SU TESTİSİ SU YOLUNDA KIRILIR VEYA TROÇKİ
***1900'lü yıllar Rusya'nın en karanlık dönemleridir denebilir. 1905'te Çarlık yönetimine karşı gerçekleşen başarısız darbe girişimi, Birinci Dünya Savaşı yılgınlığı içindeki ülkede 1917'de tekrar denenmiş ve bu sefer muvaffak olmuştur. Milyonlarca insanın kan, gözyaşı ve iskeletleri üzerine oturmuş iğrenç bir rejim. Bu kanlı rejimin tesisinde bir Rus yahudisi olan DavidoviçTroçki(1879–1940) başat rollerden birini oynamıştır. Bediüzzaman 5. Şua'nın 14. Meselesinde ondan şöyle bahseder: "Her hükümetin zulmünü gören Yahudiler, Almanya memleketinde kesretle toplanıp intikamlarını almak için, komünist komitesinin tesisinde mühim bir rol ile Yahudi milletinden olan Troçki namında dehşetli bir adamı, Rusya'nın Başkumandanlığına ve terbiyegerdeleri olan meşhur Lenin'den sonra Rus hükümetinin başına geçirerek Rusya'nın başını patlatıp bin senelik mahsulâtını yaktırdılar. Büyük Deccalın komitesini ve bir kısım icraatını gösterdiler."
Troçki, Lenin'in yakın çalışma arkadaşlarındandı. Nice günler bir kızıl şafağın hülyalarını beraber düşlemişlerdi. İhtilalin başarısı için kılı kırk yararcasına önlemleri de yine beraber almışlardı. Öyle ki bazı tarihçiler ona "Rus ihtilalinin babası" gözüyle bakarlar. Çünkü devrimi gerçekleştiren "İşçi Sovyeti"ni o kurmuştu. Ve..devrimin gerçekleştiği gün Troçki sevincindenbayılmıştı. Yeni rejimde önce Dışişleri bakanı oldu. Sonra savunmayı ele aldı.Kızıl Ordu'yu kurdu. Rejime karşı direnmeleri kanlı bir şekilde bastırdı. Milyonlarca insanı hiç çekinmeden öldürdü. Lenin zamanında, orduya hâkimiyeti sayesinde denetim neredeyse onun elindeydi. Ama Lenin ölünce, her zaman olduğu gibi halefleri arasında miras kavgası kendisini gösterdi.
Sovyet İhtilali kısa sürede her ihtilal gibi önce çocuklarını yemeye başladı Öyle ki, 1937 yılına gelindiğinde Stalin'in marifeti sayesinde, Sovyet devrimini yapan konseyden bir tek Lenin normal şekilde ölmüştür denebilir. Öyle ki, Lenin'in en yakın arkadaşları Kirov, Zinoviev, Kamanev gibi en yakın yoldaşlar bile idamdan kendilerini kurtaramamışlardı.
Parti genel sekreteri Stalin'in önündeki en büyük engel Troçki idi. Onun büyük nüfuzundan çekinen Stalin, hasmının altını yavaş yavaş oymaya başladı. Entrika, iftira ve yalanların bini bir para idi. O artık; "Haris, menfaatperest bir Yahudi" idi.
Troçki de karşı atağa geçmişti. Verdiği demeçlerde şöyle diyordu: "Dünyanın hiçbir ülkesinde işçiler burada olduğu gibi sefalet içinde değildir. Çalışma saatleri yetkililer tarafından keyfi olarak düzenlenmiştir. Günlük ücret bir günlük hayat ihtiyacını karşılayamamaktadır. Grev yapmak isteyenler de amansız şekilde zulüm görmektedir."
1927'de karşı ihtilali örgütlediyse de, daha önceden haber alındığından başarılı olamadı. 1928'de Alma Ata'ya sürüldü. Stalin, rakibinin nüfuzundan çekindiği için onu Rusya sınırları içinde öldürmek istemiyordu. Bunun için yurtdışına gitmesine izin verildi. 1929'da İstanbul'a geldi, yoğun güvenlik önlemleri altında 4.5 yıl bu şehirde kaldı.
1933'de Fransa'ya gitti, kısa zamanda sınır dışı edildi. Soluğu İsveç'te aldı. Orada da fazla kalamadı. Tabii, Stalin'in ajanları adım adım onu takip ediyorlardı. Devamlı suikast girişimleri bir zamanların bu kudretli adamını iyice bunaltmış, hayatını zindana çevirmişti. Meksika'ya gitti. Kâbus gibi bir hayat bir müddette orada devam etti. Ve..sonunda Stalin muradına erdi. Görevlendirdiği bir ajan Meksika'nın başşehri Mexico-City'de, 22 Ağustos 1940'da, "Komünist ihtilalin en aydını, en iyi hatibi ama insanları yönlendirmede ve entrika çevirmede en başarısız olanı" Troçki'yi başına demir çubuklarla vurarak öldürdü.
Hani güzel bir söz vardır:
"Zalim bir zulme giriftar olur ahir
Elbette olur ev yıkanın hanesi viran"
Nazım Hikmet önceleri bu adama destanlar düzerdi. "Rusya'ya Veda" adlı şiirinde olduğu gibi:
"Senin 1 Mayıslarını gördük
Uğultularını duyduk,
Kocaman bir Çan gibi haykıran Troçki'yi"
Ama sonra o da akıntıya uymuş ve "Beni Stalin yarattı" demiştir.
NOBEL ÖDÜLLERİ
Dinamiti keşfeden Alfred Nobel 1896'da ölmüştü. Bu keşfinden dolayı büyük bir servet kazanan bilgin, bekâr olduğu için ölürken servetinin harcanması ile ilgili bir vasiyet bıraktı. Buna göre bu muazzam servetin sağlayacağı yıllık net gelirin her yıl dünya ilim ve fikir adamlarına dağıtımını üstlenecek bir vakıf kurulacaktı. Nobel ödülü adını taşıyacak bu para "barış, edebiyat, tıp, fizik, kimya dallarında büyük başarı kazanmış kimselere" verilecekti. İlk Nobel ödülleri 1902'de sahiplerini buldu.
İşte akıllıca bir yol. Ya bizde, durum nasıl? Aklımıza merhum Ömer Ferid Kambeyin şu dörtlüğü geliyor:
"Sağlığında nice ehl-i hünerin
Bir tutam tuz bile yoktur aşına
Öldürürler evvel anı açlıktan
Sonra bir taş dikerler başına
ÖRNEK BİR KOMUTAN
1904-1905 Rus-Japon savaşında bütün dünyada kendinden bahsettiren bir komutan vardır: Amiral Togo..Savaşın sonunu getiren Port Arthur ve Mukdenzaferlerinde onun usta manevralarının çok büyük yeri vardır. Buralarda kazandığı kesin zaferi dünyaya şöyle ilan etmişti: "Uzak Doğu'daki Rus birliklerinin kurtulma ümitleri kalmamıştır, zaten bugüne kadar 200 bin ölü vererek tükenmiş durumdadırlar."
O böyle dışa karşı büyük bir fatih olduğu kadar, içte de alabildiğince derin bir insanmış. Mehmed Akif onun tevazusunu Süleymaniye Kürsüsü adlı şiirindeAbdürreşid İbrahim Efendinin lisanından şöyle tasvir eder:
"Ya o mahviyeti insan göremez bir yerde..
Togo'nun umduğumuz tavrı mı vardır? Nerde!
"Gidelim" der götürür, sonra gelip ta yanıma;
Çay boşaltırdı ben içtikçe hemen fincanıma."
Bir de onun insanların içinde insanlardan bir insan oluşunu Abdürreşid İbrahim'den dinleyelim: "Bu zat, Tokyo şehrinde "Togo Yokuşu" diye isimlendirilen dar bir sokakta, küçük
bir evde ikamet eder. Evin sokak kapısı gayet sade tahta bir kapı olup, siyaha boyanmıştır. Bu kapıdan girdikten sonra ufak bir meydan, az içeride sağda bir kulübe: İşte Togo'nun evi. Ev içinde döşeme/eşya namına hiçbir şey yok. Evin bütün eşyası basit Japon evinde olduğu gibi bir hasırdan ibarettir.
Togo'nun evinin büyüklüğünü tarif etmek için ben orada iken vaki olmuş bir hadiseyi Tokyo Gazetelerinde neşrolduğu gibi arz edeceğim. "Amerika turistlerinden altmış kişi Togo cenaplarını ziyarete gelmişler, evinin önünde olan meydana girdikten sonra kendilerini Togo cenaplarına takdim etmişler. Koca amiral, bu aziz misafirleri büyük bir memnuniyetle kabul edeceğini beyan buyurduktan sonra, yine tercüman vasıtasıyla evine altı kişiden fazlasının sığmayacağını belirtip, özür dileyerek görüşmeleri için kapı önündeki meydana çıkacağını söylemiş. Turistler demişler ki "Hayır biz amiral cenaplarını asıl oldukları meskende görmek istiyoruz, müsaade buyursunlar da biz altışar kişi girip bulundukları yerlerinde ziyaret ederiz." Bunun üzerine misafirler altışar altışar ziyaret etmişler, her taife beş dakika sohbet etmek şartıyla.."
Bu hadise üzerine deniz subayları, amiralleri olan bu müstesna insana, şanına yakışır bir malikane satın almak için aralarında yüklü miktarda para toplayıp, kabul etmesi için kumandanlarına gönderiyorlar. İşte aldıkları enfes cevap: "Subaylarımızın bu kadar zengin olduklarını bilmezdim, ziyadesiyle memnun oldum. Fakat ben bu evde ömrümü geçirdim. Kendi ömrümde elli senede ancak bir defa böyle bir kabul merasimine tesadüf ederek mahcup oldum ise de, bundan sonra daha elli sene yaşamak ihtimali de uzak, şu halde böyle bir mahcubiyete bir daha zaman müsaade etmez, böyle olmakla beraber bu gayretinizi takdir ederim.Çalışmalarınız boşa gitmesin. Bizim Bahriye mekteplerimizin ihtiyacı çoktur, bu parayı oraya bahşederseniz memnun olurum."
...Böyle devlet adamları her millete nasip olmaz. Darısı bizim başımıza…
İNSAN KASABI
"Mutlak zikir kemaline masruftur" diye çok harika bir söz vardır. Yani bir kavram, bir kayıt konmadan söylendiği takdirde, onun en zirve noktasını akla getirir. Mesela; Nebi dendiğinde, hemen en mükemmel nebi olanİnsanlığın İftihar Tablosu(ASM) zihnimize düşer. Aynen öyle de "insan kasabı" denince aklımıza bunu en güzel başaran mahluk gelir; Joseph Stalin..
Halefi Kruşçev bile onun 1923-1953 arasındaki kabus dolu yıllarını anlatırken şöyle demekten kendini alamaz: "İnsanlık tarihinin en barbar dönemi" Volga Kızıl Akarken adlı hatıratında merhum Şevki Bektöre'nin şu hatırasını hep hatırlarım; Sibirya mahkumları Stalin hastalandığında duvarlara Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği kelimelerinin Rusçasının ilk harflerini(SSSR) kazıyorlar ama kendi aralarında bunu şöyle okuyorlardı: Smert Stalina Spaset Rasiu(Stalin'in ölümü Rusyanın kurtuluşu olacaktır.)
Stalin'in yaptıklarına zaman zaman değineceğiz. İnkarın insanın nasıl canavarlaştırdığını, Allah tanımamanın ne kadar korkunç bir şey olduğunu, dine sırt dönmenin ne büyük bir fecaat olduğunu anlayabilmek için..
Yakınlarda izlediğimiz Çöküş filminden bir sahneyi hatırlayalım; Hitler, çılgınlık nöbetlerinden birinde şöyle haykırıyordu: "Keşke yıllar önce bütün üst düzey komutanları idam etseymişim, Tıpkı Stalin'in yaptığı gibi."
Stalin 1937'de Ordu'da büyük bir kıyım harekâtı başlattı: 5 Mareşalden üçü, 16 ordu komutanından on dördü, 8 amiralden sekizi, 67 kolordu kumandanından altmış biri, 133 tümen komutanından yüz otuzu, 599 Tugay komutanından iki yüz on biri, 11 Harp komiseri yardımcısından on biri tasfiyeye uğradı. 35 bin subay kadrosundan yarısı ya idam edildi, ya hapsi boyladı.
Ordu komitesindeki bu zaafı iyi değerlendiren Nazi yönetimi, Sovyetlere saldırmakta bir beis görmemiş ve ilk taaruzlarda büyük zaferler kazanmıştı. Öyle ki kısa zamanda 1,5 milyon Sovyet askeri esir edilmişti. ABD ve İngiliz genelkurmay raporları Rus ordularının Almanlar karşısındaki şansının 3 ay kadar olduğunu belirtmişlerdi. Ama tam bu sırada tarihi değiştirecek bir şey oldu: Şimdiki Sibirya soğukları gibi, 150 senedir görülmemiş bir soğuk 1941 kışında bastırdı ve Almanları asıl o yendi.
KAYNAKLAR:
1-20. Yüzyıl Ansiklopedisi- Tercüman Yayınları- İst-1990
2-Önce Alkışladılar Sonra Öldürdüler-Vehbi Vakkasoğlu- Nesil Basım Yayın –İst-2001
3- Şualar- Said Nursi-Sözler Yayınevi-İst-1993
4- Alem-i İslam-Abdürreşid İbrahim-İşaret Yayınları-İst-2003