06 Aralık 2013

ALLAH’A DAVETTE PEYGAMBERLERİN METODU (DERSLER VE İBRETLER)..İSMAİL ALEYHİSSELÂM..1




ALLAH’A DAVETTE PEYGAMBERLERİN METODU (DERSLER VE İBRETLER)..

İSMAİL ALEYHİSSELÂM..1


İsmail Aleyhisselâmın Doğumu


Sare'nin çocuğu olmuyordu. Saçı tamamen ağarıp iyice yaşlandıktan sonra, bir gün şefkat dolu duy­gusal bakışlarla vefalı eşine baktı. Kocasının hay­vanlarını ve arazisini idare etmekten dolayı kar­şılaştığı zorluklar Sare'yi çok üzdü. Bunun üzerine hizmetçisi Hacer'i Ona verdi ve O'nunla ev­lenmesini istedi. Umulur ki Cenab-ı Hak O'na llâcer'den bir çocuk verir de, O da Nübüvvette ve Allah'a davette varis olur. Kendisine işlerinde ve hizmetinde yardım eder, ilgilenir.
Ve Halilü'r Rahman Hâcer'le evlendi. Cenab-ı Hak O'na Hacer'den İsmail'i ikram etti. Fakat İb­rahim Aleyhisselâm'm oğluyla mutlu olması fazla Hürmedi. Çünkü kıskançlık Sare'nin kalbinde dur­mayıp, hareketlenmeye başladı. Öyle bir hale geldi ki, artık çocuğa ve annesine tahammül edemez oldu. Sonunda kocasından onları çok uzak bir yere gö­türmesini istedi. Hatta onların seslerini dahi duy­masın.   Allahu   Teâla'mn   dilediği bir işin gerçekleşmesi için İbrahim Aleyhisselâm davasına Babil topraklarında ilk inanan, O'nun üzüntü ve sı­kıntılarını paylaşan, zor yolculuklarda beraber hic­ret eden, O'na ne gibi bir zarar geldiyse kendisine de gelen, namusunu koruyan eşi Sâre'nin isteğini geri çevirmedi, âdeta Halilü'r Rahman'ın hayatından ay­rılmaz bir parça oldu. Allah O'ndan razı olsun.
ibrahim Aleyhisselâm oğlu İsmail ve hanımı Hacer ile birlikte yaptığı yolculuğunu, onları Şam'dan çıkarttığı andan itibaren oğluyla birlikte Kabe'yi yapmasına kadar anlatalım. Buhari'nin Sahih'inde tahric ettiği İbn-i Abbas rivayetini bu ko­nuda hadis ve tarih kitaplarında gelen rivayetlerin en sahihi ve en detaylısı olarak buldum. Onun için de bu rivayeti serdettim. Şerhlerinde ise Hafiz İbn-i Hacer'in şerhini esas aldım. Çünkü o bu meydanın eridir. Benim bu rivayet hakkında yaptığım bazı açıklamalar ihtiyaç halinde olmuştur, bu da azdır. [1]

İbn-i Abbas’ın Rivayeti:


"Kadınlardan beline ilk defa kuşak[2] bağlayan İsmail Aleyhisselâm'ın annesidir. Sare'ye, eserini (hamile olduğunu) belli etmemek için üzerine kuşak bağlamış sonra İbrahim Aleyhisselâm onu ve oğlu İsmail'i daha emzirir halde iken götürmüş; beyt'in orada Zemzem'in ve mescidin üst tarafında büyük bir ağacın [3]altına koymuştur. O zaman Mekke'de hiç kimse yoktu ve su da bulunmuyordu. İbrahim Aleyhisselâm onları oraya bıraktı, bir dağarcık için­de hurma, bir kap içinde de suyu yanlarına koydu ve hemen geri döndü. İsmail'in annesi (Hâcer) O'nun peşine düştü ve: "Ey İbrahim! Böyle insan ve hiçbir şey olmayan vadide bizi terkedip de nereye gi­diyorsun?" dedi. Bunu da Ona defalarca tekrar etti. İbrahim Aleyhisselâm O'na hiç yönelmedi. Bunun üzerine İbrahim'e: "Bunu sana emreden Allah mıdır?" Bunun üzerine O "evet" der ve cevabını alır: "Öyle ise O bizi zayi etmez"[4] dedi, sonra geri döndü.
Ve İbrahim Aleyhisselâm Hacer'in kendisini gö-remiyeceği Seniyye[5] tepesini aşıncaya kadar gitti. Orada Kabe'ye[6] yöneldi, ellerini kaldırdı ve şöyle dua etti: "Ya Rabbi! Ben zürriyetimi ekinsiz[7] bir vadide yerleştirdim. (İbrahim 37.âyette geçen bu duayı -"Yeşkurun"a kadar olan kısmı- Rabbinden niyaz etti:)
Ve   annesi, İsmail'i emzirmeye ve bırakılan kap­taki sudan içmeye   başladı. Kaptaki su tükenince susadılar. Acıyarak oğluna bakmaya başladı. O ise ağzından köpük geliyor[8] -veya ravi dedi ki- yerde ayaklarıyla debeleniyor. O halinden üzüldüğü için oradan uzaklaşarak en yakında Safa' tepesini buldu. Onun üzerine çıkarak vadiye döndü. Birisini gö­rebilmek için bakındı, fakat kimseyi göremedi. Der­ken Safa'dan indi, ta vadiye kadar geldi ve etek­lerini topladı.[9] Sonra çalışan bir insan gayretiyle koştu, vadiyi geçti ve Merve'ye çıktı. Yine birisini gö­rebilmek için bakındı, ancak hiç kimseyi göremedi. Neticede bunu yedi defa yaptı. İbn-i Abbas devamla dedi ki: Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem bu­yurdular ki: "İşte insanların Safa ile Merve ara­sındaki[10] Sa'y'i budur." Merve üzerine çıktığında bir ses duydu ve içinden kendi kendisine 'sus'[11] dedi. Sonra dinledi ve aynı sesi tekrar duydu. Bunun üzerine: (Sesin sahibine) "Sen işittirdin, eğer yanında bir yardımcı[12]varsa bana yardım et" dedi. Baktığında ise  Zemzem  mahallinde  bir Melek[13] arka ayağıyla kazıyor. -Veya (ravi) dedi ki-[14] ka­nadıyla kazıyor. Su çıkıncaya kadar böylece kazdı.
Hacer suya havuz yapmaya ve elini suya daldırıp avucuyla suyu kabına koymaya başladı. Su ise co­şarak akmaktaydı. Hacer de suyun akmasını en­gellemeye çalışıyordu. İbn-i Abbas devamla dedi ki: Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem buyurdu ki: "Allah İsmail'in annesine rahmet etsin eğer bı-raksaydı, -yahut şöyle dedi (ravi)- eğer Zemzem'den avuçlamasaydı, zemzem akan bir kaynak olurdu."[15]
İbn-i Abbas devamla: Hacer (sudan) içti ve ço­cuğunu emzirdi. Melek O'na: "Ziyan olmaktan korkma![16] Muhakkak; bu Allah'ın evidir.[17] Onu bu çocuk ve babası inşâ edecektir. Şüphesiz Allah bu evin ehlini zayi etmez" dedi. Beyt yüksek bir tepe gi­biydi. Sel suları Beyt'in sağ ve solundan akardı. Kedâin yolundan gelen, Cürhüm'den[18]olan bir aile -ya da- bir kafile[19] uğrayana kadar böylece devam etti. Sonra Mekke'nin alt kısmında konakladılar. Havada dönüp dolaşan bir kuş[20] gördüklerinde: "Bu kuş su üzerinde dönüyor. Bizim bildiğimize göre bu vadide su yoktu" dediler. Derken, keşif için bir iki kişi[21]gönderdiler. Keşif için gidenler, su ile kar­şılaştılar. Sonra dönüp onlara bunu haber verdiler. Böylece onlar da geldiler. İbn-i Abbas devamla: O sı­rada İsmail'in annesi suyun yanındaydı. Onlar: "Senin yanında konaklamamıza izin verir misin?" dediler. O da: "Evet, fakat suda sizin bir hakkınız yoktur" diye cevapladı. Onlar da kabul ettiler. İbn-i Abbas diyor ki: Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Ve-sellem şöyle buyurdu: "İsmail'in annesi bu anlaş­mayı[22] yaptı. O ünsiyeti seviyordu. Bunun üzerine onlar da konakladı ve ailelerine haber gönderdiler, onlar da hep beraber konakladılar. Hacer'in yanında evler yaptılar İsmail büyüdü ve onlardan Arapça öğ­rendi"[23] dedi. Gençliğinde İsmail onların hoşuna gitti.[24] Evlenme çağına geldiğinde de kendilerinden bir kadınla Onu evlendirdiler.
Sonra İsmail'in annesi öldü. Derken İsmail ev­lendikten sonra İbrahim bıraktıklarının[25] halini öğ­renmek üzere geldi. İsmail'i bulamadı. Bunun üze­rine hanımından İsmail'i sordu. O da: Bize rızık[26] aramaya gitti, dedi. Sonra geçimlerinden ve du­rumlarından sordu.[27] O da: "Biz çok kötü bir hal­deyiz ve şiddetli geçim sıkıntısmdayız" diye İbrahim Aleyhisselâm'a şikayette[28] bulundu. O: "Beyin geldiğinde O'na selam söyle ve O'na, kapısının eşi­ğini[29]değiştirmesini söyle" dedi. İsmail geldiğinde sanki bir şeyleri anlar gibi oldu ve "bize kimse geldi mi?" diye sordu. Hanımı da: Evet. Bize böyle böyle bir yaşlı zat geldi, seni sordu ben de söyledim. Ge­çimimizin nasıl olduğunu sordu, ben de zorluk ve sı­kıntı içinde olduğumuzu Ona haber verdim. İsmail: Sana bir şey tavsiye etti mi? diye sordu, O da: Evet, sana selam söylememi ve de kapının eşiğini de­ğiştirmeni emretti. İsmail: "O babamdı ve bana sen­den ayrılmamı emretmiş" dedi. Böylece onu boşadı. Onlardan başka bir kadınla evlendi. İbrahim Aley­hisselam Allah'ın dilediği kadar onların yanına uğ­ramadı, sonra geldi ve İsmail'i bulamadı. Hanımının yanına gitti ve İsmail'i sordu. O da: "Bize rızık ara­maya çıktı" dedi. İbrahim Aleyhisselam: "Na­sılsınız?" dedi, ve geçimlerinden, hallerinden sordu.
O da: "Biz hayır ve bolluk içindeyiz" dedi ve Allah'a hamd-u sena etti.
Bunun   üzerine    İbrahim   Aleyhisselâm:    "Ye­meğiniz nedir?" O da: "Ettir" dedi. İbrahim Aley­hisselâm:   "İçeceğiniz   nedir?"   diye   sordu.   O   da: "Sudur"    dedi.    İbrahim    Aleyhisselâm    da:    "Ey Allah'ım,[30] onları etinde ve suyunda mübarek kıl" diye dua etti. Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdular: "O gün onların buğday taneleri yoktu. Eğer onların buğdayları da olsaydı, mutlaka onun hakkında da dua ederdi onlara." Devamla şöyle bu­yurdu:  "Et ve  suya Mekke halkından başka hiç kimse tek başına sabredemez."[31] Ancak o ikisi de buna uymayarak sabretti.
İbrahim Aleyhisselâm: "Eğer beyin gelirse O'na selam söyle ve kapısının eşiğini sabit tutmasını emret" dedi. İsmail Aleyhisselâm geldiğinde; "bize hiç kimse geldi mi?" dedi. Hanımı da: "Evet. Bize güzel görünümlü, yaşlı biri geldi" dedi ve O'nu met­hetti. "Sonra benden seni sordu, ben de söyledim. Daha sonra geçimimizin nasıl olduğunu sordu, ben de hayır içinde olduğumuzu O'na haber verdim." İs­mail Aleyhisselâm dedi ki: "Sana bir şey tavsiye etti mi?" dedi. O da: "Evet, sana selâm söyledi ve ka­pının eşiğini sabit tutmanı sana emrediyor"[32] dedi.
İsmail Aleyhisselâm da: "O babamdı. Sen de eşik­sin. Seni tutmamı bana emretmiş" dedi. İbrahim Aleyhisselâm Allah'ın dilediği kadar onlardan ayrı durdu ve daha sonra geldi.[33] İsmail Zemzemin ya­nında büyük bir ağacın altında okunu dü­zeltiyordu.[34] O'nu görünce kalktı babanın oğluna ve oğulun babasına yapması gereken şeyi yaptılar[35]İbrahim Aleyhisselâm: "Ey İsmail! Allah bana bir emir verdi" dedi. O da: "Rabb'in sana ne emrettiyse onu yap" cevabını verdi. İbrahim: "Bana yardım eder misin?" İsmail: "Ederim." İbrahim: "Allah şurada bir Beyt (Kabe'yi) yapmamı emretti" dedi ve etrafından yüksekte olan Kabe'yi işaret etti.
İbn-i Abbas devamla şöyle dedi: "Beytin du­varlarını yükselttiklerinde, İsmail taş getirip, İb­rahim Aleyhisselâm da bina yapmaya başladı. Bina yükseldiğinde ise,[36] taş[37]getirdi, İbrahim Aleyhisselâm'ın ayaklan altına koydu, böylece yükselsin ve binayı rahat yapabilsin. İbrahim o taşın üzerine çıkarak binayı yapıyor, İsmail de O'na taş veriyor, bir yandan da şöyle diyorlardı:
"Ey Rabbimiz! Bizden kabul et. Muhakkak ki, sen işiten ve bilensin!" (İbn-i Abbas devamla şöyle dedi:) Beytin etrafında dönünceye kadar binayı yaptılar ve bir taraftan da: "Ey Rabbimiz! Bizden kabul et. Mu­hakkak ki sen, işiten ve bilensin!" diyorlardı."
Buhari'nin rivayeti burada son buldu.[38]

Beyt (Kabe)'nin Yapılması


Buharı nin Sahih'inde tahric etmiş olduğu İbn-i I Abbas'tan gelen hadis-i şeriften ortaya çıkan; İb- I rahim Aleyhisselam'm ehlinin bir kısmını ekinsiz | bir vadiye, Mekke-i Mükerreme'ye yerleştirmesini Cenab-ı Hakkın emretmiş olduğudur.
Ta ki mübarek ve temiz yerde namazlarını ki-smlar ve Allah'a ibadet etsinler. O mübarek top­raklar kendisine iman tohumunu ekecek davetçileı o muhtaçtır.
Sonra Beyt'i (Kabe'yi) yapma ve duvarlarını yük seltme hususunda Allah'ın emri geldi. İsmail Aley hisselâm derhal Allah'ın emrine icabet etti.
"İbrahim ve İsmail, Beyt'in duvarlarını yük­selttiklerinde: "Ya Rabbi! bizden kabul buyur. Sen işitir ve bilirsin. Ya Rabbi! Bizi sana teslimiyette sabit kıl. Zürriyetimizden sana boyun eğen mün-lüman bir ümmet yarat. Bize menasikimizi (ibadol edecek yerlerimizi) göster, bizi bağışla.  Sen kullarına acır ve affedersin. Ya Rabbi! O Müslüman ümmete kendilerinden bir Peygamber gönder ki, on­lara ayetlerini okusun. Kitab'ı ve Hikmet'i öğretsin. Onları günahlardan temizlesin. Sen aziz ve ha­kimsin" diye dua ettiler."[39] Ve Beyt'in yapımı tamam olduktan sonra İbrahim Aleyhisselâm in­sanları oraya, Kabe'ye çağırmaya başladı:
"İnsanlara Haccı ilan et. Sana yürüyerek, binekle ve uzak olan her yoldan gelsinler. Ta ki kendilerine ait olan menfaatlere şahid olsunlar. Ve Allah'ın ken­dilerine rızık olarak verdiği kurbanlar üzerine Allah'ın ismini zikretsinler. O kurbanlardan yeyin ve muhtaç olan fakirleri doyurun. Sonra kirlerini te­mizlesinler. Adaklarını yerine getirsinler. Ve Beyt-i Atîk'i tavaf etsinler, dedik."[40]
Cenab-ı Hak Halil'i İbrahim Aleyhisselam'm duasını kabul etti ve O'nun yaptığı Beyt'i mu-vahhidler, mü'minler için bir Kıble yaptı. Mü'minlerin kalplerini o Beyt için bir sevgi yeri kıldı ve korkanlar için de orayı bir sığınılacak yer yaptı....
Aziz ve Celil olan Allah oranın sakinlerini rı-zıklara ve emniyete gark etti.
"....Biz onları, tarafımızdan rızık olarak her şeyin mahsullerinin toplanacağı emin bir haremde yer­leştirmedik mi? Fakat onların çoğu bunu bil­mezler."[41]
"Bu Beyt'in Rabb'ine ibadet etsinler. O Rab ki, on­ları açlıktan doyurdu ve korkudan emin kıldı."[42]
İbn-i Abbas, dedi ki, Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem Mekke'nin fethi gününde şöyle bu­yurdu: Hicret yoktur. Fakat cihad ve niyet vardır. Cihada çağrıldığınızda koşun. Bu beldeyi Cenab-ı Allah semaları ve yeri yarattığı andan itibaren haram kılmıştır. Ve o Allah'ın haram kılmasıyla Kı-yamet'e kadar haramdır. Muhakkak orada savaş benden önce hiç kimseye helal olmadı. Bana da helal olmadı, sadece gündüzün bir zamanında helal oldu. Ve o Allah'ın haram kılmasıyla Kıyamet'e kadar ha­ramdır. O'nun ağacı kesilmez, av hayvanları ür­kütülmez (avlanmaz), düşmüşü (kaybolmuşu) alın­maz, ancak bilineni alınır (sahibi bilinen alınıp ona verilir), otları kesilmez. Bunun üzerine İbn-i Abbas dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü "Ezhire" (ihtiyaç için saklanan şeyler) müstesna olmaz mı? Çünkü o evleri ve hayvanları içindir. Allah Rasûlü de buyurdular ki: Ezhir müstesna (o toplanabilir)."[43]
Allâhu Teâla Nebi'si ve Rasûlü İbrahim Aley-hisselam'm duasını kabul edip, O'nun zürriyetinden müslüman bir ümmet yarattı. Arap ümmetine ken­dilerinden bir Peygamber gönderdi. Bu Peygamber onlara Kitab ve Hikmet'i öğretip, onları şirk'ten ve diğer günahlarından temizliyor. İşte o Peygamber Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'dir, Cenab-ı Hakk'm kendisiyle Nebi ve Rasûllerini sona er­dirdiği Allah'ın elçisidir.
Cenabı Hak O'nu İsmail Aleyhisselâm'ın evlatları arasından (soyundan) seçti.
Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyuruyor:
"Ben babam İbrahim'in duası, İsa'nın müjdesi ve annemin gördüğü rüyayım."[44]
Allah Azze ve Celle İbrahim Aleyhisselâm'ın duasını kabul etti ve O'na bütün menasikini (ibadet yapılacak yerleri) gösterdi. İnsanları hacca ça­ğırmasını İbrahim Aleyhisselâm'a emretti. İnsanlar da bu çağrıya icabet ettiler. Her taraftan yaya ve bi-nekli olarak Beytullah'a akın etmeye başladılar. Hac İslâm'dan önce de var ve Araplar Allah'ın evini o zaman da haccediyorlardı. Sonra hac İslâm'ın beş rüknünden biri oldu. Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"İslâm beş şey üzerine bina edilmiştir: Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun Rasûlü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek, haccetmek ve ramazan orucunu tut­mak."[45]
Müslümanların en uzak yerlerden ve her taraftan Mekke'ye akın ettiklerini görmekteyiz. Ordular gibi kopup geliyorlar. Böylesi bir şeyin tarih, sayı ve in­tizam bakımından benzerini görmedi ve asla gör­meyecek. Evet bu hedef ve duygu birliğinin örneğini tarih ne gördü ve ne de görecek. Orada bir ağızdan şunu tekrarlıyorlar:
"Lebbeyk! Allahümme Lebbeyk! La Şerike Leke Lebbeyk! İnne'l hamde, ve'n ni'mete leke ve'l Mülk, La şerike Leke!"
"Emret Allahım! Emrine hazırım! Emret Allah'ım, senin ortağın yoktur! Emret Allahım em­rine  hazırım,  muhakkak ki  hamd  senin  içindir.
Nimet ve Mülk senindir! Senin şerikin (ortağın) yok­tur!"
İnsanlardan yüzbinlercesi her yıl zilhicce ayının dokuzuncu günü Arafat'ta duruyor ve ihramdan başka elbiselerini çıkartmış halde dikilip, dua ve tel-biye ederek Allah'a yöneliyorlar.
Sabah namazından sonra Müzdelife'den hareket ettikleri gibi bu mahşerî kalabalık güneş batmadan önce Arafat'tan hareket ediyorlar. Ve her şey, İb­rahim; İsmail ve Muhammed Aleyhimussalatu ve's-selâm'm zikrettiği nişanelerdendir. Salat ve se­lamların en faziletlesi onların üzerine olsun.
Müslümanlar Beyt-i Atik'i her tavaf edişlerinde doğal olarak onu yapanı da; İbrahim ve İsmail Aley-hisselâm'ın Beyt'in etrafında tavaf ederken; "Ey Rabbimiz bizden kabul et. Şüphesiz ki sen işiten ve bilensin" diye nasıl tavaf ve dua ettiklerini ha­tırlıyorlar.
Safa ve Merve arasında Sa'y (koşar gibi çabuk çabuk yürüme) yaparken mahzun Hacer'i; Hacer'in kendisini ve oğlunu helak olmaktan kurtaracak bir yardımcı aradığını, kısaca Sa'y yaparken bu kıssayı tamamen hatırlıyorlar.
Zemzem'den içerken, Cenab-ı Hakk'ın bu suyu nasıl çıkarttığını ve kulu, Nebisi İsmail'e nasıl ih­sanda bulunduğunu hatırlıyorlar.
Yine taş atma esnasında; Şeytan'ın İbrahim Aley-hisselâm'ı fitneye düşürüp O'nu günaha sokmak veya haccma herhangi bir şüphe sokmak için nasıl musallat olduğunu, İbrahim Aleyhisselâm'ın da Şey­tan'ın arzularını kesmek ve kovmak için O'na nasıl taş attığını; kurban İsmail'i ve Cenab-ı Hakk'm O'nun yerine büyük bir koçu nasıl ihsan ettiğini ha­tırlıyorlar.
Hac; menâsik ve rükünleriyle Cenab-ı Hakk'a tes­limiyeti simgelemektedir. O'na boyun eğmeyi ve inkiyâdın en ileri mertebelerini ortaya koymakta ve insanlara hayırlı bir ümmet olarak insanlar için çı-kartılışlarının ahdlerini müslümanlar yenilemekte­dirler.
Üstad Ebu'l Hasan Ali El Hasanî En Nedvî şöyle diyor:
"Hac, menâsik ve rükünleriyle mutlak itaat için bir ölçü ve nefsi o itaate alıştırma, mücerred olarak emre tabi olmak, emirden sonra gösterilen gayrettir. İsteğe icabet etmek, hazır olmaktır. Hac Mekke, Mina, Arafat, Müzdelife arasındadır. Mina ve Mekke'de, durulur ve sefer edilir, konaklanılır ve ta­şınılır, çadır kurulur ve sökülür. O sadece gösterilen bu işarete gönüllülük ve emre âmâde olmaktır. Müs­lüman için herhangi bir irâde, hüküm veya bir se­çenek yoktur.
Mina'ya iner, Müzdelife'de ve Arafat'ta vakfeye durmaksızın Arafat'a intikal ile emrolunur. Gündüz boyu dua ve ibadetle meşgul olmaya devam eder. Güneş battıktan sonra içinden biraz oturma ve din­lenme isteği gelir, fakat buna müsaade edilmez. Der­hal Müzdelife'ye intikali emrolunur.
Hayatını namazları vaktinde eda etmekle geçirir. Arafat'ta akşam namazını geciktirmekle emrolunur. Çünkü o, âdet ve namazlarının kulu değil, Rabb'inin kuludur. Akşam namazını ancak Müzdelife'de yat­sıyla birlikte cem ederek kılar. Müzdelife'de ikamet etmek çok hoşuna gider, bunun uzun olmasını ister, fakat buna da müsa de edilmez. Ve Mina'ya intikal ile emrolunur.
İşte İbrahim Aleyhisselâm ve Nebilerin hayatı böyle idi. Allah'ı seven, O'na teslim olan mü'minlerin hayatı da böyledir. Kalmak, göç etmek, ikamet etmek, başka yerlere gitmek, sıkıntı ve ge­nişlik, kavuşmak ve ayrılık. Örf ve ananaye boyun bükmek yoktur. Şehvet'e icabet yoktur. Hevâ ve he­vesi müdafaa yoktur."[46]

 

Kurban Kıssası


İbrahim Aleyhisselam rüyasında ilk ve tek oğ­lunu kurban ettiğini görür. Peygamberlerin rüyaları ise vahiydir.[47] İbrahim Aleyhisselam oğlu İsmail Aleyhisselam'a Rabb'inin emrini hemen haber verdi. Sebebi ise, bunun Allah'ın emri olduğunu bilmesiyle daha kolay karşılaması ve bir yandan da sabır, ce­saret yönünden imtihan etmekti. Hayırlı oğuldan, Rabb'inin emrine teslim olmuş, babasına cevabı ise sadece şöyle demek oldu:
"Dedi ki: Ey babacığım! Emrolunduğunu yap. İn-şaallah beni sabredenlerden bulursun."[48]
"Ey babacığım! Emrolunduğunu yap": Şüphesiz bu ibare karşısında kalem şaşırıp kalır.... Oku­yucuların nefsinden, bu ibarenin tasvirinde, be­lagatında ve zihinlere yaklaştırma konusunda ne ya­zılabilir ki...
"Emrolunduğunu yap." İşte bu İslâm'dır. Boyun bükmek, teslim olmak, itaat etmek, emre itaat ve yerine getirmektir....Ne büyük bir teslimiyet!.
Fakat meliklerin ve zalimlerin emrine değil, bi­lakis bir olan Allah'a ve O'nun Peygamberlerine olan bir itaat ve teslimiyettir. Aleyhim efdalu's-Salati ve't-Teslîm.
"Emrolunduğunu yap!" Ey yumuşak huylu, ince kalpli ve merhametli babacığım! Muhakkak Allah'ın emrini yerine getirmen benim şu fani dünya ha­yatımdan çok daha önemlidir. Beni âsi ve tereddütlü görmeyeceksin. Bilakis, sabreden ve ecrini ancak Allah'tan bekleyen biri olarak bulunacaksın.
"Emrolunduğunu yap." Kudreti yüce olan Allah Risaleti yüklemek için bizleri seçti. O'nun arzındı hidayet yıldızları olmamız için bizi tayin etti. Hır türlü gölgeyi ortadan kaldıran güneşler olarak bili kıldı. Bizler mallarımızdan ve canlarımızdan ıııııllk olduğumuz her şeyi Allah'ın yolunda sarl'elınnltti asla tereddüt etmeyeceğiz.
Muhakkak insanlardan bir çoğu harp mey­danlarında şehid düşüyor, mal ve evladını Allnh y§« lunda feda ediyorlar. Fakat hiçbir şehadot V» h-dakarlık, İbrahim ve İsmail'in yaptığına benzemez, benzeyemez...
Oğluna tam bir incelik ve şefkatle:  "Ey oğulcuğum! Muhakkak rüyada seni keserken diyen merhametli babaya bak. Ve büyük bir itaatle çocuğun itaatine: "Ey babacağım emrolunduğunu yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın"
Oğluna söyle deseydi: "Allah yolunda eihnd» fİİ Umulur ki Cenab-ı Hak senin şehadoünli bmİ fis reflendirir..." Eğer buna benzer bir şey «<ivl«nnv4l. şüphesiz ki olay daha hafif olurdu. Çünkü Âlltllı tiilf manian O'nu öldüreceklerdi. Ama burada bir davetçi mü'min baba, davetçi mü'min bir oğlum! kt serek öldürecek ve O da hiçbir günaha bulıtfmHtnif veya   kendisine   had   cezası   uygulanmamın  gerektirmeyen bir iş yapmış olacak!
Şüphesiz, İsmail Aleyhisselâm'ın hayatı tama­men babasının her emrettiği şeye itaat etmek ve tu­tunmakla geçmiştir.
O biliyordu ki, O'na itaat etmek Allah'a itaat et­mektir. Hanımına, İsmail Aleyhisselâm'a kapısının eşiğini değiştirmesini söylemesini haber verdiğinde, derhal hanımını boşadı. O'nu sevmesi babasının em­rini yerine getirmekten men etmedi. Veya evlatla­rının faydasına olan düşkünlüğü O'nu engellemedi. Kabe'yi yapma konusunda da İbrahim Aleyhisselâm kendisine yardım etmesini emrettiğinde, hiçbir sı­kıntı veya bıkkınlık duymadan yine babasının em­rine koştu.
Hiçbir zaman unutmayacağız ve nasıl unuturuz ki, İsmail Aleyhisselâm, Allah'a, sıkı sıkıya bağlı ve O'nun emrine teslim olmuş bir kadının evinde bü­yümüş ve yetişmiştir. O'nun Allah'ın emirlerine tes­limiyeti her türlü özellikten çok daha büyük ve yü­cedir.... Bunu, daha önce İbrahim Aleyhisselâm'ın O'nu oğluyla birlikte sığınmasız ve emin olmayan bir yerde bırakmasının Allah'ın emri olduğunu öğ­rendiğinde görmüştük. Hatta orada yiyecek su bile yoktu. O'nun cevabı da: "Öyle ise O bizi zayi etmez" olmuştu.
Bundan dolayı İsmail Aleyhisselâm babasına: "Ey babacığım! Emrolunduğunu yap" diyordu. İbrahim Aleyhisselâm'ı biricik oğluyla beraber, konuşmadan ve nazari muvaffakiyetten sonra ameli tatbike ve uygulamaya geçiyor.
"İkisi de (Allah'ın emrine) teslim oldular. İbrahim O'nu yüz üstü yatırdı."[49] Teslim oldular: Yani baba ve oğul boyun büküp kabul ettiler. İbrahim Aley-hissalâm işin sırrından Rabb'ine sormadı bile.
Uzun süredir beklediği biricik oğlunu nasıl ke­sebileceğini de sormadı. İbrahim Aleyhisselâm saçı başı ağardıktan sonra Allah o çocuğu ihsan etti ve yanında koşup yürüyecek çağa geldi. Gençlik çağına geldikten sonra O'nu kesecek. Babası O'na çalışma ve iş olarak her şeyi yaptırabiliyordu. İsmail de ba­basına; "Ben, hayatım boyunca sana asi olmadığım halde, niçin, nasıl beni kesersin?" demedi.
"Beni annemin kucağında çocukken susuz ve ekinsiz bir vadiye atman ve bizi yırtıcı hayvanlara yem olarak terketmen sana yetmedi mi? (Şimdi de beni keseceksin)" dahi demedi. Bu gibi şeyleri söy­lemesi Allah korusun, asla olmadı. Çünkü O mü'mindir ve biliyor ki babası her yaptığı işinde Allah'ın emirlerini yerine getiriyor. Müslümanların en belirgin sıfatlarından biri de Cenab-ı Hakk'ın kaza ve kaderine rızadır.
İbrahim Aleyhisselâm Allah'ın emrini yerine getirmeye başladı, oğlunu yere yatırdı ve bağını iyice sıkılaştırdı. Oğlu kendi nefsinden mutmain olduğu, gönüllü olduğu ve hiç hareket etmediği halde yine de sıkıca bağladı. Bıçağı tuttu, sonra onu İsmail'in boynunun üzerine koydu. Ve bıçağı boynunun üze­rinde sürdü.... İşte bu anlarda İbrahim Aley-hisseylâm, Rabb'inin nidasını duydu:
"Biz O'na: Ey İbrahim, diye nida ettik. Rüyana sadakat gösterdin. Şüphe yok ki biz, güzel amel iş­leyenleri işte böyle mükafaatlandırırız. Bu ap-açık bir imtihandır. O'na büyük bir kurbanlık fidye ver­dik."[50]
İbrahim dönüp bir de baktı ki, büyük beyaz bir koç. Onu kesti. Ve onu ciğerparesi oğlunun yerine fidye verdi. Böylece kurban kesmek İslâm'ın sün­netlerinden bir sünnet oldu. Mekke'de kurban kes­mek de haccın tamamlayan unsurlardan biri oldu. Vallahi şüphesiz ki bu, ap açık bir imtihandır.
Allah rahmet etsin, İbn-il Kayyım şöyle diyor:
"....Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah Teâla, ilk evlatların onlardan sonra olanlardan daha sevimli olduğuna dair olan beşeri âdeti icra etti.
İbrahim Aleyhisselam Rabb'inden çocuk is­tediğinde  duasını kabul etti.  Kalbinin bir köşesi O'nun muhabbetine bağlandı. Cenab-ı Hak ise; O'nu dost edinmişti.
Dostluk ise; sevgide sevilenin tekliğini gerektiren bir makamdır.
O sevgide kendisiyle başkası ortak olamaz.
Çocuk babasının kalbinin bir köşesini alınca, İb­rahim Aleyhisselâm'm kalbinden sevgi kıskançlığı hareketlendi. Sonuçta sevdiğini kesmesini O'na em­retti. O'nu kesmeye koyulunca, Allah'ın muhabbeti O'nun indinde çocuğun muhabbetinden çok daha yüce oldu, dostluk, ortaklık şaibelerinden kurtulmuş oldu. Böylece kesmesinde herhangi bir maslahat kal­madı. Eğer maslahat, azametle amel, oğlunun seve seve kesilmesine nefsi gönüllü kılmak ise, o da oldu. Böylece emir neshedilip yerine kurbanlık fidye edil­di. İbrahim Aleyhisselam da rüyasına sadık oldu ve Cenab-ı Hakk'ın muradı da yerine geldi."[51]
"Şüphe yok ki, biz güzel amel işleyenleri böyle mükafaatlandırırız. Muhakkak bu ap-açık bir im­tihandır." Yani Cenab-ı Hak kendisine itaat eden­lerden şiddet ve hoşlanılmayan şeyleri giderir. Onlar için kendi katından bir kolaylık ve rahatlık verir.
"...Allah'tan korkana Allah sıkıntılardan çıkış yolu ihsan eder. Ve onları hiç bilemedikleri yerler­den de rızıklandırır. Allah'a tevekkül edene yine Allah kâfidir. Allah, emrini mutlaka yerine geti­rendir. Allah her şey için bir kader tayin etmiş­tir."[52]
Ve Cenab-ı Hakk'ın muhsin kullarını mükafaat-landırması onları imtihan ettikten başka; çeşitli mu­sibetlere sabretmeleri ve Hak üzere sebatlarından sonradır.....
Allah Azze ve Celle İbrahim'i ve oğlunu birbiri pe­şine gelen imtihanlardan sonra onların zürriyet-lerinden hikmet sahibi kişiler ve Peygamberler gön­derdi. Ve Cenab-ı Hak İsmail'i methederek O'nu "va­adine sadık" olarak vasıflandırdı.
"Kitap'ta İsmail'i de hatırla. O, vaadinde sadık ve gönderilmiş bir Peygamberdi. Ehline namaz ve zekâtı emreden ve Rabb'i katında razı olun­muştu."[53] Şüphesiz İsmil Aleyhisselâm "Rasûl ve Nebi idi" Cenab-ı Hak O'nu bu bölgenin halkından olan Cürhüm kabilelerine, Amalika'lılara ve Yemen ehline gönderdi. O'na ihsanda bulunarak En­biyaların ve Rasûllerin sonuncusunu O'nun nes­linden kıldı. Salat ve selamların en faziletlisi O'nun üzerine olsun.
"Kuvvet ve basiret sahibi kullarımız İbrahim, İshak ve Yakub'u hatırla. Biz, onlara Âhiret yur­dunu hatırlama özelliği verdik. Şüphesiz onlar, nez-dimizde, seçkin ve hayırlı kimselerdendi. Ey Mu-hammed! İsmail'i, Elyesa'ı ve Zü'lkifl'i hatırla. Hepsi de seçkin kimselerdendi."[54]
"Biz, Nuh'a ve O'ndan sonraki Peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. İbrahim'e, İs­mail'e, İshak'a, Yakub ve evlatlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettik. Ve Davud'a Zebur'u verdik."[55] [56]

Kurban Olan Kimdir?


Kurban olan konusunda bu ümmetin selefinden (Selef-i Sâlihin) olan ehli ilim "Acaba o İshak mı? Yoksa İsmail mi?" diye ihtilaf etmişlerdir. Her iki ta­rafın delillerini okuyup ve düşündükten sonra kur­banlığın İsmail olduğunda nefsim mutmain oldu. Bu görüşü söyleyenlerin delillerinden bir grubu aşağıda arzedeceğim: [57]

Kurbanın İsmail Olduğunu Söyleyenler

1- Muhammed b. Ka'b El Kurezî[58]
İbn-i İshak şöyle dedi: Muhammed b. Ka'b El Kurezî'yi şöyle derken işittim: Kur'an-ı Kerim'de Al-lahu Teâla'nm kesmesini emrettiği oğlunun İsmail olduğunu anlamaktayız. Cenab-ı Hak bu konuda İb­rahim'in oğullarından kurban olanın kıssasını bi­tirdikten sonra şöyle buyuruyor:
"Ve O'na (İbrahim'e) İshak'ı Nebi olarak müj­deledik. O salihlerdendi." Ve Allahu Teâla başka bir ayet-i kerimede de:
"Ona (annesine) İshak'ı ve İshak'm arkasından da Yakub'u müjdeledik" buyuruyor.
Oğlunu ve torununu buyurmakta, İshak'm kur­ban edilmesini emretmektedir. Vaadettiği için daha İshak'ın zamanı var. Kurban olunması emredilen ancak İsmail'dir. İbn-i İshak: "Bunu söylediğini O'ndan çoğu kez işittim" dedi.
İbn-i İshak Bürdete b. Süfyan El Eslemî'den, O da Muhammed b. Ka'b El Kurezî'den dedi ki:
Ömer İbn-i Abdul Aziz Halifeyken beraber Şam'da oldukları bir zamanda kendilerine şöyle söy­lediğini anlatmaktadır:
Ömer bin Abdul Aziz O'na (El Kurezî'ye) şöyle dedi: "Bu öyle bir şey ki, daha önce bu konuya hiç bakmamıştım. Ancak senin dediğin gibi dü­şünüyorum." Sonra Şam'da beraberinde olan adama elçi gönderdi. Bu adam yahudi idi. Müslüman oldu ve İslamiyet'i de çok güzel yaşıyordu. Ömer b. Abdul Aziz onun Yahudilerin alimlerinden olduğunu dü­şünürdü. Ömer bin Abdul Aziz ona bu konudan sordu. Muhammed b. Ka'b diyor ki: Ben de Ömer bin Abdul Aziz'in yanındaydım. Ömer ona dedi ki: İb­rahim hangi oğlunu kesmekle emrolundu? O da: İs­mail, dedi ve devamla: "Ya Emirü'l Müminin! Val­lahi şüphesiz, yahudiler bunu biliyor fakat, siz Arap topluluğu, onlar size karşı hased ediyorlar. Allah'ın kurban olması için emrettiği kişinin, kesilmekle em-rolunduğunda sabrını, Cenab-ı Hakk'm övdüğü ki­şinin, sizin atanız olmasını çekemiyorlar. Onun için de bunu inkar ediyor ve kurbanın İshak olduğunu iddia ediyorlar. Çünkü İshak onların atasıydı." Allah, hangisinin olduğunu en iyi bilendir. Mu­hakkak ki hepsi de temiz, güzel ve Allah'a ita­atkârdı.[59]
2- Suyuti: Suyuti "El-İklü"de şunu belirtmiştir: Kurbanın İsmail olduğunu söyleyenler Cenab-ı Hakk'ın "Ve O'na (İbrahim'e) İshak'ı müjdeledik" kavlini delil getirmektedirler. Bunu büyük bir ço­ğunluk tercih etmekte ve bir çok delil ileri sür­mektedirler. Bu delillerden bazıları ise; Cenab-ı Hakk'm O'nu yumuşak huylulukla vasıflandırması ve ondan sonra da İshak'ı müjdelemeyi zikretmesi ve İshak'ın arkasından da Yakub'u müjdelemesidir.
Diğer deliller se, kati olmayan zannî delillerdir. Daha sonra Suyuti devamla şöyle diyor: Kur'an'ı dü­şündüm (araştırdım) ve bu konuda katiliği veya ona yakın bir durumu gerektiren delili buldum. Benden önce bu delili istinbat edeni de görmedim. O da: Müjdeleme olayının iki defa meydana geldiğidir.
Birincisi: "Şüphesiz ki ben Rabb'ime gidiciyim. O beni doğru yola iletir. Ey Rabb'im! Bana salihlerden ihsan et. Bunun üzerine biz de Ona yumuşak huylu bir çocuk müjdeledik. Kendisiyle birlikte yürüme ça­ğma gelince dedi ki: Ey oğulcuğum, muhakkak ki ben seni rüyada keserken gördüm" ayetindeki müj­dedir. Bu ayet-i kerimedeki müjdelenenin kurbanlık olan oğlu olduğu konusu katidir.
İkinci müjdelenme ise: "Ve hanımı ayakta idi, güldü. Biz de O'na İshak'ı ve İshak'ın arkasından da Yakub'u müjdeledik." Bu ayet-i kerimede müj­delenenin İshak olduğu çok açıktır.
İbrahim Aleyhisselam istemeden bu müjde gel­miştir. Bilakis hanımı kendisinin ve İbrahim Aley-hisselam'm da çok yaşlı olduğunu söylemesi üzerine bu müjde Şam'da Melekler Lut kavmini helak et­meye geldiklerinde ulaşmıştı.
Birinci müjdeleme; Irak'tan Şam'a intikâlinde İb­rahim Aleyhisselam'm yaşı daha çocuk edinmeye ga­ripsenmeyecek bir çağda idi. Zaten onun için de İb­rahim Aleyhisselam çocuk istemişti..Böylece iki ayrı zamanda iki çocuk için müj­deleme olduğunu öğrenmiş olduk. Birincisi, is­temeden olan, yâni İshak'tır. İkincisi ise; bundan önce ve istemesinden dolayı gelen müjdedir ki, bu İs­mail'den başkadır. Neticede; kurban olan İsmail Aleyhissalâm'm kendisi olduğunu kesinlikle an­lıyoruz."[60]
3- Muhammed El Emîn Eş Şankıtî:
Allah rahmet etsin, Şeyh Muhammed El Emin Eş Şankıtî'nin bu konuda çok önemli bir sözü vardır. Kendinden önce İbn-i Teymiyye, İbni'l Kayyım ve İbn-i Kesir gibi muhakkik alimlerin sözlerini bu ko­nuda bir araya getirmiştir.
Allah onlardan razı olsun.
"Allah beni ve seni muvaffak etsin! Şunu bil ki, Kur'an-ı Kerim iki yerde göstermiştir ki, kurbanlık olan İshak değil, İsmail'dir. Bu yerlerden biri Saffat sûresinde, diğeri de Hûd sûresindedir. Saffat süresindeki ayetler bu konuya gerçek şekilde delâlet etmektedir.
"(İbrahim) dedi ki: "Ben Rabb'ime gideceğim. O, beni doğru yola iletir. Rabb'im! Bana iyilerden bir çocuk  lütfet!...   O'na  halîm  (yumuşak  huylu)  bir erkek çocuk müjdeledik. Çocuk onun yanında koşma çağına erişince, (İbrahim O'na) şöyle dedi: "Yav­rucuğum! Rüyamda görüyorum ki, seni kesiyorum. Düşün bak, ne dersin?" (Oğlu cevaben): "Babacığım, sana emrolunanı yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulursun" dedi. İkisi de böylece (Allah'ın emrine) teslim oldular ve (İbrahim, kurban etmek için) O'nu alnı üzerine yatırdı. Biz O'na: "Ya İbrahim" diye ses­lendik. "Rüyana sadakat gösterdin. Şüphe yok ki ı biz, güzel davrananları böyle mükafaatlandırırız." , Bu apaçık bir imtihandır. O'na büyük bir kurbanlık fidye verdik. Yine O'na sonradan gelenler arasında iyi bir ün bıraktık. İbrahim'e selam olsun."
Daha sonra birinci müjdeye atfen buyurdu ki:
"Ve O'na (İbrahim'e) İshak'ı Nebi olarak müj­deledik. O salihlerden idi." Bu da gösteriyor ki bi­rinci müjde ikincisinden başka bir şeydir. Çünkü Allah'ın Kitab'ının: "O'na İshak'ı müjdeledik" de­dikten sonra kurban kıssasının bitiminde tekrar aynı şeyi söylediğinin manasına hamletmek caiz de­ğildir. "İshak'ı müjdeledik O'na" sözü bu konuda hiç bir faide sağlamayan bir tekrar olur ki, Cenab-ı Hakk'm Kelamı bundan istisnadır.
Birinci müjdelenen ve büyük bir kurbanlık onun yerine fidye verilen çocuğun İsmail olduğu çok açık­tır. İshak'm denenmesinin ise bundan sonra gelecekte olacağına, Cenab-ı Hakkın kavli delalet tt« mektedir.
Arap lügatında malum olduğu üzere, atıf ay­rıcalığı gerektirir. Netice olarak, Saffat süresindeki ayetler insaflı biri için açıkça gösteriyor ki, kurban İshak değil, İsmail Aleyhisselâm'dır. Şu da yakinen bilinmektedir ki, İshak'm zikri geçen bütün yerlerde O'ndan ilim sıfatıyla bahsedilip hilm sıfatıyla bah-sedilmemektedir. Bu kurbanlık çocuğu ise ilim sı­fatıyla değil hilm sıfatıyla vasıflandırmaktadır.
Delalet eden ikinci yerin ise, Hud sûresinde ol­duğunu zikretmiştik. O da Cenab-ı Hakk'm şu kav­lidir:
"Ayakta duran İbrahim'in hanımı güldü. Biz de O'na İshak'ı, O'nun ardından da Yakub'u müj­deledik."[61]
Çünkü Meleklerden olan Allah'ın elçileri O'na (İb­rahim'in hanımına) İshak'ı müjdelediler. İshak'm ar­kasından da Yakub doğuyor. Peki İbrahim'in daha İshak küçük iken kurban etmekle emrolunduğu nasıl düşünülebilir. Yakub'un doğmasına kadar ya­şayacağı İbrahim Aleyhisselâm nezdinde yakinen de bilinmektedir.
Sonuç olarak, bu ayet-i kerime zikrettiğimiz ko­nuda açık bir delildir. Ayetlerin buna kanıt ol­masından sonra, bu mevzuda insaflı birinin ihtilafa düşmemesi gerekir. Bunun hakiki ilmi ise tamamen Allah katında olandır."[62]
4- İbni'l Kayyım:
Allah rahmet etsin, İbni'l Kayyım da Şankıti'nin "Edvau'l-Beyan" tefsirinde yazdıklarına benzer şey­ler söylemektedir. O'nun kelamında ise ayrıca şu fazlalıklar da vardır:
"Eğer denilse ki: Eğer iş sizin zikrettiğiniz gibi ol­saydı, muhakkak, "Yakub" İshak'm üzerine atıfla mecrur olurdu. O zaman kıraat da şöyle olurdu:
"Ve İshak'ın arkasından Yakub'u" yani: Ve Yakub'u İshak'm arkasından demektir. Yine denili­yor ki: Ref olması, müjdelenenin Yakub olmasına mani değildir. Çünkü müjdelemek mahsus kavildir. Müjdeleme Sadık Sare'nin ilk haberidir.
"Ve İshak'm arkasından Yakub'u." Bu kayıtlan içine alan bir cümledir. Öyle olunca bu cümle müj­deleme olur. Hatta müjdelemenin kendisi olur. Bu durumda o bir haber cümlesidir.
Müjdeleme sözle olursa, o zaman da bu cümle hözü hikaye yollu olarak nasb olur.
Mana da şöyle olur: Biz O'na İshak'm arkasından Yakub'u verdik.
Şöyle dendiğinde: Falancıya kardeşinin gelişini ve peşindeki eşyalarını müjdeledim. Buradan iki şeyi birden müjdelediği anlaşılır.
Anlayış sahipleri bu meselede asla bir şüpheye düşmez. Sonra Cer başka bir şeyi de zayıflatmak­tadır. Misal: "Zeyde uğradım ve ondan sonra da Amr'a." Çünkü atıf harf-i çerin yerine kâimdir. Harf-i çerle mecrurun arasının ayrılmadığı gibi mecrurun arası da ayrılmaz."[63]
5- Diğer Karineler:
Kurbanlığın İshak değil de İsmail olduğuna işa­ret eden daha başka karineler (yardımcı deliller) de vardır. Bazılarını aşağıda zikrediyoruz:
Cenab-ı Hak İsmail'i sabırla vasıflandırdı. İshak'ı ise sabırla vasıflandırmadı. Allahu Teala buyuruyor ki: "İsmail, Elyesa ve Zülkifl; hepsi de sabredenler­dendir." Yine Allahu Teala İsmail'i vaadine sadık olarak vasıflandırmaktadır:
"Kitab'da İsmail'i de hatırla. Şüphesiz ki O, va­adine sadık idi, Rasûl ve Nebi idi." O'nu sabırla, ay­rıca sözüne sadık olarak vasfetti. Yani babasına söy­lediği şu sözüne sadık kaldı.
'Emrolunduğunu yap. İnşaallah beni sabreden­lerden bulursun."
İsmail, İshak'tan daha büyüktü.
"Yaşlılığımda İsmail'i ve İshak'ı bana veren Allah'a hamd olsun."
Cenab-ı Hak İbrahim'e ilk ve tek çocuğunu kur­ban etmesini emretti. O da İsmail'dir.
Daha önce de: Kurban kesmenin, İbrahim ve İs­mail'in ortaklaşa binasını yaptıkları Beyti'l Haram'la aynı, birbirine bitişik zaman ve mekanda olduğunu söylemiştik. İshak ise Şam diyarında doğ­muştur.
Cenab-ı Hak İsmail'i kendisinin en önemli özel­liğini muhafaza etmesini dilediği bir topluma gön­dermiştir. O'ndan sonra da Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'i göndermiştir.
İşte bu en belirgin özellik de: Noksan sıfatlardan münezzeh olan yüce Allah'ın emrine kâmil bir tes­limiyet ve tam bir boyun bükmedir.[64]

Kurbanın İshak Olduğunu Söyleyenler


Kurbanın İshak olduğunu söyleyenler, senedi ve metni sahih olmayan münker rivayetlere da­yanmaktadırlar. Allah rahmet etsin, İbn-i Kesir şöyle diyor:
"Seleften ve başkalarından büyük bir taife İshak olduğunu söylemişlerdir. -Allah en iyisini bilir-ancak onlar bunu, Kab El Ehbâr'dan veya Ehl-i Kitab'm sayfalarından almışlardır. Bu konuda Kur'an-ı Kerim'in zahirini terketmemize sebep ola­cak herhangi sahih bir haber masum olan Mu-hammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'den gel­memiştir. Bu durum (İshak'm kurban olduğu) Kur'an'dan anlaşılmamaktadır. Bilakis anlaşılan, bi­lakis konuşulmuş olan ve naslar iyice araştırılıp dü­şünüldüğünde kurbanın İsmail Aleyhisselâm ol­duğudur."[65]
Başka bir yerde de şöyle diyor:
"Kab El Ehbâr Hz. Ömer'in Hilafeti zamanında müslüman olunca, Ömer Radıyallahu Anh O'nun ki­taplarından geçmiş olayları anlatmaya başladı. Ömer Radıyallahu Anh'in dinleyip insanların onda olanları dinlemesine de müsaade etmiş olma ihtimâli vardır. Onlar da Kab El Ehbâr nezdinde doğru ve yanlış ne varsa nakletmiş olabilirler. Allah daha iyi bilir. Bu ümmet O'nun rivayet ettiği tek bir harfe dahi muhtaç değildir."[66]
Allah rahmet etsin, İbni'l Kayyım da şöyle diyor:
"İsmail: Sahabelerden, Tabiinden ve onlardan sonraki alimlerin indinde doğru olan görüşe göre kurban olan İbrahim Aleyhisselâm'm oğludur. Ama İshak olduğuna dair olan görüşe gelince, bu yir­miden fazla noktadan dolayı batıldır. Allah ruhunu mukaddes kılsın, Şeyhül İslam İbn-i Teymiyye'yi şöyle derken duydum:
Kitaplarının nassıyla batıl olmakla beraber bu söz, Ehl-i Kitab'dan karışmadır. Çünkü onların, ki­tabında: Cenab-ı Allah İbrahim'e ilk oğlunu kurban kesmesini emretti. Bir lafızda da, "tek oğlunu" geç­mektedir. Müslümanlar da Ehl-i Kitab da İsmail'in, İbrahim   Aleyhissalâm'm   evlatlarının[67]   ilki   olduğunda şüphe etmemektedirler. Bu görüş sa­hiplerini aldatan şey; ellerindeki Tevrat'ta "Oğlun İshak'ı kes" ibaresinin olmasıdır.
İbn-i Teymiyye devamla şöyle dedi: Bu fazlalık onların yalanlarından ve tahriflerindendir. Çünkü o "İlk oğlunu kes" sözüyle ve "tek oğlunu kes" sözüyle çelişmektedir. Fakat Yahudiler, bu şerefe karşı İs­mail oğullarına hased etmektedirler. Bu şerefin ken­dilerine ait olmasını, Araplar olmaksızın sadece ken­dilerine özgü kılınmasını çok istiyorlar. Cenab-ı Hak ise buna müsaade etmemiş, ancak kendi fazilet ve şerefini O'na ehil olanlara vermiştir."[68]

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...