UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN.....21 NCİ BÖLÜM
21. BÖLÜM
•••
KURAN’IN DİNİNDE KADIN -
UYDURULAN DİNDE KADIN
Geleneksel din anlayışı en çok kadınlarla ilgili konularda dine ilaveler yapmıştır
dersek, abartmış olmayız. Kadını köleden beter yapan, kadının erkek
egemen toplumda sadece ev işinde ve cinsellikte kullanılmasını, hiçbir
alanda kadına hak tanınmamasını savunan izahlar; toplum nezdinde kabul
görsünler diye uydurma hadislere ve mezhep izahlarına dayandırılmış ve bu
bakış açısı topluma “din” diye yutturulmaya çalışılmıştır. Saf dindar kadınların
birçoğu, Kuran’ın anlattığı İslam ile bu uydurmaları ayırt edemedikleri
için Allah’ın rızasını umarak bu uydurmalara göre yaşamaya çalışmış
ve kendilerini gelenekçi erkeklerin sınırlarını çizdiği kapkara bir dünyada
bulmuşlardır. Gelenekçiler, “Peygamberimiz cennetin annelerin ayakları-
nın altında olduğunu söylemiş, kadınlar annemizdir, bacımızdır...” gibi laflar
ederek, kadınlara çok değer verdiklerini göstermek istemektedirler. Oysa
birazdan kadınlarla ilgili gelenekçi kaynaklardaki izahları incelediğimizde,
gerçekte kadına ne kadar değer verdiklerini iyice anlayacağız. Kadınlarla
ilgili Kuran’da geçmeyen uydurma izahlara değindikten sonra, yine bu uydurmaların
etkisiyle yanlış değerlendirilen Kuran’daki bazı meselelere de-
ğineceğiz. Bundan bir sonraki bölümde (22. bölüm) ise başörtüsü gibi gü-
nümüzün kadınlarla ilgili en çok tartışılan konusunu, ayrı ele alacağız. Bu
bölümün iyice anlaşılması, o bölümün daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.
219
KURAN’IN DİNİNDE KADIN - UYDURULAN DİNDE KADIN
KADINLARLA İLGİLİ MEZHEP VE HADİS KÖKENLİ
UYDURMALAR
Bu uydurmaların yapılışındaki en temel hedef, kadının erkeğine kayıtsız
ve şartsız itaatini sağlamak olmuştur. Uydurma hadislerle, kadının erkeğe
itaati bir ibadet gibi sunulmuştur:
Eğer bir kimsenin bir kimseye secde etmesini emretseydim, erkeklerin
kadınlar üzerinde olan haklarından dolayı kadınların erkeklere secde etmelerini
emrederdim.
Tirmizi, Rada 10/1159; Ebu Davud, Nikah 40/2140;
Ahmed b. Hanbel, Müsned 6/76; İbn Mace, Nikah 4/1852
Kocanın vücudu irin ile kaplı dahi olsa ve karısı onu yalayarak temizlese,
yine de kocasının hakkını ödemiş olmaz.
İbni Hacer El Heytemi 2/121; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/239
Ey kadınlar! Eğer kocalarınızın size olan haklarını bilseydiniz, ayaklarının
tozunu yüzlerinizle silerdiniz.
Hafız Zehebi, Büyük Günahlar
En titiz hadis çalışmalarında alıntıladığımız hadisleri görmemiz, “Kuran,
yalnız ve yalnız Kuran” diye niye defalarca tekrar ettiğimizin anlaşılmasını
bir kez daha sağlayacaktır. Yukarıdaki uydurmaları Peygamber’e
fatura edenler, ne yazık ki bu uydurmaların reddi olan Kuran’ın anlattığı
İslam’a uymayı Peygamber düşmanlığı, bu uydurmaların kabulü olan hadislerin,
mezheplerin, geleneklerin İslam’ını ise Peygamber’i sevme göstergesi
ilan ediyorlar. Böylece kadınları eksik akıllı ve eksik dinli ilan edenler,
dine büyük zarar vermiş oluyorlar.
Kadınların dinleri ve akılları eksiktir.
Buhari
Çok lanet ediyor ve kocalarınıza karşı nankörlük ediyorsunuz. Aklı ba-
şında bir erkeğin aklını sizin kadar çelebilen, aklı ve dini eksik başka bir
varlık görmedim.
Müslim, İman, 34/132; İbn Mace, Fiten 19/4003
220
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Kadınları erkeğin kölesi yapan zihniyet, bununla yetinmeyip; kadınların
çoğunu cehennemlik, dinen eksik ilan edip, Kuran’ın açık izahlarıyla da çelişir:
Kadınlar arasında iyi kadın, yüz tane karga arasında alaca bir karga gibidir.
Buhari
Ey kadınlar topluluğu! Sadaka veriniz ve çok istiğfar ediniz. Çünkü ben,
Cehennem halkının çoğunun sizler olduğunu gördüm.
Müslim, İman 34/132; İbn Mace, Fiten 19/4003
KADINA CENNET VİZESİ KOCADAN
Kadınların çoğunun cehennemlik olduğunu iddia eden hadislerin yanında,
kadının cennete gidişi için kocasının kendisinden memnuniyetini şart
olarak gösteren hadisler de uydurulmuştur.
Bir kadın, kocası kendisinden razı olduğu halde ölürse Cennet’e girer.
Riyazus Salihin
Kadınların hayırlısı, erkeklerin yaramazlıklarına ve kötü huylarına sabredendir,
bu sabır onların cennete girmesine sebeptir.
Kadınlara Dini Bilgiler
Müslim de, Buhari de, Tirmizi de, Muvatta da, Şii kaynaklar da; Emevi
ve Abbasi döneminde uydurulmuş, bazı kişilerin kadına kendi bakış açılarını
dinselleştirmeye çalışmalarının ürünü olan bu tip uydurmalarla doludurlar.
Oysa Kuran’ın hiçbir yerinde, biraz önce örneklediğimiz tipteki hadisler gibi
kadınların çoğunun kötü, cehennemlik, dinen eksik olduğu geçmez. Kuran,
üstünlüğü erkek veya kadın olmaya değil, Allah’a yakın olmaya, Allah’ın
dininde titizliğe bağlar.
Ey insanlar! Biz sizi bir erkek, bir dişiden yarattık ve birbirinizle
tanışmanız için sizi halklar ve kabileler kıldık. Şüphesiz Allah katında
en üstün olanınız takvaca en ileride olanınızdır.
49-Hucurat Suresi 13
221
KURAN’IN DİNİNDE KADIN - UYDURULAN DİNDE KADIN
Ayetten de anlayacağımız gibi Kuran, üstünlüğü bir ırka, bir kabileye
veya erkek, kadın gibi bir cinsiyete değil, Allah’ın dinine titizlik ve Allah
için hatalardan sakınma tipi manalara gelen “takva”ya bağlamıştır. Oysa buraya
kadar gördüğümüz hadislere göre kadın olmak daha baştan cehennemlik
olma ihtimalini arttıran bir unsurdur. Bu zihniyet, eksik ve cehennemlik
ilan ettiği kadını, ezik karakterli bir varlığa dönüştürüp, kayıtsız şartsız erke-
ğin kumandasına verir ve kumandaya itaati de “din” diye insanlara dayatır.
Kuran’ın anlattığı İslam’ın bu uydurulmuş dinden neden ayrılması gerekti-
ğini daha da iyi anlamak için “en itibarlı” uydurma kaynakları inceleyelim:
Namazı bozan şeyler kara köpek, eşek, domuz ve kadındır.
Müslim, Salat 265; Tirmizi Salat 253/338;
Ebu Davud, Salat 110/720
Uğursuzluk üç şeyde vardır: Kadında, evde ve atta.
Ebu Davud, Tıb 24/3922; Müslim,
Selam 34/115; Buhari, Nikah, 17/4805
DİŞSİZ, TİPSİZ, YAŞLI KOCALARIN KURTULUŞU
Aşağıda kadını uğursuz ve namazı bozucu ilan eden mezheplerin çok
itibar ettiği İmam Şarani ve İmam Gazali gibi düşünürlerin kadının neden
evde tutulması gerektiği ile ilgili açıklamalarını, ayrıca kadınların süslenmesini
haramlaştıran bazı hadisleri okuyacaksınız:
İçinizden biri yaşı ileri, ağzındaki dişleri dökülmüş, görünüş itibariyle de
çok çirkin olabileceği gibi aksine karısı da genç ve güzel olabilir. Bu genç ve
güzel kadın, çarşıya çıktıktan veya davet edildiği düğün ve ziyafetten evine
döndükten sonra dışarıda gördüğü yakışıklı erkeklerle yaşlı ve dişleri dökülmüş
kocasını kıyas ederek kocasının yüzüne dahi bakmak istemez. Belki kocasının
kendisini öpmesini ve cinsel ilişkide bulunmasını dahi istemez. İşte
genç kadının erkeklerin çokça bulunduğu çarşı, pazar, şenlik ve toplantı yeri
gibi mekanlara gitmesinin kadın üzerinde yapacağı etki en azından budur.
İmam Şarani, Uhudül Kübra
222
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Dövme yapan ve yaptırana, yüzündeki tüyleri aldıran ve estetik için diş-
lerini seyrelttiren kadınlara Allah lanet etsin.
Buhari
Takma saç takan ve taktıran, kaşları incelten ve incelttiren, dövme yapan
ve yaptıran lanetlenmiştir.
Ebu Davud, Tereccul 5
Eğer bir kadın peruk takarsa, eğer kol ve yüzüne dövme ya da ben yaparsa,
yüzünden ve kaşlarından cımbızla kıl aldırırsa, yüzüne güzellik vermek
için şekil değiştirirse lanetlenmiştir.
İmam Şarani, Uhudül Kubra
Bir hadise göre ashabı kiram karılarının pencere ve kapı aralıklarından
dışarıyı seyretmelerini ve erkek görmelerini önlemek üzere evlerinin pencerelerini
sıkı sıkıya kapatırlar, dışarıya bakanlara dayak atarlardı.
İmam Gazali, İhyayı Ulumuddin 2/122
Kadınları zarar vermeyecek miktarda aç, aşırı gitmeyecek kadar da kı-
yafetsiz bırakınız. Çünkü kadınlar iyice doyar, güzelce giyinirlerse onlar için
dışarı çıkıp gezmekten daha sevimli bir şey yoktur. Fakat onlar biraz aç, biraz
da çıplak kalırlarsa onlar için evde oturmaktan hayırlı bir şey yoktur.
İbnül Cevzi, Mevzuat, 2; Suyuti,
Lealil Masnua 2/154; İbn Arrak, Tenzihüş Şeria 2
Kadınlarınıza evlerinin kapısında oturmamaları için yeni elbise yaptırmayın,
çünkü elbiseleri güzel ve yeni olursa kalplerine dışarı çıkmak arzusu
gelir.
İmam Gazali, Kimyayı Saadet; İbn Ebi Şeybe, Musannaf 4
Dışarı çıkması kesin gereken kadın ise kocasından izin aldıktan sonra
dışarı çıkacak ve şu kurallara kesin uyacaktır:
1- Sıkı sıkıya örtünüp kötü giysilere bürüne,
2- Hiç çıkmamış gibi davrana,
3- Başını öne eğip kimsenin yüzüne bakmaya,
223
KURAN’IN DİNİNDE KADIN - UYDURULAN DİNDE KADIN
4- Kalabalığa karışmaya,
5- Erkeklerin bulunduğu yerlere yanaşmaya,
6- Herkesin dolaştığı sokaklardan uzak dura,
7- İşini bir an önce bitirip evine döne,
İmam Gazali, İhyayı Ulumuddin 2
Bu uydurma izahlarla, kendi görüşünü, kadınlara olan aşırı kıskançlıklarını
dini bir buyruğa çevirip, topluma dini bu şekilde sunanlar; dinsizlerin dinimize
saldırısı için ortam hazırlamışlar ve birçok kimsenin dinimize olan
inancının sarsılmasına sebep olmuşlardır. Halkımızın bir kısmı ise bu izahları
gösterip dinimize saldıranlara kızmakta, fakat bu izahları yapanları, örneğin
İmam Gazali’yi bu konuda eleştirmekten kaçınmaktadır. Biz Kuran’ı
tek kaynak kabul edip, geri kalan izahları ve Şarani’nin, Gazali’nin bu tarz
izahlarını eleştirmedikçe, bu izahlardan yola çıkarak din aleyhinde yazılar
yazanlara kızmaya ne kadar hakkımız olabilir?
KADININ EN MAKBULÜ KOYUN CİNSİDİR
Bakın Gazali, kadının kaç çeşit olduğunu nasıl açıklıyor ve halkı nasıl
bilgilendiriyor:
Kadının sıfatları şunlardır:
1- Giyim kuşam hevesinden maymun.
2- Fakir düşmeye razı olmadığından köpek.
3- Kocasına ve diğer insanlara kibrinden yılan.
4- Gece gündüz koğuculuk yaptığından akrep.
5- Evden eşya sattığından fare.
6- Erkeklere hile kurduğundan tilki.
7- Kocasına itaat ettiğinden dolayı koyundur.
İmam Gazali, İhyayı Ulumuddin
224
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Bu izahlardan sonra en makbul kadının koyun cinsi olduğu açıklanır.
Her türlü özgürlüğü elinden alınan kadının, Allah’ın farz kıldığı hacca bile
tek başına gitme özgürlüğü yoktur. Kadının 90 km’den uzağa yanında mahrem
biri olmadan (baba, amca, dayı, kardeş, koca gibi) gitmesi haram ilan
edilir. Bu yüzden kadınlar, mahremlerinden birini ikna edemezse, bu farzı
bile yapamaz konuma gelirler. Oysa Allah haccı erkek-kadın ayrımı yapmadan
ve böyle bir şart belirtmeden farz kılmıştır. Kadının camiye gidip
namaz kılması da, camiye gitmek için kadınların evden çıkması gerektiği
için engellenmeye çalışılmış ve bununla ilgili de hadisler uydurulmuştur.
Bu hadislere göre kadının evde namaz kılması camide kılmasından daha
sevaptır, hatta evde bile yatak odasında kılması oturma odasında kılmasından
daha sevaptır.
Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır.
9-Tevbe Suresi 71
Ayetten de anlayacağımız gibi Allah, iman eden erkek ve kadınların; cins,
mahrem, namahrem ayrımı yapmadan dost olmalarını istiyor. Peki, camiye
gitmek için bile evden çıkması, hatta birazdan göreceğimiz izahlara göre erkeklerle
konuşması bile engellenen kadın bu dostluğu ne zaman ve nasıl kuracaktır?
Hayat sahnesinde yanyana faaliyetin, yardımlaşmanın ve beraber
hizmetin insan neslinin yarısı olan kadının dışlanması ve diğer yarısı olan
erkeklerle irtibat ve dayanışmasının kesilmesiyle sağlanması mümkün mü-
dür? Aynı ayetin devamında bu dostluğu sağlayanların Allah’ın rahmetini
kazanacağı söylenir. Eğer bugün Müslüman olduğunu iddia eden toplumlardan
rahmet kesilmişse, kanaatimizce, birçok sebebinden biri de bu ayetin
gereklerinin yerine getirilmemesidir.
Hanefiler’den bazıları kadının sesinin de avret olduğu görüşündedirler.
Fıkhus Siyre
Bir hadis şöyledir: Ancak ve ancak mahremleriniz olan erkeklerle konuşacaksınız.
İbni Kesir 4/355
225
KURAN’IN DİNİNDE KADIN - UYDURULAN DİNDE KADIN
AĞZINDA ÇAKIL TAŞIYLA KONUŞMA
Bırakın kadın erkek Müslümanlar’ın arkadaşlık etmesini, haremlik selamlıkla,
kadınlar erkeklerden tamamen soyutlanmış ve kendi aralarında
konuşan kadınların sesinin bile erkekler tarafından duyulmaması gerektiği
söylenmiştir. Bu arada çok zaruret olursa, kadının ağzına çakıl taşı alıp sesi
tanınmadan erkeklere -o da zaruret miktarı- bir şeyler söyleyebileceği izahını
yapanlar da olmuştur.
Camiye gitmesi, tek başına hacca gitmesi, erkeklerle konuşması engellenen
kadının, aybaşı olduğu zamanlarda namaz kılamayacağı, Kuran okuyamayacağı,
oruç tutamayacağı izahlarıyla da bu ibadetleri engellenir. Oysa
Allah, Kuran’da, sadece, aybaşı olan kadınla cinsel ilişkiye girilmemesini
belirtmiştir. Eğer Allah, aybaşılı kadının namaz kılmasını, Kuran okuyup,
oruç tutmasını istemeseydi hiç şüphesiz bunları da bildirirdi. Fakat ayba-
şılı kadını pis gören yaklaşım, -İsrailiyat kökenli uydurmalar aracılığıylaKuran’a
aykırı bu uygulamayı da dinimize sokmuştur. (İsrailiyat kökenli uydurmalar
için 5. bölümün 10. maddesine bakınız.)
Sana kadınların aybaşı halini sorarlar. De ki: “O bir sıkıntıdır. Aybaşı
halinde kadınlardan uzak durun ve onlar temizleninceye kadar
kendilerine yaklaşmayın.”
2-Bakara Suresi 222
Kuran her türlü detayı verirken, Kuran’da olmayan zorlukları dine sokarak
ilaveler yapanlar, kadınların namaz kılmalarını, oruç tutmalarını Kuran
okumalarını aybaşı durumunda engelledikleri gibi kadın-erkek ayrımı yapılmadan
farz kılınan Cuma namazına gitmelerini de engelleyerek, dini uygulamalarda
eksiltmeler de yapmışlardır. Oysa Kuran’ın dininde ilave gibi
eksiltme de hoş karşılanamaz. Kadın bu kadar kötülendikten sonra hiçbir
fikrine değer verilmeyen bir varlığa çevrilmiş ve “Kadınlara itaat eden helak
olur” şeklinde Kuran’dan onay alamayacak uydurma hadisler, Kuran’ın
ahlakıyla ahlaklanmış olan Peygamberimiz’e atfen uydurulmuştur.
226
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Kadınlara danışmayın, onlara muhalefet edin. Kadınlara muhalefet edin,
zira kadınlara muhalefet berekettir.
Kadınlara Dîni Bilgiler; Suyuti,
Lealil Masnua 2; İbn Arrak, Tenzihüş Şeria 2
Kim ki karısına itaat ederse Allah onu yüzüstü Cehenneme atar.
İbn Arrak 2
KADIN İMAM DA OLUR, MÜEZZİN DE, DEVLET BAŞKANI DA
Kuran kadınların hiçbir göreve talip olmasını engellemez. Kadın cumhurbaşkanı
da, halife de, kadı da, yargıç da, imam da, müezzin de olabilir.
Çünkü Kuran’da yasaklanmayan her şey serbesttir. Serbestlik asıl olan, yasak
ise istisnadır. Yasak için vahye yani Kuran ayetine ihtiyaç vardır. Böyle
bir yasak olmadığına göre kadın topluma namaz kıldırıp imam da olur, tüm
milleti yönetecek cumhurbaşkanı veya başbakan da olur... Gerek Müslüman
memleketlerde, gerek diğer ülkelerde kadınların neden devlet yönetiminde
ikinci sırada kaldığı tartışılması uzun bir konudur. Fakat şurası açıktır ki
Kuran’ın anlattığı dinde buna hiçbir engel yoktur.
Başlarına bir kadını geçiren bir kavim asla iflah olmaz.
Hanbel, Müsned 5; Tirmizi, Fiten 75;
Nesai, Kudat 8; Buhari, Fiten 18
Birçok hadis kitabına girmiş yukarıdaki uydurma, Kuran’ın getirmediği
hükümleri kadın aleyhine uyduran gelenekçiler tarafından dinimizin içine
sokulmuştur. Tahminimiz odur ki, bu uydurma, Hz. Aişe’nin Cemel olayında
orduya kumanda etmesi üzerine karşı tarafta yer alanların uydurduğu
siyasi kaygıdan kaynaklanmış bir uydurmadır. Bunu gören Süleyman Ateş
şu açıklamayı yapar: “Şimdi bu hadiste taşlanan Hz. Aişe’dir. Peygamber
Aleyhisselam gerçekten öyle söylemiş olsaydı, Hz. Aişe’nin Cemel olayına
katılmaması, Talha ve Zübeyr’in de onu başlarına geçirmemeleri gerekirdi.
Kuran’a ters, olaylara aykırı olan bu hadisin doğruluğu şüphelidir. Diğer
227
KURAN’IN DİNİNDE KADIN - UYDURULAN DİNDE KADIN
sahabilerin bilmediği ve uygulamadığı bir hadis, nasıl din hükmü olur?”
(Süleyman Ateş, Kuran Tefsiri, 6/399-400)
Siyasi kaygılarla bu tip hadisler uydurup Allah’ın dinine kendi görüşlerini
katanlar, Kuran’ın Saba melikesini tarifini de gözardı ederler. Neml suresi
22. ve 44. ayetler arasında Saba kavminden ve onlara hükmeden krali-
çelerinden bahsedilir. Ayetlerin açıklamalarında Saba melikesinin zekasını,
topluma doğruyu buldurmadaki becerisini, kavmini tehlikeye atmayışını,
tedbirli yaklaşımlarını görürüz. Kadınların yönetici olamayacağına, kadınlara
muhalefetin iyi olduğuna dair yüzlerce gelenekçi hüküm ve uydurmaya
karşın Kuran’da bu manada tek bir ifadeye dahi rastlanmaz.
Kadınlara yazıyı öğretmeyin. Dikişi ve Nur Suresi’ni öğretin.
İbnü’l Cevzi, Mevzuat 2
Günümüzde geleneksel Ehli Sünnet yaklaşımı benimseyenlerin büyük
bir çoğunluğu, kızlarının iyi eğitim almasını arzu etmekte, başörtülü kızların
okutulmaması gibi zulümlere karşı direnmekte, bu yaklaşımlara haklı
olarak tepki göstermektedirler. Bu elbette sevindirici bir gelişmedir. Fakat
Ehli Sünnet adına yukarıda alıntıladığımız tipteki hadislerin uydurulduğu
ve Kuran dışı İslam zihniyetine bu yaklaşımların içkin olduğu da unutulmamalıdır.
Kuran’ın anlattığı din ile uydurmaların anlattığı din arasında ayrımı
gereği gibi yapmadan, tutarlı bir şekilde, kadınların önüne “din” adına çı-
karılmış engeller kaldırılamaz. Dindarları kamusal alandan dışlamaya çalı-
şan kişilerle mücadele gerekli olsa da; bizce, bu “dış” etkilerle mücadeleden
daha önemlisi İslam’ın içine sokulmuş uydurmalarla yapılacak “iç” mücadeledir.
Bu “iç” mücadelede, Kuran’ın karşısına “din” adına dikilenler vardır;
fakat bu “din” diye nitelenenin önemli bir bölümü uydurma hadisler,
önemli bir bölümü ise geleneklerden oluşmaktadır.
CİNSELLİĞİ SAĞLAMA ALMAK İÇİN HADİS UYDURMA
Kişi kadınını yatağa davet eder de kadın kaçarak eşi sinirli bir şekilde
gecelerse, melekler o kadına sabaha kadar lanet eder.
Buhari 9/36
228
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Karısının cinsel ilişki teklifini reddedeceğinden korkanlar bu uydurmayı
Peygamber’e fatura ederek karılarına; “Bak, Peygamber böyle demiş, sakın
bana karşı gelme” diyerek, kadınları bu konuda da uydurma dinleriyle terbiye
etmektedirler. Ezilen kadının boşanma hakkı da elinden alındığı için
tüm zulümlere karşı kadının hiçbir sığınağı kalmaz.
Bir kadın kocasından boşanırsa, o kadına cennet kokusu haram olur.
Kadınlara Dini Bilgiler
Oysa Kuran’da geçen “boşanmış kadınlar” tipi ifadeler (2-Bakara
Suresi 228, 241) hem kadının erkeği, hem erkeğin kadını boşaması manasına
gelebilir. Kuran’da, “Bir tek erkek boşayabilir” tarzında, açık bir
ifade kullanılmadığına göre, demek ki kadın da erkek gibi bu haktan aynen
faydalanabilir.
Bir hadiste şöyle denilir: “Camiye gelirken kokulanan kadın, evine dö-
nüp de cünüplükten ötürü boy abdesti alır gibi yıkanmadıkça, Allah katında
onun namazı kabul olmaz.”
Avnül mabül 11/230
Erkeklerin güzel koku sürmesinde sevap bulanlar, aynı şeyi kadın
yapıp koku sürünce, hemen günah diye damgalarlar. “Erkek güzel kokudan
tahrik olur” diye de açıklama yaparlar. Peki, kadın erkeğin sürdüğü
güzel kokuyu koklayıp tahrik olamaz mı? Madem böyle tahrik
sorunu var, neden Allah bu konuyla da ilgili bir ayet indirip, kadının
koku sürmesini yasaklamadı? Cevabı aslında basit; çünkü Allah bunu
yasaklamak istemedi.
Kadının yeri soğumadıkça erkek, kadının oturduğu yere oturmamalıdır.
Kadınlara Dîni Bilgiler
Bazen, otobüs ve minibüslerde gelenekçi din anlayışının uygulayıcılarının,
bu hadisten kaynaklanan endişelerle sergiledikleri manzaralara şahit olabilirsiniz.
Bu da Kuran dışı olup, “din” etiketiyle sunulan uygulamaların sayısız
örneklerinden bir tanesidir.
229
KURAN’IN DİNİNDE KADIN - UYDURULAN DİNDE KADIN
KADINLARLA İLGİLİ KONULARDA KURAN’LA İLGİLİ
BAZI YANLIŞ ANLAMALAR
Kuran’ın kadınla ilgili açıklamalarındaki yanlış anlaşılan bilgiler ilk insanlar
Adem ve Havva ile ilgili konulardan başlar. Kuran’ın hiçbir yerinde
Havva’nın Adem’i kandırdığı ve günaha soktuğu şeklinde bir izah yoktur.
Araf Suresi 11. ve 28. ayetlerin arasını okursak; Adem ile Havva’nın her
ikisini birden kandıranın şeytan olduğunu görürüz. Bu arada kadının, erkeğin
kaburga kemiğinden yaratıldığına dair izah da Kuran’da yer almaz.
Kuran’la ilgili yanlış iddialardan biri Kuran’ın erkeklere hitap ettiğidir.
Kuran ayetlerinin % 90’dan fazlası genele; yani erkek ve kadın karı-
şık olarak tüm insanlara veya inananlara hitap eder. Bunun yanında sadece
Peygamberimiz’e, sadece kadınlara, sadece erkeklere hitap eden ayetler de
vardır. Kuran’ı insanlara ulaştıran Peygamberimiz erkektir ve erkekler topluluğunun
bir alt kümesidir.
Erkeklere hitap eden bazı ayetlerdeki üslup, bu nokta gözönünde bulundurularak
okunursa daha iyi anlaşılır. Kuran’ı eline alıp okuyan herhangi
bir kişi, Kuran’ın genele hitabını, sadece bir cinse hitap etmediğini rahatça
anlar. Kuran’ı şarkı kitabı gibi okuyan veya hiç okumayanların bu tip iddiaları,
hiç şüphesiz cehaletlerinin bir ürünüdür.
Müslüman erkekler, Müslüman kadınlar, mümin erkekler, mümin
kadınlar, itaat eden erkekler, itaat eden kadınlar, özü-sözü doğru
erkekler, özü-sözü doğru kadınlar, sabreden erkekler, sabreden kadınlar,
korunup sakınan erkekler, korunup sakınan kadınlar, sadaka
veren erkekler, sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler,
oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan
kadınlar, Allah’ı çokça hatırlayan erkekler ve Allah’ı çokça hatırlayan
kadınlar; bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir
ödül hazırlamıştır.
33-Ahzab Suresi 35
230
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Kuran’ın büyük bölümü genele hitap olsa da, bu ayette olduğu gibi
Allah’ın kadın ve erkeği ayrı ayrı vurguladığı ayetler de mevcuttur.
TARİHTE ÇOKEŞLİLİK
Kuran’la ilgili yanlış anlaşılan diğer bir konu ise erkeklerin çokeşli evliliğidir.
Öncelikle şunun bilinmesi gerekir ki İslamiyet çok büyük bir zaman
dilimine, geniş bir coğrafyaya, çok farklı iklimlere, ufak bir kabileye olduğu
gibi büyük bir imparatorluğa, hem tarım hem de endüstri toplumuna, hem
savaş hem de barış ortamlarına, apayrı alışkanlık ve kültürlerin olduğu insanlara
gelmiştir. Kuran’ın bu her türlü devir, şart, ortam ve kültüre uyumu
ise Kuran’ın serbestiyet dairesinin geniş olmasıyla sağlanır. Buraya kadar bu
geniş helal dairesinin, geleneksel İslam anlayışıyla sınırlanıp, bir Arap İslam’ı
yaratılmaya çalışıldığını gördük. Örneğin belli yörenin kıyafeti olan sarığın,
cübbenin, sakal bırakma alışkanlığının dinselleştirilip; böylece İslam’ın her
yöreye, şarta, kültüre uyumunun engellendiğini gördük. Oysa Kuran’ın verdiği
serbestiyetlikle herkes kendi kimonosunu, ceketini, kravatını, entarisini
giyebilir. Kuran’ın bu noktadaki özgürlüğü Kuran’ın anlattığı İslam’ın her
bölgeye, her kültüre uyumunu sağlar. Çokeşlilik de aynen böyledir. Çokeş-
lilik, İslam’ın yasaklamadığı bir uygulamadır, yoksa İslam’ın emrettiği veya
tavsiye ettiği bir uygulama değildir.
Çokeşlilik birçok kültürde, zaman diliminde, özellikle erkeklerin savaşta
ölüp, kadın-erkek oranının bozulduğu zamanlarda kadınların da talebi olmuştur.
Tarım toplumlarının birçoğunda çok çocuklu aile, gücün simgesi
olduğu için bu toplumlarda, kadınların çocuk ve ev işlerindeki yüklerinin
hafiflemesi için kocalarını evlenmeye teşvik ettiği bile görülmüştür. Unutulmamalıdır
ki çokeşliliği yaşayan tek bir erkekken, kadınlar en az iki kişidir.
Evlilik müessesesi de ortak bir istek veya çıkara dayandığına göre çokeşliliği
bir erkek isterken en az iki kadın da bunu istemiş, kabullenmiş veya bir
çıkar ummuş demektir. Yani çokeşliliğin kimi ortamlarda yasaklanmasına
bir erkeğe karşı en az iki kadın karşı çıkacak demektir. Bazıları kadınların
isteği olmadan aile baskısıyla evlendirildiklerini veya daha sonra boşanma
231
KURAN’IN DİNİNDE KADIN - UYDURULAN DİNDE KADIN
hakları ellerinden alındığı için isteseler de ayrılamadıklarını, gerçekten böyle
birçok durum olması sebebiyle söyleyebilir. Bu zulümler bizim konumuz
değildir, çünkü bunlar İslam’ın değil, erkek egemen toplumun sonucudurlar.
Dinimize göre evliliğe kadın da karar verir, kadının boşanma hakkı da
vardır. Yani kadın, kocası çokeşlilik yaparsa veya evliliğinde yolunda gitmeyen
bir şey olursa kendisi de boşanabilir. Kadının boşanmasının yasaklanması
ve kadının evliliğindeki söz hakkının ailesine verilmesi gibi uygulamalar
geleneğin sonucudur, Kuran’ın dininin değil.
KÖPEK ETİ YEMEK VE ÇOKEŞLİLİK
Daha evvel de dediğimiz gibi çokeşlilik bir serbestliktir, mecburiyet de-
ğil. “Serbestlik” alanı ile dini “mecburiyet veya tavsiyeler” tamamen farklı
kategorilerdir. Dinin yasaklamamak suretiyle “serbest” bıraktıklarını dinin
emir veya tavsiyeleri gibi “dinsel” alanın içinde görmek önemli bir yanlış-
tır ve çokeşlilik meselesinde bu hata sıkça yapılmaktadır. Bunu şöyle bir örnek
üzerinden daha iyi anlayabilriz: Kuran’da yalnız leş, kan, domuz eti ve
Allah’tan başkası adına kesilen hayvanların yasaklandığını görüyoruz. Bunun
dışında her yiyecek helaldir. Çoğumuzun sevmediğimiz birçok yiyecek,
örneğin köpek eti helaldir. Fakat çoğumuzun sevmediği köpek eti, Çin’de sevilen
bir yemek türünü oluşturur. Aynı çokeşlilik gibi, birçok kişiye çirkin
gelen köpek eti yemek; bir başka yerde ve kültürde insanların kabulü olabilmiştir.
Dinimizin yasaklamadığı her şey helal olduğu için bize çok garip
gelebilecek birçok helal olabilir. “Helal” dinen yapılmasında günah olmayan
davranışları ifade eder. Yoksa “helal” dinen makbul olan bir davranışı
ifade etmez. Bu çok önemli noktayı anlamayanlar dini, yasaklamadığı bazı
şeyler için, kendi kültürlerine göre eleştirmeye kalkmış ve böylece değişik
kültürlerde ve değişik zamanlarda geniş kesimce benimsenen serbestlikleri
anlayamadıklarını göstermişlerdir. Dinimize göre saçımızı yeşile boyatırsak,
bir davete futbol şortuyla gidersek, bir toplulukta sesli bir şekilde yellenir
veya geğirirsek bir “günah” işlemiş olmayız. Bu fiillerin günah olmamasının
sebebi, Kuran’ın hiçbir ayetinin bunları yasaklamamasından kaynaklanır.
232
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Dünyanın bir yerindeki bir sahil kasabasında şort giyerek düğüne gitmek,
kızılderili kabilelerinde yeşil gibi renklerle kafayı boyamak, kimi kültürlerde
geğirmek, kiminde yellenmek normal karşılanabilir. Kuran’ın bu fiilleri
“günah” olarak belirtmemesi sayesinde tüm bu ayrı kültürlerde Müslüman
olanlar, kendi kültürleriyle bu noktalarda zıt düşmeden dinlerini yaşayabilirler.
Kuran bu fiillere sahip de çıkmaz, bu fiilleri tavsiye de etmez. Yani
“Din köpek eti yiyin” diyor, “Din düğünlere şortla gidin” diyor, “Saçınızı
yeşile boyayın” diyor, “Yellenin, geğirin” diyor şeklindeki açıklamalar ne
kadar hatalıysa; “Çokeşlilik dinin gereğidir” şeklinde dine karşı yapılan bir
eleştiri, o kadar hatalıdır. Dinin emri ve tavsiyesi ayrıdır; din yasaklamadığı
için serbest olan fiil ayrıdır.
Doğal şartlarda, savaş olmadığı zamanlarda, insan nüfusunun bire bir
eşlemeye yakın şekilde kadın ve erkeklerden oluştuğunu görüyoruz. Bu da
tekeşliliğin insanların genelinin tercihi olacağını, çokeşliliğin bir istisna olacağını
tabiat kanunu olarak göstermektedir. Kuran’da Allah, kadınlar arasında
adalet yapılamazsa tek bir eşle evlenilmesini söyler (4-Nisa Suresi 3).
Böylece kadınlardan birini ön plana alacak, diğer kadınları sömürecek evlilik
modeline yasak getirilir. Bazı durumlarda ailesi ölen kız çocuklarına miras
kalır ve bazı erkekler evlilik yoluyla bu maddi serveti ele geçirip, yetim
kızın mallarını çarçur edebilir. Kuran buna benzer durumları engellemek
için Nisa suresinin aynı 3. ayetinde “Yetimler konusunda adaleti yerine
getiremeyeceğinizden korkarsanız; bu durumda size helal olan kadınlardan
ikişer, üçer, dörder nikahlayın.” der.
Yani Kuran, gerekirse çokeşlilik yapılmasını, başka kadınlarla evlenilmesini;
fakat hiçbir durumda yetim kızların hakkına tecavüz edilmemesini
söyler. Bu ayet, gördüğümüz gibi, yetim kız çocuklarıyla ve onların mal varlıklarının
sömürülmesiyle ilgilidir.
Çokeşlilik, Kuran’ın geniş serbestiyet çemberinde yer alır, Kuran’ın tavsiye
veya yasaklarından biri değildir. Çokeşliliği sevmeyen sevmez, yapmayan
yapmaz. Kuran, yazımızın başında dediğimiz gibi ayrı kültürlerin, ayrı
zaman dilimlerinin, hem savaş hem de barış ortamının, hem tarım hem de
endüstri toplumunun, hem büyük devletlerin hem de küçük ada halklarının
233
KURAN’IN DİNİNDE KADIN - UYDURULAN DİNDE KADIN
dinidir. Kuran’ın anlattığı İslam tek bir medeniyetin, bir tek endüstri toplumunun,
bir tek barış ortamının dini değildir. Nasıl Emevi ve Abbasi uydurmacıları
Kuran dışı ilavelerle dinimizi kendi kabile ve yüzyıllarına göre
dondurup sakalı, cübbeyi, sarığı dine soktularsa; bazıları da günümüzün
görüşlerini dine sokma arzusundadırlar. Oysa Emevi ve Abbasiler kendi
dönemlerinde sakal bırakıp, cübbe ve sarık giyip, çokeşli bir şekilde yaşayabiliyorlardı.
Günümüzde de sakal traşı olunup, pantolon, ceket, kravat giyilip,
tek eşle evlenilebilir. Her iki ayrı uygulama da İslam’a aykırı değildir
ve yine her iki ayrı uygulama da İslam değildir. Bu şahsi tercihlerin hiç-
biri İslam’ın zaman üstü değer ve kurallar sistemiyle ilintili değildir. Oysa
Allah’ı tek bilmek, fakirlere yardım etmek, oruç tutmak; Kuran’ın emirleri
olduğu için hem Emeviler’i, hem Abbasiler’i, hem günümüzü, hem de bizden
sonrakileri yükümlü kılar.
PEYGAMBERİMİZİN EVLİLİKLERİ
Peygamberimiz’in birçok hanımla evlenmesine ve bunlarla ilgili anlatı-
lan çeşitli hikayelere gelince; Kuran’da Peygamberimiz’in hiçbir hanımının
ismi geçmez. Peygamber’in 9 yaşında bir kızla evlendiği de Kuran’da değil,
uydurmalarla dolu hadislerde geçer (bu konudaki hadisler kendi içlerinde de
çelişkilidir). Peygamberimiz’in hanımlarıyla ilgili anlatılanların % 99’u hadis
kaynaklıdır. Yani bu hikayeler güvenilir değildir. Peygamberimiz’in uygunsuz
bir şey yapmayacağı apaçık ortadadır. Kuran’da Peygamberimiz için
“Bundan sonra güzellikleri ne kadar hoşuna gitse de evlenmen sana helal
olmaz.” (33-Ahzab Suresi 52) diye yasak getiren ayet bulunmaktadır. Bu
ayet inmeden önce diğer inananlar için helal olan her şey, Peygamber için
de helaldi. Bu ayetle diğer insanlara getirilmeyen bir kısıtlama Peygamber’e
getirilmiştir. Ahzab suresi 28. ayette ise Peygamber’in bir hanımı şayet ondan
boşanmak isterse, boşanmanın maddi bedelini karşılayıp boşaması söylenir.
Yani diğer hanımlar gibi, Peygamber’in hanımları da kendi gönül rı-
zalarıyla evlenmişlerdir ve istedikleri an nafaka alıp boşanabilmektedirler.
Kendi döneminin şartları, kendi kısmeti ölçüsünde, Kuran’a ters düşmeden,
234
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Peygamber de evlilik yapabilir ve yapmıştır. Bizi alakadar eden her bilgi
Kuran’da mevcuttur. Bunun dışındakilerle din adına uğraşmak abesle iştigaldir.
Peygamberimiz’in elçi sıfatıyla bize getirdiği Kuran, dinimizi oluşturur.
Uydurma hadislerin de karıştığı kesin olan Peygamberimiz’in özel hayatıysa;
ancak o dönemde ve o dönemin şartlarında yaşayarak değerlendirilebilir.
Peygamberimiz, Kuran’ın serbest bıraktığı konularda, kendi kültürü, içinde
bulunduğu dönem ve şartlara göre, yani “tarihsel” olan, insanlara evrensel
örnekler sunmayan tercihler yapmıştır. Peygamberimiz’in yaşadığı hayatın
Kuran dışı detaylarını “sünnet” başlığıyla sunmuş olanlar; “sünnet”in dinin
evrensel bir bölümü gibi algılanmasına sebep oldular, bu yaklaşım ise dö-
neme ve şartlara bağlı “tarihsel” olguların algılanamamasına yol açtı. Bu algılama
bozukluğu ise Peygamberimiz’in evlilikleri gibi konuların hatalı bir
bakış açısıyla değerlendirilmesine sebep oldu. Günümüzde hangisinin doğru,
hangisinin yanlış olduğu belli olmayan hadislerle Peygamber’in özel hayatı
hakkında tartışmaya imkan yoktur ve “tarihsel” olan bu alanı tartışmamıza
gerek de yoktur. Hadis uydurmacılığının ve “evrensel sünnet anlayışı”nın
bıraktığı kötü miraslardan biri de bu gereksiz tartışmadır. Kuran’a dönüş,
diğer hastalıkları tedavi ettiği gibi bu yarayı da kapatacaktır.
KADINLARIN ŞAHİTLİĞİ
Kuran’la ilgili mezhepçi anlayış tarafından çarpıtılmış konulardan diğer
bir tanesi kadınların şahitliğidir. Kuran, kadın ile erkeğin şahitliğini bir tutar,
hiçbir yerde “bir erkeğin şahitliği iki kadına eşittir” diye geçmez. Örne-
ğin zinanın tespitinde 4 şahit gerekir ve Kuran’da bu şahitler 4 kadın veya
2 erkek, 4 erkek veya 8 kadın gibi ifadeler kullanılmadan 4 şahit diye belirtilir.
Yani herhangi 4 şahit işlevi görür, kadın erkek ayrımı yapılmaz. Kadınla
kocasının şahitliklerinin birbirleriyle çeliştiği, kadınlara zina isnadıyla
ilgili durumda da; kocanın şahitliği karısınınkine eşittir, hatta iki şahitliğin
çeliştiği bu durumda kadın, kendi şahitliğine uygun olarak masum kabul
edilir (Bakınız: 24-Nur Suresi 6-9).
235
KURAN’IN DİNİNDE KADIN - UYDURULAN DİNDE KADIN
İstisnai, yanlış anlaşılan konu ise Bakara suresi 282. ayette, vadeli borç-
lanmalarla ilgili konuda geçer. Bu ayette, “borçların yazılması ve yazıcı ile
şahitlerin bu görevden kaçmamaları” söylenir. Ayrıca ayetin sonunda “yazı-
cıya ve şahitlere zarar verilmemesi gerektiği” geçer. Görüldüğü gibi maddi
menfaatlerin söz konusu olduğu bu konuda, şahitlik insanların kaçındığı, yapmak
istemedikleri bir sorumluluktur. Allah ise bu kaçınılan görevi erkeklere
yükleyip, “iki erkek şahit bulunmasını” ister. Dikkat edin ayette, “iki erkek
veya dört kadın şahit bulun” ifadesi geçmez, doğrudan “iki erkek şahit bulunması”
istenir. Böylece ticaretle daha az uğraşan ve baskılara karşı daha
hassas olan kadın, bu kaçınılan vazifeden korunur. Eğer iki erkek bulunamaz
ve bir erkek bulunursa, o zaman “bir erkek ve iki kadın bulunması” gerekir.
Böylece hem şahit sorunu çözülür, hem olumsuz bir durumun ortaya
çıkışı ihtimalinde bir erkekle bir kadının karşı karşıya kalması önlenip kadın
korunur. Ortaya borcun miktarı konusunda bir yanlış anlama çıktığını
düşünelim. İki şahidin farklı şahitliği durumunda kadın, erkekle karşı kar-
şıya kalacak ve iki taraftan birinin yalancı olduğunun kesin olduğu bir ortamda,
yoğun stres ve baskı altında kalacaktır. Oysa bir erkek ve iki kadın
şahitle, şahit sayısı üçe çıkınca mesuliyet dağılacağı için şahitlikteki stres
azalacak ve baskı yapmak isteyen art niyetli kimselerin bu sefer iki kişiden
birini değil, üç kişiden ikisini kandırmaları gerektiği için işleri zorlaşacaktır.
Kadınların baskılardan korunmasını sağlayan bu uygulamanın hikmetlerini
idrak edemeyenler; kadını baskılardan koruyup, kaçınıldığı belirtilen
bir mesuliyeti erkeğe yükleyen bu ayeti anlamayarak, “bir erkeğin şahitliği
iki kadının şahitliğine eşittir” diyerek, Kuran’ı çarpıtmışlar ve evvelki uydurma
izahlarından kaynaklanan bakış açılarını bu alana da sokmuşlardır.
Oysa bu ayet dışında Kuran’da geçen diğer şahitliklerde kadın, erkek ayrımı
yoktur. Eğer böyle bir ayrım olsa, Allah bunu ya her şahitlikle ilgili ayette
belirtir ya da “bir erkeğin şahitliği iki kadının şahitliğine eşittir” diye genel
bir hüküm koyardı. Böyle bir hükmün olmaması, böyle bir durumun da olmadığını
gösterir. Ticaretle tarihin her döneminde daha az alakalı olan kadın,
ticaretle alakasının azlığı veya baskıya uğraması sonucu doğru şahitlikten
saparsa diğer kadının hatırlatması sonucu, bu zorluğu aşabilir ve mesuliyeti
236
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
paylaşıp mesuliyetini azaltır. Ayette “Yazana da, şahitlik edene de zarar
vermeyin. Yapacak olursanız doğru yoldan sapmış olursunuz.” şeklindeki
ifadeyi, şahide ve yazıcıya yapılan baskıyı ve bu bağlamda ayetin mantığını
anlamak için gözönünde bulundurmamız gerekmektedir.
KADINLARI DÖVME MESELESİ
Kuran’da geçen kadınlarla ilgili en çok tartışma konusu olmuş ayetlerden
biri Nisa Suresi 34. ayettir. Bu ayeti iki yazardan alıntılarla inceleyelim.
Prof. Yaşar Nuri Öztürk şöyle demektedir: “Bu ayet erkeklerin mutlak anlamda
üstünlüklerinden değil, varlık yapılarındaki bir farklılıktan bahsediyor.
O da erkeklerin kadına ‘kavvam’ yani koruyucu, kollayıcı, gözetici olmalarıdır.
Ne var ki Kuran ayetlerini, kadını horlamak için pervasızca tevil
eden ve sürekli anlam kaydırmaları yapan çoğu müfessirler bu ‘kavvam’ kelimesini
hakim, yönetici gibi Kuran’daki kullanımına uymayan anlamlar vererek
erkek despotizmine gerekçe yapmışlardır. Aynı ayetteki ‘fadribu’ kelimesi,
Kuran’da kullanılan anlamlarından yalnız bir tanesiyle kayıtlanmış ve
emirden hep ‘dövmek’ çıkartılmıştır. Bütün tevillerini ve yorumlarını kadın
aleyhine yapan yaklaşımlardan zaten başka bir şey beklenemezdi. Oysa, kelimenin
diğer anlamları ayetin amacını ve düzenlenen konunun maksadını
çok daha doyurucu biçimde önümüze koymaktadır. İşin esası şu ki, Kuran
birçok yerde sergilediği kelam mucizesini burada da sergileyerek, bir tek kelimeyle
birkaç alternatifi birden vermiştir. Biraz teknik detay verirsek şunları
söyleyeceğiz: ‘Fadribu’ emrinin kökü olan ‘darb’ kelimesinin 30’a yakın
anlamından en önemlileri ‘vurmak, dövmek, huruc (çıkmak), zehab
(gitmek) ve dolaşmaktır’ (Bakınız: İbn Mansur, Lisanul Arab, ‘Darb’ Maddesi).
Durum bu olunca konumuz olan ayetteki emri bu anlamların muhtemel
olan her biriyle değerlendirmek gerekmektedir. Buna göre emri aynı
zamanda ifal kalıbından da anladığımızda ifade ettiği manalar şunlar olur:
1- Onları evden çıkarın, 2- Onları bulundukları yerin dışına gitmek zorunda
bırakın, 3- Onları dövün. Kuran böylece içinde bulunulan duruma ve kar-
şılaşılan şartlara göre bu üç seçenekten birinin kullanılmasını istemektedir.
237
KURAN’IN DİNİNDE KADIN - UYDURULAN DİNDE KADIN
Ve dikkat edilirse ilk iki seçenek düzenlenen konuda, sonuç almak bakı-
mından hem insan psikolojisine hem de hukuk mantığına daha uygundur.”
(Yaşar Nuri Öztürk, Kuran’daki İslam, sayfa: 552-554)
Dr. Edip Yüksel ise aynı ayetle ilgili şu izahları yapar: “Ayette geçen
(erricalü kavvamune alennisai) ifadesinin ‘erkekler kadınları gözetir’, yahut
‘kadınların geçiminden sorumludur’ biçiminde çevrilmesi gerekirken, gördüğüm
tüm Türkçe mealler buradan erkeğin kadınlar üzerinde otoriter olduğu
anlamını çıkarmışlardır. Nisa 135’te geçen ‘kavvam’ kelimesine ‘gö-
zeten, tam yerine getiren, ayakta tutan’ gibi anlamlar veren meallerimiz,
neden Nisa 34’te geçen aynı kelimeye ‘hakim, yönetici’ gibi farklı anlamlar
vermektedirler? 5-Maide Suresi 8. ayette geçen ‘kavvam’ kelimesine de
aynı şekilde ‘gözeten, ayakta tutan’ anlamını veren meal yazarlarımız, neden
kadınlar söz konusu olunca kelimenin anlamını değiştirip sertleştirme
ihtiyacı hissetmişlerdir? ‘Kavvam’ kelimesi ‘kvm’ kökünden türer. Bu kö-
kün türevlerinin geçtiği tüm ayetleri incelerseniz, hiçbir yerde yönetici hakim
anlamını bulamayacaksınız. Aynı ayetteki ‘badehum’ kelimesindeki
‘hum’ zamirini, sadece erkeklere gönderdiğinizde anlam şöyle olur: ‘Allah,
erkeklerin bazısını bazılarına üstün kılmıştır.’ Bu anlam kuşkusuz ayetin
içinde bulunduğu metinle uyuşmamaktadır. Ancak ‘badehum’ kelimesindeki
‘hum’ zamirini, erkek ve kadınlardan oluşan karma bir topluluğa
gönderdiğinizde anlam şöyle olur: ‘Allah, erkeklerin ve kadınların bazısını
bazılarına üstün kılmıştır.’ Türkçe’ye en uygun çeviri şöyle olabilir: ‘Allah,
her birine farklı yetenekler ve özellikler vermiştir.’ Nisa 34 ayetindeki
‘idribuhunne’ kelimesi ‘o kadınları dövün’ diye çevrilmiş. Bu kelime üzerinde
incelemeye geçmeden önce karı koca ilişkisi üstüne Kuran’ın bir değerlendirmesini
hatırlatmak isterim. 30- Rum Suresi 21. ayette şöyle geçer:
“Kendileriyle rahatlayıp huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eş-
ler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koyması O’nun ayetlerindendir.
Düşünen bir toplum için bunda işaretler vardır.” Görüldüğü gibi
evliliğin amacı sevgi ve merhamete dayalı huzurdur. Herhangi Arapça bir
sözlüğe bakarsanız, bu kelimenin altında uzun bir anlamlar listesini bulacaksınız.
Denilebilir ki ‘daraba’ kelimesi, Arapça’da en zengin anlama sahip
238
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
kelimedir. Arapça’da parayı ‘daraba’ yaparsın yani basarsın. Nitekim ‘darphane’
Arapça, Farsça bileşimi bir kelimedir. Arapça’da greve gitmek “drab”tır.
Türkçemizde de ‘vurmak’ kelimesi aynı şekilde değişik anlamlarda kullanılır.
Tutmak ve çalmak da öyle. ‘Radyoyu çaldım’ diyen birisi, bu ifadeyle
ya hırsızlığını itiraf eder, ya da radyoyu kullandığını bildirir. Nitekim ‘idrib’
kelimesi de ‘çık dışarı’ anlamına gelir. Kuzey Afrika’da Arapça konu-
şanlar hâlâ ‘daraba’ fiilinin emir kipini bu anlamda kullanmaktadırlar. Çok
anlamlı bir kelimeyle karşılaştığımızda uygun olan anlamını metnin içeri-
ğini, kullanış biçimini ve sağduyuyu dikkate alarak seçeriz. Örneğin 13-
Rad suresi 17. ayetindeki ‘daraba’ kelimesini ‘açıklamak’ yerine ‘dövmek’
olarak anlasaydık saçma bir sonuçla karşılaşırdık: ‘İşte Allah hakkı ve batılı
böyle döver.’ Nisa 34’teki ‘nuşuz’ kelimesi de meallerde ‘şirretlik, itaatsizlik’
olarak çevrilmiş. Halbuki bu kelime flörtten başlayarak gayri meşru
cinsel ilişkiye kadar uzanan sadakatsizlik ve iffetsizlik anlamını da içerir.
Nitekim Nisa 34 ayetini dikkatle incelediğimizde, bu ikinci anlamın sözün
gelişine daha uygun olduğunu görüyoruz. Nisa 34 ayeti, sadakatsiz ve iffetsiz
davranan eşine kocasının nasıl davranacağını öğretiyor. Bu uygunsuz
tavrın başlangıcında koca öğüt vermeli. Eğer kadın başkasıyla flörte devam
ederse kocası yatakları ayırmalı. Eğer bu da yarar sağlamaz ve kadın işi zinaya
kadar götürürse, o zaman kocası onu evden çıkarmalı. Erkeğini kandırarak
evlilik anlaşmasına ihanet eden bir kadını dövmek, nihai bir çözüm
olamaz. Ancak ondan ayrılmak ameliyat gibi sıkıntılı da olsa bir çözümdür.”
(Dr. Edip Yüksel, Türkçe Kuran Çevirilerindeki Hatalar, sayfa 13-20) Nitekim
‘darabe’ ifadesi, tartışma konusu olan ayetin dışında aynı surenin (Nisa)
94. ayetinde de geçmekte ve burada ‘çıkmak’ anlamında çevrilmektedir.
Yaşar Nuri Öztürk, bahsedilen ayeti şu şekilde çevirmiştir:
Erkekler, kadınları gözetip kollayıcıdırlar. Şundan ki, Allah insanların
bazılarını bazılarından üstün kılmıştır ve erkekler mallarından
bol bol harcamışlardır. İyi ve temiz kadınlar saygılıdırlar. Allah’ın
kendilerini koruduğu gibi gizliliği gereken şeyi korurlar. Sadakatsizlik
ve iffetsizliklerinden korktuğunuz kadınlara önce öğüt verin,
239
KURAN’IN DİNİNDE KADIN - UYDURULAN DİNDE KADIN
sonra onları yataklarında yalnız bırakın ve nihayet onları evden çı-
karın/bulundukları yerden başka yere gönderin. Bunun üzerine size
saygılı davranırlarsa onlar aleyhine başka bir yol aramayın. Allah
çok yücedir, sınırsızca büyüktür.
4-Nisa Suresi 34: Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk Çevirisi
Edip Yüksel ise yukarıda alıntıladığımız açıklamalarından sonra ayeti
şöyle çevirir:
Erkekler kadınları gözetmekle yükümlüdür. Zira Allah, herbirine
farklı yetenekler ve özellikler vermiştir. Nitekim erkekler evin ge-
çiminden sorumludur. Erdemli kadınlar (Allah’ın yasasına) boyun
eğer ve Allah’ın korumasını emrettiği (onur ve iffetlerini) tek baş-
larına bile olsa korurlar. Onur ve namusları konusunda endişe duyduğunuz
kadınlara öğüt verin, yataklarınızı ayırın, nihayet onları
çıkarın. Ancak sizi dinleyip vazgeçerlerse onlara karşı bir yol aramayın.
Allah yücedir, büyüktür.
4-Nisa Suresi 34: Dr. Edip Yüksel Çevirisi
KADIN VE MİRAS
Kuran’ı bütünsel olarak değerlendirmemek yüzünden kadınlarla ilgili
yanlış anlaşılan diğer bir konuysa miras meselesidir. İlk anlaşılması gereken
mesele, Kuran’a göre mal, para v.b.’nin paylaşımında önceliğin vasiyette
olduğudur. Kuran’ın bu açık hükmünü mezhepçi İslamcılar, “Varise vasiyet
yoktur” şeklinde uydurma bir hadisle ortadan kaldırma cüretini göstermiş-
lerdir; böylece hadisle dine ilave yapmanın ötesinde hadisle Kuran ayeti bile
iptal edilmeye kalkılmıştır. Kuran’a göre önce vasiyet ve borçlar halledilir.
5-Maide suresi 106. ayette ve 2-Bakara Suresi 180. ayette vasiyet yapılmasının
söylendiğini görebiliriz. 4-Nisa Suresi 11. ve 12. ayette, tavsiye edilen
paylaşma anlatılırken, bu paylaşmanın “vasiyet ve borçların halledilmesinden
sonra” olduğu söylenir. Kadın ve erkek mirasını incelerken, Kuran’ın tüm
sistemi içinde para akışını ve maddi ilişkileri anlarsak mirastaki paylaşmayı
240
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
daha iyi anlarız. Kuran’a göre erkek, evlenirken kadına mehir verir. (Mehir
kadına verilir, kadının ailesine değil.) Kuran, mehirin miktarını belirtmediği
için örneğin maddi ihtiyaç halinde olan, evini yurdunu terkedip evlenecek
olan kadın mehir olarak ev, araba v.b. isteyebilir. Koca adayıyla bu
mehirde anlaşırsa evlilik olur. Yok kadın böyle bir mehir talebinde bulunmazsa
mehir bir yüzük, bir hediye, bir takı v.b. de olabilir. Kuran mehirin
uygun bir tarzda verilmesini ister, miktarını belirlemeyerek, birçok konuda
oluşturduğu esnek ortamı burada da oluşturur. Mehir iki tarafın üzerinde anlaştığı
bir miktardır. Fakat her durumda erkekten kadına bir maddiyat transferi
mehirle gerçekleşir. Ayrıca Kuran’a göre erkek, kadının ve çocukların
geçimini üstlenir. Eğer boşanma olursa; çocukların masrafları, anne çocuğu
emziriyorsa annenin de masrafları, Kuran’a göre erkeğin yükümlülüğündedir.
Yani Kuran’a göre erkek hem mehirle hem de karısının ve çocuklarının
masraflarını karşılamakla kadına yüklenmeyen bu harcamalardan sorumlu
tutulur. Dul kalan kadınların ise aldıkları mehir ve diğer varlıkları
geçinmelerine yeterli değilse, ihtiyaçları varsa uygun tarzda geçindirilmeleri,
tüm Müslümanlar’ın vazifesidir (2-Bakara Suresi 241). Görüldüğü gibi
erkeğin parası ve maddi varlığı sürekli bölünür ve üzerinde birçok sorumluluk
vardır. Buna karşı Allah, erkek çocuğa, kız çocuğunun iki katı miras
önerir (4-Nisa suresi 11). Miras ile ilgili teferruatlar Nisa suresi 11, 12
ve 176. ayette okunabilir. Mirasçı olan anne, baba ise mirastan ikisi de altıda
bir olarak eşit hisse alırlar. Görüldüğü gibi Allah erkeğin malını böleceği,
iş kurmak için sermaye gerekeceği yaşlarda erkeğe kız kardeşinin iki
katı miras önermektedir. Fakat çocuğu ölen anne ve babalarda böyle endi-
şelerin olması pek muhtemel değilken, önerilen miras her birine, hem babaya
hem de anaya altıda birdir.
Kimi insanların “şu anda devir böyle, artık kadınlar da çalışıyor” veya
“oğlumun hanımı da kendi de zengin, kızımın kocası da kendisi de fakir”
gibi farklı özel şartlarını ifade eden durumları oluşabilir. Daha evvel de dediğimiz
gibi Kuran’da esas olan vasiyettir; tüm bu miras dağıtımları, vasiyet
ve borçlardan geri kalan içindir. Kişilerin özel durumları, özel istekleri
varsa vefat etmeden kızlarına bırakacakları vasiyetle, oğullarıyla mirası
241
KURAN’IN DİNİNDE KADIN - UYDURULAN DİNDE KADIN
dengeleyebilir ve Kuran’ın izin verdiği bu esneklikten yararlanabilirler.
Bu konuda da gördüğümüz gibi sorun Kuran’a önyargılı yaklaşımlarda ve
Kuran’ı bütün olarak kavramaya çalışmamaktadır. Yoksa Kuran, her konunun
en mükemmel şekilde çözümünü sunmaktadır.
BİRBİRİMİZİN GİYSİLERİYİZ
Kuran’ın kadın-erkek ilişkisi hakkındaki hükümlerinde bir yanlış anlama
da cinsel ilişkinin tarlaya tohum ekmeye benzetilmesini anlamama yü-
zünden olmuştur. 2-Bakara Suresi 223. ayette “Kadınlar sizin tarlanızdır,
tarlanıza dilediğiniz şekilde varın” şeklindeki açıklamayla, cinsel ilişkinin
her şekilde yapılabileceği, bu konuda hiçbir kısıtlama olmadığı anlaşı-
lır. Bu ayet her şeyi kısıtlamaya meraklı gelenekçilerin, cinsellik alanını da
kısıtlamaya çalışması önünde set olmuş bir ayettir. Bu ayete rağmen Erzurumlu
İbrahim Hakkı gibi bazı gelenekçiler (27. bölümde göreceğiz), yine
de cinsellik alanında hangi gün cinsel ilişki yapılabileceğine kadar teferruatlar
ve yasaklamalar ile insanların cinsel hayatlarına da burunlarını sokmuş-
lardır. Oysa ayet cinselliği sınırlayıcı görüşleri yıkar. “Tarla” kelimesinin
Türkçe’de kulağa kaba gelmesi bizi aldatmamalıdır. Eğer “tarla” sözcüğü
kulağınıza kaba geliyorsa “ürün alma alanı” gibi bir tamlamayı ayette aynı
yere koyun: “Kadınlarınız sizin ürün alma alanınızdır. O halde ürün
alma alanınıza dilediğiniz şekilde varın.” Bu deyim uzun anlatımlı olsa
da ayetin Arapçasının aynı manasını verir.
Toprağa tohum bırakılınca canlı olan fidanı meydana gelir, hanımın
içine eşinin spermlerini bırakmasıyla evliliğin fidanı olan çocuk ortaya çı-
kar. Bu yüzden bu benzetme, insanları düşünmeye sevkeden ve gereksiz yasaklara
set çeken çok güzel bir benzetmedir. Kuran’da bu tip düşündürücü
güzel benzetmeler sıkça yapılır. Başka bir ayette de kadınla erkek birbirlerinin
giysileri olarak tanıtılırlar:
Onlar sizin giysileriniz, siz de onların giysilerisiniz.
2-Bakara Suresi 187
242
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
KURAN’IN İSLAMI’NA GÖRE KADININ YERİNİN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Bu bölümün başında, uydurma hadisler ve mezhepler aracılığıyla bedeviliğin
kadına bakışının nasıl dine sokulup, kadının seyahat edemez, evde
oturmaya mahkum, hiçbir yönetici sıfatı olmayan, erkeğe itaati farzlaştırılan,
sesini bile erkeğe duyurmaması gereken, kalktığı yere bile soğumadan oturulamayan,
vb. bir konuma getirildiğini gördük. Bu zihniyetin oluşturduğu
kafa yapısının, Kuran’ın izahlarını çekiştirmesi ve uydurma hadislerle karış-
tırması sonucu oluşan yanlış anlamaları bunun ardından inceledik. Böylece
mezheplerin, geleneklerin uydurmalarla dolu İslam’ından, zihnimizi arındırmanın,
Kuran’ı tam ve sağlıklı anlamak için en önemli şart olduğunu kavradık.
Sadece ve sadece Kuran’a giderek kadının yerini anlamaya çalıştığı-
mızda sağlıklı sonuçlara varacağımızdan eminiz.
Allah’ın bir kısmınızı bir kısmınızdan üstün kıldığı şeyleri isteyip
durmayın. Erkeklere kendi kazandıklarından bir pay, kadınlara da
kendi kazandıklarından bir pay vardır.
4-Nisa Suresi 32
Ayetten de anlayacağımız gibi kadının erkeğe, erkeğin de kadına üstün
olduğu alanlar vardır. Bir cinsin diğerine her alanda üstünlüğünü savunmak
veya her iki cinsin her alanda eşitliğini iddia etmek yaratılışın kanunlarıyla,
aklın gerekleriyle çelişen iddialardır. Eşitlik sloganlarıyla erkeğe çocuk do-
ğurtmaya, kadına savaşta erkeklerle aynı vazifeleri yüklemeye kalkıp her
iki cinsin farklılıklarını iyi değerlendiremezseniz her iki cinse de zulmetmiş
olursunuz. Her iki cinsi de yaratan Allah, her iki cinsin farklılıklarını ve bu
farklılıklara rağmen (aynı zamanda farklılıklar sayesinde) nasıl ahenkle bir
arada olacaklarını (2-Bakara Suresi 187. ayetin belirttiği gibi nasıl birbirlerinin
elbiseleri gibi olacaklarını) en iyi şekilde bilir. Yine Kuran’ın mucizevi
anlatımıyla sorarsak: “Yaratan yarattığını bilmez mi?” Elbette Yaratan,
yarattığını bilir ve her şeyi bilen Yaratıcı, mesajı Kuran’da, kadın-erkek
ilişkilerini de her şeyi olduğu gibi en mükemmel şekilde düzenlemiştir. Bu
243
KURAN’IN DİNİNDE KADIN - UYDURULAN DİNDE KADIN
düzenlemelerdeki mükemmeliyet kimi zaman bir hüküm getirilerek, kimi
zaman ise hüküm getirilmeyerek olmuştur. Kuran’ın her döneme, kültüre,
zamana ve topluma uyumu böylece sağlanmıştır. Kuran’ın hüküm getirmesi
gibi, gerekmeyen konularda hüküm getirmemesinin hikmetini kavrayamayan
gelenekçi, mezhepçi zihniyet, bugün gördüğümüz dejenerasyonu
ne yazık ki “İslam” adına ortaya çıkarmış ve geniş kitlelere “İslam budur”
diye yutturmuştur.
ÜSTÜNLÜK CİNSİYETTE DEĞİL, İYİ FİİLLER
GERÇEKLEŞTİRMEDE
Her izahın geçerliliğini Kuran’a giderek siz de araştırabilirsiniz. Örne-
ğin Müslim’in meşhur hadis kitabındaki; namazı kadının, kara köpeğin ve
domuzun bozduğuna dair izahı ele alalım. Böyle bir izahı duyduğumuzda
(Kuran’ın temel zihniyetine aykırı olduğunu bilmemize rağmen, iyice tetkik
edip tam bir malumata sahip olmak için) Kuran’da böyle bir izahın olup olmadığını
araştırırız. Kuran çevirilerinin arkasındaki fihristlerde abdest, kadın,
köpek, domuz gibi kelimeleri taramamız işimizi kolaylaştırır. Kuran’da
bu izahı bulmamamız, bu izahın uydurma olduğunu ilan edebileceğimiz manasına
gelir. Üstelik Kuran’dan abdestin sadece tuvalete gitikten sonra almamız
gerektiğine dair izahı buluşumuz ve Kuran’ın her detayı verdiğine dair
ayetleri hatırlamamız, bu kanaatimizi şüphesiz kılar. Kuran’da, Allah’tan
olmayan bir hükmü Allah’ın hükmü gibi gösterenlerin zalim olduğu söylenir.
Şimdi mezhepçi yaklaşımı benimseyenlere sorularımıza devam edelim:
Sizce, “abdesti kadın, köpek, domuz bozar” izahının yapılması bir zulüm
değil midir? Eğer bunu kabul etmiyorsanız, bu izahın doğru olduğunu
mu kabul ediyorsunuz?
Erkek olsun, kadın olsun inanmış olarak kim iyi fiiller gerçekleştirirse
onlar cennete girecek ve onlar bir çekirdeğin sırtındaki tomurcuk
kadar bile haksızlığa uğramayacaklardır.
4-Nisa Suresi 124
244
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Erkek olsun, kadın olsun, her kim inanmış olarak iyi fiiller gerçekleştirirse
onu mutlaka güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılı-
ğını, yaptıklarının en güzeliyle mutlaka veririz.
16-Nahl Suresi 97
İslam’a göre asıl hayat ahiret hayatıdır. Dünya hayatı kısa bir yolculuk,
ahiret ise asıl varılacak yerdir. Gerek yukarıdaki ayetler gerek diğer ayetlerde,
erkek veya kadın olmanın değil, iyi fiiller gerçekleştirmenin üstünlük
sebebi olduğunu görüyoruz. Kadının doğuştan dezavantajlı olduğunu,
cehennemin çoğunluğunu oluşturduğunu iddia eden zihniyet, tüm bu ayetlerle,
yani Kuran’la, yani Allah’ın diniyle çelişmektedir.
22. BÖLÜM
•••
başörtüsü ve kapanma
Peygamberimiz’in vefatından sonra din adına yapılan saptırma ve ilavelerde,
kadınlarla ilgili konuların özel bir yeri olduğunu bir önceki bölümde gördük.
Kadınların kapanması ise kadınlarla ilgili uydurulanlar içinde özel bir
yere sahiptir. Bu yüzden kitabımızda bu konuyu ayrı bir başlık altında inceliyoruz.
İnsan, memeli canlılar içinde tek çıplak doğup giyinendir. 7-Araf
Suresi 22. ayetten, insanların giyinmesinin insanlık tarihi kadar eski oldu-
ğunu öğreniyoruz. Kıyafet zamana, toplumun geleneklerine, iklimin şartlarına,
meslek gruplarına, makama, mevkiye, yaşa ve birçok faktöre göre
hem toplumlar arası hem de toplum içi çeşitlilik göstermiştir. Bazı toplumlar,
Hint-Avrupa ırkında olduğu gibi tarih boyunca kıyafetlerinde birçok kere
değişiklikler yapmışlardır. Bazı toplumlar ise, Asya toplumlarında olduğu
gibi tarih boyunca kıyafetlerinde çok daha az değişiklik yapmışlardır. Toplum
içi kıyafet farklılıklarınınsa en iyi örneklerinden birisi Osmanlı’dır. Osmanlı’da
padişah üç sorguçlu sarık takarken, veziri azam iki sorguçlu, halk
ise tek sorguçlu takabilirdi. İki veya üç sorguç halka yasaktı. Saraylının, esnafın,
tekkecinin, ayrı din mensubu kadın ve erkeklerin başlıkları, kıyafetleri,
renkleri Osmanlı’da hep farklıydı ve bu kıyafetlerin farklılığı kanunlar
ile korunurdu. Görüldüğü gibi hem toplumlar arası hem toplum içi kıyafetlerin
farklılığı, gelenek ve şartların bu kıyafetleri oluşturması, zengin malzemeli
bir tarih ve sosyoloji konusudur.
246
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
SORUN GELENEĞİN DİNSELLEŞTİRİLMESİDİR
Daha önce değindiğimiz gibi din adına uydurulanları incelersek, bir toplumun
belli bir dönemdeki bakış açısının ve geleneklerinin dinselleştirilmesinin,
bahsedilen uydurmalarda önemli bir yeri olduğunu görürüz. Kapanma
konusunda, bu gelenekleri dinden ayırmanın yolu, Kuran’dan anlaşılan kapanmanın
din olduğunu, Kuran’dan çıkmayan kapanma şekillerinin ve izahların,
din adına uydurma ve geleneklerin dine sokulması olduğunu bilmektir.
Şunu bir daha belirtelim ki geleneklerin bir kıyafet oluşturmasının bir
mahsuru yoktur. Yanlış olan, tarihin belli bir anının ihtiyaçlarından doğan
ve o toplumu ilgilendiren “tarihsel” kıyafetlerin, evrensel olan ve binlerce
yıllık zaman dilimine inmiş olan dine maledilmesidir. Örneğin, sarığı, belli
bir dönemde, erkeklerin kıyafetini tamamlayan bir aksesuar, sıcaktan koruyan
bir başlık olarak erkeklerin giymesi yanlış değildir. Yanlış olan, sarı-
ğın dinen “kutsal” bir giyecek gibi giyilmesi, başkalarına dini kıyafet diye
empoze edilmesi ve Kuran’da hiç bahsedilmeyen bir uygulamanın “sevap”
diye dine sokulmasıdır. Görüldüğü gibi sorun belli bir toplumun geleneği
sonucu sarığın takılması değil, o geleneğin “din” olarak takdimidir. Bu temel
mantığı iyice kavramamız çarşaf, peçe ve başörtüsünün nasıl dinselleş-
tirildiğini anlamamızda ve bu kıyafet şekillerini gereği gibi değerlendirmemizde
faydalı olacaktır. İlk önce yapmamız gerekeni yapalım ve Kuran’da
kapanmayla ilgili geçen tüm ayetleri inceleyip Kuran’ın, yani dinin istediği
ölçüyü bulalım.
Ey ademoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süs kıyafeti
indirdik.
7- Araf Suresi 26
Araf 26’dan ve Araf 22’den, avret yerlerini örtmenin ilk insandan beri
hem erkek, hem kadın için örtünmenin minimumu olduğunu anlarız. Kadınlara
özel giyinme ile ilgili ise Kuran’da üç ayet vardır. Bu üç ayeti incelemek,
kadının kıyafetinin nasıl olması gerektiğini, İslam’ın neyi söyleyip
neyi söylemediğini anlamamızı sağlar.
247
başörtüsü ve kapanma
KURAN’DA BAŞI KAPAMAK GEÇMİYOR
Mümin kadınlara da söyle: Bakışları ölçülü olsun ve cinsel organlarını
korusunlar. Süslerini, kendiliğinden görünenler hariç açmasınlar.
Örtülerini yaka açıklarına koysunlar. Süslerini şu kişilerden
başkasına göstermesinler: Kocaları, yahut babaları, yahut kocaları-
nın babaları, yahut oğulları, yahut kocalarının oğulları, yahut kardeşleri,
yahut kardeşlerinin oğulları, yahut kendi kadınları, yahut
ellerinin altında bulunanlar, yahut kadına ihtiyaç duymaz olmuş
erkeklerden kendilerinin hizmetinde bulunanlar, yahut kadınların
mahrem yerlerini henüz anlayacak yaşa gelmemiş çocuklar. Gizledikleri
süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü-
minler, hepiniz topluca Allah’a tövbe edin ki kurtuluşa erebilesiniz.
24- Nur Suresi 31
Kadını, kendi zihniyetine göre yaşatmak isteyen zihniyetin çarpıttığı ayetlerin
başında bu ayet gelir. Bu ayetteki “hımar” kelimesi geniş manalı bir
kelime olup “örtü” manasına gelir. Eski Arap yazılarına bakılırsa “hımar”ın
yere konulan, masaya örtülen veya herhangi bir örtüyü tarif edebileceğini
görürüz. “Hımar”, başı örterse başörtüsü olur, masaya konursa masa örtüsü
olur. Eğer “hımar” kelimesi ile başın örtülmesi istenseydi “hımar ür-res” gibi
bir vurgulama ile başörtüsü denebilirdi. Böylece “res” kelimesi ile baş bölgesi
vurgulanır ve “hımar” ile beraber başörtüsü net bir şekilde anlaşılırdı.
Nitekim abdest alınmasıyla ilgili ayette başın sıvazlanması söylenirken, baş
kelimesi Arapça karşılığı “res” ile vurgulanır.
Üstelik ayette kapatılacak yerin “yaka açığı” olduğu geçer. Yani “hımar”ın
başı kapatması değil, “yaka dekoltesi”ni örtmesi istenir. (“Yaka açığı” manasına
gelen “cuub” kelimesi hem bu ayette kapanılacak bölgeyi belirtmek
için, hem de Hz. Musa’nın yaka açığına elini soktuğunu belirten ayetlerde
geçer.) “Hımar” kelimesi sırf başörtüsü manasına gelseydi bile bu ayetten
başı örtmek değil, yine “yaka dekoltesi”ni kapatmak anlaşılacaktı. Üstelik
başörtüsünü Kuran’a maletmek isteyen zihniyet, açık bir saptırma yaparak;
“felyedribne” fiilini “salsınlar” diye tercüme etmektedir. Böylece ayet,
248
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
“başörtüsünü yaka açıklarına salsınlar” şeklinde okunacaktır. Oysa hiçbir
şekilde “darabe” kökünden türeyen “felyedribne” fiili “salsınlar” manasına
gelmez. Bu fiille, örtünün “yaka açığına konulması” yani “yaka açığının kapatılması”
anlatılır. Kuran’da “salsınlar, indirsinler” manasında “felyüdnine”
kelimesi kullanılır. Allah böyle bir ifade kullanmak isteseydi “felyedribne”
fiili yerine “felyüdnine” fiilini kullanmaz mıydı? Bu örnek bize, gelenekçi
zihniyetin, kendi fikirlerini doğru çıkartmak uğruna gereğinde Kuran’daki
kelimelerin manasını kaydırmaktan çekinmediğini göstermektedir.
Ayette diğer dikkat etmemiz gereken nokta “süsler” kelimesi ile neyin
kastedildiğidir. Bizim kanaatimize göre “süsler” kelimesi ile özellikle “gö-
ğüsler” kastedilmektedir. Çünkü ayetteki tüm noktalarla, mantıklı bir şekilde,
göğüs bölgesinin uyum sağladığı kanaatindeyiz. Birincisi, ayette
“yaka açıklarının kapatılması” geçiyor, yaka açıklarından ise göğüsler gö-
zükür. İkincisi, ayette gizlenen süslerin belli edilmesi için “ayakların yere
vurulmaması” geçiyor. Ayaklar yere vurulduğunda vücutta belli olacak yer
özellikle göğüslerdir (sütyenin o dönemde icat edilmediğini düşünürsek, bu
daha da iyi anlaşılır). Üçüncüsü, ayetten kendiliğinden görünenler hariç süslerin
kapanması söylenmektedir. Ne kadar kapatılmaya çalışılırsa çalışılsın
özellikle iri göğüsler, çeşitli fiziksel hareketlerde, hatta rüzgarın esmesiyle
elbise yapışınca bile kendini belli edebilir. Ayetten bunun doğal olduğu anlaşılır.
Dördüncüsü, ayette süslerin kimlerin yanında açılabileceği söylenir.
Kuran’daki diğer ayetlerden kadınların bir kısmının iki yıl gibi uzun
bir süre çocuklarını emzirdiğini görüyoruz. Kadının, babası gibi yakınlarının
yanında, çocuğu acıktığında ve ağladığında onu emzirmesi gerekebilir.
Ayetteki bu açıklamanın özellikle bu konuda kadınlara büyük kolaylık
sağlayacağı kanaatindeyiz. Ayetteki bahsedilen ifadelere, göğüs gibi uyan
başka bir bölge bulunmadığı için süslerle özellikle göğüslerin kastedildiği
sonucuna varabiliriz.
“Süsler” kelimesinden takı gibi maddelerin anlaşılamayacağı ayetin
bütünsel olarak ele alınmasıyla açığa çıkar. Çünkü ayette, kadınların süslerini
kendi kadınları yanında açabileceği geçiyor. Takı gibi maddeler tahrik
unsurundan daha çok hava atma unsuru olabilir. Eğer bu hava atma olayı
249
başörtüsü ve kapanma
engellenilmeye çalışılsaydı, buna ilk olarak, karşı cins erkekler yerine, aynı
cinsten olan kadınlar dahil edilirdi. Ayrıca ayakları yere vurunca hangi takı
eşyası belli olur? Kendiliğinden gözüken takı ne olabilir? Araf suresi 31’de
ziynet eşyalarının mescid yanında giyilebileceğinin söylenmesi; takıların,
cami yanı gibi en kalabalık yerlerde de teşhir edilebildiğini, yani saklanmasına
gerek olmadığını gösterir. Görüldüğü gibi mantıksal bir elemeyle gidildiğinde;
ayetin, özellikle göğüs bölgesinin kapanmasını vurguladığı anlaşılır.
KURAN’DA “TESETTÜR” KELİMESİ YOK
Günümüzde kadının kapanması için kullanılan “tesettür” ifadesi de
Kuran’da geçmez. İslam adına etrafında bu kadar büyük fırtınalar koparılan
bir kavramın, yani “tesettür” ifadesinin İslam’ın temel kaynağı olan
Kuran-ı Kerim’de bulunmaması önemlidir. Demek ki “tesettür” kelimesi
dini bir kavram olarak sonradan oluşturulmuştur.
Ayette geçen “humur” ve onun tekili olan “hımar” kelimesini, kadınların
başlarına örttükleri kumaşa verilen özel isim gibi değerlendirmek kelimenin
anlamını sınırlamak olur. Bir şeyi örten şeye “hımar” yani “o şeyin örtüsü”
denir. En ünlü Arapça sözlük olan Lisan-ı Arab’tan “hımar”ın temel manasının
“örtmek” olduğunu görebilirsiniz. Kelimenin temel manası, mezheplerin
kelimeleri tahrif etmesine rağmen açıktır. Daha evvel açıkladığımız
gibi ayette kapatılacak yerin yaka açığı olduğuna dikkat çekilir, baştan bahsedilmez.
Günümüzde, Arapça’da, kadınların başlarına örttükleri kumaşın
özel adı “hımar” değil “mikna” ve “nasıyf”tır. Hangi Arapça sözlüğe bakı-
lırsa bakılsın “mikna (çoğulu mekani)” ve “nasıyf”ın hanımların başlarını
örttükleri kumaşın adı olduğu görülecektir.
KURAN’DA ÜNİFORMA YOK
Kadınların kapanması konusunun daha da iyi anlaşılması için ikinci olarak
Ahzab suresinin 59. ayetini de inceleyelim:
250
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle
cilbablarını (elbiselerini) üzerlerine giysinler. Bilinip incitilmemeleri
için bu daha uygundur.
33-Ahzab Suresi 59
Bu ayetin anlaşılmasında kilit kelime “cilbab”dır. “Cilbab” Arapça’da
gömlek, elbise gibi üste giyilen giysileri ifade eden bir kelimedir. Fakat hiç-
bir şekilde cilbab, belli bir yerden belli bir yere kadar örten giysi manasına
gelmez. Mezhepçi din anlayışını benimseyenlerin kimisi, kadının yüzü de
dahil vücudunun tümünün örtülmesinin farz olduğunu, kimisi iki gözü, kimisi
tek gözü dışındaki her yerini örtmesinin farz olduğunu, en ılımlıları
ise yüz, eller ve ayaklar dışında her yerini örtmesinin farz olduğunu savunurlar.
Oysa kadınların kapanmasıyla ilgili dinin tek kaynağı olan Kuran’da
açıklananlar bu iki ayetle sınırlıdır. Yani kadınların başını örtmesi, peçe giymesi
ve diğer anlatılan sınırlar; Kuran’ın değil geleneklerin ve şahsi görüş-
lerin dine sokulmasının sonucudur. Eğer Allah böyle katı sınırlar çizmek
isteseydi, bir ayette “Cilbabla, yüzünüz ve elleriniz dışında her yerinizi örtün”
şeklinde bir sınırla kapanmanın sınırlarını çizebilirdi. Örneğin abdest
ile ilgili ayette Allah, yıkanacak yerleri tek tek saymış ve “Dirseklere kadar
ellerinizi yıkayın” gibi ifadelerle kesin sınırları koymuştur. Eğer Allah
kapanmada da kesin sınırlar koymak isteseydi, bunu en azından bir cümleyle
belirtebilirdi. Geçmiş kavimlerin başına gelenleri bile detaylarıyla anlatan
Kuran, her şeyi açıkladığını kendisi söyleyen Kuran, eğer kapanmada
sınırları belirlenmiş bir ölçü olacaksa ve bu bir tek cümleyle bile açıklanabilecekse
niye bu cümleyi içermesin? Bu açıklamanın olmaması, bu tarzda
kesin bir sınır koymak istenmemesindendir. Yukarıdaki 33-Ahzab suresi 59.
ayeti ele alırsak, ayette kesin hatları olmayan esnek bir ölçünün olduğunu
görürüz. Ayetten, üzere alınan elbiseyle kadının bilinmesi gerektiğini, böylece
incitilmeyeceğini anlarız. Kadın namuslu bilinirse, bilinmemeden dolayı
bir incitilmeye uğramaz. Bazı insanlar namussuz, fahişe sandıkları
kadınlara takılıp onları incitebilir. Ayet, kadının üzerine elbise alıp bunu
önlemesini sağlıyor.
251
başörtüsü ve kapanma
Peygamberimiz’in döneminde kadınların bir kısmının çırılçıplağa yakın,
göğüsleri açıkta dolaştığı, hatta İslam’ın hakimiyetinden önce putperestlerin
Kabe’de haccı çıplak yaptığı söylenir (Kurtubi, el Cami-il Ahkamil
Kuran 7/189). 33-Ahzab suresi 33. ayetten de İslam’dan önceki cahiliye
döneminde kadınların süslerini açığa vurduğunu anlayabiliriz. Kendi dönemindeki
ölçüyü ve fahişe kadınların açıklığının derecesini bilen kadınlar,
elbiselerini ona göre ayarlayıp bu tacizden kurtulurlar. Günümüzde de eğer
böyle bir durum olursa; kadınlar, kendi yörelerini, geleneklerini, şartlarını
gözönünde bulundurup, kendilerini fahişe tipli kadınlardan ayırıp tacizden
kurtulurlar. Burada şuna dikkat edelim; kadınlar, gerekli şekilde elbise giyip,
tanınmamaktan dolayı oluşan tacizden korunur. Toplumda kadın nasıl
giyinirse giyinsin taciz edecek adamlar da olabilir. Ayette namuslu bilinmemeden
dolayı oluşan taciz önleniyor ve bu önlenirken “daha uygundur”
tarzında yumuşak bir ifade kullanılıyor. Yoksa bazı erkeklerin, beğendiği
bir kadını terbiyesizce taciz etmesi bu ayetin konusu değildir. Ayetin esnek
ve şartlara göre ayarlanacak ifadesinden anlaşılmaktadır ki kadın cilbabını
(elbisesini) öyle giyecektir ki; çıplaklığıyla fahişe mesajı verenlerden ayrı-
lacak, tanınacak ve böylece tacizden korunup, daha uygun bir hareket tarzında
bulunacaktır. Kıyafet nasıl olmalıdır sorusu görüldüğü gibi ayetin
içinde gizlidir; kıyafet ayetin amacına uygun olmalıdır. Eğer amaç yerine
sınırlar önemli olsaydı ve bunda katılık gerekseydi, Allah ayeti ona göre
indirebilirdi. Kapanmayı temel olarak bu iki ayet tarif etmektedir. Kapanmayı
tarif etmemesine rağmen, kadınların giyimine değinen son ayetse 24-
Nur Suresi 60. ayettir:
Nikah arzuları kalmamış, hayızdan kesilen kadınların süslerini göstermeye
çalışmadan siyablarını (giysilerini) çıkarmalarında kendilerine
bir günah yoktur. İffetli davranmaları kendileri için daha hayırlıdır.
Allah İşitendir, Bilendir.
24-Nur Suresi 60
Bu ayette geçen “siyab” kelimesi de hiçbir şekilde belli bir yerden belli
bir yere kadar olan bölgeyi kapatan bir elbise manasına gelmez. Bu ayetten,
252
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
belli bir yaşa gelmiş kadınların, kıyafetlerine daha az dikkat edebileceğini
anlıyoruz.
SICAKTA BAŞIN ÖRTÜLMESİ KÜLTÜRELDİR
Görüldüğü gibi Kuran’ın tarif ettiği kapanmada, İslam adına bugün uygulanan
kapanma şekillerinin, peçelerin, çarşafların, başörtülerinin tarifi yoktur.
Yani bunların temeli dinimiz değil, örflerin ve geleneklerin dinselleştirilmesidir.
Peygamberimiz’in döneminde erkek, kadın birçok kişinin gelenek
olarak başını örttüğü söylenir. Kıyafetlerin giyilişindeki temel sebeplerden
birinin sıcaktan korunma olduğunu 16-Nahl Suresi 81. ayet de söylemektedir.
Sıcak yörelerde başı örtmek, böylece güneşin etkilerinden, güneş çarpmalarından
korunmak birçok sıcak iklimli bölgenin kültüründe vardır. Fakat
ne yazık ki dinimizde kadının başının kapanması geleneği farzlaştırılmış,
erkeğin başına sarık takması da sarıklı namaz kılanın 70 kat daha fazla sevap
alacağı izahlarıyla dini bir kıyafete dönüştürülmüştür. Oysa hem erkeğin
sarığının, hem de kadının başını örtmesinin Kuran’da geçmemesi, bunların
dinsel bir nitelikleri olmadığının delilidir. Allah isteseydi “Erkekler sarıkla
namaz kılsın” veya “Kadınlar saçlarının tek teli gözükmeyecek şekilde ba-
şörtüsü taksın” izahlarıyla konuya açıklık getirebilirdi.
Günümüzde başörtüsü için yapılan eylemleri görenler, Kuran’da geç-
meyen bu kapatma şekillerinin İslam’ın en temel hükümlerinden olduğunu,
Kuran’da ısrarla bu konu üzerinde durulduğunu sanmaktadırlar. (Başörtülü
hanımların, başörtüsüz hanımların yer alabildiği günlük yaşamın alanlarında,
yer almasının yasaklanmasının çok hatalı bir uygulama olduğu kanaatindeyiz.
Fakat bu, başı örtmenin dini bir mecburiyet olup olmadığı ile
karıştırılmamalıdır.)
Başörtüsünü ısrarla savunup eylemler yapanlara, eylemlerinin ve zıtlaşmanın
sonunda, uğrunda bu kadar zahmete katlandıkları şeyin din değil
de gelenek olduğunu anlatmak daha da zorlaşmaktadır. Yapılan her eylem,
akıllı düşünmeyi ve objektifliği kenara bıraktırmakta, akılcılık ve Kuran’ı
samimi değerlendirme yerine örfe sahip çıkma ve inat ön plana çıkmaktadır.
253
başörtüsü ve kapanma
Başörtüsü yüzünden okulundan ayrılan bir kıza, “Başörtüsü veya pardesülü
kapanma diye bir şey dinde yok, sen din adına Arap örf ve adetlerine,
Emevi ve Abbasi döneminin uydurmalarına sahip çıkıyorsun” denilince, o
kız sizi ne kadar objektif değerlendirebilir? Hepimiz, din adına gelenekleri
ve kendi yaklaşımlarını dinselleştirenlerle beraber kişisel hak ve özgürlükleri
kısıtlayan, başörtüsü ve kıyafet yasağı gibi gereksiz uygulamalarla insanları
radikal çizgilere iten yasaklamacı kafalarla da mücadele etmek zorundayız.
KADINLARI POŞETE SOKMA
Kuran’da gerekli malzemeyi bulamayan gelenekçilik; uydurma hadislerle,
uydurma yorumlarla, mezhep izahlarıyla kadınları poşete sokulmuş
şekilde kapatacak malzemeyi türetmiştir. Kuran’da 33-Ahzab Suresi 52.
ayette; Peygamberimiz’in, bu ayetin inişinden itibaren, güzelliği hoşuna giden
bir kadın dahi olsa, artık evlenmesinin helal olmadığı söylenir. Demek
ki Peygamberimiz’in döneminde, kadınların kıyafetleri kimin ne kadar gü-
zel olduğunu bilmeyi engellemiyordu. Oysa mezheplerin belirttiği gibi çar-
şaf, peçe veya başörtüsü giyilirse hangi hanımın ne kadar güzel olduğu nasıl
anlaşılabilir? Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da Kuran’ın gözardı
edildiğini görüyoruz.
Her zaman olduğu gibi uydurma hadislerle dolu kitaplardan, işe gelen hadis
alınmış, işe gelmeyen hadis görmezlikten gelinmiştir. Oysa hadis külliyatında
Peygamber döneminde kadın ve erkeklerin aynı kaptan abdest aldıkları
da geçer (Bakınız: Buhari, Vudu 43; Ebu Davud, Taharet 39; İbni Mace,
Taharet 36; Nesai, Taharet 56). Abdeste konu olan yerler ayak, dirseklere kadar
eller, yüz ve baş olduğuna göre bu hadisten, kadınların erkeklerle karı-
şık ve başı açık oldukları durumların mevcudiyeti anlaşılır. Oysa mezhepçi
İslamcılık, bu hadisi yorumlayarak atar ve kendi kafasına uygun diğer malzemelere
sarılır. Peki, madem kadının sizin söylediğiniz şekilde kapanmasının
açık bir hüküm olduğunu söylüyorsunuz, niye ayrı ayrı kapanma şekillerini
savunuyorsunuz? Neden kiminiz peçe farzdır, kiminiz ise değildir
diyor? Neden kiminiz kadınların elleri gözükemez deyip yaz-kış kadınlara
254
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
eldiven giydiriyor da, kiminiz kadınların elleri gözükebilir diyor? Neden kiminiz
çarşaf dışında hiçbir şeyle kapanılamaz diyor da, kiminiz pardesü ile
de olabilir diyor? Hiç şüphesiz kesin sınırlı bir hüküm olsa, böyle ayrı ölçü-
ler çıkmazdı. Tüm bu ayrı ölçüler ve hükümler; kapanma konusunda geleneklerin,
örfün, Emevi, Abbasi döneminin kadına bakış açısının dinselleş-
mesinin neticeleridir. Her bir ayrı kapanma modeli de “Allah’ın isteği tam
budur” diye savunulup, sanki Allah’ın aynı konuda beş-on tane ayrı görüşü
varmış gibi bir çelişki ortaya konulmuştur. Allah’ın kadınların giyinmesi
konusundaki hükmü, yukarıdaki üç ayette bellidir ve bunlardan anlaşılan
neyse kadının giyim tarzı öyle olmalıdır. Verilen esneklik de, tam bir sınırın
olmaması da muhakkak hikmetlidir. Çünkü Kuran’ı indiren hikmetli olan
Allah’tır ve Allah bu dini yüzlerce yıllık zaman dilimlerine, apayrı kültürlere,
apayrı adetlere, apayrı iklimlere indirmiştir. Ayetlerdeki esneklikler,
dinimizin her şart ve zaman dilimine uyumunu sağlayan Allah’ın rahmet
ve hikmetleridirler. Emeviler’in ve Abbasiler’in kendi görüşlerini dondurup,
Allah’ın görüşünü kendi bakış açılarına hapsetmeye çalışmalarından dinimizi
kurtarmak, hepimizin Allah’a karşı borcudur.
TEK GÖZ İZAHI
Buraya kadar Kuran’ın kapanma ile ilgili ayetlerini gördük. Şimdi de
gelenekçilerin vardığı abartılı sonuçları görelim: Şafi ve Hanbeli mezheplerinde,
kadının istisnasız tüm vücudu her zaman kapanması gereken bölgedir
(yüz ve eller de dahil). Hanefi ve Maliki mezheplerinde eller ve yüz,
o da fitne olmayan koşullarda açık olabilir (Sabuni, Tefsirul Ayatil Ahkam
2/154,155). Es Suddi: “Kadın gözlerinden birini ve yüzünün açık kalan
göz kısmındaki tarafını kapatır. Sadece bir göz açıkta kalır.” Ebu Hayyan:
“Endülüs’te adet böyle idi. Kadının bir gözünden başka hiçbir yeri
görünmezdi” (Ebu Hayyan, El Bahrul Muhit). Şafi imamları, kadının kesilmiş
olan tırnaklarına dahi bakmayı yasaklamışlardır (İbni Hacer El Heytemi,
İslam’da Helal ve Haramlar 2). Yaygın izahlardan birine göre İslam’ın
kadına farz kıldığı örtünme, kadının yüzünü de içine almaktadır (Fıkhus
255
başörtüsü ve kapanma
Siyre). Bir başka kaynakta, kadının erkeğe bakışının nasıl olması gerektiği
şöyle açıklanmıştır: “Kadının, yabancı erkeğin göğsüne, sırtına, bacağına
şehvet korkusu olmasa bile bakması caiz değildir. Yüz ise fitne açısından
ayaktan, saçtan ve bacaklardan daha ileridedir. Bu kısımlara bakmak ittifakla
haram olduğuna göre, yüze bakmak da evveliyetle haram olması gereken
bir fiildir” (Sabuni, Revai 2/156).
Mezhepçi yaklaşımlarca varılan bu tür sonuçlar saymakla bitmeyecek
kadar çoktur. Yukarıda gördüğümüz gibi bırakın kadının komple kapanması
gerektiğini, kadının kesilen tırnağının bile görülemeyeceği iddialar arasındadır.
Tüm bu izahları yapan mezhepçilerin, sanki dinin tek kaynağının Kuran
olduğunu kabul ediyorlarmış gibi “hımar” kelimesini ve ayetleri çekiş-
tirip, Kuran’ı kendi kafalarındaki modele örnek gösterme çabaları şaşılacak
bir tutumdur. Asıl sorun kadının kalktığı yere oturulamayacağını, hiçbir yö-
netici vasfının olmadığını, erkeğin kölesi gibi olması gerektiğini, kadınların
çoğunun cehennemlik olduğunu zanneden zihniyette olmaktır. Başörtüsü ve
diğer kapanma çeşitleri kitabın 21. bölümünde gördüğümüz zihniyetin sonucudur.
Günümüzde başörtüsünün özel bir yer kazanması, mevcut yasaklamaların,
gösteri ve eylemlerin neticesidir. Yoksa başörtüsünün, kadının
kalktığı yere oturulamayacağı izahından bir farkı yoktur. Başörtüsünün bu
kadar tartışılması çağımıza mahsustur. Çünkü uydurmaların ortaya atıldığı
ilk dönemlerde tartışma konusu “Kadının hangi bölgelerinin dışındaki yerler
gözükebilir?” şeklindeydi. Tartışma “Tek göz mü, çift göz mü, tamamen
peçe ile mi?” şeklindeydi. Bu dönemde kadınları kapatanların çoğu başörtüsü
değil, çarşaf gibi tepeden tırnağa örtüleri kullanıyorlardı. Görüldüğü
gibi başörtüsünü “hımar” kelimesiyle açıklamaya kalkmak yeni bir gayrettir.
Daha eski yıllarda “hımar”ı peçe şeklinde tanımlama gayretleri, bugünkü
başörtüsü şeklinde tanımlama gayretlerinin önündeydi.
Kuran bu yaklaşımların hiçbirine geçit verecek izahları içermez. Yoksa
Kuran “kesilen tırnağınızı göstermeyin” mi diyor? Kuran “peçe ile yüzü-
nüzü örtün” mü diyor? Kuran’da “saçınızın tek telini göstermeyin” deniyor
mu? Saçın kapanmasına dair bir açıklama var mı? Peki, “başınızı örtün”
diye hiçbir ifade var mı? Madem Kuran’da tüm bu izahlar yok, samimi bir
256
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
şekilde Kuran dışı kaynakları kullanıp bu uygulamaları çıkardığınızı itiraf
edin. Kuran’ın kadınların giyimiyle alakalı üç ayeti de, diğer izahlar da ortadadır.
Hiç olmazsa kendi fikriniz içinde samimi olun, Kuran’ı çekiştirmeyin.
Ayrıca şunu da belirtelim ki Kuran’da namaz kıyafeti diye ayrı bir kıyafet
yoktur. Başörtüsü, peçe, çarşaf diye dinimizde bir kıyafet mecburiyeti olmadığına
göre, elbette ki namazda da bunları giymenin bir mecburiyeti yoktur.
FUTBOL OYNAYAN ERKEKLER SEYREDİLEBİLİR Mİ?
Mezhepçiler kadınların kapanması ile ilgili bu izahları yaparken, erkekler
için de Kuran’da olmayan birçok zorluk getirmişlerdir. Erkeğin dizi
ile göbek arasını örtmesinin farz olduğu, kimi mezheplerin uydurmasıdır.
Gerçi Peygamber’in baldırının gözüktüğüne dair de hadis vardır ama bazı
mezhep imamları, öbür hadisi beğenip “erkeğin baldırı ile dizinin arası
gözükemez” demişlerdir. Üstelik erkeklerin birbirinin dizi ile göbek arasına
bakmasının da haram olduğuna kanaat getirilmiştir. Bu izaha göre
futbol, basketbol gibi erkeklerin şortla oynadığı oyunları da seyretmek
haram olur. Türkiye’de yaygın olan Hanefi mezhebinin savunucusu televizyonlar,
kendi mezheplerine göre haram olmasına rağmen futbol, basketbol
gibi sporların maçlarını hiç çekinmeden göstermektedirler. Bu da
bizce, bu grupların, kendi inançlarında ne kadar samimi olduklarının bir
göstergesidir! Erkeklerin sarı ve kırmızı giyemeyeceği de yine mezheplerin
İslam’ının uydurmalarından birisidir (Bakınız: Müslim, Libas 27
ve Mişkat 2/1247). Erkeklerin parlak olanlarının, peçe giymesi gerektiği
izahı da mezhepçi eserlerdeki bir izahtır. Sakal konusunda yapılan izahlar
da oldukça sorunludur. Diyebiliriz ki kadınlardaki başörtüsüne erkeklerde
bir karşılık aransaydı bu sakal olurdu.
“Sakal bırakmak sünnet, başörtüsü farzdır” izahları yapılır ama sakalı
bırakmaya “sünnet” diyenler garip bir mantıkla kesmeye “haram” demiş-
lerdir. En yaygın mezhep olan Hanefiliğe ve diğer mezhepler Maliki’ye,
Hanbeli’ye göre sakalı kesmek haram görülmüştür (Halil Günenç, İslam’da
Kılık Kıyafet ve Örtünme). Tabi ki diğer uydurmalar gibi erkeklerin sakal
257
başörtüsü ve kapanma
bırakması gerektiğine dair bir izah da Kuran’da yer almaz. Fakat mezheplerin
İslam’ını savunanlar: “Allah sakal çıkarıyor, sen kesiyorsun. Sonra
Allah yine sakal çıkarıyor, sen Allah’la savaşıp bir daha kesiyorsun...” gibi
enteresan açıklamalarla sakalı kesmenin, Allah’la savaşmak anlamına geldiğini
halka anlatmaktadırlar. Allah’a şükür ki Allah, kitabı Kuran’da her
türlü detayı verdi ve böylesi fıkıh ve hadis kitaplarına bizi muhtaç etmedi.
Ne mutlu Kuran’ın yeterliliğini anlayanlara. Ne mutlu Kuran’a güvenenlere.
Kendilerine okunmakta olan Kitab’ı sana indirmemiz onlara yetmiyor
mu?
29-Ankebut Suresi 51
•••
başörtüsü ve kapanma
Peygamberimiz’in vefatından sonra din adına yapılan saptırma ve ilavelerde,
kadınlarla ilgili konuların özel bir yeri olduğunu bir önceki bölümde gördük.
Kadınların kapanması ise kadınlarla ilgili uydurulanlar içinde özel bir
yere sahiptir. Bu yüzden kitabımızda bu konuyu ayrı bir başlık altında inceliyoruz.
İnsan, memeli canlılar içinde tek çıplak doğup giyinendir. 7-Araf
Suresi 22. ayetten, insanların giyinmesinin insanlık tarihi kadar eski oldu-
ğunu öğreniyoruz. Kıyafet zamana, toplumun geleneklerine, iklimin şartlarına,
meslek gruplarına, makama, mevkiye, yaşa ve birçok faktöre göre
hem toplumlar arası hem de toplum içi çeşitlilik göstermiştir. Bazı toplumlar,
Hint-Avrupa ırkında olduğu gibi tarih boyunca kıyafetlerinde birçok kere
değişiklikler yapmışlardır. Bazı toplumlar ise, Asya toplumlarında olduğu
gibi tarih boyunca kıyafetlerinde çok daha az değişiklik yapmışlardır. Toplum
içi kıyafet farklılıklarınınsa en iyi örneklerinden birisi Osmanlı’dır. Osmanlı’da
padişah üç sorguçlu sarık takarken, veziri azam iki sorguçlu, halk
ise tek sorguçlu takabilirdi. İki veya üç sorguç halka yasaktı. Saraylının, esnafın,
tekkecinin, ayrı din mensubu kadın ve erkeklerin başlıkları, kıyafetleri,
renkleri Osmanlı’da hep farklıydı ve bu kıyafetlerin farklılığı kanunlar
ile korunurdu. Görüldüğü gibi hem toplumlar arası hem toplum içi kıyafetlerin
farklılığı, gelenek ve şartların bu kıyafetleri oluşturması, zengin malzemeli
bir tarih ve sosyoloji konusudur.
246
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
SORUN GELENEĞİN DİNSELLEŞTİRİLMESİDİR
Daha önce değindiğimiz gibi din adına uydurulanları incelersek, bir toplumun
belli bir dönemdeki bakış açısının ve geleneklerinin dinselleştirilmesinin,
bahsedilen uydurmalarda önemli bir yeri olduğunu görürüz. Kapanma
konusunda, bu gelenekleri dinden ayırmanın yolu, Kuran’dan anlaşılan kapanmanın
din olduğunu, Kuran’dan çıkmayan kapanma şekillerinin ve izahların,
din adına uydurma ve geleneklerin dine sokulması olduğunu bilmektir.
Şunu bir daha belirtelim ki geleneklerin bir kıyafet oluşturmasının bir
mahsuru yoktur. Yanlış olan, tarihin belli bir anının ihtiyaçlarından doğan
ve o toplumu ilgilendiren “tarihsel” kıyafetlerin, evrensel olan ve binlerce
yıllık zaman dilimine inmiş olan dine maledilmesidir. Örneğin, sarığı, belli
bir dönemde, erkeklerin kıyafetini tamamlayan bir aksesuar, sıcaktan koruyan
bir başlık olarak erkeklerin giymesi yanlış değildir. Yanlış olan, sarı-
ğın dinen “kutsal” bir giyecek gibi giyilmesi, başkalarına dini kıyafet diye
empoze edilmesi ve Kuran’da hiç bahsedilmeyen bir uygulamanın “sevap”
diye dine sokulmasıdır. Görüldüğü gibi sorun belli bir toplumun geleneği
sonucu sarığın takılması değil, o geleneğin “din” olarak takdimidir. Bu temel
mantığı iyice kavramamız çarşaf, peçe ve başörtüsünün nasıl dinselleş-
tirildiğini anlamamızda ve bu kıyafet şekillerini gereği gibi değerlendirmemizde
faydalı olacaktır. İlk önce yapmamız gerekeni yapalım ve Kuran’da
kapanmayla ilgili geçen tüm ayetleri inceleyip Kuran’ın, yani dinin istediği
ölçüyü bulalım.
Ey ademoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süs kıyafeti
indirdik.
7- Araf Suresi 26
Araf 26’dan ve Araf 22’den, avret yerlerini örtmenin ilk insandan beri
hem erkek, hem kadın için örtünmenin minimumu olduğunu anlarız. Kadınlara
özel giyinme ile ilgili ise Kuran’da üç ayet vardır. Bu üç ayeti incelemek,
kadının kıyafetinin nasıl olması gerektiğini, İslam’ın neyi söyleyip
neyi söylemediğini anlamamızı sağlar.
247
başörtüsü ve kapanma
KURAN’DA BAŞI KAPAMAK GEÇMİYOR
Mümin kadınlara da söyle: Bakışları ölçülü olsun ve cinsel organlarını
korusunlar. Süslerini, kendiliğinden görünenler hariç açmasınlar.
Örtülerini yaka açıklarına koysunlar. Süslerini şu kişilerden
başkasına göstermesinler: Kocaları, yahut babaları, yahut kocaları-
nın babaları, yahut oğulları, yahut kocalarının oğulları, yahut kardeşleri,
yahut kardeşlerinin oğulları, yahut kendi kadınları, yahut
ellerinin altında bulunanlar, yahut kadına ihtiyaç duymaz olmuş
erkeklerden kendilerinin hizmetinde bulunanlar, yahut kadınların
mahrem yerlerini henüz anlayacak yaşa gelmemiş çocuklar. Gizledikleri
süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü-
minler, hepiniz topluca Allah’a tövbe edin ki kurtuluşa erebilesiniz.
24- Nur Suresi 31
Kadını, kendi zihniyetine göre yaşatmak isteyen zihniyetin çarpıttığı ayetlerin
başında bu ayet gelir. Bu ayetteki “hımar” kelimesi geniş manalı bir
kelime olup “örtü” manasına gelir. Eski Arap yazılarına bakılırsa “hımar”ın
yere konulan, masaya örtülen veya herhangi bir örtüyü tarif edebileceğini
görürüz. “Hımar”, başı örterse başörtüsü olur, masaya konursa masa örtüsü
olur. Eğer “hımar” kelimesi ile başın örtülmesi istenseydi “hımar ür-res” gibi
bir vurgulama ile başörtüsü denebilirdi. Böylece “res” kelimesi ile baş bölgesi
vurgulanır ve “hımar” ile beraber başörtüsü net bir şekilde anlaşılırdı.
Nitekim abdest alınmasıyla ilgili ayette başın sıvazlanması söylenirken, baş
kelimesi Arapça karşılığı “res” ile vurgulanır.
Üstelik ayette kapatılacak yerin “yaka açığı” olduğu geçer. Yani “hımar”ın
başı kapatması değil, “yaka dekoltesi”ni örtmesi istenir. (“Yaka açığı” manasına
gelen “cuub” kelimesi hem bu ayette kapanılacak bölgeyi belirtmek
için, hem de Hz. Musa’nın yaka açığına elini soktuğunu belirten ayetlerde
geçer.) “Hımar” kelimesi sırf başörtüsü manasına gelseydi bile bu ayetten
başı örtmek değil, yine “yaka dekoltesi”ni kapatmak anlaşılacaktı. Üstelik
başörtüsünü Kuran’a maletmek isteyen zihniyet, açık bir saptırma yaparak;
“felyedribne” fiilini “salsınlar” diye tercüme etmektedir. Böylece ayet,
248
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
“başörtüsünü yaka açıklarına salsınlar” şeklinde okunacaktır. Oysa hiçbir
şekilde “darabe” kökünden türeyen “felyedribne” fiili “salsınlar” manasına
gelmez. Bu fiille, örtünün “yaka açığına konulması” yani “yaka açığının kapatılması”
anlatılır. Kuran’da “salsınlar, indirsinler” manasında “felyüdnine”
kelimesi kullanılır. Allah böyle bir ifade kullanmak isteseydi “felyedribne”
fiili yerine “felyüdnine” fiilini kullanmaz mıydı? Bu örnek bize, gelenekçi
zihniyetin, kendi fikirlerini doğru çıkartmak uğruna gereğinde Kuran’daki
kelimelerin manasını kaydırmaktan çekinmediğini göstermektedir.
Ayette diğer dikkat etmemiz gereken nokta “süsler” kelimesi ile neyin
kastedildiğidir. Bizim kanaatimize göre “süsler” kelimesi ile özellikle “gö-
ğüsler” kastedilmektedir. Çünkü ayetteki tüm noktalarla, mantıklı bir şekilde,
göğüs bölgesinin uyum sağladığı kanaatindeyiz. Birincisi, ayette
“yaka açıklarının kapatılması” geçiyor, yaka açıklarından ise göğüsler gö-
zükür. İkincisi, ayette gizlenen süslerin belli edilmesi için “ayakların yere
vurulmaması” geçiyor. Ayaklar yere vurulduğunda vücutta belli olacak yer
özellikle göğüslerdir (sütyenin o dönemde icat edilmediğini düşünürsek, bu
daha da iyi anlaşılır). Üçüncüsü, ayetten kendiliğinden görünenler hariç süslerin
kapanması söylenmektedir. Ne kadar kapatılmaya çalışılırsa çalışılsın
özellikle iri göğüsler, çeşitli fiziksel hareketlerde, hatta rüzgarın esmesiyle
elbise yapışınca bile kendini belli edebilir. Ayetten bunun doğal olduğu anlaşılır.
Dördüncüsü, ayette süslerin kimlerin yanında açılabileceği söylenir.
Kuran’daki diğer ayetlerden kadınların bir kısmının iki yıl gibi uzun
bir süre çocuklarını emzirdiğini görüyoruz. Kadının, babası gibi yakınlarının
yanında, çocuğu acıktığında ve ağladığında onu emzirmesi gerekebilir.
Ayetteki bu açıklamanın özellikle bu konuda kadınlara büyük kolaylık
sağlayacağı kanaatindeyiz. Ayetteki bahsedilen ifadelere, göğüs gibi uyan
başka bir bölge bulunmadığı için süslerle özellikle göğüslerin kastedildiği
sonucuna varabiliriz.
“Süsler” kelimesinden takı gibi maddelerin anlaşılamayacağı ayetin
bütünsel olarak ele alınmasıyla açığa çıkar. Çünkü ayette, kadınların süslerini
kendi kadınları yanında açabileceği geçiyor. Takı gibi maddeler tahrik
unsurundan daha çok hava atma unsuru olabilir. Eğer bu hava atma olayı
249
başörtüsü ve kapanma
engellenilmeye çalışılsaydı, buna ilk olarak, karşı cins erkekler yerine, aynı
cinsten olan kadınlar dahil edilirdi. Ayrıca ayakları yere vurunca hangi takı
eşyası belli olur? Kendiliğinden gözüken takı ne olabilir? Araf suresi 31’de
ziynet eşyalarının mescid yanında giyilebileceğinin söylenmesi; takıların,
cami yanı gibi en kalabalık yerlerde de teşhir edilebildiğini, yani saklanmasına
gerek olmadığını gösterir. Görüldüğü gibi mantıksal bir elemeyle gidildiğinde;
ayetin, özellikle göğüs bölgesinin kapanmasını vurguladığı anlaşılır.
KURAN’DA “TESETTÜR” KELİMESİ YOK
Günümüzde kadının kapanması için kullanılan “tesettür” ifadesi de
Kuran’da geçmez. İslam adına etrafında bu kadar büyük fırtınalar koparılan
bir kavramın, yani “tesettür” ifadesinin İslam’ın temel kaynağı olan
Kuran-ı Kerim’de bulunmaması önemlidir. Demek ki “tesettür” kelimesi
dini bir kavram olarak sonradan oluşturulmuştur.
Ayette geçen “humur” ve onun tekili olan “hımar” kelimesini, kadınların
başlarına örttükleri kumaşa verilen özel isim gibi değerlendirmek kelimenin
anlamını sınırlamak olur. Bir şeyi örten şeye “hımar” yani “o şeyin örtüsü”
denir. En ünlü Arapça sözlük olan Lisan-ı Arab’tan “hımar”ın temel manasının
“örtmek” olduğunu görebilirsiniz. Kelimenin temel manası, mezheplerin
kelimeleri tahrif etmesine rağmen açıktır. Daha evvel açıkladığımız
gibi ayette kapatılacak yerin yaka açığı olduğuna dikkat çekilir, baştan bahsedilmez.
Günümüzde, Arapça’da, kadınların başlarına örttükleri kumaşın
özel adı “hımar” değil “mikna” ve “nasıyf”tır. Hangi Arapça sözlüğe bakı-
lırsa bakılsın “mikna (çoğulu mekani)” ve “nasıyf”ın hanımların başlarını
örttükleri kumaşın adı olduğu görülecektir.
KURAN’DA ÜNİFORMA YOK
Kadınların kapanması konusunun daha da iyi anlaşılması için ikinci olarak
Ahzab suresinin 59. ayetini de inceleyelim:
250
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle
cilbablarını (elbiselerini) üzerlerine giysinler. Bilinip incitilmemeleri
için bu daha uygundur.
33-Ahzab Suresi 59
Bu ayetin anlaşılmasında kilit kelime “cilbab”dır. “Cilbab” Arapça’da
gömlek, elbise gibi üste giyilen giysileri ifade eden bir kelimedir. Fakat hiç-
bir şekilde cilbab, belli bir yerden belli bir yere kadar örten giysi manasına
gelmez. Mezhepçi din anlayışını benimseyenlerin kimisi, kadının yüzü de
dahil vücudunun tümünün örtülmesinin farz olduğunu, kimisi iki gözü, kimisi
tek gözü dışındaki her yerini örtmesinin farz olduğunu, en ılımlıları
ise yüz, eller ve ayaklar dışında her yerini örtmesinin farz olduğunu savunurlar.
Oysa kadınların kapanmasıyla ilgili dinin tek kaynağı olan Kuran’da
açıklananlar bu iki ayetle sınırlıdır. Yani kadınların başını örtmesi, peçe giymesi
ve diğer anlatılan sınırlar; Kuran’ın değil geleneklerin ve şahsi görüş-
lerin dine sokulmasının sonucudur. Eğer Allah böyle katı sınırlar çizmek
isteseydi, bir ayette “Cilbabla, yüzünüz ve elleriniz dışında her yerinizi örtün”
şeklinde bir sınırla kapanmanın sınırlarını çizebilirdi. Örneğin abdest
ile ilgili ayette Allah, yıkanacak yerleri tek tek saymış ve “Dirseklere kadar
ellerinizi yıkayın” gibi ifadelerle kesin sınırları koymuştur. Eğer Allah
kapanmada da kesin sınırlar koymak isteseydi, bunu en azından bir cümleyle
belirtebilirdi. Geçmiş kavimlerin başına gelenleri bile detaylarıyla anlatan
Kuran, her şeyi açıkladığını kendisi söyleyen Kuran, eğer kapanmada
sınırları belirlenmiş bir ölçü olacaksa ve bu bir tek cümleyle bile açıklanabilecekse
niye bu cümleyi içermesin? Bu açıklamanın olmaması, bu tarzda
kesin bir sınır koymak istenmemesindendir. Yukarıdaki 33-Ahzab suresi 59.
ayeti ele alırsak, ayette kesin hatları olmayan esnek bir ölçünün olduğunu
görürüz. Ayetten, üzere alınan elbiseyle kadının bilinmesi gerektiğini, böylece
incitilmeyeceğini anlarız. Kadın namuslu bilinirse, bilinmemeden dolayı
bir incitilmeye uğramaz. Bazı insanlar namussuz, fahişe sandıkları
kadınlara takılıp onları incitebilir. Ayet, kadının üzerine elbise alıp bunu
önlemesini sağlıyor.
251
başörtüsü ve kapanma
Peygamberimiz’in döneminde kadınların bir kısmının çırılçıplağa yakın,
göğüsleri açıkta dolaştığı, hatta İslam’ın hakimiyetinden önce putperestlerin
Kabe’de haccı çıplak yaptığı söylenir (Kurtubi, el Cami-il Ahkamil
Kuran 7/189). 33-Ahzab suresi 33. ayetten de İslam’dan önceki cahiliye
döneminde kadınların süslerini açığa vurduğunu anlayabiliriz. Kendi dönemindeki
ölçüyü ve fahişe kadınların açıklığının derecesini bilen kadınlar,
elbiselerini ona göre ayarlayıp bu tacizden kurtulurlar. Günümüzde de eğer
böyle bir durum olursa; kadınlar, kendi yörelerini, geleneklerini, şartlarını
gözönünde bulundurup, kendilerini fahişe tipli kadınlardan ayırıp tacizden
kurtulurlar. Burada şuna dikkat edelim; kadınlar, gerekli şekilde elbise giyip,
tanınmamaktan dolayı oluşan tacizden korunur. Toplumda kadın nasıl
giyinirse giyinsin taciz edecek adamlar da olabilir. Ayette namuslu bilinmemeden
dolayı oluşan taciz önleniyor ve bu önlenirken “daha uygundur”
tarzında yumuşak bir ifade kullanılıyor. Yoksa bazı erkeklerin, beğendiği
bir kadını terbiyesizce taciz etmesi bu ayetin konusu değildir. Ayetin esnek
ve şartlara göre ayarlanacak ifadesinden anlaşılmaktadır ki kadın cilbabını
(elbisesini) öyle giyecektir ki; çıplaklığıyla fahişe mesajı verenlerden ayrı-
lacak, tanınacak ve böylece tacizden korunup, daha uygun bir hareket tarzında
bulunacaktır. Kıyafet nasıl olmalıdır sorusu görüldüğü gibi ayetin
içinde gizlidir; kıyafet ayetin amacına uygun olmalıdır. Eğer amaç yerine
sınırlar önemli olsaydı ve bunda katılık gerekseydi, Allah ayeti ona göre
indirebilirdi. Kapanmayı temel olarak bu iki ayet tarif etmektedir. Kapanmayı
tarif etmemesine rağmen, kadınların giyimine değinen son ayetse 24-
Nur Suresi 60. ayettir:
Nikah arzuları kalmamış, hayızdan kesilen kadınların süslerini göstermeye
çalışmadan siyablarını (giysilerini) çıkarmalarında kendilerine
bir günah yoktur. İffetli davranmaları kendileri için daha hayırlıdır.
Allah İşitendir, Bilendir.
24-Nur Suresi 60
Bu ayette geçen “siyab” kelimesi de hiçbir şekilde belli bir yerden belli
bir yere kadar olan bölgeyi kapatan bir elbise manasına gelmez. Bu ayetten,
252
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
belli bir yaşa gelmiş kadınların, kıyafetlerine daha az dikkat edebileceğini
anlıyoruz.
SICAKTA BAŞIN ÖRTÜLMESİ KÜLTÜRELDİR
Görüldüğü gibi Kuran’ın tarif ettiği kapanmada, İslam adına bugün uygulanan
kapanma şekillerinin, peçelerin, çarşafların, başörtülerinin tarifi yoktur.
Yani bunların temeli dinimiz değil, örflerin ve geleneklerin dinselleştirilmesidir.
Peygamberimiz’in döneminde erkek, kadın birçok kişinin gelenek
olarak başını örttüğü söylenir. Kıyafetlerin giyilişindeki temel sebeplerden
birinin sıcaktan korunma olduğunu 16-Nahl Suresi 81. ayet de söylemektedir.
Sıcak yörelerde başı örtmek, böylece güneşin etkilerinden, güneş çarpmalarından
korunmak birçok sıcak iklimli bölgenin kültüründe vardır. Fakat
ne yazık ki dinimizde kadının başının kapanması geleneği farzlaştırılmış,
erkeğin başına sarık takması da sarıklı namaz kılanın 70 kat daha fazla sevap
alacağı izahlarıyla dini bir kıyafete dönüştürülmüştür. Oysa hem erkeğin
sarığının, hem de kadının başını örtmesinin Kuran’da geçmemesi, bunların
dinsel bir nitelikleri olmadığının delilidir. Allah isteseydi “Erkekler sarıkla
namaz kılsın” veya “Kadınlar saçlarının tek teli gözükmeyecek şekilde ba-
şörtüsü taksın” izahlarıyla konuya açıklık getirebilirdi.
Günümüzde başörtüsü için yapılan eylemleri görenler, Kuran’da geç-
meyen bu kapatma şekillerinin İslam’ın en temel hükümlerinden olduğunu,
Kuran’da ısrarla bu konu üzerinde durulduğunu sanmaktadırlar. (Başörtülü
hanımların, başörtüsüz hanımların yer alabildiği günlük yaşamın alanlarında,
yer almasının yasaklanmasının çok hatalı bir uygulama olduğu kanaatindeyiz.
Fakat bu, başı örtmenin dini bir mecburiyet olup olmadığı ile
karıştırılmamalıdır.)
Başörtüsünü ısrarla savunup eylemler yapanlara, eylemlerinin ve zıtlaşmanın
sonunda, uğrunda bu kadar zahmete katlandıkları şeyin din değil
de gelenek olduğunu anlatmak daha da zorlaşmaktadır. Yapılan her eylem,
akıllı düşünmeyi ve objektifliği kenara bıraktırmakta, akılcılık ve Kuran’ı
samimi değerlendirme yerine örfe sahip çıkma ve inat ön plana çıkmaktadır.
253
başörtüsü ve kapanma
Başörtüsü yüzünden okulundan ayrılan bir kıza, “Başörtüsü veya pardesülü
kapanma diye bir şey dinde yok, sen din adına Arap örf ve adetlerine,
Emevi ve Abbasi döneminin uydurmalarına sahip çıkıyorsun” denilince, o
kız sizi ne kadar objektif değerlendirebilir? Hepimiz, din adına gelenekleri
ve kendi yaklaşımlarını dinselleştirenlerle beraber kişisel hak ve özgürlükleri
kısıtlayan, başörtüsü ve kıyafet yasağı gibi gereksiz uygulamalarla insanları
radikal çizgilere iten yasaklamacı kafalarla da mücadele etmek zorundayız.
KADINLARI POŞETE SOKMA
Kuran’da gerekli malzemeyi bulamayan gelenekçilik; uydurma hadislerle,
uydurma yorumlarla, mezhep izahlarıyla kadınları poşete sokulmuş
şekilde kapatacak malzemeyi türetmiştir. Kuran’da 33-Ahzab Suresi 52.
ayette; Peygamberimiz’in, bu ayetin inişinden itibaren, güzelliği hoşuna giden
bir kadın dahi olsa, artık evlenmesinin helal olmadığı söylenir. Demek
ki Peygamberimiz’in döneminde, kadınların kıyafetleri kimin ne kadar gü-
zel olduğunu bilmeyi engellemiyordu. Oysa mezheplerin belirttiği gibi çar-
şaf, peçe veya başörtüsü giyilirse hangi hanımın ne kadar güzel olduğu nasıl
anlaşılabilir? Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da Kuran’ın gözardı
edildiğini görüyoruz.
Her zaman olduğu gibi uydurma hadislerle dolu kitaplardan, işe gelen hadis
alınmış, işe gelmeyen hadis görmezlikten gelinmiştir. Oysa hadis külliyatında
Peygamber döneminde kadın ve erkeklerin aynı kaptan abdest aldıkları
da geçer (Bakınız: Buhari, Vudu 43; Ebu Davud, Taharet 39; İbni Mace,
Taharet 36; Nesai, Taharet 56). Abdeste konu olan yerler ayak, dirseklere kadar
eller, yüz ve baş olduğuna göre bu hadisten, kadınların erkeklerle karı-
şık ve başı açık oldukları durumların mevcudiyeti anlaşılır. Oysa mezhepçi
İslamcılık, bu hadisi yorumlayarak atar ve kendi kafasına uygun diğer malzemelere
sarılır. Peki, madem kadının sizin söylediğiniz şekilde kapanmasının
açık bir hüküm olduğunu söylüyorsunuz, niye ayrı ayrı kapanma şekillerini
savunuyorsunuz? Neden kiminiz peçe farzdır, kiminiz ise değildir
diyor? Neden kiminiz kadınların elleri gözükemez deyip yaz-kış kadınlara
254
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
eldiven giydiriyor da, kiminiz kadınların elleri gözükebilir diyor? Neden kiminiz
çarşaf dışında hiçbir şeyle kapanılamaz diyor da, kiminiz pardesü ile
de olabilir diyor? Hiç şüphesiz kesin sınırlı bir hüküm olsa, böyle ayrı ölçü-
ler çıkmazdı. Tüm bu ayrı ölçüler ve hükümler; kapanma konusunda geleneklerin,
örfün, Emevi, Abbasi döneminin kadına bakış açısının dinselleş-
mesinin neticeleridir. Her bir ayrı kapanma modeli de “Allah’ın isteği tam
budur” diye savunulup, sanki Allah’ın aynı konuda beş-on tane ayrı görüşü
varmış gibi bir çelişki ortaya konulmuştur. Allah’ın kadınların giyinmesi
konusundaki hükmü, yukarıdaki üç ayette bellidir ve bunlardan anlaşılan
neyse kadının giyim tarzı öyle olmalıdır. Verilen esneklik de, tam bir sınırın
olmaması da muhakkak hikmetlidir. Çünkü Kuran’ı indiren hikmetli olan
Allah’tır ve Allah bu dini yüzlerce yıllık zaman dilimlerine, apayrı kültürlere,
apayrı adetlere, apayrı iklimlere indirmiştir. Ayetlerdeki esneklikler,
dinimizin her şart ve zaman dilimine uyumunu sağlayan Allah’ın rahmet
ve hikmetleridirler. Emeviler’in ve Abbasiler’in kendi görüşlerini dondurup,
Allah’ın görüşünü kendi bakış açılarına hapsetmeye çalışmalarından dinimizi
kurtarmak, hepimizin Allah’a karşı borcudur.
TEK GÖZ İZAHI
Buraya kadar Kuran’ın kapanma ile ilgili ayetlerini gördük. Şimdi de
gelenekçilerin vardığı abartılı sonuçları görelim: Şafi ve Hanbeli mezheplerinde,
kadının istisnasız tüm vücudu her zaman kapanması gereken bölgedir
(yüz ve eller de dahil). Hanefi ve Maliki mezheplerinde eller ve yüz,
o da fitne olmayan koşullarda açık olabilir (Sabuni, Tefsirul Ayatil Ahkam
2/154,155). Es Suddi: “Kadın gözlerinden birini ve yüzünün açık kalan
göz kısmındaki tarafını kapatır. Sadece bir göz açıkta kalır.” Ebu Hayyan:
“Endülüs’te adet böyle idi. Kadının bir gözünden başka hiçbir yeri
görünmezdi” (Ebu Hayyan, El Bahrul Muhit). Şafi imamları, kadının kesilmiş
olan tırnaklarına dahi bakmayı yasaklamışlardır (İbni Hacer El Heytemi,
İslam’da Helal ve Haramlar 2). Yaygın izahlardan birine göre İslam’ın
kadına farz kıldığı örtünme, kadının yüzünü de içine almaktadır (Fıkhus
255
başörtüsü ve kapanma
Siyre). Bir başka kaynakta, kadının erkeğe bakışının nasıl olması gerektiği
şöyle açıklanmıştır: “Kadının, yabancı erkeğin göğsüne, sırtına, bacağına
şehvet korkusu olmasa bile bakması caiz değildir. Yüz ise fitne açısından
ayaktan, saçtan ve bacaklardan daha ileridedir. Bu kısımlara bakmak ittifakla
haram olduğuna göre, yüze bakmak da evveliyetle haram olması gereken
bir fiildir” (Sabuni, Revai 2/156).
Mezhepçi yaklaşımlarca varılan bu tür sonuçlar saymakla bitmeyecek
kadar çoktur. Yukarıda gördüğümüz gibi bırakın kadının komple kapanması
gerektiğini, kadının kesilen tırnağının bile görülemeyeceği iddialar arasındadır.
Tüm bu izahları yapan mezhepçilerin, sanki dinin tek kaynağının Kuran
olduğunu kabul ediyorlarmış gibi “hımar” kelimesini ve ayetleri çekiş-
tirip, Kuran’ı kendi kafalarındaki modele örnek gösterme çabaları şaşılacak
bir tutumdur. Asıl sorun kadının kalktığı yere oturulamayacağını, hiçbir yö-
netici vasfının olmadığını, erkeğin kölesi gibi olması gerektiğini, kadınların
çoğunun cehennemlik olduğunu zanneden zihniyette olmaktır. Başörtüsü ve
diğer kapanma çeşitleri kitabın 21. bölümünde gördüğümüz zihniyetin sonucudur.
Günümüzde başörtüsünün özel bir yer kazanması, mevcut yasaklamaların,
gösteri ve eylemlerin neticesidir. Yoksa başörtüsünün, kadının
kalktığı yere oturulamayacağı izahından bir farkı yoktur. Başörtüsünün bu
kadar tartışılması çağımıza mahsustur. Çünkü uydurmaların ortaya atıldığı
ilk dönemlerde tartışma konusu “Kadının hangi bölgelerinin dışındaki yerler
gözükebilir?” şeklindeydi. Tartışma “Tek göz mü, çift göz mü, tamamen
peçe ile mi?” şeklindeydi. Bu dönemde kadınları kapatanların çoğu başörtüsü
değil, çarşaf gibi tepeden tırnağa örtüleri kullanıyorlardı. Görüldüğü
gibi başörtüsünü “hımar” kelimesiyle açıklamaya kalkmak yeni bir gayrettir.
Daha eski yıllarda “hımar”ı peçe şeklinde tanımlama gayretleri, bugünkü
başörtüsü şeklinde tanımlama gayretlerinin önündeydi.
Kuran bu yaklaşımların hiçbirine geçit verecek izahları içermez. Yoksa
Kuran “kesilen tırnağınızı göstermeyin” mi diyor? Kuran “peçe ile yüzü-
nüzü örtün” mü diyor? Kuran’da “saçınızın tek telini göstermeyin” deniyor
mu? Saçın kapanmasına dair bir açıklama var mı? Peki, “başınızı örtün”
diye hiçbir ifade var mı? Madem Kuran’da tüm bu izahlar yok, samimi bir
256
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
şekilde Kuran dışı kaynakları kullanıp bu uygulamaları çıkardığınızı itiraf
edin. Kuran’ın kadınların giyimiyle alakalı üç ayeti de, diğer izahlar da ortadadır.
Hiç olmazsa kendi fikriniz içinde samimi olun, Kuran’ı çekiştirmeyin.
Ayrıca şunu da belirtelim ki Kuran’da namaz kıyafeti diye ayrı bir kıyafet
yoktur. Başörtüsü, peçe, çarşaf diye dinimizde bir kıyafet mecburiyeti olmadığına
göre, elbette ki namazda da bunları giymenin bir mecburiyeti yoktur.
FUTBOL OYNAYAN ERKEKLER SEYREDİLEBİLİR Mİ?
Mezhepçiler kadınların kapanması ile ilgili bu izahları yaparken, erkekler
için de Kuran’da olmayan birçok zorluk getirmişlerdir. Erkeğin dizi
ile göbek arasını örtmesinin farz olduğu, kimi mezheplerin uydurmasıdır.
Gerçi Peygamber’in baldırının gözüktüğüne dair de hadis vardır ama bazı
mezhep imamları, öbür hadisi beğenip “erkeğin baldırı ile dizinin arası
gözükemez” demişlerdir. Üstelik erkeklerin birbirinin dizi ile göbek arasına
bakmasının da haram olduğuna kanaat getirilmiştir. Bu izaha göre
futbol, basketbol gibi erkeklerin şortla oynadığı oyunları da seyretmek
haram olur. Türkiye’de yaygın olan Hanefi mezhebinin savunucusu televizyonlar,
kendi mezheplerine göre haram olmasına rağmen futbol, basketbol
gibi sporların maçlarını hiç çekinmeden göstermektedirler. Bu da
bizce, bu grupların, kendi inançlarında ne kadar samimi olduklarının bir
göstergesidir! Erkeklerin sarı ve kırmızı giyemeyeceği de yine mezheplerin
İslam’ının uydurmalarından birisidir (Bakınız: Müslim, Libas 27
ve Mişkat 2/1247). Erkeklerin parlak olanlarının, peçe giymesi gerektiği
izahı da mezhepçi eserlerdeki bir izahtır. Sakal konusunda yapılan izahlar
da oldukça sorunludur. Diyebiliriz ki kadınlardaki başörtüsüne erkeklerde
bir karşılık aransaydı bu sakal olurdu.
“Sakal bırakmak sünnet, başörtüsü farzdır” izahları yapılır ama sakalı
bırakmaya “sünnet” diyenler garip bir mantıkla kesmeye “haram” demiş-
lerdir. En yaygın mezhep olan Hanefiliğe ve diğer mezhepler Maliki’ye,
Hanbeli’ye göre sakalı kesmek haram görülmüştür (Halil Günenç, İslam’da
Kılık Kıyafet ve Örtünme). Tabi ki diğer uydurmalar gibi erkeklerin sakal
257
başörtüsü ve kapanma
bırakması gerektiğine dair bir izah da Kuran’da yer almaz. Fakat mezheplerin
İslam’ını savunanlar: “Allah sakal çıkarıyor, sen kesiyorsun. Sonra
Allah yine sakal çıkarıyor, sen Allah’la savaşıp bir daha kesiyorsun...” gibi
enteresan açıklamalarla sakalı kesmenin, Allah’la savaşmak anlamına geldiğini
halka anlatmaktadırlar. Allah’a şükür ki Allah, kitabı Kuran’da her
türlü detayı verdi ve böylesi fıkıh ve hadis kitaplarına bizi muhtaç etmedi.
Ne mutlu Kuran’ın yeterliliğini anlayanlara. Ne mutlu Kuran’a güvenenlere.
Kendilerine okunmakta olan Kitab’ı sana indirmemiz onlara yetmiyor
mu?
29-Ankebut Suresi 51
23. BÖLÜM
•••
kuran’ı üfürük kİtabı yapanlar
Kitabımızda Kuran dışı kaynakların neden din olamayacağını anlatma gayretindeyiz.
Bunu yaparken özellikle mezhepler ve hadisler aracılığıyla yapı-
lan tahribatı belgelemeye çalışıyoruz. Bu bölümde, farklı olarak mezhep ve
hadislerde bile yer almamasına rağmen, kimi cahillerce din sanılabilen hurafeleri
ve bu hurafeleri “dindar” kılıklı adam veya yayınevlerinin sahiplenmesiyle,
dinimizde yapılan tahrifatı göstermeye çalışacağız.
evliyalardan medet umma
“Evliya” diye bilinen kimselerin mezarlarında ip bağlamak, mum yakmak,
tel çekmek en sık rastlanan hurafelerdendir. Bir yazar şahit olduğu
trajikomik olayı şöyle anlatır: “Bir Bursa gezisinde, Osman Gazi türbesinin
ve itfaiye kulesinin bulunduğu tepeye çıkmıştım. Etrafı demir korkuluklarla
çepeçevre sarılı tepede bir bankın üzerine oturmuş, şehrin o güzelim
manzarasını seyrediyordum. Bir ara korkulukların yanında kümelenmiş bir
grup kadının yamaçtan yükselen ağaçların dallarına bezler ve ipler bağladığına
tanık oldum. O kubbeli mubbeli türbeleri bırakıp da neden bu ağaca
dadandıklarını merak ederken, söz konusu ağacın el yetişmesi mümkün olmayan,
hatta kuşların bile zor konacağı dallarının üzerinde birtakım bez
parçaları bulunduğunu görünce hayretler içinde kaldım. Merakla sağa sola
sordum. Bir bilen çıkmadı. Yamaçtaki ağaçların zirvesine o bezlerin nasıl
259
kuran’ı üfürük kİtabı yapanlar
takıldığını kimse açıklayamadı. Sonunda o bölgenin yerlilerinden biri doğru
açıklamayı yaptı. Meğer eskiden iftar ve sahur zamanlarını bildirmek için
otuz metre ötedeki itfaiye topları kullanılırmış. Bu topların ağzına sıkıştırı-
lan bez parçalarının bir kısmı yamaçtaki ağaçların dallarına çarpıp takılırmış.
Böylece türbeleri ziyarete gelen kadınlar tarafından evliya türbesi olduğu
zannedilmiş ve ip bağlanmaya başlanmış. Şimdi buraya gelen kadınlar,
burada büyük bir evliyanın yattığına ve duaların kabul edildiğine inanıyorlarmış!”
Ne yazık ki günümüzde böyle garip adetli, mumlu, bezli türbe ziyaretlerini
yapanlar kendilerini “inançlı” diye adlandırıyorlar. Halkın bir
kısmı da bu tarz, İslam’a zıt davranışlar sergileyenlerin “inançlı kişi” oldu-
ğuna inanıyor. Oysa bu inanç, her neyse, Kuran’ın sunduğu inanç değildir.
Bu tarz fiilleri sergileyenler, Kuran’ı üfürük kitabı gibi değerlendirirken; ıslık
çalmama veya gece aynaya bakmama tipindeki “yasakları” ise dini bir
hüküm, dinin bir gereği sanmaktadırlar.
Dine sokulan ve dinin bir parçası olarak gösterilen bu hurafeleri, bunları
savunan kaynaklardan öğrenmek istiyorsanız size örnek olarak Pamuk yayınevinin
“Kuran-ı Kerim’in Havas ve Esrarı” kitabı ile Kudret Şandra’nın
derlediği “Dert Sizde, Derman Bende, Şifa Reçeteleri” kitabını önerebiliriz.
Gerek yayınevi, gerek kitabın ismi, gerek yazarın kimliği kitapların
“dini” kimlik kazanmasına sebep olmaktadır. Zaten binlerce hurafe ile dinin
zorlaştırıldığı yetmiyormuş gibi, “dini özel bilgiler” gibi takdim edilen
ilave hurafeler, Kuran’ın güzel dinini tanımayanların dini; saçma, mantıksız,
uydurma sanmalarına sebep olmuştur ve olmaktadır. Yüzlerce hurafeyi
sayamayacağımız için bu iki kitaptan yedi örnek hurafeyi yazmakla yetineceğiz.
Bu hurafelerde Allah’ın mübarek kelamı, rehberimiz Kuran’ın surelerinin
nasıl kullanıldığı ayrı bir ibret vakasıdır:
1. Örnek Hurafe: Sancıdan kıvranan bir hasta üzerine Mücadele Suresi
okunursa sancısı geçer ve tatlı tatlı uykuya dalar. Gece ve gündüz bu sureyi
okumaya devam eden kimse hırsızlara karşı korunur. Surenin tamamı
bir kağıt üzerine yazılıp herhangi bir mahsul üzerine atılırsa, o mahsul her
türlü haşerenin tahribatından kurtulur, bolluk ve bereket meydana gelir.
260
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
2. Örnek Hurafe: Bir kimse Maun Suresi’ni ev eşyası üzerine okuyup
üfürse, o eşya kırılmaktan ve kaybolmaktan kurtarılmış olur. Bu surenin
okunmasını alışkanlık haline getiren kimsenin sözü her yerde geçerli olur.
Hiç kimse bir dediğini iki edemez.
3. Örnek Hurafe: Sık sık hamamcı olan kimseler, bir şap üzerine Tarık
Suresi’ni okuyup, yastığın altına kor ve bu şekilde uyuduğu takdirde hamamcı
olmaktan kurtulur.
4. Örnek Hurafe: Basur hastalığına yakalanan kimse, namazların sonunda
Ala Suresi’ni yedişer defa okursa hastalığı geçer. Cuma ezanında yazdırıp
üzerine alan kıskançlık, nazar ve sihre karşı kendini korur.
5. Örnek Hurafe: Bir çirişe 7 ilmik atılır. Birinci ilmiğe ve yedinci ilmiğe
Sure-i Kevser okunur. Her düğümde şöyle denir: “Yarabbi filanın şehvetini,
cinsel organını, aklını fikrini 360 beden azası ile 72 endamı ile bağ-
ladım ve düğümledim.” Bu çiriş rüzgara karşı asılır. İcap ettiğinde çözmek
için kaybolmaması da şarttır.
6. Örnek Hurafe: İçinde 17 Mim harfi bulunan Ayetel Kürsi’yi yine bir
çiriş alıp bakire bir kıza 17 kez düğümlenecek şekilde ilmik attırılır. Her ilmiğe
10 adet Ayetel Kürsi okunur... Kimin için niyetleniyor, ne için isteniyorsa;
“Ya Rabbi falanın şehvetini, dilini ya da yolunu bağlıyorum. Ayetel
Kürsi’deki İsmi Azamın ve esma-i İlahiyenin yüzü hürmetine düğümledim”
diyerek, bakire kıza bir düğüm attırılıp, işaretle hiç konuşmadan 17 ilmik
böylece düğümlenir ve 170 adet Ayetel Kürsi okunmuş olur. Bu okunmuş
çiriş karanlık bir yerde ağır bir taş altına konarak muhafaza edilir.
7. Örnek Hurafe: Erkekliği bağlı bir şahsın çözülmesi için; temiz bir
kağıda Ayetel Kürsi, diğer bir kağıda da Sure-i Haşr’ın son dört ayeti ile
Amener Resuli ayeti kelime olarak ayrı harf harf yazılır. Ayetel Kürsi sağ
kola, diğer yazılı Amener Resuli ve Haşır Suresi sol kola bağlanır. Sonra
hiç kullanılmamış bir baltanın deliğinden bağlı erkeklik uzvunu geçirip kü-
çük tuvaletini yapar.
261
kuran’ı üfürük kİtabı yapanlar
KURAN ÜFÜRÜK KİTABI DEĞİLDİR
Kuran’ın bu istismar edilişini Edip Yüksel “İlginç Sorular” kitabında
benzer örneklerle anlatır ve devamında Kuran’ın şu sıfatlarına dikkat çeker:
Kuran
Bizleri doğruya ulaştıran bir rehber (Huda)
Yolumuzu aydınlatıcı bir ışık (Nur)
Doğruyu yanlıştan ayıran bir ölçü (Furkan)
İhtilaf içinde bocalayanlara bir delil (İlim)
Tüm beşeriyet için bir mucize (Ayet)
Kalplerinde manevi hastalık bulunanlara bir ilaç (Şifa)
Sıkıntıdaki müminlere bir müjde (Büşra)
Tüm insanlara bir öğüt ve hatırlatma (Zikr)
Her şeyi detaylı olarak açıklayan bir yasa (Mufassal)
Düşünenlere bir bilgelik kaynağı (Hikmet)
Her şeyi açıklayan bir kitap (Tıbyan)
Haklıyı belirleyen bir kanıt (Beyyine)
Müminler için bir bağış (Rahmet)
Geride kalmayıp ilerlemek isteyenler için bir uyarı (Zikra)
Akleden müminler için apaçık bir kitap (Kitabul Mümin)
Adalet arayan toplumlar için evrensel bir yasa (Hüküm)
Peygamber’in risaletini devam ettiren ölümsüz bir elçi (Resul)
Birbirine düşmüş insanları birleştirici bir ip (Hablullah)
Müslümanlar için kıyamete dek yaşayan bir önder (İmam)
Dirileri uyarsın diye gönderilen bir kitaptır. (Kuranun Mübin)
İşte böyle niteliklere sahip olan Kuran’ın tüm bu niteliklerini gizlemek
ve onu amacı dışında kullanmak için insanlardan ve cinlerden olan şeytanlar
elele vermişler ve ne yazık ki bu şeytani tuzaklarına insanların çoğunu dü-
şürmüşlerdir. İnsanları ortak koşuculuğun ve zulmün karanlığından Allah’a
262
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
imana ve adaletin aydınlığına çıkaracak bir rehber olan Allah’ın Kitabı’nı,
yüzyıllardır sahtekarlar ve cahiller bir aspirin veya bir merhem gibi değerlendirmiş
ve mikroplu üfürükleriyle istismar etmişlerdir. Allah’ın yüce kelamını
basur, ishal, kabızlık gibi hastalıkları iyileştirmede büyüvari yöntemlerle
kullanarak Kuran’a ihanet eden ve uydurdukları yalanları Allah adına
halka yutturan üfürükçüler ve muskacılar, toplumumuza çok büyük zararlar
vermişlerdir.
1- De ki: Sabahın Rabbine sığınırım.
2- Yarattıklarının kötülüğünden
3-Çöktüğü zaman gecenin kötülüğünden
4-Düğümlere üfürenlerin kötülüğünden
5-Ve kıskandığı zaman kıskananın kötülüğünden.
113-Felak Suresi 1-5
Allah düğümlere üfürenlerin kötülüğünden, bu tip büyüvari hareketlerin
kötülüğünden kendisine sığınmamızı Kuran’da söylerken; Kuran’ı üfürme,
düğümlere üfleme gibi yollarda kullanmak ne büyük bir çelişkidir! Surelerin
Arapça harfler kullanılarak yazıldığı muskalara, tılsımlara, efsunlara;
kudsi, mübarek, dini bir hava verilmiş ve din namına özellikle halkın cahil
kesimleri yüzyıllardır kandırılmıştır. Kuran’ın musikisi yerine manası,
üfürülmesi yerine okunması, ölülere hitabı yerine canlılara hitabı asıl olmadıkça;
bu kaos, bu rezalet ne yazık ki devam edecektir.
EVLİYA ALDATMACASI
2- Bu kitap onunla uyarman için ve inananlara hatırlatıcı olarak
indirildi. Öyleyse bundan dolayı göğsünde bir sıkıntı olmasın.
3- Rabbinizden size indirilene uyun. O’ndan başka evliyaya (dostlara)
uymayın. Ne kadar az öğüt alıyorsunuz?
7-Araf Suresi 2-3
263
kuran’ı üfürük kİtabı yapanlar
Allah Kuran’a uymamızı ister. O’ndan başka evliyaya uymamamızı söyler.
Oysa günümüzde hurafelerle dolu birçok kitabın yazarı, Kuran’da kullanılan
“evliya” kelimesiyle isimlendirilip kitapları tasavvuf kitabı diye, ilmihal
kitabı diye, hadis, tefsir, mezhep kitabı diye satılmaktadır. Kuran’ın,
insanların uyduğu yanlış adres olarak “evliya”yı göstermesi ve günümüzde
Kuran yerine bazı insanlara uyanların, bu insanları Kuran’da geçen aynı kelimeyle
isimlendirmeleri ilginçtir. (“Evliya” Arapça’daki “veli” kelimesinin
çoğulu olup “dostlar” demektir.) Mezhepçi ve tarikatçı zihniyetteki birçok
kişi, kendi mezhep ve tarikat büyüklerinin “evliyalık” delillerini göstererek
onların eserlerinin ve sözlerinin de dinin kaynağı olduğunu ispatlamaya gayret
eder. (Kuran’ın bu tarz kullanımına karşın mezhepçi literatürde “evliya”
kelimesi insanüstü, adeta süpermen kişi manasında kullanılır.)
Para için önüne geleni basan yayınevleri, aklından her geçeni yazan yazarlar,
bunları rekortmen yapan cahil alıcılar, Kuran’ı rehber yerine üfürük
uygulamalarında araç yapanlar oldukça; halimiz bakalım ne olacak! Hele bir
de bu üfürükçüleri din adamı, hoca sananlar yok mu! Bu üfürükçülere gidip
muskasına, bazen de göbeğine efsunlu dualardan yazdırıp medet umanlar...
Bunlara paraları verip şifa isteyenler, fakat Allah yolunda zekata geldi
mi üfürüğe harcadığının yarısını harcamayanlar... Bu tip insanlara gitmeye
üşenmeyip, namaz söz konusu olduğunda üşenenler... Kuran’ı 40 bohça
içinde duvarda tutan, fakat eline alıp manasını anlamak ve hayatın rehberi
yapmak için okumayanlar.
•••
kuran’ı üfürük kİtabı yapanlar
Kitabımızda Kuran dışı kaynakların neden din olamayacağını anlatma gayretindeyiz.
Bunu yaparken özellikle mezhepler ve hadisler aracılığıyla yapı-
lan tahribatı belgelemeye çalışıyoruz. Bu bölümde, farklı olarak mezhep ve
hadislerde bile yer almamasına rağmen, kimi cahillerce din sanılabilen hurafeleri
ve bu hurafeleri “dindar” kılıklı adam veya yayınevlerinin sahiplenmesiyle,
dinimizde yapılan tahrifatı göstermeye çalışacağız.
evliyalardan medet umma
“Evliya” diye bilinen kimselerin mezarlarında ip bağlamak, mum yakmak,
tel çekmek en sık rastlanan hurafelerdendir. Bir yazar şahit olduğu
trajikomik olayı şöyle anlatır: “Bir Bursa gezisinde, Osman Gazi türbesinin
ve itfaiye kulesinin bulunduğu tepeye çıkmıştım. Etrafı demir korkuluklarla
çepeçevre sarılı tepede bir bankın üzerine oturmuş, şehrin o güzelim
manzarasını seyrediyordum. Bir ara korkulukların yanında kümelenmiş bir
grup kadının yamaçtan yükselen ağaçların dallarına bezler ve ipler bağladığına
tanık oldum. O kubbeli mubbeli türbeleri bırakıp da neden bu ağaca
dadandıklarını merak ederken, söz konusu ağacın el yetişmesi mümkün olmayan,
hatta kuşların bile zor konacağı dallarının üzerinde birtakım bez
parçaları bulunduğunu görünce hayretler içinde kaldım. Merakla sağa sola
sordum. Bir bilen çıkmadı. Yamaçtaki ağaçların zirvesine o bezlerin nasıl
259
kuran’ı üfürük kİtabı yapanlar
takıldığını kimse açıklayamadı. Sonunda o bölgenin yerlilerinden biri doğru
açıklamayı yaptı. Meğer eskiden iftar ve sahur zamanlarını bildirmek için
otuz metre ötedeki itfaiye topları kullanılırmış. Bu topların ağzına sıkıştırı-
lan bez parçalarının bir kısmı yamaçtaki ağaçların dallarına çarpıp takılırmış.
Böylece türbeleri ziyarete gelen kadınlar tarafından evliya türbesi olduğu
zannedilmiş ve ip bağlanmaya başlanmış. Şimdi buraya gelen kadınlar,
burada büyük bir evliyanın yattığına ve duaların kabul edildiğine inanıyorlarmış!”
Ne yazık ki günümüzde böyle garip adetli, mumlu, bezli türbe ziyaretlerini
yapanlar kendilerini “inançlı” diye adlandırıyorlar. Halkın bir
kısmı da bu tarz, İslam’a zıt davranışlar sergileyenlerin “inançlı kişi” oldu-
ğuna inanıyor. Oysa bu inanç, her neyse, Kuran’ın sunduğu inanç değildir.
Bu tarz fiilleri sergileyenler, Kuran’ı üfürük kitabı gibi değerlendirirken; ıslık
çalmama veya gece aynaya bakmama tipindeki “yasakları” ise dini bir
hüküm, dinin bir gereği sanmaktadırlar.
Dine sokulan ve dinin bir parçası olarak gösterilen bu hurafeleri, bunları
savunan kaynaklardan öğrenmek istiyorsanız size örnek olarak Pamuk yayınevinin
“Kuran-ı Kerim’in Havas ve Esrarı” kitabı ile Kudret Şandra’nın
derlediği “Dert Sizde, Derman Bende, Şifa Reçeteleri” kitabını önerebiliriz.
Gerek yayınevi, gerek kitabın ismi, gerek yazarın kimliği kitapların
“dini” kimlik kazanmasına sebep olmaktadır. Zaten binlerce hurafe ile dinin
zorlaştırıldığı yetmiyormuş gibi, “dini özel bilgiler” gibi takdim edilen
ilave hurafeler, Kuran’ın güzel dinini tanımayanların dini; saçma, mantıksız,
uydurma sanmalarına sebep olmuştur ve olmaktadır. Yüzlerce hurafeyi
sayamayacağımız için bu iki kitaptan yedi örnek hurafeyi yazmakla yetineceğiz.
Bu hurafelerde Allah’ın mübarek kelamı, rehberimiz Kuran’ın surelerinin
nasıl kullanıldığı ayrı bir ibret vakasıdır:
1. Örnek Hurafe: Sancıdan kıvranan bir hasta üzerine Mücadele Suresi
okunursa sancısı geçer ve tatlı tatlı uykuya dalar. Gece ve gündüz bu sureyi
okumaya devam eden kimse hırsızlara karşı korunur. Surenin tamamı
bir kağıt üzerine yazılıp herhangi bir mahsul üzerine atılırsa, o mahsul her
türlü haşerenin tahribatından kurtulur, bolluk ve bereket meydana gelir.
260
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
2. Örnek Hurafe: Bir kimse Maun Suresi’ni ev eşyası üzerine okuyup
üfürse, o eşya kırılmaktan ve kaybolmaktan kurtarılmış olur. Bu surenin
okunmasını alışkanlık haline getiren kimsenin sözü her yerde geçerli olur.
Hiç kimse bir dediğini iki edemez.
3. Örnek Hurafe: Sık sık hamamcı olan kimseler, bir şap üzerine Tarık
Suresi’ni okuyup, yastığın altına kor ve bu şekilde uyuduğu takdirde hamamcı
olmaktan kurtulur.
4. Örnek Hurafe: Basur hastalığına yakalanan kimse, namazların sonunda
Ala Suresi’ni yedişer defa okursa hastalığı geçer. Cuma ezanında yazdırıp
üzerine alan kıskançlık, nazar ve sihre karşı kendini korur.
5. Örnek Hurafe: Bir çirişe 7 ilmik atılır. Birinci ilmiğe ve yedinci ilmiğe
Sure-i Kevser okunur. Her düğümde şöyle denir: “Yarabbi filanın şehvetini,
cinsel organını, aklını fikrini 360 beden azası ile 72 endamı ile bağ-
ladım ve düğümledim.” Bu çiriş rüzgara karşı asılır. İcap ettiğinde çözmek
için kaybolmaması da şarttır.
6. Örnek Hurafe: İçinde 17 Mim harfi bulunan Ayetel Kürsi’yi yine bir
çiriş alıp bakire bir kıza 17 kez düğümlenecek şekilde ilmik attırılır. Her ilmiğe
10 adet Ayetel Kürsi okunur... Kimin için niyetleniyor, ne için isteniyorsa;
“Ya Rabbi falanın şehvetini, dilini ya da yolunu bağlıyorum. Ayetel
Kürsi’deki İsmi Azamın ve esma-i İlahiyenin yüzü hürmetine düğümledim”
diyerek, bakire kıza bir düğüm attırılıp, işaretle hiç konuşmadan 17 ilmik
böylece düğümlenir ve 170 adet Ayetel Kürsi okunmuş olur. Bu okunmuş
çiriş karanlık bir yerde ağır bir taş altına konarak muhafaza edilir.
7. Örnek Hurafe: Erkekliği bağlı bir şahsın çözülmesi için; temiz bir
kağıda Ayetel Kürsi, diğer bir kağıda da Sure-i Haşr’ın son dört ayeti ile
Amener Resuli ayeti kelime olarak ayrı harf harf yazılır. Ayetel Kürsi sağ
kola, diğer yazılı Amener Resuli ve Haşır Suresi sol kola bağlanır. Sonra
hiç kullanılmamış bir baltanın deliğinden bağlı erkeklik uzvunu geçirip kü-
çük tuvaletini yapar.
261
kuran’ı üfürük kİtabı yapanlar
KURAN ÜFÜRÜK KİTABI DEĞİLDİR
Kuran’ın bu istismar edilişini Edip Yüksel “İlginç Sorular” kitabında
benzer örneklerle anlatır ve devamında Kuran’ın şu sıfatlarına dikkat çeker:
Kuran
Bizleri doğruya ulaştıran bir rehber (Huda)
Yolumuzu aydınlatıcı bir ışık (Nur)
Doğruyu yanlıştan ayıran bir ölçü (Furkan)
İhtilaf içinde bocalayanlara bir delil (İlim)
Tüm beşeriyet için bir mucize (Ayet)
Kalplerinde manevi hastalık bulunanlara bir ilaç (Şifa)
Sıkıntıdaki müminlere bir müjde (Büşra)
Tüm insanlara bir öğüt ve hatırlatma (Zikr)
Her şeyi detaylı olarak açıklayan bir yasa (Mufassal)
Düşünenlere bir bilgelik kaynağı (Hikmet)
Her şeyi açıklayan bir kitap (Tıbyan)
Haklıyı belirleyen bir kanıt (Beyyine)
Müminler için bir bağış (Rahmet)
Geride kalmayıp ilerlemek isteyenler için bir uyarı (Zikra)
Akleden müminler için apaçık bir kitap (Kitabul Mümin)
Adalet arayan toplumlar için evrensel bir yasa (Hüküm)
Peygamber’in risaletini devam ettiren ölümsüz bir elçi (Resul)
Birbirine düşmüş insanları birleştirici bir ip (Hablullah)
Müslümanlar için kıyamete dek yaşayan bir önder (İmam)
Dirileri uyarsın diye gönderilen bir kitaptır. (Kuranun Mübin)
İşte böyle niteliklere sahip olan Kuran’ın tüm bu niteliklerini gizlemek
ve onu amacı dışında kullanmak için insanlardan ve cinlerden olan şeytanlar
elele vermişler ve ne yazık ki bu şeytani tuzaklarına insanların çoğunu dü-
şürmüşlerdir. İnsanları ortak koşuculuğun ve zulmün karanlığından Allah’a
262
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
imana ve adaletin aydınlığına çıkaracak bir rehber olan Allah’ın Kitabı’nı,
yüzyıllardır sahtekarlar ve cahiller bir aspirin veya bir merhem gibi değerlendirmiş
ve mikroplu üfürükleriyle istismar etmişlerdir. Allah’ın yüce kelamını
basur, ishal, kabızlık gibi hastalıkları iyileştirmede büyüvari yöntemlerle
kullanarak Kuran’a ihanet eden ve uydurdukları yalanları Allah adına
halka yutturan üfürükçüler ve muskacılar, toplumumuza çok büyük zararlar
vermişlerdir.
1- De ki: Sabahın Rabbine sığınırım.
2- Yarattıklarının kötülüğünden
3-Çöktüğü zaman gecenin kötülüğünden
4-Düğümlere üfürenlerin kötülüğünden
5-Ve kıskandığı zaman kıskananın kötülüğünden.
113-Felak Suresi 1-5
Allah düğümlere üfürenlerin kötülüğünden, bu tip büyüvari hareketlerin
kötülüğünden kendisine sığınmamızı Kuran’da söylerken; Kuran’ı üfürme,
düğümlere üfleme gibi yollarda kullanmak ne büyük bir çelişkidir! Surelerin
Arapça harfler kullanılarak yazıldığı muskalara, tılsımlara, efsunlara;
kudsi, mübarek, dini bir hava verilmiş ve din namına özellikle halkın cahil
kesimleri yüzyıllardır kandırılmıştır. Kuran’ın musikisi yerine manası,
üfürülmesi yerine okunması, ölülere hitabı yerine canlılara hitabı asıl olmadıkça;
bu kaos, bu rezalet ne yazık ki devam edecektir.
EVLİYA ALDATMACASI
2- Bu kitap onunla uyarman için ve inananlara hatırlatıcı olarak
indirildi. Öyleyse bundan dolayı göğsünde bir sıkıntı olmasın.
3- Rabbinizden size indirilene uyun. O’ndan başka evliyaya (dostlara)
uymayın. Ne kadar az öğüt alıyorsunuz?
7-Araf Suresi 2-3
263
kuran’ı üfürük kİtabı yapanlar
Allah Kuran’a uymamızı ister. O’ndan başka evliyaya uymamamızı söyler.
Oysa günümüzde hurafelerle dolu birçok kitabın yazarı, Kuran’da kullanılan
“evliya” kelimesiyle isimlendirilip kitapları tasavvuf kitabı diye, ilmihal
kitabı diye, hadis, tefsir, mezhep kitabı diye satılmaktadır. Kuran’ın,
insanların uyduğu yanlış adres olarak “evliya”yı göstermesi ve günümüzde
Kuran yerine bazı insanlara uyanların, bu insanları Kuran’da geçen aynı kelimeyle
isimlendirmeleri ilginçtir. (“Evliya” Arapça’daki “veli” kelimesinin
çoğulu olup “dostlar” demektir.) Mezhepçi ve tarikatçı zihniyetteki birçok
kişi, kendi mezhep ve tarikat büyüklerinin “evliyalık” delillerini göstererek
onların eserlerinin ve sözlerinin de dinin kaynağı olduğunu ispatlamaya gayret
eder. (Kuran’ın bu tarz kullanımına karşın mezhepçi literatürde “evliya”
kelimesi insanüstü, adeta süpermen kişi manasında kullanılır.)
Para için önüne geleni basan yayınevleri, aklından her geçeni yazan yazarlar,
bunları rekortmen yapan cahil alıcılar, Kuran’ı rehber yerine üfürük
uygulamalarında araç yapanlar oldukça; halimiz bakalım ne olacak! Hele bir
de bu üfürükçüleri din adamı, hoca sananlar yok mu! Bu üfürükçülere gidip
muskasına, bazen de göbeğine efsunlu dualardan yazdırıp medet umanlar...
Bunlara paraları verip şifa isteyenler, fakat Allah yolunda zekata geldi
mi üfürüğe harcadığının yarısını harcamayanlar... Bu tip insanlara gitmeye
üşenmeyip, namaz söz konusu olduğunda üşenenler... Kuran’ı 40 bohça
içinde duvarda tutan, fakat eline alıp manasını anlamak ve hayatın rehberi
yapmak için okumayanlar.
24. BÖLÜM
•••
marifetname ve
bilimsel geriliğin kökeni
Kuran evde bohçalar içinde sarılı ve okunmadan dururken, dini yayınlar
adı altında öyle kitaplar satılmakta ve okunmaktadır ki buna akıl erdirmek
hiç mümkün değildir. Bu bölümde 250 yılı aşkın bir süredir rekor düzeyde
satan, hâlâ sadeleştirilip farklı yayınevleri tarafından tekrar tekrar basılan
Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetnamesi’ni inceleyeceğiz.
“İLİM, İRFAN OKYANUSU”NUN KİTABI
Erzurumlu İbrahim Hakkı, gelenekçi dini savunanlar tarafından “bü-
yük alim, ilim ve irfan okyanusu” olarak takdim edilir. İbrahim Hakkı’nın
Marifetname’deki izahlarına geçmeden, bu kitabı öven açıklamalara bir iki
örnek vereceğiz. Bu övücü açıklamaları aklınızda iyi tutarsanız İbrahim
Hakkı’nın açıklamalarını okuduğunuzda, daha iyi değerlendirebilirsiniz.
Kitsan tarafından 1984 yılında basılan Marifetname’nin girişinde, İstanbul
Müftüsü Selahattin Kaya’nın takdimi şöyledir: “Yazıldığı asırlara ışık tutan,
günümüze kadar değerinden bir şey kaybetmeksizin dini eserler arasında
müstesna bir yer işgal eden Marifetname’nin tekrar irfan hayatımızda yer
alması sevindirici bir olaydır.”
Bedir Yayınevi ise Erzurumlu İbrahim Hakkı’yı tanıtırken, bizim gibi
mezhepleri eleştirenleri ve sonuç olarak da Marifetname’yi de eleştirenleri
265
marİfetname ve bİlİmsel gerİlİĞİn kökenİ
kınayarak ve İbrahim Hakkı’yı överek okuyucularını esere hazırlar: “Bu kitabın
müellifi Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, zahir batın ilimlerinde
son derece yüksek bir mevkiye sahip olup, hem ulema-i amilinden, hem de
meşayihi kiramdan bir zat-ı celil-ül kadirdir. Kendisini rahmetle anar, onun
ve diğer piranın ruhaniyetlerinin bizimle beraber olmasını Hak Teala’dan niyaz
ederiz. Müellif hazretleri Ehl-i Sünnet Vel Cemaat mezhebindedir. Zaten
hem itikad ve hem amelde tek yol Sunniliktir. Zamanımızda İslam dünyasında
ve bu arada memleketimizde türeyen bazı gafil ve cahiller, Ehl-i
Sünnet yolundan saparak yüce dinimizin safiyetini bozmak istemektedirler.
Reformcular, Vehhabiler, Selefiye cereyanı salikleri, mezhepleri inkar edenler,
mezhepleri birbirine karıştırmak isteyenler, İran Rafizilerinin peşine düşenler,
din perdesi altında hizipçilik, anarşi ve terör kundakçılığı yapanlar
ortalığı ifsad etmektedirler. Tüm mümin kardeşlerimizin bu zararlı bidat cereyanlarına
karşı son derece uyanık bulunmaları, onların aldatıcı propagandalarına
kanmamaları ve Ehl-i Sünnet mezhebine sımsıkı sarılmaları lazımdır.
Ta ki dinimiz yücelsin, ümmetimiz selamet bulsun. Marifetname’nin bu
baskısı büyük emeklerle hazırlanmış, gerektiği zaman selahiyet sahiplerine
danışılmış ve elden geldiği kadar eksiksiz bir eser vermek için gayret sarf
edilmiştir. Türkiye’mizin yetiştirmiş olduğu büyük İslam alimi ve arifi olan
Şeyh İbrahim Hakkı Erzurumi hazretlerinin Marifetname’si eski tabirle bir
muhital maariftir yani bir ilim ve irfan okyanusudur. Baştan sona kadar inceliklerle,
hikmetlerle dolu bir hazinedir. Böyle bir eseri milletimize sunmaktan
bahtiyarlık duyuyoruz ve bizi buna muvaffak kıldığı için Halıkı-
mıza hamdu senalar ediyoruz.”
Birazdan vereceğimiz örnekleri incelemeniz, “Ehli Sünnet alimi” diye
takdim edilen rol modelleri görmemizi, dini yücelttiklerini sananların neler
yapabildiklerini; bunun yanında, bunları öven mezhepçi zihniyeti eleştirmekte
isabetli veya isabetsiz olduğumuzu belirlemenizi sağlayacaktır. (Eğer
bu kitabı almak isterseniz İbrahim Hakkı’nın yaptığı Cennet haritasını da
kapsayan bir versiyonu alın. Marifetname’nin bazı baskılarında bu harita,
kitaptan çıkarılmıştır.) Değerlendirmelerinizi daha rahat yapabilmeniz için
Marifetname’den (başlıklar bize aittir) örneklere geçiyoruz:
266
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
MELEKLERİ KORKUTAN YAKUT GÖZLÜ
YILAN VE DİĞERLERİ
“Bütün bu saf saf olan meleklerin ötesinde bir büyük yılan vardır. Arşı
azamı başı kuyruğunun üzerine gelmek üzere çevrelemiştir. Başı beyaz inciden,
bedeni sarı altından ve gözleri kırmızı yakuttan yaratılmıştır. Her bir
tüyünün dibinde bir meleğin tespih ettiği yüz bin kanadı vardır. Bu sarı yı-
lanın tespihinin sesi diğer bütün meleklerin tespih seslerini bastırarak onlara
korku verir. Ağzını açtığı zaman gökleri ve yeri bir lokma etmesi mümkündür.
Eğer o büyük yılana ilham olunmasa idi, onun sesinin heybetinden
bütün mahluklar helak olurdu...”
“....Bunun altında dördüncü gök vardır ki beyaz gümüştendir. Bunun ismi
Erkalun’dur. Buranın melekleri at suretindedir. Reislerinin ismi Kabail’dir.
Bu dördüncü göğün bekçisidir. Bunun altında üçüncü gök vardır ki sarı yakuttandır.
Bunun ismi Maun’dur. Buranın melekleri kartal suretindedir. Reislerinin
ismi Saftail’dir. Bu üçüncü göğün bekçisidir.”
“Allah, sözü edilen derya içinde Güneş için üç yüz altmış kulplu
elmastan bir araba yaratıp, üzerine Güneş koymuştur. Güneş’i arabası
ile doğudan batıya doğru çekip götürmeleri için her kulpundan tutacak
bir melek tayin etmiştir. Ay için de Hak Teala üç yüz kulplu sarı yakuttan
bir araba yaratarak, üzerine Ay’ı yerleştirmiştir. Ay’ı arabası ile
doğudan batıya çekip götürmeleri için her kulpu tutacak bir melek tayin
edilmiştir. Ayrıca Ay için cevherden altmış kulplu bir kılıf yaratmış,
her kulptan tutacak altmış melek tayin etmiştir. Ay’ın arabasını götü-
ren melekler onu her gün Güneş’ten uzaklaştırdıkça, kılıfını tutan melekler
de kılıfı her gün Ay’dan biraz daha sıyırarak Güneş ile Ay karşı
karşıya geldiğinde kılıfından tamamen çıkıp dolunay halinde görülür.
Sonra Ay’ı Güneş’e melekler yavaş yavaş yaklaştırdıkça kılıfını da di-
ğer taraftan her gün biraz daha yaklaştırıp, Ay Güneş’e iyice yaklaş-
tığında kılıfını Ay’a tamamen giydirirler. Kıyamete kadar bu şekilde
267
marİfetname ve bİlİmsel gerİlİĞİn kökenİ
devam eder. Bu sebepten Ay bazen hilal, bazen yarım ay, bazen dolunay
şeklinde görülür.”
“Hak Teala yedi göğün her birisini balıklar gibi binlerce çeşit yaratıkla
dopdolu etmiştir. Yedi göğün duvarı olan Kaf Dağı’nın ötesinde bir büyük
yılan yaratmıştır. Yılan büyük dağı halka gibi kuşatıp başını kuyruğu üzerine
koymuştur. Kıyamete kadar Hak Teala’yı yüksek şanıyla tespih eder.
Bu denizler ortasında yedi yer bir gemi gibi hareketli ve huzursuz iken,
Hak Teala bir büyük melek tayin etmiştir ki; yerlerin etrafını kavrayıp, bir
omuzu üzerinde sakin kılmıştır. Sonra Hak Teala, o meleğin ayağı sağlam
dursun diye yeşil yakuttan büyük bir kare biçiminde kaya yaratmıştır ki,
onun en üst düzeyinde bin vadi yaratıp, her birini bir deniz ile ve her denizi
binlerce çeşit yaratıkla doldurmuştur. Daha sonra Hak Teala o kayayı sabit
tutmak için bir büyük kırmızı öküz yaratmıştır ki onun kırk bin başı, kırk
bin boynuzu, kırk bin ayağı vardır. Her iki ayağı arası bir yıllık yoldur. Kayayı
boynuzları ve sırtı üzerine yerleştirmiştir. Bu öküzün adı Liyunan’dır.
Sonra Hak Teala onun ayaklarını sabitleştirmek için bir büyük balık yaratmıştır
ki yedi deniz onun ağzında bir damla gibidir. Sonra Hak Teala o balığın
altında bir büyük deniz yaratmıştır ki bu büyük balık, bu büyük denizde
sukun ve karar etmiştir. Sonra Hak Teala o denizin altında yedi tabaka
cehennem yaratmıştır. O büyük deniz cehennem üzerinde sakin olmuştur.
Sonra Hak Teala yedi cehennemin altında sert rüzgar yaratmıştır ki cehennemin
iki tabakası onun üzerinde karar kılmıştır...”
HANIMLAR İÇİN ÖNERİLER
“…Hanımını insanların kalabalık olduğu yerlere bakan eyvanlarda
oturtmamak. Ta ki namahreme bakıp, halka meyli akmasın. Hanımına de-
ğerli ve süslü elbise giydirmemektir. Ta ki ziynet satmak için dışarı çıkmayıp
evine bağlı olsun.”
268
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
FAKİRLİĞİN VE UNUTMANIN SEBEPLERİ
Fakirliğin sebepleri:
1. Günah işlemek
2. Yalan söylemek
3. Sabah vakti uyumak
4. Bir gün bir gecede sekiz saatten çok uyumak
5. Soyunup çıplak yatmak
6. Çıplak iken abdest bozmak
7. Bir yanı üzerine yaslanıp ekmek yemek
8. Ekmek kırıntılarını yere dökmek
9. Cenabet iken ağzını yıkamadan yemek
10. Soğan ve sarımsak kabuklarını yakmak
11. Geceleyin evi süpürmek
12. Çöpleri evin içinde biriktirmek
13. Yaşından büyüklerin önünde yürümek
14. Anne ve babasını isimleri ile çağırmak
15. Eline geçen çer çöple dişlerini kurcalamak
16. Toprak ve çamur ile ellerini ovalamak
17. Eşik üzerinde oturmak
18. Kapının bir kanadına dayanmak
19. Helada abdest almak
20. Elbisesini üzerinde dikmek
21. Yüzünü yıkayınca yeniyle ya da eteği ile silmek
22. Evde örümcek yuvasını saklamak
23. Namazı kılmada gevşek davranmak
24. Sabah namazını kıldıktan sonra camiden erken çıkmak
25. Her sabah çarşıya erken gitmek
269
marİfetname ve bİlİmsel gerİlİĞİn kökenİ
26. Çarşıdan eve geç dönmek
27. Dilencilerden ekmek kırıntılarını satın almak
28. Kendi evladına beddua etmek
29. Biti ateşe atmak
30. Gece kapların ağzını açık bırakmak
31. Mumu ve kandili nefesle söndürmek
32. Boğumlu kalemle yazmak
33. Dişi kırık tarakla taranmak
34. Anne, baba ve üstadına duayı unutmak
35. Sarığını otururken sarmak
36. Ayak donunu ayakta giymek
37. Dilenciye kızıp boş çevirmek
38. Kısıp ihtiyacından az harcamak
39. İsraf edip haddinden çok harcamak
40. Geçim işlerinde gevşek davranmak
41. Kapısız evde yalnız yatmaktır.
Unutmanın sebepleri:
1. Çok günah işlemek
2. Çok düşünmek ve üzülmek
3. İş ve meşguliyeti çok ve dağınık olmak
4. Taze çeşniş yemek
5. Ekşi elma yemek
6. Ense çukurundan kan aldırmak
7. Deve katarı arasından geçip gitmek
8. Mezar taşındaki yazıları okumak
9. Asılan adamın yüzüne bakmak
10. Canlı biti yere atmak.
270
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
EHLİ SÜNNET VE SATIŞ REKORU KIRAN KİTAP
Verdiğimiz bu örnekler, mezhepçi İslam’ın savunucularından olan ve
mezhepçilerin hararetli takdirlerini, övgülerini kazanan Erzurumlu İbrahim
Hakkı’nın iki yüz elli yılı aşkın bir süredir rekor sayıda satan kitabından
alıntılardır. Bu kitapta yazılanlar, dini bilgi gibi sunulmuş ve bu kitap “İslami”
kitaplardan biri sayılmıştır. Kuran’ın takipçisi Müslümanlar ile kendilerini
“Ehl-i Sünnet” olarak niteleyen birçok kişi arasındaki fark, bu kitapta
da ortaya çıkmaktadır. Kuran’ı tek kaynak görenler bu kitabı şiddetle
yererken, “Ehl-i Sünnetim” diyenler, ısrarla kitabı temize çıkarmaya çalış-
maktadırlar. Bu kitaptaki, Kuran ve akılla uzlaştırılması imkansız izahlar;
Kuran’a, akla ve bilime ters olmasına rağmen savunulmuş, üstelik müftüler
ve “İslami yayınevleri” bu izahları yapan kitaba ve yazarına övgüler yağ-
dırmışlardır. Bu açıklamaları yapan İbrahim Hakkı ise tüm bu izahların
“tecrübe ile sabit” izahlar olduğunu, yine Marifetname’de söylemektedir.
Bu izahların nasıl bir tecrübe ile sabit olabileceğinin yorumunu siz okuyucularımıza
bırakıyoruz.
İBRAHİM HAKKI VE TABERİ
İbrahim Hakkı izahlarının birçoğunu, uydurma hadislere dayandırır ve
kendisinden önceki Sunni alimleri kaynak olarak kullanır. İbrahim Hakkı’dan
900 yıl kadar önce yaşamış Taberi de İbrahim Hakkı’nın kaynaklarından biridir.
Birçok Sunniye göre “büyük alim” olan Taberi’nin kitaplarını okuyanlar;
Cebrail’in kanadı ile Ay’ın ateşini söndürdüğünü, Güneş ve Ay’ın kulplu
arabalarda seyahatini, Güneş ve Ay’ın gökteki bir denizde yüzdüklerini, meleklerin
kanatlarını kapatmalarıyla gece olduğunu, Ay’ın ve Güneş’in çekilerek
batıya getirildiğini, meleklerin arabadan düşen Güneş’i yerine koyduklarını
açıklayan izahlara tanıklık edebilirler. Taberi de İbrahim Hakkı gibi
dinsel motiflerle süslü “bilimsel” izahlarını, din dersi havasında uzun uzadıya
anlatır. Bazı insanlar Kuran’ın bilimsel mucizelerine, akılla ve bilimle
çelişmeyen, aklı kullanmayı, bilimin temeli olan araştırmacılığı teşvik eden
izahlarına rağmen Müslümanlar’ın özellikle son yedi yüz yılda nasıl bilim
271
marİfetname ve bİlİmsel gerİlİĞİn kökenİ
platformunda geri kaldıklarını merak etmektedirler. Ne yazık ki İslam âlemi,
Kuran’ı, gereği gibi rehber yapmamıştır. Kuran, ölülerin arkasından okunan
okuma kitabı olarak değerlendirilmiş, birçok “dini” kitaptan birine indirgenmiştir.
Kuran, tercümesi yasaklanan kitaptır. Kuran rehberlikte kenara konmuş;
Taberiler, Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetnameleri gibi kitaplar
rehber olmuştur. Rehberleri yukarıdaki izahlarla dolu kitaplar olanların,
bilimsel alanda ilerlemesi ve toplumun refahı ile mutluluğuna katkı yapmaları
ne kadar mümkün olabilir?
Kanaatimizce, dinsizlik adına yapılan saldırılar bile bu tarz kitaplar kadar
dine zarar vermemiştir. Bu tarz kitaplar; ya dinsizlerin saldırmaları için
malzeme oluşturmuşlardır ya da Kuran’ın yeterliliğini bilmeden “dini kaynak”
diye bu kitapları okuyanların aklını karıştırmışlardır. Dini; bir mitoloji,
mantığa aykırı izahların kabulü, bilimin reddi gibi gösterecek olan bu
kitapları basan, yazan, savunanlar ne yazık ki İslam’a hizmet ettiklerini sanmaktadırlar.
BİLİMDE GERİ KALINMIŞLIĞIN KÖKENİ
Peygamberimiz’in vefatından sonraki ilk birkaç yüzyılda hurafeler ve
uydurmalar çıkmış olsa da Sunniliğin, Şiiliğin, hadisçi İslam öğretisinin bu
yüzyıllarda tam bir hakimiyetini göremiyoruz. Hadis merkezli din anlayı-
şına ve aklın bir kenara bırakılmasına karşı çıkan Mutezile gibi ekollerin
bu yüzyıllardaki varlığı, hatta Abbasi halifelerinin kimisinin Mutezile ekolünü
benimsemesi bunun delilidir.
İşte İslam’ın bu ilk asırlarında dünyanın en ileri ve en medeni toplumu
İslam toplumuydu. Birçok ünlü bilim tarihi kitabı, bugünkü Avrupa medeniyetinin
temellerinden olan sanayi devriminin ve bununla ilintili olarak bilimsel
ilerlemesinin kökeninde İslam ülkelerinden alınan düşünsel ve bilimsel
mirasa dikkat çeker. Hıristiyan toplumların doğru dürüst kitaplığının olmadığı
dönemde İspanya’ya yerleşmiş Müslümanlar, İspanya’da yetmiş büyük
halk kitaplığı yapmışlardı ve sırf Kurtuba’daki kütüphanede 600.000’lere ula-
şan kitap sayısıyla düşünce hayatı aydınlatılıyordu. Astronomi, kimya, tıp,
272
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
botanik, matematik ilimlerinde büyük atılımlar hep Müslüman bilim adamlarınca
yapılıyordu. Müslümanlar’ın, çevirileriyle de bu yüzyıllarda büyük
katkıları oldu. Çevirisi yapılan kitaplarla geçmişteki bilgi birikimi kullanı-
lıyor ve mevcut bilgilerle birleştirilip atılımlar yapılıyordu. Hatta Avrupa,
kendi medeniyetinin tarihsel kökeni diye övündüğü Eski Yunan’ın ünlü dü-
şünürleri Aristoteles, Platon ve diğerleriyle de Müslümanlar’ın yaptığı çeviriler
sayesinde tanıştı. İşte ilk yüzyıllarında İslam toplumunda, böylesi bir
bilimsel merak ve bunun sonucu olan ilerleme vardı. Müslümanlar çok kısa
sürede topraklarını İspanya’ya kadar genişletmekle kalmamış; bilimsel, dü-
şünsel birikimler oluşturup, bu birikimlerini de bu topraklara yayıp insanlığın
hizmetine sunmuşlardır.
İNSANLAR KENDİLERİNİ BOZMADIĞI SÜRECE
TOPLULUKLAR BOZULMAZ
Peki, ilk yüzyıllarında dünyanın en ileri medeniyeti olduğu kabul edilen
İslam medeniyeti, sonradan ne olmuştur da bugünkü durumuna düş-
müştür. Aşağıdaki ayetten alacağımız önemli dersler olduğu kanaatindeyiz:
Gerçek şu ki Allah kendi benliklerinde olanı değiştirmedikçe bir
toplulukta olanı değiştirmez. Allah bir topluma perişanlık dileyince
de artık onu geri çevirebilecek bir güç yoktur.
13-Rad Suresi 11
Allah eğer İslam ülkelerine verdiği bilimsel üstünlük gibi bir nimeti de-
ğiştirmişse; biz, Müslümanlar’ı incelemeli, onlarda ne şekilde değişiklikler
olduğunu anlamalıyız ki bugünkü duruma niye düşüldüğünü kavrayalım.
İlk yüzyıllarda insanların zihniyetini şekillendirmede Kuran’ın rolü yüksekti.
Aklı işletmeyi, araştırmayı, delil üzerinde olmayı öğütleyen Kuran’ın
şekillendirdiği zihinler, bilimsel düşünmeye ve bilim yapmaya da uygundular.
Fakat daha sonra mezheplerin ve tarikatların İslam’ı hakim olunca, tarikatçılık
ve mezhepçilik yayılınca; taklitçilik ve akılcı düşünce düşmanlığı
da egemen oldu. Çünkü kitabın bu ve daha evvelki bölümlerinde görüldüğü
273
marİfetname ve bİlİmsel gerİlİĞİn kökenİ
gibi uydurmaların karıştırıldığı dinde mantığın, aklın yeri olamazdı. Tarikatçılığın
temeli olan şeyhe kayıtsız, şartsız, akıl süzgecinden geçirmeksizin
itaat de rasyonel düşünceyle bağdaşamazdı (15. bölümü okuyunuz). Uydurmaların
karıştığı mezhepleri benimseyenler, hadisleri inkar etmemek ve tarikatlarını
temize çıkarmak için akılcı düşüncenin gerekliliğini inkar etmiş-
ler; Kuran’da, defalarca, “aklı çalıştırma” ve “Allah’ın yarattıkları üzerinde
düşünmek” üzerine yapılan vurguların gereğini yerine getirmemişlerdir.
HADİS ETİĞİ
Max Weber “Protestan Etiği” kitabında, Protestan mezhebinin insanların
zihinlerini nasıl şekillendirdiğini ve bu şekillendirmenin nasıl kapitalizm
sistemini meyve verdiğini anlatır. Bir fikrin, bir inancın, bir mezhebin zihinleri
şekillendirmesinin, bu zihinsel dönüşümün ise sosyal ve ekonomik
değişim sürecini tetiklemisini anlatmada; bir dünya klasiği olan “Protestan
Etiği” kitabı örnektir. Eğer benzer bir yaklaşımla hadislerin, hadisçi mezheplerin
ve tarikatların oluşturduğu zihinsel yapının nelere sebep olduğu incelenirse;
İslam adına bilimsel ve kültürel alandaki geri kalınmışlığın kökeninde
bu zihinsel yapının olduğu sonucuna varılacağı inancındayız. Aynı
şekilde, eğer İslam’ın ilk asırlarında sıfırdan, çöl bedeviliğinden dünyanın
en gelişmiş medeniyeti seviyesine yükselmenin kökeninde hangi sebeplerin
olduğu araştırılırsa; Kuran’ın verdiği akılcı, araştırıcı zihniyetin bunun baş
sebebi olduğu sonucuna varılacağı kanaatindeyiz. Kuran’ın izahlarının yo-
ğurduğu zihinler, bilimsel ilerlemeyi gerçekleştirmeye müsait hale gelmiş-
ler ve gerçekleştirmişlerdir.
DÜNYA DÖNSEYDİ NE FELAKETLER OLURDU
Marifetname gibi kitaplar, Kuran’ı dinin kaynağı olarak yeterli görmeyenlerin,
Kuran dışı izahlarla dolu eserleridir. Bu eserler hadisçi ve mezhepçi
“İslam” anlayışının meyvesidir. Bu meyvelerin meyvesi ise aklı kullanmadan
şeyhlere teslim olan, mezhep imamlarının inisiyatifine bırakılan
dini, Allah’ın dini zanneden kalabalıklardır.
274
•••
marifetname ve
bilimsel geriliğin kökeni
Kuran evde bohçalar içinde sarılı ve okunmadan dururken, dini yayınlar
adı altında öyle kitaplar satılmakta ve okunmaktadır ki buna akıl erdirmek
hiç mümkün değildir. Bu bölümde 250 yılı aşkın bir süredir rekor düzeyde
satan, hâlâ sadeleştirilip farklı yayınevleri tarafından tekrar tekrar basılan
Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetnamesi’ni inceleyeceğiz.
“İLİM, İRFAN OKYANUSU”NUN KİTABI
Erzurumlu İbrahim Hakkı, gelenekçi dini savunanlar tarafından “bü-
yük alim, ilim ve irfan okyanusu” olarak takdim edilir. İbrahim Hakkı’nın
Marifetname’deki izahlarına geçmeden, bu kitabı öven açıklamalara bir iki
örnek vereceğiz. Bu övücü açıklamaları aklınızda iyi tutarsanız İbrahim
Hakkı’nın açıklamalarını okuduğunuzda, daha iyi değerlendirebilirsiniz.
Kitsan tarafından 1984 yılında basılan Marifetname’nin girişinde, İstanbul
Müftüsü Selahattin Kaya’nın takdimi şöyledir: “Yazıldığı asırlara ışık tutan,
günümüze kadar değerinden bir şey kaybetmeksizin dini eserler arasında
müstesna bir yer işgal eden Marifetname’nin tekrar irfan hayatımızda yer
alması sevindirici bir olaydır.”
Bedir Yayınevi ise Erzurumlu İbrahim Hakkı’yı tanıtırken, bizim gibi
mezhepleri eleştirenleri ve sonuç olarak da Marifetname’yi de eleştirenleri
265
marİfetname ve bİlİmsel gerİlİĞİn kökenİ
kınayarak ve İbrahim Hakkı’yı överek okuyucularını esere hazırlar: “Bu kitabın
müellifi Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, zahir batın ilimlerinde
son derece yüksek bir mevkiye sahip olup, hem ulema-i amilinden, hem de
meşayihi kiramdan bir zat-ı celil-ül kadirdir. Kendisini rahmetle anar, onun
ve diğer piranın ruhaniyetlerinin bizimle beraber olmasını Hak Teala’dan niyaz
ederiz. Müellif hazretleri Ehl-i Sünnet Vel Cemaat mezhebindedir. Zaten
hem itikad ve hem amelde tek yol Sunniliktir. Zamanımızda İslam dünyasında
ve bu arada memleketimizde türeyen bazı gafil ve cahiller, Ehl-i
Sünnet yolundan saparak yüce dinimizin safiyetini bozmak istemektedirler.
Reformcular, Vehhabiler, Selefiye cereyanı salikleri, mezhepleri inkar edenler,
mezhepleri birbirine karıştırmak isteyenler, İran Rafizilerinin peşine düşenler,
din perdesi altında hizipçilik, anarşi ve terör kundakçılığı yapanlar
ortalığı ifsad etmektedirler. Tüm mümin kardeşlerimizin bu zararlı bidat cereyanlarına
karşı son derece uyanık bulunmaları, onların aldatıcı propagandalarına
kanmamaları ve Ehl-i Sünnet mezhebine sımsıkı sarılmaları lazımdır.
Ta ki dinimiz yücelsin, ümmetimiz selamet bulsun. Marifetname’nin bu
baskısı büyük emeklerle hazırlanmış, gerektiği zaman selahiyet sahiplerine
danışılmış ve elden geldiği kadar eksiksiz bir eser vermek için gayret sarf
edilmiştir. Türkiye’mizin yetiştirmiş olduğu büyük İslam alimi ve arifi olan
Şeyh İbrahim Hakkı Erzurumi hazretlerinin Marifetname’si eski tabirle bir
muhital maariftir yani bir ilim ve irfan okyanusudur. Baştan sona kadar inceliklerle,
hikmetlerle dolu bir hazinedir. Böyle bir eseri milletimize sunmaktan
bahtiyarlık duyuyoruz ve bizi buna muvaffak kıldığı için Halıkı-
mıza hamdu senalar ediyoruz.”
Birazdan vereceğimiz örnekleri incelemeniz, “Ehli Sünnet alimi” diye
takdim edilen rol modelleri görmemizi, dini yücelttiklerini sananların neler
yapabildiklerini; bunun yanında, bunları öven mezhepçi zihniyeti eleştirmekte
isabetli veya isabetsiz olduğumuzu belirlemenizi sağlayacaktır. (Eğer
bu kitabı almak isterseniz İbrahim Hakkı’nın yaptığı Cennet haritasını da
kapsayan bir versiyonu alın. Marifetname’nin bazı baskılarında bu harita,
kitaptan çıkarılmıştır.) Değerlendirmelerinizi daha rahat yapabilmeniz için
Marifetname’den (başlıklar bize aittir) örneklere geçiyoruz:
266
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
MELEKLERİ KORKUTAN YAKUT GÖZLÜ
YILAN VE DİĞERLERİ
“Bütün bu saf saf olan meleklerin ötesinde bir büyük yılan vardır. Arşı
azamı başı kuyruğunun üzerine gelmek üzere çevrelemiştir. Başı beyaz inciden,
bedeni sarı altından ve gözleri kırmızı yakuttan yaratılmıştır. Her bir
tüyünün dibinde bir meleğin tespih ettiği yüz bin kanadı vardır. Bu sarı yı-
lanın tespihinin sesi diğer bütün meleklerin tespih seslerini bastırarak onlara
korku verir. Ağzını açtığı zaman gökleri ve yeri bir lokma etmesi mümkündür.
Eğer o büyük yılana ilham olunmasa idi, onun sesinin heybetinden
bütün mahluklar helak olurdu...”
“....Bunun altında dördüncü gök vardır ki beyaz gümüştendir. Bunun ismi
Erkalun’dur. Buranın melekleri at suretindedir. Reislerinin ismi Kabail’dir.
Bu dördüncü göğün bekçisidir. Bunun altında üçüncü gök vardır ki sarı yakuttandır.
Bunun ismi Maun’dur. Buranın melekleri kartal suretindedir. Reislerinin
ismi Saftail’dir. Bu üçüncü göğün bekçisidir.”
“Allah, sözü edilen derya içinde Güneş için üç yüz altmış kulplu
elmastan bir araba yaratıp, üzerine Güneş koymuştur. Güneş’i arabası
ile doğudan batıya doğru çekip götürmeleri için her kulpundan tutacak
bir melek tayin etmiştir. Ay için de Hak Teala üç yüz kulplu sarı yakuttan
bir araba yaratarak, üzerine Ay’ı yerleştirmiştir. Ay’ı arabası ile
doğudan batıya çekip götürmeleri için her kulpu tutacak bir melek tayin
edilmiştir. Ayrıca Ay için cevherden altmış kulplu bir kılıf yaratmış,
her kulptan tutacak altmış melek tayin etmiştir. Ay’ın arabasını götü-
ren melekler onu her gün Güneş’ten uzaklaştırdıkça, kılıfını tutan melekler
de kılıfı her gün Ay’dan biraz daha sıyırarak Güneş ile Ay karşı
karşıya geldiğinde kılıfından tamamen çıkıp dolunay halinde görülür.
Sonra Ay’ı Güneş’e melekler yavaş yavaş yaklaştırdıkça kılıfını da di-
ğer taraftan her gün biraz daha yaklaştırıp, Ay Güneş’e iyice yaklaş-
tığında kılıfını Ay’a tamamen giydirirler. Kıyamete kadar bu şekilde
267
marİfetname ve bİlİmsel gerİlİĞİn kökenİ
devam eder. Bu sebepten Ay bazen hilal, bazen yarım ay, bazen dolunay
şeklinde görülür.”
“Hak Teala yedi göğün her birisini balıklar gibi binlerce çeşit yaratıkla
dopdolu etmiştir. Yedi göğün duvarı olan Kaf Dağı’nın ötesinde bir büyük
yılan yaratmıştır. Yılan büyük dağı halka gibi kuşatıp başını kuyruğu üzerine
koymuştur. Kıyamete kadar Hak Teala’yı yüksek şanıyla tespih eder.
Bu denizler ortasında yedi yer bir gemi gibi hareketli ve huzursuz iken,
Hak Teala bir büyük melek tayin etmiştir ki; yerlerin etrafını kavrayıp, bir
omuzu üzerinde sakin kılmıştır. Sonra Hak Teala, o meleğin ayağı sağlam
dursun diye yeşil yakuttan büyük bir kare biçiminde kaya yaratmıştır ki,
onun en üst düzeyinde bin vadi yaratıp, her birini bir deniz ile ve her denizi
binlerce çeşit yaratıkla doldurmuştur. Daha sonra Hak Teala o kayayı sabit
tutmak için bir büyük kırmızı öküz yaratmıştır ki onun kırk bin başı, kırk
bin boynuzu, kırk bin ayağı vardır. Her iki ayağı arası bir yıllık yoldur. Kayayı
boynuzları ve sırtı üzerine yerleştirmiştir. Bu öküzün adı Liyunan’dır.
Sonra Hak Teala onun ayaklarını sabitleştirmek için bir büyük balık yaratmıştır
ki yedi deniz onun ağzında bir damla gibidir. Sonra Hak Teala o balığın
altında bir büyük deniz yaratmıştır ki bu büyük balık, bu büyük denizde
sukun ve karar etmiştir. Sonra Hak Teala o denizin altında yedi tabaka
cehennem yaratmıştır. O büyük deniz cehennem üzerinde sakin olmuştur.
Sonra Hak Teala yedi cehennemin altında sert rüzgar yaratmıştır ki cehennemin
iki tabakası onun üzerinde karar kılmıştır...”
HANIMLAR İÇİN ÖNERİLER
“…Hanımını insanların kalabalık olduğu yerlere bakan eyvanlarda
oturtmamak. Ta ki namahreme bakıp, halka meyli akmasın. Hanımına de-
ğerli ve süslü elbise giydirmemektir. Ta ki ziynet satmak için dışarı çıkmayıp
evine bağlı olsun.”
268
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
FAKİRLİĞİN VE UNUTMANIN SEBEPLERİ
Fakirliğin sebepleri:
1. Günah işlemek
2. Yalan söylemek
3. Sabah vakti uyumak
4. Bir gün bir gecede sekiz saatten çok uyumak
5. Soyunup çıplak yatmak
6. Çıplak iken abdest bozmak
7. Bir yanı üzerine yaslanıp ekmek yemek
8. Ekmek kırıntılarını yere dökmek
9. Cenabet iken ağzını yıkamadan yemek
10. Soğan ve sarımsak kabuklarını yakmak
11. Geceleyin evi süpürmek
12. Çöpleri evin içinde biriktirmek
13. Yaşından büyüklerin önünde yürümek
14. Anne ve babasını isimleri ile çağırmak
15. Eline geçen çer çöple dişlerini kurcalamak
16. Toprak ve çamur ile ellerini ovalamak
17. Eşik üzerinde oturmak
18. Kapının bir kanadına dayanmak
19. Helada abdest almak
20. Elbisesini üzerinde dikmek
21. Yüzünü yıkayınca yeniyle ya da eteği ile silmek
22. Evde örümcek yuvasını saklamak
23. Namazı kılmada gevşek davranmak
24. Sabah namazını kıldıktan sonra camiden erken çıkmak
25. Her sabah çarşıya erken gitmek
269
marİfetname ve bİlİmsel gerİlİĞİn kökenİ
26. Çarşıdan eve geç dönmek
27. Dilencilerden ekmek kırıntılarını satın almak
28. Kendi evladına beddua etmek
29. Biti ateşe atmak
30. Gece kapların ağzını açık bırakmak
31. Mumu ve kandili nefesle söndürmek
32. Boğumlu kalemle yazmak
33. Dişi kırık tarakla taranmak
34. Anne, baba ve üstadına duayı unutmak
35. Sarığını otururken sarmak
36. Ayak donunu ayakta giymek
37. Dilenciye kızıp boş çevirmek
38. Kısıp ihtiyacından az harcamak
39. İsraf edip haddinden çok harcamak
40. Geçim işlerinde gevşek davranmak
41. Kapısız evde yalnız yatmaktır.
Unutmanın sebepleri:
1. Çok günah işlemek
2. Çok düşünmek ve üzülmek
3. İş ve meşguliyeti çok ve dağınık olmak
4. Taze çeşniş yemek
5. Ekşi elma yemek
6. Ense çukurundan kan aldırmak
7. Deve katarı arasından geçip gitmek
8. Mezar taşındaki yazıları okumak
9. Asılan adamın yüzüne bakmak
10. Canlı biti yere atmak.
270
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
EHLİ SÜNNET VE SATIŞ REKORU KIRAN KİTAP
Verdiğimiz bu örnekler, mezhepçi İslam’ın savunucularından olan ve
mezhepçilerin hararetli takdirlerini, övgülerini kazanan Erzurumlu İbrahim
Hakkı’nın iki yüz elli yılı aşkın bir süredir rekor sayıda satan kitabından
alıntılardır. Bu kitapta yazılanlar, dini bilgi gibi sunulmuş ve bu kitap “İslami”
kitaplardan biri sayılmıştır. Kuran’ın takipçisi Müslümanlar ile kendilerini
“Ehl-i Sünnet” olarak niteleyen birçok kişi arasındaki fark, bu kitapta
da ortaya çıkmaktadır. Kuran’ı tek kaynak görenler bu kitabı şiddetle
yererken, “Ehl-i Sünnetim” diyenler, ısrarla kitabı temize çıkarmaya çalış-
maktadırlar. Bu kitaptaki, Kuran ve akılla uzlaştırılması imkansız izahlar;
Kuran’a, akla ve bilime ters olmasına rağmen savunulmuş, üstelik müftüler
ve “İslami yayınevleri” bu izahları yapan kitaba ve yazarına övgüler yağ-
dırmışlardır. Bu açıklamaları yapan İbrahim Hakkı ise tüm bu izahların
“tecrübe ile sabit” izahlar olduğunu, yine Marifetname’de söylemektedir.
Bu izahların nasıl bir tecrübe ile sabit olabileceğinin yorumunu siz okuyucularımıza
bırakıyoruz.
İBRAHİM HAKKI VE TABERİ
İbrahim Hakkı izahlarının birçoğunu, uydurma hadislere dayandırır ve
kendisinden önceki Sunni alimleri kaynak olarak kullanır. İbrahim Hakkı’dan
900 yıl kadar önce yaşamış Taberi de İbrahim Hakkı’nın kaynaklarından biridir.
Birçok Sunniye göre “büyük alim” olan Taberi’nin kitaplarını okuyanlar;
Cebrail’in kanadı ile Ay’ın ateşini söndürdüğünü, Güneş ve Ay’ın kulplu
arabalarda seyahatini, Güneş ve Ay’ın gökteki bir denizde yüzdüklerini, meleklerin
kanatlarını kapatmalarıyla gece olduğunu, Ay’ın ve Güneş’in çekilerek
batıya getirildiğini, meleklerin arabadan düşen Güneş’i yerine koyduklarını
açıklayan izahlara tanıklık edebilirler. Taberi de İbrahim Hakkı gibi
dinsel motiflerle süslü “bilimsel” izahlarını, din dersi havasında uzun uzadıya
anlatır. Bazı insanlar Kuran’ın bilimsel mucizelerine, akılla ve bilimle
çelişmeyen, aklı kullanmayı, bilimin temeli olan araştırmacılığı teşvik eden
izahlarına rağmen Müslümanlar’ın özellikle son yedi yüz yılda nasıl bilim
271
marİfetname ve bİlİmsel gerİlİĞİn kökenİ
platformunda geri kaldıklarını merak etmektedirler. Ne yazık ki İslam âlemi,
Kuran’ı, gereği gibi rehber yapmamıştır. Kuran, ölülerin arkasından okunan
okuma kitabı olarak değerlendirilmiş, birçok “dini” kitaptan birine indirgenmiştir.
Kuran, tercümesi yasaklanan kitaptır. Kuran rehberlikte kenara konmuş;
Taberiler, Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetnameleri gibi kitaplar
rehber olmuştur. Rehberleri yukarıdaki izahlarla dolu kitaplar olanların,
bilimsel alanda ilerlemesi ve toplumun refahı ile mutluluğuna katkı yapmaları
ne kadar mümkün olabilir?
Kanaatimizce, dinsizlik adına yapılan saldırılar bile bu tarz kitaplar kadar
dine zarar vermemiştir. Bu tarz kitaplar; ya dinsizlerin saldırmaları için
malzeme oluşturmuşlardır ya da Kuran’ın yeterliliğini bilmeden “dini kaynak”
diye bu kitapları okuyanların aklını karıştırmışlardır. Dini; bir mitoloji,
mantığa aykırı izahların kabulü, bilimin reddi gibi gösterecek olan bu
kitapları basan, yazan, savunanlar ne yazık ki İslam’a hizmet ettiklerini sanmaktadırlar.
BİLİMDE GERİ KALINMIŞLIĞIN KÖKENİ
Peygamberimiz’in vefatından sonraki ilk birkaç yüzyılda hurafeler ve
uydurmalar çıkmış olsa da Sunniliğin, Şiiliğin, hadisçi İslam öğretisinin bu
yüzyıllarda tam bir hakimiyetini göremiyoruz. Hadis merkezli din anlayı-
şına ve aklın bir kenara bırakılmasına karşı çıkan Mutezile gibi ekollerin
bu yüzyıllardaki varlığı, hatta Abbasi halifelerinin kimisinin Mutezile ekolünü
benimsemesi bunun delilidir.
İşte İslam’ın bu ilk asırlarında dünyanın en ileri ve en medeni toplumu
İslam toplumuydu. Birçok ünlü bilim tarihi kitabı, bugünkü Avrupa medeniyetinin
temellerinden olan sanayi devriminin ve bununla ilintili olarak bilimsel
ilerlemesinin kökeninde İslam ülkelerinden alınan düşünsel ve bilimsel
mirasa dikkat çeker. Hıristiyan toplumların doğru dürüst kitaplığının olmadığı
dönemde İspanya’ya yerleşmiş Müslümanlar, İspanya’da yetmiş büyük
halk kitaplığı yapmışlardı ve sırf Kurtuba’daki kütüphanede 600.000’lere ula-
şan kitap sayısıyla düşünce hayatı aydınlatılıyordu. Astronomi, kimya, tıp,
272
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
botanik, matematik ilimlerinde büyük atılımlar hep Müslüman bilim adamlarınca
yapılıyordu. Müslümanlar’ın, çevirileriyle de bu yüzyıllarda büyük
katkıları oldu. Çevirisi yapılan kitaplarla geçmişteki bilgi birikimi kullanı-
lıyor ve mevcut bilgilerle birleştirilip atılımlar yapılıyordu. Hatta Avrupa,
kendi medeniyetinin tarihsel kökeni diye övündüğü Eski Yunan’ın ünlü dü-
şünürleri Aristoteles, Platon ve diğerleriyle de Müslümanlar’ın yaptığı çeviriler
sayesinde tanıştı. İşte ilk yüzyıllarında İslam toplumunda, böylesi bir
bilimsel merak ve bunun sonucu olan ilerleme vardı. Müslümanlar çok kısa
sürede topraklarını İspanya’ya kadar genişletmekle kalmamış; bilimsel, dü-
şünsel birikimler oluşturup, bu birikimlerini de bu topraklara yayıp insanlığın
hizmetine sunmuşlardır.
İNSANLAR KENDİLERİNİ BOZMADIĞI SÜRECE
TOPLULUKLAR BOZULMAZ
Peki, ilk yüzyıllarında dünyanın en ileri medeniyeti olduğu kabul edilen
İslam medeniyeti, sonradan ne olmuştur da bugünkü durumuna düş-
müştür. Aşağıdaki ayetten alacağımız önemli dersler olduğu kanaatindeyiz:
Gerçek şu ki Allah kendi benliklerinde olanı değiştirmedikçe bir
toplulukta olanı değiştirmez. Allah bir topluma perişanlık dileyince
de artık onu geri çevirebilecek bir güç yoktur.
13-Rad Suresi 11
Allah eğer İslam ülkelerine verdiği bilimsel üstünlük gibi bir nimeti de-
ğiştirmişse; biz, Müslümanlar’ı incelemeli, onlarda ne şekilde değişiklikler
olduğunu anlamalıyız ki bugünkü duruma niye düşüldüğünü kavrayalım.
İlk yüzyıllarda insanların zihniyetini şekillendirmede Kuran’ın rolü yüksekti.
Aklı işletmeyi, araştırmayı, delil üzerinde olmayı öğütleyen Kuran’ın
şekillendirdiği zihinler, bilimsel düşünmeye ve bilim yapmaya da uygundular.
Fakat daha sonra mezheplerin ve tarikatların İslam’ı hakim olunca, tarikatçılık
ve mezhepçilik yayılınca; taklitçilik ve akılcı düşünce düşmanlığı
da egemen oldu. Çünkü kitabın bu ve daha evvelki bölümlerinde görüldüğü
273
marİfetname ve bİlİmsel gerİlİĞİn kökenİ
gibi uydurmaların karıştırıldığı dinde mantığın, aklın yeri olamazdı. Tarikatçılığın
temeli olan şeyhe kayıtsız, şartsız, akıl süzgecinden geçirmeksizin
itaat de rasyonel düşünceyle bağdaşamazdı (15. bölümü okuyunuz). Uydurmaların
karıştığı mezhepleri benimseyenler, hadisleri inkar etmemek ve tarikatlarını
temize çıkarmak için akılcı düşüncenin gerekliliğini inkar etmiş-
ler; Kuran’da, defalarca, “aklı çalıştırma” ve “Allah’ın yarattıkları üzerinde
düşünmek” üzerine yapılan vurguların gereğini yerine getirmemişlerdir.
HADİS ETİĞİ
Max Weber “Protestan Etiği” kitabında, Protestan mezhebinin insanların
zihinlerini nasıl şekillendirdiğini ve bu şekillendirmenin nasıl kapitalizm
sistemini meyve verdiğini anlatır. Bir fikrin, bir inancın, bir mezhebin zihinleri
şekillendirmesinin, bu zihinsel dönüşümün ise sosyal ve ekonomik
değişim sürecini tetiklemisini anlatmada; bir dünya klasiği olan “Protestan
Etiği” kitabı örnektir. Eğer benzer bir yaklaşımla hadislerin, hadisçi mezheplerin
ve tarikatların oluşturduğu zihinsel yapının nelere sebep olduğu incelenirse;
İslam adına bilimsel ve kültürel alandaki geri kalınmışlığın kökeninde
bu zihinsel yapının olduğu sonucuna varılacağı inancındayız. Aynı
şekilde, eğer İslam’ın ilk asırlarında sıfırdan, çöl bedeviliğinden dünyanın
en gelişmiş medeniyeti seviyesine yükselmenin kökeninde hangi sebeplerin
olduğu araştırılırsa; Kuran’ın verdiği akılcı, araştırıcı zihniyetin bunun baş
sebebi olduğu sonucuna varılacağı kanaatindeyiz. Kuran’ın izahlarının yo-
ğurduğu zihinler, bilimsel ilerlemeyi gerçekleştirmeye müsait hale gelmiş-
ler ve gerçekleştirmişlerdir.
DÜNYA DÖNSEYDİ NE FELAKETLER OLURDU
Marifetname gibi kitaplar, Kuran’ı dinin kaynağı olarak yeterli görmeyenlerin,
Kuran dışı izahlarla dolu eserleridir. Bu eserler hadisçi ve mezhepçi
“İslam” anlayışının meyvesidir. Bu meyvelerin meyvesi ise aklı kullanmadan
şeyhlere teslim olan, mezhep imamlarının inisiyatifine bırakılan
dini, Allah’ın dini zanneden kalabalıklardır.
274