Yüzü güzele kırk günde doyulur,huyu güzele kırk yılda
doyulmaz…
Kuran’da ve tabiatıyla Arapçada ailenin
karşılığı “ehl” dir. Kişinin ailesine kişinin ehli denir. Ehl-i beyt de bu
manadadır, ev halkı demektir. Ehl kelimesi yolun bir yerinde aileyi kuran
nikahla da kesişir. Evlenmek için ehlin türevi “teehhül” kelimesi kullanılır
mesela. (Lafzî anlamı: ehillenmek-eşlenmek demektir.) Zemahşerî’nin naklettiği
bir Arap duasında da yine aynı kelimenin bir başka türevi çıkar karşımıza:
Âhelekellahü fil cenneh. (Allah seni cennette evlendirsin) Bir adım daha ötesi
var, meşhur Kuran semantikçisi Rağıb Isfehânî’nin belirttiği gibi,
“ehlu’r-racül” münhasıran kişinin hanımı demektir. Kullanım halen böyledir.
Türkçede de mesela bir davete çağrılırken “siz ve aileniz” dendiğinde hususen
karı kocalar kastedilir. “Anan ağlasın” derler ya, hep analar ağlar. Şimdi
analara ağlamanın sırası değil mi dostlar? Oğul hanımını, kız kocasını
bulduğunda evi birer birer terk ederler, kendi ehl/ailelerini oluştururlar.
Analar-babalar ıssız hanede bir başlarına kalırlar. Annesinin göğsünden
kopartılan bebeğin bağımsız beslenme/toprak anayla temas çağına adım atması
gibi, evlilik de gencin sığındığı anne yüreğinden kopup kendi yüreğini bir
başkasına açıp sığınak kılma zamanıdır. Şimdi ana yüreğinden ne kadar
beslenebildiyse, hanımının yüreğine de o kadar ülfet-sükûnet sağlayacaktır.
Anneler! Kızlarınızı engin gönüllü damatlara emanet etmek istiyorsanız
oğullarınıza yüreklerinizdeki sevgiden kana kana içirin…
Fıkıhta seferilik meselesinde bu ehl
kelimesinin mısdakı üzerinde düşündüren yaygın bir soru vardır. Memlekette
anne-babasının evine giden evli bir oğul burada müsafir midir, mukim midir?
Kitaplar genel olarak ehlinin olduğu yerde mukim, değilse müsafirdir diyor…
Peki, ehli kimdir kişinin? Kabaca ailesi diyoruz. Hanımı yanında değilse,
memlekete, anne-babasının yanına tek başına geldiyse ne olacak? Memleketimin
aile fotoğraflarındaki gibi önde sandalyelerde oturan yaşlı ebeveynden başlayıp
çocuklara ve torunlara doğru yayılan geniş aile modeline alışık olduğumuz için
burada biraz duraklıyoruz. Ve sanıldığının aksine kültürel aileyle fıkıhtaki
ailenin sınırları kesişmiyor.
Fıkıh kitaplarındaki bilgiye bakarsan
müsafir olacak. Çünkü ehl demek kişinin hanımı demektir. Hanımın yanında
değilsen müsafirsin, seferdesin. (Burası kendi kültür şartlarımıza göre
tartışılabilir, ama yeri olmadığı için giremiyorum.) Demek ki neymiş, hanımın
yanında olmadan tüm dünya sana bir gurbetlikmiş, bir misafirhaneymiş… Fazla
kalma, hemen hanımının yanına, vatanına dön, demekmiş. Yeter baba ocağında bunca
yıl tıfıllandığın, şimdi dön kendi tıfıllarını yetiştir… Ayrıca yetişkin
olduysan hemen evlen, ehilleş, ehlîleş, ehliyet kesbet demekmiş. Bekar insan,
ister kadın ister erkek olsun az biraz yabanidir, ünsiyet, ülfet edilebilirlik
katsayısı düşüktür… Doğrusu ülfet alamadığından pek ülfet verebilecek durumda
değildir. (Fâkıdü’ş-şey’i lâ yu’tîh) Bunun için biraz agresiftir. Tepkileri
beklenmedik olabilir ve bazen kontrol edilemez boyutlara varabilir. Çünkü ehl
demek ünsiyet demektir. Ehli/hanımı olmayanda ülfet, ünsiyet az olur. Büyük Arap
lügatçisi Ezheri der ki, ehl kelimesi, ünsiyet ve ülfet anlamına gelir. Ülfet,
ünsiyet; yakınlık, sıcaklık, sevgi ve kaynaşma demektir. Ne kadar ünsiyet peki?
Yine Rağıb diyor ki, ehl, kişinin aynı çatı altında birlikte yaşadığı
kimselerdir. Öyleyse ehl, küçük ve özel bir mekanı yani yuvayı-ocağı uzunca
yıllar paylaşabilecek kadar yakınlık ve ünsiyet demektir. Ey genç! Evleneceğin
kimsenin kaşına-gözüne, boyuna-endamına, malına-mevkiine bakıp duruyorsun, hiç
düşündün mü bu kimse bana “ehl” olur mu diye? Bu kimseyle ünsiyet-ülfet edebilir
miyim, bir evcikte kırk yıl geçirebilir miyim diye soruyor musun? Ne demiş
atalarımız: Yüzü güzele kırk günde doyulur, huyu güzele kırk yılda doyulmaz…