AVRUPA'NIN İSLAM'A BAKIŞINA KÜÇÜK BİR NUMUNE
Son karikatür krizi, Avrupa'nın İslam'a bakışında, önyargısında hiçbir şeyin değişmediğini bir kere daha -görmek isteyenlere- gösterdi. Batı dünyası kadimden bu yana İslam'a hiçbir zaman sıcak bakmamış ve ona karşı hiç mi hiç alaka duymamıştır. Evet; "Her fırsatta kendini medeniyetin beşiği, insanı, insânî değerlere taşıyan aydınlık koridorun ışık kaynağı ve devletlerarası dengenin en önemli unsuru gören "batı" dediğimiz bu insafsız dünyâ, hemen her zaman ya bizzat veya iğfâl ettiği bir kısım çapulcularla -hem de medeniyet adına- vahşetlerin en utandırıcılarını irtikâp etmiş, insanlığı ışığa çıkaracağım diye, yığınları sürekli kara delikler etrafında dolaştırmış ve dünyânın her yanında, milletlerarası muvâzeneyi bozucu karanlık oyunlar oynamış, akla-hayâle gelmedik entrikalar çevirmiştir.. hele İslâm dünyâsına karşı hiç mi hiç insaflı olamamış.. insaflı olmak bir yana, her fırsatta gelip gelip bu mazlum dünyâya yüklenmiş.. onu bölüp parçalamış.. yer yer ırk ve mezhep mülâhazasıyla bu koca âlemi birbirine düşürmüş, öyle kindâr, öyle kanlı bir ittifaktır ki, zamanın hiçbir diliminde ve târihin hiçbir devrinde kat'iyyen haçlı düşüncesinden kurtulamadığı gibi hilâli de hiçbir zaman hazmedememiştir."
Bu denilenlere küçük bir hatırayı misal olarak vermek istiyoruz: Sayın İhsan Süreyya Sırma Bey, İslam Ve Tarih adlı eserinde, Fransa'da bulunduğu yıllarda başından geçen şu ilginç hadiseyi naklediyor: "Paris'te ilkokul öğrencisi Müslüman bir çocuğa hususi olarak "İslam Tarihi" dersi verirken, bu çocuk devamlı olarak İslam, İran, Türk, Arap düşmanlığını ortaya koyuyor ve bu kelimeleri duyunca küfür edilmiş gibi oluyordu. Bana dedi ki; "Benim öğretmenim Müslümanların tarihini böyle anlatmıyor. Müslümanlığın ilk şartı namaz değil, dört kadınla evlenmektir."
FRANSA'NIN CEZAYİR KATLİAMI
Bir büyüğümüz şöyle derken ne kadar haklıdır: "Bütün seyyiâtına rağmen Batı, şimdiye kadar bizlere hep bir fazilet kaynağı olarak gösterildi; fenalıklarına bütün bütün göz yumuldu; iyiliklerinin de habbeleri kubbeler gibi destanlaştırıldı.. alkışlandı ve alkışlatıldı; kitleler aldatıldı ve bu bâzicede olan da yine millete oldu."
Bizlere "Ermenileri kırdı geçirdiler" diye bühtanlar savuran Fransa'nın1958'lerde Cezayir İstiklal Harbinde yaptığı katliamların bile üzerine çoktan sünger çekildi. Adamlar bizim ne kadar saf, iyi niyetli, unutkan ve de tarih okumayan insanlar olduğumuzu biliyorlar ya, zeytinyağı gibi hep üste kalmayı beceriyorlar.
Christiana Lilliestierna adlı bir bayan gazeteci Fransız Sömürge idaresince müslümanların toplandığı bir kampta ki gözlemlerini şöyle anlatmış; "Şimdi yedi yaşlarında bir erkek çocukla beraberim. Vücudu yara bere içinde. Anasını, babasını ve kız kardeşlerini önce tartaklayan, sonra da öldüren Fransız askerleri, onu da tellerle sımsıkı bağlamışlar. Bir teğmen de, görsün ve gördüğü şeyleri uzun süre hatırlasın diye, çocuğun gözlerini elleriyle açık tutmaya çalışmış. Dedesi, bu kampa getirmek için beş gün sırtında taşımış onu. Çocuk diyor ki; "Bir tek şey istiyorum: bir Fransız askerini küçük parçacıklara kadar kıtır kıtır doğramak."
TAASSUP
Taassup denen illetten kendini kurtarabilmiş kaç babayiğit gösterilebilir şu alemde. "Önyargıları kırmak atomu parçalamaktan zordur" diye boş yere dememiş Einstein. Taassubun bir yere kadar zararı olmadığı, hatta gerektiğini düşünenlerdenim ki, buna salabet deniyor. İbn-i Halduntaassubun bu kadarının bir cemiyetin oluşması ve devamı için şart olduğuna değiniyor. Buna bir nevi müsbet taassup demek mümkün.
Ama işte tam burada ince kırmızı hat başlıyor, hakikatin rengini değiştiriyor. O da "aşırı sevgi veya aşırı düşmanlık" hattı. Öyle ki, kişi, bir insanı kötü bellediyse daha ona hiç hayat hakkı tanımıyor, dediği ve yaptığı doğruları göremiyor, görmek de istemiyor. Sevdiği bir kişi, grup, klik, millet için de tam tersi geçerli tabii. Halbuki olayları ve kişileri okuyuşumuz bulunduğumuz yerden bağımsız olamıyor.
Memleketimizde her kesim de taassubun çok ilginç örneklerini görmek her zaman mümkün… Onun için, bu ülkede olayları ve kişileri izlerken hep aklımaİsmet Özel'in şu sözü gelir: "Kim hangi tarafa kulağını açmışsa diğer tarafa sağır."
Bu sadece bize has bir durum da değil. İnsanlığın kaderi bu. İşte tarihten bir misal: 14. Yüzyılda yaşamış büyük Şafii alimi Tacuddin es Sübki, Tabakat-üş Şafi'iyye adlı eserinde şunları yazıyor: "Tarihle uğraşanlar, eserlerini yazarken bazı insanları yücelttiler, bazılarını ise aşağıladılar. Bunu da ya taassuplarından, ya da cehaletlerinden yaptılar. Yahutta, güvenilir olmayan kaynaklardan rivayet ettikleri için bu hataya düştüler. Bu şekilde hata yapmayan çok az tarih kitabı gördüm. Mesela hocamız olan ez- Zehebi'nin- Allah onu affetsin-tarihi ifrat derecede taassuplarla doludur. Şafii ve Hanefi alimlerinden bahsederken bunlara fena bir şekilde dil uzatmıştır. Bu büyük alim ve hafız böyle yaparsa artık siz başkasını düşünün."
"İS FREUD DEAD?"
Ünlü Time Dergisi 1966 yılındaki bir sayısında, psikanalizin kurucusuSigmund Freud'un bütün dinleri reddeden ve insanı insanlık semasından düşüren fikirlerinin artık tartışmasız bir şekilde genel kabul gördüğünü ilan etmiş ve bunu kapağına şu ifadelerle yansıtmıştı; "Is God dead"(Tanrı öldü mü?")
Zaman geçti, Freud'un görüşleri sarsıntıya uğradı, tarih müzesine kaldırılmaya hazırlandı ve aynı dergi, 27 yıl sonra, günah çıkarırcasına bu yıkılışı okuyucularına şu şeklide duyurdu; "İs Freud Dead"(Freud Öldü mü?)
Dergi, özetle şu görüşlere yer vermişti; "Manevi hayatın izahını marazi(hastalıklı) modellere dayandırmak ve çocuğu birtakım cinsi sapkınlıkların kaynağı gibi görmek, son derece yanlıştır ve insan olma vasfına ve özelliğine yakışmayacak şeylerdir. İnsanı bazı süfli cinsi duyguların eseri gibi göstermeye çalışan bu teori elbette kabul edilemez."
KAYNAKLAR
1-İslam Ve Tarih-İhsan Süreyya Sırma- Beyan Yayınları- İst-1991
2-Zamanın Altın Dilimi-M. Fethullah Gülen- TÖV Yayınları- İzmir-1996
3-Prizma-2-M. Fethullah Gülen- Nil Yayınları- İzmir-1997
4-Dünyayı Aldatanlar- Doç. Dr. Sefa Saygılı-Türdav Yayınları- İst-1998