörlerin tümü, Israil'in yakin birer müttefiki olmuslardir.
Kisacasi, Israil, oldukça "kirli" bir devlettir.
Birlesmis Milletler'de aleyhine en çok karar çikartilan, ama bu kararlarin hemen
hiç birini tanimayan Yahudi Devleti, dünyanin dört bir yanindaki pek çok insanin
gözünde saldirgan, zorba ve küstah bir çete devletidir.
Ancak Israil'in bir baska yüzü daha vardir. Daha
dogrusu Israil çogu zaman bir baska yüzle insanlarin karsisina çikar. Bu yüz,
Israil'in bir "çete devleti" degil, aksine bir "mazlumlar ve magdurlar yuvasi"
oldugu imajini verir. Bati'daki pek çok insan da Israil'i bu yüzüyle tanir. Bu
görüse göre, Israil, dünyanin dört bir yaninda irkçilarin hedefi olan
yahudilerin yegane siginagidir. Bu düsünce, temelde "yahudi soykirimi"na
dayanir: Buna göre Israil, Naziler'in Yahudi irkina yönelik korkunç iskence ve
katliamindan kurtulan yahudiler tarafindan kurulmus bir siginaktir. Naziler 6
milyon yahudiyi acimasizca öldürmüslerdir. Bu bir daha asla yasanmamalidir. "Bir
daha asla" seklinde sloganlasan bu mantik, Israilliler tarafindan son derece
ustalikla kullanilmakta ve üstte sözünü ettigimiz tüm "kirli" isler, bu yolla
hasir alti edilmektedir.
Bu yolla Israil'in isgalleri ve devlet terörü
mesrulastirilir: "Israil, güvenligini saglamak zorunda, yeni bir soykirim mi
yasansin?" mantigi kullanilir. Israil Devleti sürekli olarak soykirim konusunu
gündemde tutmakta ve bunu varliginin bir numarali mesruiyet kaynagi olarak
göstermektedir. Israil'i ziyaret eden her yabanci devlet adami, ilk olarak
mutlaka Yad Vashem adli "Soykirim Müzesi"ne götürülür.
Tarihin Perde
Arkasi
Israil'in sözünü ettigimiz iki farkli imaji,
takdir edilir ki, birbiriyle uyusmasi oldukça zor olan imajlardir. Bir yanda
açikça saldirgan, irkçi, isgalci ve baskici bir devlet, öteki yanda "mazlumlarin
siginagi" seklinde bir görüntü vardir.
Iste "Soykirim Yalani" adli kitabi
ortaya çikaran arastirmayi yapmamiza neden olan sey de, bu iki zit görüntüdür.
Bu iki zit görüntünün ardinda farkli bir gerçek olabilecegini düsündügümüz için
bu kitaba konu olan tarihsel bilgileri arastirdik. Ve sonuçta ortaya pek az
kimsenin farkinda oldugu bir gerçek çikti.
Bu gerçek, özetle sudur: Israil
devleti, ikili bir karaktere sahip degildir. Yani bir yandan baskici ve
saldirgan, bir yandan da "mazlumlarin siginagi" degildir. Aksine, baskici ve
saldirgan karakter, Israil devletinin, bu devleti kuran ve yasatan siyasi
kültürün yegane özelligidir. Israil'in "mazlumlarin siginagi" olarak bilinmesine
neden olan sey de, aslinda bu siyasi kültürün kendi halkina reva gördügü bir
takim zulümlerden ibarettir.
Bu genel yorumu yapmamiza neden olan
somut gerçek ise, öncelikle Nazizim ve Siyonizm arasindaki bilinmeyen tarihsel
iliskidir. Soykirim Yalani adli kitabimizda bu konuyu ayrintilariyla gözler
önüne serdik. Filistin'de bir Yahudi Devleti kurmak için yeterli sayida Yahudiyi
Avrupa'dan göç etmeye bir türlü ikna edemeyen Siyonistlerin, II. Dünya Savasi
öncesi dönemde Naziler'i—ve diger pek çok fasist hareketi—destekleyerek zoraki
bir göç sagladiklarini ortaya koyduk. Almanya'yi Yahudiler'den arindirarak etnik
yönden "saf" hale getirmek isteyen Nazilerle, bu ülkedeki sözkonusu Yahudiler'i
Filistin'e götürmek isteyen Siyonistlerin nasil dogal müttefik olduklarini
inceledik. Naziler'in Alman Yahudilerine yaptiklari baski ve zulümlerin,
Siyonist liderler tarafindan neden sevinçle karsilandigini ve iki tarafin ne
gibi isbirlikleri gelistirdiklerini ortaya çikardik.
Bu tablo açikça göstermektedir ki,
Israil, antisemitizm (Yahudi düsmanligi) tehlikesinden kaçan Yahudiler için bir
siginak degildir, aksine bu Yahudileri tehdit eden antisemitik hareketler,
Siyonizm tarafindan en basindan beri desteklenmistir.
Bu gerçegin bilinmesinde ise büyük
yarar vardir, çünkü bu gerçek, Israil devletinin kendi mesruiyetinin dayanagi
olarak gösterdigi en büyük gerekçeyi çürütmektedir. Nitekim bugün Israil'in
politikalarina, hatta varligina karsi çikan "anti-Siyonist" Yahudiler de bu
tarihsel gerçege isaret etmekte ve Siyonizm'in Yahudiler için bir kurtulus
degil, aksine en büyük tehlike oldugunu savunmaktadirlar.
"Soykirim Yalani" kitabinin verdigi
en önemli mesaj, bizce budur. Israil, hem isgal ettigi Arap topraklarinin gerçek
sahiplerine, hem de bu topraklara zor yoluyla getirdigi Yahudiler'e baski ve
zulüm uygulamis bir devlettir. Israil'in resmi ideolojisi olan Siyonizm, bu
nedenle asla ve asla gerçek anlamda baris yanlisi olamaz. Baris ve huzura dayali
bir siyasi kültür, her irkçi ve fasist hareket gibi Siyonizm'in de yok olmasina
neden olacaktir çünkü.
Israil'in bir "baris ve demokrasi"
ülkesi olarak tanitildigi Türkiye'de, bu gerçeklerin bilinmesi gerekmektedir.
"Soykirim Yalani", iste bu yönde atilmis önemli bir adimdir.
Soykirim Efsanesi Nasil Dogdu?
Nazi Almanyasi'ndaki Yahudilerin baski ve iskence
politikasina maruz kaldiklari konusu, Nazilerin iktidara geldikleri 1933
yilindan itibaren Bati'daki yayin organlarinda islenmeye baslamisti. Medyayi bu
konuda besleyen en önemli kaynak ise birer sivil toplum örgütü niteligindeki
Yahudi kuruluslariydi. Nazilerin Yahudilere karsi toplama kamplarinda sistemli
bir "soykirim" yürüttügü yönündeki iddialar ise, 1942 yilinda yogunluk kazandi.
Bu iddialari dile getirenler Dünya Siyonist Örgütü ve onun Batili ülkelerin
hemen hepsinde kurulmus olan kollariydi. Örnegin Yahudilerin Nazi toplama
kamplarinda "sabun" haline getirildiklerine dair saiyalar, ilk kez Amerika'daki
Siyonist hareketin lideri ve Amerikan Yahudi Kongresi'nin (AJC) baskani olan
Stephen Wise tarafindan duyuruldu. Wise, 1942 yilinda resmi bir açiklama
yaparak, "yahudi cesetlerinin Almanlar tarafindan sabun, yag ve gübreye
dönüstürüldügünü" iddia etti. Gaz odalari iddialari da yine ayni dönemde resmi
siyonist kuruluslarin temsilcileri tarafindan duyuruldu.
Bu iddialarin genel medya tarafindan
desteklenmesinin ise iki nedeni vardi: Birinci neden, Yahudi sermayeli yayin
organlarinin bu konuya gösterdikleri özel ilgiydi. Ikinci ve daha önemli olan
neden ise, bu haberlerin Batili ülkelerin savas halinde olduklari Nazi
Almanyasi'na karsi kullanabilecek iyi bir karsi-propaganda malzemesi olusuydu.
ABD yönetimi bu propagandayi çok gerekli buluyordu; çünkü "kendi çocuklarimizi
neden Avrupa'da savasmaya gönderdik" diye düsünen genis halk kitlelerini savasin
gerekliligine ikna etmek için, "gaz odalarinda öldürülüp sabun yapilan" masum
insanlari kurtarmak kadar iyi bir gerekçe bulunamazdi. Nitekim Almanlar hakkinda
buna benzer gerçek disi bazi vahset hikayeleri, I. Dünya Savasi sirasinda da
Amerikan kamuoyunu ülkelerinin savasa girmesine ikna etmek için üretilmisti.
Savas yillarinda bu sekilde üretilen Soykirim
söylentileri, Nazi toplama kamplarinin Amerikan, Ingiliz ya da Sovyet birlikleri
tarafindan 1945 yili içinde ele geçirilmesiyle birlikte iyice güçlendi. Çünkü
müttefik ordulari bazi kamplarda, özellikle Dogu Polonya'daki Belsen'de binlerce
yahudi tutuklunun korkunç durumdaki cesetleriyle karsilasmislardi. Bunlarin
fotograf ve filmleri dünya medyasinda yayinlandi. Bu cesetler soykirimin açik
birer delili sayildilar. Oysa sözkonusu cesetlerin ölüm nedeni Nazilerin her
türlü önleme ragmen bir türlü basa çikamadiklari tifüs salgini ve savasin son
aylarinda Alman tasima sisteminin çökmesi nedeniyle bazi kamplarda, özellikle
Dogu Polonya'daki büyük kamplarda basgösteren açlikti. Buna karsilik, daha
Bati'da yer alan kamplardaki Yahudi tutuklularin gayet sihhatli ve psikolojik
yönden de rahat bir durumda oldugu gözlenebiliyordu.
Nürnberg
Mahkemesi
Soykirim efsanesini "adli" bir anlamda tarihsel
literatüre geçiren en önemli gelisme ise, 1946 yilinda Nazi savas suçlularini
yargilamak için düzenlenen Nuremberg Mahkemesi oldu. Bu mahkemede bazi
"tanik"lar kürsüye çikarildilar ve toplama kamplarindaki yahudi tutuklularin gaz
odalarinda sistemli bir biçimde ihma edildigini anlattilar. Bu verileri
degerlendiren mahkeme, "6 milyon Yahudinin Nazi toplama kamplarinda imha
edildigini, bunlarin dört milyonunun özel üretilmis imha araçlariyla
katledildigini" kabul etti. Bu mahkemede delil olarak sunulan malzeme ve
ifadeler, Soykirim literatürünün hala en büyük dayanagidir.
Ancak mahkeme gerçekte pek dürüst ve tarafsiz bir
ortamda yapilmamisti. Nazi Almanyasi'ni yenilgiye ugratmis olan müttefikler-ABD,
SSCB, Ingiltere ve Fransa-Nazi rejimini ne kadar korkunç ve acimasiz
gösterebilirlerse, kendi argümanlarini o kadar iyi savunacaklarini
düsünüyorlardi. Bu nedenle Siyonistlerin savas sirasinda ürettikleri tüm
Soykirim hikayeleri mahkeme tarafindan ciddiye alindi ve hepsi kabul edildi.
Yahudi kuruluslari tarafindan mahkemeye getirilen
"görgü taniklari", toplama kamplarinda sahit olduklari gaz odasi manzaralarini
anlattilar. Bu sahitlerin verdikleri ifadelerin çok büyük bölümünün gerçeklerle
uyusmadigi bugün biliniyor. Örnegin mahkemeye çikarilan ve Dachau toplama
kampindan kurtulduklari söylenen pek çok tutuklu bu kamptaki gaz odalari
hakkinda detayli ifadeler vermislerdi. Oysa Dachau'da "gaz odasi" olarak
gösterilebilecek tek bir bina dahi olmadigi için, Soykirim literatürünün
savunuculari ilerleyen yillarda bu iddiayi geri almak zorunda kaldilar. Bugün
Dachau'da gaz odasi oldugunu savunan hiç kimse yoktur.
Diger toplama kamplarindaki sözde gaz odalari ile
ilgili ifadelerin çogu da çeliskiliydi. Bazilari gerçeklesmeleri bilimsel yönden
imkansiz hikayelerdi.
Nuremberg Mahkemesi'ne sahit olarak çikarilan en
önemli kisi ise Auschwitz toplama kampinin kumandani Rudolf Höss"tü. Höss, çok
önemliydi, çünkü mahkemeye çikarilan sahitlerin ezici çogunlugunun aksine bir
Yahudi degil, bir Nazi subayiydi. Hem de Auschwitz'de iki yildan uzun bir süre
en üst düzey yetkili olmustu. Höss "itiraflarinda", Auschwitz'in içinde "Wolzek"
adi verilen özel bir imha kampi oldugunu, kendi komutasi altinda burada 2.5
milyon yahudinin öldürüldügünü söyledi. Ama "Wolzek" diye bir yer hiç bir zaman
bulunamadi, dahasi Auschwitz'de 2.5 milyon Yahudinin öldügü iddiasi da bir süre
sonra Yahudi tarihçileri tarafindan geri alindi. Rakam önce 1.25 milyona, en son
olarak da Yahudi tarihçi Jean Claude Pressac tarafindan 775 bine düsürüldü.
Peki Höss neden yalan ifade vermisti? Basit;
Höss'ü sorgulayan Ingiliz gizli servisi, ona agir bir iskence yapmis, dahasi
ailesini ve çocuklarini öldürmekle tehdit etmislerdi!... Bu, bugün ispatlanmis
tarihsel bir gerçektir. Höss bu durumda kendisini ve ailesini kurtarmak için her
seyi imzalayabilirdi, nitekim öyle yapti.
Soykirim hikayesi Nuremberg mahkemesine dayanarak
hizla büyüdü. Yahudi tarihçiler mahkeme tutanaklarindan alintilar yaparak
kitaplar yazdilar. Baska tarihçiler bu kitaplardan alintilar yaparak yeni
kitaplar yazdilar. Ilerleyen yillarda yeni bazi "soykirim sahitleri" çikti ve
bunlar yazdiklari kitaplarla Nuremberg'teki verilmis olan ancak sonradan
"siritan" bazi ifadelerin yerlerine yenilerini koymaya çalistilar. Israil'de
özel bir Soykirim Arastirmalari Merkezi kuruldu. Dünya kamuoyunun soykirimi
kesin bir tarihsel gerçek sanmasinin en önemli nedeni ise, Hollywood'un Yahudi
sermayeli film sirketleri ve Yahudi yönetmenleri tarafindan çevrilen 100'e yakin
Soykrim filmi oldu.
Soykirimin sorgulanmasi ise 60'li yillarda
basladi. ABD'deki Northwestern University'den Dr. Arthur Butz, Fransa'daki Lyon
Üniversitesi'nden Robert Faurisson ve pek çok "best-seller" kitabin yazari
Ingiliz tarihçi David Irving sözkonusu revizyonist akima öncülük ettiler.
Revizyonist akimin bugün en önemli entellektüel merkezi, California'daki
Institute for Historical Review adli kurumdur.
Israil'in Terör Gelenegi
Bir süredir "baris" rüzgarlarinin estigi Ortadogu,
son bir hafta içinde Israil'in Lübnan'da gerçeklestirdigi bombalamalarla yeniden
isindi. Bu durum, bazilari için sasirticiydi. Bir "baris ve demokrasi sembolü"
olarak gördükleri Israil'in, içi küçük çocuklarla dolu bir ambulansi nasil olup
da havaya uçurdugunu, ya da sivil yerlesim bölgelerini nasil olup da fütursuzca
bombaladigini anlamakta güçlük çektiler.
Oysa, Bati medyasinin propaganda ilüzyonundan
kurtularak ve Israil'in gerçek kimligini göz önünde bulundurarak vaziyete
bakildiginda, Israil'in sözkonusu "gazap üzümleri" operasyonunun hiç bir
sasirtici yönü olmadigini görebiliriz. Çünkü Israil, bir terör devletidir;
terör, Yahudi Devleti için olagan bir dis politika aracidir.
Israil'in geçmisine bir göz attigimizda ise, bu
tanimi kesinlestiren yüzlerce örnek bulmak mümkündür.
Terörizmden
Basbakanliga
Israil'in kuruldugu yillar, ayni zamanda
Ortadogu'nun da terörle tanistigi yillar olmustu. Yüzyilin basindan beri
sistemli bir "devlet kurma" programi izleyen Siyonist hareket, 1940'li yillarda
Filistin'de olusturdugu terör örgütleri ile bölgeyi kan gölüne çevirdi.
Sag kanat Siyonistler, Filistin'deki Araplara ve
ilerleyen yillarda da Ingilizlere karsi savasacak olan Irgun Zvei Leumi (Ulusal
Askeri Örgüt) ya da kisaca Irgun adli silahli yeralti örgütünü kurdular. Irgun
ve 1940 yilinda ondan ayrilan Avraham Stern'in kurdugu LEHI (Lomamei Herut
Yisrael-Israil'in Özgürlügü Savasçilari), Araplar'a ve Ingilizlere karsi kanli
terör eylemleri gerçeklestirdiler (LEHI, kurucusunun adindan dolayi Stern Çetesi
olarak da anilir). Irgun ve Lehi'nin iki aktif teröristi, yillar sonra tüm
dünyanin taniyacagi isimler haline geleceklerdi: Menahem Begin ve Yitzhak
Samir! Ikisi de, sirasiyla, Basbakan oldular.
Bu sag kanat teröristler ile sol kanat Siyonistler
arasinda da gizli bir ittifak vardi. 16 Eylül 1948 günü Stern örgütünün
teröristleri, Birlesmis Milletler'in Filistin arabulucusu olan ve Siyonistlerin
isgal politikalarini elestirmesiyle taninan Kont Folke Bernadotte'u Kudüs'te
öldürdüler. Yeni kurulmus olan Israil Devleti'nin Basbakani Ben Gurion, Stern
militanlarinca gerçeklestirilen suikasti lanetledi ve Bernadotte'un BM
karargahindaki cenazesine de katilarak taziyelerini sundu. Suikastin sorumlusu
olan Stern üyeleri ise kayiplara karistilar. Ancak bir süre sonra bu militanlar
ortaya çiktilar, hem de çok ilginç bir biçimde... Bernadotte'u vuran Joshua
Cohen adli tetikçi, Basbakan Ben Gurion'un özel korumasi oluverdi birden bire.!
Suikast emrini verenlerden Yitzhak Samir ise Mossad'in Avrupa masasi sefligine
getirildi.(1) Ben Gurion'un basbakanliginin sürdügü bu dönemde, Samir'in de
katkisiyla, çok sayida "Israil düsmani" Mossad ajanlarinca Avrupa'da öldürüldü.
Kisacasi Israil'in liderleri aktif birer teröristtiler, ya da terörizmi el
altindan destekliyorlardi.
Terör, Israil'in kurulmasiyla bitmedi, azalmadi
da. Aksine, daha da çok kan dökmeye basladi.
Israil Tarzi
Terör
... 80-100 kadar erkek, kadin ve çocuk öldürülmüstü. Çocuklari kafalarina sopalarla vurarak öldürdüler. Her evden en az bir kisinin canina kiyildi. Köylerde erkek ve kadinlar yiyecek ve su verilmeksizin evlere kapatildilar. Sonra da sabotajcilar gelip evleri havaya uçurdu. Bir kumandan, bir ere emir vererek, havaya uçurmak istedigi bir evin içine 2 kadin kapatmasini söyledi. Bu arada bir asker, öldürmeden önce bir Arap kadinin irzina geçtigini anlatti. Yeni dogmus bir çocugu olan Arap kadinina birkaç gün süreyle etraf temizlettirildikten sonra kadin ve çocuk öldürüldü. 'Harika bir adam' diye nitelenen iyi yetistirilmis, iyi bir egitim görmüs kumandanlar, asagilik katiller haline gelmisti. Hem de gelisen korkunç olaylarin içinde ister istemez bu duruma düsmüs degillerdi. Aksine soykirimi ve yoketme metodlarini bilinçlice kullaniyorlardi. Onlara göre dünyada ne kadar az Arap kalirsa, o kadar iyiydi...
... 80-100 kadar erkek, kadin ve çocuk öldürülmüstü. Çocuklari kafalarina sopalarla vurarak öldürdüler. Her evden en az bir kisinin canina kiyildi. Köylerde erkek ve kadinlar yiyecek ve su verilmeksizin evlere kapatildilar. Sonra da sabotajcilar gelip evleri havaya uçurdu. Bir kumandan, bir ere emir vererek, havaya uçurmak istedigi bir evin içine 2 kadin kapatmasini söyledi. Bu arada bir asker, öldürmeden önce bir Arap kadinin irzina geçtigini anlatti. Yeni dogmus bir çocugu olan Arap kadinina birkaç gün süreyle etraf temizlettirildikten sonra kadin ve çocuk öldürüldü. 'Harika bir adam' diye nitelenen iyi yetistirilmis, iyi bir egitim görmüs kumandanlar, asagilik katiller haline gelmisti. Hem de gelisen korkunç olaylarin içinde ister istemez bu duruma düsmüs degillerdi. Aksine soykirimi ve yoketme metodlarini bilinçlice kullaniyorlardi. Onlara göre dünyada ne kadar az Arap kalirsa, o kadar iyiydi...
Üstteki satirlar, Israil'in Davar gazetesinin 9
Haziran 1979 tarihli sayisinda yayinlandi. Yazilanlar, 1948'de Dueima adli
Filistin köyünün ele geçirilmesi sirasinda yapilanlara taniklik eden Israilli
bir askerin katliam hatiralariydi.
Önemli olan bu satirlarda anlatilanlarin, istisnai
bir terör eylemini degil, Israil'in kutsal terörünün siradan bir örnegini tarif
etmesidir. Bir diger "siradan örnek", Israillilerin devlet kurduklari yilda,
1948'de Deir Yassin köyündeki Arap halka giristikleri katliamdir. Menahem
Begin'in yönettigi Irgun ve Stern teröristleri, Kudüs yakinlarindaki Deir Yassin
köyüne düzenledikleri baskin sirasinda, hamile kadinlarin ve çocuklarin da dahil
oldugu 280 kadar Arap köylüsünü önce sokaklarda dolastirdiktan sonra kursuna
dizmislerdir. Ancak bir de önemli "detaylar" vardir: Öldürülen genç kizlarin
çogunun irzina geçilmis, erkeklerin cinsel organlari koparilmistir. Siyonistler
bazi kurbanlari öldürmek için biçak kullanmislardir. Raporlarda "ortadan ikiye
biçilen" küçük bir kiz çocugundan da söz edilmektedir.(2)
Bu sekilde alti ay içinde Arap köylerine
düzenlenen sayisiz baskinlarla 400 bine yakin Arap, yurdunu terketmek zorunda
kaldi. Deir Yassin Katliami bu baskinlarin sadece birisiydi. Israilliler'in
yillar içinde terör yoluyla bosalttiklari köy sayisi, Israil'in az sayidaki
"muhalif" seslerinden biri olan Israel Shahak'in tespit ettigi rakama göre,
385'tir. Bu köylerde yasayanlarin içinde korku yöntemiyle kaçirilanlarin
yaninda, Deir Yassin'le ayni kadere ugrayanlar da vardir.
Israil'in terörü, ilerleyen yillarda da kan
dökmeye devam etmistir. Kibya ya da Sabra Satilla katliamlari, yine buzdaginin
görünen kisimlaridir. Israilliler çogu kez bu açik eylemleri bile üstlenmemeye
çalismislardir. Örnegin Israil'in 1982 yazindaki Lübnan'i isgali sirasinda Sabra
ve Satilla mülteci kamplarinda öldürülen 1.500'ün üstündeki Filistinli'ler
hakkinda Begin "yahudi olmayanlar, yahudi olmayanlari öldürdü, bize ne!"
demisti. Oysa kisa süre sonra katliami gerçeklestiren Falanjistlerin Israil
subaylarinin komutasinda oldugu ve Israil ordusunca silahlandirildiklari ortaya
çikti.
Israil Tarzi
Iskence
Israil'in kutsal terörünün önemli bir parçasini
ise iskence olusturmaktadir. 1967'den bu yana iki milyondan fazla Filistinli'yi
isgal altinda yasamaya zorlayan Yahudi Devleti, bu Filistinlilerin muhalefetini
kirmak ve onlari göçe ikna etmek için sistemli bir iskence politikasi
uygulamistir.
Yahudi Devleti'nin korkunç iskence yöntemleri, ilk
kez Londra'da yayimlanan Sunday Times'in 1977 yilinda yayinladigi uzun bir
arastirmada ortaya çikti. Belgelenen vakalar, 1967'den itibaren on yillik Israil
isgali sirasinda iskence gören kirkdört Filistinlinin durumlarini ortaya
koyuyordu.
Buna göre, Israil'in; Nablus, Ramalla, Hebron ve
Gazze'deki hapishanelerinde, Kudüs'teki Rus sitesi ya da Moskoviya olarak
bilinen sorgu ve gözalti merkezinde ve Yona, Ramle, Sarafand, Nafha gibi özel
askeri hapishanelerde inanilmaz iskenceler uygulaniyordu. Sistemli dayak
disinda, Israillilerin kullandigi iskence türleri arasinda; cinsel organlara
elektrik verme, tutukluyu çirilçiplak buzlu suya sokma, gözleri baglanmis olan
tutuklunun üzerine özel egitilmis köpekleri saldirtma, vücudun degisik
yerlerinde sigara söndürme, arkadan tecavüz, tirnaklarin ve saglam dislerin
sökülmesi gibi yöntemler vardi. Bazi tutuklularin kizlari da tutuklanmis ve
bunlara babalarinin gözü önünde tecavüz edilmis, sonra da tutuklu kendi kiziyla
cinsel iliskiye girmesi için zorlanmisti. Bazi erkek tutuklularin cinsel
organlarina ince cam çubuklar sokulmus ve sonra da bu çubuklar organin
içindeyken iskenceciler tarafindan kirilmisti. Erkek tutuklularin hayalarinin
sikistirilmasi da çok kullanilan yöntemlerin biriydi. Bu iskenceler sonucunda
çok sayida Filistinli tutukluda kalici sakatliklar meydana geldi. Çogunun cinsel
fonksiyonlari sona erdi, görme ve isitme duyularini ve akli dengelerini
yitirenler oldu. Bu fiziki iskencelerin yaninda psikolojik yöntemler de vardi.
Siyasi tutuklular, kasten, Israil ordusuna çizme, kamuflaj agi, vb. malzeme imal
etme islerine kosuluyorlar, reddettiklerinde fiziki yöntemlere
basvuruluyordu.(3)
Sunday Times'in ortaya çikardigi bu vakalar,
1967-1977 yillari arasindaki iskence vakalariydi. Ilerleyen yillarda da
Israil'in kutsal terörü ve kutsal iskencesi sürdü. Yalnizca 1987-1993 döneminde;
Israil birlikleri tarafindan 1.283 Filistinli öldürülmüs, 130.472 tanesi
hastaneye kaldirilacak derecede yaralanmis, 481 tanesi sürülmüs, 22.088 tanesi
gözaltina alinmis, 2.533 ev mühürlenmistir. (4) Gözalti ve tutukluluk sirasinda
kullanilan iskence yöntemlerinin hangi boyutlara vardigini bilmek de mümkün
degildir.
Israil iskence gelenegi ile ilgili olarak en son
1995 Agustosunda ortaya bazi yeni bilgiler çikti. Emekli Albay ve tarihçi Mose
Givati, "Çöl ve Alevlerin Içinde" adli kitabinda, 1948, 1956 ve 1967'deki
Arap-Israil savaslarinda Israil ordusunun savas esirlerine inanilmaz iskenceler
yaptigini yazdi. Buna göre, esir alinan Misirli askerlerin gözleri sigara ile
oyulmus, cinsel organlari kesilerek agizlarina tikanmisti...
Burada önemli olan bir nokta var. Israil devlet
aygiti, terör ve iskenceyi yalnizca pragmatik bir uygulama olarak degil, bunun
da ötesinde kutsal bir misyon olarak görmektedir. Israil'in terörü, Livia
Rokach'in ifadesiyle, "kutsal" bir terördür. Çünkü bu terör, yahudi dini
kaynaklari tarafindan emredilir.
Terörün
"kutsalligi"
Eski Ahit'in Tesniye kitabinda, 7. Bap söyle
baslar:
"Allahin Rab, mülk olarak almak için gitmekte oldugun diyara seni götürecegi ve senin önünden çok milletleri, Hittileri ve Girgasileri ve Amorileri ve Kenanlilari ve Perizzileri ve Hivileri ve Yebusileri, senden daha büyük ve kuvvetli yedi milleti kovacagi; ve Allahin Rab onlari senin önünde ele verecegi ve sen onlari vuracagin zaman; onlari tamamen yok edeceksin; onlarla ahdetmeyeceksin ve onlara acimayacaksin ve onlarla hisimlik etmeyeceksin; kizini onun ogluna vermeyeceksin ve onun kizini ogluna almayacaksin... Çünkü sen Allahin Rabbe mukaddes bir kavimsin; Allahin Rab, yeryüzünde olan bütün kavimlerden kendine has bir kavim olmak üzere seni seçti."
I. Samuel kitabi 15. Bap'in basinda ise su ayet
yer alir:
"Ordularin Rabbi söyle diyor: Amalek'in Israil'e yaptigini, Misir'dan çiktigi zaman yolda ona karsi nasil durdugunu arayacagim. Simdi git, Amaleki vur ve onlarin herseylerini tamamen yok et ve onlari esirgeme ve erkekten kadina, çocuktan emzikte olana, öküzden koyuna, deveden esege kadar hepsini öldür."
Ayetlerde geçen Hittiler, Yebusiler, Amalekler
gibi kavimler, M. Tevrat'in yazildigi dönemlerde Ortadogu'da bulunan
toplumlardir. Bu nedenle bu ayetlere (ve M. Tevrat'in içindeki yüzlerce
benzerlerine) göz atan pek çok kisi, tarihin derinliklerinde kalmis birer siddet
olayinin hikayesini okudugunu sanabilir. Oysa gerçek böyle degildir... Israil'in
"güvercin" siyasetçilerinden Amnon Rubinstein, su satirlari yaziyor:
"(Israilli radikallerin) kullandigi lisanda, günümüzdeki Araplar; Yebusiler'dir, Amalekler'dir ya da Kenan diyarinin Tevrat tarafindan lanetlenen yedi kavminden herhangi birisidir... Tesniye'de, 'geride hiç bir sey kalmayacak sekilde' Amalek'i yok etmek üzere verilen emir, dogrudan bugünkü Araplar'a yönelik olarak yorumlanmaktadir... Israil'in savaslari da bu çerçevede anlasilmakta ve bu savaslarda bu 'yeni Amalekler'e karsi insancil davranilmamasi gerektigi söylenmektedir. Haham Menachem M. Kasher, 1967 savasindan sonra yazdigi bir yazida, Tevrat'in 'onlari sizin önünüzden yavas yavas azaltacagini ve yurtlarina sizi yerlestirecegim' seklindeki ifadesinin, Israil'in Araplar'la olan iliskisini tarif ettigini yazmistir... Bar Ilan Üniversitesi'nden Haham Israel Hess, daha da ileri gitmis ve 'Tanri'nin Amaleklere karsi girisilen savasa bizzat katildigini' söylemistir. Israel Hess'in konuyla ilgili yazisinin basligi ise, 'Tevrat'in katliam emirleri'dir." (5)
Kisacasi, Israil kimligi olusturan en büyük faktör
olan "dinci" ekol, Muharref Tevrat ayetlerini bu sekilde yorumlamakta, ve
böylece Yahudi Devleti'nin uyguladigi teröre teolojik bir mesru temel
olusturmaktadir. Iste bu nedenle terör ve Israil, birbirinden ayrilmaz iki
parçadir. Yahudi Devleti, mevcut ideoloji ve kurumlariyla ayakta kaldikça,
terörü mesru bir siyaset araci olarak görmeye devam edecektir.
"Gazap üzümleri"nin bombalariyla ambulans içinde
parçalanan çocuklar, bu gerçegin ne ilk ne de son kurbanlaridir.
DIPNOTLAR
1) Richard Curtiss, "The Good Cops and Bad Cops Who Killed the Peace Process". Washington Report on Middle East Affairs. Haziran 19952) Lenni Brenner, The Iron Wall: Zionist Revisionism from Jabotinsky to Shamir, London: Zed Books, 1984, ss. 141-1433) Ralph Schoenmann, Siyonizm'in Gizli Tarihi, Kardelen Yayincilik. 1992. ss. 79-954) Washington Report on Middle East Affairs, Haziran 19945) Amnon Rubinstein, The Zionist Dream Revisited: From Herzl to Gush Emunim and Back, 1.b., New York: Schocken Books, 1984, s. 116