ALLAH’A DAVETTE PEYGAMBERLERİN METODU (DERSLER VE İBRETLER)..
İSMAİL ALEYHİSSELÂM..2
İbrahim Aleyhisselam'ın Faziletlerinden Bazıları
İbrahim Bir Ümmet İdi
"İbrahim, Allah'a itaatkar, hakka yönelik ve batıldan uzak, başlı başına bir ümmet idi. O hiçbir zaman müşriklerden olmadı. (Allah'ın) nimetlerine şükrederdi. Allah, O'nu seçti ve doğru yola hidayet buyurdu. Biz O'na dünyada iyilik verdik. O Ahiret'te de salihlerdendir. "[69]
"Ümmet." Yani Cenab-ı Hak'ın O'nu rızıklandır-dığı iman, sebat ve ahlak bakımından tek başına bir cemaata denk idi.
"Allah'a itaatkar, hakka yönelik ve batıldan uzak idi. O hiçbir zaman müşriklerden de olmadı": Yani Allah'ın emrini her zaman yerine getiren idi. İslam dinine tamamen yönelen biriydi. O hali ise, sürekli devam etmekte ve asla o halden geri kalmamaktaydı.
Allah rahmet etsin İbni'l Kayyım şöyle diyor:
"Muhakkak Cenab-ı şu kavliyle dostu ibrahim methetmiş: Şüphesiz ki, İbrahim başlı başına bir ümmet idi" ayeti.
Burada methin dört çeşidi vardır:
“Ümmet”: Kendisine tabı olunan örnek demektir.
İbn-i Mesüd Radıyallahu Anh diyor ki: “Ümmet: Hayra yol gösteren demektir. “Bu kelime fe harfinin dammesiyledır; yani "fuletûn" şeklindedir. İmam edinmektendir- Tıpkı “Kudve” örneklik gibidir.
Ve ümmet, kendisine uyulan demek değildir. "Ümmet" ile " İmam” İki açıdan mana bakımından farklıdır.
• İmam, bilerek ve şuuru olsun olmasın kendisine uyulan her şeye denir. Tıpkı Cenab.ı Hakk’ın şu ayetinde olduğu gibi, yolu imam diye isimlendirmek bu manadandır.
“Eyke halkı da çok zalimdiler. Onlardan da intikam aldık. Muhakkak onlar açık bir imamdır (yerleri, yolları ap-açık karşınızdadır)[70] Yani yolcuya gizli olmayan ap-açık bir yol demektir. Fakat yol ümmet diye isimlendirilmez
• "Ümmetin manası hayli çoktur. Bu kelime, ilim ve amelde kemal sıfatları kendi içinde toplamaktadır. İşte İbrahim Aleyhisselam bu sıfatlarda tek başına kalmıştır. O, kendisinin başkalarından ayrıldığı özellikleri zatında toplamıştır. Adete o sıfatların başkalarında ayrı olmasıyla veya hiç olmamasıyla diğerlerinden ayrılmıştır. İşte "Ümmet" sözcüğü bu manayı hissettiriyor. Kendisindeki "mim"in şeddeli olması onun tekrarına ve mah-reciyle dâmmeli oluşana delalet etmektedir. Yine ev-velindeki dâmme de böyledir. Çünkü dâmme "vav"dandır. Ve mahreci ise; konuşma anında dâmmedir. Sonundaki "Tâ" ise tekliğe delalet etsin diye getirilmiştir. Tıpkı "El-Ğurfetü" ya da "El-Lokmatü" gibi. Şu hadis-i şerifte geçen ümmet kelimesi bu manadadır: "Muhakkak Zeyd b. Amr b. Nüfeyl Kıyamet günü tek başına bir ümmet olarak hasredilir." Ümmet kelimesinin manasına başka manaların girmesi kelimenin özelliğinden dolayı gerekmektedir.
Milletlerden bir topluluğu ümmet diye isimlendirmek de bu manadandır. Çünkü insanlar bir din üzere toplanmışlar veya bir asırda bulunmaktadırlar .
"Gâniten": İbn-i Abbas diyor ki: "El Ganitü" itaat eden demektir. Kunut ise birçok şeyle tefsir edilir, itaatta devamlılık manasına da gelir.
"Hanîfen" sözü:
"El Hanif, Allah'a yönelen, O'na teslim olan demektir.
Bu mana, Allah'tan başkasından yüz çevirmeyi gerektirmektedir. Dolayısıyla meyletmek Hanif kelimesinin gerçek manası olur. Sadece sözlükte belirtilen mana olmaz.
"O'nun nimetlerine şükreden idi":
Nimetlere karşı şükretmek, üç esas üzere bina edilmiştir: Nimeti dil ile ikrar edip O nimeti verene izafe etmek, nimeti O'nun razı olduğu yerlerde sar-fetmek ve o nimetler içinde gereği üzere amel etmektir. Bir kul ancak bu üçünü birden yaptığındı şükreden olabilir. Başka türlü mümkün değildir.
Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, dostu İbrahim Aleyhisselâm'ı dört özellikle methetmiştir ki, hepsi de ilme, o ilmin gereği üzere amel etmoyu ve halkı ona davet etmeye yöneliktir."[71]
— Evet, İbrahim Aleyhisselam imanında, Alltth'Ji olan ibadetinde ve O'nun nimetlerine şükürde başlı başına bir ümmet idi.
— Hak'ta sebat etmede ve kavminin O'na IUİ»| müne ve eziyetlerine karşı sabrında bir ümmet i&\
— Yumuşak huyluluğunda, geniş kalpliliğinizi tevazusunda, ahlakının güzelliğinde, delilinin kuvvetliliğinde ve üstün zekasında yine başlı başına bir ümmet idi.
— Cömertliğinde, ikramında, tanıdığına veya tanımadığına karşı yardım edişinde bir ümmet idi.
— İhlasmda, Allah'ın emrine boyun bükmesinde ve bütün işlerinde kısaca teslimiyetinde bir ümmet idi.
— Müşriklerden berî oluşunda, onlarla asla dostluk kurmamasında ve onlardan yüz çevirip ayrılışında, O bir ümmet idi. [72]
Millet-i
İbrahim
Yahudi ve hırıstiyanlar, -şirk ve dalalet üzere
olmalarına rağmen- Müslümanlarla birlikte İbrahim Aleyhisselam'ın hidayet üzere
ve hidayete erenlerin imamı olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. İşte bundan
dolayı yahudilerin, İbrahim'in yahudi olduğunu iddia etme meselesi gündeme
gelmiştir. Böylece hırıstiyanlar, İbrahim Aleyhisselam'ın hı-rıstiyan olduğunu
iddia etmektedirler. Ehl-i Kitab, İbrahim Aleyhisselâm'dan başka Peygamberlerden
hiçbir Peygamberin yüceliği konusunda Müslümanlarla ittifak etmemişlerdir.
Hatta son Peygamber konusunda dahi bu ittifak yoktur. (Sal-lallahu Aleyhi
Vesellem) Yahudi ve hırıstiyanlar O'nun Nübüvvetini itiraf etmemektedirler. Bu
özellik (O'nun yahudi ve hırıstiyanlar tarafından da Peygamber olarak
kabullenilmesi) diğer Nebi ve Rasûller arasında sadece İbrahim Aleyhisselam'a
mahsustur. O, bu özellikle diğerlerinden ayrıdır. Kendisinde hilaf olmayan
gerçek şu ki: İbrahim Aleyhisselam
yahudi ve hınstiyanların şirklerinden beridir. Tıpkı babasının dininden ve
akidesinden berî olduğu gibi.
"İbrahim ne yahudi ne de hırıstiyandı. Fakat bâtıldan
uzak ve hakka yönelmiş dine tabi bir Müs-lümandı. Müşriklerden de değildi."[73]
"Yahudi ve hırıstiyanlar: "Yahudi veya hıristiyan olun
ki hidayete eresiniz" dediler. De ki: Din, Hakk'a yakın ve batıldan uzak olan
İbrahim'in dinidir. O, müşriklerden değildi."[74]
Yani İbrahim Aleyhisselam, Üzeyr'in Allah'ın oğlu
olduğunu iddia ettiklerinde müşrik ya-hudilerden veya İsa Aleyhisselâm'ın
Allah'ın oğlu olduğunu iddia eden müşrik hırıstiyanlardan da
değildir.
"Yoksa İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarının
yahudi veya hıristiyan olduklarını mı söylüyor sunuz?" De ki: Siz mi, yoksa
Allah mı daha iyi bilir? Allah tarafından, bildiği bir şahitliği gizleyenden
daha zalim kim olabilir? Allah işlediğiniz şeylerden gafil değildir."[75]
Cenab-ı Hak İbrahim Aleyhisselam'dan yahudilik ve
hıristiyanlığı nefyederken bir çok yerde de O'nun hanif bir Müslüman olduğunu
vurgulamaktadır.
"İbrahim, ne yahudi ne de hırıstiyandı. Fakat hanif bir
Müslümandı. Müşriklerden değildi."[76]
"İyilik işler olduğu halde bütün varlığını Allah'a
teslim eden ve hanif bir Müslüman olan İbrahim'in dinine tabi olandan daha güzel
dinli kim vardır? Allah İbrahim'i dost edindi."[77]
Allahu Teâla'mn Muhammed Mustafa'ya, Sal-lallahü Aleyhi
Vesellem, İbrahim'in dinine tabi olmasını emretmesi ikram ve fazilet olarak
Halilü'r Rahmana kâfidir.
"Sonra sana: "Hanif olan İbrahim'in dinine uy" diye
vahyettik. O müşriklerden değildi."[78]
Cenab-ı Hak O'nu, yönünü Allah'a teslim eden herkes için
temiz bir örnek kılmıştır.
"Gerçekten İbrahim'de ve O'nunla beraber olanlarda
sizler için çok güzel örnek vardır. Hani onlar kavimlerine: "Biz sizden ve
Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız" demişlerdi...."[79]
İbrahim'in dininden yüz çeviren herkes kendi nefsini
aşağı kılmış, Allah'a şirk koşarak O'nun yolundan sapmış, dalalete
düşmüştür.
"Ancak kendi nefsini sefih duruma düşürenlerden başka
kim İbrahim'in dininden yüz çevirir. Biz İbrahim'i dünyada seçtik ve o
Ahiret'te de sa-lihlerdendir."[80]
Nefsini sefih düşürdü: Yani nefsini hafife aldı ve onu
alçaltıp rezil etti demektir. Tıpkı yahudi, hı-rıstiyan ve Araplardan müşrik
olanlar gibi.
Allahu Teâla bu ayet-i kerimeden sonra gelen ayetlerde
İbrahim'in bu yüce makama nail olduğunu açıklamaktadır. Çünkü İbrahim
Aleyhisselâm her işini alemlerin Rabb'ine teslim etmişti.
İslam üzere istikamette olmuş, malını, canını İslam'a
feda kılmış ve bu akideyi kendinden sonra gelen evlatlarına da vasiyet
etmişti.
"İbrahim ve Yakub, İslam dinini evlatlarına vasiyet
edip: "Ey evlatlarım! Allah sizin için bir din seçti. Sadece müslüman olarak can
veriniz" dediler. Yoksa ölüm Yakub'a geldiği vakit siz orada mı idiniz? O,
oğullarına: "Benden sonra kime ibadet edersiniz?" dediğinde, onlar: Senin
Rabb'ine, babaların İbrahim, İsmail ve İshak'm Rabb'ine, bir ilah olarak ibadet
ederiz. Biz O'na teslim olanlarız" dediler."[81]
Allah'ın indinde mesele, neseb veya kabile meselesi
değil, ancak din ve akide meselesidir.
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"İnsanlardan İbrahim'e en yakın olanlar, O'na tabi
olanlarla şu Peygamber ve mü'minlerdir. Allah, mu minlerin velisidir."[82]
Dolayısıyla eski ve yeni olarak İbrahim Aley-hisselâm'a
tabi olan, O'na mensup olmaya ve O'nunla iftihar etmeye hakkı herkesin vardır. O
kişi İbrahim'e tabi olmakla O'na insanların en yakını olmuştur. Daha önceden
İbrahim Aleyhisselam'ın babasından ve kendisine (kan bağı olarak) yakın
insanlardan yüz çevirdiğini gördük.
Peki bu ve bütün çağlarda babasının ve kavminin akidesi
üzerine olanlardan nasıl yüz çevrilmez ki? Allahu Teâla, İbrahim Aleyhisselam'ın
zalim olan evlatlarının imam olamayacaklarını ve zalimlere ahdinin
ulaşmayacağını haber verdikten sonra onlardan nasıl olur da yüz çevirmez
ki?
"Bana tabi olan bendendir. Bana isyan eden ise; muhakkak
sen Gafûr-u Rahim'sin."[83]
Allah
İbrahim'i Dost
Edindi
"İyilik eden, bütün varlığını Allah'a teslim eden ve
hanif bir Müslüman olan İbrahim'in dinine tabi olandan daha güzel dinli kim
vardır? Allah İbrahim'i dost edindi."[84]
Dostluk, muhabbetin en son
noktasıdır.
Halil, halil diye isimlendirilmiştir. Çünkü İbrahim'in
sevgisi kalbe işledi ve kalpte en ufak bir boşluk bırakmayıp tamamen
doldurdu.
Bazılarının dedikleri gibi:
"Ruhun sûlukuna tamamen girdin benden. İşte Halil,
bundan dolayı halil diye isimlendirildi."
İbrahim Aleyhisselam ve Muhammed Sallallahu Aleyhi
Vesellem'den başkası bu makama nail olmadı. Buhari, Müslim ve diğerlerinden
gelen, Cun-dub-ul Baclî, Abdullah
İbn-i Ömer ve İbn-i Mesud'dan
rivayet edilen hadiste Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle
buyuruyor:
"Ey insanlar! Allah, İbrahim'i halil (dost) edindiği
gibi, beni de halil edindi." Ve yine O, irad ettiği hutbelerinin birinde şöyle
buyuruyor:
"Ey insanlar, eğer dünya ehlinden halil (dost) edinecek
olsaydım, muhakkak ki Ebu Bekr'i dost edinirdim. Fakat sizin arkadaşınız
(kendisini kastederek) Allah'ın dostudur."
Ve Buhari, Sahih'inde Amr bin Meymûne'den tahric etmiş
olduğu bir rivayette şöyle dedi:
"Muaz Medine'ye geldiğinde onlara sabah namazını
kıldırdı ve "Allah İbrahim'i dost edindi" ayetini okudu. Bunun üzerine onlardan
bir adam dedi ki İbrahim'in annesinin gözü aydın oldu."[85]
İbrahim'in
Fazileti Konusunda Hadisi
Şerifler
1-İbn-i
Abbas'tan, Radıyallahü Anh: Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle
buyurmuştur:
"Muhakkak ki sizler yalınayak, çıplak ve sün-netsiz
olarak haşrolunacaksmız, dedi daha sonra da şu ayet-i kerimeyi okudu: "....İlk
önce yarattığımız gibi mahlukatı iade edeceğiz. Bu bizim vaadimizdir. Muhakkak
bunu yaparız."[86]
Ve Kıyamet günü ilk giydirilecek kişi İbrahim'dir. Ve ümmetimden bir kısım
insanlar sol taraftan yakalanır. Ben de "Ümmetim, Ümmetim" derim. Cenab-ı Hak
da der ki: "Sen onlardan ayrıldıktan sonra onlar mürted oldular. Bunun üzerine
ben de tıpkı salih kulun (İsa'nın) dediği gibi derim: "Ben onların içinde
olduğum müddetçe onların üzerine şahittim" ayetini sonuna kadar
okudu."
Beyhaki İbn-i Abbas'tan merfu olarak başka bir vecihten
şöyle rivayet etmiştir:
"Cennet'ten ilk elbise giydirilecek olan İbrahim'dir.
Ve Kürsi getirilip Arş'm sağma konur. Ve ben getirilirim de öyle bir elbise
giydirilirim ki, beşer onu giyemez."[87]
İbn-i Hacer El Askalânî şöyle
diyor:
"Deniliyor ki, İbrahim'in bu konudaki hususiyetinin
hikmeti çıplak olarak ateşe atılmış olduğundandır. Ve yine deniliyor ki; çünkü
Sirvali (Belden aşağı giyilen bir giysi) giyen ilk kimse
olduğundandır."
2- Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh: Denildi ki: "Ey Allah'ın Rasûlü, insanların en üstünü kimdir? O
da "en muttaki olanlarıdır" dedi. Onlar da dediler ki, bundan sormuyoruz. Bunun
üzerine Allah Rasûlü buyurdular ki: Allah'ın dostunun oğlu, Allah'ın Nebisinin
oğlu, Allah'ın Nebisi Yusuf tur.... (hadis devam
etmektedir.)"
Buhari'nin Sahih'inde tahric ettiği Ebu Hu-reye'den
gelen başka bir rivayette ise; dedi ki: Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi
Vesellem'e şöyle denildi: "İnsanların en üstünü kimdir? O da: "En çok takva
sahibi olan en üstünleridir" dedi. Onlar da dediler ki: "Ey Rasûlullah, ondan
sormuyoruz." Bunun üzerine Allah Rasûlü buyurdular ki: İnsanların en üstünü;
Allah'ın dostunun oğlu, Allah'ın Nebisinin oğlu, Allah Nebisi olan Yusuf tur.
(Hadis devam etmekte)... "[88]
—Birinci Cevap: "İnsanların en kerimi Yusuftur": Bu
salih amel ve salih neseb yönüyledir.
3- Müslim
Sahih'inde Enes bin Malik'ten İsra ve Miraç konusunda uzun bir hadis tahriç
etmiştir. O hadiste geldiğine göre:
"......Sonra biz yedinci semaya çıkartıldık.
Cebrail
açılmasını istedi. Bunun
üzerine denildi ki: Bu kimdir? Cebrail de dedi ki: "Cebrail!" "Seninle beraber
olan kimdir?" denildi. O da dedi ki: "Muhammed" Denildi ki: "Kendisine
gönderildi mi?" O da "kendisine gönderildi" dedi ve bize açıldı. Bir de baktım
ki İbrahim Beytü'l Mamur'a arkasını yaslanmış olarak durmaktadır.[89]
Her gün O'nun yanına yetmiş bin melek giriyor ve bir giren bir daha tekrar
gelmiyor..."[90]
Buhari'nin Sahih'inde Mâlik bin Sasa'ah'dan tahric
ettiği rivayet ise; İbrahim Aleyhisselam bizim Peygamberimize şöyle demiştir:
"Oğlum ve Peygamber olan sana merhaba..."[91]
Bütün bu rivayetlerde
konumuzla alakalı olan kısım; İbrahim Aleyhisselam'm yedinci Semada olduğudur.
Yani Allah Rasûlü'nün, Sallallahu Aleyhi Vesellem, İsrâ ve Mirâc yolculuğunda
gördüğü bütün Enbiyalardan faziletli olduğudur.
4-
İbrahim Aleyhisselamı'ın mü'min olmadan
önce şüphelendiğini iddia edenlere karşı Rasûlullah'in cevabı daha önce
geçmişti. Orada şöyle demişti: "İbrahim şöyle dediğinde, biz sekte İbrahim'den
daha haklıyız: "Ey Rabbim, ölüleri nasıl diriltiyorsun bana göster." O da:
"İnanmadın mı?" İbrahim de: "İnandım, fakat kalbim mutmain olsun diye."[92]
Ve daha önce: Rasûlullah'ın hadisinin manası: "Eğer
İbrahim şüphe etseydi, biz şüphe etmekte daha haklı olurduk. Oysa biz asla şüphe
etmedik. Öyle ise İbrahim de asla şüphe etmedi" şeklindeki hadis-i şerifi
açıklamıştık.
5- İbn-i
Abbas Radıyallahü Anh'den:
Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem Hasan ve Hüseyin için istiâze
yapardı (kötü hallerden onlar için Allah'a sığınırdı) ve derdi ki: "Sizin
babanız İbrahim Aleyhisselam, İsmail ve İshak için istiâzede bulundu. Tam olan
Allah'ın kelimelerine sığınırım. Her Şeytan'm şerrinden, her zehirli hayvanın
şerrinden ve her tür afattan Allah'a sığınırım."[93]
6- Enes İbn-i
Malik'ten, Radıyallahü Anh: Bir adam Allah Rasûlüne geldi ve dedi
ki:
"Ey mahlukatın en hayırlısı!" Bunun üzerine Allah Rasûlü
de: "O İbrahim aleyhisselam'dır"[94]
dedi.
7- Amr bin
Süleyman Ez Zürekkâ'dan,
O rivayetinde dedi
ki:
Bana Ebu Hamîd Es Sâidî haber verdi ve şöyle
dedi:
Dediler ki: Ey Allah'ın Rasûlü, sana nasıl salat
getirelim? O da buyurdu ki: "Deyin ki: Allahümme salli âla Muhammedin ve
ezvacihi ve zürriyyetihi, kema salleyte alâ âl-i İbrahim. Ve barik alâ
Muhammedin ve ezvacihi ve Zürriyyetihi, Kema ba-rekte alâ âl-i İbrahim. İnneke
Hamidûn Mecidûn."
Manası:
"Ey Allah'ım! İbrahim'in
ehlini yücelttiğin gibi
Muhammed'i, hanımlarını ve zür-riyetini de yücelt! Ve İbrahim'in ehlini mübarek
kıldığın gibi Muhammed'in ehlini de mübarek kıl! Sen şüphesiz ki, hamd edilen,
yüceler yücesi; Hamîd ve Mecîd'sin!"
Buhari'nin Sahihinde tahric etmiş olduğu başka bir
rivayette ise; Allah Rasûlü (aleyhisselam) şöyle buyurmaktadır: Deyin ki:
"Allahümme salli âla Muhammedin ve âla âli Muhammedin, kema salleyte âla
İbrahime ve âla âl-i İbrahim, inneke ve Hamîdûn Mecîdûn."[95]
Allah'ın Salat etmesi: Yani Cenab-ı Hakk'ın Meleklerin
yanında Nebisini övmesi, O'nu sena etmesidir.
Meleklerin salat etmesi: Dua etmeleridir. İşte bu
Cenab-ı Hak'tan Nebisi ve halîli olan İbrahim Aley-hisselam'a bir
ikramıdır.
Çünkü bütün müslümanlar Muhammed Sallallahu Aleyhi
Vesellem'e dua ettikleri gibi, İbrahim Aleyhisselam'a da dua etmektedirler. Bu
salat ve dualar, her gün beş vakit tekrar etmektedir. Salat ve selamların en
faziletlisi onların üzerine olsun.
8-
İbn-i Abbas Radıyallahü Anh'dan; dedi
ki: Allah Rasûlü Beyt'in içinde (Kabe) resimleri görünce oraya girmedi. Onların
yok edilmesini emretti ve yok edildikten sonra girdi. O resimler arasında
İbrahim ve İsmail Aleyhisselam'ın resimlerini gördü, ellerinde ezlâm vardı.
Bunun üzerine Allah Rasûlü buyurdu ki: Allah o müşrikleri kahretsin! (İbrahim ve
İsmail) asla ezlam ile kısmet çekme işini yapmadılar.
"Ezlâm" fal okları demektir. Müşrikler onlarla kısmet
çekerlerdi.
Taberi'nin Saîd b. Cübeyir tarikiyle yapmış olduğu bir
rivayette ise; ezlâm birtakım beyaz taşlardır.
İbn-i Abbas'a ait diğer bir rivayette de Nebi
Sal-lallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: "Onlara ne oluyor ki, Meleklerin
içerisinde resim olan eve asla girmeyeceklerini duydukları halde (resimler
yapıyorlar.) Bu İbrahim'in yapılmış bir resmidir. O ka-tiyyen (böyle taşlarla)
kısmet çekmedi."[96]
9- Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'den, Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:
"İbrahim seksen yaşlarında keserle Sünnet olmuştur."
Hafız İbn-i Hacer El Askalânî şöyle
diyor:
"İbrahim Aleyhisselam için daha başka bir çok evveliyat
(yani bir ameli ilk defa O'nun yapması) sabit olmuştur. Bunlardan bazıları ise;
ilk defa misafir ağırlamak, bıyıkları kısaltmak, sünnet olmak, saç ve sakalın
ağarmışlığım görme ve diğerleridir."[97]
İbrahim Aleyhisselam'dan ilk bahsettiğimizde keserle
sünnet olmasının sebebi: Allah'ın emrini yerine getirmede aceleci oluşundandır.
Bu durum kendi cisminin ve sıhhatinin aleyhine olsa bile.
Bıyıkları kısaltması ve diğerleri ise; O'nun her şeyin
hakkını yerli yerince verdiğini göstermektedir.
Şunu zikretmek de çok güzel ve yerinde olacaktır:
İbrahim Aleyhisselam'ın mahlukatın en hayırlısı, insanların en cömerti,
Kıyamet'te ilk elbise giydirilen ve diğer üstünlüklerine delalet eden hadisler,
İbrahim Aleyhisselam'ın Peygamberimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'den
daha faziletli olduğunu göstermez.
Bu konuda İmam Nevevi Rahmetullahi Aleyh şöyle
der:
"Alimlerin, İbrahim Aleyhisselam'a mahlukatın en
hayırlısı demeleri, tevazu ve İbrahim'e olan ihtiramdandır. Yoksa Peygamberimiz
daha efdaldır.
Çünkü, Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem: "Ben Âdem
oğlunun seyyidiyim (en üstünü ve efendisiyim)" buyurmuştur. Bununla iftihar
veya kendinden öncekilere karşı üstünlük de kastetmemiştir. Bilakis bunun
açıklanma ve tebliğiyle emrolunduğu için beyan etmiştir.
İşte bundan dolayı bazı kötü anlayışlara gelebilecek bu
gibi düşünceleri bertaraf etmek için: "övünmek yoktur" demiştir."[98]
İbn-i Kesir Rahmetullahi Aleyh de şöyle
diyor:
"Bütün bunlar, tevatür olarak Peygamber Sallallahu
Aleyhi Vesellem'den sabit olarak gelen; O'nun kıyamet gününde Âdemoğlunun
efendisi olduğuna zıt değildir.[99]
Ve yine Sahih-i Müslim'deki Ebi b. Kâ'b'm hadisinde: "İbrahim'e varıncaya kadar
insanların hepsine yönelindiği günde ben üçüncü olarak bırakıldım" hadisine de
zıt değildir. Çünkü İbrahim Aleyhisselam Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'den
sonra Rasûllerin en efdali ve Ulu'l Azam bir Peygamberdir. Allah'ın salat ve
selamı hepsinin üzerine olsun. Buhari ve Müslim'de sabit olduğuna göre Kab b.
Acrete ve diğerlerinden gelen hadiste namaz kılan teşehhüdde şöyle okumakla
emrolunmuştur: "Biz dedik ki: "Ey Allah'ın Rasûlü, sana selâmı öğrendik, peki
sana nasıl salat edeceğiz?" Buyurdular ki: "Allahümme salli alâ Mu-hammedin ve
alâ âl-i Muhammedin, kema salleyte alâ İbrahime ve alâ âl-i İbrahim. Ve bârik
alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammedin kemâ bârekte alâ İbrahime ve alâ âl-i
İbrahime, inneke hamîdûn mecîdûn."
Manası: "Ey Allahım! İbrahim'i ve âlini yücelttiğin
gibi, Muhammedi ve Âl'ini yücelt; İbrahim'i ve Âl'ini mübarek kıldığın gibi,
Muhammedi ve Âlini de mübarek kıl. Sen şüphesiz, hamd edilen, yüceler yücesi;
"Hamîd" ve "Mecîd"sin."
Allahu Teâla:
"Muhakkak ki, İbrahim çok
vefalıdır" buyuruyor. Tefsirinde müfessirler şöyle diyorlar: İbrahim
emredildiği her şeyde vefa etti, imanın bütün özelliklerini ve bölümlerini
yerine getirdi. Yüce
emirleri yerine getirmek O'nu daha az
maslahatlı olan emirleri yerine getirmekten de alıkoymazdı. Büyük maslahatları
yapmak, küçüklerini 'yerine getirmekten O'nu alıkoymazdı."[100]
Şam
Diyarının
Önemi
Daha önceki sayfalarda bu bahiste İbrahim
Aley-hisselâm'm kavminden nasıl soyutlandığını görmüştük.
Kavmi O'nun davetinden yüz çevirdiği, vaaz ve irşad
onlara hiçbir fayda sağlamadığında, İbrahim Aleyhisselâm'm kavminden nasıl
ayrıldığını öğrenmiş, vatanından Allah'a muhacir olarak nasıl çıktığını
görmüştük. Zor ve meşakkatli yolculuğunda Allah'a olan korkusundan başka hiçbir
azık ve hazırlık yapmadığını ve Cenab-ı Hakk'a olan o güzel itaatini
görmüştük.
Cenab-ı Hak O'nu Mısır'da imtihan etmiş, Mısır tağutuyla
Sare'nin başından geçenler orada gerçekleşmişti. Rabb'i Azze ve Celle İbrahim
Aley-hisselâm'ı o zor anda bırakmamış, O'nu sıkıntılarından selamete çıkarmış
ve namusunu korumuştu.
Ve bir zaman sonra sıkıntılar ve zorluklar tekrar
İbrahim Aleyhisselam'a geldi, kendinden emin olmaksızın yaşadı ve mücrimlerin
tuzaklarından, ha-setçilerin hasetlerinden dolayı Mısır'dan ayrılmaya mecbur
kaldı. Tekrar "Teymen'e", Kudüs'e döndü ve Şam beldesinden oraya yakınlık
duydu.
İbrahim Aleyhisselam Babil'de ve Mısır'da bulamadığı
rahatı Kudüs'te hisseder oldu.
Bundan öte Cenab-ı Hak O'na geniş bir arazi, pek çok
nimet ve sayısız mal nasibetti. Ve Allah kulu ve Rasûlüne olan ihsanını
tamamladı, O'na İsmail'i bağışladı. Her ikisine de Allah'ın selamı
olsun.
Daha sonra Sare'nin Hacer ile olan problemi ortaya
çıktı. Cenab-ı Hak İbrahim'e Sare'nin dediklerine icabet etmesini vahyetti. O
da bunun üzerine İsmail'i ve annesini oradan çıkartıp ekinsiz bir vadiye
yerleştirdi. O vadide ne su, ne de insan vardı. Sonra Allahu Teâla Halil'i
İbrahim'in duasına icabet etti ve Mekke yerleşim bölgesi oldu. İsmal de Cür-hüm
kabilesinden olan Arapların arasında büyüdü ve gelişti. Gençlik çağına
geldiğinde de onlardan bir kızla evlendi. Babası ise oğlu İsmail'i zaman zaman
ziyaret ediyordu. Cenab-ı Hakk'm emri geldiğinde ise; İbrahim ve oğlu
Beytullah'ı yapmaya başladı ve yaptı. Sonra Allah o ikisine menasiklerin hepsini
(ibadet edilecek yerlerin hepsini) gösterdi. O zamandan beri her taraftan
insanlar Mekke-i Mü-kerreme'ye gelmektedirler.
Subhanallah!
İbrahim, Irak'tan çıktığı
zaman Cenab-ı Hakk'ın O'na ne yapacağını bilmiyordu. Bütün bildiği şey;
Allah'ın emrine âmâde olduğuydu. O hiç bir zaman herhangi bir toprağa veya
vatana bağlı değildi. Cenab-ı Hak O'nun için Şam beldesinde tevhid
minarelerinden bir minare dikmesini dilemişti.
Ve İshak'a, İbrahim'den sonra Peygamberlik görevi
Cenab-ı Hak'tan nasib olur. İshak'tan sonra da Yakub geldi. Süleyman
Aleyhisselam gelip Mescid-i Aksa'yı yapıncaya kadar böylece Nübüvvet zinciri
devam etti, (Allah'ın selat-u selâmı hepsinin üzerine
olsun).
Mekke-i Mükerreme'de ise; İbrahim Hacer'i Mısır'dan
getirdi ve Cenab-ı Hak Hacer'in Arapların anası olmasını
diledi.
Allahu Teâla İsmail'i Hicaz'ın Araplarına ve Yemen'e
gönderdi. O da onları Hanif dine davet etti. Onlar da bu davette O'na icabet
ettiler. Bu davetin eserleri Peygamberlerin sonuncusu gönderilinceye kadar
kesilmedi. Bu son Peygamber İsmail'in nes-lindendir. Salat ve selamların en
faziletlisi onların üzerine olsun. Böylece Şam diyarı İshak'm tem-silciliğiyle,
Arap yarımadasıysa İsmail'in tem-silciliğiyle birleşmiş oldu. İbrahim
Aleyhisselam ise bu birliğin lideriydi. Cenab-ı Hak Halil'i için iki tane
beyt'in olmasını diledi. Biri Kudüs'te, diğeri de Mekke'de. İbrahim Aleyhisselam
bu iki beyt arasında gider gelirdi. Bunda da şöyle açık bir delil vardır, o da
bu mıntıkanın bir tek vatan olduğudur. Öyle ise bu bölgenin parçalanması, devlet
ve krallıklara ayrılması caiz değildir.
Ve Cenab-ı Hak, Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
İsra'sınm Mekke'den, Kudüs'e olmasını diledi. Orada Allah'ın Nebi ve Rasûllerine
imam olarak namaz kıldırdı, sonra da semaya (Miraca)
götürüldü.
"Kulunu bir gecede Mescid-i Haram'dan etrafını mübarek
kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan
münezzehtir."
Eğer Cenab-ı Hak dileseydi Rasûlü'nün Miracı Kudüs'ten
olmayıp da Mekke'den olurdu... Fakat yüce Allah, İsra'nm, Mekke ile Kudüs
arasında ve Miracın da Kudüs'ten olmasını murad etti. Kudüs'ün Mekke'yle
irtibatlı olduğuna dair burada açık bir delil vardır.
Rasûlullah'm Sahabeleri bu gerçeği idrak etti, Şam
diyarını fetih için yola koyuldular ve Aksa'yı Rum putlarından
temizlediler.
Allah düşmanları defalarca Kudüs'e hücumlar ettiler ve
işgal etmek istediler. Fakat bütün bu gayretler Müslümanların kararlılığı ve
güçleri karşısında kırılıp yok oldu.
Şam'ın plan sahibi şöyle diyor:
"Bütün dünya eskiden beri Şam diyarının konumunu ve
önemini anladı. Bundan dolayı o belde savaşçılar ve orduların hedefi oldu. Deniz
ve karadan birçok birlikler geldiler. Babil ve Fars'lar doğudan, kuzeyden
geldiler. Ğâzân, Hulâku ve Ti-murlenk de doğudan geldiler. Napolyon ise batıdan,
deniz yoluyla güneyden geldi.
Mısırlı İbrahim Paşa ise kara ve denizden yani batı ve
güneybatıdan geldi. İngiliz, Fransız ve Araplardan oluşan birleşik ordular da
güney ve batıdan geldiler. (Arap ordularından maksat, Faysal b. Hü-seyn'in
ordusudur.)
Şam Ömer İbn-i'1-Hattab'ın akıncılarını da gördü. Ebi
Übeydete El Cerrah, Halid bin Velid, Musa bin Nuseyr, Nureddini Zengi,
Selahaddin El Eyyubi ve Sultan Selim gibi fatihlerden olanları da gördü. Ömer
bin Abdul Aziz ve İbn-i Teymiyye gibi Mü-ceddidleri de Şam diyarı görmüştür. Ve
Şam beldesi, Buhtu'nnasr, Hulâku, Cengiz, Gazan ve Timur gibi savaşçıları da
gördü."[101]
Ey Şam
diyarındaki Müslümanlar!
Sizler çok iyi biliyorsunuz ki, beldeniz vahyin iniş
yeri, İbrahim Aleyhisselâm ve diğer Peygamberlerin karar kıldığı, Cenab-ı Hak
yedi kat semalar'ın üzerinden orayı mübarek eylediği bir
yerdir.
"Kulunu bir gecede Mescid-i Haram'dan etrafını mübarek
kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren Allah, her türlü noksanlıklardan
münezzehtir."
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem de şöyle
buyuruyor:
"Şam'a müjdeler olsun. Muhakkak Rah-man'ın melekleri
kanatlarını oranın üzerine yayıcı-dırlar."[102]
Beldeniz ahir zamanda Mesih İsa Aley-hisselam'ın inişine
de şahit olacaktır. Mehdi'ye tabi olarak orada namaz kılacağına da beldeniz
yine şahit olacaktır. Allah'ın arzında O'nun Şeriat'ı hükmedecek, Allah'ın
düşmanlarına karşı sizin
beldeniz cihad edecek ve onlara galip gelecektir.
Ey Şam diyârmdaki müslümanlar!
Nasıl işlerinizin dizginlerini ırkçı, hı-rıstiyan,
haçlı, laik ve batini propagandacılara teslim ettiniz?
O mülhid kafirlerin sizleri hürriyetinize
kavuştura-caklarına nasıl inandınız? Sizleri ve Filistin'i mücrim yahudilerden
kurtaracağına nasıl inandınız?
Yarım asırdan beri Cenab-ı Hak'tan size gelen azaplar,
dersler ve karşılaştığınız zorluklar ve çileler size yetmedi mi?.... Bir kavim
kendini değiştirmediği müddetçe, Allah da o kavmi
değiştirmez.
Bunu bilmenizin zamanı gelmiştir. Halisane olarak
Allah'a dönüşünün ve saflarınızı "La İlahe İllallah, Muhamnıedun Rasûlullah"
bayrağı altında birleştirmenizin zamanı gelmiştir.
Beldenizin tıpkı İbrahim'in, İshak'm, Davud'un ve
Süleyman'ın.... günlerinde olmasına yardım edecek bütün sebepleri elde etmenizin
zamanı gelmiştir (Aleyhimu's-Salâtu Ve's-Selâm). Tıpkı yüce
İslâmi fetih günlerinde olduğu gibi olmanıza yardım edecek her vesileyi elde
etmenizin zamanı gelmiştir. Bu Allah'a zor bir şey
değildir»
Ve'1-Hamdülillahi Rabbi'l Alemin.
Sevgili okuyucu,
kitabın davamı olan
'Allah'ın
Rasûlü
Şuayb'
isimli ikinci
cilde buluşmak duası ile. [103]
Gayemiz
Yüce Kurana ve sahih sünnete dönmek, Kuran ve Sünneti bu
ümmetin selefinin (sahabe - tabiûn - etbeuttabiin) anladıkları ölçülerle
anlamak, hayat her sahasına Kuran ve Sünneti hakim kılmak. Bu konuda Allahü
Tealanın şu ayeti bize yol göstermektedir: "Hidayet kendisine tebliğ edildikten
sonra kim Resule karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola saparsa, onu
seçmiş olduğu yolda bırakır, cehennen atarız. O, ne kötü bir düşüştür." (Nisa:
115)
Müslümanın hayatına girmiş olan şirkin her çeşidini
temizlemek. Münker ok her beşerî ideolojiden ve bidatten müslümanları
sakındırmak. İslam'ın özüm bilen muteber hadis alimleri tarafından kusurlu
görülen bütün zayıf ve mevz rivayetlerden sünneti arındırmaktır. Çünkü bu
iftiralar, tertemiz olan İslamı bozmakta ve müslümanların önünde her zaman bir
engel teşkil etmektedir. Müslümanları hak din ile terbiye etmek ve onlan,
İslam'ın ahkâmını yürürlüğ koymaya teşvik etmek. İnsanları, Allah'ın nzasına
ulaşmak hususunda kefil olan İslam'ın edep ve faziletiyle süslenmeye çağırmak
ki, ancak bu haslet ile saadete erişilip zirveye
ulaşılabilinir.
İnsanları gerçek ve sahih anlamda Allah sevgisine davet
etmek. Bu da ancal< takva ve taatle olur. Ayrıca insanları Rasûlullah
sevgisine davet etmek ki, bu da, Ona uymak ve kendisini en güzel örnek kabul
etmekle olur. İmam Malikin ifade ettiği şekilde, insanları Selef-i
Salihininyoluna döndürmek: "Bu ümmetin evveli, selefi ne ile ıslah olduysa,
sonra gelenleri < öyle ıslah olur. O gün dinde olmayan şeyler, bu gün de
dinden değildir." İslam birliğini kurmak için azimkar olmak ve müslüman
cemaatlerin programlarını hak üzere ve hak yolda toplamaya gayret göstermek.
Müslümanların vahdeti yerine, dağılmalarına vesile olan hizipçilik musibetinden
uzak kalmak. Çünkü biliyoruz ki bu hizipçilikler, İslam kardeşliğinin temiz
atmosferini yok etmektedir.
Çağın şu andaki bütün problemlerine İslam'ın sunduğu
çareleri ve huzuru takdim etmek, Rabbanî toplumu yeniden oluşturabilmek ve
yeryüzünde Allah'ın hükmünü tatbik etmek için Resûlullahın ölçülerinden taviz
vermeksizin çalışmak.
İşte bu, bizim gayemizdir. Bütün müslümanlan, ayınm
gözetmeksizin, topluca bunları hayata geçirmeye ve bizlere yardımcı olmaya
çağınyoruj Çünkü bakî olan İslam'ın yeniden yayılması için samimî kardeşlik
duygularıyla, saf bir muhabbetle ve en önemlisi de Allah'ın yardımıyla, bu
gayeyi hayata geçirmek, üzerimize büyük bir emanettir. Saf, katışıkst gönüller,
Allah'ın vaadi, zaferi ve nizamının gerçekleşmesinin teminatıdı "Şeref
Allah'ındır, Rasûlünündûr ve bütün müminlerindir." (Münafikûn:
8)
[1] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları:294-296.
[2] El Mmtaku: Kuşak demektir. Mim'in Kesresi, nun'un sükunu
ve tâ'nın fethesiyle okunur. Bele bağlanır. Çoğulu Menatık'dır. Kuşağı
bağlamasının sebebi: Sare, Haceri İbrahim'e vermişti. O da İbrahim'den İsmail'e
hamile oldu. Sare onu kıskandı ve O'nu doğurduğunda O'ndan üç azasını keseceğine
dair yemin etti. Bunun üzerine Hacer
beline kuşak bağladı ve eteklerini iyice uzattı ki hamilelik eserini Sare'den
gizleyebilsin. Deniliyor ki, İbrahim Hacer hakkında kendisine yardımcı oldu ve
Sare'ye dedi ki: O'nun kulaklarını delmekle ve sünnet etmekle ise; Araplarda ilk
defa eteklerini yerlere kadar sürütmek İsmail'in annesinden kalmıştır, der ve
hadisi zikreder. Fethu'l Bari'den alınmıştır. 7/208
[3] Zemzem: Bugün bilinen kuyudur. O zaman mescid yapılmış
değildi. Hatta Mekke bile meskûn bir yer değildi.
Ed Devhetü: Hangi ağaç olursa olsun, büyük ağaç demektir.
Çoğulu "Devhun"dur.
[4] İbrahim hanımı Sare'ye olan rağbetinden nasıl ciğer
paresi ve göz beği İsmail'i hiçbir insanın ve yardımcının olmadığı vahşi bir
sahraya bıraktı?
İbrahim'in yumuşak huyluluğu ve ince kalpliliğiyle, oğlu
İsmail ve annesi Hacer'e karşı bu sert konumunu nasıl
birleştireceğiz?
Bu iki soruya karşı cevap Hacer'in sorusunda ve İbrahim
Aley-hisselâm'm cevabında çok açık ve ortadadır.
"Bunu sana emreden Allah mıdır? O da dedi ki:
"evet"
Öyle ise: Muhakkak ki (Sare) İbrahim Aleyhisselâm'dan
Hacer'i ve oğlunun seslerini duymamak için onları en uzak yerlere götürmesini
istemiştir. Hikmeti,isimleri ve sıfatları yüce olan Allah ise İbrahim
Aley-hisselâm'a oğlunu Mekke'yi Mükerreme' yerleştirmesini emretmişti. Ve
İbrahim Rabbinin emrini yerine getirmiş, biricik ve küçücük yavrusunu ekinsiz
bir vadiye bırakmıştır. Sonra da geldiği yere derhal geri dön-müştür.İbrahim
Hacer'e hiç iltifat etmemeye ve ona cevap vermemeye başladı. Sebebi ise;
kalbinde bir yumuşaklık olur da bu yumuşaklıktan dolayı Rabbinin emrini yerine
getirememekten korkuyordu.Allah'm emrinden dolayı Halil Aleyhisselâm'm böyle
davranmasında bir gariplik ol-masada bunun Allah'ın emri olduğunu öğrenince
Hacer'in "Öyle ise O bizi zayi etmez"! sözüne hayran olunur. Bir kadm çorak
ekinsiz bir yerde, orada sığınacağı herhangi bir ev yoktur. Ünsiyet edecek
insanlar da yoktur. Kendisinin içeceği ve çocuğuna içireceği bir su kaynağı da
yok. Güvenebileceği herhangi bir rızık geliri de yoktur.
Bu kadın, bu işi İbrahim'e emredenin Allah olduğunu
öğrenice mutmain oluyor. Hiçbir yırtıcı hayvandan ve diğer tehlikeli şeylerden
kork-madı. Çünkü Cenabı Hakkın koruduğu kimseye onların en ufak bir zarar
vermesi mümkün değildir. Allah'ın koruduğu kimseye karşı onlar en zayıf ve en
korkak olurlar.
Alimler ve davetçiler Hacer'in imanı gibi bir imana ve
Hacerin Allah'a teslimiyeti gibi bir teslimiyete ne kadar da
muhtaçtırlar
[5] Buhari'nin Sahih'inde tahric etmiş olduğu, Kesir bin
Kesirden gelen İbrahim bin Nafi rivayetinde ise; "Ne zaman ki "Kedae"ye
ulaştılar" şeklindedir. Kedae, Allah Rasûlü Aleyhisselâm Mekke'ye girdiği
yerdir.
[6] - Bazıları
"Beyte yönünü döndü" sözünden ve Cenabı Hakk'm "İbrahim'e Beytin yerini
gösterdiğimizde..." kavlinden Beytin eski olduğunu anlamışlardır. O'nu ilk yapan ise Âdem (aleyhisselâm)
olduğuna kail olmuşlardır. Bazıları da: Beyti ilk yapanın İdiris
(aleyhisselâm) olduğu ve
daha sonra Nuh
tufanıyla yıkıldığını
söylemektedirler. Bu sözler için itimad edilecek sahih bir delil
yoktur.
İbn-i Kesir şöyle diyor:
"Beytin Halil (aleyhisselam)'dan önce yapılmış olduğuna
dair Masum (Hz. Muhammed)'den sahih herhangi bir haber gelmemiştir. Bu konuda
"Beytin yeri" kavline tutunanlar için denir ki, bu delil açık ve kesin değildir.
Çünkü bundan maksat Allah'ın ilminde takdir olunmuş yeri
demektir.
O'nun yüce takdirinde Beyt'in yerinin kararlaştırılmış ve
Nebilerin indinde ta Adem'den İbrahim'in zamanına kadar takdir edilmiştir. Adem
(aleyhisselam)'ın Beyt'in üzerine kubbe diktiğini zikretmiştik. Melekler O'na
dediler ki: Senden önce bu Beyt'i tavaf etmiştik. Gemi de O'nu kırk gün veya
buna yakın bir zaman Beyt'i tavaf ettiğini de zikretmiştik. Fakat bütün bunlar
İsrail oğullarının haberlerindendir. Biz bu haberlerin ne tasdik edilip ve ne de
yalanlanmıyacağmı kararlaştırdık. Bu haberlerle delil
olmaz.
İbn-i Kesir'in Kısasu'l Enbiya adlı kitabından
alınmıştır. 1/226 Bu sözün bir benzerini de Edvau'l Beyan sahibi söylemektedir.
5/64
[7] Ayeti Kerimedir. "Ey Rabbimiz! Ben senin mukaddes olan
evinin yanında ekinsiz bir vadide evlatlarımdan bir kısmını yerleştirdim. Ey
Rabbimiz! Bu Beyt'i Haram'da dosdoğru namaz kılmaları içindir. İnsanlardan bir
kısmının kalplerini onlara meylettir. Şükretmeleri için, o belde halkını bazı
meyvelerle rızıklandır." İbrahim Sûresi, ayet: 37
[8] Yani ağzından köpük salyalıyor ve kendini yere vurup
çırpmıyor. Keşmiyni'nin rivayetinde ise; diliyle dudaklarını yalıyordu
şeklindedir. Mamer'in rivayetinde de böyledir. İbrahim bin Nafi'nin
rivayetinde ise; ölmek için
inliyordu sanki, şeklindedir.
Yani sesini yükseltip alçaltıyor
ve inliyordu. Sanki can çekişiyordu.
[9] Dıru'l Mer'eti: Kadının gömleği demektir. Böyle
zikredilmiştir. Muhtaru's Sıheh adlı sözlükten
aktarılmıştır.
[10] Allah Rasûlü Aleyhisselam'm şu kavline
bak:
"İşte insanların Safa ile Merve arasındaki sayı bundan
kalmadır." Her yıl insanların Safa ile Merve arasında tıpkı Hacer gibi say
yapmalarından Hacer için daha büyük bir ikram ve yüceltme olabilir mi? Allah
O'ndan razı olsun. Bu nasıl bir şuur ortaklığı ki en uzak yerler müslümanların
koşarak geliyorlar.Say'da bütün kalpleriyle Hacerle bir-likte aynı duyguları,
hisleri ve hareketleri yaşıyorlar.Bu ne büyük bir hedef
birliğidir?
Üstad Ebu'l Hasan Ali El Hasani En Nedvi şöyle diyor:
Mümin ve muhlis bir kadından açığa çıkan bu mecburi hareketleri Cenabı Hak ebedi
kıldı.Her asırdaki ve her nesildeki akıllıların, fel-Nofecilerin, dahilerin,
lider ve meliklerin en büyüklerinin yapmakla mükellef oldukları ihtiyari
hareketler yaptı. Öyle ya, onların hac ibadetleri bu iki dağ arasında say
yapmadan tamam olmuyor. O iki dağ ki, her sevenin ve her itaat edenin
miykatıdır. Say, müslümam bu alemde en güzel bir şekilde temsil etmektedir. O,
akıl ile duyguyu, güzellik ile inancı bir araya toplamaktadır. Müslüman akıldan
yardım alır ve onu hayatının menfaatleri yolunda kullanır. Fakat bazen de
duygularına boyun büker. O duygular ki, akıldan daha derinlerdedir. Müslüman şu
alemde yaşar ve bazen olur ki, şehvetler tarafından kuşatılır ve süslerle ve
gösterişle etrafı dolar. Fakat o, bunların aralarından yürür gider. Tıpkı Safa
ve Merve arasındaki Say yapan gibi. Herhangi bir şeye takılmaz ve hiç bir şeye
bağlanmaz. Sadece onun hedefi ve işi kendisini karşılayan şeydir (ahiretidir).
O, hayatını belirli şavt'lar (Kabe etrafında tavafta her bir dönme) olarak
kabul eder. Hayatım Rabbine itaata hasreder. Kendinden önceki salih müminlere
uymaya tayin eder. İmam, onu çalışma ve araştırma yapmaktan asla men etmez.
Çalışması da Allah'a olan tevekkülünü ve O'na olan güvenini
engellemez.
Öyle bir harekettir ki, kıymeti, ruhu ve mesajı
"Sevgidir" ve "tes-limiyet'tir."
El Erkanu'l Erbeatü (Dört Rükün) adlı kitaptan
alınmıştır. Sayfa 237.
[11] Sah: Sus demektir. Adeta kendi kendine hitab edip sus
demiş oluyor.
[12] Yani bana yardım et. İbrahim bin Nafi ve İbn-i Cüreyc'in
rivayetlerinde ise; dedi ki: Eğer yanında bir hayır var ise bana yardım et,
şeklindedir.
[13] İbrahim ve Cüreyc'in rivayetlerinde ise; "bir de baktı
ki Cebrail". Taberi'nin indindeki senedi Hasen olan Ali hadisinde ise: "Cebrail
O'na seslendi ve dedi ki: Sen kimsin? O da dedi ki: İbrahim'in çocuğunun annesi
Hacer'im. Cebrail dedi ki: O sizi kime emanet etti? Hacer: Allahu Teala'ya
emanet etti? Cebrail: Size kafi birini vekil etmiş
dedi"
[14] Akabihi: Yani arka ayağıyla. Ve "arka ayağıyla kazdı
veya dedi ki kanadıyla" sözü ravinin tereddüdüdür. İbrahim bin Nafi rivayetinde
ise; "arka ayağıyla bu şekilde dedi ve ayağıyla yeri eşeledi "dir. Bu arka
ayağıyla olduğunu tayin etmek içindir. Fethu'l Bari'den
nakledilmiştir.
[15] "Fe Caelet tuhavviduhu": El Ehvad'm müfredidir. Hader
Recül yani havuz edindi. Suyun toplandığı yer demektir. Allah Rasûlü
(aley-hisselam)'m "Aynen maiynen" yani açıktan açığa yeryüzünde akan
demektir.
Nafi'nin rivayetinde ise: "Kane'l Mau Zahiren", yani su
açıktan olurdu (akardı). İbni'l Cevzi dedi ki:
"Zemzem herhangi bir çalışanın ameli olmadan tamamen
Allah'tan bir nimettir. Ve ne zamanki Hacer O'nun etrafını çevirip havuz yaptı,
ona insan emeği karıştı ve su da azaldı.
[16] Yani helak olmaktan korkmayın demektir. Ebi Cehm
hadisinde ise: "Suyun yok olmasından korkma" şeklindedir. Elfakihe'nin indindeki
Eyyup'dan gelen Ali bin Elvaziî'nin rivayetinde de: Bu vadi ehlinin
susuzluğundan korkma. Çünkü o bir kaynaktır ki, ondan Allah'ın misafirleri
içerler' biçiminde gelmiştir.
[17] "Bu çocuk bina eder". Ve yine orada (Buhari'nin
rivayetinde) mefûl'ün hazfedilmiş haliyle de varit olmuştur. İsmail'in
rivayetinde ise: "Onu yapar" şeklindedir. Ve "İçti ve emzirdi" sözünde, Zemzem
suyuyla gıdalandığma işaret vardır. O şekilde ki, yeme ve içmede Hacer'e kafi
geliyordu.
[18] Rüfkartün: İster seferde olsun ister olmasın karışık bir
cemaat demektir. (Kafile).
[19] Cürhüm'lüler Kahtan oğullarındandır. Kahtanlılar Amr'ın,
o da Şaliğ'in, o da Erfeğşez'in, o da Şam'ın, o da Nuh'un oğludur. İbn-i İshak
diyor ki:
Diller ilk defa konuşulduğunda Arapçayı ilk konuşanlar
Cürhüm ve kardeşleri Katura kabilesidir. Cürhüm'ün reisi, Mudad bin Amr idi.
Ka-tura'nın ise: Es Semi idi.
Hepsine birden de Cürhüm denilmektedir. Ata bin Es
Saib'in rivayetinde de: O zaman Cürhüm Mekke'ye yakın bir vadide idi. Deniliyor
ki Cürhümlülerin aslı Emalikalılar'dandır.
[20] Dönen bir kuş gördüler: O kuş su üzerinde tekrar tekrar
dolanıyordu.
[21] Çeri gönderdiler: Yani elçi gönderdiler Geri bazen
vckiln ve çalıştırılan işçiye de denir. Deniliyor ki böyle isimlendmlinc=imn
sebebi: Hönderildiği yere veya vekil edildiği şeye gitmesindendır. Ya da
ih-liyaçlarında çok süratli
gitmesindendir. İbrahim bin
Nafinin rivayetinde ise: "
Rasûl (elçi) gönderdiler" şeklindedir.
[22] İsmail'in annesi bu anlaşmayı yaptı: Mukavele, ahitleşme
demektir. Ünsiyet ise, yalnızlığın zıddı demektir.
[23] "Onlardan Arapça
öğrendi." Burada annesinin ve babasının dilinin Arapça olmadığı
anlaşılmaktadır. Ancak İsmail Arapçayı çok fasih bir şekilde
konuşuyordu.
[24] Enfesehum: Fe'nin ve Sin'in fethesiyledir. Nefasetten
gelir. Yani onların İsmail'e karşı olan rağbetleri çok oldu demektir. İsmail'in
rivayetinde ise "Enisehum" şeklindedir. Fe harfi olmaksızın, üns'den
gelmektedir.
[25] Bıraktığından haberdar olmak: Yani orada bıraktığının
halinL araştırmak. Hacer'in ölümü, İsmail'in evlenmesi esnasında oldu.... İş
Cenabı Hak, Hacer'e ve oğluna suyu ve insanları böyle kolaylaştırıyor^ Daha
sonra da Cürhüm kabilesini onlara gönüllü kıldı. O şekilde kıî' Zemzem suyunda
hiçbir hakları olmadığına dair olan şartı kabul ettiler. Halbuki Arapların
savaşlarının çoğu su yüzündendir. "Kim Allah'tan korkarsa, Allah onun için bir
çıkış nasib eder ve onu hiç bilemediği yönden
rızıklandınr."
[26] "Yebteği Lena": Yani bizim için rızık tabediyor
(arıyor), demektir. İbn-i Cüreyc'in rivayetinde ise; İsmail'in geçimi av idi.
Çıkarır (balık çıkarır) ve av yapardı, şeklindedir. Buhari'nin Sahih'inde Selemo
bin El Ekva (r.a)'dan tahric ettiği bir hadiste: Nebi Aleyhisselam
Müslümanlardan savaş eğitimi yapan bir guruba uğradı ve buyurdular ki: Ey
İsmail'in oğulları atın, çünkü babanız İsmail atıcıydı
(okçuydu)....."
[27] Ata bin Eş Saib'in rivayetinde "Sizin misafiriniz var
mıdır" fazlalığı vardır.
[28] Ebi Cehm hadisinde ise: "İbrahim O'na (İsmail'in
hanımımı) dedi ki: Ev (eviniz) var mı? O da: Hayır yoktur dedi. İbrahim:
Yaşantını/, (geçiminiz) nasıldır? dedi. O da: zorluktan bahsetti ve dedi ki:
Yemrv gelince, yemek yoktur. Koyunlara gelince onlar da sağılmıyor, sade
<> deve, o da sütten kesilmiş, çok az ,o da kan gibi sağılıyor. Suya
gelin* > , işte gördüğün gibi sert ve katı su,
dedi.
[29] Kapının eşiğinin değiştirilmesi, boşama kinayelerinden
bir kinaye sözcüğüdür. Bu İsmail'in "O babam senden ayrılmamı bana emretmiş"
sözünden bu açık olarak anlaşılmaktadır. Ben derim ki: İbrahim'in oğluna
hanımını boşamasını emri işinin sebebi şudur: Birincisi "Hiz şer içindeyiz"
sözüyle Allah'ın kaza ve kaderine karşı kızgınlığını ortaya koymasıdır. Oysa
Müslüman fakir de olsa Cenabı Hakkın em-ı ine boyun eğmek zorundadır.Şer,
zenginlikte de olabilir. Allah Rasûlü Aloyhisselâm vefat ettiğinde zırhı bir
yahudinin yanında rehin idi. llazen olurdu ki bir ve iki ay geçtiği halde onun
evinde ateş yanmazdı.... Diğer bir sebebi ise: İsmail'in hanımının misafiri kötü
karşılaşmasıyla (l/.iîtlenebilir.İbrahim'in en belirgin bir ahlakı da ikram ve
misafire karşı nlinin çok açık olması idi. En iyisini Allah
bilir.
[30] İbrahim bin Nafi'nin rivayetinde ise: "Ey Allahım!
Onları yiyeceklerinde ve içeceklerinde mübarek kıl" şeklindedir. Yine İbrahim
bin Nafi'nin rivayetinde: "İbrahim'in duasının bereketidir" diye gelmiştir. Bu
sözde hazf vardır. Takdiri ise: Ehli Mekke'nin yiyeceğinde ve içeceğinde
İbrahim'in duasının bereketidir şeklindedir.
[31] Haluvet biş şeyi ve uhtuliyet: Yani ona başka bir şey
karışmadığı zaman denir. Ebi Cehm hadisinde de: "Mekke ehlinden başka hiç kimse
et ve sudan başkasına dayanamaz ve midesinden şikayet eder" fazlalığı
vardır. Ve yine Ata bin Es Saib
hadisinde buna benzer olarak O (İsmail'in hanımı) dedi ki: Allah sana rahmet
etsin, konakla ve ye iç. İbrahim de: Ben konaklıyamam dedi. O da: Ben seni toz
toprak içinde görüyorum, başını yıkayıp yağlamaz mısın? dedi. İbrahim de: Evet,
ilh. (böylece hadis sonuna kadar devam edip
gitmektedir.)"
[32] Ebi Cehm hadisinde şu fazlalık vardır: O (İbrahim) dedi
ki: Sen benim nazarımda çok kıymetliydin ve
İsmail'e on erkek çocuk doğurmakla benim indimde çok daha kıymetli
oldun."
[33] "Sonra Allah'ın dilediği kadar onlardan ayrı kaldı ve
bundan sonra geldi" sözünde, İbrahim (aleyhisselâm) zaman zaman her vakitte
Mekke'ye geldiğine ve oğlunu ziyaret ettiğine delalet vardır. Halil, oğlunu
Mekke'de bıraktığında İsmail daha çocuk olmasına rağmen, babasının şeklini
(simasını) tanıyordu. Bu da gösteriyor ki, İbrahim Aleyhisselâm defalarca gidip
gelirdi.
[34] En Neblü: Tüyü ve ucunun demiri takılmadan önceki oka
denir. Bu bir Arap okudur.
[35] "Bir babanın oğluna ve bir oğlun babasına yaptıkları
gibi yaptılar." Yani musafaha , sarılmak ve buna benzer şeyler
demektir.
[36] İbn-i Cehm'in rivayetinde: "Ve odayı Beyt'e dahil etti.
Daha önce o oda İsmail'in koyunlari için bir ağıldı. O Beyt'i taşları birbiri
üzerine koyarak yaptı. Beyt için tavan yapmadı. O'nun için bir kapı yapmıştı.
Beyt için bir de kiler (depo) yaptı. Beyt için gelen hediyeleri o kilere
koyardı.
[37] "Bu taşı getirdi": Yani makam'ı getirdi demektir.
İbrahim bin Nafi'nin rivayetinde ise: "Ne zaman ki bina yükseldi ve Şeyh
(İbrahim) taş taşımaktan aciz kaldı, işte o zaman makam taşının üzerine çıktı."
şeklinde varit olmuştur.
Osman'ın hadisinde de şu fazlalık vardır: Rükün ve makam
İbrahim'e indi. İbrahim makam'ın üzerinde durur, onun üstünde binayı
(Beytullahı) yapardı. Rüknün yerine ulaştığında onu bu günkü yerine koydu. Ve
makamı alıp Beyt'e yapışık yaptı. İbrahim Kabe'yi tamamlayınca Cebrail geldi ve
ona bütün menasikleri (ibadet yapılacak yerleri ve usûlleri) gösterdi. Sonra
İbrahim makam'ın üzerinde durdu ve dedi ki:
"Ey insanlar, Rabbinize icabet edin." Ve İbrahim ve
İsmail şurada
durdular (dikildiler).
[38] Fethu'l Bari, 7/208-215, Albani, El Halebi
Matbaası.
Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 297-311.
[39] Bakara Sûresi, ayetler: 127, 128,
129
[40] Hac Sûresi, ayetler: 27, 28,
29
[41] Kasas Sûresi, ayet: 57
[42] Kureyş Sûresi, ayet: 3,4
[43] Müslim Sahih'inde, Mekke'nin haram edilişi bölümünde
rivayet etmiştir. 9/123 Sahihi Müslim, Nevevi şerhi."Ezhir" veya
"İzhir":Mekkelilerin demircilikte ve evlerinin çatılarını örtmekte
kul-landıkları.vadilerde yetişen bir ottur.(Ahmet Davudoglu Müslim Tercümesi
C.7.5.119,120)
[44] Onu İmam Ahmet Müsnedinde tahric etti. 5/262 Halebi
Matbaası. Bir benzerini de yine İmam Ahmet Ebi Seleme'den tahric etmiştir.
(Kasımi tafsirinden 2/258)
[45] Muttefekun aleyhtir. Lafzı ise Buhari'ye
aittir.
[46] El Erkan-ül Erbeatü. (Dört Rükün) Ebu'l Hasan Ali El
Hasani En Nedvi, sayfa 230-231, Daru'l Feth, Beyrut.
Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları:312-319.
[47] İbn-i Ebi Hatim İbn-i Abbas'tan tahric ettiği bir
rivayette, Allah Rasûlü (aleyhisselam) buyurdular ki: "Peygamberlerin rüyası
vahiydir." Buhari ve diğerleri bu hadisi şerifi Ubeyb bin Amir'in sözünden
tahric etmişlerdir. Fethu'l Kadirden naklolunmuştur.4/406
Peygamberlerin rüyasının vahiy olduğuna dair alimlerin
getirdikleri ilgililerden bazıları: Cenabı Hakkın İbrahim'in lisanı üzere gelen
şu luıvlidir:
"Ey oğulcuğum, muhakkak ki rüyamda seni kestiğimi
görüyorum"
Ve İsmail şu cevabı verdi:
"Ey babacığım, emrolunduğunu yap" yani rüyasında gördüğü
şey Cenabı Hak'tan bir emirdir.
Ve Buhari'nin Sahih'inde tahric ettiği hadiste,
müminlerin annesi Aişe (r.a)'nın sözü: "Allah Rasûlüne ilk gelen vahiy, uykuda
salih rüyadır. Rüya görürdü ve gördüğü aynen sabahleyin olurdu...." Fethu'l
Bun, 1/25 ve Er Ravdu'l Enfü, 2/193
[48] Saffat Sûresi, ayet: 102
[49] Saffat Sûresi, ayet: 103
[50] Saffat Sûresi, ayet:104,107
[51] Zadu'l Mead, îbni'l Kayyım Bl-Cevzi, Tahkik: Şuayb ve
Abdul Kadir El Ernut, 1/74
[52] Talak Sûresi, ayet: 2
[53] Meryem Sûresi, ayet: 54-55
[54] Sad Sûresi, ayet:45-48
[55] Nisa Sûresi, ayet: 163
[56] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 320-329.
[57] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 330.
[58] Muhammed bin Ka'b bin Seliym bin Esedi'l Kurezi'dir. El
Evs'in anlaşmahlarmdandır. Babası Kureyze'nin esirlerinden idi. Önce Kufe'de,
daha sonra da Medine'de oturdu. Bir çok sahabeden rivayet etmiştir. İbn-i Sad
diyor ki: Güvenilir bir alimdi. Çok hadis rivayet etmiştir ve takvalı biridir.
El Acili de diyor ki: Medine'lidir, tabiindendir, güvenilir ve salih biridir.
Kur'an'ı bilendir. îbn-i Hıbban ise: İlim ve fıkıh bakımından Medine'nin en
faziletlilerinden idi. Mescidde anlatırken O'nun ve arkadaşlarının üzerine
tavan düştü. O ve O'nunla birlikte cemaatı, onsekizinci senesinde yıkıntı
altında öldü. Ebu Bekir bin Şeybe ve başka biri de yüz sekizinci senede
kaydetmektedir. Yakub bin Şeybe ve başkaları on yedinci senede öldüğünü
söylerler. Öldüğünde yetmiş sekiz yaşında olduğunu da kaydederler. İbn-i Hacer
El As-kalani'nin Tehzib-ül Tehzib'inden
nakledilmiştir.
[59] İbn-i Kesir Tefsiri, 4/18 El Albani El Halebi
Matbaası
[60] Kasımı Tefsiri, ismi: Mehasinü't Te'vil.-14/5052-5057
Yazarı: Muhammed Cemalud Din El Kasımi
[61] Hud Sûresi, ayet: 71
[62] Edvau'l Beyan 6/691
[63] Zadu'l Mead fi Hedyi Hnyru'l îbad, 1/72, Tahkik: Şuayb
ve Ab-dulkadir El Ernut.
[64] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 330-339.
[65] El Bidaye ve'n Nihaye, îbn-i Kesir,
1/159
[66] 339- îbni Kesir Tefsiri,
4/17
[67] Tevratm yirmi ikinci bölümünde geldiğine göre: -Rab dedi
ki: Sevdiğin tek oğlunu al "İshak" ve gizli bir yere götür. Ve O'nu ateşli
olarak sana diyeceğimiz bir dağın basma çıkart.
Ve Tevratın -16- bölümünde de şu vardır: Sare'nin
İbrahim'i Hacer'le evlendirmesi konusunda hadis gelmiştir. Çünkü Rab O'nu (Sare)
evlat doğurmaktan tuttu (evlat vermedi). Sonra o (Hacer) İsmail'i doğurdu.
İbrahim'in yaşı seksen altı idi. Tevrat'ın yirmi birinci bölümünde geldiğine
göre: İshak doğduğunda İbrahim'in yaşı yüz idi. Kı-sasu'l Enbiya, sayfa:
102
[68] Zadu'l Mead, 1/72 Tahkik: Şuayb ve Abdulkadir El
Ernut.
Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 340-342.
[69] Nahl Sûresi, ayet:120-122
[70] Hicr Sûresi, ayet:78-79
[71] Miftahu Daru's-Saadet fil vechi, 147, ilmin fazileti
(Fethu'l Mecid'den nakledilmiştir), sayfa 58
[72] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 344-348.
[73] Al-i İmran Sûresi, ayet: 67
[74] Bakara Sûresi, ayet: 135
[75] Bakara Sûresi, ayet: 140
-141
[76] Al-i İmran Sûresi, ayet: 67
[77] Nisa Sûresi, ayet: 125
[78] Nahl Sûresi, ayet: 123
[79] Mümtehine Sûresi, ayet: 4
[80] Bakara Sûresi, ayet: 130
[81] Bakara Sûresi, ayet: 132 -
133
[82] Al-i İmran Sûresi, ayet: 68
[83] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 349-353.
[84] Nisa Sûresi, ayet: 125
[85] El Bidaye Ven Nihaye, İbn-i Kesir
1/169
Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 354-355.
[86] Enbiya Sûresi, ayet: 104
[87] îbn-i Abbas, hadisini Buhari Sahih'inde tahric etmiştir.
Bey-haki'nin rivayetini ise İbn-i Hacer Feth'inde zikretmektedir.
7/197
[88] Bu rivayeti Buhari Sahih'inde tahric etmiştir: Fethu'l
Bari, 7/ 198 ve 225, El Halebi Matbaası.
[89] Müslim'in
Enes'den rivayetine ve
Buhari'nin Malik bin Sasa'dan rivayetine göre Beytü'l Mamur
Yedinci Semadadır. Fakat bu Beyt'in şeklinden bahseden diğer rivayetler ise
sahih değildir.
[90] Münziri'nin Sahih-i Müslim Muhtasarı. Bölüm, Nebi'nin
İsra olayı 1/27
[91] Buhari ve Müslim tahric etmişlerdir. Zadu'l Mesir'den
8/46
[92] Buhari, Fethu'1-Bari: 7/224
[93] Fethu'1-Bari: 7/221
[94] Münziri'nin Sahih-i Müslim Muhtasan
2/185
[95] Fethu'l Bari, 7/220 ve
10/152
[96] Bu iki hadisi Buhari Sahihinde tahric etti, Fethu'l
Bari, 7/197-198
[97] Ebu Hureyre'nin hadisini, Buhari Sahih'inde tahric
etmiştir. Fethu'l Bari, 7/199
[98] İmam Nevevi'nin Sahih-i Müslim şerhi. Haşiye, 15/121,
Daru'l Fikir Matbaası, Beyrut.
[99] Bunu Müslim Sahih'inde Ebu Hureyre'den olarak tahric
etmiştir. Kitabu'l Fadl (fazilet bölümü) Muhtasar Sahih-i Müslim,
2/162
[100] El Bidaye ve'n Nihaye, 1/171
Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 356-365.
[101] Huttat eş-Şam (Şam'ın planı), Muhammed Kürd Ali 1/12, 16
Kısa özetlemelerle
[102] Bu hadisi Tirmizi tahric etmiştir, 2/33 ve hasen
olduğunu söylemiştir. Hakim ise Müstedrek'te tahric etmiştir, 2/184. El Albani
hadisin sahih olduğunu söylemiştir. Silsiletü'l Ehadisi's Sahihe,
5/503
[103]
Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a
Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 366-373.
[104]
Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a
Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: Arka kapak
yazısı