06 Aralık 2013

ALLAH’A DAVETTE PEYGAMBERLERİN METODU (DERSLER VE İBRETLER)..İSMAİL ALEYHİSSELÂM..2



ALLAH’A DAVETTE PEYGAMBERLERİN METODU (DERSLER VE İBRETLER)..

İSMAİL ALEYHİSSELÂM..2


İbrahim Aleyhisselam'ın Faziletle­rinden Bazıları


İbrahim Bir Ümmet İdi


"İbrahim, Allah'a itaatkar, hakka yönelik ve ba­tıldan uzak, başlı başına bir ümmet idi. O hiçbir zaman müşriklerden olmadı. (Allah'ın) nimetlerine şükrederdi. Allah, O'nu seçti ve doğru yola hidayet buyurdu. Biz O'na dünyada iyilik verdik. O Ahiret'te de salihlerdendir. "[69]
"Ümmet." Yani Cenab-ı Hak'ın O'nu rızıklandır-dığı iman, sebat ve ahlak bakımından tek başına bir cemaata denk idi.
"Allah'a itaatkar, hakka yönelik ve batıldan uzak idi. O hiçbir zaman müşriklerden de olmadı": Yani Allah'ın emrini her zaman yerine getiren idi. İslam dinine tamamen yönelen biriydi. O hali ise, sürekli devam etmekte ve asla o halden geri kal­mamaktaydı.
Allah rahmet etsin İbni'l Kayyım şöyle diyor:
"Muhakkak Cenab-ı şu kavliyle dostu  ibrahim methetmiş: Şüphesiz ki, İbrahim başlı başına bir ümmet idi" ayeti.
Burada methin dört çeşidi vardır:
“Ümmet”: Kendisine tabı olunan örnek demektir.
İbn-i Mesüd  Radıyallahu Anh diyor ki: “Ümmet: Hayra yol gösteren demektir. “Bu kelime fe harfinin dammesiyledır; yani "fuletûn" şeklindedir. İmam edinmektendir- Tıpkı   “Kudve” örneklik gibidir.
Ve ümmet, kendisine uyulan demek değildir. "Ümmet" ile " İmam” İki açıdan mana bakımından farklıdır.
•  İmam, bilerek ve şuuru olsun olmasın kendisine uyulan her şeye denir. Tıpkı Cenab.ı Hakk’ın şu ayetinde olduğu gibi, yolu imam diye isimlendirmek bu manadandır.
“Eyke halkı da çok zalimdiler. Onlardan da intikam aldık. Muhakkak onlar açık bir imamdır (yerleri, yolları ap-açık karşınızdadır)[70] Yani yolcuya gizli olmayan ap-açık bir yol demektir. Fakat yol ümmet diye isimlendirilmez
 •  "Ümmetin manası hayli çoktur. Bu kelime, ilim ve amelde kemal sıfatları kendi içinde toplamaktadır. İşte İbrahim Aleyhisselam bu sıfatlarda  tek başına kalmıştır. O, kendisinin başkalarından ayrıldığı özellikleri zatında toplamıştır. Adete o sı­fatların başkalarında ayrı olmasıyla veya hiç ol­mamasıyla diğerlerinden ayrılmıştır. İşte "Ümmet" sözcüğü bu manayı hissettiriyor. Kendisindeki "mim"in şeddeli olması onun tekrarına ve mah-reciyle dâmmeli oluşana delalet etmektedir. Yine ev-velindeki dâmme de böyledir. Çünkü dâmme "vav"dandır. Ve mahreci ise; konuşma anında dâmmedir. Sonundaki "Tâ" ise tekliğe delalet etsin diye getirilmiştir. Tıpkı "El-Ğurfetü" ya da "El-Lokmatü" gibi. Şu hadis-i şerifte geçen ümmet ke­limesi bu manadadır: "Muhakkak Zeyd b. Amr b. Nüfeyl Kıyamet günü tek başına bir ümmet olarak hasredilir." Ümmet kelimesinin manasına başka manaların girmesi kelimenin özelliğinden dolayı ge­rekmektedir.
Milletlerden bir topluluğu ümmet diye isim­lendirmek de bu manadandır. Çünkü insanlar bir din üzere toplanmışlar veya bir asırda bu­lunmaktadırlar .
"Gâniten": İbn-i Abbas diyor ki: "El Ganitü" itaat eden demektir. Kunut ise birçok şeyle tefsir edilir, itaatta devamlılık manasına da gelir.
"Hanîfen" sözü:
"El Hanif, Allah'a yönelen, O'na teslim olan de­mektir.
Bu mana, Allah'tan başkasından yüz çevirmeyi gerektirmektedir. Dolayısıyla meyletmek Hanif ke­limesinin gerçek manası olur. Sadece sözlükte be­lirtilen mana olmaz.
"O'nun nimetlerine şükreden idi":
Nimetlere karşı şükretmek, üç esas üzere bina edilmiştir: Nimeti dil ile ikrar edip O nimeti verene izafe etmek, nimeti O'nun razı olduğu yerlerde sar-fetmek ve o nimetler içinde gereği üzere amel et­mektir. Bir kul ancak bu üçünü birden yaptığındı şükreden olabilir. Başka türlü mümkün değildir.
Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, dostu İbrahim Aleyhisselâm'ı dört özellikle methetmiştir ki, hepsi de ilme, o ilmin gereği üzere amel etmoyu ve halkı ona davet etmeye yöneliktir."[71]
— Evet, İbrahim Aleyhisselam imanında, Alltth'Ji olan ibadetinde ve O'nun nimetlerine şükürde başlı başına bir ümmet idi.
—  Hak'ta sebat etmede ve kavminin O'na IUİ»| müne ve eziyetlerine karşı sabrında bir ümmet i&\
—  Yumuşak huyluluğunda, geniş kalpliliğinizi tevazusunda, ahlakının güzelliğinde, delilinin kuvvetliliğinde ve üstün zekasında yine başlı başına bir ümmet idi.
— Cömertliğinde, ikramında, tanıdığına veya ta­nımadığına karşı yardım edişinde bir ümmet idi.
— İhlasmda, Allah'ın emrine boyun bükmesinde ve bütün işlerinde kısaca teslimiyetinde bir ümmet idi.

— Müşriklerden berî oluşunda, onlarla asla dost­luk  kurmamasında  ve   onlardan  yüz çevirip   ay­rılışında, O bir ümmet idi. [72]

Millet-i İbrahim


Yahudi ve hırıstiyanlar, -şirk ve dalalet üzere ol­malarına rağmen- Müslümanlarla birlikte İbrahim Aleyhisselam'ın hidayet üzere ve hidayete erenlerin imamı olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. İşte bundan dolayı yahudilerin, İbrahim'in yahudi ol­duğunu iddia etme meselesi gündeme gelmiştir. Böylece hırıstiyanlar, İbrahim Aleyhisselam'ın hı-rıstiyan olduğunu iddia etmektedirler. Ehl-i Kitab, İbrahim Aleyhisselâm'dan başka Peygamberlerden hiçbir Peygamberin yüceliği konusunda Müs­lümanlarla ittifak etmemişlerdir. Hatta son Pey­gamber konusunda dahi bu ittifak yoktur. (Sal-lallahu Aleyhi Vesellem) Yahudi ve hırıstiyanlar O'nun Nübüvvetini itiraf etmemektedirler. Bu özel­lik (O'nun yahudi ve hırıstiyanlar tarafından da Peygamber olarak kabullenilmesi) diğer Nebi ve Rasûller arasında sadece İbrahim Aleyhisselam'a mahsustur. O, bu özellikle diğerlerinden ayrıdır. Kendisinde hilaf olmayan gerçek şu ki:  İbrahim Aleyhisselam yahudi ve hınstiyanların şirklerinden beridir. Tıpkı babasının dininden ve akidesinden berî olduğu gibi.
"İbrahim ne yahudi ne de hırıstiyandı. Fakat bâtıldan uzak ve hakka yönelmiş dine tabi bir Müs-lümandı. Müşriklerden de değildi."[73]
"Yahudi ve hırıstiyanlar: "Yahudi veya hıristiyan olun ki hidayete eresiniz" dediler. De ki: Din, Hakk'a yakın ve batıldan uzak olan İbrahim'in dinidir. O, müşriklerden değildi."[74]
Yani İbrahim Aleyhisselam, Üzeyr'in Allah'ın oğlu olduğunu iddia ettiklerinde müşrik ya-hudilerden veya İsa Aleyhisselâm'ın Allah'ın oğlu ol­duğunu iddia eden müşrik hırıstiyanlardan da de­ğildir.
"Yoksa İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve to­runlarının yahudi veya hıristiyan olduklarını mı söylüyor sunuz?" De ki: Siz mi, yoksa Allah mı daha iyi bilir? Allah tarafından, bildiği bir şahitliği giz­leyenden daha zalim kim olabilir? Allah işlediğiniz şeylerden gafil değildir."[75]
Cenab-ı Hak İbrahim Aleyhisselam'dan yahudilik ve hıristiyanlığı nefyederken bir çok yerde de O'nun hanif bir Müslüman olduğunu vurgulamaktadır.
"İbrahim, ne yahudi ne de hırıstiyandı. Fakat hanif bir Müslümandı. Müşriklerden değildi."[76]
"İyilik işler olduğu halde bütün varlığını Allah'a teslim eden ve hanif bir Müslüman olan İbrahim'in dinine tabi olandan daha güzel dinli kim vardır? Allah İbrahim'i dost edindi."[77]
Allahu Teâla'mn Muhammed Mustafa'ya, Sal-lallahü Aleyhi Vesellem, İbrahim'in dinine tabi ol­masını emretmesi ikram ve fazilet olarak Halilü'r Rahmana kâfidir.
"Sonra sana: "Hanif olan İbrahim'in dinine uy" diye vahyettik. O müşriklerden değildi."[78]
Cenab-ı Hak O'nu, yönünü Allah'a teslim eden herkes için temiz bir örnek kılmıştır.
"Gerçekten İbrahim'de ve O'nunla beraber olan­larda sizler için çok güzel örnek vardır. Hani onlar kavimlerine: "Biz sizden ve Allah'tan başka tap­tıklarınızdan uzağız" demişlerdi...."[79]
İbrahim'in dininden yüz çeviren herkes kendi nefsini aşağı kılmış, Allah'a şirk koşarak O'nun yo­lundan sapmış, dalalete düşmüştür.
"Ancak kendi nefsini sefih duruma düşürenlerden başka kim İbrahim'in dininden yüz çevirir. Biz İb­rahim'i dünyada seçtik ve o Ahiret'te de sa-lihlerdendir."[80]
Nefsini sefih düşürdü: Yani nefsini hafife aldı ve onu alçaltıp rezil etti demektir. Tıpkı yahudi, hı-rıstiyan ve Araplardan müşrik olanlar gibi.
Allahu Teâla bu ayet-i kerimeden sonra gelen ayetlerde İbrahim'in bu yüce makama nail olduğunu açıklamaktadır. Çünkü İbrahim Aleyhisselâm her işini alemlerin Rabb'ine teslim etmişti.
İslam üzere istikamette olmuş, malını, canını İslam'a feda kılmış ve bu akideyi kendinden sonra gelen evlatlarına da vasiyet etmişti.
"İbrahim ve Yakub, İslam dinini evlatlarına va­siyet edip: "Ey evlatlarım! Allah sizin için bir din seçti. Sadece müslüman olarak can veriniz" dediler. Yoksa ölüm Yakub'a geldiği vakit siz orada mı idi­niz? O, oğullarına: "Benden sonra kime ibadet eder­siniz?" dediğinde, onlar: Senin Rabb'ine, babaların İbrahim, İsmail ve İshak'm Rabb'ine, bir ilah olarak ibadet ederiz. Biz O'na teslim olanlarız" dediler."[81]
Allah'ın indinde mesele, neseb veya kabile meselesi değil, ancak din ve akide meselesidir.
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"İnsanlardan İbrahim'e en yakın olanlar, O'na tabi olanlarla şu Peygamber ve mü'minlerdir. Allah, mu minlerin velisidir."[82]
Dolayısıyla eski ve yeni olarak İbrahim Aley-hisselâm'a tabi olan, O'na mensup olmaya ve O'nunla iftihar etmeye hakkı herkesin vardır. O kişi İbrahim'e tabi olmakla O'na insanların en yakını ol­muştur. Daha önceden İbrahim Aleyhisselam'ın ba­basından ve kendisine (kan bağı olarak) yakın in­sanlardan yüz çevirdiğini gördük.
Peki bu ve bütün çağlarda babasının ve kavminin akidesi üzerine olanlardan nasıl yüz çevrilmez ki? Allahu Teâla, İbrahim Aleyhisselam'ın zalim olan evlatlarının imam olamayacaklarını ve zalimlere ah­dinin ulaşmayacağını haber verdikten sonra on­lardan nasıl olur da yüz çevirmez ki?
"Bana tabi olan bendendir. Bana isyan eden ise; muhakkak sen Gafûr-u Rahim'sin."[83]

Allah İbrahim'i Dost Edindi


"İyilik eden, bütün varlığını Allah'a teslim eden ve hanif bir Müslüman olan İbrahim'in dinine tabi olandan daha güzel dinli kim vardır? Allah İb­rahim'i dost edindi."[84]
Dostluk, muhabbetin en son noktasıdır.
Halil, halil diye isimlendirilmiştir. Çünkü İb­rahim'in sevgisi kalbe işledi ve kalpte en ufak bir boşluk bırakmayıp tamamen doldurdu.
Bazılarının dedikleri gibi:
"Ruhun sûlukuna tamamen girdin benden. İşte Halil, bundan dolayı halil diye isimlendirildi."
İbrahim Aleyhisselam ve Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'den başkası bu makama nail ol­madı. Buhari, Müslim ve diğerlerinden gelen, Cun-dub-ul    Baclî,    Abdullah    İbn-i  Ömer ve İbn-i Mesud'dan rivayet edilen hadiste Allah Rasûlü Sal­lallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyuruyor:
"Ey insanlar! Allah, İbrahim'i halil (dost) edindiği gibi, beni de halil edindi." Ve yine O, irad ettiği hut­belerinin birinde şöyle buyuruyor:
"Ey insanlar, eğer dünya ehlinden halil (dost) edi­necek olsaydım, muhakkak ki Ebu Bekr'i dost edi­nirdim. Fakat sizin arkadaşınız (kendisini kas­tederek) Allah'ın dostudur."
Ve Buhari, Sahih'inde Amr bin Meymûne'den tahric etmiş olduğu bir rivayette şöyle dedi:
"Muaz Medine'ye geldiğinde onlara sabah na­mazını kıldırdı ve "Allah İbrahim'i dost edindi" aye­tini okudu. Bunun üzerine onlardan bir adam dedi ki İbrahim'in annesinin gözü aydın oldu."[85]

İbrahim'in Fazileti Konusunda Hadisi Şerifler


1-İbn-i Abbas'tan, Radıyallahü Anh: Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
"Muhakkak ki sizler yalınayak, çıplak ve sün-netsiz olarak haşrolunacaksmız, dedi daha sonra da şu ayet-i kerimeyi okudu: "....İlk önce yarattığımız gibi mahlukatı iade edeceğiz. Bu bizim vaadimizdir. Muhakkak bunu yaparız."[86] Ve Kıyamet günü ilk giydirilecek kişi İbrahim'dir. Ve ümmetimden bir kısım insanlar sol taraftan yakalanır. Ben de "Üm­metim, Ümmetim" derim. Cenab-ı Hak da der ki: "Sen onlardan ayrıldıktan sonra onlar mürted ol­dular. Bunun üzerine ben de tıpkı salih kulun (İsa'nın) dediği gibi derim: "Ben onların içinde ol­duğum müddetçe onların üzerine şahittim" ayetini sonuna kadar okudu."
Beyhaki İbn-i Abbas'tan merfu olarak başka bir vecihten şöyle rivayet etmiştir:
"Cennet'ten ilk elbise giydirilecek olan İb­rahim'dir. Ve Kürsi getirilip Arş'm sağma konur. Ve ben getirilirim de öyle bir elbise giydirilirim ki, beşer onu giyemez."[87]
İbn-i Hacer El Askalânî şöyle diyor:
"Deniliyor ki, İbrahim'in bu konudaki hu­susiyetinin hikmeti çıplak olarak ateşe atılmış ol­duğundandır. Ve yine deniliyor ki; çünkü Sirvali (Belden aşağı giyilen bir giysi) giyen ilk kimse ol­duğundandır."
2- Ebu Hureyre Radıyallahü Anh: Denildi ki: "Ey Allah'ın Rasûlü, insanların en üstünü kimdir? O da "en muttaki olanlarıdır" dedi. Onlar da dediler ki, bundan sormuyoruz. Bunun üzerine Allah Rasûlü buyurdular ki: Allah'ın dostunun oğlu, Allah'ın Ne­bisinin oğlu, Allah'ın Nebisi Yusuf tur.... (hadis devam etmektedir.)"
Buhari'nin Sahih'inde tahric ettiği Ebu Hu-reye'den gelen başka bir rivayette ise; dedi ki: Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem'e şöyle denildi: "İnsanların en üstünü kimdir? O da: "En çok takva sahibi olan en üstünleridir" dedi. Onlar da dediler ki: "Ey Rasûlullah, ondan sormuyoruz." Bunun üze­rine Allah Rasûlü buyurdular ki: İnsanların en üs­tünü; Allah'ın dostunun oğlu, Allah'ın Nebisinin oğlu, Allah Nebisi olan Yusuf tur. (Hadis devam et­mekte)... "[88]
—Birinci Cevap: "İnsanların en kerimi Yusuftur": Bu salih amel ve salih neseb yönüyledir.
3- Müslim Sahih'inde Enes bin Malik'ten İsra ve Miraç konusunda uzun bir hadis tahriç etmiştir. O hadiste geldiğine göre:
"......Sonra biz yedinci semaya çıkartıldık. Cebrail
açılmasını istedi. Bunun üzerine denildi ki: Bu kim­dir? Cebrail de dedi ki: "Cebrail!" "Seninle beraber olan kimdir?" denildi. O da dedi ki: "Muhammed" Denildi ki: "Kendisine gönderildi mi?" O da "ken­disine gönderildi" dedi ve bize açıldı. Bir de baktım ki İbrahim Beytü'l Mamur'a arkasını yaslanmış ola­rak durmaktadır.[89] Her gün O'nun yanına yetmiş bin melek giriyor ve bir giren bir daha tekrar gel­miyor..."[90]
Buhari'nin Sahih'inde Mâlik bin Sasa'ah'dan tah­ric ettiği rivayet ise; İbrahim Aleyhisselam bizim Peygamberimize şöyle demiştir: "Oğlum ve Pey­gamber olan sana merhaba..."[91]
Bütün bu rivayetlerde konumuzla alakalı olan kısım; İbrahim Aleyhisselam'm yedinci Semada ol­duğudur. Yani Allah Rasûlü'nün, Sallallahu Aleyhi Vesellem, İsrâ ve Mirâc yolculuğunda gördüğü bütün Enbiyalardan faziletli olduğudur.
4- İbrahim Aleyhisselamı'ın mü'min olmadan önce şüphelendiğini iddia edenlere karşı Rasûlullah'in cevabı daha önce geçmişti. Orada şöyle demişti: "İbrahim şöyle dediğinde, biz sekte İb­rahim'den daha haklıyız: "Ey Rabbim, ölüleri nasıl diriltiyorsun bana göster." O da: "İnanmadın mı?" İbrahim de: "İnandım, fakat kalbim mutmain olsun diye."[92]
Ve daha önce: Rasûlullah'ın hadisinin manası: "Eğer İbrahim şüphe etseydi, biz şüphe etmekte daha haklı olurduk. Oysa biz asla şüphe etmedik. Öyle ise İbrahim de asla şüphe etmedi" şeklindeki hadis-i şerifi açıklamıştık.
5-   İbn-i   Abbas   Radıyallahü   Anh'den:   Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem Hasan ve Hü­seyin için istiâze yapardı (kötü hallerden onlar için Allah'a sığınırdı) ve derdi ki: "Sizin babanız İbrahim Aleyhisselam, İsmail ve İshak için istiâzede bu­lundu. Tam olan Allah'ın kelimelerine sığınırım. Her Şeytan'm şerrinden, her zehirli hayvanın şer­rinden ve her tür afattan Allah'a sığınırım."[93]
6- Enes İbn-i Malik'ten, Radıyallahü Anh: Bir adam Allah Rasûlüne geldi ve dedi ki:
"Ey mahlukatın en hayırlısı!" Bunun üzerine Allah Rasûlü de: "O İbrahim aleyhisselam'dır"[94] dedi.
7-  Amr bin  Süleyman  Ez  Zürekkâ'dan,  O  ri­vayetinde dedi ki:
Bana Ebu Hamîd Es Sâidî haber verdi ve şöyle dedi:
Dediler ki: Ey Allah'ın Rasûlü, sana nasıl salat getirelim? O da buyurdu ki: "Deyin ki: Allahümme salli âla Muhammedin ve ezvacihi ve zürriyyetihi, kema salleyte alâ âl-i İbrahim. Ve barik alâ Mu­hammedin ve ezvacihi ve Zürriyyetihi, Kema ba-rekte alâ âl-i İbrahim. İnneke Hamidûn Mecidûn."
Manası:   "Ey   Allah'ım!   İbrahim'in   ehlini  yücelttiğin gibi Muhammed'i, hanımlarını ve zür-riyetini de yücelt! Ve İbrahim'in ehlini mübarek kıl­dığın gibi Muhammed'in ehlini de mübarek kıl! Sen şüphesiz ki, hamd edilen, yüceler yücesi; Hamîd ve Mecîd'sin!"
Buhari'nin Sahihinde tahric etmiş olduğu başka bir rivayette ise; Allah Rasûlü (aleyhisselam) şöyle buyurmaktadır: Deyin ki: "Allahümme salli âla Mu­hammedin ve âla âli Muhammedin, kema salleyte âla İbrahime ve âla âl-i İbrahim, inneke ve Hamîdûn Mecîdûn."[95]
Allah'ın Salat etmesi: Yani Cenab-ı Hakk'ın Me­leklerin yanında Nebisini övmesi, O'nu sena et­mesidir.
Meleklerin salat etmesi: Dua etmeleridir. İşte bu Cenab-ı Hak'tan Nebisi ve halîli olan İbrahim Aley-hisselam'a bir ikramıdır.
Çünkü bütün müslümanlar Muhammed Sal­lallahu Aleyhi Vesellem'e dua ettikleri gibi, İbrahim Aleyhisselam'a da dua etmektedirler. Bu salat ve dualar, her gün beş vakit tekrar etmektedir. Salat ve selamların en faziletlisi onların üzerine olsun.
8- İbn-i Abbas Radıyallahü Anh'dan; dedi ki: Allah Rasûlü Beyt'in içinde (Kabe) resimleri görünce oraya girmedi. Onların yok edilmesini emretti ve yok edildikten sonra girdi. O resimler arasında İbrahim ve İsmail Aleyhisselam'ın resimlerini gördü, ellerinde ezlâm vardı. Bunun üzerine Allah Rasûlü buyurdu ki: Allah o müşrikleri kahretsin! (İbrahim ve İsmail) asla ezlam ile kısmet çekme işini yapmadılar.
"Ezlâm" fal okları demektir. Müşrikler onlarla kısmet çekerlerdi.
Taberi'nin Saîd b. Cübeyir tarikiyle yapmış ol­duğu bir rivayette ise; ezlâm birtakım beyaz taş­lardır.
İbn-i Abbas'a ait diğer bir rivayette de Nebi Sal-lallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: "Onlara ne oluyor ki, Meleklerin içerisinde resim olan eve asla girmeyeceklerini duydukları halde (resimler ya­pıyorlar.) Bu İbrahim'in yapılmış bir resmidir. O ka-tiyyen (böyle taşlarla) kısmet çekmedi."[96]
9- Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den, Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: "İbrahim seksen yaşlarında keserle Sünnet ol­muştur."
Hafız İbn-i Hacer El Askalânî şöyle diyor:
"İbrahim Aleyhisselam için daha başka bir çok ev­veliyat (yani bir ameli ilk defa O'nun yapması) sabit olmuştur. Bunlardan bazıları ise; ilk defa misafir ağırlamak, bıyıkları kısaltmak, sünnet olmak, saç ve sakalın ağarmışlığım görme ve diğerleridir."[97]
İbrahim Aleyhisselam'dan ilk bahsettiğimizde ke­serle sünnet olmasının sebebi: Allah'ın emrini yerine getirmede aceleci oluşundandır. Bu durum kendi cis­minin ve sıhhatinin aleyhine olsa bile.
Bıyıkları kısaltması ve diğerleri ise; O'nun her şeyin hakkını yerli yerince verdiğini göstermektedir.
Şunu zikretmek de çok güzel ve yerinde olacaktır: İbrahim Aleyhisselam'ın mahlukatın en hayırlısı, in­sanların en cömerti, Kıyamet'te ilk elbise giydirilen ve diğer üstünlüklerine delalet eden hadisler, İb­rahim Aleyhisselam'ın Peygamberimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'den daha faziletli ol­duğunu göstermez.
Bu konuda İmam Nevevi Rahmetullahi Aleyh şöyle der:
"Alimlerin, İbrahim Aleyhisselam'a mahlukatın en hayırlısı demeleri, tevazu ve İbrahim'e olan ih­tiramdandır. Yoksa Peygamberimiz daha efdaldır.
Çünkü, Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem: "Ben Âdem oğlunun seyyidiyim (en üstünü ve efendisiyim)" bu­yurmuştur. Bununla iftihar veya kendinden ön­cekilere karşı üstünlük de kastetmemiştir. Bilakis bunun açıklanma ve tebliğiyle emrolunduğu için beyan etmiştir.
İşte bundan dolayı bazı kötü anlayışlara ge­lebilecek bu gibi düşünceleri bertaraf etmek için: "övünmek yoktur" demiştir."[98]
İbn-i Kesir Rahmetullahi Aleyh de şöyle diyor:
"Bütün bunlar, tevatür olarak Peygamber Sal­lallahu Aleyhi Vesellem'den sabit olarak gelen; O'nun kıyamet gününde Âdemoğlunun efendisi ol­duğuna zıt değildir.[99] Ve yine Sahih-i Müslim'deki Ebi b. Kâ'b'm hadisinde: "İbrahim'e varıncaya kadar insanların hepsine yönelindiği günde ben üçüncü olarak bırakıldım" hadisine de zıt değildir. Çünkü İbrahim Aleyhisselam Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'den sonra Rasûllerin en efdali ve Ulu'l Azam bir Peygamberdir. Allah'ın salat ve selamı hepsinin üzerine olsun. Buhari ve Müslim'de sabit olduğuna göre Kab b. Acrete ve diğerlerinden gelen hadiste namaz kılan teşehhüdde şöyle okumakla emrolunmuştur: "Biz dedik ki: "Ey Allah'ın Rasûlü, sana selâmı öğrendik, peki sana nasıl salat ede­ceğiz?" Buyurdular ki: "Allahümme salli alâ Mu-hammedin ve alâ âl-i Muhammedin, kema salleyte alâ İbrahime ve alâ âl-i İbrahim. Ve bârik alâ Mu­hammedin ve alâ âl-i Muhammedin kemâ bârekte alâ İbrahime ve alâ âl-i İbrahime, inneke hamîdûn mecîdûn."
Manası: "Ey Allahım! İbrahim'i ve âlini yü­celttiğin gibi, Muhammedi ve Âl'ini yücelt; İb­rahim'i ve Âl'ini mübarek kıldığın gibi, Muhammedi ve Âlini de mübarek kıl. Sen şüphesiz, hamd edilen, yüceler yücesi; "Hamîd" ve "Mecîd"sin."
Allahu Teâla:  "Muhakkak ki,  İbrahim çok ve­falıdır" buyuruyor. Tefsirinde müfessirler şöyle di­yorlar: İbrahim emredildiği her şeyde vefa etti, imanın bütün özelliklerini ve bölümlerini yerine getirdi.                                          Yüce emirleri  yerine getirmek O'nu daha az maslahatlı olan emirleri yerine getirmekten de alıkoymazdı. Büyük maslahatları yapmak, küçüklerini 'yerine getirmekten O'nu alıkoymazdı."[100]

Şam Diyarının Önemi


Daha önceki sayfalarda bu bahiste İbrahim Aley-hisselâm'm kavminden nasıl soyutlandığını gör­müştük.
Kavmi O'nun davetinden yüz çevirdiği, vaaz ve irşad onlara hiçbir fayda sağlamadığında, İbrahim Aleyhisselâm'm kavminden nasıl ayrıldığını öğ­renmiş, vatanından Allah'a muhacir olarak nasıl çıktığını görmüştük. Zor ve meşakkatli yol­culuğunda Allah'a olan korkusundan başka hiçbir azık ve hazırlık yapmadığını ve Cenab-ı Hakk'a olan o güzel itaatini görmüştük.
Cenab-ı Hak O'nu Mısır'da imtihan etmiş, Mısır tağutuyla Sare'nin başından geçenler orada ger­çekleşmişti. Rabb'i Azze ve Celle İbrahim Aley-hisselâm'ı o zor anda bırakmamış, O'nu sı­kıntılarından selamete çıkarmış ve namusunu korumuştu.
Ve bir zaman sonra sıkıntılar ve zorluklar tekrar İbrahim Aleyhisselam'a geldi, kendinden emin olmaksızın yaşadı ve mücrimlerin tuzaklarından, ha-setçilerin hasetlerinden dolayı Mısır'dan ayrılmaya mecbur kaldı. Tekrar "Teymen'e", Kudüs'e döndü ve Şam beldesinden oraya yakınlık duydu.
İbrahim Aleyhisselam Babil'de ve Mısır'da bu­lamadığı rahatı Kudüs'te hisseder oldu.
Bundan öte Cenab-ı Hak O'na geniş bir arazi, pek çok nimet ve sayısız mal nasibetti. Ve Allah kulu ve Rasûlüne olan ihsanını tamamladı, O'na İsmail'i ba­ğışladı. Her ikisine de Allah'ın selamı olsun.
Daha sonra Sare'nin Hacer ile olan problemi or­taya çıktı. Cenab-ı Hak İbrahim'e Sare'nin de­diklerine icabet etmesini vahyetti. O da bunun üze­rine İsmail'i ve annesini oradan çıkartıp ekinsiz bir vadiye yerleştirdi. O vadide ne su, ne de insan vardı. Sonra Allahu Teâla Halil'i İbrahim'in duasına icabet etti ve Mekke yerleşim bölgesi oldu. İsmal de Cür-hüm kabilesinden olan Arapların arasında büyüdü ve gelişti. Gençlik çağına geldiğinde de onlardan bir kızla evlendi. Babası ise oğlu İsmail'i zaman zaman ziyaret ediyordu. Cenab-ı Hakk'm emri geldiğinde ise; İbrahim ve oğlu Beytullah'ı yapmaya başladı ve yaptı. Sonra Allah o ikisine menasiklerin hepsini (ibadet edilecek yerlerin hepsini) gösterdi. O za­mandan beri her taraftan insanlar Mekke-i Mü-kerreme'ye gelmektedirler.
Subhanallah!   İbrahim,   Irak'tan   çıktığı   zaman Cenab-ı Hakk'ın O'na ne yapacağını bilmiyordu. Bütün bildiği şey; Allah'ın emrine âmâde olduğuydu. O hiç bir zaman herhangi bir toprağa veya vatana bağlı değildi. Cenab-ı Hak O'nun için Şam bel­desinde tevhid minarelerinden bir minare dikmesini dilemişti.
Ve İshak'a, İbrahim'den sonra Peygamberlik gö­revi Cenab-ı Hak'tan nasib olur. İshak'tan sonra da Yakub geldi. Süleyman Aleyhisselam gelip Mescid-i Aksa'yı yapıncaya kadar böylece Nübüvvet zinciri devam etti, (Allah'ın selat-u selâmı hepsinin üzerine olsun).
Mekke-i Mükerreme'de ise; İbrahim Hacer'i Mısır'dan getirdi ve Cenab-ı Hak Hacer'in Arapların anası olmasını diledi.
Allahu Teâla İsmail'i Hicaz'ın Araplarına ve Yemen'e gönderdi. O da onları Hanif dine davet etti. Onlar da bu davette O'na icabet ettiler. Bu davetin eserleri Peygamberlerin sonuncusu gönderilinceye kadar kesilmedi. Bu son Peygamber İsmail'in nes-lindendir. Salat ve selamların en faziletlisi onların üzerine olsun. Böylece Şam diyarı İshak'm tem-silciliğiyle, Arap yarımadasıysa İsmail'in tem-silciliğiyle birleşmiş oldu. İbrahim Aleyhisselam ise bu birliğin lideriydi. Cenab-ı Hak Halil'i için iki tane beyt'in olmasını diledi. Biri Kudüs'te, diğeri de Mekke'de. İbrahim Aleyhisselam bu iki beyt arasında gider gelirdi. Bunda da şöyle açık bir delil var­dır, o da bu mıntıkanın bir tek vatan olduğudur. Öyle ise bu bölgenin parçalanması, devlet ve kral­lıklara ayrılması caiz değildir.
Ve Cenab-ı Hak, Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in İsra'sınm Mekke'den, Kudüs'e olmasını diledi. Orada Allah'ın Nebi ve Rasûllerine imam ola­rak namaz kıldırdı, sonra da semaya (Miraca) gö­türüldü.
"Kulunu bir gecede Mescid-i Haram'dan etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir."
Eğer Cenab-ı Hak dileseydi Rasûlü'nün Miracı Kudüs'ten olmayıp da Mekke'den olurdu... Fakat yüce Allah, İsra'nm, Mekke ile Kudüs arasında ve Miracın da Kudüs'ten olmasını murad etti. Kudüs'ün Mekke'yle irtibatlı olduğuna dair burada açık bir delil vardır.
Rasûlullah'm Sahabeleri bu gerçeği idrak etti, Şam diyarını fetih için yola koyuldular ve Aksa'yı Rum putlarından temizlediler.
Allah düşmanları defalarca Kudüs'e hücumlar et­tiler ve işgal etmek istediler. Fakat bütün bu gay­retler Müslümanların kararlılığı ve güçleri kar­şısında kırılıp yok oldu.
Şam'ın plan sahibi şöyle diyor:
"Bütün dünya eskiden beri Şam diyarının ko­numunu ve önemini anladı. Bundan dolayı o belde savaşçılar ve orduların hedefi oldu. Deniz ve ka­radan birçok birlikler geldiler. Babil ve Fars'lar do­ğudan, kuzeyden geldiler. Ğâzân, Hulâku ve Ti-murlenk de doğudan geldiler. Napolyon ise batıdan, deniz yoluyla güneyden geldi.
Mısırlı İbrahim Paşa ise kara ve denizden yani batı ve güneybatıdan geldi. İngiliz, Fransız ve Arap­lardan oluşan birleşik ordular da güney ve batıdan geldiler. (Arap ordularından maksat, Faysal b. Hü-seyn'in ordusudur.)
Şam Ömer İbn-i'1-Hattab'ın akıncılarını da gördü. Ebi Übeydete El Cerrah, Halid bin Velid, Musa bin Nuseyr, Nureddini Zengi, Selahaddin El Eyyubi ve Sultan Selim gibi fatihlerden olanları da gördü. Ömer bin Abdul Aziz ve İbn-i Teymiyye gibi Mü-ceddidleri de Şam diyarı görmüştür. Ve Şam beldesi, Buhtu'nnasr, Hulâku, Cengiz, Gazan ve Timur gibi savaşçıları da gördü."[101]
 Ey Şam diyarındaki Müslümanlar!
Sizler çok iyi biliyorsunuz ki, beldeniz vahyin iniş yeri, İbrahim Aleyhisselâm ve diğer Peygamberlerin karar kıldığı, Cenab-ı Hak yedi kat semalar'ın üzerinden orayı mübarek eylediği bir yerdir.
"Kulunu bir gecede Mescid-i Haram'dan etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren Allah, her türlü nok­sanlıklardan münezzehtir."
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem de şöyle buyuruyor:
"Şam'a müjdeler olsun. Muhakkak Rah-man'ın melekleri kanatlarını oranın üze­rine yayıcı-dırlar."[102]
Beldeniz ahir zamanda Mesih İsa Aley-hisselam'ın inişine de şahit olacaktır. Mehdi'ye tabi olarak orada namaz kı­lacağına da beldeniz yine şahit olacaktır. Allah'ın arzında O'nun Şeriat'ı hük­medecek,    Allah'ın    düşmanlarına    karşı sizin beldeniz cihad edecek ve onlara galip gelecektir.
Ey Şam diyârmdaki müslümanlar!
Nasıl işlerinizin dizginlerini ırkçı, hı-rıstiyan, haçlı, laik ve batini pro­pagandacılara teslim ettiniz?
O mülhid kafirlerin sizleri hürriyetinize kavuştura-caklarına nasıl inandınız? Siz­leri ve Filistin'i mücrim yahudilerden kur­taracağına nasıl inandınız?
Yarım asırdan beri Cenab-ı Hak'tan size gelen azaplar, dersler ve karşılaştığınız zorluklar ve çileler size yetmedi mi?.... Bir kavim kendini değiştirmediği müddetçe, Allah da o kavmi değiştirmez.
Bunu bilmenizin zamanı gelmiştir. Halisane olarak Allah'a dönüşünün ve saf­larınızı "La İlahe İllallah, Muhamnıedun Rasûlullah" bayrağı altında birleştirme­nizin zamanı gelmiştir.
Beldenizin tıpkı İbrahim'in, İshak'm, Davud'un ve Süleyman'ın.... günlerinde ol­masına yardım edecek bütün sebepleri elde   etmenizin   zamanı   gelmiştir   (Aleyhimu's-Salâtu Ve's-Selâm). Tıpkı yüce İslâmi fetih günlerinde olduğu gibi ol­manıza yardım edecek her vesileyi elde et­menizin zamanı gelmiştir. Bu Allah'a zor bir şey değildir»
Ve'1-Hamdülillahi Rabbi'l Alemin.

Sevgili okuyucu,  kitabın da­vamı olan
'Allah'ın    Rasûlü    Şuayb'
isimli  ikinci cilde  buluşmak duası ile. [103]

Gayemiz


Yüce Kurana ve sahih sünnete dönmek, Kuran ve Sünneti bu ümmetin selefinin (sahabe - tabiûn - etbeuttabiin) anladıkları ölçülerle anlamak, hayat her sahasına Kuran ve Sünneti hakim kılmak. Bu konuda Allahü Tealanın şu ayeti bize yol göstermektedir: "Hidayet kendisine tebliğ edildikten sonra kim Resule karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola saparsa, onu seçmiş olduğu yolda bırakır, cehennen atarız. O, ne kötü bir düşüştür." (Nisa: 115)
Müslümanın hayatına girmiş olan şirkin her çeşidini temizlemek. Münker ok her beşerî ideolojiden ve bidatten müslümanları sakındırmak. İslam'ın özüm bilen muteber hadis alimleri tarafından kusurlu görülen bütün zayıf ve mevz rivayetlerden sünneti arındırmaktır. Çünkü bu iftiralar, tertemiz olan İslamı bozmakta ve müslümanların önünde her zaman bir engel teşkil etmektedir. Müslümanları hak din ile terbiye etmek ve onlan, İslam'ın ahkâmını yürürlüğ koymaya teşvik etmek. İnsanları, Allah'ın nzasına ulaşmak hususunda kefil olan İslam'ın edep ve faziletiyle süslenmeye çağırmak ki, ancak bu haslet ile saadete erişilip zirveye ulaşılabilinir.
İnsanları gerçek ve sahih anlamda Allah sevgisine davet etmek. Bu da ancal< takva ve taatle olur. Ayrıca insanları Rasûlullah sevgisine davet etmek ki, bu da, Ona uymak ve kendisini en güzel örnek kabul etmekle olur. İmam Malikin ifade ettiği şekilde, insanları Selef-i Salihininyoluna döndürmek: "Bu ümmetin evveli, selefi ne ile ıslah olduysa, sonra gelenleri < öyle ıslah olur. O gün dinde olmayan şeyler, bu gün de dinden değildir." İslam birliğini kurmak için azimkar olmak ve müslüman cemaatlerin programlarını hak üzere ve hak yolda toplamaya gayret göstermek. Müslümanların vahdeti yerine, dağılmalarına vesile olan hizipçilik musibetinden uzak kalmak. Çünkü biliyoruz ki bu hizipçilikler, İslam kardeşliğinin temiz atmosferini yok etmektedir.
Çağın şu andaki bütün problemlerine İslam'ın sunduğu çareleri ve huzuru takdim etmek, Rabbanî toplumu yeniden oluşturabilmek ve yeryüzünde Allah'ın hükmünü tatbik etmek için Resûlullahın ölçülerinden taviz vermeksizin çalışmak.
İşte bu, bizim gayemizdir. Bütün müslümanlan, ayınm gözetmeksizin, topluca bunları hayata geçirmeye ve bizlere yardımcı olmaya çağınyoruj Çünkü bakî olan İslam'ın yeniden yayılması için samimî kardeşlik duygularıyla, saf bir muhabbetle ve en önemlisi de Allah'ın yardımıyla, bu gayeyi hayata geçirmek, üzerimize büyük bir emanettir. Saf, katışıkst gönüller, Allah'ın vaadi, zaferi ve nizamının gerçekleşmesinin teminatıdı "Şeref Allah'ındır, Rasûlünündûr ve bütün müminlerindir." (Münafikûn: 8)





[1] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları:294-296.
[2] El Mmtaku: Kuşak demektir. Mim'in Kesresi, nun'un sükunu ve tâ'nın fethesiyle okunur. Bele bağlanır. Çoğulu Menatık'dır. Kuşağı bağlamasının sebebi: Sare, Haceri İbrahim'e vermişti. O da İbrahim'den İsmail'e hamile oldu. Sare onu kıskandı ve O'nu doğurduğunda O'ndan üç azasını keseceğine dair yemin etti.  Bunun üzerine Hacer beline kuşak bağladı ve eteklerini iyice uzattı ki hamilelik eserini Sare'den giz­leyebilsin. Deniliyor ki, İbrahim Hacer hakkında kendisine yardımcı oldu ve Sare'ye dedi ki: O'nun kulaklarını delmekle ve sünnet etmekle ise; Araplarda ilk defa eteklerini yerlere kadar sürütmek İsmail'in an­nesinden kalmıştır, der ve hadisi zikreder. Fethu'l Bari'den alınmıştır. 7/208
[3] Zemzem: Bugün bilinen kuyudur. O zaman mescid yapılmış de­ğildi. Hatta Mekke bile meskûn bir yer değildi.
Ed Devhetü: Hangi ağaç olursa olsun, büyük ağaç demektir. Çoğulu "Devhun"dur.
[4] İbrahim hanımı Sare'ye olan rağbetinden nasıl ciğer paresi ve göz beği İsmail'i hiçbir insanın ve yardımcının olmadığı vahşi bir sah­raya bıraktı?
İbrahim'in yumuşak huyluluğu ve ince kalpliliğiyle, oğlu İsmail ve annesi Hacer'e karşı bu sert konumunu nasıl birleştireceğiz?
Bu iki soruya karşı cevap Hacer'in sorusunda ve İbrahim Aley-hisselâm'm cevabında çok açık ve ortadadır.
"Bunu sana emreden Allah mıdır? O da dedi ki: "evet"
Öyle ise: Muhakkak ki (Sare) İbrahim Aleyhisselâm'dan Hacer'i ve oğlunun seslerini duymamak için onları en uzak yerlere götürmesini is­temiştir. Hikmeti,isimleri ve sıfatları yüce olan Allah ise İbrahim Aley-hisselâm'a oğlunu Mekke'yi Mükerreme' yerleştirmesini emretmişti. Ve İbrahim Rabbinin emrini yerine getirmiş, biricik ve küçücük yavrusunu ekinsiz bir vadiye bırakmıştır. Sonra da geldiği yere derhal geri dön-müştür.İbrahim Hacer'e hiç iltifat etmemeye ve ona cevap vermemeye başladı. Sebebi ise; kalbinde bir yumuşaklık olur da bu yumuşaklıktan dolayı Rabbinin emrini yerine getirememekten korkuyordu.Allah'm emrinden dolayı Halil Aleyhisselâm'm böyle davranmasında bir gariplik ol-masada bunun Allah'ın emri olduğunu öğrenince Hacer'in "Öyle ise O bizi zayi etmez"! sözüne hayran olunur. Bir kadm çorak ekinsiz bir yerde, orada sığınacağı herhangi bir ev yoktur. Ünsiyet edecek insanlar da yoktur. Kendisinin içeceği ve çocuğuna içireceği bir su kaynağı da yok. Güvenebileceği herhangi bir rızık geliri de yoktur.
Bu kadın, bu işi İbrahim'e emredenin Allah olduğunu öğrenice mut­main oluyor. Hiçbir yırtıcı hayvandan ve diğer tehlikeli şeylerden kork-madı. Çünkü Cenabı Hakkın koruduğu kimseye onların en ufak bir zarar vermesi mümkün değildir. Allah'ın koruduğu kimseye karşı onlar en zayıf ve en korkak olurlar.
Alimler ve davetçiler Hacer'in imanı gibi bir imana ve Hacerin Allah'a teslimiyeti gibi bir teslimiyete ne kadar da muhtaçtırlar
[5] Buhari'nin Sahih'inde tahric etmiş olduğu, Kesir bin Kesirden gelen İbrahim bin Nafi rivayetinde ise; "Ne zaman ki "Kedae"ye ulaş­tılar" şeklindedir. Kedae, Allah Rasûlü Aleyhisselâm Mekke'ye girdiği yerdir.
[6] -  Bazıları "Beyte yönünü döndü" sözünden ve Cenabı Hakk'm "İbrahim'e Beytin yerini gösterdiğimizde..." kavlinden Beytin eski ol­duğunu anlamışlardır.  O'nu ilk yapan ise Âdem (aleyhisselâm) ol­duğuna kail olmuşlardır. Bazıları da: Beyti ilk yapanın İdiris (aley­hisselâm)    olduğu    ve    daha    sonra    Nuh    tufanıyla    yıkıldığını söylemektedirler. Bu sözler için itimad edilecek sahih bir delil yoktur.
İbn-i Kesir şöyle diyor:
"Beytin Halil (aleyhisselam)'dan önce yapılmış olduğuna dair Masum (Hz. Muhammed)'den sahih herhangi bir haber gelmemiştir. Bu konuda "Beytin yeri" kavline tutunanlar için denir ki, bu delil açık ve kesin değildir. Çünkü bundan maksat Allah'ın ilminde takdir olunmuş yeri demektir.
O'nun yüce takdirinde Beyt'in yerinin kararlaştırılmış ve Nebilerin indinde ta Adem'den İbrahim'in zamanına kadar takdir edilmiştir. Adem (aleyhisselam)'ın Beyt'in üzerine kubbe diktiğini zikretmiştik. Melekler O'na dediler ki: Senden önce bu Beyt'i tavaf etmiştik. Gemi de O'nu kırk gün veya buna yakın bir zaman Beyt'i tavaf ettiğini de zik­retmiştik. Fakat bütün bunlar İsrail oğullarının haberlerindendir. Biz bu haberlerin ne tasdik edilip ve ne de yalanlanmıyacağmı ka­rarlaştırdık. Bu haberlerle delil olmaz.
İbn-i Kesir'in Kısasu'l Enbiya adlı kitabından alınmıştır. 1/226 Bu sözün bir benzerini de Edvau'l Beyan sahibi söylemektedir. 5/64
[7] Ayeti Kerimedir. "Ey Rabbimiz! Ben senin mukaddes olan evi­nin yanında ekinsiz bir vadide evlatlarımdan bir kısmını yerleştirdim. Ey Rabbimiz! Bu Beyt'i Haram'da dosdoğru namaz kılmaları içindir. İn­sanlardan bir kısmının kalplerini onlara meylettir. Şükretmeleri için, o belde halkını bazı meyvelerle rızıklandır." İbrahim Sûresi, ayet: 37
[8] Yani ağzından köpük salyalıyor ve kendini yere vurup çır­pmıyor. Keşmiyni'nin rivayetinde ise; diliyle dudaklarını yalıyordu şek­lindedir. Mamer'in rivayetinde de böyledir. İbrahim bin Nafi'nin ri­vayetinde  ise;  ölmek için  inliyordu  sanki,  şeklindedir.  Yani   sesini yükseltip alçaltıyor ve inliyordu. Sanki can çekişiyordu.
[9] Dıru'l Mer'eti: Kadının gömleği demektir. Böyle zikredilmiştir. Muhtaru's Sıheh adlı sözlükten aktarılmıştır.
[10] Allah Rasûlü Aleyhisselam'm şu kavline bak:
"İşte insanların Safa ile Merve arasındaki sayı bundan kalmadır." Her yıl insanların Safa ile Merve arasında tıpkı Hacer gibi say yap­malarından Hacer için daha büyük bir ikram ve yüceltme olabilir mi? Allah O'ndan razı olsun. Bu nasıl bir şuur ortaklığı ki en uzak yerler müslümanların koşarak geliyorlar.Say'da bütün kalpleriyle Hacerle bir-likte aynı duyguları, hisleri ve hareketleri yaşıyorlar.Bu ne büyük bir hedef birliğidir?
Üstad Ebu'l Hasan Ali El Hasani En Nedvi şöyle diyor: Mümin ve muhlis bir kadından açığa çıkan bu mecburi hareketleri Cenabı Hak ebedi kıldı.Her asırdaki ve her nesildeki akıllıların, fel-Nofecilerin, dahilerin, lider ve meliklerin en büyüklerinin yapmakla mü­kellef oldukları ihtiyari hareketler yaptı. Öyle ya, onların hac ibadetleri bu iki dağ arasında say yapmadan tamam olmuyor. O iki dağ ki, her se­venin ve her itaat edenin miykatıdır. Say, müslümam bu alemde en güzel bir şekilde temsil etmektedir. O, akıl ile duyguyu, güzellik ile inancı bir araya toplamaktadır. Müs­lüman akıldan yardım alır ve onu hayatının menfaatleri yolunda kul­lanır. Fakat bazen de duygularına boyun büker. O duygular ki, akıldan daha derinlerdedir. Müslüman şu alemde yaşar ve bazen olur ki, şeh­vetler tarafından kuşatılır ve süslerle ve gösterişle etrafı dolar. Fakat o, bunların aralarından yürür gider. Tıpkı Safa ve Merve arasındaki Say yapan gibi. Herhangi bir şeye takılmaz ve hiç bir şeye bağlanmaz. Sa­dece onun hedefi ve işi kendisini karşılayan şeydir (ahiretidir). O, ha­yatını belirli şavt'lar (Kabe etrafında tavafta her bir dönme) olarak kabul eder. Hayatım Rabbine itaata hasreder. Kendinden önceki salih müminlere uymaya tayin eder. İmam, onu çalışma ve araştırma yap­maktan asla men etmez. Çalışması da Allah'a olan tevekkülünü ve O'na olan güvenini engellemez.
Öyle bir harekettir ki, kıymeti, ruhu ve mesajı "Sevgidir" ve "tes-limiyet'tir."
El Erkanu'l Erbeatü (Dört Rükün) adlı kitaptan alınmıştır. Sayfa 237.
[11] Sah: Sus demektir. Adeta kendi kendine hitab edip sus demiş oluyor.
[12] Yani bana yardım et. İbrahim bin Nafi ve İbn-i Cüreyc'in ri­vayetlerinde ise; dedi ki: Eğer yanında bir hayır var ise bana yardım et, şeklindedir.
[13] İbrahim ve Cüreyc'in rivayetlerinde ise; "bir de baktı ki Ceb­rail". Taberi'nin indindeki senedi Hasen olan Ali hadisinde ise: "Cebrail O'na seslendi ve dedi ki: Sen kimsin? O da dedi ki: İbrahim'in çocuğunun annesi Hacer'im. Cebrail dedi ki: O sizi kime emanet etti? Hacer: Allahu Teala'ya emanet etti? Cebrail: Size kafi birini vekil etmiş dedi"
[14] Akabihi: Yani arka ayağıyla. Ve "arka ayağıyla kazdı veya dedi ki kanadıyla" sözü ravinin tereddüdüdür. İbrahim bin Nafi rivayetinde ise; "arka ayağıyla bu şekilde dedi ve ayağıyla yeri eşeledi "dir. Bu arka ayağıyla olduğunu tayin etmek içindir. Fethu'l Bari'den nakledilmiştir.
[15] "Fe Caelet tuhavviduhu": El Ehvad'm müfredidir. Hader Recül yani havuz edindi. Suyun toplandığı yer demektir. Allah Rasûlü (aley-hisselam)'m "Aynen maiynen" yani açıktan açığa yeryüzünde akan de­mektir.
Nafi'nin rivayetinde ise: "Kane'l Mau Zahiren", yani su açıktan olur­du (akardı). İbni'l Cevzi dedi ki:
"Zemzem herhangi bir çalışanın ameli olmadan tamamen Allah'tan bir nimettir. Ve ne zamanki Hacer O'nun etrafını çevirip havuz yaptı, ona insan emeği karıştı ve su da azaldı.
[16] Yani helak olmaktan korkmayın demektir. Ebi Cehm hadisinde ise: "Suyun yok olmasından korkma" şeklindedir. Elfakihe'nin indindeki Eyyup'dan gelen Ali bin Elvaziî'nin rivayetinde de: Bu vadi ehlinin su­suzluğundan korkma. Çünkü o bir kaynaktır ki, ondan Allah'ın mi­safirleri içerler' biçiminde gelmiştir.
[17] "Bu çocuk bina eder". Ve yine orada (Buhari'nin rivayetinde) mefûl'ün hazfedilmiş haliyle de varit olmuştur. İsmail'in rivayetinde ise: "Onu yapar" şeklindedir. Ve "İçti ve emzirdi" sözünde, Zemzem suyuyla gıdalandığma işaret vardır. O şekilde ki, yeme ve içmede Hacer'e kafi geliyordu.
[18] Rüfkartün: İster seferde olsun ister olmasın karışık bir cemaat demektir. (Kafile).
[19] Cürhüm'lüler Kahtan oğullarındandır. Kahtanlılar Amr'ın, o da Şaliğ'in, o da Erfeğşez'in, o da Şam'ın, o da Nuh'un oğludur. İbn-i İshak diyor ki:
Diller ilk defa konuşulduğunda Arapçayı ilk konuşanlar Cürhüm ve kardeşleri Katura kabilesidir. Cürhüm'ün reisi, Mudad bin Amr idi. Ka-tura'nın ise: Es Semi idi.
Hepsine birden de Cürhüm denilmektedir. Ata bin Es Saib'in ri­vayetinde de: O zaman Cürhüm Mekke'ye yakın bir vadide idi. Deniliyor ki Cürhümlülerin aslı Emalikalılar'dandır.
[20] Dönen bir kuş gördüler: O kuş su üzerinde   tekrar tekrar do­lanıyordu.
[21] Çeri gönderdiler: Yani elçi gönderdiler Geri bazen vckiln ve ça­lıştırılan işçiye de denir. Deniliyor ki böyle isimlendmlinc=imn sebebi: Hönderildiği yere veya vekil edildiği şeye gitmesindendır. Ya da ih-liyaçlarında   çok   süratli   gitmesindendir.   İbrahim   bin   Nafinin   ri­vayetinde ise: " Rasûl (elçi) gönderdiler" şeklindedir.
[22] İsmail'in annesi bu anlaşmayı yaptı: Mukavele, ahitleşme de­mektir. Ünsiyet ise, yalnızlığın zıddı demektir.
[23]  "Onlardan Arapça öğrendi." Burada annesinin ve babasının di­linin Arapça olmadığı anlaşılmaktadır. Ancak İsmail Arapçayı çok fasih bir şekilde konuşuyordu.
[24] Enfesehum: Fe'nin ve Sin'in fethesiyledir. Nefasetten gelir. Yani onların İsmail'e karşı olan rağbetleri çok oldu demektir. İsmail'in rivayetinde ise "Enisehum" şeklindedir. Fe harfi olmaksızın, üns'den gelmektedir.
[25] Bıraktığından haberdar olmak: Yani orada bıraktığının halinL araştırmak. Hacer'in ölümü, İsmail'in evlenmesi esnasında oldu.... İş Cenabı Hak, Hacer'e ve oğluna suyu ve insanları böyle kolaylaştırıyor^ Daha sonra da Cürhüm kabilesini onlara gönüllü kıldı. O şekilde kıî' Zemzem suyunda hiçbir hakları olmadığına dair olan şartı kabul ettiler. Halbuki Arapların savaşlarının çoğu su yüzündendir. "Kim Allah'tan korkarsa, Allah onun için bir çıkış nasib eder ve onu hiç bilemediği yön­den rızıklandınr."
[26] "Yebteği Lena": Yani bizim için rızık tabediyor (arıyor), de­mektir. İbn-i Cüreyc'in rivayetinde ise; İsmail'in geçimi av idi. Çıkarır (balık çıkarır) ve av yapardı, şeklindedir. Buhari'nin Sahih'inde Selemo bin El Ekva (r.a)'dan tahric ettiği bir hadiste: Nebi Aleyhisselam Müs­lümanlardan savaş eğitimi yapan bir guruba uğradı ve buyurdular ki: Ey İsmail'in oğulları atın, çünkü babanız İsmail atıcıydı (okçuydu)....."
[27] Ata bin Eş Saib'in rivayetinde "Sizin misafiriniz var mıdır" faz­lalığı vardır.
[28] Ebi Cehm hadisinde ise: "İbrahim O'na (İsmail'in hanımımı) dedi ki: Ev (eviniz) var mı? O da: Hayır yoktur dedi. İbrahim: Yaşantını/, (geçiminiz) nasıldır? dedi. O da: zorluktan bahsetti ve dedi ki: Yemrv gelince, yemek yoktur. Koyunlara gelince onlar da sağılmıyor, sade <> deve, o da sütten kesilmiş, çok az ,o da kan gibi sağılıyor. Suya gelin* > , işte gördüğün gibi sert ve katı su, dedi.
[29] Kapının eşiğinin değiştirilmesi, boşama kinayelerinden bir ki­naye sözcüğüdür. Bu İsmail'in "O babam senden ayrılmamı bana em­retmiş" sözünden bu açık olarak anlaşılmaktadır. Ben derim ki: İb­rahim'in oğluna hanımını boşamasını emri işinin sebebi şudur: Birincisi "Hiz şer içindeyiz" sözüyle Allah'ın kaza ve kaderine karşı kızgınlığını ortaya koymasıdır. Oysa Müslüman fakir de olsa Cenabı Hakkın em-ı ine boyun eğmek zorundadır.Şer, zenginlikte de olabilir. Allah Rasûlü Aloyhisselâm vefat ettiğinde zırhı bir yahudinin yanında rehin idi. llazen olurdu ki bir ve iki ay geçtiği halde onun evinde ateş yanmazdı.... Diğer bir sebebi ise: İsmail'in hanımının misafiri kötü karşılaşmasıyla (l/.iîtlenebilir.İbrahim'in en belirgin bir ahlakı da ikram ve misafire karşı nlinin çok açık olması idi. En iyisini Allah bilir.
[30] İbrahim bin Nafi'nin rivayetinde ise: "Ey Allahım! Onları yi­yeceklerinde ve içeceklerinde mübarek kıl" şeklindedir. Yine İbrahim bin Nafi'nin rivayetinde: "İbrahim'in duasının bereketidir" diye gel­miştir. Bu sözde hazf vardır. Takdiri ise: Ehli Mekke'nin yiyeceğinde ve içeceğinde İbrahim'in duasının bereketidir şeklindedir.
[31] Haluvet biş şeyi ve uhtuliyet: Yani ona başka bir şey ka­rışmadığı zaman denir. Ebi Cehm hadisinde de: "Mekke ehlinden başka hiç kimse et ve sudan başkasına dayanamaz ve midesinden şikayet eder" fazlalığı vardır.    Ve yine Ata bin Es Saib hadisinde buna benzer olarak O (İsmail'in hanımı) dedi ki: Allah sana rahmet etsin, konakla ve ye iç. İbrahim de: Ben konaklıyamam dedi. O da: Ben seni toz toprak içinde görüyorum, başını yıkayıp yağlamaz mısın? dedi. İbrahim de: Evet, ilh. (böylece hadis sonuna kadar devam edip gitmektedir.)"
[32] Ebi Cehm hadisinde şu fazlalık vardır: O (İbrahim) dedi ki: Sen benim nazarımda çok kıymetliydin ve  İsmail'e on erkek çocuk do­ğurmakla benim indimde çok daha kıymetli oldun."
[33] "Sonra Allah'ın dilediği kadar onlardan ayrı kaldı ve bundan sonra geldi" sözünde, İbrahim (aleyhisselâm) zaman zaman her vakitte Mekke'ye geldiğine ve oğlunu ziyaret ettiğine delalet vardır. Halil, oğ­lunu Mekke'de bıraktığında İsmail daha çocuk olmasına rağmen, ba­basının şeklini (simasını) tanıyordu. Bu da gösteriyor ki, İbrahim Aley­hisselâm defalarca gidip gelirdi.
[34] En Neblü: Tüyü ve ucunun demiri takılmadan önceki oka denir. Bu bir Arap okudur.
[35] "Bir babanın oğluna ve bir oğlun babasına yaptıkları gibi yap­tılar." Yani musafaha , sarılmak ve buna benzer şeyler demektir.
[36] İbn-i Cehm'in rivayetinde: "Ve odayı Beyt'e dahil etti. Daha önce o oda İsmail'in koyunlari için bir ağıldı. O Beyt'i taşları birbiri üze­rine koyarak yaptı. Beyt için tavan yapmadı. O'nun için bir kapı yap­mıştı. Beyt için bir de kiler (depo) yaptı. Beyt için gelen hediyeleri o ki­lere koyardı.
[37] "Bu taşı getirdi": Yani makam'ı getirdi demektir. İbrahim bin Nafi'nin rivayetinde ise: "Ne zaman ki bina yükseldi ve Şeyh (İbrahim) taş taşımaktan aciz kaldı, işte o zaman makam taşının üzerine çıktı." şeklinde varit olmuştur.
Osman'ın hadisinde de şu fazlalık vardır: Rükün ve makam İb­rahim'e indi. İbrahim makam'ın üzerinde durur, onun üstünde binayı (Beytullahı) yapardı. Rüknün yerine ulaştığında onu bu günkü yerine koydu. Ve makamı alıp Beyt'e yapışık yaptı. İbrahim Kabe'yi ta­mamlayınca Cebrail geldi ve ona bütün menasikleri (ibadet yapılacak yerleri ve usûlleri) gösterdi. Sonra İbrahim makam'ın üzerinde durdu ve dedi ki:
"Ey insanlar, Rabbinize icabet edin." Ve İbrahim ve İsmail şurada
durdular (dikildiler).
[38] Fethu'l Bari, 7/208-215, Albani, El Halebi Matbaası.
Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 297-311.
[39] Bakara Sûresi, ayetler: 127, 128, 129
[40] Hac Sûresi, ayetler: 27, 28, 29
[41] Kasas Sûresi, ayet: 57
[42] Kureyş Sûresi, ayet: 3,4
[43] Müslim Sahih'inde, Mekke'nin haram edilişi bölümünde rivayet etmiştir. 9/123 Sahihi Müslim, Nevevi şerhi."Ezhir" veya "İzhir":Mekkelilerin demircilikte ve evlerinin çatılarını örtmekte kul-landıkları.vadilerde yetişen bir ottur.(Ahmet Davudoglu Müslim Ter­cümesi C.7.5.119,120)
[44] Onu İmam Ahmet Müsnedinde tahric etti. 5/262 Halebi Mat­baası. Bir benzerini de yine İmam Ahmet Ebi Seleme'den tahric et­miştir. (Kasımi tafsirinden 2/258)
[45] Muttefekun aleyhtir. Lafzı ise Buhari'ye aittir.
[46] El Erkan-ül Erbeatü. (Dört Rükün) Ebu'l Hasan Ali El Hasani En Nedvi, sayfa 230-231, Daru'l Feth, Beyrut.
Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları:312-319.
[47] İbn-i Ebi Hatim İbn-i Abbas'tan tahric ettiği bir rivayette, Allah Rasûlü (aleyhisselam) buyurdular ki: "Peygamberlerin rüyası va­hiydir." Buhari ve diğerleri bu hadisi şerifi Ubeyb bin Amir'in sözünden tahric etmişlerdir. Fethu'l Kadirden naklolunmuştur.4/406
Peygamberlerin rüyasının vahiy olduğuna dair alimlerin getirdikleri ilgililerden bazıları: Cenabı Hakkın İbrahim'in lisanı üzere gelen şu luıvlidir:
"Ey oğulcuğum, muhakkak ki rüyamda seni kestiğimi görüyorum"
Ve İsmail şu cevabı verdi:
"Ey babacığım, emrolunduğunu yap" yani rüyasında gördüğü şey Ce­nabı Hak'tan bir emirdir.
Ve Buhari'nin Sahih'inde tahric ettiği hadiste, müminlerin annesi Aişe (r.a)'nın sözü: "Allah Rasûlüne ilk gelen vahiy, uykuda salih rü­yadır. Rüya görürdü ve gördüğü aynen sabahleyin olurdu...." Fethu'l Bun, 1/25 ve Er Ravdu'l Enfü, 2/193
[48] Saffat Sûresi, ayet: 102
[49] Saffat Sûresi, ayet: 103
[50] Saffat Sûresi, ayet:104,107
[51] Zadu'l Mead, îbni'l Kayyım Bl-Cevzi, Tahkik: Şuayb ve Abdul Kadir El Ernut, 1/74
[52] Talak Sûresi, ayet: 2
[53] Meryem Sûresi, ayet: 54-55
[54] Sad Sûresi, ayet:45-48
[55] Nisa Sûresi, ayet: 163
[56] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 320-329.
[57] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 330.
[58] Muhammed bin Ka'b bin Seliym bin Esedi'l Kurezi'dir. El Evs'in anlaşmahlarmdandır. Babası Kureyze'nin esirlerinden idi. Önce Kufe'de, daha sonra da Medine'de oturdu. Bir çok sahabeden rivayet et­miştir. İbn-i Sad diyor ki: Güvenilir bir alimdi. Çok hadis rivayet et­miştir ve takvalı biridir. El Acili de diyor ki: Medine'lidir, tabiindendir, güvenilir ve salih biridir. Kur'an'ı bilendir. îbn-i Hıbban ise: İlim ve fıkıh bakımından Medine'nin en faziletlilerinden idi. Mescidde an­latırken O'nun ve arkadaşlarının üzerine tavan düştü. O ve O'nunla bir­likte cemaatı, onsekizinci senesinde yıkıntı altında öldü. Ebu Bekir bin Şeybe ve başka biri de yüz sekizinci senede kaydetmektedir. Yakub bin Şeybe ve başkaları on yedinci senede öldüğünü söylerler. Öldüğünde yetmiş sekiz yaşında olduğunu da kaydederler. İbn-i Hacer El As-kalani'nin Tehzib-ül Tehzib'inden nakledilmiştir.
[59] İbn-i Kesir Tefsiri, 4/18 El Albani El Halebi Matbaası
[60] Kasımı Tefsiri, ismi: Mehasinü't Te'vil.-14/5052-5057 Yazarı: Muhammed Cemalud Din El Kasımi
[61] Hud Sûresi, ayet: 71
[62] Edvau'l Beyan 6/691
[63] Zadu'l Mead fi Hedyi Hnyru'l îbad, 1/72, Tahkik: Şuayb ve Ab-dulkadir El Ernut.
[64] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 330-339.
[65] El Bidaye ve'n Nihaye, îbn-i Kesir, 1/159
[66] 339- îbni Kesir Tefsiri, 4/17
[67] Tevratm yirmi ikinci bölümünde geldiğine göre: -Rab dedi ki: Sevdiğin tek oğlunu al "İshak" ve gizli bir yere götür. Ve O'nu ateşli olarak sana diyeceğimiz bir dağın basma çıkart.
Ve Tevratın -16- bölümünde de şu vardır: Sare'nin İbrahim'i Hacer'le evlendirmesi konusunda hadis gelmiştir. Çünkü Rab O'nu (Sare) evlat doğurmaktan tuttu (evlat vermedi). Sonra o (Hacer) İsmail'i doğurdu. İbrahim'in yaşı seksen altı idi. Tevrat'ın yirmi birinci bö­lümünde geldiğine göre: İshak doğduğunda İbrahim'in yaşı yüz idi. Kı-sasu'l Enbiya, sayfa: 102
[68] Zadu'l Mead, 1/72 Tahkik: Şuayb ve Abdulkadir El Ernut.
Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 340-342.
[69] Nahl Sûresi, ayet:120-122
[70] Hicr Sûresi, ayet:78-79
[71] Miftahu Daru's-Saadet fil vechi, 147, ilmin fazileti (Fethu'l Mecid'den nakledilmiştir), sayfa 58
[72] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 344-348.
[73] Al-i İmran Sûresi, ayet: 67
[74] Bakara Sûresi, ayet: 135
[75] Bakara Sûresi, ayet: 140 -141
[76] Al-i İmran Sûresi, ayet: 67
[77] Nisa Sûresi, ayet: 125
[78] Nahl Sûresi, ayet: 123
[79] Mümtehine Sûresi, ayet: 4
[80] Bakara Sûresi, ayet: 130
[81] Bakara Sûresi, ayet: 132 - 133
[82] Al-i İmran Sûresi, ayet: 68
[83] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 349-353.
[84] Nisa Sûresi, ayet: 125
[85] El Bidaye Ven Nihaye, İbn-i Kesir 1/169
Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 354-355.
[86] Enbiya Sûresi, ayet: 104
[87] îbn-i Abbas, hadisini Buhari Sahih'inde tahric etmiştir. Bey-haki'nin rivayetini ise İbn-i Hacer Feth'inde zikretmektedir. 7/197
[88] Bu rivayeti Buhari Sahih'inde tahric etmiştir: Fethu'l Bari, 7/ 198 ve 225, El Halebi Matbaası.
[89] Müslim'in   Enes'den   rivayetine   ve   Buhari'nin   Malik   bin Sasa'dan rivayetine göre Beytü'l Mamur Yedinci Semadadır. Fakat bu Beyt'in şeklinden bahseden diğer rivayetler ise sahih değildir.
[90] Münziri'nin Sahih-i Müslim Muhtasarı. Bölüm, Nebi'nin İsra olayı 1/27
[91] Buhari ve Müslim tahric etmişlerdir. Zadu'l Mesir'den 8/46
[92] Buhari, Fethu'1-Bari: 7/224
[93] Fethu'1-Bari: 7/221
[94] Münziri'nin Sahih-i Müslim Muhtasan 2/185
[95] Fethu'l Bari, 7/220 ve 10/152
[96] Bu iki hadisi Buhari Sahihinde tahric etti, Fethu'l Bari, 7/197-198
[97] Ebu Hureyre'nin hadisini, Buhari Sahih'inde tahric etmiştir. Fethu'l Bari, 7/199
[98] İmam Nevevi'nin Sahih-i Müslim şerhi. Haşiye, 15/121, Daru'l Fikir Matbaası, Beyrut.
[99] Bunu Müslim Sahih'inde Ebu Hureyre'den olarak tahric et­miştir. Kitabu'l Fadl (fazilet bölümü) Muhtasar Sahih-i Müslim, 2/162
[100] El Bidaye ve'n Nihaye, 1/171
Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 356-365.
[101] Huttat eş-Şam (Şam'ın planı), Muhammed Kürd Ali 1/12, 16 Kısa özetlemelerle
[102] Bu hadisi Tirmizi tahric etmiştir, 2/33 ve hasen olduğunu söy­lemiştir. Hakim ise Müstedrek'te tahric etmiştir, 2/184. El Albani ha­disin sahih olduğunu söylemiştir. Silsiletü'l Ehadisi's Sahihe, 5/503
[103] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 366-373.
[104] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: Arka kapak yazısı

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...