08 Ağustos 2017

UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN....6


UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Bu acı meyvelerden Suudi Arabistanlı meşhur Şeyh Abdul Aziz Bin
Baz, “Dünya’nın Sakin, Güneş’in Hareketli Olduğuna ve Gezegenlere Çıkmanın
İmkansızlığına Dair Akli ve Hissi Deliller” isimli, resmi makamlarca
basılan risalesinde şunları söylemektedir: “Kim bunu iddia ederse küfür ve
delalete düşmüş olur. Çünkü bu iddia hem Allah’ın, hem Kuran’ın, hem
Peygamber’in reddidir. Bunu iddia eden kişi tövbeye davet edilir. Ederse ne
ala! Aksi takdirde kafir ve dinden dönmüş bir kişi olarak öldürülür ve malı
da Müslümanlar’ın hazinesine katılır... Eğer ileri sürdükleri gibi Dünya dö-
nüyor olsaydı ülkeler, dağlar, ağaçlar, nehirler, denizler bir kararda kalmazdı.
İnsanlar batıdaki ülkelerin doğuya, doğudaki ülkelerin batıya kaydığını gö-
rürlerdi. Kıble’nin yeri değişir, insanlar kıbleyi tayin edemezlerdi. Velhasıl
(bunların hiçbiri görülmediğine göre), bu iddia (Dünya’nın hareketli olduğu
iddiası) sayması uzun sürecek birçok nedenden dolayı batıldır.”
Bu risaleye göre Dünya’nın hareket ettiğini söyleyenlerin öldürülmeleri
gerekir. Kısacası Marifetname, Taberi, Buhari, Müslim ve diğerlerinin bilim
ve akıl dışı izahları dinin bir parçası yapıldığı gibi, bunlarda yer alan kimi
izahları reddedenlerin öldürülmesine de fetva verilmiştir. Şeyh Abdul Aziz
Bin Baz’ın risalesinin yazım tarihini size sorsalar tahmininiz ne olurdu?
Bu eser bundan bin yıl önce değil, 1975’te yazılmıştır, hem de resmi makamlarca!
Ne yazık ki “şeriat” diye insanlara yutturulan budur! Bilim dışı,
akıl dışı hadis ve mezhep kökenli uydurmaların yol açtığı budur! Kişi Kuran
ile yetinmeyince sonucu budur!
Allah’tan ve ayetlerinden sonra hangi hadise (söze) inanıyorlar.
45-Casiye Suresi 6
25. BÖLÜM
•••
dini oyuncağa çevirme:
NASİH-mensuh
Arapça’da “nesh” kelimesi; “silme, ortadan kaldırma” anlamları taşımaktadır.
“Mensuh” ise “silineni, ortadan kalkanı” ifade eder. Mezhepçi din anlayışını
benimseyenler, Kuran’ın içinde nasih ve mensuh olduğunu, bir kısım
Kuran ayetlerinin, diğer bazı Kuran ayetlerini iptal ettiklerini iddia etmiş-
lerdir. Hatta hadislerin bile Kuran’ın ayetlerini iptal edebileceğini söylemiş-
lerdir. Sonuç olarak Kuran ayetlerinin bir kısmı hadisler aracılığı ile iptale
kalkışılmıştır. Dine birçok ilave yapmakta kullanılan hadisleri “Kuran’a eş
koşulmuştur” diye eleştirirken, nasih yaklaşımıyla, hadislerin Kuran’ın üstüne
çıkartıldığına da şahit olmaktayız. Mezhep kitapları nasih-mensuh için
dört şart ileri sürmüşlerdir:
1- Hükmü kaldıran nasih olmalı
2- Hükmü kaldırılan mensuh bulunmalı
3- Nasih mensuhtan sonra gelmeli
4- Her ikisi arasında açık çelişki olmalı
Eldeki kaynakları incelersek; Kuran ayetlerinin hangi tarihte, hangi sırayla
indiğine dair herkesin ittifak ettiği bir sıra olmadığını görürüz. Hadis rivayetinde
ise; hangi hadisin, hangi ayetten önce veya sonra söylendiğini belirten
bilgiler daha çok belirsizdir. Nasih-mensuh iddialarını incelediğimizde; asıl
yapılanın, dinin, mezhep imamlarının insaflarına ve görüşlerine bırakılması 
276
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
olduğunu görüyoruz. Mezhep imamı neyin nasih, neyin mensuh olduğunu
belirler. Böylece nasih-mensuh sihirli değneğini eline alan mezhep imamı,
Kuran’ın hükmünü iptal edebilecek güce de kavuşur. Yani nasih-mensuh ile
dini oyuncağa çevirmenin sonucu; mezhep imamlarının dindeki otoritesini
sağlamlaştırmak ve mezhep imamlarını adeta “din kurucusu” konumuna
yaklaştırmak olmuştur. Daha önce gördüğümüz gibi, mezhep imamları on
binlerce çelişkili uydurma hadisin içinden istediğini seçerek zaten dinde istedikleri
tasarrufta bulunmuşlardır. Nasih-mensuh ise mezhep imamlarının
gerektiğinde Kuran’ın hükmünü de aşabilmelerini sağlamaktadır. Böylece
mezhep imamı, Kuran ve hadisin üstünde bir yerde duran ve dilediği kaynaktan
dilediğini seçme veya iptal ettirme yetkisini taşıyan kişi olmaktadır.
Sırf Allah’ın tekelinde olan dine, uydurma hadislerle, sanki Peygamber de
dine ilaveler ve eksiltmeler yapmış gibi bir hava verilmiştir. Fakat sonuçta
on binlerce hadisten dilediğini seçme ve nasih-mensuh sihirli değneğini istediği
gibi kullanma yetkisine sahip olan mezhep imamları; Peygamber’in,
hatta Allah’ın üstünde bir konumla dinde hüküm oluşturma yetkisini ellerine
almışlardır. Bu tahrifatı yapanlar, Kuran’ın şu ayetinin manasını kaydırarak,
bu zihniyetlerini temize çıkarmaya kalkışmışlardır. Önce ayeti gö-
relim, sonra inceleyelim:
Biz daha hayırlısını, ya da bir benzerini getirmedikçe bir ayeti (delili,
belgeyi, işareti) neshetmeyiz (silmeyiz, yürürlükten kaldırmayız)
veya unutturmayız.
2- Bakara Suresi 106
“AYET” KELİMESİNİN KURAN’DAKİ MANASI
Kuran’da kullanılan “ayet” kelimesi, Allah’ın varlığının ve söylediklerinin
ispatı olan, bunları destekleyen her şey için kullanılır. Türkçe çevirilerdeki
“belge, mucize, delil, işaret” kelimelerinin çoğunun Arapça’daki karşılığı
“ayet” kelimesidir. Kuran’a göre Allah’ın yarattığı her şeyde, bitkilerde, insanda,
eski kavimlerin başlarına gelenlerde, gece ile gündüzde “ayetler” 
277
dİnİ oyuncağa çevİrme: NASİH-mensuh
vardır. (Türkçe’de “ayet” kelimesinin birçok kişi tarafından sadece “Kuran
ayetleri” manasında kullanılması yanlış anlamaya zemin hazırlayan nedenlerden
biridir.)
Bazı çevirilerde, Arapça’sında hiç geçmemesine rağmen “hüküm” kelimesi
de yukarıdaki ayetin çevirisine ilave edilip “ayetin hükmü” şeklinde
çeviri yapılıp, sanki ayetlerin hükmü neshedilebiliyormuş gibi bir hava
verilmeye çalışılmıştır. Oysa Kuran’da geçen “ayet” kelimesine baktığı-
mız vakit çok ilginç bir kullanım şekli olduğunu görüyoruz: “Ayet” kelimesinin
çoğul şekli olan “ayat” kelimesi, tüm Kuran’da “mucize, belge,
delil, işaret, Kuran ayetleri” manasında kullanılır. Fakat “ayat”ın tekili
olan “ayet” kelimesi, Kuran’ın hiçbir yerinde “Kuran’ın bölümleri olan
ayet” manasında kullanılmamıştır. Tekil olan “ayet” kelimesinin geçtiği
şu ayetleri inceleyip söylediğimizi gözlemleyebilirsiniz: [2-Bakara Suresi
106, 118, 145, 211, 248, 259; 3-Ali İmran Suresi 13, 41, 49, 50; 5-Maide
Suresi 114; 6-En’am Suresi 4, 25, 35, 37, 109; 7-Araf Suresi 73, 106,
132, 146, 203; 10-Yunus Suresi 20, 92, 97; 11-Hud Suresi 64, 103; 12-Yusuf
Suresi 105; 13-Ra’d Suresi 7, 27, 38; 15-Hicr Suresi 77; 16-Nahl Suresi
11, 13, 65, 67, 69, 101; 17-İsra Suresi 12; 19-Meryem Suresi 21; 20-
Taha Suresi 22, 47, 133; 21-Enbiya Suresi 5, 91; 23-Müminun Suresi 50;
25-Furkan Suresi 37; 26-Şuara Suresi 4, 8, 67, 103, 121, 128, 139, 154, 158,
174, 190, 197; 27-Neml Suresi 52; 29-Ankebut Suresi 15, 35, 44; 30-Rum
Suresi 58; 34-Sebe Suresi 9, 15; 36-Yasin Suresi 33, 37, 41, 46; 37-Saffat
Suresi 14; 40-Mümin Suresi 78; 43-Zuhruf Suresi 48; 51-Zariyat Suresi
37; 54-Kamer Suresi 2, 15; 79- Naziat Suresi 20]. Listeden de gördüğü-
müz gibi, söz konusu ifade Bakara Suresi 106. ayette “ayet” olarak tekil
şekilde geçtiği için, bu ifadeden Kuran’ın ayetlerini değil Allah’ın kainattaki
delilleri, belgeleri, mucizeleri, işaretleri manasındaki “ayet”i anlamak
doğru olur. Bu anlaşıldığında, Kuran’ın ayetleriyle nasih-mensuh
oyuncağıyla oynama çabası suya düşer. Zaten Kuran, kendisinde hiçbir
çelişki olmadığını ifade ederek bu tarzda uydurmalara geçit vermemiş-
tir. Bunu önümüzdeki satırlarda işleyeceğiz.
278
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
KURAN’DA ÇELİŞKİ YOKTUR Kİ NASİH-MENSUH OLSUN
Onlar Kuran’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkası-
nın katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok çelişki bulacaklardı.
4-Nisa Suresi 82
Madem Kuran’da hiçbir çelişki yoktur, içinde nasih mensuh da olamaz.
Çünkü nasih ve mensuhun temelinde, iki çelişkili ifadenin olması ve bu ifadelerden
birinin diğerini geçersiz kılması vardır. Zaten Bakara Suresi 106.
ayeti anlamak için, bir önceki ayet olan Bakara Suresi 105. ayet okunursa,
Bakara Suresi 106. ayette; daha evvelki ümmetlere verilen delillerin, belgelerin,
işaretlerin kastedildiği anlaşılır:
Ehli kitaptan kafirler ve ortak koşanlar, Rabbiniz’den size bir hayır
indirilmesini istemezler. Ama Allah rahmetini dilediğine özgü-
ler. Allah büyük lutfun sahibidir.
2-Bakara Suresi 105
Kuran’da “ayetin” yerine “ayetin” gelmesi, 16-Nahl Suresi 101’de de geçer:
Biz bir ayeti (delili, belgeyi, işareti) bir başka ayetin (delilin, belgenin,
işaretin) yerine koyduğumuzda -ki Allah neyi indirdiğini daha
iyi bilmektedir- onlar şöyle der: “Sen yalnızca iftira edicisin.” Hayır,
onların çoğu bilmezler.
16-Nahl Suresi 101
Bu ayete ve devamına dikkat edersek; Peygamber’i, düşmanlarının, “iftira
edici” olarak nitelemesinin sebebi, Kuran’da ayetlerin kendi içinde birbirini
nesh etmesi değildir. Peygamber’in iftiracı olarak nitelenmesinin sebebi,
Kuran’ın Allah tarafından gönderildiğini söylemesi ve Kuran’daki ayetlerin
(belgelerin, delillerin, işaretlerin) unutulan veya hükmü kalkan ayetlerin
(delil, belge, işaretlerin) yerini almasıdır. Nitekim aynı konuyu anlatmaya
devam eden Nahl Suresi’nde iki ayet sonra 103. ayette, Peygamber’e,
Kuran’ın bir insan tarafından öğretildiği iftirasının yapıldığını görüyoruz.
Bakara Suresi 106. ayeti yeniden incelersek yeni “ayetin”, nesh edilen “ayetin”
ve “unutulan” ayetin yerine geldiğini görüyoruz. Ayette “nesh”in yanı 
279
dİnİ oyuncağa çevİrme: NASİH-mensuh
sıra “unutma” fiili de geçer. Bu nedenle, bu ayete dayanarak Kuran’da nasih-mensuh
olduğunu savunanlar, Kuran’da unutulmuş ayetler olabileceğini
de iddia etmiş olurlar. Oysa bu iddia, Kuran’ın korunduğunu söyleyen aşa-
ğıdaki ayetler ve Kuran’ın değişmediğini ispat eden matematiksel mucizeler
ile çelişir. (Kuran’daki bu matematiksel mucizeleri “Kuran Hiç Tükenmeyen
Mucize” kitabımızdan okuyabilirsiniz.)
Hiç şüphesiz Zikri (Hatırlatıcı’yı), Biz indirdik, Biz. Onun koruyucuları
da gerçekten Biz’iz.
15-Hicr Suresi 8
NESH’İN ARAPÇASI NEDİR?
Kuran’ın içinde neshin olmadığını savunan Prof. Dr. Hüseyin Atay
“silme, ortadan kaldırma” anlamlarının “nesh”in ikinci dereceden anlamları
olduğunu, nasih-mensuh nazariyesinden sonra bu manaya ağırlık verildi-
ğini söyler. Hüseyin Atay’a göre “nesh” kelimesine Türkçe’de “kopya etme,
aynısını yazma, nüsha çıkarma” manalarını vermek daha uygundur. Nitekim
dilimizdeki nüsha kelimesi Arapça’daki “nesh” kelimesinden türeyerek
dilimize girmiştir. Bu mananın asıl olduğunu söyleyen Hüseyin Atay
45-Casiye Suresi 29. ayette “nesh” kelimesinin “Biz sizin için yaptıklarınızın
kopyasını, nüshasını alıyoruz.” şeklinde kullanılmasını da delil
olarak göstermektedir (Hüseyin Atay, Kuran’a Göre Araştırmalar I-III).
Hüseyin Atay’ın bu tespiti çok önemlidir, çünkü “nesh”in bu şekilde manalandırılması
halinde; bir Kuran ayetinin başka bir Kuran ayetinin yerini alması
şeklinde manalandırma yapılamadığı için, nasih-mensuh oyuncağının
dayandırılmak istendiği bu ayetten, bu sonuç hiç çıkmayacaktır. Gerçi biz,
“nesh”in, mezhepçi yaklaşımı benimseyenlerin kabul ettiği manasını alıp,
bu manada kullanıldığı takdirde de mezhepçilerin arzu ettikleri sonucu çı-
kartamayacaklarını gösterdik.
NASİH-MENSUH HADİSLERDEN BİLE ÇIKMIYOR
Nasih ve mensuhun Kuran’ın içinde olamayacağını savunan Abdullah
Yıldız ve Şemseddin Özdemir şöyle demektedirler: “Kuran-ı Kerim’den 
280
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
herhangi bir ayetin neshedilmiş olduğuna dair bir tek hadis rivayet edilmemiştir.
Sahihi Buhari’yi, Sahihi Müslim’i, Ebu Davud’u, Tirmizi’yi, Nesei’yi,
İbn-i Mace’yi, Darimi’yi, Malik’in Muvatta’sını başından sonuna kadar tetkik
eder ve bunlara Zeyd bin Ali Müsned’ini, İbn-i Sad’ın Tabakat’ını, İbn-i
Hanbel’in Müsned’ini, Tayalesi’nin Müsned’ini, İbn-i Hişam’ın Sireti’ni ve
Vakidi’nin Meğazsi’ni ilave ederek hepsinin mufassal bir indeksini vücüda
getiren değerli müsteşrik Vensisk’in eserini ve bu eseri ilavelerle Arapça’ya
nakleden Mehmet Fuad Abdulbaki’nin Meftahu Kunuzi Elsine’sini tetkik ettik;
tüm bu kitapların nasihten ve mensuhtan bahseden bir tek hadis rivayet
etmediklerine emin olduk” (Abdullah Yıldız ve Şemseddin Özdemir, Kuran’ı
Anlamak Farzdır, s. 92). Yani, daha evvel içlerine yüzlerce uydurma girdiği
için güvenilmez olduklarını gördüğümüz hadis kitaplarında bile nasih-mensuh
uydurmasını destekleyecek izah yoktur. Hadislerin kendi aralarında ve
Kuran’la çelişkisinden kaçanlar nasih-mensuhu bir liman olarak görmüşlerdir.
Peki, iki hadis arasında veya hadis ile Kuran ayeti arasında çelişki varsa,
söz konusu “iptal edici” ifadenin diğerinden önce söylendiği nasıl bilinecektir?
Böylece neyin diğerinin hükmünü iptal ettiği nasıl anlaşılacaktır? En
doğru dediğiniz hadis kitaplarına bakmaya kalksanız, onlar bile, hangi hadisin
hangi yılda söylendiğini bildiklerini iddia etmezler. Dini böylece tamamen
mezhep imamının insafına terk etmiyor musunuz? Tek sahibinin Allah
olduğu dini! Dinin tek kaynağı Kuran’dan böyle bir şey çıkamayacağını, bilakis
nasih-mensuhun Kuran’a zıt bir kavram olduğunu bu bölümde gördük.
Tüm bu tezatlara rağmen mezhepçi, gelenekçi din anlayışını benimseyenler;
nasih-mensuhla dini, kendi arzu ve görüşlerine daha rahat uydurabilecekleri
için, ortaya korkunç sonuçlar çıkaran bu uydurmaya sarılmışlardır.
Bu korkunç sonuçların en kötüsü; nasih-mensuh başlığı altında, hadislerin
bile Kuran’ın hükmünü iptal edebileceğinin savunulması olmuştur. Böylece
yüz binlerce hadisi istediği gibi kullanan mezhep imamları, altı bin küsur
ayetli Kuran’la oyuncak gibi oynamışlardır. Örneğin “Varise vasiyet yoktur”
[Ebu Davud Vesaye 6] hadisi ile Kuran’da vasiyet bırakılmasına dair ayet iptal
edilmeye kalkışılmıştır. Oysa Kuran’da asıl olan vasiyettir, arta kalan mallar
Kuran’daki tavsiyeye göre dağıtılır. Zina edenin taşlanarak öldürülmesi 
281
dİnİ oyuncağa çevİrme: NASİH-mensuh
gerektiğine dair izah da; hadisle Kuran’ın ayetinin iptal edilmeye kalkışılmasına
delildir. Kitabımızın bir sonraki bölümünde, konunun önemine binaen
“recm” (taşlayarak öldürme) konusunu özel olarak işledik. Hadislerle,
Kuran’ın hükümlerinin iptal edilmeye kalkışılması ile ortaya çıkan felakete,
o bölümü okuyarak iyice tanık olabilirsiniz. O bölümü okuduğunuzda, hadislerle
beraber, keçi denilen bir hayvana da Kuran’ı nesh etme yetkisinin
verildiğini göreceksiniz. Ondan sonra da keçinin yiyerek nesh ettiği ayetin,
nesh olmasına rağmen, Kuran’daki bir hükmü neshedebildiği gibi bir iddia
ile karşılaşacaksınız (26. bölümü okuyunuz).
İşte bunlar Allah’ın ayetleridir ki onları sana hak olarak okuyoruz.
Hal böyle iken Allah’tan ve O’nun ayetlerinden sonra hangi hadise
(söze) inanıyorlar?
45-Casiye Suresi 6
Allah, Kuran’dan sonra hangi hadise inanılabileceğini ayette sorarken;
hadisçiler, hadislerle Kuran’ın ayetlerinin hükmünün iptal edilebildiği bir anlayışı
benimsemişlerdir. “Hadis”, Arapça’da “söz” demek olduğu için ayetin
çevirisinde “hadis” yerine “söz” diye tercüme edilirse de doğru olur. Fakat
“hadis” kelimesinin, ayetin Arapça’sında aynen kullanılması, Kuran’ın hü-
kümlerini ortadan kaldırmaya uğraşmak için kullanılacak kaynağı mucizevi
bir şekilde göstermesi açısından anlamlıdır.
KURAN’I PARÇA PARÇA YAPANLAR
91- Onlar ki Kuran’ı parça parça yaptılar.
92- Rabbin’e and olsun, onların hepsinden hesap soracağız.
93- Yapmakta oldukları şeylerden.
15-Hicr Suresi 91-93
Yoksa siz kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkar mı
ediyorsunuz?
2-Bakara Suresi 85
282
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Kuran’a göre Kuran’ı parça parça yapmak, kitabın bir bölümünü kabul,
bir kısmını göz ardı etmek olacak şey değildir. Oysa nasih-mensuh oyunca-
ğının elinde Kuran’ın ayetleri nasih ve mensuh diye ikiye bölünmekte, bir
kısım ayetlerin “mensuh”tur diye hükmü kabul edilmemektedir. Ne var ki
Kuran’ın hiçbir yerinde, Allah bölücülüğü kabul etmez. Yine Kuran’da Allah,
Yahudiler’in kelimelerin anlamlarını kaydırarak dini tahrif etmelerinden,
işlerine gelenleri kabul, işlerine gelmeyenleri reddetmelerinden bahseder.
Bakara Suresi 41. ayette anlatılan bu tablodan ne yazık ki Müslümanlar
yeterli dersi alamamış; Bakara Suresi 106. ayet örneğindeki gibi, bazı kelimelerin
manasını kaydırıp Kuran’ı bölük bölük yapma yoluna gitmişlerdir.
Çözüm tüm Kuran’ı tek bir ilave ve eksiltme yapmadan, nasihsiz-mensuhsuz
kabul etmek, yalnız ve yalnız Kuran’a tabi olmaktır.
Geleneksel mezhepçi İslamcılar, her şeyde ayrıldıkları gibi nasih-mensuh
konusunda da ayrıldılar. Kimilerine göre iki yüz tane nasih mensuh varken,
kimine göre altmış, kimine göre beş, kimine göre üç nasih mensuh vardır.
Nasih-mensuh konusuyla ilgili iddia edilen en meşhur beş örneği gösterip,
nasih-mensuh iddiasının geçersizliğini bir de bu şekilde sergileyeceğiz.
MEŞHUR 5 NASİH-MENSUH İDDİASI
1. Hamr: “Hamr” Arapça’da “şarap veya sarhoşluk veren madde” anlamına
gelir. Bakara Suresi 219. ayette “hamr”ın kötülüklerinin yararlarından
fazla olduğu geçer. Maide Suresi 90. ayette “hamr”, “şeytan işi bir pislik”
olarak tanıtılır. Nisa Suresi 43. ayette ise sarhoş iken ne söylendiğinin
farkına varılıncaya kadar namaz kılınmaması söylenir. İddiaya göre Maide
Suresi 90. ayet, diğer iki ayeti nesh etmiştir. Oysa bu iddia mantıksızdır. Bakara
Suresi 219. ayette “hamr” ile ilgili bir özellik açıklanır; mesela şarabın
kalbe faydaları olabilir, fakat ayette geçtiği gibi “kötülükleri daha fazladır.”
Ayet “hamr”ın kötülüklerine rağmen bazı faydalarını vurguluyor, fakat kö-
tülüklerinin fazlalığını da vurguluyor. Nisa Suresi 43. ayete gelince; günü-
müzde de hem namaz kılan hem içki içen kişiler vardır. Demek ki bu kişiler,
içki kullandıklarından dolayı namazı terk etmeyecek, yine de kılacaklardır. 
283
dİnİ oyuncağa çevİrme: NASİH-mensuh
Fakat namazı, sarhoş olup ne dediklerini bilemedikleri zaman kılmayacaklardır.
Namaz kılmaya engel sarhoşluktaki ölçü de ayette verilmiştir; “ne
söylediğini bilinceye kadar.” Maide Suresi 90. ayetten ise bunun “şeytan işi
bir pislik” olduğu ve Müslümanlar’ın bundan uzak durması gerektiği anlaşı-
lır. Görüldüğü üzere üç ayette de çelişki yoktur ve bu ayetlerde nasih-mensuh
iddiasında bulunmak gereksizdir. Tüm ayetlerin bir fonksiyonu, lazım
olabileceği bir durum mevcuttur.
2. Barış ve Savaş: Kuran’da asıl olan barıştır. Kuran ayetlerine göre savaş;
Müslümanlar’ın yurtlarından kovulmaları, kendilerine saldırılması gibi
koşullarda ortaya çıkan bir zarurettir. Bu durumlarda Müslüman, savaşın
gereği neyse onu yapar. Kuran’a bir bütün olarak bakıldığında tüm bu söylediklerimiz
yerli yerine oturur. Bu yüzden savaşla ilgili ayetlerin, barışı
nesh etmesi gibi bir durum söz konusu değildir. Müslüman, Kuran’ın genel
prensipleri üzerinde barışçı olmaya çalışır, yine Müslüman, Kuran’da belirtildiği
gibi toplumu saldırıya uğradığı zaman savaşır. Bunlar çelişki değildir.
Bunlar farklı durumların, karşı tarafın aldığı farklı tavırların gerektirdiği
sonuçlardır.
3. Savaşta Mümin-Kafir Oranı: Enfal Suresi 65. ayette Müslümanlar’dan
yirmi sabırlı kişinin iki yüz kafiri yeneceği, yüz kişinin ise bin kişiyi yeneceği
söylenir. Bir sonraki 66. ayette ise Allah’ın Müslümanlar’ın zaafını bilip,
yüklerini hafiflettiği söylenir ve artık sabreden yüz kişinin iki yüz ki-
şiyi, bin kişinin ise iki bin kişiyi yeneceği söylenir. Bu iki ayet arasında da
nasih-mensuhluk bir durum veya bir çelişki yoktur. Allah, arka arkaya iki
ayette çizdiği manzaralarda, Müslümanlar’ın içinde ne kadar az zaaf olursa
o kadar başarılı olacaklarının dersini vermektedir. Bu ayetlerde, bir ayetin
diğerinin yerine geçmesi gereken bir durum, bir ihtiyaç olmadığı çok açıktır.
Ayetler, kişilerin durumlarının farklılaşması sonucu, alacakları neticenin de
değiştiği dersini verir. 66. ayette Müslümanlar’daki zaaftan bahsedilmekte,
Müslümanlar’daki değişikliğin etki gücünü farklılaştırdığı anlaşılmaktadır.
Ayetler, kişilere bir yükümlülük, bir farz yüklememektedir ki ayetlerde bir
nasih-mensuh arama gereği doğsun.
284
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
4. Vasiyet: Kuran’da hem vasiyet edilmesi geçer, hem de mirasın nasıl
dağıtılacağı hususunda tavsiye vardır. Nasihçiler, mirasın nasıl dağıtılaca-
ğını anlatan ayetlerin, ayetlerin vasiyetle ilgili bölümlerini iptal ettiğini söylerler.
Üstelik “Varise vasiyet yoktur” hadisi ile de Kuran’ın bu açık hükmü
iptal edilmeye çalışılmıştır. Fakat ayetleri incelediğimizde, kime ne kadar
miras bırakılacağını anlatan ayetlerin sonunda birkaç kere “Bunlar vasiyet
ve borç ödendikten sonrası içindir” ibaresini okuyoruz. Demek ki Kuran’a
göre önce vasiyete göre mal dağıtımı yapılır ve borç ödenir, sonra arta kalan
bir şey olursa Kuran’da açıklandığı gibi dağıtılır. Kuran’dan çok açık bir
şekilde anlaşılan bu dağıtım şeklini anlayamayanların, anlayamamasını, sadece
anlamak istememelerine bağlıyoruz.
5. Kıblenin Değişmesi: Peygamberimiz, Kuran’la kıblenin yönünü belirten
bir ayet gelene kadar, kendisine putperestlerden daha yakın olan ve
ibadetlerini Kudüs’e dönüp yapan Ehl-i Kitap gibi Kudüs’e dönüp namaz
kılıyordu. 2- Bakara Suresi 144. ayet vahyolunca Peygamber, kıble olarak
Mekke’deki Mescid-i Haram’a çevrilmiştir. Peygamber’in Kudüs’e dönmesini
söyleyen bir ayet yoktur ki, çelişki olsun ya da bu hususta nasih-mensuh
olsun. Peygamber’in namazda nereye döneceğine dair tek bir yön, tek
bir ayette geçer. O da 2-Bakara Suresi 144. ayettir. Bu ayet gelmeden önce
dönülen yön, Kuran’ın bir emri değil, Peygamber’in ve diğer inananların
şahsi tercihleriydi.
Bu en meşhur nesh örneklerinden anlayacağınız gibi nasih-mensuh ile
ilgili ortaya atılan iddialar dayanaksızdır. Bu konudaki en büyük tahrifat,
bir sonraki bölümde göreceğimiz recm konusunda yapılmıştır.
Sana Rabbin’in kitabından vahyedileni oku. O’nun kelimelerini de-
ğiştirebilecek hiçbir kuvvet yoktur.
18-Kehf Suresi 27
26. BÖLÜM
•••
bir büyük uydurma:
recm (taşlayarak öldürme)
Bu bölümde, mezhepçi İslam’ın en haddi aşan uydurmalarından birini gö-
receğiz. Bu uydurma ile Kuran’ın ayeti iptal edilmeye çalışılmış ve dine taş-
layarak öldürme gibi bir ilave yapılmıştır. Fakat asıl dehşetli olan şudur ki;
gelenekçiler, sırf recmi, yani zina edeni taşlayarak öldürmeyi haklı çıkartmak
için, Kuran’ın eksik olduğunu, aslında “recm ayeti”nin var olup, bu ayetin
keçi tarafından yenilip yok edildiğini söyleyecek kadar ileri gitmişlerdir.
Bu bölümü okurken lütfen şunu bir kez daha hatırlayın: Kuran’a ilave olan
recmi tüm mezhepler savunur. Yani midye ve karidesi yemenin haramlığını,
erkeklerin altın ve ipek giymesinin kötülüğünü, başörtüsü ve peçe takmanın
farziyetini, müzik dinlemenin ve resim yapmanın yasaklığını, namazlarda
ve hacda Kuran’da olmayan detaylar olduğunu savunan Ehli Sünnet mezhepler;
Hanefiler, Şafiler, Malikiler, Hanbeliler ile Şii mezhepler aynı zamanda
recmi, hem de istisnasız hepsi, savunurlar. Eğer recmin yanlışlığı ve
uydurma hadislerin dinin kaynağı olamayacağı iyice anlaşılırsa, o zaman tüm
bu mezheplerin hatalı yolda oldukları da iyice ortaya çıkar. Eğer bu mezheplerin
hatası iyice anlaşılırsa; o zaman, Kuran’da olmayan ipeğin ve altının
yasaklığının, başörtüsünün, peçenin, haremlik-selamlık ve diğerlerinin de
dinde olmadığı daha iyi anlaşılır. Çünkü Kuran’da olmayan bu ilave farzlar 
286
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
ve haramlar, hep uydurma hadislerle ve bunlarla görüşlerini temellendiren
mezhepler yoluyla dinimize girmiştir. Recm konusu ise hem mezheplerin
hatalı olduğunu, hem de hadis kitaplarının saçma olduğunu en güzel şekilde
gösterir. Çünkü Buhari, Müslim, Ebu Davud, Hanbel, İbni Mace gibi bütün
meşhur kitaplar recmi savunurlar. Üstelik bunu savunurken recmi haklı çı-
kartmak için Kuran’ın eksik olup, recmin aslında keçi Kuran ayetini yemeden
önce Kuran’da olduğunu bile söyleyebilmişlerdir.
Her şeyden önce Kuran-ı Kerim’de zinanın cezası belirtilmiştir. Kuran’da
belirtilen bir konuda Kuran’ın hükmü ile çelişen bir hüküm ortaya atmak;
gelenekçi-mezhepçi İslam’ın, güvenilmez yaklaşımlarına bir örnek daha ortaya
koymaktadır.
Zina eden kadın ve zina eden erkeğin ciltlerine yüz vuruş vurun.
Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dini konusunda
bunlara acıma duygusu sizi yakalamasın. Müminlerden bir grup
da bunların cezalarına tanık olsun.
24-Nur Suresi 2
Ayette zinanın cezası yüz celde olarak geçer. Arapça’da “celde” kelimesi,
deriyi incitecek bir değnek manasındadır. Bu ceza için Arapça’da “asa,
minsee” (sopa, değnek) kelimelerinin geçmemesi, ayette bir grubun bu cezaya
şahitlik etmesinin istenmesi, suçlunun canını acıtmaktan çok toplum
önünde teşhir edilerek cezalandırılmasının hedeflendiğini gösterir. Kuran’a
göre zinanın ispatı için dört şahit gerekir. İslam’da özel mülkiyetin dokunulmazlığının
olduğunu düşünürsek, aslında gizlice zina yapanları dört ki-
şinin cinsel ilişki anında görmesi çok zordur. Fakat bu ceza; alenen zinayı,
genelevler şeklinde yapılanmaları yok edecek bir uygulamadır. Allah, bu uygulama
için bile “Allah’ın dini konusunda bunlara acıma duygusu sizi
yakalamasın” demektedir. Peki, nasıl olur da, taşlayarak öldürme gibi çok
şiddetli bir ceza, hem de bu konunun hükmü Kuran’da açıkça belirtilmiş-
ken, gerçek olabilir? Üstelik bu ayetten bir önceki 24- Nur suresi 1. ayette, 
287
bİr büyük uydurma: recm (taşlayarak öldürme)
bu surenin ayetlerinin farz ve apaçık olduğu söylenir. Bu; kelime sıkıntısı
çekmeyen (31-Lokman Suresi 27), en iyi yasa koyucu olan (5-Maide suresi
50), unutkan olmayan (19-Meryem Suresi 64), Kuran’ı detaylı bir şekilde
indiren (11-Hud Suresi 1) Allah’ın yasasıdır. Gelin şimdi de mezhepçi yakla-
şımı benimseyenlerin, uydurdukları dindeki recm uygulamasını inceleyelim.
KEÇİ KURAN AYETİNİ YOK EDİYOR
Recmi topluma kabul ettirmeye çalışan recm savunucuları, yalanlarını
halka kabul ettirmek için bir hikaye de uydurdular. Bu hikayeye göre recm
ile ilgili Kuran ayetleri sayfalara yazılı şekilde Hz. Aişe’nin evindeydi.
Peygamber’in vefatından sonra odaya giren aç bir keçi bu ayetleri yemiş-
tir. Böylece keçi bu ayetleri neshetmiştir, yani hükmünü kaldırmıştır. (Nasih-mensuh
konusunu bir önceki bölümde işledik. Bu konu, o bölüm için
çok önemli bir delildir. Bu hikayeyi İbni Mace Nikah 36 veya Hanbel 5/131,
132, 183 ve 6/269’da bulabilirsiniz.) Peygamber’in vefatından sonra; hem tamamlanmış,
hem ezbere bilinen Kuran’ın bir ayeti hem de keçinin yemesi
suretiyle nasıl ortadan kalkar? Geleneksel İslam’a göre “büyük alim” olan
İbni Kuteybe, konuya şu cümlesiyle giriş yaparak açıklık getirir: “Keçi mü-
barek bir hayvandır.” Devamında ise bu “alim”, keçinin faziletlerini açıklar
ki konu iyice anlaşılsın. Sonra da şu ilginç cümlesiyle konuyu bağlar: “Ad
ve Semud kavimlerini ortadan kaldıran Allah, bir ayetini keçiye yedirerek
kaldıramaz mı?” Allah’ı inkar eden bu iki kavmi Kuran ayetlerine benzeten
İbni Kuteybe; böylece geleneksel, hadisçi, mezhepçi İslamcıların tutarsız
yaklaşımlarına iyi bir örnek oluşturmaktadır. Türkçe’ye “Hadis Müdafası”
diye çevrilen, orijinal ismi “Tevilu Muhteliful Hadis” olan İbni Kuteybe’nin
kitabını okumanızı şiddetle tavsiye ediyoruz. Okuyun ki Kuran’ın yeterlili-
ğini, geleneksel İslamcıların yaklaşımlarını daha iyi anlayın. Hadis kitaplarının,
bizim kanaatimize göre Hz. Ömer’e iftira olan bir hadisiyse şöyledir:
İleride bazı kişiler çıkacak ve recm cezasını Kuran’da bulmuyoruz diye
recmi inkar edeceklerdir. İşte bu kişiler okun yaydan çıktığı gibi dinden 
288
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
çıkacaklardır. Eğer halkın “Ömer, Kuran’a ilave yapıyor” demesinden korkmasam,
bu recm ayetini Kuran’a yazardım.
Buhari 93/21; Müslim Hudud 8/143;, Ebu Davud 41/1
Bizce bu hadis bile tek başına Buhari, Müslim ve Ebu Davud’un gü-
venilmeyecek kitaplar olduğunun anlaşılması için yeterlidir. Böylece en sahihleri,
en doğruları böyle olan hadis kitapları bile bir kenara atılıyorsa; di-
ğer hadis kitapları ve hadislere dayanan tefsir, ilmihal kitabı gibi kitapların
da tereddütsüz bir kenara atılmaları gerektiği anlaşılır. Görüldüğü gibi bu
recm hadisleri hem dine, hem Peygamber’e, hem Ömer’e iftiralardır. Bu hadislerin
mantığına göre Hz. Ömer Allah’tan çok halktan korkuyordu. Demek
Hz. Ömer halktan değil de Allah’tan korkmuş olsaydı; keçinin yiyerek
yok ettiği recm ayeti, hadis kitapları yerine Kuran’da olacaktı! (Lütfen 11.
bölümü bir daha okuyun ve Hz. Ömer’in Ebu Hureyre ve diğer uyduruculara
karşı tavrını, Kuran’a sahip çıkışını bir daha gözden geçirip Hz. Ömer’e
yapılan bu iftiranın yalanlığını kavrayın.)
ZİNA YAPAN MAYMUNLARIN TAŞLANMASI
Bu uydurmalarla yetinmeyenler, maymunların da zina eden bir maymunu
yakalayarak taşladıklarını ve sahabelerden birisinin de maymunu recm
etme olayına katılarak maymunu öldürdüğünü anlatırlar. Recmin ne kadar
mantıklı olduğu, maymunların bile bunu uyguladığı, fakat bazı insanların
bunun yerindeliğini anlayamadığı mesajını veren bu hadisi kimin nakletti-
ğini tahmin edebilir misiniz? Evet, bu, bir hadisini bile inkar edenin kafir
olacağı söylenen, en doğru hadis kitabının yazarı olan (diğerlerini siz düşü-
nün) Buhari’nin 63/27’de geçen hadisidir.
Kurtubi’nin bir izahında ise Ahzab Suresi’nin sonunda recm ayetinin eksik
olduğu; Hz. Osman’ın döneminde bunun yazılmadığı söylenir. Bu izahta
da, Kuran’da mevcut olmayan, fakat bazılarınca sürdürülmek istenen recm
geleneğine dayanak yaratma endişesinin, nasıl Kuran’a iftiralar atmaya kadar
uzanmış olduğunu gözlemliyoruz.
289
bİr büyük uydurma: recm (taşlayarak öldürme)
MEZHEPÇİLER LÜTFEN BUNU DÜŞÜNSÜNLER
Görüldüğü gibi bir sürü çelişkili ve mantıksız izah, sırf recm geleneğinin
yerleşmesi için uydurulmuş ve Kuran’ın açık hükmü olan 24- Nur suresi 2.
ayetin de hükmü kaldırılmaya (neshedilmeye) çalışılmıştır. Bir rivayete göre
Hz. Ömer döneminde Kuran’da recm yoktu, öbür rivayette ise Hz. Osman
döneminde Kuran’a yazılmadı denir. Başka bir rivayette ayet keçi yüzünden
ortadan kalkar. Diğer yandan maymunların recminden ve sahabelerin
buna katıldığı komedisinden bahsedilir. Üstelik Kuran’daki açık hüküm yok
sayılır. Neresine el atılırsa mantıksızlık ve çelişki olan bu konu, geleneksel
mezhepçi yaklaşımın kurucularının sıkışınca nasıl Kuran-ı Kerim’e iftiralar
attıklarını da göstermektedir. Oysa birçok mezhepçi; hem Kuran’ın, hem
hadislerin doğruluğunu, hem de kelimesi kelimesine kabul ettiklerini söylemektedirler.
Kuran’ın hepsinin günümüze ulaştığını, aksi izahlı hadis kitaplarını
tamamen doğru kabul ederken, kabul etmek gibi bir çelişkiyi fark edememektedirler.
Bu kabulü yapan mezhepçilerin çoğunun, ne yazık ki kendi
gelenek ve inançlarından habersiz oluşları büyük bir sorundur. Kuran’a göre
Kuran yeterlidir ve dinin tek kaynağıdır. En sahih hadis kitaplarına ve mezheplere
göreyse Kuran eksiktir; “aç ve mübarek” bir keçi Kuran’ı yiyip eksiltmiştir!
Lütfen, mezhepleri benimseyen ve bu konudan habersiz çoğunluğun
içindeyseniz, bu konuyu iyice araştırın. Çünkü ilmihal kitapları bu konuyu
örtbas etmekte; şeyhler, hocalar, din bilgini diye sunulanlar milletin kafası
karışır diye bu konuya hiç girmemektedirler. Eğer bu konu araştırılırsa; çok
güvenilen mezheplerin, hadis kitaplarının nasıl kendilerini haklı çıkartmak
için Kuran’ı eksik saymaktan geri durmadıkları ve tüm bu, Kuran’ın zihniyetine
aykırı izahları uydurduklarını göreceksiniz. Mezhepleri ve hadislerin
dindeki otoritesini kabulle, hiç bilmeden, birçok kişi bu izahları da kabul etmiş
olmaktadır. Çünkü bu izahlar mezheplerin ve “en doğru” hadis kitaplarının
bir parçasıdır. Oysa Kuran, apaçık bir şekilde din adına tüm detayları
vermektedir. Bizi, “Fırkalara bölünmeyin” diye mezhepçilikten alıkoymaktadır.
Mezheplerse “Recm, nohut büyüklüğünde çakıl taşları ile olur. Kadın
bir çukura gömülür, erkek ise ayakta taşlanır (Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı 
290
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
7/97), tipi Kuran’a aykırı ve korkunç açıklamalarla vahşeti, yavaş yavaş öldürmeyi,
Kuran’la çelişkiyi telkin etmektedirler.
KURAN’I BOHÇADAN ÇIKARALIM
Ne yazık ki yıllarca mezhepçilik övüldü. Mezheplere karşı çıkmak sapıklık
olarak gösterildi. “Mezhepsiz” kelimesi dilimize bir hakaret unsuru
olarak girdi. Kuran, evimizde, bohçalar içinde ve yüksek bir yerde asılı olarak
bulundu. Kuran, ölülerin arkasından okundu ama Kuran’ın dirilerin hayatına
yön vermesine izin verilmedi. Buna izni vermeyen mezhepçiler, dini
ancak üç-beş kişinin anladığını, bizimse, onlardan ve onların kitaplarından
dini öğrenmemiz gerektiğini söylediler. Allah’ın kitabından dini anlamak
gibi büyük bir cürete kalkışırsak çarpılacağımız anlatıldı. Bu çabaya ne gerek
vardı ki! Mezhep imamları dini anlatmıştı! Bu mantıkla ne mühendisler,
ne profesörler bile uyutuldu. Çünkü bu anlatımda akıl yok, taklit vardı. Esas
olan taklit olunca; profesörle, mühendisle, en cahil bir oldu. Çünkü akıl, ilim
hiç kullanılmayacaktı ki. Onu, kullanması gerekli olan mezhep imamları,
hadis imamları kullanmıştı! İnşallah, onların akıllarını ne kadar kullandıkları
ve sadece Kuran’a sarılmanın önemi bu recm örneği ile anlaşılmıştır.
Allah pisliği aklını kullanmayanlar üzerine bırakır.
10-Yunus Suresi 100
Andolsun size, içinde öğüt bulunan bir Kitap indirdik. Yine de akıllanmayacak
mısınız?
21-Enbiya Suresi 10

27. BÖLÜM
•••
elçiye (resule, peygambere)
itaat ne demektir?
Kuran’da anlatılan İslam’a karşı delil getirme çabasında olan mezhepçi İslamcılar
“Allah’a ve resulüne itaat edin” şeklindeki ayetleri gösterip; Kuran’da
“Allah’a ve resulüne uymamız söyleniyor. Kuran’a uymak Allah’a uymaktır,
hadislere uymak Peygamber’e uymaktır” demektedirler. Söz konusu ayetlerde
Peygamberimiz hep “resul” kelimesi ile anlatılmaktadır. Kuran’da ge-
çen “resul” kelimesinin tam karşılığı “elçi” kelimesidir. (“Peygamber” Farsça
kökenli bir kelimedir ve Kuran’da geçmez. Kuran çevirilerinde elçi manasına
gelen Arapça “resul” kelimesi “resul” veya “Peygamber” diye de çevrilir.)
Bu kelime hem “Allah’ın elçisi”, hem de “herhangi bir elçi” manasında
kullanılır. “Resul” diye geçen kelimeyi “elçi” diye çevirmek tam doğru bir
çeviri olmaktadır. Nitekim birçok çeviri de böyledir:
Kim Allah’a ve elçisine itaat ederse ve Allah’tan korkup sakınırsa
işte kurtuluşa ve mutluluğa erenler bunlardır.
24-Nur Suresi 52
Allah’a ve elçisine itaat edin ki merhamet olunasınız.
3-Ali Imran Suresi 132
292
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
“ELÇİ” KELİMESİNİN KULLANILMASI HER ŞEYİ AÇIKLIYOR
Belli bir yaşın üzerindeki kişilerin çoğu “resul” kelimesinin manasını
ve kullanılış tarzını bilirler, fakat genç neslin “resul” kelimesinin manasını
bilememesi ihtimaline karşı yukarıdaki açıklamayı yaptık. (Kuran çevirilerinin
yeni neslin anlayabileceği tarza adapte olması, Osmanlıca ve az anla-
şılan kelimelerden arındırılması gerektiği ayrı bir yazı konusu olduğu için
bu konulara burada değinmeyeceğiz.) Yukarıdaki ayetlerde “resul” kelimesinin
“elçi” manasında olduğunu iyice anlamak, ayetin manasını da tam
kavramayı sağlar.
Biz Peygamberimiz Hz. Muhammed’e niye uyarız? Çünkü o, Allah’ın el-
çisidir. Yani Allah’ın mesajını alıp da getiren kişidir. Elçinin mesajı, Allah’ın
gönderdiği mesajdır. O mesaja uyulunca hem Allah’a, hem de o mesajı getiren
elçiye uyulmuş olur. Aynı zamanda mesajın kendisine (Kuran’a) uyulduğunu
söylersek, bu da doğru olur. Hz. Muhammed’e “elçi” denmesinin
sebebi, kendisinin olmayan mesajı taşımasıdır. Yani Allah, “resul” (elçi) kelimesiyle;
Hz. Muhammed’in, kendisinin olmayan mesajı taşıyan kişi oldu-
ğunu vurgulamaktadır. İnsanlara, elçiyi devreden çıkartıp Allah’a varmanız
mümkün değildir, dersini vermektedir. İtaat edilmesi emredilen kişi olan elçi,
kendisi namına değil, göndericisi (Allah) namına konuşmaktadır. Bu yüzden
“Ona (elçiye) itaat, gönderene (Allah’a) itaattir” mantığı, Kuran’ın bu ayetleriyle
verilmektedir. Allah’ın elçi yollaması, bizle irtibat kurmak için seç-
tiği yegane yoldur. Elçi mesajı insanlara ileteceği, O’na davet edeceği için
elçiye itaat onu gönderene (Allah’a) itaat olacaktır.
Elçiye itaat eden Allah’a itaat etmiş olur.
4-Nisa Suresi 80
İnsanlar, Allah’ın mesajı Kuran’ı, Hz. Muhammed’in (elçinin) ağzından
duydular. Kuran her insana ayrı ayrı vahiy edilmedi ki! Peygamberimiz’in
getirdiği mesaja uymayan birçok insan “Bu insan sözüdür” veya “Biz bir
insana mı uyacağız” şeklinde Peygamberimiz’e karşı çıkmışlardır. Oysa
Allah “Allah’a ve elçisine itaat edin” ayetleriyle; Hz. Muhammed’e, elçiliği
yüzünden, o mesajın gerçek sahibi Allah olması yüzünden uyulacağını 
293
elçİye (resule, peygambere) İtaat ne demektİr?
göstermektedir. Yani Allah, “Allah ve elçisine itaat edin” ayetleriyle, ger-
çek anlamda uyulanın bir tek Allah olduğunu göstermektedir, bu da 4-Nisa
Suresi 80. ayette bir daha anlaşılmaktadır. Yoksa, Allah Kuran ile hükümler
koydu, Peygamber hadislerle ilave hükümler getirdi, Allah ve elçiye itaatten
kasıt iki tane din oluşturucunun oluşturduklarına uymaktır; şeklinde
ayetleri açıklamak, dinimizi, Allah ve Peygamber ortak yapımına çevirmek
olur. Mezhepçi bir din anlayışını benimseyenlerin bu hatasını, birçok eserde
görebiliriz: “Peygamberimiz dinimizde hüküm koyucudur. Haram ve helali
tespit eder” [Ali Osman Koçkuzu, Rivayet İlimlerinde Haberi Vahitlerin İtikat
ve Teşri Yönlerinden Değeri, s. 108]. Oysa Kuran’da Allah dışında hü-
küm koyucu aranmaması söylenir:
Allah size kitabı detaylandırılmış bir halde indirmişken Allah’ın dı-
şında bir hüküm koyucu mu arayayım?
6-Enam Suresi 114
“MUHAMMED” İSMİNİN KURAN’DA KULLANILIŞ TARZI
Diğer bir ilginç nokta da Kuran’da, Peygamberimiz’in ismi olan “Muhammed”in
geçtiği 4 ayetten 3’ünde de “Muhammed’in elçi olduğu”nun
vurgulanmasıdır:
Muhammed yalnızca bir elçidir.
3-Ali İmran Suresi 144
Muhammed Allah’ın elçisi ve Peygamberler’in sonuncusudur.
33-Ahzab Suresi 40
Muhammed Allah’ın elçisidir.
49-Fetih Suresi 29
Kuran’da “Muhammed” isminin geçip elçiliğin vurgulanmadığı tek
ayette ise “Muhammed’e indirilene inanılması” yani Kuran’a inanılması gerektiği
söylenir:
294
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
İman edip, salih işler yapanlar ve Muhammed’e indirilene -ki, O
Rableri’nden bir gerçektir- iman edenlerin kötülüklerini örtüp ba-
ğışlamış, durumlarını düzeltmiştir.
47-Muhammed Suresi 2
Peygamberimiz’in Muhammed ile aynı köke sahip “Ahmed” ismiyle
(veya sıfatıyla) geçtiği tek ayette ise “Ahmed’in elçiliği” vurgulanır:
Hani Meryem oğlu İsa da “Ey İsrailoğulları, ben sizin için Allah’ın
elçisiyim. Benden önceki Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonraki ismi
Ahmed (övülmüş, öven) olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim” demişti.
61-Saff Suresi 6
Daha evvel gördüğümüz gibi Kuran’da hiçbir yerde “Allah’a ve Muhammed’e
itaat edin” diye bir ifade bulunmaz. Kuran’da sürekli “Allah’a ve elçisine itaat
edin” şeklinde bir ifadenin geçmesi; Hz. Muhammed’e, ancak elçilik vazifesinden
dolayı itaat edilmesi gerektiğini hatırlatmaktadır. “Muhammed” isminin
geçtiği tüm ayetlerde (biri hariç) elçiliğinin vurgulanması, tek istisna
ayette ise “Muhammed’e indirilene (Kuran’a) uyulması gerektiği”nin söylenmesi,
tüm yanlış anlamalara kapıları kapatmıştır.
PEYGAMBER SADECE KURAN’LA EVRENSEL
HÜKÜMLER GETİRİRDİ
Peygamber sadece Kuran’la evrensel hükümler getirirdi. Peygamber’e
Kuran ayetleri gelmediğinde ise Peygamber’in bir şeyler uydurmasını istediler.
Oysa bunun mümkün olmadığı, Peygamber’in sadece vahye uyduğu,
aşağıdaki ayetlerden anlaşılır:
De ki: Ben sizi yalnızca vahiy ile uyarıp korkutuyorum.
21-Enbiya Suresi 45
Onlara bir ayet getirmediğin zaman, “Şuradan buradan derleseydin
ya” derler. De ki: “Ben sadece Rabbim’den bana vahiy edilene 
295
elçİye (resule, peygambere) İtaat ne demektİr?
uyuyorum. Bu, Rabbiniz’den olan kavrama yeteneğidir, iman edecek
bir toplum için doğruya iletilme ve rahmettir.”
7-Araf Suresi 203
Allah, birçok ayette Kuran’ı indirdiğini, Kuran’ı vahyettiğini söyler. Aşa-
ğıdaki ayette göreceğiniz gibi Peygamber’in resullük (elçilik) vazifesinin temeli
Kuran’ın tebliğ edilmesidir. Eğer Peygamberimiz bunu yapmasaydı, el-
çilik vazifesini yapmamış olacaktı. Elçinin vazifesi Allah’ın indirdiğini tebliğ
etmek ise, elçiye itaat de Allah’ın indirdiğine itaat olacaktır.
Ey elçi! Rabbin’den sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmayacak olursan
elçiliğini tebliğ etmemiş olursun.
5-Maide Suresi 67
De ki: “Sizi ve kime ulaşırsa kendisiyle uyarmam için bana bu Kuran
vahyedildi.”
6-Enam Suresi 19
HZ. İBRAHİM’İN HADİSLERİ NEREDE?
Kashif Ahmed Shehzada, Allah’a ve elçiye itaatten kastın; Allah’ın elçisiyle
gönderdiği mesaj olan Kuran’a uymak olduğunu söyler ve Kuran’da aktarıldığı
gibi Peygamberimiz’in bizim için örnek olduğunu, fakat Peygamberimiz’e
dair bilgiler için de tek geçerli ve yeterli kaynağın Kuran olduğunu söyler.
Shehzada, Mümtehine Suresi 4. ayeti örnek göstererek şöyle der: “Aşağıdaki
ayet, Hz. İbrahim’in örneğini geleneklerin ve ona atfedilen sözlerin arasından
seçeceğimizi mi söylüyor? Hayır, bu ayet öyle söylemiyor. Ayette anlatılmak
istenen Hz. İbrahim’in davranışının ve tavrının, Kuran’da açıklanan
şeklinin inananlar için örnek olduğu ve inananların onun örneğinde olduğu
gibi hareket etmeleri gerektiğiydi.” (Kashif Ahmed Shehzada, Dinin Kaynağı
Olarak Kuran Yeter Mi?).
İbrahim ve onunla birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardır.
60-Mümtehine Suresi 4
296
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Eğer Peygamberimiz’i örnek almaktan kastın, hadislere ve Peygamber’in
kavminin geleneklerine uymak olduğu söylenirse; o zaman İbrahim Peygamber’i
örnek almamızı söyleyen ayete göre, İbrahim Peygamber’in kavminin geleneklerini
öğrenmemiz ve İbrahim Peygamber’in hadislerini de bulmamız
gerekmektedir. Oysa durum Shehzada’nin dediği gibidir. Peygamberimiz’in
de, İbrahim Peygamber’in de davranış şekilleri Kuran’da anlatılır ve örnek
almamız istenen bu davranışlardır.
Peygamber’in vahiy olan Kuran dışında Allah’a karşı bir şeyler uydurması
için çabalar daha Peygamber hayattayken başlamıştır. Peygamberimiz
hayattayken buna engel olmuştur, fakat Peygamber’in vefatından sonra, hele
bir de dört halife dönemi de geçince, Peygamber’in döneminde başlayan vahiy
dışında uydurmalar oluşturma çabaları ne yazık ki gördüğümüz kötü sonuçları
doğurmuştur.
Onlar neredeyse sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı uydurman
için seni fitneye düşüreceklerdi.
17-İsra Suresi 73
KURAN AYETLERİNDE ANLATILANLARA UYMAK
ELÇİYE UYMAKTIR
Kuran Allah’ın kitabıdır, fakat insanlar onu Hz. Muhammed’in (elçinin)
sözü olarak, onun ağzından duydular. Kuran’ın aşağıdaki ayetlerinde geçen
ifade tarzları, bu mantığı daha iyi kavramamızı sağlamaktadırlar:
Allah ve elçisinden kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müş-
riklere bir ültimatomdur bu.
9-Tevbe Suresi 1
Bir de Allah ve elçisinden insanlara Büyük Hac Günü bir duyuru var.
9-Tevbe Suresi 3
Görüldüğü gibi, Allah’ın kendisinden ve elçisinden ültimatom olduğunu,
duyuru olduğunu söyledikleri aynı zamanda Kuran ayetleridir. Aynı mantığı 
297
elçİye (resule, peygambere) İtaat ne demektİr?
Kuran’ın başka yerlerinde de görebiliriz. Örneğin; 4-Nisa Suresi 13. ayete
kadar miras ile ilgili hükümler anlatılır, 13. ve 14. ayet ise şöyledir:
13-Bunlar Allah’ın sınırlandır. Kim Allah’a ve elçisine itaat ederse,
onu altından ırmaklar akan ebedi kalacakları cennetlere sokar.
İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.
14- Kim Allah’a ve elçisine isyan eder ve O’nun sınırlarını aşarsa,
onu da içinde ebedi kalacağı ateşe sokar. Onun için alçaltıcı bir
azap vardır.
4-Nisa Suresi 13,14
Allah 13. ayete kadar hükümlerini anlatırken, 13. ve 14. ayetlerde bunlara
uymak; Allah’a ve elçisine uymak olarak gösterilmektedir. Ne yazık ki
Kuran’ı iyice araştırmadan, iyice düşünmeden, ayetleri sırf kendi fikirlerini
doğru çıkartmak için çekiştirenler, bu ayetleri görmezlikten gelmiş ve
ileri sürdükleri fikirlerle dini, Allah ve Peygamber ortak yapımı bir şirkete;
Peygamber’i, Allah’ın hükümlerine hüküm katan, Allah’ın hükümlerini gerektiğinde
nesh eden (silen) bir şahsa dönüştürmüşlerdir. İçine düştükleri bu
çelişkiyi fark eden bazı mezhepçiler açmazlarını kapamak için daha da vahim
bir iddiaya kalkışmışlardır. Bu iddiaya göre Peygamber’in mevcut hadis
kitaplarındaki hadisleri de vahiy neticesidir. Daha önceki bölümlerden
hadislerin Kuran’la, mantıkla, kendi aralarında, bilimle, insafla çeliştiklerini
görenler bu iddianın korkunçluğunu anlarlar. Bu iddia ile Peygamber’e atı-
lan iftiralar, Allah’a iftiralar atmaya dönüştürülmüş olur. Yine bundan önceki
bölümlerde gördüğümüz gibi Peygamber bir tek Kuran’ı yazdırmıştır.
Madem Kuran dışında uyulması gereken kaynaklar, vahiyler vardı; o zaman
Peygamber onları neden yazdırmadı? Aşağıdaki ayete göre Peygamber’in
uyduğu vahiy Kuran’dır. Din düşmanlarının değişmesini istedikleri de
Kuran’dır. Kuran dışında dini kaynaklar olsa Peygamber de onlara uyardı,
din düşmanlarıysa onların da değişmesini isterlerdi:
Onlara ayetlerimiz apaçık belgeler olarak okunduğunda bizimle kar-
şılaşmayı ummayanlar derler ki: “Bundan başka bir Kuran getir
veya bunu değiştir.” De ki: “Benim onu kendiliğimden değiştirmem 
298
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
asla mümkün değildir. Ben sadece bana vahyedilene uyuyorum.
Eğer Rabbim’e isyan edersem büyük günün azabından korkarım.”
10-Yunus Suresi 15
PEYGAMBERİN DE HATALARI OLABİLİR
Peygamber Allah’ın vahyi olan Kuran’a uyar. Gündelik hayatta Peygamber’in
bazı hatalar yapması bile mümkündür. Kuran’da Peygamber’in hatalarının
belirtilmesi, Peygamber’in Kuran dışındaki her sözünü, her hareketini vahiy
olarak göstermeye çalışan iddiayı yalanlar.
... İnsanlardan çekinerek Allah’ın açığa vuracağı şeyi içinde saklı-
yordun. Oysa Allah kendisinden çekinmene daha çok layıktı.
33-Ahzab Suresi 37
Allah seni affetsin, doğru söyleyenler sana açıkça belli oluncaya ve
yalancıları da öğreninceye kadar niye onlara beklemeden izin verdin?
9-Tevbe Suresi 43
1-Surat astı ve yüz çevirdi
2-Kendisine o kör geldi diye
3-Nereden biliyorsun belki o temizlenip arınacak
4-Veya öğüt alacaktı da, bu öğüt kendisine fayda verecekti.
5-O kendisini her türlü ihtiyacın üstünde görene gelince
6-Ki sen ona yöneliyorsun
7-Sana ne onun arınmasından
8-Ama koşarak sana gelen var ya
9-Odur içi titreyerek korkan
10- Sen ona aldırmıyorsun
11- Hayır, çünkü o bir öğüttür…
80-Abese Suresi 1-11
299
elçİye (resule, peygambere) İtaat ne demektİr?
Ahzab Suresi’ndeki örnekte, Peygamber’in özel hayattaki bir durumda
insanlardan çekinmiş olduğu ve böyle yapmaması gerektiği anlatılır. Tevbe
Suresi’nde, Allah uğrunda mücadele ederken Peygamber’in yanlış tutumu,
yanlış taktiği gösterilir. Abese Suresi’nde ise inkarcı bir kişiye dini anlatmak
uğruna, Peygamber’in kör bir kişiye vakit ayırmadan aynı kişiyi ikna
etmek için uğraşına devam etmesi anlatılır. Abese Suresi’nde Peygamber’in
bu davranışı düzeltilir ve böyle davranmaması söylenir. Görüldüğü gibi bu
üç örnekte; hem Peygamber’in hatalı üç davranışı düzeltilmiştir, hem de
Peygamber’in Kuran dışındaki her sözünün vahiy olması gibi saçma bir iddianın
zemini yok edilmiştir.
“Peygamber’in sünneti” başlığıyla öyle izahlar yapılmıştır ki; bu izahlara
göre Peygamberimiz’in Peygamberlikten önceki durumu bile sünnete
delil oluşturmaktadır. Sibai’nin, “Sünnet” kitabı, sayfa 47’de şu izah yapı-
lır: “Peygamberimiz’e dair her ne izah nakledilmiş ve rivayet edilmiş ise;
ister Peygamberlik’ten öncesi ile ister Peygamberlik’ten sonrası ile ilgili olsun
sünnet kapsamı içindedir.” Oysa Kuran’da Peygamberimiz’in Peygamberlikten
önceki durumu şöyle anlatılır:
Seni sapmış bulup da doğru yola iletmedi mi?
93-Duha Suresi 7
İşte böylece sana da emrimizden bir ruh vahyettik. Sen kitap nedir,
iman nedir bilmezdin.
42-Şura Suresi 52
Ayetlerde, Peygamberimiz’in daha evvel yanlış bir yolda olduğu; kitabı,
imanı bilmediği açıkça söylenir. Peygamber’in imanı bilmediği dönem, nasıl
olur da örnek olur. Nasıl din diye insanlara takdim edilebilir? Hiç şüphesiz
bu iddialar, Kuran’ın yukarıda görülen ayetleri ve daha birçok ayeti
ile çelişiktir. (Kitabın bir sonraki bölümünde aynı konuyla ilgili ilave izahlar
bulunabilir.) Peygamber’e Kuran’ın bir benzerinin, mislinin verildiğine
dair izahlar da Kuran’a ters düşen izahlardır. İnsanların yazdıkları hadis 
300
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
kitaplarını, Allah’ın kitabı Kuran gibi dinin kaynağı olarak gösterenler, şu
ayeti iyice okumalıdırlar:
Kitabı kendi elleriyle yazıp sonra az bir değer karşılığında satmak
için “Bu Allah katındandır” diyenlere yazıklar olsun. Vay elleriyle
yazdıklarından dolayı onlara, vay kazanmakta olduklarına!
2-Bakara Suresi 79
KURAN’IN BİR BENZERİ YOKTUR
De ki: “And olsun, eğer insanlar ve cinler şu Kuran’ın bir benzerini
getirmek üzere bir araya toplansalar, birbirlerine destek de olsalar,
onun bir benzerini yine de meydana getiremezler.”
17-İsra Suresi 88
Allah, Kuran’ın bir benzerinin oluşturulamayacağını söylerken; mezhepçi
İslamcılar, Peygamber’in hadislerinin de Kuran’ın bir benzeri oldu-
ğunu söylerler. (Bakınız: Ebu Davud, Kitabı Sünen, Hadis No: 4604) Madem
Peygamber’de bir benzeri var, niye Peygamber onu yazdırıp insanları
aydınlatmadı? Yoksa Buhari, Müslim gibi kitapların Kuran’ın bir benzeri
olduğunu mu iddia ediyorsunuz? Buraya kadar Buhari ve Müslim’den incelediğimiz
hadisler, bu iddianın vahimliğini ortaya koymaya yeter.
Ey Peygamber! Allah’ın sana helal kıldığını eşlerini memnun etmek
isteyerek neden haramlaştırıyorsun?
66-Tahrim Suresi 1
Tahrim Suresinin bu ayetine göre, Peygamber’in sadece kendisine bile
bir şeyi haramlaştırması mümkün değilken, diğer insanlara ilave haramlar
yaptığını söylemek hiçbir şekilde Kuran’la bağdaşmaz. Kuran’ı bir bü-
tün olarak anlamaya yanaşmayan gelenekçi-mezhepçi zihniyet, Kuran’ın
tek bir ayetini alır ve Kuran’ın bütünlüğünü hiçe sayarak ayeti düşünmeden
çekiştirir.
301
elçİye (resule, peygambere) İtaat ne demektİr?
HİKMET KURAN’DADIR
Nitekim Biz, size aranızdan ayetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak,
size kitabı ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek
bir elçi gönderdik.
2-Bakara Suresi 151
Kimileri de bu ayetteki “hikmet” kelimesi ile sünnetin, hadislerin kastedildiğini;
böylece Kuran’a hadisler ile ilaveler yapılabileceğini söylemişlerdir.
Oysa “hikmet” kelimesinin “sünnet” ve “hadis” gibi bir manası olmadığı
gibi, bu kelimeyle Kuran dışında bir kaynak oluşturulabileceğine dair bir
delil de yoktur. Aksine hikmetin Kuran’da olduğuna dair birçok ayet vardır:
Elif, Lam, Ra. Bunlar, hikmetli kitabın ayetleridir.
10-Yunus Suresi 1
And olsun hikmetli Kuran’a.
36-Yasin Suresi 2
Şüphesiz o (Kuran), bizim katımızda olan ana kitapta mevcuttur.
Yüce ve hikmet doludur.
43-Zuhruf Suresi 4
Ayrıca İsra Suresinde 22. ayetten 38. ayete kadar Allah’ın haramları ve
emirleri belirtildikten sonra 39. ayette şöyle denilmektedir:
Bunlar, sana Rabbin’in hikmet olarak vahyettikleridir.
17-İsra Suresi 39
İsra Suresi’nin 39. ayetine kadar bahsedilenler (yani Allah’ın hikmet olarak
vahyettikleri) şunlardır: Allah’la beraber başka ilahlar edinmemek
(22. ayet). Allah’tan başkasına kulluk etmemek, ana babaya iyi davranmak
(23. ayet). Anne babaya gerekli şekilde davranmak (24. ayet).
Rabbimiz’in iç dünyamızı bildiği (25. ayet). Akrabaya, yoksula, yolda
kalmışa hakkını vermek, israf etmemek (26. ayet)...
302
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Görüldüğü gibi, gerek Peygamber’in sünneti adına, gerek hikmet adına
Kuran’a müracaat etmeliyiz. Peygamber’in davranış tarzları (sünnet) için de,
hikmet için de tek güvenilir kaynağımız Kuran’dır. Allah’ın Kuran’daki sınırları;
hem hikmettirler, hem de bunları uygulamak elçiye (Peygamberimiz’e)
itaattir. Kuran, Peygamber’in ağzından duyulmuştur. Zaten birçok Kuran
ayeti de Peygamber’e “De ki” emriyle başlar. Kuran, Allah’ın elçisi Peygamberimiz
Hz. Muhammed’in getirdiği Allah’ın mesajıdır. Peygamber’in tüm
çabası da bu mesajın kılavuzluğuyla insanlara rehberlik etmek olmuştur.
Bu yüzden aslen Allah’ın olan bu mesaja uymak; hem göndericisi Allah’a,
hem getiricisi elçiye uymaktır. Allah’ın dini Kuran’la tamamlanmış olmuyorsa,
o zaman Kuran’ın fonksiyonu nedir? Allah neden Kuran ile dini yarım
bırakıp, diğer kısmını belirsiz kaynaklara bıraksın? Allah’ın dine ilave
etmek istediği şeyler olsaydı; Kuran’ı iki veya üç kat daha kalın yapıp, bu
sorunu çözebilirdi. Oysa Kuran, kendisinin detaylı olduğunu söylemektedir.
Geçmiş kavimlerin başına gelenleri tekrarla anlatan Kuran, kendi içeriğinin
dışında din adına gerekli olan ilave bilgiler olsaydı, onları da içerirdi.
Kuran’ı inceleyenler binde bir rastlanma ihtimali olan konularda bile
Kuran’ın gerekli izahları yaptığını görürler. Örneğin zorda kalıp kan, leş,
domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvandan başka bir şey bulamayanların,
bunları haddi aşmadan yiyebileceği açıklanır ki; bu durum
binde bir kişinin başına, hayatında ancak bir kez gelebilecek bir olaydır.
Peki, o zaman Kuran’ın gündelik yaşamda sık sık karşımıza çıkacak, her
gün uygulanacak bilgileri eksik bıraktığı nasıl düşünülebilir? Kuran bu bilgileri
açıklamamışsa, bu detaylar gereksizdir ve dinin bir bölümü veya evrensel
şartı değildir.
ELÇİ VE EMİR SAHİBİ, DİNİN SAHİBİ YAPILIRSA
Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, elçiye itaat edin ve sizden olan
emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, Allah’a
ve ahiret gününe inanıyorsanız; onu Allah’a ve elçiye arz edin.
4-Nisa Suresi 59
303
elçİye (resule, peygambere) İtaat ne demektİr?
İnsanlar topluluklar halinde yaşarlar. Bu toplu yaşamda; ortak kararı,
ortak prensipleri, kimi durumlarda ortak orduyu, savaş ve barış kararı gibi
kritik kararları da hayata geçirmek gerekir. Elçi (Hz. Muhammed) kendi dö-
neminde toplumun başı olarak birçok kritik kararı alırdı. Bunlara da uymak
gerekirdi, çünkü Hz. Muhammed o dönemde hem elçi, hem de “emir sahibi”
(ulul-emr) olarak toplumun başıydı. Ayrıca kendinin altında başka “emir sahipleri”
(vali veya ordu komutanları gibi) atarsa, bunlar da yönetimde görev
üstlenmiş olurlardı. Peygamber’in vefatından sonra Müslümanlar’ın içlerinden
seçecekleri kişi veya kişiler, bu vazifeyi yerine getirebilir ve onlara da itaat
gerekir. Fakat bu itaat, hiçbir zaman Allah’ın hükümlerine ilave hükümler
yapılması manasına gelmez, ancak düzenin sağlanması gibi fonksiyonları
içerir. Çünkü Kuran’dan; Kuran’ın her şeyi açıkladığını, detayları verdiğini
ve dinin Kuran’a eşit olduğunu anlıyoruz. Eğer elçiye itaatten ve emir sahiplerine
itaatten; ilave farz veya haram yetkisi anlaşılsaydı, ortaya şu mantıksız
tablo çıkardı. Yenmesi haram olanları örnek olarak ele alalım, Kuran’da
1- Leş, 2- Kan, 3- Domuz eti, 4- Allah’tan başkası adına kesilen hayvanlar
haram kılınmıştır. Elçiye itaatten kasıt, elçinin ilave haramlar getirmesi olsaydı,
elçi; 5- Midye, 6- Karides, 7- Eşek eti şeklinde haram listelerini genişletebilirdi.
Nitekim mezhepçiler bunu iddia etmektedirler. Peki, o zaman
bir dönem Sunni Müslümanlar’ın halife olarak emir sahibi kabul ettikleri Yavuz
Sultan Selim; 8- Tavuk, 9- İnek eti, 10- Palamut balığı şeklinde bu listeyi
uzatıyor olsaydı ve “Elçiye itaat ayetleriyle, bunları haram kılıyorsanız,
emir sahibine itaat ayetiyle de, ben bunları aynı mantıkla, aynı şekilde haram
kılıyorum” deseydi, ne derdiniz? “Elçiye itaat edin” anlamındaki ayetlerle,
Kuran’ın hükmünün iptal yetkisinin (neshin) Peygamber’e verildiği
şeklindeki iddiayı hatırlayalım (25. bölümdeki nasih mensuh konusunu hatırlayın).
O zaman biri çıkıp, aynı mantıkla, “Emir sahibi de kendinden evvelki
dini hükümleri değiştirebilir” iddiasında bulunur ve emir sahibi “Zinayı,
hırsızlığı helal yapıp; namazı orucu kaldırıyorum, bunlar da benim
neshlerim (iptal yetkisini kullanmam)” derse, ne diyeceksiniz? Bunun için
“emir sahiplerine itaat edin” diyen ayeti çekiştirip, kendini Allah gibi dini
hüküm koyucu mertebesine çıkarırsa sonuç ne olur? Eğer “elçiye itaat” ile 
304
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
elçi ilave helaller, haramlar ve iptaller yapabiliyorsa; o zaman benzer ifadeye
sahip ayetle emir sahiplerinin (yöneticilerin) de aynı yetkiye kavuşmaları
gerekirdi! Görüldüğü gibi Kuran’ı bir bütün şeklinde kabul etmeden çekiştirmeye
kalkmanın sonu felakettir.
ALLAH’A İTAAT = KURAN’A İTAAT = ELÇİ’YE İTAAT
Kuran’ın anlattığı İslam’a inanan her Müslüman, elçiye (Hz. Muhammed’e)
itaatin gerekliliğini bilir. Kuran’ın takipçisi Müslümanlar, bu yüzden,
Allah’a ve elçisine itaat edilmesini söyleyen ayetlerin kendilerine karşı
delil gösterilmesini çok garip karşılarlar ve bu iddiayı yapanların Kuran’ı
bilmediğini veya çekiştirdiğini kavrarlar. Kuran’ın takipçisi Müslümanlar’a
göre, elçiden bize miras kalan ve elçinin bize miras olarak bırakmaya çalıştığı
yegane kaynak Kuran’dır. Kuran yeterlidir, bizi ilgilendiren yegane vahiydir
ve Peygamber’in başka bir kaynağı yazdırmaması da Kuran’ı yegane
kaynak olarak bıraktığının delilidir. Hadis kitabı diye toplanmış kitaplar ve
dini, Kuran ile Kuran’dan kat kat fazla hadisin şirketsel oluşumlarının bir
neticesi olarak gösteren mezhepçi kitaplar; Peygamberimiz’e iftiralarla doludurlar.
Kuran’ı tek kaynak kabul edip tüm bu kaynakları reddetmek, din
adına tek otoriteyi Kuran’a (Allah’ın mesajına) vermek; hem mesajın sahibi
Allah’a, hem mesajı getiren elçiye itaat etmek demektir. İnşallah, bu izahlar,
Allah’a itaati, Kuran’a itaati ve elçiye itaati ayırıp adeta din adına ayrı ayrı
otoriteler varmış gibi gösterenlerin mesajın sahibini, mesajın kendisini ve
mesajı getirip duyuran elçiyi birbirlerinden ayırmalarını önler. Mesajın sahibi
Allah’la görüşemeyeceğimiz ve mesajı getiren elçi vefat ettiği için bize
kalan mesajın kendisi olan Kuran’dır. Mesajla yetinmemiz ve mesaja güvenmemiz,
sorunları çözmeye yetecektir.
Kendilerine okunmakta olan kitabı sana indirmemiz onlara yetmiyor
mu?
29-Ankebut Suresi 51
28. BÖLÜM
•••
peygamberin AŞIRI YÜCELTİLMESİ
Kuran’ın anlattığı dinden uzaklaşılmasında, dinin kutsallarının aşırı yü-
celtilmesi önemli bir yer tutar. Dinin övdüğü Peygamberler’i aşırı yüceltmek
bunun en önemli örneğidir.
O, size melekleri ve Peygamberler’i Rabler edinmenizi emretmez.
Siz Müslüman olduktan sonra, size kafir olmayı mı emredecek?
3-Ali İmran Suresi 80
Peygamberler’i dinin mantığına aykırı bir şekilde yüceltenler; “Yoksa sen
Hz. İsa’yı sevmiyor musun? Sen Hz. Muhammed’i yok mu sayıyorsun?” tarzındaki
sorularıyla, saf dinin ortaya çıkmasına çalışanları yıldırmaya çalı-
şırlar. Kutsala saygısı olan, Peygamberler’i seven birçok saf insansa, ne yazık
ki bu sorularla gerilemektedir. Zaten kutsalı aşırı yüceltmenin hedefi
de budur: Allah dışındaki ilahların hiçbirini kabul etmeyen dindar kitleye,
kendi kutsallarını aşırı yüceltip, zayıf oldukları yerden yaklaşmak suretiyle
dini bozmak. Hz. İsa gibi Allah’ın sevgili bir kuluna ilahlık makamının verilmesinin
Hıristiyanlık dünyasındaki sonuçları ortadadır. Peygamberimiz’le
ilgili uydurmalar ise (bu bölüme kadar gördüğümüz ve ilerideki bölümlerde
göreceğimiz gibi), daha çok, Peygamberimiz’e, Allah’ın yanında ikinci bir
hüküm oluşturucu sıfatının verilmesiyle olmuştur. Bu yaklaşımla mezhepçi
kitleler, Allah’ın vahyi olan Kuran’da olmayan hükümleri, kendi uydurdukları
veya yanlış yorumladıkları “hadis” ve “sünnet” adını verdikleri, 
306
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Peygamber’e iftiralarla dolu kitaplarda toplamışlardır. Oysa Peygamberimiz’e
Kuran’da şunlar söyletilir:
De ki: “Size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da
(algılanamayanı da) bilmiyorum ve ben size bir meleğim de demiyorum.
Ben bana vahyedilenden başkasına uymam.”
6-Enam Suresi 50
Görüldüğü gibi Peygamberimiz de aynı bizim gibi vahye, yani Kuran’a
uymakla yükümlüdür ve bu vahiy dışında başka bir şeye uymayacağına göre,
bu vahiy dışında bir hüküm oluşturması da mümkün değildir. Peygamber’e
“sünnet” veya “hadis gibi Kuran’ın belirtmediği başlıklarla hükümler atfedenler,
uydurdukları din rağbet görsün diye Peygamberimiz hakkındaki bir-
çok ayete aykırı yargılar ortaya atmışlardır.
PEYGAMBERLERİ YARIŞTIRMA
O’nun elçileri arasında hiçbirini ayırt etmeyiz.
2- Bakara Suresi 285
Kuran’ın bu ayetine göre bizim Peygamberimiz’i, Hz. İbrahim’i, Hz.
Musa’yı, Hz. Nuh’u, Hz. İsa’yı yarıştırmamamız gerekir. “Bizim Peygamberimiz
en üstündür” dememiz yasaktır. Museviler’in ve Hıristiyanlar’ın düş-
tükleri bu hataya, Kuran’ın bu açık ayetine rağmen ne yazık ki düşülmüş-
tür. Peygamberimiz’in sayesinde tüm insanların yaratıldığı, Peygamberimiz
olmasa ne dünya, ne de başka bir mekanın yaratılacağı şeklindeki meşhur
uydurma, hadis kılıfıyla insanlara yutturulmuştur. Oysa Kuran’da böyle bir
ifade geçmemektedir. Peygamberimiz’in hammaddesinin diğer insanlardan
ayrı olup nurdan yaratıldığı, Kuran’da anlatılmayan yüzlerce mucizesinin olduğu,
namaz vakitleri için adeta Allah’la pazarlık yaptığı şeklindeki uydurmalar
hep Peygamber’i aşırı yüceltme gayretinin neticesidir. Bu yaklaşım
sonucunda, Peygamberimiz’e utanç kaynağı olacak şekilde cinsel mucizeler
yakıştırılmış, kişileri kötürüm etmek için beddualar ettiği iftiraları ileri sü-
rülmüştür. Tüm bu iftiralar, hep uydurulmuş hadislerle halka sunulmuştur 
307
peygamberİn AŞIRI YÜCELTİLMESİ
ki; kutsala karşı gelme korkusunu içinde taşıyan ve dini az bilen halk, bu
uydurmaları itirazsız kabullensin. Diğer dinlerin düştüğü hataları Kuran’da
okuyup, onları hem eleştirip, hem de aynı hataya düşmek ne acıdır! Diğer
bir uydurma hadise göreyse tüm Peygamberler kıyamet günü kendi dertlerine
düşmüşken, Peygamberimiz “ümmetim, ümmetim” diyerek ümmetini
düşünecektir. Bu uydurma, kaş yapayım derken göz çıkarmanın çok güzel
bir örneğidir. Peygamberimiz’i yüceltmek isteyenler, diğer Peygamberler’in
bencilliği manasına gelebilecek yukarıdaki hadisi uydurmuşlardır. Bunlar
Peygamberimiz’i diğer Peygamberlerle yarıştırmakla kalmamış; 1-Hz. Muhammed,
2-Hz. İbrahim, 3-Hz. Musa, 4-Hz. İsa şeklinde diğer Peygamberler’i
de üstünlük sırasına göre dizerek hadlerini iyice aşmışlardır.
Seni sapmış bulup da doğru yola iletmedi mi?
93-Duha Suresi 7
Bu ayete göre Peygamberimiz vahiy gelmeden önce sapmış bir haldedir.
Allah’ın gönderdiği vahiy ile düzelmiştir. Allah’ın açıkça söylediği bu
gerçeğe Şura Suresi 52. ayette de rastlıyoruz:
İşte böylece sana da emrimizden bir ruh vahyettik. Sen kitap nedir,
iman nedir bilmezdin.
42-Şura Suresi 52
Bazı mezhepçiler Peygamberimiz’in vahiy almadan önce de hak bir dine
mensup olduğunu söyleyerek ayetlerle açıkça çelişmektedirler. Bu ayetlerin
birinden Peygamberimiz’in önceden sapmış olduğu, diğerinden ise imanı,
kitabı önceden bilmediğini anlıyoruz. Hak bir dine mensup olan nasıl imanı
bilmez, nasıl kitabı bilmez, nasıl sapmış olur? Peygamber’i Kuran’da anlatıldığı
gibi değil de kafalarında şekillendirdikleri gibi bulmak isteyenlerin bu
çelişkilere düşmeleri hiç de sürpriz değildir. Mezhepçilerin düştükleri çelişkilerden
biri de Peygamberimiz’in atalarında hiç putperest olmadığı ve bunun
Hz. Adem’e kadar böyle gittiği iddiasıdır. Oysa Kuran’dan, Hz. İbrahim’in
babasının putperest olduğunu anlıyoruz. Hz. İbrahim’in Peygamberimiz’in
atası olduğunu düşünürsek bu iddia da dayanaksız kalır. Gerçi gelenekçi 
308
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
zihniyet, “Hz. İbrahim’in babasından kasıt gerçek babası değil, üvey babasıdır
veya amcasıdır” şeklinde saptırmalara gitmektedir. Ama Kuran’da
açıkça “babası” denmektedir. Bu çekiştirme, gelenekçilerin dini bozucu zihniyeti
için bir delil niteliğindedir.
ALLAH’IN PEYGAMBER’E ÖVGÜLERİ
Mezhepçilerin anlamadığı nokta, Peygamberimiz’in tüm bu uyduruk
sözde yüceltmelere ihtiyacı olmadığıdır. Kuran’da Allah, Peygamberimiz’i
övmekte, onun üstün bir ahlak üzerinde olduğunu söylemektedir. Allah’ın
kendisine elçilik görevi vermesi, kitabında kendisini övmesinden daha bü-
yük yüceltme ne olabilir? Vahiy almadan önceki Peygamber’in durumu
veya Peygamber’in atalarından birinin putperestliği Peygamber’i küçültmez.
Kuran’dan herkesin kendi davranışlarından sorumlu olduğunu anlı-
yoruz. Ne Peygamber oğlu olan yücelir, ne de kafir babası olan küçülür.
Nitekim Hz. İbrahim’in babası da Peygamber babasıydı, ama sapkınlığı
Kuran’da geçmektedir. Kişileri soyuna sopuna göre değerlendiren gelenekçi
kafa, Peygamberimiz’i de böyle değerlendirmeye kalkmış ve bu
konuda uydurma hadisler türetmiştir. Bu uydurmalar Kuran’la, gelenekçilerin
bu zihniyeti İslam’la çelişmektedir.
Allah Peygamberimiz’i seçti ve ona büyük bir iyilikte bulundu (4-
Nisa Suresi 113). Onu güzel ve büyük bir ahlak sahibi kıldı (68-Kalem
Suresi 4). Onu âlemlere rahmet yaptı (21-Enbiya Suresi 107). Ve
Peygamberimiz’in tüm günahlarını bağışladı (48-Fetih Suresi 2).
Görüldüğü gibi Kuran’da Peygamberimiz en güzel şekilde övülmektedir.
Örneğin Enbiya Suresi 107. ayette, Peygamberimiz’in âlemlere rahmet
olduğu söylenmektedir. Eğer tüm âlemlerin Peygamberimiz için yaratıldığı
doğru olsaydı, bu da Peygamberimiz’in âlemler için rahmet oluşu
gibi söylenebilirdi. Çünkü bu izah, doğru olsaydı, tüm bu izahlardan daha
önemli bir bilgi olurdu. Gerçek olsaydı, Kuran, bu daha da önemli olan
bilgiyi, hadis gibi Kuran’da belirtilmeyen bir kaynağa elbette bırakmaz,
kendisi belirtirdi.
309
peygamberİn AŞIRI YÜCELTİLMESİ
kıl tapınmacılığı
Allah en güzel şekilde Peygamberimiz’i övmüşken, Kuran’ın onay vermeyeceği
kıl tapınmacılığı görüntüleri verenler, akılları sıra Peygamberimiz’e
saygı göstermektedirler. Camilerde “Peygamber’in sakalı” diye bir sürü beze
dolandırılıp sarılmış kılları, büyük bir tören havasında açıp, halka bu kılları
öptürenler, bu yazılarımızı okuduklarında elbette rahatsız olacaklardır.
Onlara göre bu kıl öptürme törenleri Peygamber sevgisidir, Peygamber’e
saygıdır. Ne yazık ki Peygamber’in olduğu iddia edilen kılları, dini bir ibadet
havasında insanlara öptürme faaliyeti hâlâ devam etmektedir. Hıristiyanlığı
ikonlarından dolayı kınayanlar, benzer hurafeleri dinimize kendileri
sokmuşlardır.
Peygamberimiz Kuran’da iki sıfatla anılır. Birincisi “nebi” kelimesidir ve
“haber getiren” manasındadır. Kuran’da bu kelime, aynen Farsça’dan dilimize
geçen “Peygamber” kelimesi gibi yalnız “Allah’tan haber getiren insanlar”
için kullanılmıştır. İkincisiyse “resul” kelimesidir ki Türkçemiz’deki “elçi”
kelimesinin karşılığıdır ve Kuran’da Peygamberler en çok bu kelimeyle anlatılırlar.
Bu kelime, aynı Türkçe’deki gibi; hem Allah’ın elçileri, hem diğer
elçilikler için kullanılır. Peygamberimiz’i ve diğer Peygamberler’i tarif ederken
kullanılan bu kelimeler Peygamber’in nebi (haber getirici), resul (elçi)
olduğunu gösterir. Yani Peygamber, Allah’tan aldığı mesajı insanlara ileten
kişidir, Peygamber kendinden dine % 1 bile bir şey katamaz. O zaman din,
Allah ve Peygamber ortak yapımı bir müessese olur. Peygamberimiz’e gelen
vahiy Kuran’dır. Bunun dışındaki bir hadis, bir mezhep izahı, birisinin
içtihadı için “dinin bir hükmü veya bir bölümüdür” demek; Allah’ın olan
dini Allah, Peygamber ortaklığına veya Allah, mezhep imamı, Peygamber
ortaklığına çevirmek olur. Kısacası Peygamber’i doğru yere oturtmak, dini
doğru kavramanın bir şartıdır. Peygamberimiz aldığı haberi (Kuran’ı) insanlara
iletmiştir. Din, bu haberdir. Elçilik (resullük), haber getiricilik (nebilik)
bu mesajı (Kuran’ı) insanlara ulaştırmaktır. Allah’ın elçisi olmak çok bü-
yük bir onurdur. Peygamberimiz açısından düşünürsek, bir insanın milyarlarca
insana öncülük etmesidir. Ne yazık ki bazıları, Kuran’dan anlaşılan bu
Peygamber tarifini yaptığımızda “Siz Peygamber’i çok basit görüyorsunuz” 
310
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
demektedirler. Ne yazık ki bu davranışlarıyla bundan sonra 29. bölüm’de
inceleyeceğimiz Hıristiyanlar’a benzemektedirler. Peygamberler hakkında
aşırıya gitmek, sadece bir Peygamber’i Allah’ın oğlu ilan etmekle olmaz.
Yalnızca Allah’ın olan dini hükümler oluşturma yetkisi; sünnet, hadis gibi
süslü ve sözde Peygambersever tavırlarla Peygamber’e de veriliyorsa, o da
dinde bir sapmadır.
GÜDÜLEN SÜRÜ OLMAYALIM
Biz “Peygamber’i aşırı ve Kuran’a aykırı yaklaşımlarla yüceltmeyelim”
diye feryat ederken, ne yazık ki birçok tarikatta evliya, şeyh, ulema gibi yaftalar
yapıştırılmış adamlar bile putlaştırılmaktadır. Peygamber’in bile aşırı yü-
celtilmemesi gerekir dedikten sonra, herhalde bunlar için ilave bir açıklamaya
gerek yoktur. Bakara suresi 104. ayete değinerek bu konuyu bitirmek istiyoruz.
Bakara suresi 104’te: “Ey iman sahipleri raina (bizi çobanın sü-
rüyü güttüğü gibi güt) demeyin.” denmektedir. Bu ayette Peygamber’e
bile “raina” denmesi yasaklanmaktadır. Kuran toplumun sürü, bireyin ise
onların güdücüsü olmasını istememektedir. Buna karşın tarikatlardaki uygulamalar
ve mezhep bağlılığında birçok zaman sürü psikolojisi hakimdir.
Kuran’ın insanı; düşünen, akleden, Allah’ın mesajı Kuran’a sıkı sıkıya sarılan,
Peygamber’i canından çok seven fakat Kuran’a aykırı yüceltmeyen,
Allah’ın hüküm yetkisini hiçbir kişiye paylaştırmayan insandır.
Müslümanlar’ın görevi Allah’ı, Kuran’ı, Peygamber’i tam yerli yerine
oturtmaktır. Allah’ın yetkisinde olan hüküm koymayı, kutsal olanı istismar
ederek Peygamber’e verenler, daha sonra uydurdukları hadislerin sahibini
Peygamber olarak göstermiş, böylece dini bozmuşlardır. Dini bozmada kullanılan
araç Peygamber olunca, Kuran’la ters düşen hadisler uydurulmuş, her
şeyin Peygamberimiz için yaratıldığı şeklinde saçma iddialar, Peygamberler’i
yarıştırmak gibi haddini bilmezlikler olmuştur. Hiç şüpheniz olmasın ki,
nasıl kendisi hakkındaki aşırı izahları görse en çok kızan Hz. İsa olacaksa,
Kuran’ın ruhuna aykırı şekilde kendisi hakkında uydurulan hadisleri, Allah’la
miraçta pazarlık ettirmeleri görse bunları uyduranları ilk kınayan, bu hadis
kitaplarını ilk yakan Peygamberimiz olurdu.
29. BöLÜM
•••
hıristiyan ve museviler’den ibret almak
Kuran’da, geçmiş toplulukların hataları ibret almamız için anlatılır. Bu topluluklardan
günümüzde de varlığını sürdüren Hıristiyanlık ve Museviliği ele
alırsak, içine düşülen hatalardaki benzerliği hemen kavrayabiliriz. Bu ortak
temel hatalar; Peygamber ve din adamlarını aşırı yüceltme, Allah’ın kitabı
dışında kitaplar oluşturma, Allah’ın dinini mezheplere bölmektir.
Papazların ve mezheplerin din adına matbaaya ve halkların kendi dillerinde
ibadet etmelerine karşı çıkmaları, Hıristiyanlık’ta din adına yapılan
yobazlığa örnektir. Bir Hıristiyan din adamının şu sözlerinden bunu anlayabiliriz:
“Matbaanın bulunmasıyla kitap yayınlarının çoğaldığı ve eğitim-öğ-
retimin geliştiği doğrudur, fakat aynı zamanda fikir ve görüş ayrılıklarının
oluştuğu da bir gerçektir. Bunun sonucu olarak insanlar Kilise’nin yerleş-
tirdiği iman ve akideler konusunda düşünmeye ve sorular sormaya başlamışlardır.
Din kitaplarını okuyor, anlıyor ve kendi anladıkları dilde ibadet
ediyorlar. Bu nedenle kendi kendilerine din adamlarına artık gerek bulunup
bulunmadığı sorusunu sormaları söz konusudur. Eğer herkes kendi bildiği
dilde ve kendi anladığı şekilde Tanrı’ya ibadet etmeye kalkışacak olursa...
Böyle bir durum bizim mensup bulunduğumuz din adamları sınıfının çok
zararına olur. Din esaslarının, din adamlarının dışında hiç kimse tarafından
bilinmemesi koşul olmalıdır” (Bakınız: İlhan Arsel, Toplumsal Geriliklerimizin
Sorumluları: Din Adamları, s. 18). Bu alıntıyı yapan ateist yazar
Arsel, bu durumla ilgili haklı tespitler yapmakta, fakat daha sonra bunları 
312
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
haksız bir şekilde “din adamı” eleştirisinden çıkarıp “din” eleştirisine çevirmektedir.
Hıristiyanlık’ta bilimsel gelişimin önünü tıkayan ve geciktiren,
mezheplerin savaşlarıyla ortalığı kan gölüne çeviren papazların hegemonyası
kaybolur diye matbaaya, kendi dilinde ibadete karşı çıkan, aforoz,
endülüjans, engizisyon gibi kurumlarıyla halka kan kusturan, kulların affedilme
yetkisinin bile kendisinde olduğunu iddia eden hep Kilise olmuştur.
Dinimizin bağlıları, Hıristiyanlar’ın ve Museviler’in sapmalarını çok
iyi tespit eder ve çok mantıklı eleştirirler. Ne yazık ki bu eleştiriyi yapanların
birçoğu, İslam dünyasındaki Allah’ın gönderdiği dinden sapmaları
eleştirmede aynı basireti gösterememektedirler. Allah’a şükür ki inanç alanını
Hıristiyanlık’taki üçleme gibi uydurmalardan iyi bir şekilde koruyabildik.
Fakat bu, uygulama alanında “İslam” olarak sunulan “din”in içine
birçok uydurmanın sokulduğu gerçeğini görmemezlikten gelmemize sebep
olmamalıdır.
Enam Suresi 154, Araf Suresi 145. ayetlerde Tevrat’ın da aynı Kuran gibi
detaylandırıldığını görüyoruz. Oysa Yahudiler ellerinde detaylı bir şekilde
Tevrat dururken “mişna” (hadis, söz) ve “gamara” (sünnet, pratik) başlıklarıyla,
kutsala fatura edilmiş rivayetlerle dinlerine ilaveler yapmışlardır. Gö-
rüldüğü gibi Yahudi yobazlığının kendi dinlerini bozarken kullandığı baş-
lıklar bile dinimizin mezhepçileriyle örtüşmektedir. Oysa Yahudiler’e dinleri
Tevrat’ta detaylı olarak açıklanmıştır. Kuran’ın izahına göre Yahudiler Tevrat’ta,
Hıristiyanlar İncil’de hükümlerini bulurlar. (Bu kitapların orijinalli-
ğini ne ölçüde koruyabildiği, önemli bir konu olsa da, bu kitapta bu konu
ele alınmayacaktır.)
Biz indirdik Tevrat’ı, Biz. İyiye ve güzele kılavuz var onda, ışık var.
Teslim olmuş Peygamberler, Yahudiler’e onunla hükmederlerdi…
5-Maide Suresi 44
İncil ehli, Allah’ın onda indirdikleriyle hükmetsinler. Allah’ın indirdiğiyle
hükmetmeyenler sapkınlardır.
5-Maide Suresi 47
313
hırİstİyan ve musevİler’den İbret almak
hıristiyanlık’taki baba-oğul meselesi
Hıristiyanlık’taki en büyük sapma olan Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu olduğu
ve üçleme sapmalarını ele alalım. Bugünkü bilinen en eski İncil bile
Latince’dir. Hz. İsa’ya indiği dilde bir İncil elde mevcut değildir. Orijinalinde
ne olduğunu bilmediğimiz kelimeler Latince’ye “Baba” ve “Oğul” şeklinde
çevrilmiştir. Fakat bu Latince tercümelerde bile “Oğul” kelimesi, sadece
Hz. İsa için değil, Allah’ın tüm sevgili kulları için kullanılır. Aynı şekilde
“Baba” kelimesi de sırf Hz. İsa’nın Baba’sı manasında değil, tüm kulların
Baba’sı manasında kullanılır:
45-Siz göklerde olan Babanız’ın Oğulları olasınız.
İncil-Matta 5,45
17-Benim Babam’ın ve sizin Babanız’ın, benim Allah’ımın ve sizin
Allah’ınızın yanına çıkıyorum.
İncil-Yuhanna 20,17
Yani mevcut İncil’i şu andaki tercümesiyle eline alan bir kişi bile şu andaki
anlatımıyla “Allah’ın oğlu tanrı İsa”yı İncil’de bulamaz. Çünkü bu tabirin
tüm insanlar için kullanılması, bu kavramın mecaz bir kavram oldu-
ğunu gösterir. Bizim tahminimize göre İncil’in orijinalinde “kul” manasına
yakın bir kelime “oğul”; “Yaratıcı” manasına yakın bir kelime de “baba”
diye çevrilmiştir. Fakat her şeye rağmen İncil’in her yerinde bu kelime bu
tarzda çevrildiği için, kelimenin tüm insanlık için kullanılmış olmasından,
ne manayı kastettiği anlaşılabilir. Günümüzdeki İncil çevirilerini incelemek
bile tercümelerle Hıristiyanlık’ta ne kadar tahrifat yapılabildiği hakkında fikir
sahibi olmamızı sağlayacaktır:
35-İsa kovulmasını haber alır almaz onu aradı ve ona sordu,
“İnsanoğlu’na inanıyor musunuz?”
Yeni Amerikan İncil-Yuhanna 9,35
35-İsa kovulduğunu duydu ve onu bulunca şöyle dedi: “İnsanoğlu’na
inanıyor musunuz?”
Yeni Uluslararası İncil-Yuhanna 9,35
314
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
35-İsa ne olduğunu duyunca adamı buldu ve ona: “Mesih’e inanı-
yor musunuz?” dedi.
Yaşayan İncil-Yuhanna 9,35
35-İsa kovulduğunu duydu ve onu bulunca şöyle dedi: “Tanrı’nın
Oğlu’na inanıyor musunuz?”
Kral James İncil’i-Yuhanna 9,35
Dördüncü tercümedeki Kral James İncil’inde, ilk iki İncil’deki “insanoğlu”
lafzının nasıl “Tanrı oğlu” lafzına çevrildiğine dikkat edin. Ayrıca
bu “baba” ve “oğul” lafızlarının kullanımında saptırma olduğu Matta’nın
şu bölümünden de anlaşılabilir:
9-Yeryüzündeki kimseyi babanız diye çağırmayın, zira Baba’nız
birdir, semavi Baba’dır.
İncil-Matta 23,9
baş sorumlu kilise
Görüldüğü gibi tercümede yeryüzündeki kimseyi “babanız” diye çağırmayın
deniyor. Oysa “baba” herkesin biyolojik kan bağı olan babasını ça-
ğırdığı isimdir; bu kullanımın Allah dışında kimse için -öz baba için bileyapılmamasının
istenmesi, bu kullanımın günümüzdeki anlamıyla “baba”
olmadığını göstermektedir. Daha önce belirttiğimiz gibi, burada kanaatimiz,
“Baba” diye tercüme edilen kelimenin orijinalinin Allah’a mahsus “Yaratıcı”
veya benzeri bir kelime olduğu, fakat tercümelerle bu kelimenin günü-
müzdeki “baba” kelimesi şeklinde kaldığıdır. Fakat yine de tercümeler ikinci
dereceden suçludur. Çünkü bu kelimelerin tüm insanlar için kullanıldığını
gören objektif değerlendirici, bu kelimelerin mecazi olduğu kanaatine rahatlıkla
varabilirdi. (Hıristiyanlığın içindeki kimi gruplar bu kanaati paylaşmışlardır.)
Bugünkü Katolik ve Ortodoks mezheplerinin yorumcuları, bu
kelimelerin tüm insanlar için mecazi manada, Hz. İsa için ise gerçek manasında
kullanıldığını söylemişlerdir. Yani Hz. İsa’nın “oğul tanrı” ilan edilmesindeki
asıl suçlu Katoliklik, Ortodoksluk tipi mezheplerdir. Bu mezheplerin
ve önceki konsüllerin yorumundan ibaret olan bu yaklaşımlara, dini
sadece mevcut İnciller’den öğrenmeye çalışan Hıristiyanlarca varılmayacağı 
315
hırİstİyan ve musevİler’den İbret almak
kanısındayız. Yıllarca insanlar Hıristiyanlığı Kilise kurumunun anlatımlarıyla
öğrendiler. Dinimiz Hanefi, Şafi gibi Sunni ve diğer Şii mezheplerin
anlatımlarıyla nasıl dejenere olmuşsa, Hıristiyanlık da Katolik ve Ortodoks
mezheplerin hegemonyasıyla dejenere olmuştur. Hıristiyanlık için durum
daha zordur. Çünkü mevcut İnciller’in orijinali yoktur. Oysa Kuran’ın orijinali
elde mevcut olduğu için Kuran’a gidip de ilaveleri ve eksiltmeleri dü-
zeltmek; gerçek dinle, uydurulan dini ayırt etmek daha kolaydır.
Tüm bu dejenerasyonlardaki metotları incelediğimizde, Hıristiyanlar’ın
kendi mezhepleriyle dejenerasyonunun, dinimizin mezhepler eliyle dejenerasyonuna
benzerliğini saptayabiliriz. Mevcut İncil (tercümelerle saptırmalara
rağmen) bir kenara bırakılmış ve Kilise kendi yorumunu İncil’in üstüne
çıkartmıştır. Kilise’nin burada rahipler topluluğu olduğunu unutmayalım. Hz.
İsa’nın öldürülmesi için karar alan da Yahudi haham toplumuydu. Dinimizdeki
ilaveleri yapanlar ise dinimizin hadis imamı, mezhep imamı adlı din
adamı topluluklarıdır. Biz Hz. İsa’yı öldürmek isteyen hahamların sapkınlığını,
Hz. İsa’yı aşırı yücelten Saint Paul gibi din adamlarının sapkınlığını
çok iyi anlarız. Ama söz Buhari gibi uydurma hadis toplayıcılarına veya Şafi
gibi mezhep imamlarına geldi mi onları aşırı yüceltmekten bir türlü vazgeçmeyiz.
Fakat yine de Hıristiyanlar’ın Saint Paul’den, Museviler’in katliamcı
hahamlarını savunmaktan neden vazgeçemediklerine çok şaşırırız!
Aslında tarih, nüans farklarıyla tekrarlanmakta, geçmiş kavimlerden alınmayan
ibretler felaketlerin sebebi olmaktadır. Dine en büyük zararı ise bazı istismarcı
hahamlar, rahipler, imamlar diye bilinen din adamları vermektedir.
DİNE EN BÜYÜK ZARARI SAHTEKAR DİN ADAMLARI
VERİYOR
Allah’ı bırakıp bilginlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i Rabler
edindiler. Halbuki hepsi de tek Tanrı’ya kulluk etmekten başka
bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka Tanrı yoktur. O, bunların
ortak koştukları şeylerden yücedir.
9-Tevbe Suresi 31
316
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Ey iman sahipleri! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu halkın
mallarını uydurma yollarla yerler ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar.
9-Tevbe Suresi 34
Ne yazık ki birçok Müslüman bu ayetleri masal gibi dinlemektedir. “Allah
bize geçmişteki bu kavimlerin durumunu anlatıyorsa, bunun önemli bir
sebebi bizim de aynı yanlışı tekrarlayabilecek olmamızdır” çıkarımı, ne yazık
ki yapılmamaktadır. Bugün görüyoruz ki benzer hatalara düşülmüştür. Nasıl
Hıristiyanlar’da papazlar yeni dini hükümler oluşturdularsa; İslamiyet’te de
imamlar fetva, içtihad, mezhep görüşü başlıklı uydurmalarla, dinde olmayan
dini hükümleri icat etmişlerdir. Yani din adamı zümresine, sırf Allah’ın
tekelinde olan hüküm koyucu yetkisi verilmiştir. Nasıl Hıristiyanlar Katolik,
Protestan, Ortodoks rahiplerini, ruhanilerini her şeye rağmen temize çıkartıyor,
onların evliyalık ve üstünlük hikayelerini anlatarak onların Hıristiyanlığı
dejenere etmelerini temize çıkartıyorlarsa, bizim imamlarımız da aynı evliyalık,
üstünlük, vs. hikayeleriyle temize çıkarılmaktadırlar.
Kilise’nin maddi menfaatler için dini nasıl istismar ettiğini Güney
Afrika’lı Nobel ödüllü rahip Desmond Tutu çok güzel anlatmaktadır: “Misyonerken
Güney Afrika’ya geldiklerinde toprak bizde, İncil onlardaydı.
Sonra bize ‘gözlerimizi kapatalım, dua edelim’ dediler. Gözlerimizi açtığı-
mızda gördük ki İncil bizde, toprak onlardaydı.” Bazı rahipler ve hahamlar,
din adına insanların paralarını haksızlıkla nasıl yiyorlarsa; bizim şeyhler,
hocalar, mevlidhanlar onlardan aşağı kalmamaktadırlar. Tüm bu manzaralarda
hem Museviler, hem Hıristiyanlar, hem de bizim için elbette birçok
ibretler vardır. Bu üç din de tüm bu mezhepleri ve mezhep önderlerini kenara
itmeden dinlerini gerçek manasıyla kavrayamazlar. Öncelikle tüm mezhep
izahları ve tüm ilave Mişnalar, hadis kitapları, falancanın mektupları
çöpe atılıp, Allah’ın kitapları tek başına masa üstüne konulup çözüme baş-
lanmalıdır. Kuran’ın orijinali elimizde olduğu için biz bu konuda çok daha
rahat çözüm şansına sahibiz. Fakat Musevi ve Hıristiyanların da aynı metotla
Allah’ın istediği orijinal dine çok daha fazla yaklaşacakları kanaatindeyiz.
Ne yazık ki şu anda din diye anlatılan ne Musevilik’te Tevrat’tır, ne 
317
hırİstİyan ve musevİler’den İbret almak
Hıristiyanlık’ta İncil’dir, ne de bizde Kuran’dır. Mezhepler ve azizlerin, hahamların
kitapları ne acıdır ki Allah’ın kitaplarının önüne geçmiştir. Bu üç
dinin yobazlıklarının temel sebebi de aynıdır: İnsani olana kutsal kılıfı giydirilmiş
ve bunlar gerçek kutsal olan Allah’ın kitabının yanına, hatta önüne
konmuştur. Dinlerdeki temel bir istismar mekanizması, kutsal kitaplarda
yazılan açık gerçeklerin yorumla, kelimelerin manası kaydırılarak gizlenmesi
veya saptırılmasıdır.
Onlar kelimeleri yerlerinden kaydırıyorlar. Öğüt almak için çağrıldıkları
şeyden nasiplenmeyi unuttular.
5-Maide Suresi 13
Bunların içlerinden bir grup vardı ki, Allah’ın kelamını işitiyor, onu
kavramalarının ardından bile bile tahrif ediyorlardı.
2-Bakara Suresi 75
İNCİL VE TEVRAT’TA PEYGAMBERİMİZ’E İŞARETLER
Hıristiyan ve Museviler’in kendi dinlerindeki tahrifatlarının bir örneği
Tevrat ve İncil’de Peygamberimiz’i tarif eden ayetleri yorum ve manipü-
lasyonla değişik şekilde manalandırmaya çalışmalarıdır. Bugün elimizdeki
Tevrat ve İncil’de tespit ettiğimiz, Peygamberimiz’e işaret etmesi muhtemel
örnek ayetleri inceleyelim:
Ve bütün milletleri sarsacağım ve bütün milletlerin (Himada’sı) gelecek
ve bu mabedi şanla şerefle dolduracağım der Orduların Efendisi;
benimki gümüş, benimki altın der. Benim bu son evimin şöhreti,
ilkinden daha yüksek olacak der İnsanların Efendisi ve bu yerde
selam (şalom) vereceğim der Orduların Efendisi.
Tevrat-Haggay 2,7-9
“Himada” kelimesi eski İbranice’de “hmd” kökünden türemiştir. Kuran-ı
Kerim’de Hz. İsa’nın kavmine ismi “Ahmed” olan bir Peygamber geleceğini
söylediği anlatılır (Bakınız: 61-Saff Suresi 6) “Ahmed” kelimesi 
318
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
“Muhammed” ismiyle aynı kök yapısına sahiptir ve “övülmüş” anlamına
gelmektedir. Böylece Hz. İsa’nın kavmine ismi “Ahmed” olan bir Peygamber
gelecek demesiyle, ismi “övülmüş” olan bir Peygamber gelecek demiş
olduğu ve Peygamberimiz’in adının manasını söylediği de düşünülebilir. Bu
konuda Abdulahad Davud şunları söylemektedir: “Ahmed kelimesi ‘Himda’
kelimesinin değişmeden kalmış Arapça şeklidir ve aynı manaları içermektedir.
Grekçe yazılmış Yuhanna İncil’inde de klasik Grek diline tamamen
yabancı olan ‘Paracletos’ ismi kullanılmıştır. Aslında ‘Ahmed, Muhammed’
kelimelerinin karşılığı olan ‘şanı yüksek, övülmüş, çok hamdeden’ manasına
da gelen pekiştirilmiş şekildeki ‘Periclytos’ kelimesinin Hz. İsa tarafından
vazedilen Arami lisanındaki ‘Himda’ ve ‘Hemida’ kelimesinin Grekçe’ye
tercüme edilmiş şekli olması kuvvetle muhtemeldir. Fakat her halükarda
bu kelimenin manası Peygamberimiz’in ismiyle aynı manadadır. ‘Şalom’
kelimesine gelince, bu kelime de ‘İslam’ kelimesi ile aynı kök ve manalara
sahiptir. Her Sami dil alimi ‘Şalom’ ve ‘İslam’ kelimelerinin ‘barış, teslim
olma’ manasına gelip aynı kökten türediğini bilir” (Bakınız: Prof. Abdulahad
Davud, Tevrat ve İncil’e Göre Hz. Muhammed)
hz. isa’dan sonra gelip bir tek allah’a çağıran
kim var?
15- Eğer beni seviyorsanız, emirlerimi gözetirsiniz.
16- Ben de Baba’ya yalvaracağım ve o size başka bir Paraklit gönderecektir.
İncil-Yuhanna 14, 15-16
7- Bununla beraber ben size gerçeği söylüyorum. Benim gitmem sizin
için hayırlıdır. Çünkü ben gitmezsem Paraklit size gelmez.
Fakat gidersem onu size gönderirim.
8- Ve o geldiği zaman günah, doğruluk ve hüküm konusunda dünyayı
suçlu olduğuna ikna edecektir.
İncil-Yuhanna 16, 7-8
319
hırİstİyan ve musevİler’den İbret almak
20- Yahya’nın tanıklığı şöyle oldu, açıkça konuştu, inkar etmedi:
“Ben Mesih değilim” diye açıkça konuştu.
21- Onlar da kendisine “Öyleyse sen kimsin? Sen İlyas mısın?” diye
sordular. O da: “Değilim” dedi.
22- “Sen o Peygamber misin?” Yahya “Hayır” diye cevap verdi.
İncil, Yuhanna 1,20-21
Görüldüğü gibi İncil’de Hz. İsa’dan sonra gelecek biri sürekli müjdelenir.
Oysa “Hz. İsa son Peygamber’dir, bir daha Peygamber gelmeyecek” tarzında
bir ifade hiçbir yerde geçmemektedir. Yuhanna 1, 20-21’de ise insanların
İlyas ve İsa dışında bir Peygamber daha bekledikleri görülüyor. Peki,
Hz. İsa’dan sonra gelip, insanlara Allah’ı anlatıp, tanıtan kim vardır? Tarihe
baktığımız zaman Peygamberimiz dışında buna uygun tek bir etkili şahsiyet
bile yoktur. Tüm bunlara karşın İncil’de Hz. İsa’nın kendinden sonra
geleceğini söylediği “Periclytos” kelimesinin manasının Peygamberimiz’in
isminin manası ile aynı olması tesadüf olabilir mi? Yuhanna İncil’inde ge-
çen “Periclytos”un Kutsal Ruh (Cebrail) diye açıklanmaya çalışılmasını eleş-
tiren Prof. Dr. Maurice Bucaille bu anlayışı reddederek “Periclytos”tan kastın
Hz. İsa’dan sonra gelecek Hz. İsa gibi bir Peygamber olduğunu söyler.
Bucaille şöyle demektedir: “Burada öne sürülen insanlara bildirme işi hiç-
bir surette Kutsal Ruh’un işlerinden olan bir ilhamdan ibaret değildir. Aksine
kendisini belirleyen Yunanca kelimedeki yayma kavramı sebebiyle,
onun açıkça maddi bir niteliği vardır. Şu halde Yunanca ‘akouo’ ve ‘laleo’
fiilleri bir takım maddi işleri ifade ederler ve bu fiiller ancak işitme ve konuşma
organlarına sahip bir varlıkla ilgili olabilirler. Dolayısıyla bu fiilleri
Kutsal Ruh’a uygulamak mümkün değildir... Öyleyse Yuhanna’nın Periclytos’unda,
Hz. İsa gibi işitme ve konuşma kabiliyetlerine sahip olan bir insan
görmek, mantığın götürdüğü bir sonuç sayılmalıdır. Yunanca metin bu
özellikleri kesin olarak gerektirmektedir. Demek ki Hz. İsa kendisinden
sonra Allah’ın yeryüzüne bir başka insan göndereceğini ve Yuhanna’ya göre
onun rolünün, bir cümleyle söylemek gerekirse Allah’ın kelamını işiten ve
O’nun mesajını insanlara tebliğ eden bir Peygamber’in rolü olacağını haber 
320
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
vermektedir. Şimdi elimizde mevcut metinde bulunan Kutsal Ruh kelimeleri
tamamen kasti olarak sonradan yazılmış bir ilaveden ileri gelmektedir. İlavenin
gayesi Hz. İsa’dan sonra bir Peygamber’in geleceğini haber veren bir
kelimenin ilk anlamını değiştirmektedir. Çünkü buna inanmak Hz. İsa’nın
son olmasını isteyen gelişme halindeki Hıristiyan cemaatlerinin öğrettikleriyle
çelişki ortaya çıkarıyordu” (Prof. Dr. Maurice Bucaille, Tevrat, İnciller,
Kuran-ı Kerim ve Bilim, s. 127).
yalancı ve gerçek peygamberler
Peygamberimiz’in gerçek peygamber mi, sahte peygamber mi olduğunu
merak eden Hıristiyanlar; Hz. İsa’nın İncil’deki şu kriterini uygularlarsa ger-
çeği görebilirler:
Yalancı Peygamberlerden sakının. Onlar size koyun postu içinde
yaklaşırlar ama içten yırtıcı kurtlardır. Onları yaşam ürünlerinden
tanıyacaksınız. Hiç dikenlerden üzüm, kenpellerden incir toplanır
mı? Her iyi ağaç iyi ürün verir. Çürük ağaç ise kötü ürün verir. İyi
ağaç kötü ürün vermediği gibi, çürük ağaç da iyi ürün vermez. İyi
ürün vermeyen her ağaç kesilip ateşe atılır. Demek ki onları yaşam
ürünlerinden tanıyacaksınız.
İncil- Matta 7,15-20
Görüldüğü gibi Hz. İsa, Peygamberlik iddia edenleri tanımada şu kriteri
veriyor: Verilen ürüne bak ve yalancı ile doğru söyleyeni ayırt et. Oysa kendisinden
sonra hiç Peygamber gelmeyecek olsaydı Hz. İsa “Benden sonra
Peygamber gelmeyecektir, benden sonra kim Peygamberlik iddia ederse o
yalancıdır” diyerek, çok kestirme bir şekilde bu sorunu halledebilirdi. Hz.
İsa’nın, yalancı ve doğru Peygamber’i ayırt etmede tavsiye ettiği yöntem, tek
başına Hz. İsa’dan sonra Peygamber geleceğine yeterli delildir. Hz. İsa’dan
sonra Peygamber gelecek olması ise Peygamberimiz Hz. Muhammed’in
Peygamberliğine delildir. Çünkü Hz. İsa’dan sonra Allah’a inanan, Allah’a
güvenen, Allah’ı seven bir topluluğun oluşması gibi muazzam bir ürünün 
321
hırİstİyan ve musevİler’den İbret almak
alınması; sadece ve sadece Peygamberimiz aracılığıyla sağlanmıştır. Nitekim
Kuran’da, Hz. İsa’nın Peygambirimiz’i “Ahmed/övülmüş” şeklinde
müjdelediği geçer:
Hani Meryem oğlu İsa da “Ey İsrail oğulları, ben sizin için Allah’ın
elçisiyim. Benden önceki Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonraki ismi
Ahmed (övülmüş, öven) olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim” demişti.
61-Saff Suresi 6
Tüm bu açık gerçeklere ve Tevrat’taki, İncil’deki işaretlere rağmen Tevrat
ve İncil’in tasdiklediğini hahamlar, papazlar örtbas etmek için, saptırmak
için yarışmışlardır. İncil’de tarifi olmayan Katoliklik, Ortodoksluk mezhepleri,
Roma’daki Papa veya başpiskopozların görüşleri ne yazık ki halk için
Tevrat ve İncil’in görüşlerinden daha önemlidir. Biz bu papalara ve başpiskoposlara;
Katolik ve Ortodoks mezheplere çok kızarız. Ama Sunni ve Şii mezheplerinin,
hadislerin, mezhep imamlarının sebep olduğu tahrifatın gündeme
getirilmesini sevmeyiz. “Hz. İsa Katolik miydi? Yoksa Ortodoks muydu?”
diye haklı sorular sorarız. Fakat Peygamberimiz’in Sunni-Hanefi veya ŞiiCaferi
olup olmadığı tipindeki soruları hiç sevmeyiz! Başkalarında kusur
tespit etmedeki başarımızı, kendi kusurlarımızı bulmada da gerçekleştirebilseydik
ne güzel olurdu!
30. bölüm
•••
kuran ve yönetim
Uydurulan dinin kullanıldığı ve çok büyük istismarların yapıldığı alanlardan
diğer bir tanesi yönetimdir. Kendi şahsi görüşlerini hakim kılmak isteyenler,
Allah’ı ve dini kullanarak insanlığı yönetmeye kalkışmışlardır. Örneğin
Kuran’a göre kadın cumhurbaşkanı da, yönetimde etkin bir role sahip
de olabilir. Kuran bu konuda bir yasak getirmemişken, geleneksel İslam bu
konuda da Kuran’ın getirmediği bir yasağı getirip, insan neslinin yarısı olan
kadınları yönetimdeki etkin görevlerden mahrum etmiştir. Ayrıca “Liderler
Kureyş’tendir” şeklinde bir uydurma hadisle, insanların tek bir kabileden çı-
kan insanlar tarafından yönettirilmeye çalışılması da geleneksel İslam’ın uydurmalarından
biri olmuştur. Daha ileriki yıllarda, şeyhülislamlara birçok
konuda istedikleri gibi siyasi fetvalar verdiren Osmanlı halifeleri de mezhepçi
din anlayışının esaslarını uygulatmışlar, mezhepçi yaklaşımdaki kimi
izahları kendi tahtlarını sağlamlaştırmak için kullanmışlardır. Ne yazık ki
Sunni ve Şii mezhepçi yönetimler ve onların baskıcı idareleri altında “din”
adına sayısız istismarlar sergilenmiştir.
YÖNETİMDE TEMEL İLKELER
Kuran’da açıklanmayan hususların insanların inisiyatifine bırakıldığını
daha evvel gördük. Bunlar, insanların, akıllarını çalıştırmalarıyla ve Kuran’ın
koyduğu temel prensipleri gözetmeleriyle doldurulmalıdır. Fakat şurası 
323
kuran ve yönetİm
unutulmamalıdır ki insanların bu tercihleri Kuran’ın hükümleri gibi değerlendirilemez.
Örneğin belli bir devlet yönetimi veya halifelik gibi uygulamalar,
Kuran’ın bir hükmü olarak gösterilemez. Kuran’ın koyduğu hükümler
evrenseldir; mekanın ve zamanın değişmesi ile Müslümanlar bu hükümlerden
vazgeçemez. Örneğin Kuran’ın bir hükmü olmayan halifelikten vazgeçilebilir,
ama Kuran’ın hükmü olan “şura” ve “adalet” gibi yönetimde önemli
ilkelerden zamanın ve mekanın değişmesiyle vazgeçilemez. Kuran’da geçen
ve yönetimde dikkat etmemiz gereken evrensel bazı ilkeler şunlardır (Bu
konuda özellikle şu kitaptan faydalandık: Prof. Dr. Beyza Bilgin, Prof. Dr.
Rami Ayas ve diğerleri, İslam Gerçeği):
ŞURA: “Şura” ile, yönetim konusunda ilgili tarafların fikirlerinin alınması
ve yürürlükteki yönetimin danışma mekanizmasını kullanması kastedilir.
Onların iş ve yönetimleri aralarında şura iledir.
42-Şura Suresi 38
Allah’tan bir rahmet sayesindedir ki sen onlara yumuşak davrandın.
Eğer kaba saba, katı yürekli olsaydın, senin çevrenden kesinlikle
dağılır giderlerdi. O halde bağışla onları, af dile onlar için, iş
ve yönetim konusunda da onlarla şuraya git.
3-Ali İmran Suresi 159
Ali İmran Suresi’ndeki ayetten göreceğimiz gibi “şura” Peygamberimizin
bile uygulaması gereken bir kurumdur. O zaman hiç kimse kendisini şura-
üstü görüp, insanlara danışmaya ihtiyacı olmadığını, keyfince insanları yönetebileceğini
söyleyemez. Ayrıca aynı ayetten “şura”nın yumuşaklıkla, merhametle
beraber olduğunu; kaba sabalıkla, katı yüreklilikle beraber olmadığını
anlıyoruz. “Şura”nın, bir sistem olarak değerlendirildiğinde, cumhuriyet ve
demokrasi sistemine yakın yönleri olduğu düşünülebilir. Şunu da unutmamak
gerekir ki Kuran’da “şura”nın şekli ve yöntemi gösterilmemiştir. Bu demektir
ki şekil ve yöntem zaman ve şartlara göre belirlenecektir. Kaçınılmaz
olan şudur; yönetimin ve birlikte yaşamanın her seviyesinde “şura” esastır. 
324
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
ADALET: Kuran’ın birçok ayetinden “adalet” ilkesinin önemi anlaşı-
lır. Bu, ikili ilişkilerden yönetime kadar gözetilmesi gereken çok temel Kurani
bir ilkedir.
Ey inananlar! Adalet ve dürüstlüğün tanıkları olarak Allah için kollayıp
gözetenler olun. Bir topluluğa kininiz, sizi adaletsiz davranmaya
asla itmesin. Adaletli olun. Bu korunup sakınanlar için daha
uygundur.
5-Maide Suresi 8
Allah sizi din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan
çıkartmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan
men etmez. Allah adaleti ayakta tutanları sever.
60-Mümtehine Suresi 8
EMANETİN EHLİNE VERİLMESİ: Kuran emanetlerin ehline verilmesini
emreder. En önemli emanetlerden biri ise toplumun yönetim kademelerinde
yer almaktır. Demek ki bu kademelere becerikli, dürüst, işini
iyi bilen kimselerin getirilmesi, Kuran’ın koyduğu temel ilkeler açısından
da gözetilmesi gereken bir sorumluluktur.
Şu bir gerçek ki Allah size emanetleri ehil olanlara vermenizi ve insanlar
arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor.
4-Nisa Suresi 58
YÖNETİCİLERİN YÖNETİLENLERDEN OLMASI: Müslümanların
itaat etmesi gereken yöneticilerin kendi aralarından olması gerektiği de belirtilmiştir.
Bunlara “ulul-emr” denilmiştir ki bunlar toplumun yönetiminde
emir yetkisini elinde bulunduran kişilerdir. Bunlar Allah’a inanan, Allah sevgi
ve korkusunu içinde taşıyan kişiler olursa; tüm toplum bunun hayrını görür.
Toplumsal yaşamanın kaçınılmaz olarak bir hiyerarşiyi gerektirdiğini tüm
sosyal bilimciler bilir, toplumsal yaşamın kaostan çıkması, toplumsal yönetimin
getirdiği bu hiyerarşinin danışma, adalet gibi ilkeleri uygulamasına 
325
kuran ve yönetİm
ve hiyerarşide yönetme pozisyonunda olanların bu vazifeye uygun kişilerden
seçilmelerine bağlıdır.
Ey inananlar! Allah’a itaat edin, Allah’ın elçisine ve sizden olan ululemre
(yöneticilere) itaat edin.
4-Nisa Suresi 59
DİNDE ZORLAMA YOKTUR
Mezhepçi İslam’ı benimseyenlerin, Kuran’la çeliştikleri noktalardan
önemli bir tanesi; dini hükümlerin, baskı ve şiddet kullanılarak uygulatılmasını
savunmalarıdır. Oysa bu, Kuran’ın birçok ayetine aykırıdır. Bu tutumu
yasaklayan ayetlerden biri şöyledir:
Dinde zorlama yoktur. Gerçek şu ki doğruluk ve sapıklık birbirinden
ayrılmıştır.
2-Bakara Suresi 256
Kuran, mezarlıklarda okunan, evin duvarında asılı olup rehber edinilmeyen,
sözde saygı gösterilen, fakat mezhep kitaplarının açıklamasıyla anlaşılabileceği
iddia edilen bir kalıba sokulmuştur. Kuran’ı bu kalıba sokanlar,
Kuran’ın “Dinde zorlama yoktur” hükmünü gözardı etmişler; namaz
kılmayanlara, oruç tutmayanlara çok şiddetli cezalar öngörmüşlerdir. Din
adına sergilenen bu zulümler sonunda bazı kimseler, yanlış adrese giderek
bu zulümden kurtulmaya çalışmışlar ve dinsizliğe sığınmışlardır. Böylece
“din” adına yapılan zulüm de dinsizlik adına yapılan zulüm de insanların
yaratılışına aykırı yollara götürmektedir. Kuran’ın ortaya koyduğu din, bu
iki zulüm yolundan da kurtuluşun reçetesidir.
PADİŞAHLIK SİSTEMİ KURAN’LA UYUŞMAZ
Kuran yönetim için önemli olan şura, adalet, dinde zorlamanın olmaması,
emanetin ehline verilmesi gibi temel ilkeleri belirlemiş; birçok hususu
ise kişilerin insafına ve zekasına bırakmıştır. Bu açıdan olaya baktığımızda 
326
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
dünyadaki krallık, padişahlık gibi rejimlerin Kuran’a uygun olmadığını anlarız.
Çünkü Kuran emanetin ehline verilmesini ister, bu da devletin yönetiminin
en becerikli kişilere verilmesini gerektirir (kadın erkek ayrımı yapılmadan).
Oysa padişahlık, krallık gibi sistemlerde yönetim en becerikli ve
ehil olana değil, falancanın en büyük erkek evladına veya bir yakınına verilir.
Ne yazık ki dine referans vermeyen birçok yönetim, “Dinde zorlama
yoktur” ayetine, kadınlarla erkeklerin birbirinin elbisesi olduğunu söyleyen
ayete, yönetimde danışmayı ve emanetlerin ehline verilmesini söyleyen
ayetlere; İslam adına insanları yönetmeye kalkışmış birçok yönetimden
daha çok uymuştur.
Kuran’ın hükümleri ne Sunni şeriatına eşitlenebilir, ne de halifelik diye
bir müessese Kuran’da geçer. Bugün insanların “şeriat” denildiğinde anladıkları
Kuran’ın anlattığı İslam’dan çok Sunniliktir. “Şeriat” kelimesi “yol,
tarz, metot” gibi manalara gelir ve Kuran’da hiçbir zaman için dinimizin
adı olarak kullanılmaz. Kuran’a göre dinimizin adı “İslam”dır. İslam dışındaki
Şeriat, Sunnilik, Hanefilik, Şiilik, Şafilik, Alevilik tanımlarının inancımıza
karşılık kullanılması dinimizden sapmalardır. (Müslüman kelimesi
İslam ile aynı kökten gelir ve İslam olan kişi manasında olduğu için aynı İslam
gibi doğru bir kullanımdır.) Dinimizin sahibi bir tek Allah, kaynağı bir
tek Kuran, Peygamber’i bir tek Hz. Muhammed, ismi ise bir tek İslam’dır.
mezheplerin sahte yumuşak yüzü
Kendi hegemonyalarını sürdürmek ve kadın sömürülerine devam etmek
isteyenler, geleneklerini uygulamakta erdem görüp akılcı düşünceden korkanlar,
ne yazık ki Kuran’a dayalı İslamiyet’in en büyük düşmanlarıdırlar.
Kuran’a göre İslam’ı anlatanlara, ateistlerin göstermediği düşmanlığı, bu kesim
sergilemektedir. Bunun sebebi basittir: Kuran’a göre İslam, bu kesimin
sömürü aracı olarak kullandıkları “din”in sundukları gibi olmadığını; yönetim
şekillerini, kadına bakışlarını, baskıcı idare biçimlerini Kuran’a göre de-
ğil örflerine, heva ve heveslerine, Arap geleneklerine göre oluşturduklarını
göstermektedir. Bu kesim, sömürü araçları olan “din” ellerinden alınınca, 
327
kuran ve yönetİm
bunu alanlara “yahudi, mason, sapık, ajan” gibi sözlü ve fiili saldırılarda bulunmakta
ve güneşi balçıkla sıvamaya çalışmaktadır.
Bugün biz Sunni mezheplerin sahte yumuşak yüzüyle muhatabız. Ortamları
müsait olursa gerçek yüzünü de görürüz, merak etmeyin. Sunni
düşünce tam anlamıyla iktidara gelse, yönetimi ele alsa ne yapacağını merak
mı ediyorsunuz? O zaman bir Afganistan’a bakın, bunun örneğini gö-
receksiniz. Sunni mezheplerde; haremlik selamlığın da, peçenin de, kadının
toplumdan tamamen soyutlanıp köleleştirilmesinin de, müziğin ve resmin
yasaklanmasının da dayandırılabileceği izahlar vardır. Afganlılar kafalarından
yeni mezhep uydurmadılar. Sunniliği uyguluyorlar.
Hanefi mezhebine göre namaz kılmayan, kılmaya başlayana kadar dö-
vülür, diğer üç Sunni mezhepte namaza başlamayı reddederse öldürülür.
Sunniliğin İslam görüşüyle çelişenlerin, örneğin Kuran’a dayalı İslam’ı savunanların
akıbeti Sunni mezheplerin yönetiminde öldürülmeleri olabilir.
Oruç zorla tutturulur… Tüm bu fetvalar, Sunni mezheplerce tespit edilmiş
belli hükümlerdir. Bu mezheplerin yönetiminde kadının başının açık gezmesini
bırakın, yüzünü gösterip gösteremeyeceği şüphelidir. Araplar’ın Emevi
ve Abbasi yönetimleri dönemlerinde oluşturulup, o dönemlerdeki örflerin
ve hayata bakış açılarının dondurulması olan bu mezhepler; Kuran’ın anlattığı
dinin anlaşılmasındaki en büyük engellerdir. Ne yazık ki dini iyi bilmeyen
kitleler bu mezhepçi yaklaşımların izahlarını din sanmaktadırlar. İnşallah
herkesin katkılarıyla, Kuran’ın anlattığı dini, bu mezhepçi anlayıştan
kurtarmayı başarabiliriz.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...