TÜRKLER NE ZAMAN KOMÜNİST OLUR?
Karl Marx 13.09.1851’de arkadaşı Engels’e şöyle yazmıştı; “Türkleri kominal hayata sokmak mümkün değildir. Onları vatan sevgisinden, dinlerinden, adet ve dillerinden koparmadan ihtilale sürüklemek imkansızdır…” Bu satırları okuyunca, bir hayat boyu devrinin idarecilerini “Bu milletin din ile bağları kopmasın. Yolsa anarşi ve Bolşeviklik baş gösterecek” diye uyaran büyük çilekeşi hatırlamamak mümkün mü?..
MARX YARGILANIYOR
Geçtiğimiz yıllarda Londra’da bir bilim adamları mahkemesi “İnsanlığa karşı işlediği suçlar” gerekçesiyle Karl Marx’ı yargıladı. Mahkeme’de Marks’ın, milyonlarca insanın kanı üzerinde oturan komünizm’in kurucusu olduğu belirtilirken, aynı zamanda karaktersiz bir şahsiyet olduğu belirtildi. Mahkemeye göre o hiç işçi sınıfını tanımamış, akraba miraslarıyla geçinmiş, metresleri olan, hizmetçilerini köle olarak kullanan, temizlik ve yıkanmaktan hoşlanmayan birisiydi.
ŞİBLİ NUMANİ VE GAZİ OSMAN PAŞA
Hint alt kıtasının 19. yüzyılda verdiği en verimli meyvelerin başında gelen İslam’ın yüz akı Merhum Mevlana Şibli Numani’nin Anadolu Suriye Mısır Seyahatnamesi adlı eserini okuyunca, ecdadımızın kıymetini yine en fazla bizim takdir edemediğimize ve Pakistan Müslümanlarının bize sevgisine bir defa daha şahit oluyorsunuz. Öyle ki Şibli hazretleri, milletimiz için; “Ben kendimi Türklerin ayakkabılarına bir bağ olmaya bile layık göremiyorum” diyor..Bu nasıl bir sevgidir Allah aşkına..
Hazretin, bir de Plevne Kahramanı merhum Gazi Osman Paşa(1837-1900) ile karşılaması var ki, o da çok büyük inceliklerle dolu. “Bir gün çok sevdiğim ve derin hayranlık duyduğum, dünyanın Plevne kahramanı olarak tanıdığı, gönüllere taht kurmuş olan Gazi Osman Paşa’yı ziyarete gitmiştim. Görüşme sırasında karşılıklı derin bir saygı ve sevgi yakınlığı sergiliyorduk. Bu yüzden elini elime almış bırakmıyordum. Gönlümdeki derin saygıyı ve hayranlığa ulaşan sevgiyi bu hareketimle daha iyi göstermeye çalışıyordum. Bir ara dayanamadım ve “İslam düşmanlarına hangi elinizdeki silahla saldırdınız ? Gösterin de, müsaadenizle o eli öpeyim” dedim. Bunun üzerine o çok nazik, şerefli insan, büyük ve yiğit komutan bana; “İlme hizmet için çalışan ve durmadan yazan sizin eliniz öpülmeye daha layıktır” diyerek zorla o benim elimi öptü.” Bu sırada Mevlana Şibli 35, Paşa ise 55 yaşında idi..
SAİD ŞAMİL BEY’İN BİR ÖNGÖRÜSÜ
İnsan fıtratına ters bir sistem uzun vadede ayakta kalamaz. Bir müddet güce dayansa bile akıbet yıkılmaya mahkumdur. İşte SSCB ve uyduların tarih müzesinde yerlerini almaları buna en yakın şahitlerdendir. Darısı diğerlerinin başına..
Kafkas Kahramanı Şeyh Şamil hazretlerinin torunu, büyük dava adamı merhum Said Şamil Bey 20. yüzyılın canlı tarihlerinden, demirperde gerisindeki müminlerin çektikleri eza ve cefanın en yakın şahitlerinden idi..Devrini okuyuşu, olayları perde arkası ve figüranları ile bilmesi ve feraseti ile engin bir insan olan bu muhterem zat, 1970’lerde komünist dünyadaki kaynaşmaları da çok doğru anlamıştır. 1970’de şöyle buyurmuşlar; “Dıştan çok kuvvetli görünen ve korkutan Rusya’da yürürlülükte olan sistem hayatın normal gidişine ve insan tabiatına aykırıdır. Dıştan bir müdahale ile değil de, kendiliğinden çökecektir. Bu rejim dehşetiyle tarihte benzeri görülmemiş musibet ve felaket sahneleri ortaya koydu. Oralardan kaçan kardeşlerimize sorun, başlarından geçen çilelerle nasıl pençeleşmişler, kaçmayı nasıl başarmışlar? O devre ait hâlâ bir belgesel film yoktur. Komünizm milletin kaderine çöreklenmiş bir ejderha gibiydi, millet can ve ekmek derdine düşmüştü, yoksa neler neler yazılırdı.
Bu demirperde açılmayacak, yırtılacak; çünkü açılma normal bir hâlin ifadesidir. Allah bilir ya, bu rejim yıkılarak parçalanacaktır. Fakat, çöküşten sonra oradaki esir Türk milletlerinin durumu ne olacak? Şimdiden benim içim sızlayarak ifade edeyim ki, Hıristiyan asıllı olanlara bir çok yerden yardım yağarken, Türk devletlerine sadece menfaatçilerin eli uzanacak. Ben o günlere yetişemem ama sizler göreceksiniz.” Said Bey 1980’de Dar-ı Bekaya irtihal etti. Vefatından 10 sene sonra da dedikleri bir bir gerçekleşti. Allah Rahmet eylesin..
Ülkemizde de devrini basiretle okuyan birileri çok şükür vardı. Onlardan biri olan bir kutlu soluk, Türkiye’de solun çığ gibi büyüyüp geliştiği günlerde “SSCB’nin yıkılacağını, geride bir enkaz bırakacağını, Altın Neslin bu enkazdan mamureler çıkaracağını” müjdelemişti İçtimai Adalet Konferansında..
Ve gün geldi, devran döndü, müjdeler gerçekleşti. Altın Neslin feragat timsalleri, rehberlerinin işareti ile akın akın Anayurda göç ettiler. Kaderin yollarına su serptiği kutlular olarak nice destanlara imza atıllar..
TÜRKİSTAN’DA RUS MEZALİMİ
Seyyid Kasım Andicani…Merhum Ali Ulvi Kurucu beyefendinin hatıralarından tanıdığımız bu isim, Rus zulmünden Medine’ye hicret eden büyük bir tefsir alimidir. 15 ciltlik bir tefsir-i şerifin sahibi olan bu mübarek zat, Komünist dehşetinin Türkistan’ın saçaklarını sarmaya başladığı sıraları şöyle anlatmış; “Türkistan topraklarında annem ve beş kardeşimle yaşıyorduk. O günlerde Rus zulmü artıyor, çerçeve etrafımızda gittikçe daralıyor ve durumların çok tehlikeli olduğu haberleri geliyordu..
Gizli çalışanlara arasında olduğumdan kaçmam gerekiyordu, yoksa işkencelerin en kötüsünü görecektim. Sibirya’ya sürülüp, rejimin kölesi olacaktım veya gördüğüm şu ürküten sahneye ben de maruz kalacaktım:
Cunta’nın emriyle, Andican bölgesinde zenginlerin ne kadar paraları varsa topladılar. Yine getirin diye ısrar edince, çaresiz kalan zenginler canları pahasına neleri varsa sattılar. Mal namına hiçbir şeyleri kalmadığı halde işkenceler altında zorlanıyorlardı. Neticede şehrin dışında büyük bir çukur kazıldı ve içine yanmamış kireç dökülerek bütün Andican halkına şöyle ilan edildi; “Vatan haini bu zenginler cezaların görecekler”
İnsanlar korkudan belirtilen yere gelmek mecburiyetinde kaldılar. Vatan haini dedikleri insanları çukura attılar ve hortumla su verdiler. Sönmemiş kireç suyla temas edince yanmaya başladı. Feryat sesleri ve çırpınmalar.”
Bu dehşeti gören Seyyid Kasım Efendi çareyi kaçmakta bulur: “Afganistan hududunda bir köyde buluşup sınırı oradan geçecektik. Geceleri yürüyüp, gündüzleri saklandık. Kıyafet ve şeklimizi değiştirerek oranın köylüsü gibi görünür olduk. Hudutta bir nehre varınca nehri yüzerek geçmemiz gerekiyordu. On beş kişiden sadece üçümüz yüzmeyi biliyorduk. Diğer arkadaşlarımız orada boğuldular..”
KAYNAKLAR
1-Dünyayı Aldatanlar- Sefa Saygılı- Türdav Yayınları-İst-1998
2-Anadolu Suriye Mısır Seyahatnamesi- Şibli Numani- terc: Yusuf Karaca- Risale Yayınları- İst-2002
3-Bir Ömürden Sayfalar- Sâre Kurucu- Marifet Yayınları- İst-2002