25 Nisan 2018

BAĞDAT BASRA



BAĞDAT BASRA

bağdat basra ile ilgili görsel sonucu

Bağdat dahi Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm) devrinde bugünkü şekliyle kurulmuş değildi. 
Keza Aleyhissalâtu vesselâm devrinde, şehirlerden bir şehir de değildi. 
Bu sebeple Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm) : 
"Müslümanların beldelerinden biri olur" demiş, geleceğe matuf konuşmuştur. 
Aleyhissalâtu vesselâm zamanında bilakis ( o civarda), 
Kisra´nın Medain şehri çıktıktan sonra Basra´ya mensup, onun nahiyeleri sayılan bir kısım köyler vardı ( büyük bir şehir yoktu). 
Ayrıca, meselenin bir başka yönü daha var : 
Zamanımızda, 
Türklerin Basra´ya savaş suretiyle girdiğine dair kimse bir şey işitmiş değildir. Hadisin mânası şu olmalıdır : 
"Ümmetimden bir kısmı, Dicle yakınlarına inecek ve orada yerleşecektir. 
Burası Müslüman beldelerden biri olacaktır." 
İşte burası Bağdat´tır." ( Aliyyu´l-Kârî´den.)

Benî Kantûra ile Türklerin kastedildiği kabul edilmiştir. 
Hattâbi, "dendiğine göre" diyerek şu açıklamayı kaydeder : 
"Kantûra Hz. İbrahim´in cariyesinin ismidir. 
Hz. İbrahim´in bundan çocukları dünyaya geldi. 
Türkler bu çocuklardan çoğalmadır." 
Bazı açıklamalara göre Kantûra, Türklerin atasının ismidir. 
Bazı âlimler bu açıklamaları reddeder ve 

"Türklerin, Hz. Nuh´un oğullarından Yafes´ten çoğaldıklarını ileri sürer. Hz. Nuh aleyhisselam, Hz. İbrahim´den çok önce yaşadığına göre Türklerin Hz. İbrahim´le bir irtibatı olmamalıdır. Görüşlerdeki bu zıtlığı, 
"Cariyenin,Yafes evladından olması mümkündür" 
veya 
"Cariye ile, -Hazreti İbrahim´in evladlarından gelmesi haysiyetiyle
Hz. İbrahim´e mensup, Yafes´in evladlarından biriyle evlenmiş bir kızın kastedilmiş olması, 
Türklerin mezkur evlilikten hasıl bulunması da mümkündür" 
gibi uzlaştırıcı açıklamalarla kaldırmaya çalışanlar da olmuştur.
Şunu kaydetmek isteriz : 
Yeryüzündeki ırkların menşei bugün dahi ilmî kesin bir çözüme kavuşmuş değildir. 
Sadece bazı nazariyeler mevcuttur. 
Kaydedilen açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, eski kitaplarımız da, çok sağlam ve kesin bir kaynağa dayanmaksızın, malumat-ı mütearife şeklinde yaygınlık kazanmış olan bir kısım rivayeti, bütün farklılıklarıyla birlikte tekrar etmektedirler. 

İlerde Kıyamet´le ilgili bölümde,  

Kıyamet Öncesi Fitneler Faslında ( 5018. hadis) açıklayacağımız üzereulemanın ekseriyeti tarafından Fitne ile ilgili arapça türkçe hadisler Fitne hakkında hadisler (Arapça ve Türkçe açıklamaları)

* İSMİ ZİKREDİLEN FİTNELER


ـ4766 ـ1ـ عن حُذيفة رَضِيَ اللَّهُ عَنْه قال: ]كُنَّا عِند عُمَرَ رَضِيَ 
اللَّهُ عَنْه فقال: أيُّكُمْ يَحْفَظُ حَدِيثَ رَسُولِ اللَّهِ # في 
الْفِتْنَةِ؟ فَقُلْتُ: أنَا. قَالَ: إنَّكَ لَجَرِئٌ؛ وَكَيْفَ؟ قَالَ 
قُلْتُ: سَمِعْتُهُ يَقُولُ: فِتْنَةُ الرَّجُلِ في أهْلِهِ وَمَالِهِ 
وَوَلَدِهِ وَنَفْسِهِ وَجَارِهِ يُكَفِّرُهَا الصِّيَامُ، وَالصََّةُ، 
وَالصَّدَقَةُ، وَا‘مْرُ بِالْمَعْرُوفِ، وَالنَّهْىُ عَنِ الْمُنْكَرِ 
فقَالَ عُمَرُ رَضِيَ اللَّهُ عَنْه: لَيْسَ هذَا أُرِيدُ إنَّمَا أُريدُ 
الَّتِى تَمُوجُ كَمَوْجِ الْبَحْرِ قَالَ
فَقُلْتُ: مَالَكَ وَلَهَا يَا أمِيرَ الْمُؤْمِنِينَ! إنَّ بَيْنَكَ 
وَبَيْنَهَا بَاباً مُغْلِقاً. قَالَ: فَيُكْسَرُ الْبَابُ أوْ يُفْتَحُ؟ 
قَالَ: قُلْتُ: َ. بَلْ يُكْسَرُ. قَالَ: ذلِكَ أحْرَى أنْ َ يُغْلَقَ 
أبَداً. فَقُلْنَا لِحُذَيْفَةَ: هَلْ كَانَ عُمَرُ يَعْلَمُ مَنِ الْبَابُ؟ 
قَالَ: نَعَمْ، كَمَا يَعْلَمُ أنَّ دُونَ غَدٍ اللَّيْلَةَ، إنِّي 
حَدَّثْتُهُ حَدِيثاً لَيسَ بِا‘غَالِيطِ. فَقِيلَ لِحُذَيْفَةَ: مَنِ 
الْبَابِ؟ قَالَ: عُمَرُ[. أخرجه الشيخان والترمذي



(4766)- Huzeyfe (radıyallahu anh) anlatıyor: 

"Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in yanında idik: Bize:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın fitne hakkındaki hadisini kim hafızasında tutuyor?" dedi. Ben atılıp: "Ben biliyorum!" dedim."Sen iyi cür'etlisin, nasılmış söyle bakalım!" dedi. Ben de anlattım: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı işittim. Demişti ki: "Kişinin fitnesi ehlinde, malında, çocuğunda, nefsinde ve komşusundadır. Oruç, namaz, sadaka, emr-i bi'lmaruf ve nehy-i ani'l münker bu fitneye kefaret olur!"

Ömer (radıyallahu anh) atılıp: 

"Ben bu fitneyi kastetmemiştim. Ben öncelikle denizin dalgaları gibi dalgalanacak (bütün cemiyeti sarsacak) fitneyi kastetmiştim!" dedi. Bunun üzerine ben:
"Ey mü'minlerin emîri! O fitne ile sizin ne alâkanız var! Sizinle onun arasında kapalı bir kapı mevcut!" dedim.


"Bu kapı kırılacak mı, açılacak mı?" dedi.
"Hayır açılmayacak bilakis kırılacak!" dedim. 
Hz. Ömer (hayıflanarak):
"(Eyvah) Öyleyse ebediyen kapanmayacak!" buyurdu." 
Ravi der ki: "Biz Huzeyfe (radıyallahu anh)'ye sorduk:"
Ömer bu kapının kim olduğunu biliyor muydu? 
"Evet, dedi. Yarından önce bu gecenin olacağını bildiği katiyyette onu biliyordu. 
Ben hadis rivayet ettim; boş söz (ve efsane) anlatmadım."


Huzeyfe (radıyallahu anh)'ye soruldu:"O kapı kimdir?""Ömer (radıyallahu anh)'dir!" buyurdu.
" [Buharî, Mevakitu's-Salat 4, Zekat 23, Savm 3, Menakıb 25, Fiten 17; Müslim, Fiten 17, (144); Tirmizî, Fiten 
71, (2259).]


ـ4767 ـ2ـ وفي رواية لمسلم رحمه اللَّه قال: ]سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ # 
يَقُولُ: تُعْرَضُ الْفِتَنُ عَلى الْقُلُوبِ كَالْحَصِيرِ عَوْداً عَوْداً. 
فأىُّ قَلْبٍ أُشْرِبَهَا نَكَتَتْ فِيهِ نُكْتَةً سَوْدَاءَ، وَأىُّ قَلْبٍ 
أنْكَرَهَا نَكَتَتْ فيهِ نُكْتَةً بَيْضَاءَ حَتّى يَصِيرَ عَلى قَلْبَيْنِ: 
قَلْبٍ أبْيَضَ مِثْلِ الصَّفَا فََ يَضُرُّهُ فِتْنَةٌ مَا دَامَتِ 
السَّمَواتُ وَا‘رْضُ وَاŒخَرُ أسْوَدُ مُرْبَادٌّ كَالْكُوزِ مَجْخِيّاً َ 
يَعْرِفُ مَعْرُوفاً وََ يُنْكِرُ مُنْكَراً إَّ مَا أُشْرِبَ مِنْ هَوَاهُ؛ 
وَفيهِ قَالَ حُذَيْفَةُ رَضِيَ اللَّهُ عَنْه: إنَّ بَيْنَكَ وَبَيْنَهَا 
بَاباً مُغْلَقاً يُوشِكُ أنْ يُكْسَرُ قَالَ عُمَرُ: أكَسْراً َ أبَالَكَ؟ 
فَلَوْ أنَّهُ فُتِحَ، كَانَ لَعَلَّهُ يُعَادُ. قَالَ: وَحَدَّثْتُهُ أنَّ 
ذلِكَ الْبَابَ رَجُلٌ يُقْتَلُ أوْ يَمُوتُ حَدِيثاً لَيْسَ بِا‘غَالِيطِ. 
فَقُلْتُ لِسَعْدِ بْنِ طَارِقٍ: مَا أسْوَدُ مُرْبَادٌّ؟ قَالَ: شِدَّةُ 
الْبَيَاضِ في سَوَادٍ. قُلْتُ: فَمَا الْكُوزُ مُجْخِيّاً؟ قَالَ: 
مَنْكُوساً[.»والجرأةُ« ا“قدام على ا‘مر العظيم.و»ا‘غاليطُ« جمع أغلوطة، وهى 
المسائل التي يغلط بها، وا‘حاديث التي تذكر للتكذيب.وقوله: »كَالْحَصِير 
عَوْداً عَوْداً« معناه أن القلوب تحيط بها الفتن حتى تكون فيها المحصور 
والمحبوس، يقال حصره القوم: إذا أحاطوا به وضيقوا عليه.وقوله: »عَوْداً 
عَوْداً« بفتح العين: أي مرة بعد مرة.و»أشربها« أى دخلت فيه وقبلها وسكن 
إليها .و»النكتة« ا‘ثر.و»المربادُّ« الذي في لونه ربدة، وهى لون بين السواد 
والغبرة.و»المجخيُّ« المائل عن استقامة واعتدال هاهنا



(4767)- Müslim rahimehullah'ın bir rivayetinde (Huzeyfe radıyallahu 
anh) anlatıyor: 

"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı işittim. Demişti ki: "Fitneler, tıpkı (kamışlardan örülen) hasır gibi, (insanların kalbine) çubuk çubuk atılır. Hangi kalbe bir fitne nüfuz ederse onda siyah bir leke hasıl olur. Hangi kalp de onu reddederse onda beyaz bir benek hasıl olur. Böylece iki ayrı kalp ortaya çıkar: Biri cilalı taş gibi bembeyazdır; dünyalar durdukça buna hiçbir fitne zarar vermez. Diğeri ise, alaca siyahtır. Tepetaklak duran testi gibidir; bu kalp, ne iyiyi iyi bilir, ne de kötüyü kötü. O, hevadan (beşerî değerlerden) kendisine ne 
yutturulmuşsa, onu (hak veya batıl) bilir."


Bu rivayette Huzeyfe (radıyallahu anh) der ki: 
"(Ey Ömer!) Seninle o fitne arasında kapalı bir kapı vardır kırılması yakındır!"
Hz. Ömer atıldı: 

"Ey babasız kalasıca! O kırılacak mı? keşke açılsaydı. Böylece tekrar (kapatılarak eski normal hale) dönülürdü!"
Huzeyfe der ki: 

"Ben ona bu kapı ile öldürülecek veya ölecek bir şahsın kinaye edildiğini bildiren bir hadis söyledim. Mugalata (ve efsane anlatıp boş laf) etmedim."
Ravi der ki: 

"Sa'd İbnu Tarık'a (hadiste geçen) "esvedü mürbad" tabiri ne demektir?" diye sordum.
"Siyah üzerine şiddetli beyazlıktır" dedi. Ben tekrar "elkûzu mechıyy" nedir?" dedim."Tepetaklak (ters çevrilmiş) testi!" diye cevap verdi." 
[Müslim, İman 231, (144).]


AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, istikbalde 
olacakları ihbar sınıfına giren mucizelerdendir. Aslında gaybı sadece 
Allah bilir. Ancak Allah'ın bildirmesiyle insanlar da bilebilir. 
Peygamberler, Allah'ın gaybı bildirme nimetine en ziyade mazhar olan 
kimselerdir. Resul-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm), en kamil mertebede 
bu nimete mazhar olmuştur. Şarihler, bu hadisle
Hz. Ömer'in şehit olacağının ihbarı ile Hz. Osman fitnesinin haber 
verildiğini belirtirler.


2- Bizim dikkat çekeceğimiz bir mucize de fitneye düşenlerin psikolojik 
halleriyle ilgili beyanlardır. Bunu da bir mucize olarak değerlendirmemize 
hiç bir mani yoktur. Fitneye tam olarak düşmüş olan kimsede herkesçe 
müsellem olan değerlerin kaybolduğu, kendisine "içirilen" -ki yutturulan 
diye tercüme ettik- dışında bir değer tanımadığı belirtilmiştir.(22) 
Günümüzde bu tip insanları fiilen gördüğümüz için hadisin demek istediği 
gerçeği daha iyi anlama şansına sahibiz. Aksi takdirde inayet-i İlahiyeye 
mazhariyet dışında bir imkânla bu hadisin mesajını anlamamız mümkün 
olmayacaktı.


Hadisin anlaşılması için ma'ruf ve münker tabirlerine dönelim: Ma'ruf, 
şeriatın ve aklın güzel bulduğu şeydir. Ma'rufla, insanlarca elbirlik 
takdir edilen şeriatça te'yid edilen müşterek değerler sistemi; bir başka 
ifadeyle iyi olan şeylerin ifade edildiğini, münkerle de yine insanlarca 
elbirlik reddedilen, takbih edilen, şeriatça da çirkinliği, kötülüğü, 
zararlılığı te'yid edilen değerlerin ifade edildiğini bilmek gerekir. Bu 
değerler ferdî değildir, beşerî değildir. Bu sebeple hadis, bunların heva 
olmadığına dikkat çeker. 


Hadis, fitneye düşen kimsenin, insanlarca ma'ruf 
kabul edilmiş bir şeyi maruf addetmediğini; münker bilinen şeyi de münker 
görmediğini buna mukabil kendisine yutturulan yeni değerler sistemine göre 
hükmettiğini belirtir. Yeni değerler sistemine hadis heva demektedir. Bir 
ayet, İlahi değerler yerine "heva"nın konulmasını halis şirk ilan 
etmektedir:

 أرَأيْتَ مِن اتَّخَذَ إلهَهُ هَوَاهُ أفَأنْتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيً 
"Gördün mü o heva (ve heves)ini tanrı edinen kimseyi? 
Şimdi onun üzerine (habibim) sen mi bir bekçi olacaksın? Yoksa onların 
çoğunu hakikaten (söz) dinlerler, yahut akıllanırlar mı sanıyorsun? 

Onlar başka değil, dört ayaklı hayvanlar gibidir. 
Belki yolca daha sapıktır" 
(Furkan 43-44).
Ayet-i kerime, beşerî hevaya saplanarak İlahî menşeli marufu "iyi"; 
münkeri de "kötü" kabul etmeyenleri dört ayaklıdan beter ilan etmektedir.
Böylece sadedinde olduğumuz hadiste, günümüzde çağdaşlık, hümanizm, 
laisizm gibi yaftalarla nikah, edeb, tesettür, haya, ibadet gibi marufları 
gericilik diye reddeden; fuhuş, içki, kumar, açıksaçıklık, ahlaksızlık, 
hayasızlık gibi her çeşit münkeri de ilericilik diye hoş göstermeye, 
müdafaalarını yapmaya kalkan
______________


(22) Hadiste geçen üşribe "içirilen" tabiri pek manidardır. Günümüzde 
şartlandırılan kelimesi bunu en iyi karşılayacak tabir olmalıdır.
insanların hem yetişme vetirelerinin ve hem de ruhî yapılarının en beliğ 
bir tasvirini görmüş olmaktayız.


3- Hadisle ilgili ilave yorumları müteakiben kaydedeceğiz. ـ4768 ـ3ـ

 وعن أبى بكْرٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللَّهِ 
#: يَنْزِلُ أُنَاسٍ مِنْ أُمَّتِى بِغَائِطٍ يُسَمَّى الْبَصْرَةَ عِنْدَ 
نَهْرٍ يُقَالُ لَهُ دِجْلَةُ. يَكُونُ عَلَيْهِ جِسْرٌ يَكْثُرُ أهْلُهَا، 
وَتَكُونُ مِنْ أمْصَارِ الْمُهَاجِرِينَ. فَإذَا كَانَ في آخِرِ الزَّمَانِ 
جَاءَ بَنُو قَنْطُورَاءَ عِرَاضُ الْوُجُوهِ صِغَارُ ا‘عْيُنِ، حَتّى 
يَنْزِلُوا عَلى شَطّ النَّهْرِ، فَيَتَفَرَّقُ أهْلُهَا ثَثَ فِرَقٍ: 
فِرْقَةٌ يَأخُذُونَ أذْنَابَ الْبَقَرِ والْبَرِّيَةِ وَهَلَكُوا، وَفِرْقَة 
يَأخُذُونَ ‘نْفُسِهِمْ وَكَفَرُوا، وَفِرْقَةٌ يَجْعَلُونَ ذَرَارِيَّهُمْ 
خَلْفَ ظُهُورِهِمْ وَيُقاتِلُونَهُمْ، هُمْ الشُّهَدَاءُ[. أخرجه أبو 
داود.»الغائط« المطمئن من ا‘رض.و»البصرة« الحجارة البيض الرخوة، وبها سميت 
البصرة.و»بَنُو قَنْطُورَاءَ« هُم الترك، يقال إن قنطوراء اسم جارية كانت 
“براهيم الخليل عليه الصة والسم، ولدت له أوداً جاء من نسلهم الترك .



3. (4768)- Hz. Ebu Bekr (radıyallahu anh) anlatıyor: 
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Ümmetimden bir kısım insanlar Dicle denen bir nehir yanında, Basra denen 
geniş bir düzlüğe inerler. Nehrin üzerinde bir köprü vardır. Oranın halkı 
(kısa zamanda) çoğalır ve muhacirlerin [Müslümanların(23)] beldelerinden 
biri olur. Ahirzamanda geniş yüzlü, küçük gözlü olan Benî Kantûra gelip 
nehir kenarına inerler. Bundan böyle (Basra) halkı üç fırkaya ayrılır:
______________
(23) Ebu Ma'mer'in rivayetinde "müslümanların..." denmiştir.

* Bir fırka sığır ve kır develerinin peşlerine takılıp (kır ve ziraat 
hayatına dönerler, bunlar) helak olurlar.

* Bir fırka nefislerini(n kurtuluşunu esas) alırlar (ve Benî Kantûra ile sulh yolunu) tutarlar. Böylece bunlar küfre düşerler.
* Bir fırka da çocuklarını geride bırakıp onlarla savaşırlar. 
İşte bunlar şehit olurlar." [Ebu Davud, Mehalim 10, (4306).]

AÇIKLAMA:


1- Bu hadis, henüz Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın zamanında mevcut 
olmayan, Hz. Ömer zamanında, hicrî 27 yılında, Utbe İbnu Gazvan tarafından 
kurulan ve içerisinde hiç puta tapılmamış olan Basra şehrinden 
bahsetmektedir. Ancak bazı alimler başka görüştedir. Aliyyu'l-Kari şu 
açıklamayı kaydeder: "El-Eşref der ki: Aleyhissalâtu vesselâm bu şehirle, 
Medinetu's-Selam olan Bağdat'ı kastetmiştir. Zîra Dicle hadiste geçen 
kırdır. Köprü de Bağdat'ın ortasında mevcuttur. Basra'nın ortasında köprü 
yoktur. Resulullah Bağdat'ı Basra diyerek tanıtmıştır. Çünkü Bağdat'ın 
dışında kapısına pek yakın bir yer vardır; Babu'l-Basra denir. 


Aleyhissalâtu vesselâm böylece, Bağdat'ı, ya bir kısmının ismiyle isimlendirmiş olmaktadır; yahut da muzafın hazfedilmesiyle(24) tıpkı ayet-i kerimede

 وَاسْألِ الْقَرْيََةَ 


dendiği gibi. 

Bağdat dahi Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) devrinde bugünkü şekliyle kurulmuş değildi. Keza Aleyhissalâtu vesselâm devrinde, şehirlerden bir şehir de değildi. Bu sebeple Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Müslümanların beldelerinden biri olur" demiş, geleceğe matuf konuşmuştur. Aleyhissalâtu vesselâm zamanında bilakis (o civarda), Kisra'nın Medain şehri çıktıktan sonra Basra'ya mensup, onun nahiyeleri sayılan bir kısım köyler vardı  (büyük bir şehir yoktu). Ayrıca, meselenin bir başka yönü daha var: Zamanımızda, Türklerin Basra'ya savaş suretiyle girdiğine dair kimse bir şey işitmiş değildir. Hadisin mânası şu olmalıdır: "Ümmetimden bir kısmı, Dicle yakınlarına inecek ve orada yerleşecektir. Burası Müslüman beldelerden biri olacaktır." İşte burası Bağdat'tır." 
(Aliyyu'l-Kârî'den.)

2- Benî Kantûra ile Türklerin kastedildiği kabul edilmiştir. Hattâbi, "dendiğine göre" diyerek şu açıklamayı kaydeder: "Kantûra Hz. İbrahim'in cariyesinin ismidir. Hz. İbrahim'in bundan çocukları dünyaya geldi. Türkler bu çocuklardan çoğalmadır." Bazı açıklamalara göre Kantûra, 
Türklerin atasının ismidir. Bazı âlimler bu açıklamaları reddeder ve "Türklerin, Hz. Nuh'un oğullarından Yafes'ten çoğaldıklarını ileri sürer. Hz. Nuh aleyhisselam, Hz. İbrahim'den çok önce yaşadığına göre Türklerin Hz. İbrahim'le bir irtibatı olmamalıdır.
______________
(24) Muzafın hazfı: Bâbu'l-Basra tabirinde Bâb kaldırılınca Basra kalır. Görüşlerdeki bu zıtlığı, "Cariyenin, Yafes evladından olması mümkündür" veya "Cariye ile, -Hazreti İbrahim'in evladlarından gelmesi haysiyetiyle Hz. İbrahim'e mensup, Yafes'in evladlarından biriyle evlenmiş bir kızın kastedilmiş olması, Türklerin mezkur evlilikten hasıl bulunması da mümkündür" gibi uzlaştırıcı açıklamalarla kaldırmaya çalışanlar da olmuştur. Şunu kaydetmek isteriz: Yeryüzündeki ırkların menşei bugün dahi ilmî kesin bir çözüme kavuşmuş değildir. Sadece bazı nazariyeler mevcuttur. Kaydedilen açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, eski kitaplarımız da, çok 
sağlam ve kesin bir kaynağa dayanmaksızın, malumat-ı mütearife şeklinde yaygınlık kazanmış olan birkısım rivayeti, bütün farklılıklarıyla birlikte tekrar etmektedirler. İlerde Kıyamet'le ilgili bölümde, Kıyamet Öncesi Fitneler Faslında (5018. hadis) açıklayacağımız üzere ulemanın ekseriyeti tarafından Benî Kantûra'dan maksadın Türkler olduğu kabul edilmiş bulunduğu halde bununla başkasının ve mesela Sudanlıların kastedildiğini söyleyenler de olmuştur.


3- Basralıların ayrılacağı üç fırka hususunda şarihler şu açıklamayı kaydederler:


1) فرقة يأخذون اذناب البقروا البرية 
"Sığırların ve kır develerinin kuyruklarını yakalarlar"dan murad, "Savaştan kaçınırlar, canlarını ve mallarını kurtarmayı düşünürler ve sığırlarının peşine düşerek kırlara, çöllere çekilirler. Ancak oralarda helak olurlar" veya "Savaştan kaçınıp ziraatle meşgul olurlar. Ekip kaldırmak maksadıyla sığırların peşine takılarak muhtelif yerlere dağılırlar, oralarda helak olurlar."


2) فرقة يأخذون ‘نفسهم "Can derdine düşenler"den maksad, Benî Kantûra 
ile sulh yapmayı prensip edinen zümredir. Bunlar sulh elde edecek ama 
dinden, sünnetten, şahsiyetten fedâkârlıkla, zilletle bunu yapabilecektir. 
Bu da helakın bir başka şekli, cesedden önce ruhun öldürülmesidir. 
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunu da te'yid etmiyor.


3- Üçüncü grup, kadın ve çocuklarını arkada bırakarak Benî Kantura'ya 
karşı çıkıp mertçe savaşanları teşkil edenlerdir. Bunlar Resulullah'ın 
te'yid ve tasvibindedir. Zîra bunlardan ölenlerin şehit olacaklarını haber 
vermektedir.
Aliyyu'l-Kârî der ki: "Bu hadis Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın 
mucizelerindendir. Çünkü, hâdise Aleyhissalâtu vesselâm' ın haber verdiği 
tarzda aynen, 656 yılında Safer ayında vukua gelmiştir."
Aliyyu'l-Kârî'nin temas ettiği bu hâdise, Hülagu tarafından Bağdat'ın 
zaptıdır.
Bağdat'ın düşmesiyle noktalanan İslamî tezebzüb ibretlerle dolu bir 
hâdisedir. Hülagu, Bağdat'ı zaptettikten sonra Halep Hükümdarı 
el-Meliku'n-Nasır'a yazdığı bir mektupta, Müslümanların uğradığı bu 
mağlubiyet ve zilletin sebebini şöyle özetler: "Sizler haram yediniz ve 
imanınıza sadık kalmadınız. Birçok bid'atları meydana koydunuz. Sabi 
çocukları kullanmayı adet ettiniz, şimdi buyurun zillet ve hakareti! Bugün 
yaptıklarınızın cezasını göreceksiniz. "Zulmedenler nereye gideceklerini 
ve hangi deliğe tıkılacaklarını yakında görür ve bilirler" (Şuara 227). 
Siz bize kafir diyorsunuz. Biz de size fasık ve facir diyoruz."
Mezkur mektubu, dipnotlar da düşerek bazı yorumlar katarak nakleden Ahmed 
Hilmi'den aynen kaydetmeyi, Resulullah'ın hadisinin anlaşılması ve 
tarihten ibret alınması için gerekli görüyoruz:
"Bu arada (Hicrî 657'de) Hülagu, Halep Hükümdarı el-Meliku'n-Nasır'a 
elçilerle bir mektup gönderdi. Bu mektup, Hülagu'nun davranışı ve 
zihniyetini göstermesi bakımından çok alakabahştır. Bu sebeple Ebu'l 
Ferec'den aynen alıyoruz:
"el-Meliku'n-Nasır bilir ki biz (Hicrî 656'da) Bağdat üzerine inip 
tanrının kılıncı ile orayı aldık ve oranın sahibini yanımıza çağırarak 
kendisine iki sual sorduk. Suallerimize cevap veremedi. Bundan dolayı 
sizin Kur'anınızda "Tanrı hiç bir kavmin elindeki nimeti, o kavim kendi 
kendisini bozmadıkça bozmaz" (Rad suresi 2) denildiği gibi, bizim 
azabımıza kendisinin yapmış olduğu işler yüzünden müstehak oldu. Mallarını 
kıskandığı için, malına gelecek olan, canına geldi ve tatlı canlarını adi 
madenlere değiştiler. Bunun sonucu yine Tanrının dediği "her ne yaptılarsa 
orada hazır buldular" (Kehf 49) gibi oldu. Çünkü biz, Tanrının kuvvetiyle 
kalktık ve O'nun kuvvetiyle muvaffak olduk ve olmaktayız. Hiç şüphe 
yoktur ki biz, yeryüzünde Tanrının askerleriyiz.(25) Kendisi
______________
(25) Hülâgû burada Hz. Peygamber'in, rivayet edilen bir hadisine işaret 
etmektedir. Bu hadis şöyledir: "Benim bir takım askerlerim vardır, onları 
doğu tarafına yerleştirdim ve onlara Türk adını verdim. Onları hiddet ve 
gazap arasında yarattım. Herhangi bir kul, bir ümmet benim emrimi 
yapmazsa, bunları onların üzerine musallat ederim ve bunlar vasıtasıyle 
onlardan intikam alırım..." bu tip hadislerin hem ilm-i rivayet-ül hadis, 
hem de dirayet-ul-hadis yönünden muallel ve mevzu bulundukları, 
muhaddislerce kabul edilmektedir. Fakat bu hadisler mevzu olsalar bile, 
bize devirlerindeki telâkkiyi anlatırlar ve zamanlarının, muhitlerinin bir 
bakıma aynası hükmündedirler. Hülâgû mektubunda, Moğolların nasıl 
göründüğünü, müslümanlarca nasıl karşılandığını pek mükemmel gösterdiği 
gibi, kendisinin sebeb-i vücudunu da bu görüşe istinat ettirmektedir. 
Cengiz'in Buhara'daki konuşması, Hülâgû'nun bu mektubu, Papaların ve 
hıristiyanların görüşleri hep aynı noktada düğümlenmektedir: Moğollar 
insanların günâhları dolayısıyla Tanrı tarafından gönderilmiş bir ceza 
makinesidir. Moğollar bunu bilhassa işlemişler ve kendilerini diğer 
milletleri yola getirmek için Tanrı tarafından gönderilmiş, İkab-ı ilahîyi 
icraya memur, bir kavim olarak görmüşler ve göstermişlerdir. 

Bu, onlara karşı mukavemeti kırdığı gibi, kendilerinin de gayrete getirmiş; 
kuvvetlendirmiştir. gazabına uğratmak istediği kimseler üzerine bizi gönderir. Olup biten 
vakalar size ibret ve nasihat olsun. Bizim önümüzde kale para etmez ve 
karşımıza geçen ordular bir işe yaramaz ve hakkımızda yaptığınız kargışlar 
(beddua) bize geçmez. Başkalarına bakıp onların başlarına gelenlerden 
ibret alın ve örtü açılıp altındakiler meydana çıkmadan ve size bir hata 
gelmeden önce işlerinizi bizim elimize verin; biz sonradan ağlayanlara ve 
şikayet feryatları koparanlara acımayız. Nice şehirleri yaktık ve nice 
kimseler yok ettik ve nice çocukları atasız bıraktık ve yeryüzüne fesat 
saldık. Size kaçmak varsa, bize de kaçanları yakalamak var. Sizin için 
bizim kılıncımızdan kurtuluş yoktur. Oklarımız size nerede olsanız 
yetişir. Atlarımız her attan ziyade koşar ve oklarımız her şeyi yarar 
geçer, kılıçlarımız yıldırım gibi iner. Akıllarımız dağlar gibi 
sağlamdır. Sayımız kumlar kadar çoktur. 

Bizden aman dileyen selamete erer. 
Bizim ile savaş etmeye yeltenenler sonunda pişman olurlar. Eğer siz bizim 
emrimize itaat ile şartlarımızı kabul edecek olursanız canlarınız bizim 
canlarımız ve mallarınız bizim mallarımız gibi olur. Yok, emrimize karşı 
gelir ve muhalefette ayak dilerseniz, başlarınıza gelecekler geldiği zaman 
bizi değil kendinizi kınayın, ey zalimler! Tanrı sizin aleyhinizedir. 
Gelecek musibet ve belalara hazırlanın! Sonucun fena geleceğini önceden 
söyleyen kimsede şüphe yoktur ki, hiç bir kabahat kalmamıştır. Sizler 
haram yediniz ve imanınıza sadık kalmadınız. Birçok bid'atları meydana 
koydunuz. Sabi çocukları kullanmayı adet ettiniz, şimdi buyurun zillet ve 
hakareti! Bugün yaptıklarınızın cezasını göreceksiniz! "Zulmedenler 
nereye gideceklerini ve hangi deliğe tıkılacaklarını yakında görür ve 
bilirler" (Şuara 227). 

Siz bize kafir diyorsunuz. Biz de size fasık ve 
facir diyoruz. Bütün işleri takdir ve tedbir eden kimse tarafından biz 
size musallat edildik. Sizin azizleriniz bizim katımızda zelil ve 
hakirdirler. Sizin zenginleriniz bizim katımızda yoksuldurlar. Yeryüzünün 
batı ve doğusu bizim elimizdedir. Yeryüzünde ne kadar mal sahipleri varsa 
onların hepsinin ellerindeki mallar ve kendileri bizim demektir. 
istediğimiz vakit o malları onların ellerinden alırız ve her gemiyi 
gasbederiz.(26) Kâfirler ateşlerini alevlendirmeden, kıvılcımlarını 
saçmadan ve sizin hepinizi yok edip yeryüzünde sizden bir kimseyi 
bırakmadan, akıllarınızı başlarınıza devşirin; doğruyu eğriden ayırın. Bu 
mektubumuz ile biz sizi uykudan uyandırdık. Apansız başınıza ateşler 
yağmamasını istiyorsanız hemen bu mektubumuza cevap verin. Sonrasını siz 
bilirsiniz."
______________
(26) Kur'an'da buyrulduğu veçhile Musa (A.S.), Hızır'la yoldaşlık ederken, 
Hızır binmiş oldukları gemiyi delmiş, Musa (A.S.) buna itiraz etmiş, Hızır 
"geminin önünde her gemiyi gasbeden bir padişah var idi" demişti. Bu söz 
buna işaret edip, biz ilâhi kudret ve teyidle hareket edip, her şeyi 
yaparız demek istemekte, hatta daha ileri gitmektedir.

Hülagu, bu mektubunda, kendilerinin Tanrı te'yidine mazhar oldukları, 
hatta Tanrı kudretinin kendilerine tecelli ettiği, kendilerinin onun 
takdirini icra eden memurlar olduklarını, zalimlere, facirlere karşı 
gönderilmiş bulunduklarını söylemektedir. Cengiz'den itibaren hep böyle 
konuşmuşlardır. Bu onların bu vazifelerine hakikaten inandıklarını 
gösterir. "Sizin azizleriniz bizim katımızda zelil ve hakirdirler..." 
derken de makam-ı uluhiyetten konuşur gibidir. Eski Türk hakanları (Tanrı 
kulu)durlar, yani (Zillullahi fil-arz)dırlar. Tanrının yeryüzünde 
mümessilidirler ki, bu ibare de ona işaret etmektedir. Diğer taraftan 
kendi vücudunu ve zuhurunu Kur'an'la da te'yit etmektedir ki, bu kalplere 
hoş görünmek içindir denilebilir.

Halep Meliki bu mektubu alınca, umerâsıyla müzakere ederek yerine oğlunu 
gönderdi. Hülagu bunu izaz etmekle beraber, babasının gelmesini şu cümle 
ile bildirdi: "Onun gönlü bize karşı doğru ise kendi gelir; yoksa biz, ona 
gideriz." Bu sözler üzerine Melik, Hülagu'ya gitmek istedi ise de beyleri 
döndürdüler."

ـ4769 ـ4ـ وعن حسّان بْنِ عَطيّة عن جُبير بن نُفَيْر عن رجل من أصحاب النبي 
# يقال له ذو مخبر قال: ]قَالَ رَسُولُ اللَّهِ # سَتُصَالِحُونَ الرُّومَ 
صُلْحاً آمِناً فَتَنْزُونَ أنْتُمْ وَهُمْ عَدُوّاً مِنْ وَرَائِكُمْ 
فَتُنْصَرُونَ وَتَغْنَمُونَ وَتَسْلَمُونَ، ثُمَّ تَرْجِعُونَ حَتّى 
تَنْزِلُوا بِمَرْجٍ ذِى تُلُول، فَيَرْفَعُ رَجُلٌ مِنْ أهْلِ 
النَّصْرَانِيَّةِ الصَّلِيبَ؛ فَيَقُولُ: غَلَبَ الصَّلِىبُ، فَيَغْضَبُ 
رَجُلٌ مِنَ الْمُسْلِمِينَ، فَيَدُقُّهُ. فَعِنْدَ ذلِكَ تَغْدِرُ الْرُّومُ 
وَتَجْتَمِعُ لِلْمَلْحَمَةِ وَيَثُورُ الْمُسْلِمُونَ الى أسْلِحَتِهِمْ 
فَيَقْتِلُونَ، فَيُكْرِمُ اللَّهُ تِلْكَ الْعِصَابَةَ بِالشَّهَادَةِ[. 
أخرجه أبو داود.»الْمَرْجُ« ا‘رض الواسعة ذات النبات تمرج فيها الدواب: أي 
تسرح مختلطة كيف شاءت.و»التُّلُولُ«: ا‘ماكن المرتفعة من ا‘رض. 
و»الملحمةُ« معظم القتال.

4. (4769)- Hassan İbnu Atiyye, Cübeyr İbnu Nüfeyr'den, o da Resulullah 
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın Zi-Mihber denen bir sahabisinden naklen 
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Rumlarla güvenilir bir sulh yapacaksınız. Onlar arkanızda (başkalarına) 
düşman olacaklar, sizler (de diğer düşmanlarınızla) savaşacak ve (Allah'ın 
keremiyle) yardıma mazhar olacaksınız; ganimet elde edecek, selamete 
ereceksiniz. Sonra dönüp tepelikli bir çayıra ineceksiniz. 
Hıristiyanlardan biri salibi kaldıracak ve: "Salib galebe çaldı!" diyecek. 
Müslümarlandan bir adam öfkelenip onu (salibi) kıracak. Bunun üzerine Rum, 
(antlaşmasına) ihanet edip büyük bir savaş için toplanacak. Müslümanlar da 
silaha sarılıp savaşacaklar. Allah bu orduya şehadet lutfedecek." 
[Ebu Davud, Melahim 2, (4292, 4293).]
ـ4770 ـ5ـ وعن أمُّ سلَمَة زوج النبي # رَضِيَ اللَّهُ عَنْها قالت: ] قَالَ 
رَسُولُ اللَّهِ # يَكُونُ اخْتَِفٌ عنْدَ مَوْتِ خَلِيفَةٍ. فَيَخْرُجُ 
رَجُلٌ مِنْ أهْلِ الْمَدِينَةِ هَارباً الى مَكَّةَ فَيأتِيهِ نَاسٌ مِنْ 
أهْلِ مَكَّةَ فَيُخْرِجُونَهُ وَهُوَ كَارِهٌ، فَيُبَايِعُونَهُ بَيْنَ 
الرُّكْنِ وَالْمَقَامِ، وَيُبْعَثُ اليْهِمْ بَعْثٌ مِن الشَّامِ فَيُخْسِفُ 
بِهِمْ بِالْبَيْداءِ بَيْنَ مَكَّةَ وَالْمَدِينَةِ. فَإذَا رَأى النَّاسُ 
ذلِكَ أتَاهُ أبْدَالُ الشَّامِ وَعَصَائِبُ أهْلِ الْعِرَاق 
فَيَبُايِعُونَهُ. ثُمَّ يَنْشَأُ رَجُلٌ مِنْ قُرَيْش، أخْوَالُهُ كَلْبٌ 
فَيَبْعَثُ إلَيْهِ بَعْثاً فَيَظْهَرُونَ عَلَيْهِمْ وَذلِكَ بَعْثُ كَلْبٍ، 
وَالْخَيْبَةُ لِمَنْ يَشْهَدْ غَنِيمَةَ كَلْبٍ. فَيَقْسِمُ الْمَالَ 
وَيَعْمَلُ في النَّاسِ بِسُنّةِ نَبِيِّهِمْ وَيُلْقىَ ا“سَْمُ بِجِرَانِهِ 
الى ا‘رْضِ، فَيَلْبَثُ سَبْعَ سِنِينَ، وَقَالَ بَعْضُ الرُّوَاةِ: تِسْعَ 
سِنِينَ، ثُمَّ يَتَوَفَّى وَيُصَلّى عَلَيْهِ الْمُسْلِمُونَ[. أخرجه أبو 
داود.قوله »وَيُلِقى ا“سَْمُ بِجِرَانِهِ« أى يقرّ قراره ويستقيم: كما أن 
البعير إذا برك فاستراح مدّ جرانه على ا‘رض.
5. (4770)- Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın zevcelerinden Ümmü 
Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 
buyurdular ki:
"Bir halifenin ölümü anında (ehl-i hal ve akd arasında) ihtilaf olacak. (O 
zaman) Medine ahalisinden bir adam (Mehdi) kaçarak Mekke'ye gidecek. Mekke 
halkından bir kısmı ona gelecek ve (fitne çıkar korkusuyla) istemediği 
halde onu (evinden) çıkaracaklar. Rükn ile Makam arasında ona biat 
edecekler. Onları (ortadan kaldırmak için) Şam'dan bir ordu gönderilecek. 
Ordu Mekke-Medine arasındaki el-Beyda'da yere batırılacak. İnsanlar bu 
(kerameti) görünce Şam'ın ebdalı ve Irak ahalisinin velileri ona gelip 
biat ederler. Sonra Kureyş'ten dayıları Kelb kabilesinden olan bir adam 
zuhur eder ve (Mehdi ve adamlarına) karşı bir ordu gönderir. Ama onlar bu 
orduya galebe çalarlar. Bu ordu, Kelbî'nin (ihtirasıyla çıkarılmış) bir 
ordudur. Bu Kelbî'nin ganimetine iştirak edemeyen zarara uğramıştır. 
(Mehdi, malı taksim eder. Halk arasında peygamberlerinin sünnetini (ihya 
eder ve onun) ile amel eder. İslam yeryüzünde yerleşir. Yedi yıl hayatta 
kalır. -Bazı raviler dokuz yıl demiştir.- Sonra ölür ve Müslümanlar cenaze 
namazını kılarlar." [Ebu Davud, Melahim 1, (4286, 4288, 4289).]

Önceki Başlık: BİRİNCİ FASIL: FİTNE PATLAK VERİNCE YAPILACAK TAVSİYE - 2
Sonraki Başlık: İKİNCİ FASIL: ZAMANLA VUKÛA GELECEK FİTNE VE HEVÂLARDAN 
ZİKREDİLENLER - 2

Kütüb-ü Sitte eseri AKÇAĞ BASIM YAYIM PAZARLAMA A.Ş. izniyle sitemize 
eklenmiştir.
Not:Arapça yazılarda, Lam elifler, lam ve elif şeklinde ayrı ayrı olarak 
görünüyor. Ayrıca başka hatalar da olabilir. Bu açıdan okuyucularımızın bunu 
dikkate almalarını istirham ederiz.  

Benî Kantûra´dan maksadın Türkler olduğu kabul edilmiş bulunduğu halde bununla başkasının 
ve mesela Sudanlıların kastedildiğini söyleyenler de olmuştur.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...