08 Ağustos 2017

UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN....4

UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN

ARAP ADETLERİNİN “SÜNNET” BAŞLIĞIYLA KABUL
ETTİRİLMESİ
“Sünnet” diye uydurulanların önemli bir kısmı Peygamberimiz’e iftira
olarak uydurulmuş sözlerdir. Bir kısım sünnetlerse; Peygamberimiz’in kavminin
veya Araplar’ın veya mezheplerle hadislerin oluştuğu dönem ve bölgedeki
adetleridir veya Peygamberimiz’in şahsi tercihlerinden dolayı işlediği
fiiller olmasına rağmen dinle alakası olmayan şeylerdir. Cübbe giymek, kabak
yemek, yer sofrasında yemek yemek gibi… Bunlar Peygamber’e savaş
açan müşriklerin, örneğin Ebu Cehil’in de davranış tarzlarıdır. Kimisi iklimden,
kimisi örften, kimisi o yörede yetişen sebzelerden kaynaklanmaktadır.
Kuran’ın belirtmediği bu fiillerde ilave bir sevap ummak veya dinle bir
alaka kurmak, dine ilave yapmak olur. Kuran her şeyi açıkladığını, tüm detayları
verdiğini söylerken; Kuran’ın açıklamadığı tarzda “sünnet” başlığıyla
sevap ummak ve makbuliyet edebiyatları da yine Kuran’ın anlattığı dine yapılan
ilavelerdir. Allah isteseydi; cübbeyi, kabağı, yer sofrasını ve “sünnet”
başlığıyla dine ilave edilmeye çalışılmış gelenekleri de Kuran’da belirtir ve
bize nasıl “daha çok sevap kazanacağımızı” gösterirdi. “Sünnetlere uymada
sevap vardır, bunların uygulanmamasında günah yoktur” yumuşatmaları da
yapılan yanlışı gidermez. Çünkü ister sevap etiketiyle olsun, ister makbuliyet
etiketiyle olsun, Kuran’da olmayan bir davranışı dini etiketle sunmak yine
dine ilave yapmak olur. (34. bölümde “sünnet” gibi başlıklarla dine sokulan
ilavelerin insan yaşamını nasıl zorlaştırıp, yaşanmaz bir hale soktuğunu
göreceğiz.) İnsanları Peygamber sünneti diye uydurmalara ve örflere çağı-
ran ve kendilerini Peygamber yolunun takipçileri göstermek için kendilerine
Ehli Sünnet adını takıp, aslında Ehli Arabi-örf olanlara; Peygamber sünneti
diye Peygamber’e ve dine iftiralarla dolu kaynaklara, Araplar’ın örf ve adetlerine,
Emevi ve Abbasi dönemlerinin imalatlarına uyduklarını göstermemiz
gerekir. İftiraların dışında, bu uydurmaların diğer bir sebebi ise sahabelerin
(Peygamber’i bir kez bile gören Müslümanlar’ın) hatasız kabul edilip, onların
da hareketlerinin Peygamberinkiler gibi sünnet olarak değerlendirilmesi
olmuştur. Sırf Peygamber’e mal edilmeler neticesinde bile ortaya çıkan yorum
hatalarını ve saptırmaları düşünürsek, sahabelerin bu işe katılmasıyla 
187
SÜNNET KAVRAMI
oluşan kaos inanılmaz boyuttadır. Bugün “sünnet” deyince halkın büyük bir
kesimi Peygamber’in davranışlarını (sünneti resul) anlıyorsa da, aslında hadis
kitapları ve diğer gelenekçi kaynaklarda anılanların bir bölümü sünneti
Medine, sünneti Kufe, sünneti Basra diye sahabelere ve Peygamber sonrası
ilk dönem Müslümanlarına dayandırılır. Kuran ile yetinmemenin ve Kuran’ın
önüne ciltler yığmaya, örfleri dinselleştirmeye yönelik oyunun kutsala
fatura edilişindeki başlık, ne yazık ki “sünnet” olmuştur.
SU DURULURSA ZEHİRLİ YILAN FARKEDİLİR
Bir yazar, bu konudaki hatalı yaklaşımları şöyle eleştirmektedir: “Sünneti
adettir bu. Oturarak yemişsin, Ebu Lehep de oturarak yer. Arap’ın örfüdür
bu. Peygamber’in getirdiği dinden kaynaklanmıyor. Arap’ın örfünden
kaynaklanıyor. Şimdi bakın bunlar günlük hayatın basit meseleleri, bunlar
yukarılara doğru gidiyor. Ve bakıyorsunuz hukuk hayatının, devlet hayatının
en ciddi boyutlarında bile dindir diye ısrar ettikleri şeylerin büyük
bir kısmı falan veya filan bölgenin örflerinden ibaret. Bunları Allah’ın dini
diye savunmaya kalktınız mı hem kendinize zulmediyorsunuz, hem yaşadığınız
ülkeye, hem de hukuk hayatına kötülük ediyorsunuz. Bakın bunlar
bizi nereye götürüyor. Biz Allah’ın gönderdiği ve Peygamber’in gösterdiği
İslam’la, o ad altında sahneye sürülen tarihin şurasından burasından devşirilmiş,
örflerden ibaret, adı İslam olan şeyi birbirinden ayırt etmek zorundayız.
İnsanlık bunu yapmadıkça rahat edemez. İslam dünyası bunu yapmadıkça
rahat edemez, biz de yapmadıkça rahat edemeyiz. Tabi bu büyük
bir dirençle karşılaşıyor Türkiye’de. Çünkü bunun birbirinden ayrılmamasına
bağlı çıkarlar var. Su bulanık olacaktır ki, birisi balık beslerken öbürü
de orada zehirli yılanını beslesin. Su durulursa zehirli yılanlar fark edilir.
Bunu istemeyenler vardır. Olay bu kadar basit. Bunu sadece dinci yobazlar
yapıyor şeklinde de anlamayın sakın! Aslında dinci yobazlar burada kullanılıyor.
Bunu büyük ölçüde dinsizlik ticareti yapanlar kotarıyor. İslam dünyasının
hemen her yerindeki Kuran dışı yobaz dinciliği besleyenler, uluslararası
İslam düşmanı odaklardır. Fikir de, finansman da onlarındır.
188
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Çünkü İslam’ı sahneden kovmanın en emin yolu çirkin göstermektir.
Yobaz dincilik ise bu iş için biçilmiş kaftandır. Bağırıp duruyoruz: Müslü-
manlara tuzak kuruyorlar, bu tuzaklara düşmeyin. Biz düşmeyin dedikçe
bir ayağını ökseye yakalatmak yerine iki kanadı, iki ayağı ile gidip düşü-
yor. Ondan sonra ne oluyor? Olan sizin nezih imanınıza oluyor. Sizin asil
ve güzel dininize oluyor. Ondan sonra dinsizlik tüccarı: ‘İşte İslam dediğiniz
karanlık ve katran budur, yaşayanları da işte bunlardır, buyurun’ diyor.
Sonuç? Sonuç bizim çocuklarımızın sistemli bir biçimde dinsizleştirilmeleri
veya başka dinlerin kucağına itilmeleri.”
VEDA HUTBESİ BİLE ÇELİŞKİLİ
Ne yazık ki uydurulan din en çok dinsizlerin işine yaramakta ve kaos
olarak sunulan bu dini anlayış yüzünden kitleler dinden uzaklaşmaktadırlar.
Bu kitabı yazışımızın bir sebebi de işte bu dinden soğutulan kitlelere,
Kuran’ın anlattığı İslam ile uydurulan dinin farkını göstermektir. Kuran’ın
dışında ikinci bir kaynak türetmek isteyenler “sünnet” adıyla kutsala fatura
ettikleri bu kaynağın gerekliliği için de hadisler uydurmuşlardır. Bu hadislerin
en meşhuru Peygamberimiz’in veda hutbesinde söylediği hadistir. Fakat
aynı hadisin üç ayrı şekilde nakledilmesi, en doğru hadis olması beklenen
veda hutbesine bile güvenilemeyeceğini göstermektedir. Yüz bin kişinin
dinlediği söylenen bir hutbede hadisler bu kadar değişiyorsa, bir tek kişiden,
o da insan zinciriyle (4. bölümde gördük) gelen diğer hadisleri siz düşünün.
1- Size bir emanet bırakıyorum: Allah’ın kitabı ki Allah’ın gökten yere
uzanmış ipidir. Ona yapıştığınız takdirde asla sapmazsınız.
2- Size iki emanet bırakıyorum: Allah’ın kitabı ve sünnetim.
3- Size iki emanet bırakıyorum: Allah’ın kitabı ve ehli beytim (ev ahalim).
Bu üç hadisten en az ikisinin yanlış olduğu zaten bellidir. Ehli Sünnet
mezheplerin 2.sini, Şii mezheplerin 3.sünü kabul ettiği hadislerin üç formu
böyledir. Bizse, en doğru olması gereken, en çok kişinin şahit olduğu, sözlü
sünnet olan veda hutbesinde bile böyle bir hata yapıldığını gördükten sonra, 
189
SÜNNET KAVRAMI
1. hadisin manasının doğru olduğunu daha iyi anlıyoruz. Kuran’ın kendisinin
açık, detaylı her şeyi açıklayan olduğunu hatırlayarak bu tabloyu, Kuran’la
yetinemeyenlere bir ibret vesikası olarak sunuyoruz.
Daha evvel de söylediğimiz gibi; dinin tek kaynağı Kuran’dır. Hadis
ve sünnet tipi kaynaklar ne kadar mütevatir (birçok ayrı hadisle, birçok hadis
zinciriyle ulaşan) olurlarsa olsunlar, dinin bir kısmını oluşturamazlar.
En mütevatir (kalabalık bir topluluğun naklettiği hadis) olan veda hutbesinin
hali, yukarıdaki örnekten bellidir. Hiç kimse yüz bin kişinin dinlediği
veda hutbesinden daha mütevatir hadisler olduğunu iddia edemez. Kafamızdaki
dini Kuran’da aramayalım. Kuran’ı açıp, dinin ne olduğunu öğrenip,
arta kalanları kafamızdan temizleyelim. İllaki falanca şeyi dinde bulacağız
diye çırpınmayalım. Kuran dinin hepsidir. Allah isteseydi, kafalardaki falanca
şeyleri de din yapardı. Allah’ın din yapmadığını dinde bulmak için bu
telaş niye? Dinin tek yapıcısı Allah, dinini Kuran’da açıklamıştır. Örfümü-
zün, saplantılarımızın dinini istemek yerine, Allah’ın bize indirdiğine yapı-
şalım. Şeyhperestlikten, mürşidperestlikten, “ancak falancalar Kuran’ı anlar
ben de falancaları dinlerim” diye falancaperestlikten kurtulup; Allah’ın
insanlara indirip, korunmasını vaad ettiği, mantıksız ve çelişkili izahları olmayan
Kuran’a yapışalım. Kuran’ın önüne yüzlerce cilt eser koyup, Kuran’ı
yüzlerce dini kaynaktan biri yapıp, sonra Kuran’a uyduğumuzu sanmayalım.
KURAN, SÜNNETİ DE KAPSAR
Peygamber’in sünnetine uymamız tabi ki gerekir. Fakat Peygamber’in sünneti
(davranışları, tarzı) için de tek kaynak Kuran’dır. Kuran’dan, Peygamber’in
vahye uyup kendisinden din uydurmadığını, başları çatlatırcasına dini anlattığını,
üstün ahlakını, ibadetlere düşkünlüğünü, sürekli Allah yolunda
mücadelede olduğunu öğreniyoruz. Kuran’ın belirttiği her husus, her ahlaki
norm aynı zamanda Peygamber’in sünnetidir (davranış şekli, tarzıdır).
Yani namaz, oruç, mallardan sarfetmek, sürekli Allah’ı anmak, Allah’ın yarattıklarını
düşünmek, sürekli şükretmek, samimiyet, sabır, gereğinde hicret,
güvenilir olmak, dürüstlük, cesaret, Allah’a sevgi ve saygı hep Peygamber’in 
190
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
sünnetleridir. Bunlar sünnettir, çünkü bunlar Kuran’da geçer. Oysa Kuran’da
geçmeyen sakal, cübbe, elbisenin rengi, yemek menüleri, birçok Arap adeti;
tarihin belli bir dönem ve yerinde uygulanmış bile olsalar, dini bir nitelik
taşımayan, tarihsel olup dinin evrensel bir hükmü kabul edilemeyecek hususlardır.
Peygamber’in tek yazdırdığı ve Allah’ın vahiylerini içeren Kuran,
Peygamber’in sünnetini göstermek açısından da yeterlidir. Eğer gerekli
başka normlar ve davranış şekilleri olsaydı, Kuran hiç şüphesiz onları da
içine alırdı. Kuran kendisini detaylı diye tanıtırken, nasıl olur da dinle ilgili
herhangi bir detayı atlar? Kuran’ın atladığı detaylar din olmayan, bizim de
atlamamızın hiçbir sakıncası olmadığı, yapmamızda sevap umulmayacak
şeylerdir. Bizi kurtaracak olan, Arapperestliğin din diye yutturulmaya çalışılmasının
neticesi olan sarıklı, sakallı uydurma sünnetler değil; Kuran’da
geçen iman, ahlak, fazilete dair çizilen tablolardaki sünnetlerdir.
Allah size kitabı detaylı bir şekilde indirmişken O’ndan başka hakem
mi arayayım?
6-Enam Suresi 114
ÜMMETİN SÜNNETİ
Kuran’da geçmeyen ve “sünnet” başlığı altında sunulan unsurlar;
Müslümanlar’ın uygulaması gerekli, hiçbir şekilde değiştirilemeyecek olan
evrensel hükümler değildir. Oruç tutmak, sabah namazını kılmak, domuz
eti yememek, dürüst olmak gibi; İslam’ın evrensel, bu dünyanın sonuna dek
geçerli prensipleriyle bunlar bir tutulamaz. Fakat bu, bu uygulamaların hepsinden
İslam ümmetinin vazgeçmesi gerektiği anlamını da taşımaz. “Sünnet”
olarak sunulanları üç kategoride inceleyip, bu üç kategoriye de farklı
yaklaşımlar göstermemiz gerektiğini savunuyoruz.
Bunların birincisinde, “sünnet” başlığı altında; Kuran’a ters veya insan
sağlığına zararlı veya bu ümmetin aleyhine unsurlar dile getiriliyorsa, bunlardan
hemen vazgeçmek gerekir. Örneğin kadınların sünnet edilmesi bunlardan
birisidir. 
191
SÜNNET KAVRAMI
İkincisinde, “sünnet” başlığı altında; Kuran’a aykırı olmayan, insana
zararı da olmayan, kültürel unsurlar gibi tercihler dile getirilmektedir. Örneğin
sakal bırakmak bunlardan birisidir. Bunların dinin evrensel hükümleriyle
ilgisi olmadığını belirtmek önemli olmakla beraber, bunlar şahsi tercihler
veya kültürel öğelerdir, bunlardan vazgeçip geçmemek, kişilerin şahsi
tercihleriyle ilgilidir, bunları din adına ne övmek ne de yermek gerekir.
Üçüncüsünde, “sünnet” başlığı altında; Müslüman ümmetinin ibadetlerine
düzen veren, ümmeti kaynaştıran veya Kuran’ın koyduğu ana prensiplere
hizmet eden unsurlar savunulur. Bunların da İslam’ın evrensel hü-
kümleriyle aynı kategoride olmadığını belirtmek önemlidir ama “ümmetin
sünneti” olarak bu faydalı unsurların muhafazası yararlı olacaktır. Örneğin
ezanın bütün İslam ümmetinde aynı formatta okunması; Kuran’a uygun sözlerle
ibadete çağrı yapılmasına, ibadete çağrıda bir düzen olmasına ve dünyanın
her yanında ümmetin aynı formatla ibadete davetine hizmet etmektedir.
Örneğin teravih namazı; Allah’ın daha çok anılması için Müslümanlar’ı
toplar, Ramazan ayının ibadetin bollaştığı bir ay olmasına hizmet eder. Namaza
düzen veren uygulamalar veya Cuma namazının kılınması için belli
bir saatin ilan edilmesi; toplu ibadetlerde kargaşıyı önleyen unsurlar olarak
ümmete hizmet etmektedirler. Örneğin Ramazan ve Kurban bayramları;
Müslümanlar’ın birbiriyle kaynaşması gibi Kurani açıdan önemli bir ilkeye
hizmet etmektedir. Allah’ın anılmasına ve Müslümanlar’ın kaynaşmasına
hizmet eden bu tarzdaki “ümmetin sünnetleri”ni muhafaza etmemiz faydalı
olacaktır. Fakat bunların İslam’ın evrensel hükümleri olmadığı ve gereğinde
bunlarda kimi yeni düzenlemelere gidilebileceği de bilinmelidir. Örneğin ezanın
okunmasının yasak olduğu yabancı bir ülkede, namaza çağrı; minarede
ışık yakmak gibi bir yöntemle gerçekleştirilebilir. Diğer yandan farzlar gibi
bağlayıcı olmayan bu unsurlar terk edilebilir; Kuran’da olmayan namazları
istemeyen kılmaz, istemeyen bayramlarda Müslümanlar’la kaynaşma yerine
tatilden yana tercihini kullanabilir. “Ümmetin sünneti” esnekliği olan
bir alandır, fakat bu alanla ilgili hususların eğer İslam’ın evrensel prensiplerine,
Müslümanlar için gerekli düzene ve Müslümanlar’ın kaynaşmasına
yol açtığını tespit ediyorsak; bunlardan vazgeçmemek, hatta sahip çıkmak, 
192
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
bizce, aklını kullanan her Müslüman’ın yaklaşımı olmalıdır. Kuran’ın anlattığı
bir İslam’ı savunmak, bazılarınca, hatalı bir şekilde, tüm bunlara karşı
çıkmak sanılmaktadır. Oysa Kuran’ın savunduklarından olan “adalet” ve
“Müslümanlar’ın kaynaşması” gibi hususlar Müslümanlar’ın kimi düzenlemelere
gitmelerini gerektirir. (Kuran nasıl mahkeme kurulacağını veya kaynaşmanın
şartı olan ortaklıkların hepsinin neler olacağını belirtmez.) Kuran
bu detayları vermez; Kuran’ın bu yaklaşımı, bu alanda bir esneklik oluşturarak
kolaylık sağlamaktadır. Oluşmuş olan “ümmetin sünneti” bu alanda
Müslümanlar’a yardımcıdır, bu sünnette “insani” bir yön vardır, bu insani
yön kategorik olan bunları Kurani hükümlerden ayırır, esnek ve değişkenliği
mümkün bir alan kılar. Fakat ortak bir yaşam alanı olan bu dünyada “ümmetin
sünneti” gibi bir zenginliğe muhtaç olduğumuzu ve bunları değerli
kılanın da Kurani ilkelere hizmetleri olduğunu unutmamalıyız.
17. BÖLÜM

•••
ARAP KAVMİYETÇİLİĞİ VE TÜRKLER
HAKKINDAKİ UYDURMALAR
Bundan önceki bölümde de gördüğümüz gibi dürüstlük, din adına mü-
cadele, üstün ahlak, ibadetlerde titizlik, Allah’ı çok anma gibi Kuran’daki
sünnetler bizleri bağlayan yegane sünnetlerdir. Oysa Emeviler ve Abbasiler
döneminde sarık, cübbe, sakal, yerde ve elle yemek, kadınların haklarını kı-
sıtlayıcı kimi uygulamalar gibi Kuran’da yer almayan birçok husus “Peygamber
sünneti” diye, ibadet gibi halka benimsetilmiştir. Bu yutturmacanın en
önemli sebeplerinden biri Araplar’ın örf, adet, kadına bakış açılarını dinselleştirerek;
Arap olmayan Müslümanlar’ı da Araplaştırmaktı. Eğer bu örf ve
adetler dinsel kisveye sokulup kitlelere sunulmuş olmasaydı, kimse Arapların
bahsedilen örf ve adetlerini benimsemeyecekti. Fakat kitlelere, Arap örf
ve adeti başlığında değil de “Peygamber sünneti”, “sevap kazanmanın yolu”,
“İslam’ın şartı” tipi başlıklarla sunulan bu örfler, Arap olmayan milletlerin
Araplaştırılmasını sağlamıştır. Bugün Türkiye’deki birçok cemaatin
hatta milliyetçi geçinen çevrelerin bu örf ve adetleri, Araplar’dan bile daha
şiddetle savunması, Arap kavmiyetçiliğinin bu taktiklerinde ne kadar ba-
şarılı olduğunu göstermektedir. Abbasi döneminde kaleme alınan Buhari,
Müslim gibi Ehli Sünnet’in benimsediği hadis kitapları; yine aynı dönemde
kurulan ve yayılan Hanefilik, Şafilik, Malikilik, Hanbelilik gibi mezhepler;
Arap kavmiyetçiliğini kitlelere “sünnet” ve “sevap” nitelendirmeleriyle 
194
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
yutturmuşlardır. Emevi ve Abbasi döneminin bu eserlerinde ve mezheplerinde
dinin nasıl Araplaştırıldığının, Kuran’ın önüne nasıl ciltlerle eserler
konduğunun izahını bundan önceki bölümlerde yaptık. Ne yazık ki kitleler,
mezheplerin, Kuran’da geçmeyen binlerce izahı, nasıl din diye yutturduklarının
ve bu yutturmaların büyük bir kısmının nasıl Arap örf ve adetlerinin
dinselleşmesi olduğunun farkında değiller.
ARAPÇANIN KUTSALLAŞTIRILMASI
Halkların yıllarca cahil kalmasının ve bu oyunların farkedilmemesinin
en önemli sebeplerinden biri, Kuran’ın Türkçe’ye ve diğer dillere tercüme
edilmesinin yasaklanmasıdır. Böylece din, Araplar’ın ve Arapça bilen küçük
bir azınlığın tekelinde kalmıştır. Halka, Kuran yerine ilmihal kitaplarındaki
din öğretilmiş, halk da ilmihal kitaplarında okuduğu bilgilerin birçoğunun
Kuran’da olup olmadığını tespit edemediğinden, gerekli çıkarım ve eleştirileri
yapamamıştır. Ayrıca mezhepten ayrılanlara da despotça ceza uygulamaları
konmuş, böylece tahrif edilmiş ve Araplaştırılmış “İslam” korumaya alınmış-
tır. Hıristiyanlığın Ortaçağ’da İncil’in Latince’den başka dile çevrilemeyece-
ğini savunan, dinini mezhepçi papazların ellerine teslim eden zihniyetiyle,
Kuran’ı başka dillere çevirttirmeyen, böylece “dini” mezhep imamlarının
tekelinde tutan zihniyet benzerdir. Kişilerin anladıkları dilde Allah’a yönelip
daha fazla yakınlaşmasını engelleyen hep Arap kavmiyetçiliğinin etkisiyle
türemiş, mezhepçi Ehli Sünnet anlayışıdır. Bunlar Arapça’nın cennet
dili olduğu ve kutsal olduğu şeklinde uydurma hadislerle, diğer milletleri sö-
mürüde en önemli unsur olan dil hakimiyetini kurmaya çalışmış ve büyük
oranda başarılı olmuşlardır. Kuran’da her Peygamber’in kendi milletinin dilinde
onlara din getirdiği ve hitap ettiği söylenir. Yani Kuran’da adı geçen
ve geçmeyen (Kuran’da birçok Peygamber’den bahsedilmediği ifade edilir)
birçok Peygamber vardır. Bunların herbiri kendi kavminin diliyle din getirmiştir.
Bu dillerden hiçbirinin diğerine göre kutsallığı yoktur. Kuran böyle
bir üstünlüğe onay vermez. Arapça’nın Cennet’in yazı ve konuşma dili olduğu
Kuran’ın değil, uydurma hadislerin bir izahıdır.
195
ARAP KAVMİYETÇİLİĞİ VE TÜRKLER HAKKINDAKİ UYDURMALAR
ARAP OLMAYANLARLA EVLENMEK
Mezhepçi Araplar, Arap olmayanlara “mevali” adını takmışlardır. İkinci
sınıf gözüken bu sınıfın, Araplar’la evlenmemesi gerektiği şeklinde izahlar
yapanlar, bu şekilde hadis uyduranlar bile olmuştur:
Araplar Araplar’ın eşitidir. Mevali de Mevali’nin. Ey Mevali, içinizde
Araplar ile evlenmiş olanlar suç işlemiş olurlar, kötü yapmış olurlar.
Muttaki 8
Ey Arap, kendinden olanla ve kendi denginle evlen ve yapacağın çocukların
safiyeti bakımından dikkatli ol ve asla zenci ile evlenme. Çünkü
zenciler çarpık yaratık olduklarından onlarla evlenenlerin çocukları sakat
ve çarpık doğar.
Muttaki 8
Bizim asıl göstermek istediğimiz; hadislerin ve mezheplerin, kısacası
Kuran dışı tüm kaynak ve izahların güvenilir olmadıklarıdır. Kuran, Allah
kelamıdır ve biz onun her kelimesini, her hükmünü savunur ve uygulamaya
çalışırız. Eğer hadisler dinin kaynağı olsalardı, onların da her kelimesine,
her hükmüne sahip çıkmak gerekirdi. Kişilerin keyfince beğenip aldığı,
keyfince beğenmeyip attığı bir kaynak nasıl dinin kaynağı olabilir? Arapçı
anlayışın dine soktuğu bu uydurmalardan kurtulmanın yolu da kitabın ba-
şından beri anlatmaya çalıştığımız şekilde, sadece Kuran’dan dini öğrenip,
Kuran’ı din konusunda yeterli ve eksiksiz bilmektir. Bunun aksine hareket
dinimizin ırkçı, Türk’ü kötüleyen bir din olarak görülmesine sebep olacaktır.
TÜRKLER HAKKINDA UYDURULAN HADİSLER
Size ilişmedikçe siz de Türkler’e ilişmeyiniz. Çünkü severlerse sizi soyarlar.
Sevmezlerse sizi gebertirler.
Suyuti-Lealil Masnua 1/440
Yıllarca aynı dinin mensubu olmalarına rağmen Türkler ve Araplar bu
tarz uydurmalar ve gereksiz kışkırtmalar yüzünden birbirlerine düşman 
196
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
olmuşlardır. Bu düşmanlıktan her iki taraf zarar görmüş, fakat Fransızlar
ve İngilizler gibi İslam topraklarında menfaat arayanlar bu durumdan istifade
etmişlerdir. Napolyon, Arap kavmiyetçiliğini kullanarak, hatta kendini
İslam dostu, Türkler’i İslam düşmanı göstererek; İslam topraklarına girmiş,
Mısır gibi topraklarda ayakta kalabilmiştir. İngilizler de yıllarca Arap-Türk
düşmanlığını; Osmanlı’yı bölmek ve petrol gibi stratejik kaynaklara hükmedebilmek
için kullanmışlardır. Türkler’in içinde de bu manasız düşmanlığı,
“Ne Şam’ın şekeri, ne Arab’ın yüzü” tarzında deyimlerle kışkırtanlar
olmuştur. Fakat işin korkunç yanı şudur ki, Araplar’daki Türk karşıtı sözler;
Peygamberimiz’e fatura edilerek “hadis” başlığı altında dinselleştirilmiştir.
Aslında cahil fakat etiketi alim olan birçok Türk din adamıysa, tüm bu hadislerle
beraber Arapçı İslam anlayışına Araplar’dan bile daha şiddetle sahip
çıkmışlardır. Arapçı İslam anlayışının Türkler hakkında uydurduğu en
meşhur hadislerse, Türkler’i kötü bir toplum olarak bilinen Yecuc-Mecuc
olarak gösterenlerdir.
Küçük gözlü, kırmızı yüzlü ve suratları kalın deriden yapılmış kalkanlara
benzer Türkler’e (Yecuc-Mecuc’e) karşı savaşlar yapmadıkça hüküm
günü gelmiş olmayacaktır.
Buhari, K. Cihad; Müslim, K. Fitan
ARAPÇI, KAVMİYETÇİ DİN ANLAYIŞI
Hayvani, vahşi, medeniyetsiz bir yaratık şeklinde tarif edilen YecucMecuc’un
kim olduğu hakkında ayrılıklar çıkmıştır. Fakat gelenekçilerin,
tek hadisini inkar eden kafir olur dedikleri Buhari ayrıca Taberi, Bağdadi,
Belhi, Beyzavi, Nesefi, Nüveyri, İbni Kesir gibi gelenekçilerin itibar ettiği
kişiler, hatta Asım Efendi ve Ahteri Mustafa Efendi gibi gelenekçilerin alim
ve muteber bildiği bazı Türkler Yecuc-Mecuc’un Türkler olduğunu savunmuşlardır.
Hadislerde, Yecuc-Mecuc’un Hz. Adem’in rüyasında gördükleri
sonucu akan spermlerden oluştukları tipi saçma açıklamalara da yer verilmiş-
tir. Tüm bu anlattıklarımız Arap kavmiyetçiliğinin; gelenek ve görenekleri
dinselleştirmesinin, Arapça’yı kutsallaştırmasının, Arap soyunu kutsallaştırıp 
197
ARAP KAVMİYETÇİLİĞİ VE TÜRKLER HAKKINDAKİ UYDURMALAR
ırkçılığa yol açmasının yanında kendileri haricindeki milletlere ve örnekte
gördüğümüz gibi Türkler’e ilişkin hadisler uydurarak, Türkler hakkındaki
olumsuz kanaatleri de dinselleştirme yoluna gittiklerini göstermektedir. İnsanların
en hayırlısının Araplar olduğuna dair hadisler de uydurulmuştur
(Bakınız: İbni Arrak, Tenzihuz Şeria Fil Merfua 2). Fakat unutulmamalı-
dır ki büyük din düşmanları Ebu Lehep, Ebu Cehil de Arap’tı. Kuran’da
Peygamber’in etrafındaki birçok kişinin savaştan kaçışı, ikiyüzlülüğü, iman
etmeden “iman ettik” demeleri, küfür ve nifakta şiddetleri anlatılır ki bunlar
da Arap’tır. Kuran’ın mesajına göre insanlar takvalarına, dindeki titizliklerine
göre, Allah’a karşı sevgi ve saygılarına göre üstünlük kazanırlar. Irkçı
ve politik kaygılarla uydurulan hadisler ve oluşturulan mezhepler; Kuran’ın
saf, arı, tutarlı mesajına ilaveler olarak dine sokulmuşlardır. Dini mantıksız,
zor, ırkçı, Arapçı, çelişkili gösteren bu safsatalardan kurtulmanın yegane
yöntemi; Kuran dışında dini kaynak olamayacağının bilincine vararak,
din konusundaki tekeli bir tek Kuran’a teslim etmektir.
18. BÖLÜM

•••
SANAT, MÜZİK, HEYKEL,
RESİM, SATRANÇ DÜŞMANLIĞI
Kuran’ın anlattığı İslam’ın ve mezheplerin İslam’ının farkını daha iyi anlamak
için somut olarak bazı konuların incelenip bu büyük farkın açığa çı-
karılmasının faydalı olacağı kanaatindeyiz. Bu yüzden bu bölümde müzik
ve resim gibi birkaç konuyu inceleyip, Kuran’ın anlattığı İslam’ın uydurulan
dinden farkını göreceğiz.
TÜM KAİNAT ALLAH’IN SANATI
Allah kendi sanatını ve gücünü kimi zaman dünyamızın hareketlerinde,
kimi zaman yağmurda, kimi zaman bir kuşun ötüşünde, kimi zaman bir
menekşenin renklerinde gösterir... Kimi zaman ise bir müzik parçası, bir
heykel, bir resim de Allah’ın sanatının, ilminin, gücünün göstergeleridir.
Her şeyi yaratan Allah, hem evrendeki her şeyin hammaddesinin yaratı-
cısı, hem de bu hammaddelerin arka arkaya gelip herhangi bir şey oluşturmalarında
rol alan fizik, kimya, biyoloji kanunlarının yaratıcısıdır. İnsanlar
Allah’ın yarattığı demir gibi hammaddeleri alır, Allah’ın yarattığı fizik
ve kimya kanunları çerçevesinde demire şekil verir, fizik kanunları çerçevesinde
oluşturulan makinelerle, matematiksel hesaplarla birleşimler yapı-
lır ve arabalar, uçaklar ortaya çıkar. Bunları yapan insan, Allah’ın yarattığı
gözleri, beyni ve elleriyle, Allah’ın yarattığı hammaddelerle, Allah’ın yarattığı
kanunlar çerçevesinde birleşimler yaptığı için; insanın arabayı, uçağı ve 
199
SANAT, MÜZİK, HEYKEL, RESİM, SATRANÇ DÜŞMANLIĞI
her şeyi icadı, aslında insanın, Allah’ın evrenin içine sakladığı potansiyelleri
keşfidir. Aynı şekilde bir müzik parçası; çalındığı enstrümanlarının hammaddesinin
ve kendisini meydana getiren notalar ile kelimelerin, potansiyel
olarak meydana çıkabilecek olmasıyla, zaten kainatta mevcuttur. Müzisyen,
Allah’ın yarattığı kainatta zaten mevcut olanı keşfeder ve şarkılar ile besteler
yapar, bunları çalar ve söyler. Kainatın her noktasında Allah’ın varlığı-
nın delillerini bulmayı bilen akıl, baktığı kadar görmeyi de bilen göz; mü-
zikte olsun, herhangi bir sanat eserinde olsun Allah’ın varlığının delillerini,
Allah’ın yaratışının güzelliklerini görür. Kuran-ı Kerim’in hiçbir yerinde
müziğin, heykelin ve resmin yasaklandığına veya kötü bir uğraş olduğuna
dair tek bir izah yoktur. Oysa mezheplerin İslam’ı, Allah’ın yaratışındaki
güzellikleri, hayatın neşesi, tadı, Allah’ın insanlara rahmeti olan sanatın birçok
kolunu yasaklayıp; kendi kısır dünyalarını başkalarına da uygulamak
istemişlerdir. Daha evvel gördüğümüz gibi Kuran’da yasaklanmayan her
şey serbesttir. Yasak istisnadır, bir yasağın geçerliliği için Allah’ın bir emri,
yani Kuran ayeti olması gerekir. Müzik, heykel, resim ve şiirin yasaklığına
dair hiçbir ayetin olmaması, bunların serbestliği için yeterli delildir, ayrıca
bunların serbest, helal olduğuna dair herhangi bir izaha gerek yoktur, aynı
patlıcan yemek için özel bir ayete gerek olmadığı gibi. Kuran’da patlıcanın
haram olduğuna dair hiçbir izah olmaması yeterlidir, ayrıca patlıcan yemenin
helal olduğuna ilişkin, “patlıcan yiyebilirsiniz” diye bir açıklamaya ihtiyaç
yoktur. Şimdi müzikten başlayarak mezheplerin İslam’ında neler uydurulmuş
görelim:
MÜZİK DİNLEYENİN BAŞINA GELECEKLER
Musiki dinleyen bir kişiye cennette ruhanileri dinleme izni verilmez.
Kurtubi 14/53
Şarkı kalpte nifak bitirir.
Ebu Davud
Ümmetimden bir topluluk bulunacak saf ve yünlü ipeği, çalgı aletlerini
helal edinecekler.
Sahihi Buhari
200
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Allah şarkıyı, onun alışverişini, parasını, öğretmeyi ve dinlemeyi haram
kılmıştır.
Muhammed Gazali, Nebevi Sünnet
Bu son hadisi kitabında zikreden Muhammed Gazali (doğumu 1917, Mı-
sır), İbni Hazm’ın da izahlarını delil göstererek, nakilcileri inceleyerek, Hz.
Ömer’den örnekler vererek; bu hadisin ve evvelki incelediğimiz hadislerin
uydurma olduğunu ortaya koyar. Aslında Peygamber’in müzik dinlediğine,
müziği teşvik ettiğine dair de hadisler vardır. Fakat birçok mezhep, yasaklayıcı
hadislerin etkisinde kalmıştır (Türkiye’de en yaygın ve en çok taraftarı
olan Hanefi mezhebi gibi). Bu arada vurmalı sazlarla müziğin helal olduğu,
telli ve üflemeli sazların ise haram olduğuna dair mantık dışı birçok
izah da mezheplerin temel dini kaynak diye sundukları ilmihal kitaplarında
yer alır. “Peygamber zamanında def çalınıyor ve Peygamber de dinliyormuş,
demek ki def, darbuka gibi vurmalı sazlar helal; telli, üflemeli sazların ise
hepsi haramdır” diyerek, mezhepler, çelişkili açıklamalarını ilmihal kitaplarında
halka sunmaktadırlar. “Peygamber zamanının ve yöresinin müziği, def
tipi aletlerle yapılıyorsa, değişik kültürlerin kullandığı üflemeli ve vurmalı
sazlar da helaldir” şeklinde basit bir mantığı bile çıkartamamaları, mezhep
kurucularının kendi kültürlerini din diye yutturma gayretlerini göstermektedir.
Sonuç olarak, her konuda olduğu gibi müzik konusunda da Kuran’ı
dinin yeterli ve tek kaynağı olarak görmemek, mezhepleri çelişkili izahlara
ve kaosa sürüklemiştir. Müzik kadar yoğun olarak karşı çıkılmasa da şiire
de karşı çıkanlar olmuştur. Fakat genelde din dışı şiirler, aşk şiirleri kötü gö-
rülmüş, yalnız dini şiirlere izin verilmiştir.
Sizden birinizin içinin kusmuk ve kanla dolu olması şiirle dolu olmasından
daha hayırlıdır.
M. Mesabih 4/4809
Şiire karşı çıkışlar müziğe olduğu kadar yoğun olmamasına karşın heykele
neredeyse tüm mezhepler müzikten çok daha şiddetli bir şekilde karşı
çıkmışlardır. Bazı yöneticilerin, tarihsel bir vaka olarak, putperestliğe yol açacağı
endişesinden dolayı heykele karşı bir tavır koymuş olmaları mümkündür. 
201
SANAT, MÜZİK, HEYKEL, RESİM, SATRANÇ DÜŞMANLIĞI
Fakat böylesi, Kuran’da yer almayan bir tavır, ancak tarihsel bir yaklaşım
olarak değerlendirilmeli ve bu tip yaklaşımlar dinin evrensel hükümleri gibi
görülmemelidir. Heykele putperestliğe yol açtığı için karşı çıkıldığı söylenir.
Ona bakılırsa Hindular ineğe tapmaktadırlar, bu durumda bütün inekleri
öldürmemiz mi gerekmektedir? Mecusiler ateşe tapıyordu, Peygamber
tüm ateşlerin söndürülüp bir daha ateş yakılmamasını emretti mi? Güneşe
tapanlar olduğu için hiç güneş görmeyen kapalı bir yerde yaşama fikrine ne
dersiniz? Kuran’ın hiçbir ayetinde yasaklanmazken, Hz. Süleyman’ın saltanatının
bir ihtişamı olarak gösterilen heykele, bu ayetin beyanına rağmen,
“haram” denerek nasıl karşı çıkılabilir?
Ona dilediği şekilde kaleler, heykeller, havuzlar gibi çanaklardan,
yerinden kalkmayan kazanlardan ne dilerse yaparlardı. Ey Davud
ailesi, şükrederek çalışın. Kullarımdan şükredenler azdır.
34-Sebe Suresi 13
MEZHEPÇİLER HZ. SÜLEYMAN’I
NASIL DEĞERLENDİRİYORLAR?
Allah, Kuran’da heykeli gücün ve güzelliğin bir göstergesi şeklinde sunuyorken
heykele nasıl karşı çıkılır? Peki, Hz. Süleyman dine titiz değil miydi
de yukarıdaki ayetten öğrendiğimize göre heykeller yaptırdı? Bu iddiaları
ortaya atanlar, Hz. Süleyman’dan daha mı dindardırlar, yoksa Hz. Süleyman
günahkar mı? İnsanlar, Allah’ın indirdiğiyle yetinmeyip kendi kafalarına
göre “din” yapınca, ortaya çıkan işte budur; mezheplerin karmakarışık,
akıldışı ve uydurmalarla dolu yapıları.
Kim resim yaparsa, Allah ona Kıyamet günü yaptığı resim sebebiyle,
resmindekilere ruh üfleyinceye kadar azab eder. Hiçbir zaman resimdekilere
ruh üfleyemez.
Buhari, Tabir 45; Nesai, Zinet 114
Köpek ve resim bulunan eve melekler giremez.
Tırmizi 4, No: 2955
202
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Mezheplerin İslam’ında sanata düşmanlığın en yoğun olduğu konulardan
biri ise resimdir. Canlı figür çizmek, aynı heykel gibi, Kuran’da bu konuda
hiçbir yasak olmamasına rağmen yasaklanmıştır. Tabi bu arada aynı
hadisle evde köpek beslemenin yasak olduğu şeklinde bir uydurmayı da
İslam’a sokmuşlardır. Mezheplerin bu saçma izahlarıyla alay edenler, şöyle
bir soru sorup mezhepçileri dalgaya almaktadırlar: “Azrail de bir melektir,
eğer evde köpek besler veya eve resim asarsam, Azrail de evime giremeyeceğine
göre, evdeyken ölmemem garanti olur mu?” İslam’ı yanlış tanıtıp insanların
dinden uzaklaşmasına sebep olanlar, kendilerine inananları müzik,
heykel ve resim gibi Allah’ın kulları için yarattığı güzelliklerden mahrum
etmektedirler. Oysa Allah, Kuran’da şöyle buyurmaktadır:
De ki: “Allah’ın kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim
haram etti?” De ki: “Bunlar dünya hayatında iman edenler içindir,
kıyamet günü ise yalnızca onlarındır.” Bilen bir topluluk için Biz
ayetleri böyle detaylandırırız.
7-Araf Suresi 32
Kuran’a göre iman edenler Allah’ın yasaklamadığı güzelliklerden faydalanır
ve Allah’a şükrederler. Gelenekçi İslam ise sürekli yasaklamada, zorlaştırmada,
çirkinleştirmede ve eziyette medet arar. Bu zihniyetin sahipleri,
Allah’ın yasaklamadıklarını yasaklayarak insanları Allah’a daha fazla yaklaştırdıklarını,
daha takva (daha makbul bir kul) yaptıklarını zannederler.
Oysa Allah dinden eksiltmeyi de, dine ilaveyi de kınar. Her iki hareket de
Allah’tan olanı insani olanla karıştırmak demektir.
Ey iman edenler, Allah’ın sizin için helal kıldığı güzel şeyleri haram
kılmayın ve haddi aşmayın. Allah haddi aşanları sevmez.
5- Maide Suresi 87
HAYATIN RENKLERİNİN DÜŞMANLARI
Allah’ın bu ve benzeri ayetlerine aykırı hareket edilmesi yüzünden dinimiz
çok büyük zarar görmüştür. Örneğin müzik hakkında tüm bu kısıtlamalar 
203
SANAT, MÜZİK, HEYKEL, RESİM, SATRANÇ DÜŞMANLIĞI
olmasaydı, İslam âleminden herhalde çok daha fazla müzisyen ve müzik eseri
çıkardı. Hıristiyan uydurmacılığı daha ziyade Peygamberleri’ni ilahlaştırarak
iş görürken, bizim uydurmacılarımız ise dine ilavelerle dini yozlaştırarak ve
hayatı renksizleştirerek iş gördüler. Müzik sayesinde birçok dini mesaj verilip,
insanların bilinçaltına birçok gerçek yerleştirilebilirdi. Bizdeki kısıtlı
dini müzik eserlerine karşı Hıristiyanların sayısız üretimini ve bunu dini
anlatmada nasıl olumlu bir şekilde kullandıklarını dikkate alırsak, müzik
yasağının dinimize verdiği bir zararı anlayabiliriz. Aynı şekilde heykel ve
sanatın diğer birçok öğesinin yasaklanmaması, Hıristiyanların bu unsurları
da kullanıp daha estetik bir yaşam tarzı oluşturmalarını sağlamıştır. Birçok
insan Hıristiyan uydurmacılığının inanç alanına soktukları saçma izahlara
rağmen, sırf bu daha medeni ve renkli yaşam stilinin etkisiyle Hıristiyan
olabilmiştir. Oysa inanç alanını uydurmacılıktan daha sağlam bir şekilde
korumalarına rağmen, uygulama alanında kapılarını ardına kadar uydurmalara
açan dinimizin mezhepleriyse; daha mantıklı inanç izahlarına rağ-
men renksiz ve içinden çıkılmaz hayat görüşleriyle birçok insanı dinimizden
kaçırmışlardır. Kuran’ın anlattığı din ile uydurulan dinin farkını bilmeyen
yığınlarsa, birçok şeye olduğu gibi sanata da düşman çöl bedevisi zihniyetinin
sunduğu dini, gerçek din sanıp, ondan uzaklaşmışlardır. Hıristiyanlar
nasıl Hz. İsa’yı ilahlaştıran izahları dinlerinden atıp Allah’ın indirdiği şekliyle
dinlerini ortaya çıkarmak zorundaysalar, biz de dinimize yapılan bu
ilavelerden dinimizi kurtararak mezheplerin, geleneklerin ve uydurmaların
İslam’ından Ku-ran’ın anlattığı İslam’a dönmek zorundayız.
RESSAMLIK PUTPERESTLİKTEN KÖTÜ MÜ?
Sanata “din” adına yapılan zulmü iyice görmek için şu uydurma hadisleri
de inceleyelim:
Resim yapanlara kıyamet günü muhakkak azap olunur. Bu kimselere,
“Yaptığınız resimleri diriltin” denir.
Süneni İbni Maceh: 2151
204
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Şu resimleri yapanlar yok mu? İşte kıyamet günü bunlara “haydi yaptı-
ğınız resimlere can veriniz” diye azap edilir.
Buhari 12
Kıyamet günü en şiddetli azaba uğrayacak olan ressamlardır.
İbn Hacer El Heytemi, İslam’da Helal ve
Haramlar 2; Buhari, Tesavir 89
Sonuncu hadise göre resim yapmak zinadan, adam öldürmekten, hatta
putperestlikten bile daha tehlikeli sayılabilir. Çünkü putperestlerin veya katillerin
değil, ressamların en büyük azaba çarptırılacağı, Peygamberimiz’e iftira
olarak uydurulan bu hadisle “dini bilgi” diye Müslümanlar’a sunulmuş-
tur. Görüldüğü gibi Kuran dışında dini kaynak kabul etmemenin, herhangi
bir mezhebin bağlısı yerine sadece ve sadece -takısız- Müslüman olmanın
önemi her delilde bir kez daha anlaşılmaktadır. Ayrılığın iyi olduğunda ayrılığa
düşmeyen hadisçiler, en çok azabın kime yapılacağı konusunda da,
satrancı sevmeyen birinin şu uydurması sayesinde ayrılmışlardır:
Kıyamette en acı azabı görecek insan satranç oynayan kimsedir.
Hafız Zehebi, Büyük Günahlar
Hafız Zehebi, İbni Abbas’ın, nasıl bir yetimin satranç aletini yaktığını,
satranç haram olmasa bu aleti yakmasının mümkün olmayacağını anlatarak;
satranç konusunda “dini” bilgiler aktarır. Artık dinimizin içine sokulmuş
bunlara benzer saçmalıklardan dinimiz kurtulsun; insanları karanlıklara
boğan bu izahların çöl bedevilerinin işi olduğunu, Kuran’ın anlattığı
İslam’da bunların olmadığını herkes öğrensin.
De ki: “Size ne oluyor ki Allah’ın size rızık olarak indirdiği şeylerden
bir kısmını haram, bir kısmını helal yapıyorsunuz?” De ki: “Allah
mı size izin verdi, yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz?”
10- Yunus Suresi 59


19. BÖLÜM


•••



KURAN’DA YEMEK, MEZHEPLERİN VE



HADİSLERİN DİNİNDE YEMEK



Bu bölümde yemek konusunu ele alıp, Kuran’ın anlattığı dinle mezheplerin



dininin arasında ortaya çıkan büyük farkı bu bağlamda sunmaya çalı-



şacağız. Kuran ayetleri yenilmesi haram olan yiyecekleri çok açık bir şekilde



şöyle sıralar:



O size ancak şunları haram kıldı: Leş, kan, domuz eti ve Allah’tan



başkası adına kesilmiş olan. Fakat kim kaçınılmaz şekilde mecbur



kalırsa, saldırmamak ve zorunluluk sınırını aşmamak şartıyla. Şüphesiz



Allah bağışlayandır, merhamet edendir.



16- Nahl Suresi 115



De ki: Bana vahyolunanlar içinde bir kimsenin yiyeceği olarak leş,



akıtılmış kan, domuz eti -ki bu gerçekten pisliktir-, Allah’tan baş-



kası adına kesilmiş bir murdar dışında haram kılınmış bir şey bulamıyorum.



Fakat kim kaçınılmaz şekilde mecbur kalırsa, saldırmamak



ve zorunluluk sınırını aşmamak şartıyla. Şüphesiz Rabbin



bağışlayandır, merhamet edendir.



6-Enam suresi 145



206



UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN



MİDYE VE KARİDESİN HARAM KILINMASI



Ayetlerde gördüğümüz gibi, Kuran; 1- leş, 2- kan, 3- domuz eti, 4-



Allah’tan başkası adına kesilenler olarak, haramlarını bu dört maddede toplamıştır



ve sadece bunların haram olduğunu da vurgulamıştır. Çok zor durumda



kalıp da bu dördünden biri dışında hiçbir yiyecek bulamayan kişinin,



aşırıya gitmemek şartıyla bunlardan yiyebileceği gibi bir detay bile belirtilmiştir.



Etrafımızdaki insanlara sorarak bir araştırma yapsak; böyle bir zaruret



durumuyla yüzyüze gelen yüz kişide bir kişi bile zor buluruz (o da



belki hayatında bir kez bu durumda kalmıştır). Yani Kuran konuyu en detaylı



şekilde açıklamıştır. Fakat buna rağmen mezheplerin, Kuran’da olmayan



haramları, bu konuda da dinimize ilave ettiklerini görmekteyiz. Örneğin



Türkiye’de en yaygın mezhep olan Hanefiliğe göre midye ve karides yemek



haramdır. Ne yazık ki birçok kişi bu izahı dinin bir hükmü sanmakta ve



Allah’ın bu nimetlerini kendilerine haram kılmaktadırlar. Mezhepler haram



olan yiyecekler konusunda Kuran ile çelişmekle kalmamış, kendi aralarında



da çelişmişlerdir. Mesela Maliki mezhebi Hanefi’nin haram kıldığı midye



ve karidesi helal kabul eder. Maliki mezhebinin haram dediği at etiyse Şafi



ve Hanbeli gibi mezheplere göre helaldir. Mezheplerin ilave haramları bunlarla



bitmez. Azı dişleriyle kapıp avlayan ve parçalayan kurt, ayı, köpek,



sincap ve tilkinin dahil olduğu hayvanlar da bu haram edilenler listesindedir.



Tırnaklarıyla kapıp avlayan kuşların eti de mezheplerce haram edilmiş-



tir. Yılan, kurbağa, kaplumbağa, yengeç tipi hayvanlar da listeye dahildir.



Kuran’ın izahlarını yeterli görmeyenler kendi örf ve adetlerinde çirkin gördüklerini,



uydurma hadislerle destekleyerek haram kılmışlardır. Oysa farklı



farklı kültürlerde insanların yemek listesi de farklıdır. Örneğin kurbağa eti



ve at eti kimi kültürlerde hiç yenmezken, bazı ülkelerin kültürlerinde bunlar



çok prestijli yemekler sınıfındadırlar. Birçok kültürde ayı, aslan, kurt gibi



vahşi hayvanları yeme alışkanlığı da olabilir. Kendi kültürlerine göre din



oluşturanların bu saçma ve gereksiz ilaveleri, birçok farklı kültürde yaşayanlara



gereksiz zorlukları beraberinde getirmiştir. Mesela Türkiye gibi üç



tarafı denizlerle çevrili bir ülkede istiridye, midye ve karidesin haram kılınması



beraberinde din adına zorlukları taşımıştır. Ayetlerde % 1’den bile daha 



207



KURAN’DA YEMEK, MEZHEPLERİN VE HADİSLERİN DİNİNDE YEMEK



az ihtimalle karşılaşılması mümkün durumları açıklayan Allah’ın, yüz milyonlarca



insanın karşılaşacağı midye ve karides gibi yiyecekler haram olsaydı,



bunları açıklamaması hiç düşünülebilir mi? Madem açıklanmamıştır,



demek ki Allah, bunları haram etmek istememiştir. Allah’ın haram etmediği



her şey helal olduğuna göre demek ki bunlar afiyetle yenilebilir.



Allah’ın kendilerine verdiği rızıkları haramlaştıranlar hüsrana uğ-



ramışlardır, sapıtmışlardır, doğru yolu bulamamışlardır.



6-Enam Suresi 140



De ki: “Ne oldu size de Allah’ın size rızık olarak indirdiği şeylerden



bir haram yaptınız bir de helal?” De ki: “Allah mı size izin verdi,



yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz?”



10-Yunus Suresi 59



Ayetlerde görüldüğü gibi fazladan haramlar türetip midye, karides, ya da



at etine haram demek; dinde titizlik veya takva olmak demek değildir. Aksine



Allah’ın haram kılmadığına haram demek; Allah’a iftiradır, dine ihanettir,



kitlelerin dinden kaçmasına sebep olmak demektir. Maide suresi 87.



ayette, Allah’ın helal kıldığı güzel şeylerin haram kılınmaması buyurularak,



bunu yapmak haddi aşmak olarak değerlendirilir. Ayetin “Ey iman edenler”



diye başlaması bu ayette belirtilen haddi aşmanın “Ben Müslümanım” diyenler



tarafından da gerçekleştirildiğini gösterir. Demek ki “Ne olacak fazladan



bir midye, karides haram olsun...” diyemeyiz. Din adına dine zorluk ilave etmek



haddi aşmaktır, sapkınlıktır, Allah’ın emirlerine karşı gelmek demektir.



Ey iman edenler, Allah’ın sizin için helal kıldığı güzel şeyleri haramlaştırmayın,



haddi aşmayın. Şüphesiz Allah haddi aşanları sevmez.



5-Maide Suresi, 87



ÜÇ PARMAKLA PİLAV YEMEK



Buraya kadar yemek konusunda dine “haram” başlığı altında yapılan



ilaveleri gördük. Bunların yanında yemek yemenin adabından, yemeğin 



208



UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN



menüsüne kadar “sünnet” başlıklı yüzlerce adet de dine ilave edilmiştir.



Kuran’da geçmeyen herhangi bir şeye ister “sünnet” ister başka ad altında



olsun, ufak dahi olsa dinsel bir vasıf yüklemek mazur görülemez. “Sünnet”



başlıklı uydurma ilavelere göre yemekte şu hususlara dikkat edilir:



Yemek yer sofrasında yenilmelidir. İster pilav, ister et olsun tüm yiyecekler



üç parmakla yenir. Çatal ve kaşık kullanılmaz. Yer sofrasında sağ



ayak dikilip, sol ayak alta alınıp yemek yenir. Sağ elle yemek çok çok önemsenir.



Sol elle yenilenleri şeytanın yediğine inanılır. Bu arada tavuk, kuzu,



inek eti, kabak, patlıcan gibi yiyecekler sünnettir. Peygamber’in yaşadığı dö-



nemde Amerika kıtası keşfedilmediği için patates, domates veya mısır sünnet



dışı yiyeceklerdir. Yani kabak yiyen sevap kazanırken, aynı öğünde patates



yiyenler bu sevaptan mahrumdurlar. Suyu 3 yudumda içmek, yemeği



21 lokmada bitirmek şeklinde sayılar da önemlidir. Suyu 4 yudumda içmek



isteyen, bu mantığa göre sevaptan yararlanamaz. Yemeklerin ortadaki bir



kaptan yenmesinin de sünnet olduğu iddia edilir. Oysa Nur suresi 61. ayette



toplu olarak veya ayrı yemekte sakınca olmadığı açıklanır ama yine de mezhepçi



yaklaşımda genelde sevap hakkı toplu yemekten ve ortadaki kaptan



beraber yemekten yana kullanılmıştır. Özellikle Ramazan’da yemeğe zeytin



veya hurma ile başlamanın sevap olduğuna dair çok meşhur bir inanç



da oluşturulmuştur. Bu inanca göre peynir ve çorba ile orucu açan, zeytin



veya hurma ile orucu açanın sevabını alamaz. Yemeği bitirdikten sonra üç



parmağı yalamanın ve bunları yalarken sıranın nasıl olması gerektiğinin de



mezhepçi sünnet anlayışında tarifleri vardır. Yemek yerken dikkat edilecek



hususların listesi daha da çoğaltılabilir. Kuran’ı yeterli görmeyen yaklaşım,



dini Kuran dışı birçok ayrıntıya boğmuştur.



Dinini Kuran’dan anlayan Müslüman’la mezheplerden anlayan Müslüman’ın



farkı sofrada da kendini belli etmektedir. Görüldüğü gibi Kuran’ın Müslümanına



göre dört tane haram yiyecek varken, her mezhepte farklı olmak üzere



mezheplerin İslam’ında düzinelerce haram yiyecek vardır. Dinini Kuran’dan



anlayan Müslüman’a göre yemekte esas olan yemeğin haram olmaması,



Allah’a şükredilmesi, rızkı verenin Allah olduğunun bilinmesidir. Kuran’dan



dinini anlayan Müslüman’a göre yemekteki bahsettiğimiz seremonilerin 



209



KURAN’DA YEMEK, MEZHEPLERİN VE HADİSLERİN DİNİNDE YEMEK



dinle bir alakası yoktur. Arapların örf ve adetlerindeki bu yemek şekilleri;



Peygamber’in de, o dönemdeki putperestlerin de yemek yeme şekli olabilir.



Yemeği çatal, kaşıkla veya çubukla veya elle yemek; Allah’a yakınlığı



veya takvayı değil, sadece örf ve gelenekleri simgeler. Fakat Kuran’ın anlattığı



İslam yerine Arapçı, mezhepçi İslam’ı benimseyenler; putperestiyle,



Müslümanıyla tüm Arapların örfü olan yemek yeme şekillerini, hatta menüsünü



“sünnet” adı altında insanlara yutturmuşlardır. Ne yazık ki bu yutturmacalara



öylesine inanılmıştır ki kimi Türkler, Afganlılar, İranlılar bu



örfleri “din” sandıkları için Araplar’dan daha Arapçı olmuşlardır. Fakat onlar



bunu sünnet tatbikçisi olmak olarak algılamaktadırlar.



Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.




6-Enam Suresi 38
20. BÖLÜM

•••
KIYAMET ALAMETİ UYDURMALARI:
İSALAR, MEHDİLER...
Kuran’da dünyamızın bir sonu olduğu söylenir. Dünyamızın sonu ve bundan
sonra başlayan süreç “saat” veya “kıyamet” olarak tarif edilir. Kıyamet
alametlerinden kasıt da evrenin ve dünyanın sonuna yakın zaman diliminde
olacak olaylardır. Dolayısıyla bu olayları görmek beklenen sonun
yakın olduğunun habercisi olacaktır. Kuran’da olmayan izahların halka nasıl
yutturulduğunu ve din adına uydurulan hurafeleri gösterebilmek için bu
bölümde “kıyamet alametleri”ni işleyeceğiz. Kıyamet alametlerini işlerken
ilk önce Kuran’da hiç geçmemesine rağmen gerçekleşmesine inanmanın
İslam’ın bir şartı, inanmamanın kafirlik olarak ilan edildiği konulardan; 1-
Mehdilik, 2- Deccaliyet, 3- Hz. İsa’nın yeniden gelişini işleyeceğiz. Daha
sonra ise Kuran’da bir iki ayette bahsedilen, fakat hadislerde yüzlerce yalanla
şişirilen konulardan 4- Yecuc-Mecuc ve 5- Dabbe konularına değineceğiz.
MEHDİLİK VE DECCALİYET
Mehdi, kıyamet alametleri içinde en popüler olan, hakkında en çok
hadis uydurulan ve en çok istismar edilen karakterdir. Hadisler kullanı-
larak oluşturulan bu karakterin, sonuna yakın dünyaya geleceğine, herkesi
yenip dünyaya hakim olacağına, daha sonra gelecek Hz. İsa ile buluşup
dünyayı yöneteceğine, bunları gerçekleştirmek için ise Deccal ile 
211
KIYAMET ALAMETİ UYDURMALARI: İSALAR, MEHDİLER...
savaşacağına inanılır. Hadislere göre Mehdi kadar, Mehdi’nin talebeleri
de üstün yeteneklere sahip sıra dışı kişilerdir. Tüm bu yeteneklere sahip
olabilmek, kendi şeyhinin veya kendi liderinin Mehdi olduğunu ispat edebilmek
için binlerce hadis uydurulmuştur. Bu yüzden Mehdi’nin dış gö-
rünüşü hakkında, yapacakları hakkında, çıkacağı yer hakkında birbiriyle
çelişen birçok hadis vardır. Mesela bir hadise göre Mehdi Şam’dan çıkacakken,
diğerine göre Kufe’den, bir diğerine göre İstanbul’dan, bir başka
hadise göreyse Medine’den çıkacaktır. İlk nesiller kendi şeyh veya liderlerini
Mehdi ilan etmek için o kadar çok hadis uydurmuşlardır ki sonraki
nesillerin hadis uydurmasına gerek kalmamıştır. Bu nesiller de kendi
liderlerine uyan hadisleri doğru kabul etmiş, diğer hadisleri yorumla saptırmış
veya yalanlamışlardır. Örneğin liderleri küçük burunluysa, “Mehdi
küçük burunludur” hadisini kabul etmişler, Mehdi’nin gaga burunlu oldu-
ğuna dair hadisleri gözardı veya inkar etmişlerdir. İslam âleminde Mehdi
enflasyonu yaşanmıştır. Şu anda Mehdi sanılan bir dini grup lideri var mı
şeklindeki bir soruya vereceğimiz cevabımız “Acaba hangi grup kendi liderini
Mehdi sanmıyor ki?” şeklindedir.
HER TARAF MEHDİ KAYNIYOR
Gerek Türkiye’deki, gerek İslam âlemindeki gelenekçi cemaatleri iyi tahlil
etmemiz için Mehdilik olgusunu iyice kavramamız gerekmektedir. Biz,
Türkiye’deki, bizce en büyük olan on geleneksel İslami cemaati bir kenara
yazdık ve sonra bunların hangisinin şeyhini, liderini Mehdi zannettiğini
araştırdık. Sonuçta tamama yakınının kendi şeyhini, liderini Mehdi sandı-
ğını gördük. Bu da gerçek manada İslami cemaatleri kavramak için Mehdiyet
olayını bilmenin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. (Unutmayın
ki cemaatlerin büyük bir kısmı Mehdiyet konusunda açık konuşmaz. Bu
konuyla ilgili bilgileri kendi içine girenlere bile hemen açıklamazlar. Birçok
cemaatte bu bilgileri açıklayan, şeyhin kendisi değil, onun en yakın halkası
olmaktadır.) Hadislerde Mehdi’nin kendisinin bile Mehdi olduğunu söylemeyeceği
de nakil edilir. Cemaatler bu hadisi, liderlerinin Mehdiyet’ini gizlice, 
212
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
kulaktan kulağa, basının ve diğer kuruluşların önünde belli etmeden yaymalarının
daha iyi olduğuna işaret kabul ederler. Mehdiyet bir cemaate büyük
bir kuvvet verir. Liderinin, 1400 yıl kadar önce tarif edilen, bazı Peygamberler
ile eşit üstünlükte olan, dünyaya hakim olacak kişi olması, bu liderin
müritlerinde çok güçlü bir bağlılık oluşturur. Bu bağlılıkla müritler tüm
enerjilerini, tüm paralarını, tüm olanaklarını şeyhin eline teslim ederler. Şeyhin
hiçbir lafını tartışmayı bile düşünemezler. 1400 yıl önce hadislerle müjdelenmiş,
“dünyayı fethedecek Mehdi”ye karşı gelmek kimin haddine düş-
müştür? Liderini Mehdi diye yüceltenler, Mehdi’nin talebeleri olma vasfıyla
1400 yıl önceki hadislerde müjdelendikleriyle uyutulurlar. Mehdi’nin halife
olacağına dair izahlar, grup liderlerinin uzun vadeli ayaklanma, darbe gibi
organizasyonlarla halifeliğe oturtulması gerektiğine dair planları da düşündürür.
İslam tarihi, kendini Mehdi sanıp ayaklanmalar çıkartmış ve yüzlerce
kişinin ölümüne sebep olmuş şizofrenlerin örnekleriyle doludur.
HUMEYNİ’NİN MEHDİLİKTEN GELEN GÜCÜ
Şiilik’te Mehdilik konusu imanın şartlarındandır. Şiilik’teki bu konuya
atfedilen önem Sunnilik’tekinin de üstündedir. Mehdi’nin hicri 256’da do-
ğan Hasan Askeri’nin oğlu Muhammed olduğu, ortadan kaybolduğu ve
günü gelince meydana çıkıp vazifeyi alacağı inancı Şiiliğin temel inançlarındandır.
Şu anda hicri 1400’lü yıllarda olduğumuz düşünülürse; Şiiler’in
temel inancına göre Mehdi, 1100 yıldan fazla bir süredir bizle saklambaç
oynayan bir kişidir. Geleneksel İslamcılar içinde kalabalık bir kitleyi temsil
eden Şiiler’in bu inancı, gelenekçi kitlelerin aklı nasıl bir kenara bırakıp,
Kuran yerine mezheplere, hem de inanılmaz Kuran dışı izahlarına rağmen
tabi olabildiklerini göstermektedir. Şii yönetimleri ve İran devrimini tahlil
etmek için de Mehdilik konusunun bilinmesi çok önemlidir. Şiiler’e göre
Mehdi ortaya çıkıncaya kadar onun vekilleri hüküm sürecektir ve vekillere
itaatsizlik, Mehdi’ye itaatsizliktir, Mehdi’ye itaatsizlik ise Allah’a isyandır.
Ayetullah Humeyni de Mehdi’nin bir dönemdeki vekili kabul edilmekteydi.
Böylece Ayetullah Humeyni, halkı kontrol edecek ve yönlendirecek kuvveti 
213
KIYAMET ALAMETİ UYDURMALARI: İSALAR, MEHDİLER...
Mehdi vekilliğinden aldı. Humeyni’ye -Mehdi’nin vekiline- itaat Şii inancında
farzdı. İran devriminde, halkın bölünmeden, tek kaynaktan, büyük
bir bağlılıkla idare edilip ayaklanmasının altında da Mehdiyet inancı vardır.
Yani yakın tarihte önemli yeri olan Şii-İran devrimini iyi anlamanın yolu da
Mehdiyet konusunu iyi analiz etmekten geçmektedir. Şiilik’te, Sunnilik’teki
binlerce Mehdi’ye karşı tek bir saklambaç oynayan Mehdi vardır; fakat bu
Mehdi’nin Humeyni gibi vekilleri bile sırf bu vekaletten dolayı ihtilal yapacak
gücü ellerinde bulundurmuşlardır.
ÖLÜ DİRİLTEN DECCAL
Deccal ise Mehdi’nin savaşacağı kişidir. Şeyhlerini Mehdi ilan edenler,
şeyhlerine karşı çıkan veya şeyhlerinin yaşadığı devirde karşı fikirlere sahip
olan kişileri Deccal ilan edivermişlerdir. Mehdi’ye hizmeti ibadet sananlar,
Deccal’in ordu veya fikir sistemiyle savaşı da ibadet sayarlar. Hadislerde bir
Mehdi, bir Deccal tarifi varken; on binlerce kişinin Mehdi ve onlara karşı
on binlerce kişinin Deccal ilan edilmesi, konunun nasıl zıvanadan çıktığını
gösterir. Deccal hakkındaki hadislerde Deccal’in cenneti ve cehennemi olduğu,
ölüleri dirilttiği, alnında kafir yazdığı, kör olduğu, yeryüzünde gelmiş
geçmiş en büyük fitne olduğu anlatılır.
Kuran’ın Mehdi ve Deccal hakkında ne dediğinin cevabı koca bir hiçtir.
Yani Kuran’da tek bir ayette bile geçmeyen bu karakterler yüzünden binlerce
Mehdi’nin peşine düşülmüş ve bunların düşmanları Deccal diye lanetlenmiştir.
Binlerce kişinin kanı dökülmüş, adeta bir “İslam mitolojisi” oluşturulmaya
çalışılmıştır. Her devirde gelecekmiş gibi beklenen Mehdi, kişileri
tembelliğe itmiş, birçok Mehdi bekleyicisi kendi ürettikleriyle kurtuluşu
arayacaklarına, kurtuluşu gelecek Mehdiler’den ummuşlardır. Ayrıca mezhepçiler,
içinde bulundukları zayıf, hükmedilen, bilimsel olarak geri durumun
günahını da kendilerinde arayıp kendilerini düzelteceklerine, uydurma
Deccaller’e suçu yükleyip kurtulmuşlardır.
214
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
HZ. İSA’NIN YENİDEN GELECEĞİ İDDİASI
Kuran’da yer almamasına rağmen, ortaya atılan iddialardan biri de Hz.
İsa’nın dünyanın sonuna yakın yeniden geleceğidir. Hadislerde Hz. İsa’nın
Şam’ın doğusunda beyaz minareye ineceği, Mehdi ile buluşacağı, Deccal’i
öldüreceği anlatılır. 12. bölümde bazı hadis uydurucuları anlatılırken geniş
yer verdiğimiz Ebu Hureyre’nin, Buhari ve Müslim gibi, gelenekçilerin en
güvendikleri iki kaynaktaki bir hadisi şöyledir: “Allah’a yemin ederim ki
İsa’nın adil bir hakem olarak aranıza inmesi yakınlaşmıştır. O indiğinde haç-
ları kırıp domuzları öldürür, cizyeyi kaldırıp maymunu öldürür ve İslam’dan
başkasını kabul etmez.” Hıristiyanlık’tan ilk devirlerde dinimize geçenlerin
yaydığını sandığımız bu uydurma, Kuran ayetleriyle de uyuşmaz.
Allah şunu demişti: Ey İsa, seni vefat ettireceğim, seni kendime yükselteceğim,
seni inkar edenlerden ayıracağım...
3-Ali İmran Suresi 55
Hüseyin Atay bu ayete göndermeler yaparak şu açıklamayı yapar: “Hz.
İsa hakkında Kuran-ı Kerim’in verdiği bilgi içinde onun öldüğü fakat öldü-
rülmediği bilinmektedir. Bunlara göre Hz. İsa ölmüştür, hayatta değildir ve
dünyaya dönmeyecektir. Hadislerle iman esasları sabit olmaz ve Kuran’a
ilave yapılamaz. Hıristiyan kültünden ve kültüründen, Hz. Muhammed’in
vefatından sonra İslam literatürüne geçen hikayelerden birinde; Hz. İsa’nın
ölmediği, göğe çıkarıldığı ve kıyamet kopmadan dünyaya Şam’daki minareden
ineceği anlatılmaya başlanmıştır. Hıristiyan mitolojisi İslamlaştırılarak
Müslümanlar’ın inançları arasına sokulmuştur. Öyle ki buna inanmayanlar,
aklı başında sanılanlar tarafından bile kafirlikle itham edilmektedirler.”
(Hüseyin Atay, Kuran’a Göre Araştırmalar)
Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. O
Allah’ın elçisi ve Peygamberler’in sonuncusudur.
33-Ahzab Suresi 40
215
KIYAMET ALAMETİ UYDURMALARI: İSALAR, MEHDİLER...
Ayetten Peygamberimiz’in son Peygamber olduğunu anlıyoruz. Kuran’da
Hz. İsa’nın da Peygamber olduğu geçtiğine göre, Peygamberimiz’den sonra
Hz. İsa’nın gelişi Kuran’ın bu ayetiyle çelişir.
Selam üzerimedir doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kaldırılacağım
gün.
19-Meryem Suresi 33
Meryem suresinde, Hz. İsa’nın ağzından nakledilen yukarıdaki sözlerde,
Hz. İsa’nın üç önemli gününden bahsedilir. Görüldüğü gibi bu günler sayı-
lırken; Hz. İsa’nın kıyamette dünyaya yeniden geleceği şeklinde bir günden
bahsedilmez. Eğer böyle bir gün olsaydı, elbette bu da yalanlarla dolu hadislere
bırakılmadan, şüpheye yer bırakmayacak şekilde Kuran’da bildirilirdi.
Ne yazık ki Kuran’ın belirtmediği ve Kuran ile çelişen Hz. İsa’nın gelişi
hikayesi, yüzlerce sahte İsa’nın çıkışına yol açmıştır. Sahte Mehdi enflasyonu
gibi, sahte İsa enflasyonu da yaşanmıştır.
YECUC-MECUC
Yecuc-Mecuc, Kuran’da bahsedilen bir kavmin ismidir. Mehdiyet, Deccaliyet,
Hz. İsa’nın yeniden dünyaya geleceği Kuran’da yer almamasına karşın
“kıyamet alametleri” olarak anlatılırken; Yecuc-Mecuc konusunda Kuran’da
olmayan, Kuran’a uymayan saçma izahlar, Kuran’da geçen Yecuc-Mecuc
konusunu detaylandırmak için anlatılmıştır. Yecuc-Mecuc, Kuran’da iki surede
şu şekilde geçmektedir:
93-İki setin arasına kadar ulaştı, onların önünde hemen hemen hiç-
bir sözü kavramayan bir kavim buldu.
94- Dediler ki: “Ey Zulkarneyn, Yecuc-Mecuc bu yerde bozgunculuk
yapıyorlar. Onlarla bizim aramızda bir set inşa etmen için
sana vergi verelim mi?”
95-Dedi ki: “Rabbim’in beni içinde tuttuğu imkan ve güç daha üstündür.
Siz bana bedensel güçle yardım edin de sizinle onlar arasında
sapasağlam bir engel yapayım.”
216
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
96- “Bana demir kütleleri getirin. İki ucu eşit düzeye gelince körükleyin.”
dedi. Onu ateş haline getirince “Bana erimiş bakır getirin
dökeyim” dedi.
97- Artık onu ne aşabildiler ne de delebildiler.
98-Dedi ki: “Bu benim Rabbim’den bir rahmettir. Rabbim’in vaadi
gelince onu yerle bir eder. Ve Rabbim’in vaadi haktır.”
18-Kehf Suresi 93-98
96-Yecuc-Mecuc’un önü açıldığı zaman onlar her tepeden akın ederler.
97- Gerçek olan vaat yaklaşmıştır. İnkar edenlerin gözleri birden
donup kalmıştır. “Vay başımıza! Biz bundan gafil bulunuyorduk.
Hayır, biz zalimlerdik.”
21-Enbiya Suresi 96-97
Yecuc-Mecuc’un Kuran’da geçtiği ayetleri, bu konuya ilave yapılan uydurmalarla
ayırt edebilmeniz için yazdık. Bir izaha göre Yecuc-Mecuc, Hz.
Adem’in rüyalanması sonucu toprağa akan spermlerden oluşmuş bir millettir.
Yecuc-Mecuc’un toprağın altında bir karış boyunda bir millet olduğu, kıyamete
yakın yeryüzüne çıkacağı diğer bir açıklamadır. İbni Abbas’ın rivayetine
dayanan bu son hadise karşı İbni Ebi Hatem Şueyh’in hadisi ise şöyledir:
“Onlar üç sınıftır. Birinci sınıf büyük ağaç gibidir. İkinci sınıf dört arşın
uzunluk ve dört arşın da genişliktedir. Üçüncü sınıf da kulaklarından birini
yatak edip ikincisini yorgan yapıyorlar.” Tüm bu birbirleriyle çelişkili nakillerinden
daha ilginci ise Yecuc-Mecuc’un Türkler olarak tarif edilmesidir.
DABBE
Kuran’da, ileride gerçekleşecek bir vaka olarak, tek bir ayette geçen
Dabbe; aynı Yecuc ve Mecuc gibi uydurma, mitolojik hadislerle anlatılarak
sunulmaya çalışılmış ve her seferinde olduğu gibi ortaya çıkan tablo rezillik
olmuştur. Önce Kuran’da geçen “Dabbe” ile ilgili ayeti görelim:
217
KIYAMET ALAMETİ UYDURMALARI: İSALAR, MEHDİLER...
O söz başlarına geldiği zaman onlara yerden bir Dabbe çıkarırız.
O da insanların bizim ayetlerimize kesin bir bilgiyle inanmadıklarını
söyler.
27-Neml Suresi 82
Bu tek ayete karşın geçen acayip hadislerden biriyse şöyledir: “Dabbe’nin
başı öküz başı gibi, gözü domuz gözü gibi, kulağı fil kulağı gibi, boynuzu
keçi boynuzu gibi, boynu deve kuşunun boynu gibi, göğsü aslan göğsü gibi,
rengi kahverengi gibi, böğrü kedi böğrü gibi, kuyruğu koç kuyruğu gibi,
ayakları deve ayağı gibidir.” Ayrıca çok daha garip hadisler vardır ki bunlardan
kimine göre Dabbe’nin başı gökte, kuyruğu kutupta, ayakları Arabistan
yarımadasındadır. Kimine göreyse Dabbe’nin bir elinde Hz. Süleyman’ın
mührü, diğer elinde Hz. Musa’nın asası vardır. Diğer tüm konularda gördü-
ğümüz gibi Kuran dışında dini kaynak arayanların karşılaşacakları izahlar
bunların benzerleridir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...