Öğrendim ki dua,aşığın maşuğuna bir haber salmasıdır
Yürekten Rabbime Yakarış!
Gecelerden sabahlara, karanlıklardan güneşlere doğru açılan yüreklerimizin perde aralıklarından süzülen nur katreleriyle geldim kapına…
Biliyorum, güllerden geçer sana giden yollar…
…Yakarışlarla, dualarla, tahiyyatlarla bezenir.
Ey rahmetiyle kalpleri evirip çeviren, sana kalbimi getirdim. Ey kalpleri nuruyla sarıp okşayan! Onulmaz yaralarla kan-revan kalbim avuçlarımda, kapına geldim.
“Selâm olsun ömür seccadesini gönül dergâhına serenlere” diyebilmeyi ne çok isterdim, ama biliyorum ne yüzüm var ne de hakkım…
Öğrendim ki dua, aşığın maşuğuna bir haber salmasıdır; gözyaşlarıyla yazılmış bir mektubu. Ve bir bekleyiştir, iştiyakla, korkuyla, ümitle bekleyiş… İşte, zaman her saniyesini balyozlamaktayken ömrün, verilmemiş hesapların korkusuyla, titreyen yüreklerimize bir lahza umut adına geldik kapına…
Ahh… gelebildik mi, bir haber var mı affa dair?
Acziyetimi alarak koynuma, bir derviş hırkasıyla, sevgili Eyyub’unun sabrını yüklenerek gelebilmek isterdim kapına… Meryem örtülerimi örtünebilseydim… Tur Dağı’ndaki o ses bir yankı bulabilseydi ruhumda insanlığım adına. Önünde bütün ruhumla secde edebilseydim…
Yeri göğü bağrına basan ey! Ey gökyüzünü kudretiyle sürmeleyen! Rahmetini serp taşlaşan gönüllere ey!.. Sanadır münacatım, yalnız sana olsun aşkım, lûtfeyle…
Bir avuç ateşböceği uçuruver ne olur zifiri yüreklerimize. Kararan günlerimize, gecelerimize… Ve “ne olursan ol gel!” diyen aşıkların hürmetine, ne olur affeyle… Seni aradım durdum gönüllerin yalnızlığında çöllerinin, menzilsiz yollarında ve bir katre rahmetine muhtaç toprağımda. Ah perde, ah şahdamarım… Şefkatinin gölgesine sığınıyorum Ya Rab!
Hiçliğin zerresinde kavrulmaya can attığım demdir. Vedûdsun… İltifatına muhtacız Ya Rab. Tenezzül buyur kulunun münacatına. Dua dua açılırmış sana giden kapılar. Hüzünlü bir sonbahar günü kapında yalvarmaya geldim. Senden korkum nâr değil, kaybetme korkusudur. Dostu, en sevgiliyi, sıla-i rahimi, cânânı, canda kaybetme korkusu…
Umudumsa rızan: “İlahi ente maksudi…” Yüreklerimiz ezik Ya Rab. Yüzümüz yerde. Kaldırıp başımızı sonsuzluğa bakmaya yüzümüz yok… Layık olamadık. Pişmanlığın dehlizlerinde boğuluyorken ağlayamadık, derinden sessizce… Zayıf iradelerimizle, alacakaranlık yüreklerimizle bir damla gözyaşı getirebilseydik yürekten, ihlas adına. Biliyorum pişmanlıklara delil kabul ederdin… Yüreğin zayıf noktalarında mahkum olduk nefsimize. Ya Rab çıkar kelepçelerini o aleyhillânenin…
,
Çıkar ne olur, dostlarının hatırına. Azad et Ya Rab şüphelerin oyuncağı olmuş aklın nezarethanesinden. Kutlu sevdanın kokusundan doya doya içir sinelerimize. Diri meyyitler gibi değil, sırat-ı müstakim üzerinde günahlardan nurunla yıkanmış olarak yürümeyi nasib eyle.
Şehirler, evler mezar oldu Ya Rab. Her evden ceset kokuları yükseliyor semaya. Bedenler değil, ruhlar ölü. Bize nurunla dirilmeyi nasib eyle. Biz sanemler inşa ettik yüreklerimizde gökdelenler boyu. Biz yeryüzü tanrılarının eteğini öptük.
,
Dizboyu battık çirkefine alemin. Sahte dostları, riyakar aşkları çarparak yüzüne insanlığın, sana koşmayı nasib eyle. Tevbe kapılarının ardına değin açıldığı ve meleklerin kanatlarıyla yeryüzüne kapandığı günlerin rahmetinde yüzmekteyken, ebed aşkını gönüllerimize nakşet. İşte can pazarında canımızı satmaktayız, bir iltifatın uğruna… Gülistanında renksiz, kokusuz bir yaprak olmayı çok görme. Yüce kapında kıtmir olanlardan eyle…
,
Amin.