ALLAH’A DAVETTE PEYGAMBERLERİN METODU (DERSLER VE İBRETLER)..
İSMAİL ALEYHİSSELÂM..1
İsmail
Aleyhisselâmın
Doğumu
Sare'nin çocuğu olmuyordu. Saçı tamamen ağarıp iyice
yaşlandıktan sonra, bir gün şefkat dolu duygusal bakışlarla vefalı eşine baktı.
Kocasının hayvanlarını ve arazisini idare etmekten dolayı karşılaştığı
zorluklar Sare'yi çok üzdü. Bunun üzerine hizmetçisi Hacer'i Ona verdi ve
O'nunla evlenmesini istedi. Umulur ki Cenab-ı Hak O'na llâcer'den bir çocuk
verir de, O da Nübüvvette ve Allah'a davette varis olur. Kendisine işlerinde ve
hizmetinde yardım eder, ilgilenir.
Ve Halilü'r Rahman Hâcer'le evlendi. Cenab-ı Hak O'na
Hacer'den İsmail'i ikram etti. Fakat İbrahim Aleyhisselâm'm oğluyla mutlu
olması fazla Hürmedi. Çünkü kıskançlık Sare'nin kalbinde durmayıp,
hareketlenmeye başladı. Öyle bir hale geldi ki, artık çocuğa ve annesine
tahammül edemez oldu. Sonunda kocasından onları çok uzak bir yere götürmesini
istedi. Hatta onların seslerini dahi duymasın. Allahu
Teâla'mn dilediği bir işin
gerçekleşmesi için İbrahim Aleyhisselâm davasına Babil topraklarında ilk inanan,
O'nun üzüntü ve sıkıntılarını paylaşan, zor yolculuklarda beraber hicret eden,
O'na ne gibi bir zarar geldiyse kendisine de gelen, namusunu koruyan eşi
Sâre'nin isteğini geri çevirmedi, âdeta Halilü'r Rahman'ın hayatından ayrılmaz
bir parça oldu. Allah O'ndan razı olsun.
ibrahim Aleyhisselâm oğlu İsmail ve hanımı Hacer ile
birlikte yaptığı yolculuğunu, onları Şam'dan çıkarttığı andan itibaren oğluyla
birlikte Kabe'yi yapmasına kadar anlatalım. Buhari'nin Sahih'inde tahric ettiği
İbn-i Abbas rivayetini bu konuda hadis ve tarih kitaplarında gelen rivayetlerin
en sahihi ve en detaylısı olarak buldum. Onun için de bu rivayeti serdettim.
Şerhlerinde ise Hafiz İbn-i Hacer'in şerhini esas aldım. Çünkü o bu meydanın
eridir. Benim bu rivayet hakkında yaptığım bazı açıklamalar ihtiyaç halinde
olmuştur, bu da azdır. [1]
İbn-i
Abbas’ın Rivayeti:
"Kadınlardan beline ilk defa kuşak[2]
bağlayan İsmail Aleyhisselâm'ın annesidir. Sare'ye, eserini (hamile olduğunu)
belli etmemek için üzerine kuşak bağlamış sonra İbrahim Aleyhisselâm onu ve oğlu
İsmail'i daha emzirir halde iken götürmüş; beyt'in orada Zemzem'in ve mescidin
üst tarafında büyük bir ağacın [3]altına
koymuştur. O zaman Mekke'de hiç kimse yoktu ve su da bulunmuyordu. İbrahim
Aleyhisselâm onları oraya bıraktı, bir dağarcık içinde hurma, bir kap içinde de
suyu yanlarına koydu ve hemen geri döndü. İsmail'in annesi (Hâcer) O'nun peşine
düştü ve: "Ey İbrahim! Böyle insan ve hiçbir şey olmayan vadide bizi terkedip de
nereye gidiyorsun?" dedi. Bunu da Ona defalarca tekrar etti. İbrahim
Aleyhisselâm O'na hiç yönelmedi. Bunun üzerine İbrahim'e: "Bunu sana emreden
Allah mıdır?" Bunun üzerine O "evet" der ve cevabını alır: "Öyle ise O bizi zayi
etmez"[4]
dedi, sonra geri döndü.
Ve İbrahim Aleyhisselâm Hacer'in kendisini gö-remiyeceği
Seniyye[5]
tepesini aşıncaya kadar gitti. Orada Kabe'ye[6]
yöneldi, ellerini kaldırdı ve şöyle dua etti: "Ya Rabbi! Ben zürriyetimi
ekinsiz[7]
bir vadide yerleştirdim. (İbrahim 37.âyette geçen bu duayı -"Yeşkurun"a kadar
olan kısmı- Rabbinden niyaz etti:)
Ve annesi,
İsmail'i emzirmeye ve bırakılan kaptaki sudan içmeye başladı. Kaptaki su tükenince susadılar.
Acıyarak oğluna bakmaya başladı. O ise ağzından köpük geliyor[8]
-veya ravi dedi ki- yerde ayaklarıyla debeleniyor. O halinden üzüldüğü için
oradan uzaklaşarak en yakında Safa' tepesini buldu. Onun üzerine çıkarak vadiye
döndü. Birisini görebilmek için bakındı, fakat kimseyi göremedi. Derken
Safa'dan indi, ta vadiye kadar geldi ve eteklerini topladı.[9]
Sonra çalışan bir insan gayretiyle koştu, vadiyi geçti ve Merve'ye çıktı. Yine
birisini görebilmek için bakındı, ancak hiç kimseyi göremedi. Neticede bunu
yedi defa yaptı. İbn-i Abbas devamla dedi ki: Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi
Vesellem buyurdular ki: "İşte insanların Safa ile Merve arasındaki[10]
Sa'y'i budur." Merve üzerine çıktığında bir ses duydu ve içinden kendi kendisine
'sus'[11]
dedi. Sonra dinledi ve aynı sesi tekrar duydu. Bunun üzerine: (Sesin sahibine)
"Sen işittirdin, eğer yanında bir yardımcı[12]varsa
bana yardım et" dedi. Baktığında ise
Zemzem mahallinde bir Melek[13]
arka ayağıyla kazıyor. -Veya (ravi) dedi ki-[14]
kanadıyla kazıyor. Su çıkıncaya kadar böylece kazdı.
Hacer suya havuz yapmaya ve elini suya daldırıp avucuyla
suyu kabına koymaya başladı. Su ise coşarak akmaktaydı. Hacer de suyun akmasını
engellemeye çalışıyordu. İbn-i Abbas devamla dedi ki: Allah Rasûlü Sallallahu
Aleyhi Vesellem buyurdu ki: "Allah İsmail'in annesine rahmet etsin eğer
bı-raksaydı, -yahut şöyle dedi (ravi)- eğer Zemzem'den avuçlamasaydı, zemzem
akan bir kaynak olurdu."[15]
İbn-i Abbas devamla: Hacer (sudan) içti ve çocuğunu
emzirdi. Melek O'na: "Ziyan olmaktan korkma![16]
Muhakkak; bu Allah'ın evidir.[17]
Onu bu çocuk ve babası inşâ edecektir. Şüphesiz Allah bu evin ehlini zayi etmez"
dedi. Beyt yüksek bir tepe gibiydi. Sel suları Beyt'in sağ ve solundan akardı.
Kedâin yolundan gelen, Cürhüm'den[18]olan
bir aile -ya da- bir kafile[19]
uğrayana kadar böylece devam etti. Sonra Mekke'nin alt kısmında konakladılar.
Havada dönüp dolaşan bir kuş[20]
gördüklerinde: "Bu kuş su üzerinde dönüyor. Bizim bildiğimize göre bu vadide su
yoktu" dediler. Derken, keşif için bir iki kişi[21]gönderdiler.
Keşif için gidenler, su ile karşılaştılar. Sonra dönüp onlara bunu haber
verdiler. Böylece onlar da geldiler. İbn-i Abbas devamla: O sırada İsmail'in
annesi suyun yanındaydı. Onlar: "Senin yanında konaklamamıza izin verir misin?"
dediler. O da: "Evet, fakat suda sizin bir hakkınız yoktur" diye cevapladı.
Onlar da kabul ettiler. İbn-i Abbas diyor ki: Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi
Ve-sellem şöyle buyurdu: "İsmail'in annesi bu anlaşmayı[22]
yaptı. O ünsiyeti seviyordu. Bunun üzerine onlar da konakladı ve ailelerine
haber gönderdiler, onlar da hep beraber konakladılar. Hacer'in yanında evler
yaptılar İsmail büyüdü ve onlardan Arapça öğrendi"[23]
dedi. Gençliğinde İsmail onların hoşuna gitti.[24]
Evlenme çağına geldiğinde de kendilerinden bir kadınla Onu
evlendirdiler.
Sonra İsmail'in annesi öldü. Derken İsmail evlendikten
sonra İbrahim bıraktıklarının[25]
halini öğrenmek üzere geldi. İsmail'i bulamadı. Bunun üzerine hanımından
İsmail'i sordu. O da: Bize rızık[26]
aramaya gitti, dedi. Sonra geçimlerinden ve durumlarından sordu.[27]
O da: "Biz çok kötü bir haldeyiz ve şiddetli geçim sıkıntısmdayız" diye İbrahim
Aleyhisselâm'a şikayette[28]
bulundu. O: "Beyin geldiğinde O'na selam söyle ve O'na, kapısının eşiğini[29]değiştirmesini
söyle" dedi. İsmail geldiğinde sanki bir şeyleri anlar gibi oldu ve "bize kimse
geldi mi?" diye sordu. Hanımı da: Evet. Bize böyle böyle bir yaşlı zat geldi,
seni sordu ben de söyledim. Geçimimizin nasıl olduğunu sordu, ben de zorluk ve
sıkıntı içinde olduğumuzu Ona haber verdim. İsmail: Sana bir şey tavsiye etti
mi? diye sordu, O da: Evet, sana selam söylememi ve de kapının eşiğini
değiştirmeni emretti. İsmail: "O babamdı ve bana senden ayrılmamı emretmiş"
dedi. Böylece onu boşadı. Onlardan başka bir kadınla evlendi. İbrahim
Aleyhisselam Allah'ın dilediği kadar onların yanına uğramadı, sonra geldi ve
İsmail'i bulamadı. Hanımının yanına gitti ve İsmail'i sordu. O da: "Bize rızık
aramaya çıktı" dedi. İbrahim Aleyhisselam: "Nasılsınız?" dedi, ve
geçimlerinden, hallerinden sordu.
O da: "Biz hayır ve bolluk içindeyiz" dedi ve Allah'a
hamd-u sena etti.
Bunun
üzerine İbrahim Aleyhisselâm: "Yemeğiniz nedir?" O da: "Ettir" dedi.
İbrahim Aleyhisselâm: "İçeceğiniz nedir?"
diye sordu. O
da: "Sudur" dedi. İbrahim
Aleyhisselâm da: "Ey Allah'ım,[30]
onları etinde ve suyunda mübarek kıl" diye dua etti. Nebi Sallallahu Aleyhi
Vesellem şöyle buyurdular: "O gün onların buğday taneleri yoktu. Eğer onların
buğdayları da olsaydı, mutlaka onun hakkında da dua ederdi onlara." Devamla
şöyle buyurdu: "Et ve suya Mekke halkından başka hiç kimse tek
başına sabredemez."[31]
Ancak o ikisi de buna uymayarak sabretti.
İbrahim Aleyhisselâm: "Eğer beyin gelirse O'na selam
söyle ve kapısının eşiğini sabit tutmasını emret" dedi. İsmail Aleyhisselâm
geldiğinde; "bize hiç kimse geldi mi?" dedi. Hanımı da: "Evet. Bize güzel
görünümlü, yaşlı biri geldi" dedi ve O'nu methetti. "Sonra benden seni sordu,
ben de söyledim. Daha sonra geçimimizin nasıl olduğunu sordu, ben de hayır
içinde olduğumuzu O'na haber verdim." İsmail Aleyhisselâm dedi ki: "Sana bir
şey tavsiye etti mi?" dedi. O da: "Evet, sana selâm söyledi ve kapının eşiğini
sabit tutmanı sana emrediyor"[32]
dedi.
İsmail Aleyhisselâm da: "O babamdı. Sen de eşiksin.
Seni tutmamı bana emretmiş" dedi. İbrahim Aleyhisselâm Allah'ın dilediği kadar
onlardan ayrı durdu ve daha sonra geldi.[33]
İsmail Zemzemin yanında büyük bir ağacın altında okunu düzeltiyordu.[34]
O'nu görünce kalktı babanın oğluna ve oğulun babasına yapması gereken şeyi
yaptılar[35]İbrahim
Aleyhisselâm: "Ey İsmail! Allah bana bir emir verdi" dedi. O da: "Rabb'in sana
ne emrettiyse onu yap" cevabını verdi. İbrahim: "Bana yardım eder misin?"
İsmail: "Ederim." İbrahim: "Allah şurada bir Beyt (Kabe'yi) yapmamı emretti"
dedi ve etrafından yüksekte olan Kabe'yi işaret etti.
İbn-i Abbas devamla şöyle dedi: "Beytin duvarlarını
yükselttiklerinde, İsmail taş getirip, İbrahim Aleyhisselâm da bina yapmaya
başladı. Bina yükseldiğinde ise,[36]
taş[37]getirdi,
İbrahim Aleyhisselâm'ın ayaklan altına koydu, böylece yükselsin ve binayı rahat
yapabilsin. İbrahim o taşın üzerine çıkarak binayı yapıyor, İsmail de O'na taş
veriyor, bir yandan da şöyle diyorlardı:
"Ey Rabbimiz! Bizden kabul et. Muhakkak ki, sen işiten
ve bilensin!" (İbn-i Abbas devamla şöyle dedi:) Beytin etrafında dönünceye kadar
binayı yaptılar ve bir taraftan da: "Ey Rabbimiz! Bizden kabul et. Muhakkak ki
sen, işiten ve bilensin!" diyorlardı."
Buhari'nin rivayeti burada son buldu.[38]
Beyt
(Kabe)'nin
Yapılması
Buharı nin Sahih'inde tahric etmiş olduğu İbn-i I
Abbas'tan gelen hadis-i şeriften ortaya çıkan; İb- I rahim Aleyhisselam'm
ehlinin bir kısmını ekinsiz | bir vadiye, Mekke-i Mükerreme'ye yerleştirmesini
Cenab-ı Hakkın emretmiş olduğudur.
Ta ki mübarek ve temiz yerde namazlarını ki-smlar ve
Allah'a ibadet etsinler. O mübarek topraklar kendisine iman tohumunu ekecek
davetçileı o muhtaçtır.
Sonra Beyt'i (Kabe'yi) yapma ve duvarlarını yük seltme
hususunda Allah'ın emri geldi. İsmail Aley hisselâm derhal Allah'ın emrine
icabet etti.
"İbrahim ve İsmail, Beyt'in duvarlarını
yükselttiklerinde: "Ya Rabbi! bizden kabul buyur. Sen işitir ve bilirsin. Ya
Rabbi! Bizi sana teslimiyette sabit kıl. Zürriyetimizden sana boyun eğen
mün-lüman bir ümmet yarat. Bize menasikimizi (ibadol edecek yerlerimizi) göster,
bizi bağışla. Sen kullarına acır ve
affedersin. Ya Rabbi! O Müslüman ümmete kendilerinden bir Peygamber gönder ki,
onlara ayetlerini okusun. Kitab'ı ve Hikmet'i öğretsin. Onları günahlardan
temizlesin. Sen aziz ve hakimsin" diye dua ettiler."[39]
Ve Beyt'in yapımı tamam olduktan sonra İbrahim Aleyhisselâm insanları oraya,
Kabe'ye çağırmaya başladı:
"İnsanlara Haccı ilan et. Sana yürüyerek, binekle ve
uzak olan her yoldan gelsinler. Ta ki kendilerine ait olan menfaatlere şahid
olsunlar. Ve Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlar üzerine
Allah'ın ismini zikretsinler. O kurbanlardan yeyin ve muhtaç olan fakirleri
doyurun. Sonra kirlerini temizlesinler. Adaklarını yerine getirsinler. Ve
Beyt-i Atîk'i tavaf etsinler, dedik."[40]
Cenab-ı Hak Halil'i İbrahim Aleyhisselam'm duasını kabul
etti ve O'nun yaptığı Beyt'i mu-vahhidler, mü'minler için bir Kıble yaptı.
Mü'minlerin kalplerini o Beyt için bir sevgi yeri kıldı ve korkanlar için de
orayı bir sığınılacak yer yaptı....
Aziz ve Celil olan Allah oranın sakinlerini rı-zıklara
ve emniyete gark etti.
"....Biz onları, tarafımızdan rızık olarak her şeyin
mahsullerinin toplanacağı emin bir haremde yerleştirmedik mi? Fakat onların
çoğu bunu bilmezler."[41]
"Bu Beyt'in Rabb'ine ibadet etsinler. O Rab ki, onları
açlıktan doyurdu ve korkudan emin kıldı."[42]
İbn-i Abbas, dedi ki, Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi
Vesellem Mekke'nin fethi gününde şöyle buyurdu: Hicret yoktur. Fakat cihad ve
niyet vardır. Cihada çağrıldığınızda koşun. Bu beldeyi Cenab-ı Allah semaları ve
yeri yarattığı andan itibaren haram kılmıştır. Ve o Allah'ın haram kılmasıyla
Kı-yamet'e kadar haramdır. Muhakkak orada savaş benden önce hiç kimseye helal
olmadı. Bana da helal olmadı, sadece gündüzün bir zamanında helal oldu. Ve o
Allah'ın haram kılmasıyla Kıyamet'e kadar haramdır. O'nun ağacı kesilmez, av
hayvanları ürkütülmez (avlanmaz), düşmüşü (kaybolmuşu) alınmaz, ancak bilineni
alınır (sahibi bilinen alınıp ona verilir), otları kesilmez. Bunun üzerine İbn-i
Abbas dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü "Ezhire" (ihtiyaç için saklanan şeyler)
müstesna olmaz mı? Çünkü o evleri ve hayvanları içindir. Allah Rasûlü de
buyurdular ki: Ezhir müstesna (o toplanabilir)."[43]
Allâhu Teâla Nebi'si ve Rasûlü İbrahim Aley-hisselam'm
duasını kabul edip, O'nun zürriyetinden müslüman bir ümmet yarattı. Arap
ümmetine kendilerinden bir Peygamber gönderdi. Bu Peygamber onlara Kitab ve
Hikmet'i öğretip, onları şirk'ten ve diğer günahlarından temizliyor. İşte o
Peygamber Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'dir, Cenab-ı Hakk'm kendisiyle
Nebi ve Rasûllerini sona erdirdiği Allah'ın elçisidir.
Cenabı Hak O'nu İsmail Aleyhisselâm'ın evlatları
arasından (soyundan) seçti.
Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle
buyuruyor:
"Ben babam İbrahim'in duası, İsa'nın müjdesi ve annemin
gördüğü rüyayım."[44]
Allah Azze ve Celle İbrahim Aleyhisselâm'ın duasını
kabul etti ve O'na bütün menasikini (ibadet yapılacak yerleri) gösterdi.
İnsanları hacca çağırmasını İbrahim Aleyhisselâm'a emretti. İnsanlar da bu
çağrıya icabet ettiler. Her taraftan yaya ve bi-nekli olarak Beytullah'a akın
etmeye başladılar. Hac İslâm'dan önce de var ve Araplar Allah'ın evini o zaman
da haccediyorlardı. Sonra hac İslâm'ın beş rüknünden biri oldu. Allah Rasûlü
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"İslâm beş şey üzerine bina edilmiştir: Allah'tan başka
ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun Rasûlü olduğuna şehadet etmek, namaz
kılmak, zekat vermek, haccetmek ve ramazan orucunu tutmak."[45]
Müslümanların en uzak yerlerden ve her taraftan Mekke'ye
akın ettiklerini görmekteyiz. Ordular gibi kopup geliyorlar. Böylesi bir şeyin
tarih, sayı ve intizam bakımından benzerini görmedi ve asla görmeyecek. Evet
bu hedef ve duygu birliğinin örneğini tarih ne gördü ve ne de görecek. Orada bir
ağızdan şunu tekrarlıyorlar:
"Lebbeyk! Allahümme Lebbeyk! La Şerike Leke Lebbeyk!
İnne'l hamde, ve'n ni'mete leke ve'l Mülk, La şerike
Leke!"
"Emret Allahım! Emrine hazırım! Emret Allah'ım, senin
ortağın yoktur! Emret Allahım emrine hazırım,
muhakkak ki hamd senin
içindir.
Nimet ve Mülk senindir! Senin şerikin (ortağın)
yoktur!"
İnsanlardan yüzbinlercesi her yıl zilhicce ayının
dokuzuncu günü Arafat'ta duruyor ve ihramdan başka elbiselerini çıkartmış halde
dikilip, dua ve tel-biye ederek Allah'a yöneliyorlar.
Sabah namazından sonra Müzdelife'den hareket ettikleri
gibi bu mahşerî kalabalık güneş batmadan önce Arafat'tan hareket ediyorlar. Ve
her şey, İbrahim; İsmail ve Muhammed Aleyhimussalatu ve's-selâm'm zikrettiği
nişanelerdendir. Salat ve selamların en faziletlesi onların üzerine
olsun.
Müslümanlar Beyt-i Atik'i her tavaf edişlerinde doğal
olarak onu yapanı da; İbrahim ve İsmail Aley-hisselâm'ın Beyt'in etrafında tavaf
ederken; "Ey Rabbimiz bizden kabul et. Şüphesiz ki sen işiten ve bilensin" diye
nasıl tavaf ve dua ettiklerini hatırlıyorlar.
Safa ve Merve arasında Sa'y (koşar gibi çabuk çabuk
yürüme) yaparken mahzun Hacer'i; Hacer'in kendisini ve oğlunu helak olmaktan
kurtaracak bir yardımcı aradığını, kısaca Sa'y yaparken bu kıssayı tamamen
hatırlıyorlar.
Zemzem'den içerken, Cenab-ı Hakk'ın bu suyu nasıl
çıkarttığını ve kulu, Nebisi İsmail'e nasıl ihsanda bulunduğunu
hatırlıyorlar.
Yine taş atma esnasında; Şeytan'ın İbrahim
Aley-hisselâm'ı fitneye düşürüp O'nu günaha sokmak veya haccma herhangi bir
şüphe sokmak için nasıl musallat olduğunu, İbrahim Aleyhisselâm'ın da Şeytan'ın
arzularını kesmek ve kovmak için O'na nasıl taş attığını; kurban İsmail'i ve
Cenab-ı Hakk'm O'nun yerine büyük bir koçu nasıl ihsan ettiğini
hatırlıyorlar.
Hac; menâsik ve rükünleriyle Cenab-ı Hakk'a teslimiyeti
simgelemektedir. O'na boyun eğmeyi ve inkiyâdın en ileri mertebelerini ortaya
koymakta ve insanlara hayırlı bir ümmet olarak insanlar için çı-kartılışlarının
ahdlerini müslümanlar yenilemektedirler.
Üstad Ebu'l Hasan Ali El Hasanî En Nedvî şöyle
diyor:
"Hac, menâsik ve rükünleriyle mutlak itaat için bir ölçü
ve nefsi o itaate alıştırma, mücerred olarak emre tabi olmak, emirden sonra
gösterilen gayrettir. İsteğe icabet etmek, hazır olmaktır. Hac Mekke, Mina,
Arafat, Müzdelife arasındadır. Mina ve Mekke'de, durulur ve sefer edilir,
konaklanılır ve taşınılır, çadır kurulur ve sökülür. O sadece gösterilen bu
işarete gönüllülük ve emre âmâde olmaktır. Müslüman için herhangi bir irâde,
hüküm veya bir seçenek yoktur.
Mina'ya iner, Müzdelife'de ve Arafat'ta vakfeye
durmaksızın Arafat'a intikal ile emrolunur. Gündüz boyu dua ve ibadetle meşgul
olmaya devam eder. Güneş battıktan sonra içinden biraz oturma ve dinlenme
isteği gelir, fakat buna müsaade edilmez. Derhal Müzdelife'ye intikali
emrolunur.
Hayatını namazları vaktinde eda etmekle geçirir.
Arafat'ta akşam namazını geciktirmekle emrolunur. Çünkü o, âdet ve namazlarının
kulu değil, Rabb'inin kuludur. Akşam namazını ancak Müzdelife'de yatsıyla
birlikte cem ederek kılar. Müzdelife'de ikamet etmek çok hoşuna gider, bunun
uzun olmasını ister, fakat buna da müsa de edilmez. Ve Mina'ya intikal ile
emrolunur.
İşte İbrahim Aleyhisselâm ve Nebilerin hayatı böyle idi.
Allah'ı seven, O'na teslim olan mü'minlerin hayatı da böyledir. Kalmak, göç
etmek, ikamet etmek, başka yerlere gitmek, sıkıntı ve genişlik, kavuşmak ve
ayrılık. Örf ve ananaye boyun bükmek yoktur. Şehvet'e icabet yoktur. Hevâ ve
hevesi müdafaa yoktur."[46]
Kurban
Kıssası
İbrahim Aleyhisselam
rüyasında ilk ve tek oğlunu kurban ettiğini görür. Peygamberlerin rüyaları ise
vahiydir.[47]
İbrahim Aleyhisselam oğlu İsmail Aleyhisselam'a Rabb'inin emrini hemen haber
verdi. Sebebi ise, bunun Allah'ın emri olduğunu bilmesiyle daha kolay
karşılaması ve bir yandan da sabır, cesaret yönünden imtihan etmekti. Hayırlı
oğuldan, Rabb'inin emrine teslim olmuş, babasına cevabı ise sadece şöyle demek
oldu:
"Dedi ki: Ey babacığım! Emrolunduğunu yap. İn-şaallah
beni sabredenlerden bulursun."[48]
"Ey babacığım! Emrolunduğunu yap": Şüphesiz bu ibare
karşısında kalem şaşırıp kalır.... Okuyucuların nefsinden, bu ibarenin
tasvirinde, belagatında ve zihinlere yaklaştırma konusunda ne yazılabilir
ki...
"Emrolunduğunu yap." İşte bu İslâm'dır. Boyun bükmek,
teslim olmak, itaat etmek, emre itaat ve yerine getirmektir....Ne büyük bir
teslimiyet!.
Fakat meliklerin ve zalimlerin emrine değil, bilakis
bir olan Allah'a ve O'nun Peygamberlerine olan bir itaat ve teslimiyettir.
Aleyhim efdalu's-Salati ve't-Teslîm.
"Emrolunduğunu yap!" Ey yumuşak huylu, ince kalpli ve
merhametli babacığım! Muhakkak Allah'ın emrini yerine getirmen benim şu fani
dünya hayatımdan çok daha önemlidir. Beni âsi ve tereddütlü görmeyeceksin.
Bilakis, sabreden ve ecrini ancak Allah'tan bekleyen biri olarak
bulunacaksın.
"Emrolunduğunu yap." Kudreti yüce olan Allah Risaleti
yüklemek için bizleri seçti. O'nun arzındı hidayet yıldızları olmamız için bizi
tayin etti. Hır türlü gölgeyi ortadan kaldıran güneşler olarak bili kıldı.
Bizler mallarımızdan ve canlarımızdan ıııııllk olduğumuz her şeyi Allah'ın
yolunda sarl'elınnltti asla tereddüt etmeyeceğiz.
Muhakkak insanlardan bir çoğu harp meydanlarında şehid
düşüyor, mal ve evladını Allnh y§« lunda feda ediyorlar. Fakat hiçbir şehadot V»
h-dakarlık, İbrahim ve İsmail'in yaptığına benzemez,
benzeyemez...
Oğluna tam bir incelik ve şefkatle: "Ey oğulcuğum! Muhakkak rüyada seni keserken
diyen merhametli babaya bak. Ve büyük bir itaatle çocuğun itaatine: "Ey
babacağım emrolunduğunu yap. İnşaallah beni sabredenlerden
bulacaksın"
Oğluna söyle deseydi: "Allah yolunda eihnd» fİİ Umulur
ki Cenab-ı Hak senin şehadoünli bmİ fis reflendirir..." Eğer buna benzer bir şey
«<ivl«nnv4l. şüphesiz ki olay daha hafif olurdu. Çünkü Âlltllı tiilf manian
O'nu öldüreceklerdi. Ama burada bir davetçi mü'min baba, davetçi mü'min bir
oğlum! kt serek öldürecek ve O da hiçbir günaha bulıtfmHtnif veya kendisine
had cezası uygulanmamın gerektirmeyen bir iş yapmış
olacak!
Şüphesiz, İsmail Aleyhisselâm'ın hayatı tamamen
babasının her emrettiği şeye itaat etmek ve tutunmakla
geçmiştir.
O biliyordu ki, O'na itaat etmek Allah'a itaat
etmektir. Hanımına, İsmail Aleyhisselâm'a kapısının eşiğini değiştirmesini
söylemesini haber verdiğinde, derhal hanımını boşadı. O'nu sevmesi babasının
emrini yerine getirmekten men etmedi. Veya evlatlarının faydasına olan
düşkünlüğü O'nu engellemedi. Kabe'yi yapma konusunda da İbrahim Aleyhisselâm
kendisine yardım etmesini emrettiğinde, hiçbir sıkıntı veya bıkkınlık duymadan
yine babasının emrine koştu.
Hiçbir zaman unutmayacağız ve nasıl unuturuz ki, İsmail
Aleyhisselâm, Allah'a, sıkı sıkıya bağlı ve O'nun emrine teslim olmuş bir
kadının evinde büyümüş ve yetişmiştir. O'nun Allah'ın emirlerine teslimiyeti
her türlü özellikten çok daha büyük ve yücedir.... Bunu, daha önce İbrahim
Aleyhisselâm'ın O'nu oğluyla birlikte sığınmasız ve emin olmayan bir yerde
bırakmasının Allah'ın emri olduğunu öğrendiğinde görmüştük. Hatta orada yiyecek
su bile yoktu. O'nun cevabı da: "Öyle ise O bizi zayi etmez"
olmuştu.
Bundan dolayı İsmail Aleyhisselâm babasına: "Ey
babacığım! Emrolunduğunu yap" diyordu. İbrahim Aleyhisselâm'ı biricik oğluyla
beraber, konuşmadan ve nazari muvaffakiyetten sonra ameli tatbike ve uygulamaya
geçiyor.
"İkisi de (Allah'ın emrine) teslim oldular. İbrahim O'nu
yüz üstü yatırdı."[49]
Teslim oldular: Yani baba ve oğul boyun büküp kabul ettiler. İbrahim
Aley-hissalâm işin sırrından Rabb'ine sormadı bile.
Uzun süredir beklediği biricik oğlunu nasıl
kesebileceğini de sormadı. İbrahim Aleyhisselâm saçı başı ağardıktan sonra
Allah o çocuğu ihsan etti ve yanında koşup yürüyecek çağa geldi. Gençlik çağına
geldikten sonra O'nu kesecek. Babası O'na çalışma ve iş olarak her şeyi
yaptırabiliyordu. İsmail de babasına; "Ben, hayatım boyunca sana asi olmadığım
halde, niçin, nasıl beni kesersin?" demedi.
"Beni annemin kucağında çocukken susuz ve ekinsiz bir
vadiye atman ve bizi yırtıcı hayvanlara yem olarak terketmen sana yetmedi mi?
(Şimdi de beni keseceksin)" dahi demedi. Bu gibi şeyleri söylemesi Allah
korusun, asla olmadı. Çünkü O mü'mindir ve biliyor ki babası her yaptığı işinde
Allah'ın emirlerini yerine getiriyor. Müslümanların en belirgin sıfatlarından
biri de Cenab-ı Hakk'ın kaza ve kaderine rızadır.
İbrahim Aleyhisselâm Allah'ın emrini yerine getirmeye
başladı, oğlunu yere yatırdı ve bağını iyice sıkılaştırdı. Oğlu kendi nefsinden
mutmain olduğu, gönüllü olduğu ve hiç hareket etmediği halde yine de sıkıca
bağladı. Bıçağı tuttu, sonra onu İsmail'in boynunun üzerine koydu. Ve bıçağı
boynunun üzerinde sürdü.... İşte bu anlarda İbrahim Aley-hisseylâm, Rabb'inin
nidasını duydu:
"Biz O'na: Ey İbrahim, diye nida ettik. Rüyana sadakat
gösterdin. Şüphe yok ki biz, güzel amel işleyenleri işte böyle
mükafaatlandırırız. Bu ap-açık bir imtihandır. O'na büyük bir kurbanlık fidye
verdik."[50]
İbrahim dönüp bir de baktı ki, büyük beyaz bir koç. Onu
kesti. Ve onu ciğerparesi oğlunun yerine fidye verdi. Böylece kurban kesmek
İslâm'ın sünnetlerinden bir sünnet oldu. Mekke'de kurban kesmek de haccın
tamamlayan unsurlardan biri oldu. Vallahi şüphesiz ki bu, ap açık bir
imtihandır.
Allah rahmet etsin, İbn-il Kayyım şöyle
diyor:
"....Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah Teâla, ilk
evlatların onlardan sonra olanlardan daha sevimli olduğuna dair olan beşeri
âdeti icra etti.
İbrahim Aleyhisselam Rabb'inden çocuk istediğinde duasını kabul etti. Kalbinin bir köşesi O'nun muhabbetine
bağlandı. Cenab-ı Hak ise; O'nu dost edinmişti.
Dostluk ise; sevgide sevilenin tekliğini gerektiren bir
makamdır.
O sevgide kendisiyle başkası ortak
olamaz.
Çocuk babasının kalbinin bir köşesini alınca, İbrahim
Aleyhisselâm'm kalbinden sevgi kıskançlığı hareketlendi. Sonuçta sevdiğini
kesmesini O'na emretti. O'nu kesmeye koyulunca, Allah'ın muhabbeti O'nun
indinde çocuğun muhabbetinden çok daha yüce oldu, dostluk, ortaklık
şaibelerinden kurtulmuş oldu. Böylece kesmesinde herhangi bir maslahat kalmadı.
Eğer maslahat, azametle amel, oğlunun seve seve kesilmesine nefsi gönüllü kılmak
ise, o da oldu. Böylece emir neshedilip yerine kurbanlık fidye edildi. İbrahim
Aleyhisselam da rüyasına sadık oldu ve Cenab-ı Hakk'ın muradı da yerine
geldi."[51]
"Şüphe yok ki, biz güzel amel işleyenleri böyle
mükafaatlandırırız. Muhakkak bu ap-açık bir imtihandır." Yani Cenab-ı Hak
kendisine itaat edenlerden şiddet ve hoşlanılmayan şeyleri giderir. Onlar için
kendi katından bir kolaylık ve rahatlık verir.
"...Allah'tan korkana Allah sıkıntılardan çıkış yolu
ihsan eder. Ve onları hiç bilemedikleri yerlerden de rızıklandırır. Allah'a
tevekkül edene yine Allah kâfidir. Allah, emrini mutlaka yerine getirendir.
Allah her şey için bir kader tayin etmiştir."[52]
Ve Cenab-ı Hakk'ın muhsin kullarını mükafaat-landırması
onları imtihan ettikten başka; çeşitli musibetlere sabretmeleri ve Hak üzere
sebatlarından sonradır.....
Allah Azze ve Celle İbrahim'i ve oğlunu birbiri peşine
gelen imtihanlardan sonra onların zürriyet-lerinden hikmet sahibi kişiler ve
Peygamberler gönderdi. Ve Cenab-ı Hak İsmail'i methederek O'nu "vaadine sadık"
olarak vasıflandırdı.
"Kitap'ta İsmail'i de hatırla. O, vaadinde sadık ve
gönderilmiş bir Peygamberdi. Ehline namaz ve zekâtı emreden ve Rabb'i katında
razı olunmuştu."[53]
Şüphesiz İsmil Aleyhisselâm "Rasûl ve Nebi idi" Cenab-ı Hak O'nu bu bölgenin
halkından olan Cürhüm kabilelerine, Amalika'lılara ve Yemen ehline gönderdi.
O'na ihsanda bulunarak Enbiyaların ve Rasûllerin sonuncusunu O'nun neslinden
kıldı. Salat ve selamların en faziletlisi O'nun üzerine
olsun.
"Kuvvet ve basiret sahibi kullarımız İbrahim, İshak ve
Yakub'u hatırla. Biz, onlara Âhiret yurdunu hatırlama özelliği verdik. Şüphesiz
onlar, nez-dimizde, seçkin ve hayırlı kimselerdendi. Ey Mu-hammed! İsmail'i,
Elyesa'ı ve Zü'lkifl'i hatırla. Hepsi de seçkin kimselerdendi."[54]
Kurban Olan
Kimdir?
Kurban olan konusunda bu ümmetin selefinden (Selef-i
Sâlihin) olan ehli ilim "Acaba o İshak mı? Yoksa İsmail mi?" diye ihtilaf
etmişlerdir. Her iki tarafın delillerini okuyup ve düşündükten sonra
kurbanlığın İsmail olduğunda nefsim mutmain oldu. Bu görüşü söyleyenlerin
delillerinden bir grubu aşağıda arzedeceğim: [57]
Kurbanın
İsmail Olduğunu Söyleyenler
1- Muhammed b.
Ka'b El Kurezî[58]
İbn-i İshak şöyle dedi:
Muhammed b. Ka'b El Kurezî'yi şöyle derken işittim: Kur'an-ı Kerim'de Al-lahu
Teâla'nm kesmesini emrettiği oğlunun İsmail olduğunu anlamaktayız. Cenab-ı Hak
bu konuda İbrahim'in oğullarından kurban olanın kıssasını bitirdikten sonra
şöyle buyuruyor:
"Ve O'na (İbrahim'e) İshak'ı Nebi olarak müjdeledik. O
salihlerdendi." Ve Allahu Teâla başka bir ayet-i kerimede
de:
"Ona (annesine) İshak'ı ve İshak'm arkasından da Yakub'u
müjdeledik" buyuruyor.
Oğlunu ve torununu buyurmakta, İshak'm kurban
edilmesini emretmektedir. Vaadettiği için daha İshak'ın zamanı var. Kurban
olunması emredilen ancak İsmail'dir. İbn-i İshak: "Bunu söylediğini O'ndan çoğu
kez işittim" dedi.
İbn-i İshak Bürdete b. Süfyan El Eslemî'den, O da
Muhammed b. Ka'b El Kurezî'den dedi ki:
Ömer İbn-i Abdul Aziz Halifeyken beraber Şam'da
oldukları bir zamanda kendilerine şöyle söylediğini
anlatmaktadır:
Ömer bin Abdul Aziz O'na (El Kurezî'ye) şöyle dedi: "Bu
öyle bir şey ki, daha önce bu konuya hiç bakmamıştım. Ancak senin dediğin gibi
düşünüyorum." Sonra Şam'da beraberinde olan adama elçi gönderdi. Bu adam yahudi
idi. Müslüman oldu ve İslamiyet'i de çok güzel yaşıyordu. Ömer b. Abdul Aziz
onun Yahudilerin alimlerinden olduğunu düşünürdü. Ömer bin Abdul Aziz ona bu
konudan sordu. Muhammed b. Ka'b diyor ki: Ben de Ömer bin Abdul Aziz'in
yanındaydım. Ömer ona dedi ki: İbrahim hangi oğlunu kesmekle emrolundu? O da:
İsmail, dedi ve devamla: "Ya Emirü'l Müminin! Vallahi şüphesiz, yahudiler bunu
biliyor fakat, siz Arap topluluğu, onlar size karşı hased ediyorlar. Allah'ın
kurban olması için emrettiği kişinin, kesilmekle em-rolunduğunda sabrını,
Cenab-ı Hakk'm övdüğü kişinin, sizin atanız olmasını çekemiyorlar. Onun için de
bunu inkar ediyor ve kurbanın İshak olduğunu iddia ediyorlar. Çünkü İshak
onların atasıydı." Allah, hangisinin olduğunu en iyi bilendir. Muhakkak ki
hepsi de temiz, güzel ve Allah'a itaatkârdı.[59]
2- Suyuti:
Suyuti "El-İklü"de şunu belirtmiştir: Kurbanın İsmail olduğunu söyleyenler
Cenab-ı Hakk'ın "Ve O'na (İbrahim'e) İshak'ı müjdeledik" kavlini delil
getirmektedirler. Bunu büyük bir çoğunluk tercih etmekte ve bir çok delil ileri
sürmektedirler. Bu delillerden bazıları ise; Cenab-ı Hakk'm O'nu yumuşak
huylulukla vasıflandırması ve ondan sonra da İshak'ı müjdelemeyi zikretmesi ve
İshak'ın arkasından da Yakub'u müjdelemesidir.
Diğer deliller se, kati olmayan zannî delillerdir. Daha
sonra Suyuti devamla şöyle diyor: Kur'an'ı düşündüm (araştırdım) ve bu konuda
katiliği veya ona yakın bir durumu gerektiren delili buldum. Benden önce bu
delili istinbat edeni de görmedim. O da: Müjdeleme olayının iki defa meydana
geldiğidir.
Birincisi:
"Şüphesiz ki ben Rabb'ime gidiciyim. O beni doğru yola iletir. Ey Rabb'im! Bana
salihlerden ihsan et. Bunun üzerine biz de Ona yumuşak huylu bir çocuk
müjdeledik. Kendisiyle birlikte yürüme çağma gelince dedi ki: Ey oğulcuğum,
muhakkak ki ben seni rüyada keserken gördüm" ayetindeki müjdedir. Bu ayet-i
kerimedeki müjdelenenin kurbanlık olan oğlu olduğu konusu
katidir.
İkinci
müjdelenme ise: "Ve hanımı ayakta idi, güldü. Biz de O'na İshak'ı ve
İshak'ın arkasından da Yakub'u müjdeledik." Bu ayet-i kerimede müjdelenenin
İshak olduğu çok açıktır.
İbrahim Aleyhisselam istemeden bu müjde gelmiştir.
Bilakis hanımı kendisinin ve İbrahim Aley-hisselam'm da çok yaşlı olduğunu
söylemesi üzerine bu müjde Şam'da Melekler Lut kavmini helak etmeye
geldiklerinde ulaşmıştı.
Birinci müjdeleme; Irak'tan Şam'a intikâlinde İbrahim
Aleyhisselam'm yaşı daha çocuk edinmeye garipsenmeyecek bir çağda idi. Zaten
onun için de İbrahim Aleyhisselam çocuk istemişti..Böylece iki ayrı zamanda iki
çocuk için müjdeleme olduğunu öğrenmiş olduk. Birincisi, istemeden olan, yâni
İshak'tır. İkincisi ise; bundan önce ve istemesinden dolayı gelen müjdedir ki,
bu İsmail'den başkadır. Neticede; kurban olan İsmail Aleyhissalâm'm kendisi
olduğunu kesinlikle anlıyoruz."[60]
3- Muhammed El
Emîn Eş Şankıtî:
Allah rahmet etsin, Şeyh Muhammed El Emin Eş Şankıtî'nin
bu konuda çok önemli bir sözü vardır. Kendinden önce İbn-i Teymiyye, İbni'l
Kayyım ve İbn-i Kesir gibi muhakkik alimlerin sözlerini bu konuda bir araya
getirmiştir.
Allah onlardan razı olsun.
"Allah beni ve seni muvaffak etsin! Şunu bil ki,
Kur'an-ı Kerim iki yerde göstermiştir ki, kurbanlık olan İshak değil,
İsmail'dir. Bu yerlerden biri Saffat sûresinde, diğeri de Hûd sûresindedir.
Saffat süresindeki ayetler bu konuya gerçek şekilde delâlet
etmektedir.
"(İbrahim) dedi ki: "Ben Rabb'ime gideceğim. O, beni
doğru yola iletir. Rabb'im! Bana iyilerden bir çocuk lütfet!...
O'na halîm (yumuşak
huylu) bir erkek çocuk
müjdeledik. Çocuk onun yanında koşma çağına erişince, (İbrahim O'na) şöyle dedi:
"Yavrucuğum! Rüyamda görüyorum ki, seni kesiyorum. Düşün bak, ne dersin?" (Oğlu
cevaben): "Babacığım, sana emrolunanı yap. İnşaallah beni sabredenlerden
bulursun" dedi. İkisi de böylece (Allah'ın emrine) teslim oldular ve (İbrahim,
kurban etmek için) O'nu alnı üzerine yatırdı. Biz O'na: "Ya İbrahim" diye
seslendik. "Rüyana sadakat gösterdin. Şüphe yok ki ı biz, güzel davrananları
böyle mükafaatlandırırız." , Bu apaçık bir imtihandır. O'na büyük bir kurbanlık
fidye verdik. Yine O'na sonradan gelenler arasında iyi bir ün bıraktık.
İbrahim'e selam olsun."
Daha sonra birinci müjdeye atfen buyurdu
ki:
"Ve O'na (İbrahim'e) İshak'ı Nebi olarak müjdeledik. O
salihlerden idi." Bu da gösteriyor ki birinci müjde ikincisinden başka bir
şeydir. Çünkü Allah'ın Kitab'ının: "O'na İshak'ı müjdeledik" dedikten sonra
kurban kıssasının bitiminde tekrar aynı şeyi söylediğinin manasına hamletmek
caiz değildir. "İshak'ı müjdeledik O'na" sözü bu konuda hiç bir faide
sağlamayan bir tekrar olur ki, Cenab-ı Hakk'm Kelamı bundan
istisnadır.
Birinci müjdelenen ve büyük bir kurbanlık onun yerine
fidye verilen çocuğun İsmail olduğu çok açıktır. İshak'm denenmesinin ise
bundan sonra gelecekte olacağına, Cenab-ı Hakkın kavli delalet tt«
mektedir.
Arap lügatında malum olduğu üzere, atıf ayrıcalığı
gerektirir. Netice olarak, Saffat süresindeki ayetler insaflı biri için açıkça
gösteriyor ki, kurban İshak değil, İsmail Aleyhisselâm'dır. Şu da yakinen
bilinmektedir ki, İshak'm zikri geçen bütün yerlerde O'ndan ilim sıfatıyla
bahsedilip hilm sıfatıyla bah-sedilmemektedir. Bu kurbanlık çocuğu ise ilim
sıfatıyla değil hilm sıfatıyla vasıflandırmaktadır.
Delalet eden ikinci yerin ise, Hud sûresinde olduğunu
zikretmiştik. O da Cenab-ı Hakk'm şu kavlidir:
"Ayakta duran İbrahim'in hanımı güldü. Biz de O'na
İshak'ı, O'nun ardından da Yakub'u müjdeledik."[61]
Çünkü Meleklerden olan Allah'ın elçileri O'na
(İbrahim'in hanımına) İshak'ı müjdelediler. İshak'm arkasından da Yakub
doğuyor. Peki İbrahim'in daha İshak küçük iken kurban etmekle emrolunduğu nasıl
düşünülebilir. Yakub'un doğmasına kadar yaşayacağı İbrahim Aleyhisselâm
nezdinde yakinen de bilinmektedir.
Sonuç olarak, bu ayet-i kerime zikrettiğimiz konuda
açık bir delildir. Ayetlerin buna kanıt olmasından sonra, bu mevzuda insaflı
birinin ihtilafa düşmemesi gerekir. Bunun hakiki ilmi ise tamamen Allah katında
olandır."[62]
4- İbni'l
Kayyım:
Allah rahmet etsin, İbni'l Kayyım da Şankıti'nin
"Edvau'l-Beyan" tefsirinde yazdıklarına benzer şeyler söylemektedir. O'nun
kelamında ise ayrıca şu fazlalıklar da vardır:
"Eğer denilse ki: Eğer iş sizin zikrettiğiniz gibi
olsaydı, muhakkak, "Yakub" İshak'm üzerine atıfla mecrur olurdu. O zaman kıraat
da şöyle olurdu:
"Ve İshak'ın arkasından Yakub'u" yani: Ve Yakub'u
İshak'm arkasından demektir. Yine deniliyor ki: Ref olması, müjdelenenin Yakub
olmasına mani değildir. Çünkü müjdelemek mahsus kavildir. Müjdeleme Sadık
Sare'nin ilk haberidir.
"Ve İshak'm arkasından Yakub'u." Bu kayıtlan içine alan
bir cümledir. Öyle olunca bu cümle müjdeleme olur. Hatta müjdelemenin kendisi
olur. Bu durumda o bir haber cümlesidir.
Müjdeleme sözle olursa, o zaman da bu cümle hözü hikaye
yollu olarak nasb olur.
Mana da şöyle olur: Biz O'na İshak'm arkasından Yakub'u
verdik.
Şöyle dendiğinde: Falancıya kardeşinin gelişini ve
peşindeki eşyalarını müjdeledim. Buradan iki şeyi birden müjdelediği
anlaşılır.
Anlayış sahipleri bu meselede asla bir şüpheye düşmez.
Sonra Cer başka bir şeyi de zayıflatmaktadır. Misal: "Zeyde uğradım ve ondan
sonra da Amr'a." Çünkü atıf harf-i çerin yerine kâimdir. Harf-i çerle mecrurun
arasının ayrılmadığı gibi mecrurun arası da ayrılmaz."[63]
5- Diğer
Karineler:
Kurbanlığın İshak değil de İsmail olduğuna işaret eden
daha başka karineler (yardımcı deliller) de vardır. Bazılarını aşağıda
zikrediyoruz:
Cenab-ı Hak İsmail'i sabırla vasıflandırdı. İshak'ı ise
sabırla vasıflandırmadı. Allahu Teala buyuruyor ki: "İsmail, Elyesa ve Zülkifl;
hepsi de sabredenlerdendir." Yine Allahu Teala İsmail'i vaadine sadık olarak
vasıflandırmaktadır:
"Kitab'da İsmail'i de hatırla. Şüphesiz ki O, vaadine
sadık idi, Rasûl ve Nebi idi." O'nu sabırla, ayrıca sözüne sadık olarak
vasfetti. Yani babasına söylediği şu sözüne sadık kaldı.
'Emrolunduğunu yap. İnşaallah beni sabredenlerden
bulursun."
İsmail, İshak'tan daha büyüktü.
"Yaşlılığımda İsmail'i ve İshak'ı bana veren Allah'a
hamd olsun."
Cenab-ı Hak İbrahim'e ilk ve tek çocuğunu kurban
etmesini emretti. O da İsmail'dir.
Daha önce de: Kurban kesmenin, İbrahim ve İsmail'in
ortaklaşa binasını yaptıkları Beyti'l Haram'la aynı, birbirine bitişik zaman ve
mekanda olduğunu söylemiştik. İshak ise Şam diyarında
doğmuştur.
Cenab-ı Hak İsmail'i kendisinin en önemli özelliğini
muhafaza etmesini dilediği bir topluma göndermiştir. O'ndan sonra da Muhammed
Sallallahu Aleyhi Vesellem'i göndermiştir.
İşte bu en belirgin özellik de: Noksan sıfatlardan
münezzeh olan yüce Allah'ın emrine kâmil bir teslimiyet ve tam bir boyun
bükmedir.[64]
Kurbanın
İshak Olduğunu Söyleyenler
Kurbanın İshak olduğunu söyleyenler, senedi ve metni
sahih olmayan münker rivayetlere dayanmaktadırlar. Allah rahmet etsin, İbn-i
Kesir şöyle diyor:
"Seleften ve başkalarından büyük bir taife İshak
olduğunu söylemişlerdir. -Allah en iyisini bilir-ancak onlar bunu, Kab El
Ehbâr'dan veya Ehl-i Kitab'm sayfalarından almışlardır. Bu konuda Kur'an-ı
Kerim'in zahirini terketmemize sebep olacak herhangi sahih bir haber masum olan
Mu-hammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'den gelmemiştir. Bu durum (İshak'm kurban
olduğu) Kur'an'dan anlaşılmamaktadır. Bilakis anlaşılan, bilakis konuşulmuş
olan ve naslar iyice araştırılıp düşünüldüğünde kurbanın İsmail Aleyhisselâm
olduğudur."[65]
Başka bir yerde de şöyle diyor:
"Kab El Ehbâr Hz. Ömer'in Hilafeti zamanında müslüman
olunca, Ömer Radıyallahu Anh O'nun kitaplarından geçmiş olayları anlatmaya
başladı. Ömer Radıyallahu Anh'in dinleyip insanların onda olanları dinlemesine
de müsaade etmiş olma ihtimâli vardır. Onlar da Kab El Ehbâr nezdinde doğru ve
yanlış ne varsa nakletmiş olabilirler. Allah daha iyi bilir. Bu ümmet O'nun
rivayet ettiği tek bir harfe dahi muhtaç değildir."[66]
Allah rahmet etsin, İbni'l Kayyım da şöyle
diyor:
"İsmail: Sahabelerden, Tabiinden ve onlardan sonraki
alimlerin indinde doğru olan görüşe göre kurban olan İbrahim Aleyhisselâm'm
oğludur. Ama İshak olduğuna dair olan görüşe gelince, bu yirmiden fazla
noktadan dolayı batıldır. Allah ruhunu mukaddes kılsın, Şeyhül İslam İbn-i
Teymiyye'yi şöyle derken duydum:
Kitaplarının nassıyla batıl olmakla beraber bu söz,
Ehl-i Kitab'dan karışmadır. Çünkü onların, kitabında: Cenab-ı Allah İbrahim'e
ilk oğlunu kurban kesmesini emretti. Bir lafızda da, "tek oğlunu" geçmektedir.
Müslümanlar da Ehl-i Kitab da İsmail'in, İbrahim Aleyhissalâm'm evlatlarının[67] ilki
olduğunda şüphe etmemektedirler. Bu görüş sahiplerini aldatan şey;
ellerindeki Tevrat'ta "Oğlun İshak'ı kes" ibaresinin
olmasıdır.
İbn-i Teymiyye devamla şöyle dedi: Bu fazlalık onların
yalanlarından ve tahriflerindendir. Çünkü o "İlk oğlunu kes" sözüyle ve "tek
oğlunu kes" sözüyle çelişmektedir. Fakat Yahudiler, bu şerefe karşı İsmail
oğullarına hased etmektedirler. Bu şerefin kendilerine ait olmasını, Araplar
olmaksızın sadece kendilerine özgü kılınmasını çok istiyorlar. Cenab-ı Hak ise
buna müsaade etmemiş, ancak kendi fazilet ve şerefini O'na ehil olanlara
vermiştir."[68]