08 Ağustos 2017

UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN....3

UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN.....11 NCİ BÖLÜM
11. BÖLÜM
•••
DÖRT HALİFENİN HADİSLERE KARŞI TAVRI
DAHA EVVEL HİÇ KİMSE BUNLARI AKIL EDEMEDİ Mİ?
Ne yazık ki ülkemizin üzerinde bulunduğu topraklara İslam adına ilk
giren ve hâlâ çoğunluğu oluşturan; kitabımız boyunca eleştirdiğimiz, mezheplerin
uydurmalarla dolu dini yapısıdır. Sayısal olarak ülkemizde ço-
ğunluğu temsil eden ve halife olan padişahlarca benimsenen de Sunni
mezhepler olmuştur (özellikle Hanefilik). Bu mezhep, merkezi yönetimin
politikaları sonucu kollanmış, karşıt fikirler ise bastırılmıştır. Tarihsel sü-
reçte hadislerin dinin kaynağı ilan edilmelerine, Mutezileler ve Hariciler
gibi grupların ve de birçok kişinin karşı çıktığını görürüz. Fakat ülkemizin
uzun yıllar Sunni yönetimlerin egemenliğinde olması ve halkımızın tarihsel
bilgisinin zayıflığı sebebiyle bu söylediklerimizi ilk duyanların çok
şaşırdığını ve “Bunları daha evvel kimse akıl edemedi mi? İlk siz mi bunları
akıl ettiniz?” diye tepki verdiklerini görmekteyiz. Oysa bu fikirler tarih
boyunca birçok kişi tarafından ifade edilmiştir. Günümüzde de birçok
kişi bu fikirleri seslendirmektedir. (Kitabımızda bu fikre yakın yazarların
bir kısmından alıntılar yaptık.) Fakat mezheplerin sunduğu şekliyle İslam’ı
benimseyenlerin, daha organize olması ve mezhepçilerin baskısından bazı-
larının çekinmesi sonucu; Kuran’da anlatıldığı şekliyle İslam’ın sesi, mezhepçilerin
sesi kadar gür çıkamamaktadır. Kitabımızın bu bölümünü okuyanlar,
Peygamberimiz’in vefatından hemen sonraki devirde dört halifenin,
Kuran dışında dini kaynakların ortaya çıkmaması için nasıl çabaladıklarını 
130
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
kavrayacaklardır. Böylece “Bu söylediklerinizi ilk siz mi akıl ettiniz?” diye
soranlar, bu fikirleri Peygamber’in vefatından sonraki ilk yıllarda, dört halife
başta olmak üzere birçok insanın seslendirdiğini anlayacaklardır. Tüm
bu fikirleri tarih boyunca akıl edenler hep vardır ama akıl etmek istemeyenlerin
uyduracakları mazeretleri de hep olmuştur.
DÖRT HALİFE TEK BİR HADİS YAZDIRMADI
Kuran’ın dışında başka kaynakları da dinin kaynağı ilan edenlere, Kuran’ı
tek başına yetersiz görenlere, Kuran’la beraber uydurmalarla dolu hadis kitaplarından
da dini anlamaya çalışanların -çoğunluğu oluşturan Ehli Sünnet’inkabulüne
göre, İslam’ın en mutlu dönemi önce Peygamberimiz’in zamanı, sonra
ise dört halife dönemidir. Fakat ne yazık ki bu halifelerin üstünlüğünü kabul
edenlerin uygulamaları, dört halife ile çelişmiştir. Daha evvel 4. Bölüm’de
Peygamberimiz’in hadisleri yazdırmadığını gördük. Dört halife de, bırakın
hadis yazdırmayı, kişilerin hadis nakletmelerini engellemeye çalışmışlar ve
Kuran dışında başka kaynak oluşmamasının mücadelesini vermişlerdir. Üstelik
bu mücadeleyi Peygamber’in vefatından sonraki ilk yıllarda vermişlerdir;
yani uydurmaların çok daha az olduğu bir dönemde. Oysa isteselerdi,
Peygamber’in en azından birkaç bin hadisini toplayıp bir kitap yapabilirlerdi.
Hem de Peygamber’i gören ve ona çok yakın olan dört halife, eminiz ki çok
az yanlışla böyle bir hadis kitabını oluşturabilirlerdi. Bu bölümde izah etmek
istediğimiz; doğru hadislerden oluşsa bile, Kuran dışında başka dini kaynak
oluşturmaya karşı olmanın en güzel örneğinin, Peygamberimiz’den sonra
dört halife döneminde görüldüğüdür. Onlar, doğru olan hadisleri bile toplamadılar,
insanların Kuran dışına çıkmasını önlemeye çalıştılar. Oysa ünlü
hadisçi Darekutni’nin ifadesine göre; “Yalan hadisler arasında sağlam hadis,
siyah öküzün derisindeki tek tük beyaz kıl kadardır.” Gün gelmiş yalan hadislerin
sayısı doğru olan hadisleri geçmiş ve bugünün en ünlü hadis kitapları
siyasi, maddi, manevi menfaatlerin baş gösterdiği devirlerde yazılmıştır.
Oysa dört halife, kendi gözetimleri de mümkünken, bırakın tek bir hadis yazmayı,
kimseye de yazdırmamış, hadis naklini de kötü görmüşlerdir; üstelik 
131
DÖRT HALİFENİN HADİSLERE KARŞI TAVRI
doğruların yalanlardan fazla olduğu, kendilerinin ise hakem olabileceği bir
ortamda. Şimdi birileri kalkıyor dört halife aşağı, dört halife yukarı, onları
öve öve bitiremiyor; ama Kuran’ı dinin tek kaynağı kılmak hususunda onların
bu tavırlarını uygulamaya gelince, sanki bahsettiklerimiz olmamış, sanki
kendi kaynakları bile bu gerçekleri kabul etmiyormuş gibi, tarihin bu olaylarını
görmezden geliyorlar. Gelin Hz. Ebu Bekir’den başlayarak sırasıyla dört
halifenin, hadis toplamaya ve nakline karşı tavrını hadis merkezli bir İslam’ı
benimseyenlerin de kabul ettikleri kaynaklardan alıntılar yaparak görelim:
Ebu Bekir, Peygamberimiz’in vefatından sonra halkı toplamış ve onlara
şöyle demiştir: “Sizler Allah’ın elçisinden farklı hadisler naklediyorsunuz.
Bu durumda sizden sonrakiler daha büyük anlaşmazlıklara düşecektir.
Allah’ın elçisinden hiçbir hadis nakletmeyin. Sizden hadis nakletmenizi isteyenlere
deyiniz ki: İşte Allah’ın Kitabı aramızda, onun helalini helal kı-
lın, haramını haram görün.”
Zehebi, TezkiratulHuffaz 1/3; Buhari l.cilt
Görüldüğü gibi ilk halife Hz. Ebu Bekir, Kuran dışında başka bir kaynak
ortaya çıkmamasının reçetesini şöyle yazmıştır: “Hiçbir hadis nakletmeyin.”
Dikkat edin; “Şu kadar şahit olursa, şu şu haller de olursa, doğru
hadisi toplayın, yalanı şöyle atın, geriye doğrusu kalsın...” diye tarifler yapmamış,
kestirme şekilde hadis nakil edilmemesini istemiştir. Hz. Ebu Bekir
döneminde yaşayanların çoğunun Peygamber’i görenler olduğunu ve
Peygamber’in birçok sözünün en taze dönemi olduğunu düşünürsek, Hz.
Ebu Bekir’in bu konudaki tavrı daha da anlamlı olur.
HZ. ÖMER’İN UYDURUKÇULARA ATTIĞI DAYAK
Hz. Ömer’in bu konudaki tavrı aynı Hz. Ebu Bekir gibidir, hatta diyebiliriz
ki Hz. Ömer bu konuda Hz. Ebu Bekir’den çok daha sert davranmıştır:
Hz. Ömer diğer şehirlerdeki sahabelere de mektuplar yazarak ellerinde
yazılı bulunan hadis mecmualarını yok etmelerini istedi.
İbni Abdül Berr, Camiul Beyanil İlm
132
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Hadisler, Ömer döneminde çoğalmıştı. Ömer halktan beraberlerinde bulunan
hadis sayfalarını getirmelerini istedi. Sonra bunların yakılmasını emrederek
şunu söyledi: “Kitap Ehli’nin Mişnası gibi Müslümanların Mişnasıdır
bunlar.”
İbni Sad, Tabakat, 5/140
Hz. Ömer çok değerli bir tespitle; Museviler’in, dinlerini dejenere ediş-
lerinde, Tevrat dışında Mişna adlı kitapları dini kaynak edinmelerinin etkisini
görmüş ve Peygamber’e fatura edilerek dinin kaynağı kılınmak istenen
hadislerin, bu Mişnalar’ın fonksiyonunu kazanacağını anlamıştır. Buna
karşı hem diliyle, hem eliyle mücadele etmiş ve bu “Mişnaları” yakmıştır.
Hz. Ömer’in yaktırdığı “Mişnalar”daki doğru hadis oranı, tahminimizce, bugünkü
en doğru kabul edilen Buhari’den de, Müslim’den de çok daha yüksektir.
Çünkü Peygamber’i görenler o dönemde hayattadır, ayrıca ileride yoğun
şekilde yaşanacak siyasi ayrılıklar ve kargaşalar henüz ortaya çıkmamıştır.
Geleneksel İslam’ı savunanlara soralım: Sizce Hz. Ömer, Peygamber’i
sevmiyor muydu? Peygamber’e sizin kadar saygı duymuyor muydu? Günü-
müzde Kuran’ın yeterliliğini savunanlara ve hadislere gerek olmadığını söyleyenlere
böylesi suçlamalarda bulunuyorsunuz. Peki, aynı tavrı gösteren,
hatta hadisleri yakan Hz. Ömer’e niye aynı eleştiriyi getir(e)miyorsunuz?
Hiç şüphesiz ki Hz. Ömer, Peygamber’i çok seviyordu; fakat o, Kuran’ın
mesajını, Hz. Peygamber’in vaaz ettiği dinin özünü iyi kavramıştı. Hadisleri
yakışının altındaki neden de Peygamber’e olan saygısızlığı değil, bilakis
saygısıydı. Çünkü daha evvel Peygamber de hadis yazımını yasaklamıştı ve
Kuran, detaylı ve yeterli olduğunu, her şeyi açıkladığını bizzat kendisi söylüyordu.
Hz. Ömer böylece dinimizi Mişnalar’dan, Peygamberimiz’i ise iftiralardan
korumaya çalıştı. Oysa günümüzde Hz. Ömer’e övgüler düzenler,
hadislere uymayı; Peygamber’e saygı, Peygamber’e uyma, takva olmak zannediyorlar.
Böylece kraldan çok kralcı olup, farkında olarak veya olmayarak
Kuran’dan uzaklaşıyorlar. Bazı önemli hadis uydurucularını göreceğimiz bundan
bir sonraki bölümde, en çok kendisinden hadis nakledilen Ebu Hureyre
ve Kab gibi kişilere karşı, Hz. Ömer’in hadis nakillerinden dolayı şiddetli
tepki ve tehditlerini, bu konudaki net tavrını ve çabasını açıkça göreceğiz. 
133
DÖRT HALİFENİN HADİSLERE KARŞI TAVRI
Hz. Ömer, Irak’a yolculuğa giden arkadaşlarına şöyle demiştir: “Siz öyle
bir ülkeye gidiyorsunuz ki halkı arı uğultusu gibi Kuran okur. Hadislerle
onları meşgul etmeyiniz ve yollarını saptırmayınız.”
Hanbel, Kitabul Ilel 1
Hz. Ömer şöyle der: “Ancak sizden önceki kavimleri hatırladım, onlar
da kitaplar yazmışlar ve Allah’ın Kitabı’nı bırakarak onlara sarılmışlardı.
Allah’ın Kitabı’na hiçbir şeyi karıştırmam.” Diğer bir rivayette; “Allah’ın
Kitabı’nı asla başka bir şeyle değiştirmem.” Başka bir rivayette; “Ben yemin
ederim ki Allah’ın Kitabı’nı hiçbir şeyle gölgelemem.”
El Hatip, Takyıdul İlm; İbni Sad, Tabakat
MEŞHUR SAHABELER HADİS NAKLİ İLE SAVAŞTI
Hz. Ömer’in bu tavrını üçüncü halife Hz. Osman da çok hadis nakleden
Ebu Hureyre ve Kab’a karşı koyarak devam ettirmiştir:
Hz. Osman çok hadis nakletmelerinden dolayı Ebu Hureyre’yi Devş dağ-
larına göndermekle, Kab’ı da Kırede dağlarına sürgün etmekle tehdit etmiştir.
Tahzırul Havas 10b.
Dört halifenin dışında Peygamberimiz’i gören birçok değerli sahabe, gerek
dört halife döneminde, gerekse dört halifeden sonra arkadaşlarının hadislere
karşı takındıkları tavrı benimsemişlerdir. Bu konuda İbni Abbas ve
Abdullah bin Mesud adlı meşhur sahabeleri görelim:
Şeddad, İbni Abbas’a “Hz. Peygamber bir şey bıraktı mı?” diye sordu.
O da “Sadece Kuran’ın iki kapağı arasında olanları bıraktı.” cevabını verdi.
Buhari, K. Fezailul Kuran; Müslim, K Fezailus Sahabe;
Ebu Davud, K. Fiten; Tırmizi K. Fiten
İbni Abbas hadis yazmayı yasaklar ve şöyle derdi: “Sizden önceki ümmetlerin
sapmaları bu şekilde kitaplar vücuda getirmek yüzünden olmuştur.”
İbn Abdül Berr, Camiul Beyanil İlm 1
134
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Abdullah bin Mesud elinde bir hadis sayfasıyla geldi. Sonra su isteyerek
yazıları sildi, sayfanın yakılmasını emretti ve şunu söyledi: “Allah kime bir
hadis sayfasının yerini bildirirse ve o da beni bundan haberdar ederse; Allah’a
yemin ederim ki, Hindistan’da dahi olsa o hadisi arar bulur ve yok ederdim.”
Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetinin Aydınlatılması
Eğer hadisler dinin kaynağı olsa yazılması, korunması ve bu faaliyetlerin
emredilmesi gerekirdi. Oysa görüyoruz ki ünlü sahabeler tam tersine hadis
yazımını yasaklamışlar, yazılı hadisleri yakmışlar ve Kuran’la yetinilmesini
söylemişlerdir. “Sahabe sahabe” diye isimlerini sürekli ananların, ünlü
sahabelerin bu hareketi ile çelişmeleri, birçok çelişkilerine şahit olanlar için
hiç de sürpriz değildir. Kuran’ın yeterliliğine dair açık ayetlerle çelişenler,
Peygamber’in hadislerin yazımını yasaklayan emrine muhalefet edenler, sahabenin
bu tavrıyla çelişirlerken; tevil veya görmemezlikten gelme gibi mekanizmalara
sarılmaktadırlar. Fakat tüm bu mekanizmalar ve sahabelere atfedilen
yalanlar dört halife döneminden “yazılı tek bir hadis sayfasının” bile
bize ulaşmadığı gerçeğini yok edemez. Gerek dört halifenin ve ünlü sahabelerin
sözleri, gerekse bu sözlerle uyumlu bir şekilde hiçbir hadis kitabı
oluşturmadıkları gerçeği; uydurmalarla dolu kaynaklarda, bu sahabelere yapılan
atıflarla söylenen hadislerin, Peygamber’e olduğu gibi, bu kişilere de
iftira olduğunu göstermektedir.
HZ. ALİ DE HADİS SAYFALARINI YOK ETTİRDİ
Diğer üç halife gibi, dördüncü halife olan ve Sunniler kadar, hatta onlardan
daha da fazla Şiiler’in ve Aleviler’in önem verdiği Hz. Ali’nin hadislere
karşı aşağıdaki sözlerinde göreceğimiz tavrı; umarız Şii, Alevi ve Sunni kesimlerin
mezhep manasında Şiilik, Sunnilik ve Aleviliği bırakmalarına ve
dini sadece Kuran’dan anlamalarına vesile olur:
Hz. Ali minberden şu hutbeyi veriyordu: “Yanında hadis sayfaları bulunanlar
gidip onları yok etsinler. Zira halkı helak eden olay, alimlerin naklettikleri
hadislere uyarak Kuran’ı terk etmeleridir.”
İbni Abdül Berr, Camiul Beyanil İlm
135
DÖRT HALİFENİN HADİSLERE KARŞI TAVRI
Bir gün Hz. Ali’ye gelirler ve “Halk hadislere dalmış” derler. Hz. Ali sorar:
“Gerçekten öyle mi?” “Evet” derler. Peygamber’den işittim ki gelecekte
vuku bulabilecek bir fitneden söz ediyordu. “O fitneden kurtuluş nedir, nasıldır?”
diye sordum. Resullullah dedi ki: “Kurtuluş Kuran’dadır. Çünkü
sizden öncekilerin haberleri de sizden sonrakilerin haberleri de aranızdakilerin
hükmü de Ondadır. O gerçek ile yalanı birbirinden ayıran kesin bir
hükümdür, şaka ve boş söz değildir. Onu terkeden her zorbanın Allah boynunu
kırar. Hidayeti, doğru yolu Ondan başkasında arayanı Allah sapkınlığa
düşürür. O, Allah’ın en sağlam urganıdır. O, hikmetle dolu Kuran’dır.
O en doğru yoldur. O, boş arzuların haktan saptıramayacağı, dillerin, karıştırıp
belirsiz edemeyeceği, ilim adamlarının doyamayacağı, çok tekrarlanılmasından
bıkılmayan, ilginç özellikleri bitip tükenmeyen bir kitaptır.”
Tırmizi; Darimi
12. BÖLÜM
•••
BAZI ÖNEMLİ HADİS UYDURUCULARI
Peygamberimiz’in sözleri, eğer Kuran-ı Kerim gibi dinin temel bir kaynağı
olsaydı; Peygamberimiz, kendinden sonrakilere ulaşması için sahabeden bunların
hem yazılmasını, hem ezberlenmesini isterdi. Peygamberimiz’in bunu
istemek bir yana, hadislerin yazımını yasakladığını daha önceki bölümlerde
gördük. Eğer Peygamberimiz bunların ezberlenmesini isteseydi, sahabenin
Peygamber’e en yakın olanlarının; Ebu Bekir’in, Ömer’in, Osman’ın, Ali’nin,
Zübeyr’in, Zeyd bin Sabit’in, Selman el Farisi’nin onbinlerce hadis nakletmesi
beklenirdi. Oysa bu sahabelerin naklettiği iddia edilen sözler çok azdır.
Örneğin birazdan göreceğimiz Ebu Hureyre’nin naklettiği iddia edilen
hadislerin dörtte biri kadarı bile dört büyük halife ve diğer önemli sahabelerin
hepsinin toplamına birden atfedilmez. İşte bu Ebu Hureyre’yi ve İsrailiyat
adındaki Musevi hikayelerini ve Mesihhiyat adındaki Hıristiyan hikayelerini
dine sokan bazı kişileri bu bölümde inceleyeceğiz. Bunu yaparken,
çok fazla miktarda hadis nakleden bu kişilerin binlerce hadisinin hiçbirinin
güvenilir olmadığını da anlayacağız. Ayrıca hadisçilerin, hadisleri toplarken,
hadis naklettikleri kişileri söyledikleri kadar iyi incelemediklerini
bu bağlamda anlayıp, böylece hadisçilerin çalışmalarının tamamının gü-
venilmez ve şüpheli olduğunu da kavrayacağız. 4. Bölümde hadisleri incelerken,
Müslüman olup Peygamber’i gören herkese “sahabe” denildiğini ve
her sahabenin kesin adil ve doğru sözlü kabul edilip, sahabelerden her hadisin
nakledildiğini gördük. (“Sahabe” kelimesinin bu tanımı benimsenerek 
137
BAZI ÖNEMLİ HADİS UYDURUCULARI
yaygınlık kazanmıştır. “Sahabe” kelimesini, sadece Peygamberimiz’in yakın
çevresi için kullananlar da olmuştur.) Oysa Kuran, Peygamber’in döneminde
birçok münafığın inanmadığı halde kendini inanmış gibi gösterdiğini,
birçok zayıf inançlı, inancı oturmamış kişinin, inandıklarını söylemelerine
rağmen Peygamber’e zorluklar çıkardıklarını haber vermektedir. Ne yazık
ki yüzlerce Kuran ayetiyle çelişen, dine binlerce ilave yapan hadisçiler, bu
ayetlerin manasını görmezden gelerek tüm sahabeyi tartışılmaz ilan etmiş-
ler, hangi sahabeye uyulursa uyulsun kurtuluşun bulunacağını söylemişlerdir.
On iki İmamın masum ilan edilmesinde Şiiler’in hatasını çok iyi tespit
eden Sunniler; ne yazık ki bütün bir nesli, hem de Kuran’ın birçok ayetiyle
eleştirdiği kişilerin ve hatta münafıkların da içinde bulunduğu belirtilen bir
nesli, toptan tartışılmaz ilan ederek, Şiiler’den daha büyük bir hataya düş-
müşlerdir. Gelin “sahabe” etiketi verildiği için her sözüne itibar edilmiş olan
ve mevcut binlerce hadisi olan Ebu Hureyre’yi inceleyelim ve bu zihniyetin
bizi nereye, nasıl götürdüğünü anlayalım.
EBU HUREYRE’YE GÜVENİLMEZSE TÜM HADİS
KİTAPLARI GÜVENİLMEZ OLUR
Ebu Hureyre’nin Müslüman olmadan önceki hayatı hakkında kendi anlattıklarından
başka bir şey bilinmemektedir. Müslüman olduktan sonra fakirliğinden
dolayı Ashabı Suffe’den olduğu kaynaklarda aktarılmaktadır.
Müslim’in Fezailus Sahabe’deki 159. bölümünde, Ebu Hureyre’nin sırf karın
tokluğuna Peygamber’le beraber olduğu anlatılır. İbn Hazm, sırf Baki
bin Mahled’in müsnedinde Ebu Hureyre’ye ait 5374 hadis olduğunu söyler.
Buhari bunlardan 446’sını kitabına almıştır.
Ebu Hureyre’nin anlattıklarından, en çok korktuğu kişinin Hz. Ömer olduğunu
görüyoruz. Hadis kitaplarında, Hz. Ömer’in Ebu Hureyre’yi, hadis
naklinden dolayı tehdit ettiği ve tartakladığı anlatılır. Ebu Hureyre: “Size naklettiğim
şu hadisleri Ömer zamanında anlatsaydım değneği ile beni döverdi”
der (Ez Zehebi, Tezkiretul Huffaz). Ebu Hureyre’nin şu ifadesi Müslim’de ge-
çer: “Ömer ölünceye kadar ‘Allah’ın Resulu buyurdu’ diyemezdik” (Müslim, 
138
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
1. cilt). Müslim’i eğer görebilseydik kendisine şöyle sorardık: Ey Müslim,
sen Sahihi Müslim diye tüm hadislerinin doğru olduğunu iddia ettiğin bir
kitap yazdın, cerh ve tadille kitabında hadis nakledenleri incelediğini söyledin.
Ebu Hureyre’yi kendin de görmemene rağmen, onu gören ve halife olan
Hz. Ömer’in onu yalancılıkla ithamını, Ebu Hureyre’nin -en azından-şüpheli
bir şahıs olması için neden yeterli görmedin? Demek ki senin “sahih”
dediğin hadisler, bu kadar sağlam temellere dayanıyor. Ne yazık ki Müslim
de “tüm sahabenin yıldızlar gibi olup, hangisine olursa olsun uyulabileceği”
şeklindeki asılsız inanca kanmış. Ya da Ebu Hureyre ve diğerlerine
gerçekten de sıkı ölçüler uygulansa, elinde hiçbir hadis kalmayacağını gördüğü
için ve de özellikle Ebu Hureyre’den hatırı sayılır derecede çok hadis
nakledildiği için bu açık gerçekleri görmezlikten gelmiş. Ebu Hureyre’yi yalancılıkla
suçlayan bir tek Hz. Ömer değildi. Hz. Aişe’nin de onu defalarca
yalancılıkla suçladığını; Ebu Hureyre’ye sahip çıkan hadis kitaplarında bile
görebiliriz. Hz. Aişe, Ebu Hureyre’ye: “Sen Peygamber’den duymadığım
hadisler rivayet ediyorsun” dediğinde ona edepsizce bir cevap verir: “Ayna
ve sürme seni Peygamber’le ilgilenmekten uzak tuttu” (Zehebi, Siyeru Alemin
Nubela 2. cilt). Hz. Ali ise şöyle söylemiştir: “Yaşayanlar arasında Allah
Resulu’na en fazla yalan isnad eden Ebu Hureyre’dir” (İbni Ebul Hadid,
Şerhu Nehcul Belağa, 1. cilt). Yine Hz. Ali onun “Sevgili dostum bana
haber verdi ki” diye Peygamber’den bahsettiğini duyunca: “Peygamber ne
zaman senin sevgili dostun oldu?” diye sormuştur. İbn Mesud gibi meşhur
bir sahabe ise onun “Ölü yıkayan ve taşıyan kişi abdest alsın” sözünü kabul
etmeyerek hakkında ağır sözler söylemiş ve sonra şöyle demiştir: “Ey
insanlar, ölülerinizden dolayı necasete (pisliğe) bulaşmazsınız”
ATIN KANDIRILMASI, HZ. ÖMER’İN DAYAĞINDAN DAHA
MI ÖNEMLİ?
Hadisçilerin, hadis nakledilen kişilerin doğruluğunu tespit etmek hususunda
ne kadar titiz oldukları şu hikayeyle ispatlanmaya çalışılmıştır: “Meş-
hur bir hadisçi, kendisinden hadis naklettiği bir kişiyi görmek için onun 
139
BAZI ÖNEMLİ HADİS UYDURUCULARI
bulunduğu yere seyahat eder. O yere vardığında, bu kişinin atına yiyecek verecekmiş
gibi yapıp atı çağırdığını ve sonunda ata yiyecek vermediğini görür.
Bunun üzerine ‘Atı kandıran insanları da kandırabilir’ diye, onun naklettiği
hadisi almaz.” Bu hikayeyi dinleyen bizlerin; “Aman hadisçiler ne titizmiş”
deyip, onların yalancı hiç kimseden söz almadıklarını, böylece naklettikleri
hadislerin ne kadar güvenilir olduğunu görmemiz umulmaktadır. Yüzbinlerce
hadisten hadislerini seçtiğini söyleyenlerin; “bu şundan, şu ondan,
o öbüründen” şeklinde göndermeler yaptıkları hadis nakilcilerinin önemli
kısmı, hadis kitapları toplandığında vefat etmişti. Geri kalanların çoğu ise
İslam coğrafyasının dört bir yanına dağılmıştı. Bunların hepsini ziyaret etmek
ve doğru sözlü olduklarını tespit etmek, özellikle o dönemin ulaşım
şartları düşünüldüğünde, mümkün değildir. Ziyaret mümkün olsaydı bile, bu
kısa ziyaretler bir insanın ne kadar doğru sözlü olduğunu tespit için elbette
ki yetersizdi. Herhalde her hadisçi, atını kandıran bir hadis nakilcisini tespit
edecek kadar şanslı değildi! Bizim örneğimiz olan Ebu Hureyre’ye gelecek
olursak; atını kandıran hadis nakilcisini kabul etmemekle bir “titizlik gösterisi”
sunan hadisçiler, Hz. Ömer ve Hz. Ali gibi iki halifenin yalancılıkla itham
ve dayaklarına, Peygamber’in hanımı Hz. Aişe’nin bu şahsın izahlarını
reddine rağmen nasıl kendisini güvenilir kabul etmişlerdir? Hz. Ömer, Hz.
Ali, Hz. Aişe’nin bu tavırları; atın kandırılmasından daha mı az önemliydi?
Hz. Ömer’in Ebu Hureyre’yi atadığı valilikten hırsızlıkları nedeniyle
geri çağırttığı anlatılır. Hz. Ömer, Ebu Hureyre’ye hitaben: “Seni Bahreyn’e
vali yaptığımda ayağında bir çift ayakkabı yoktu. Sonra duydum ki sen
1000 dinara, 600 dinara atlar satın almışsın. Sen Bahreyn’in en ücra köşesinden,
insanlar vergilerini, Allah ve Müslümanlar için değil de senin için
versinler diye mi geldin?” der (Zehebi, Siyer). Ebu Hureyre’nin bizzat kendisinin
aktardığı bir hadiste ise Hz. Ömer ona şöyle demiştir: “Ey Allah’ın
ve Kitabı’nın düşmanı! Allah’ın malını çaldın değil mi? Yoksa senin on bin
dinarın nereden olacak?” (İbni Sa’d, Tabakat, 4. cilt). Ne yazık ki Ebu Hureyre,
Hz. Ömer’in kendisine çıkışmalarını böyle anlatır ama hadisçiler Hz.
Ömer’in bu çıkışlarına rağmen, Ebu Hureyre’yi birinci dereceden güvenilir
şahıs kabul edip, en çok hadisi ondan nakletmişlerdir. Bir de cerh ve tadil 
140
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
kriterleriyle, güvenilmeyen hiçbir kimseden hadis nakletmediklerini iddia
etmişlerdir. Hz. Ömer’in “Allah’ın ve Kitabı’nın düşmanı” ilan ettiği şahsı,
“en güvenilirler” arasında kabul eden hadisçilerin, cerh ve tadil uygulamalarının
ne kadar güvenilmez olduğu görülmektedir.
EMEVİLER EBU HUREYRE’NİN ALTIN ÇAĞIYDI
Hz. Ömer’in ve Hz. Ali’nin öldürülmelerinden sonra Emeviler dönemi,
Ebu Hureyre’nin altın çağı olmuştur. Emeviler Ebu Hureyre’ye el Akik’te
bir köşk inşa edip arazi vermişlerdir. Muaviye dönemindeki bu ikramlara
karşılık İbni Kesir’in “El Bidaye Ve’n Nihaye” eserindeki şu hadisler, Ebu
Hureyre’nin nasıl karşılık verdiğini göstermektedir:
Ebu Hureyre rivayet eder ki: “Allah’ın Resulu Muaviye’ye bir ok verdi
ve şöyle dedi: ‘Bu oku al ve cennette beni onunla karşıla’”
İbni Kesir, El Bidaye Ve’n Nihaye
Ebu Hureyre’den yine şu hadis rivayet edilmiştir: “Allah’ın Resulu şunu
derken duydum: ‘Allah, vahyini üç kişiye emanet etti: Ben, Cebrail ve Muaviye’”
İbni Kesir, El Bidaye Ve’n Nihaye
Tüm bu delillere rağmen “her sahabe doğrudur” yanlış inancının hadis-
çileri sürüklediği durum ortadadır. Ebu Hureyre kimdir ki Peygamber’in en
yakınlarının bile nakletmediği en garip uydurmaları Peygamber’le az görüş-
mesine rağmen nakletmiştir. Örneğin şu garip hadis, Ebu Hureyre’den gelen
mantıksız hadislerin yüzlercesinden biridir:
Ebu Hureyre, Peygamber’in kendisine şunu dediğini nakleder: “Ölüm
meleği Musa’ya gönderildi. Musa’nın yanına gelince, O ona vurdu. Melek
Rabbinin yanına döndü ve şöyle dedi: ‘Beni ölmek istemeyen birisine gönderdin.’
Allah Musa’nın kör ettiği meleğe gözlerini verdi ve şöyle dedi: ‘Git
ve ona elini bir öküzün üzerine koymasını söyle. Elinin kapladığı yerdeki
kıl sayısınca ona yıl olarak ömür verildi’ Melek: ‘Evet, Rabbim. Sonra ne
olacak?’ Allah: ‘Sonra, ölüm’ dedi.”
141
BAZI ÖNEMLİ HADİS UYDURUCULARI
Ne yazık ki Ebu Hureyre’yi kurtarma derdinde olanlar, bir yandan
böyle bir mantıksızlığı İslam’a fatura edip zarar veriyorlar, diğer taraftan
Ebu Hureyre’yi kurtarmak için -hadislerin en büyük kısmını o naklettiğinden
aslında hadisleri kurtarmak için- Hz. Musa’yı Allah’ın takdirinden ka-
çan, meleğin gözüne tokat atıp kör eden bir insan olarak gösteriyorlar. Ebu
Hureyre’ye birçok sahabe (Peygamber’i gören Müslüman) muhalefet etmiş-
tir. Örneğin Ebu Hureyre’nin “Av ve çoban köpekleri dışındaki köpekleri
öldürün” hadisine tarla köpeklerini de eklemesi üzerine İbni Ömer, Ebu
Hureyre’nin tarlaları olduğu için böyle bir yalanı uydurduğunu söylemiştir
(Cemal Sait Aktaş, Hadis Kritiği Makalesi).
Ebu Hureyre’den nakledilen hadislerin eleştirisi için bu kitabın hacmi
bile yetersiz kalır. Ebu Hureyre’nin mezhepçi hadisçi din anlayışı için önemini,
bu yapının en ateşli savunucularından ve ülkemizin en çok satan kitaplarından
“Seadet-i Ebediyye: Tam İlmihal” kitabının yazarı Hüseyin Hilmi
Işık şöyle anlatmaktadır: “Ebu Hureyre’yi inkar eden şeriatın yarısını inkar
eder, çünkü hükümlerin çıktığı hadislerin yarısını Ebu Hureyre nakletmiş-
tir.” Bize göre itiraf, Hilmi Işık’a göre “şeriata sahip çıkma” olan bu söz, neden
Ebu Hureyre’yi bir alt başlık yaptığımızı göstermeye yeterlidir. Allah’a
şükür ki dinimiz tek başına yeterli olan Kuran’dadır ve Ebu Hureyre’nin de
başkalarının da hadislerine ihtiyacımız yoktur.
İSRAİLİYAT VE MEŞHUR UYDURUCULARI
Özellikle Yahudilik’ten İslam’a geçenler, Yahudilik’teki birçok hikayeyi,
uydurmayı “hadis” adı altında İslam’a taşıdılar. Bunu İslam’ın saflığını bozmak
için yaptıkları görüşü hakim olsa da, eski adetlerinden, eski dinlerindeki
inançlardan kurtulamayıp, kendilerince katkı sağlamak veya dinimizi Yahudileştirmek
gibi niyetlerle de yaptıkları düşünülebilir. İbni Haldun, Mukaddime
adlı eserinde konuyla ilgili şu açıklamaları yapar: “Hadis nakil tefsirleri
yanlış doğru, makbul merdud her şeyi içeriyordu. Bunun sebebi şuydu;
Araplar ne kitap ne de ilim ehlindendiler. Onlara hakim olan yaşam tarzı
bedevilik ve cahillikti. Yaratılışın esrarı, kainatın durumu, vb. konularda bir 
142
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
şey öğrenmek istediklerinde bunu kendilerinden önce Kitap verilenlere sorarlar
ve bu konularda onlardan yararlanırlardı. Bunların aralarında Kab el
Ahbar, Vehb İbni Münebbih, Abdullah bin Selam vardı. Hadis nakilli tefsirler
bu tür kişilerden yapılan nakillerle dolmuştur. Tefsirciler bu hususta
gevşek davranmış ve tefsirlerini bunların nakilleriyle doldurmuşlardır.” İbni
Haldun’un anlattıklarını, birçok tefsirde gözlemlemekteyiz.
KAB EL AHBAR’A DAYANDIRILAN DİN
Kab el Ahbar İsrailiyat’ı, Yahudi uydurmalarını dinimize en çok sokan
kişidir. Peygamberimiz’in vefatından sonra Hz. Ebu Bekir veya Hz. Ömer
dönemlerinden birinde İslam’a girdiği söylenir. İsrailiyat hakkındaki bilgisi
ve bitmek tükenmek bilmeyen hikayeleri, onu, devrinde ilgi odağı haline
getirmiştir. Peygamber’e iftira ederek söylenen hadislerin birinde “İsrailo-
ğullarından hadis naklinde bulunun, bunda zarar yoktur” denir. Bu hadisi,
Abdullah bin Amr’ın naklettiği söylenir. Tirmizi, Ebu Davud, Buhari bu
hadise yer vermiştir. Birazdan göreceğimiz gibi Abdullah bin Amr, Kab el
Ahbar’ın talebelerindendir. Uyduracakları binlerce İsrailiyat’tan önce bu hadisi
uyduranlar, daha sonraki uydurmalarını buna bina etmişlerdir. Kab el
Ahbar bunların en önde gelenidir. Kendisi yalnız hadis nakil etmekle kalmamış,
daha evvel incelediğimiz Ebu Hureyre’ye, bunun yanında Abdullah
bin Amr, İbni Ömer, İbni Abbas gibi şahıslara da ders vermiştir. Böylece
uydurmaların yayılması için bu şahısları da kullanmıştır. Ebu Hureyre’ye
karşı çıkan Hz. Ömer, aynı tavrı Kab el Ahbar’a karşı da göstermiş ve onu
sürgünle tehdit etmiştir. Hz. Ömer’in öldürülmesine kadar fikriyatını yaymakta
güçlük çeken Kab, Hz. Ömer’in vefatıyla kısmen ferahlamıştır. Kab’ın
tüm bu hareketlerini anlatan Mahmud Ebu Reyye, Kab’ın Hz. Ömer’in öldürülmesinde
parmağı olduğunu söyleyerek şu izahları yapar: “Hz. Ömer’in
bu dahi Yahudi’yi akıllıca ve ısrarlı bir şekilde izlemesi ve ileride de göreceğimiz
üzere bir takım çirkin emellerinin farkına varmasına rağmen, sonunda
o dehasının gücüyle Hz. Ömer’in uyanık ve iyi niyetli oluşuna galebe
çalmış, gizli ve açık tuzağını kurmaya devam etmiştir. İş, Hz. Ömer’in 
143
BAZI ÖNEMLİ HADİS UYDURUCULARI
katledilmesine kadar varmıştır. Elde varolan verilerin hepsi, bu olayın gizli
bir cemiyetçe tertiplenmiş olduğunu göstermektedir. Büyük deha Kab’ın
da üyelerinden biri olduğu bu cemiyetin başkanı Hürmüzandı. Malum olduğu
üzere Hürmüzan Huzistan’ın kralıydı ve Medine’ye esir olarak getirilmişti.
Hz. Ömer’i katletme görevi ise Ebu Lülüe’ye verilmişti” (Mahmud
Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması).
Mahmud Ebu Reyye’nin, İbni Kesir’den alıntılarla anlattığı bu ihtimalin
kesin olarak doğru olduğunu savunacak durumda değiliz. Fakat Hz. Ömer’in
hadisten men ettiği ve ihtimal dahi olsa Hz. Ömer’in ölümünde parmağı
olan bir kişiden ve onun ders verdiği Ebu Hureyre ve diğer şahıslardan hadis
nakli ne kadar sağlıklı olabilmiştir? Tüm bu şahıslardan İsrailiyatı ve
diğer hadisleri nakil edenlerin, hadisleri güvenilir midir? Bu şahıslarda yanılan
hadisçilerin, diğer şahıslarda yanılıp yanılmadıklarına nasıl karar verebiliriz?
Apaçık Kuran dururken ve Kuran tek başına yeterliyken, hâlâ bu
hadislerden medet ummak din adına yapılan bir zulüm değil midir?
KAB KAYNAKLI UYDURMALARA ÖRNEKLER
Bu sorulardan sonra Kab’a geri dönelim. Kab kaynaklı uydurmalar; dünyanın
yaratılışı, ahiret manzaraları, Şam şehrinin önemi ve daha birçok konuda
kendini göstermiştir:
Bir adam Kab ile karşılaştı. Kendisine selam vererek dua etti. Kab ona
“Kimlerdensin?” diye sordu. Adam “Şamlılardanım” diye cevap verdi. O
zaman Kab şöyle dedi “Belki de sen, Şamlıların arasından çıkacak ve hesap
ile azaba uğratılmayacak yetmiş bin askerden birisin.”
İbni Asakir, Tarih-1
Kab dedi ki: “Allah yeryüzüne baktı ve şöyle dedi; ‘Senin bir bölümüne
dokunacağım.’ Dağlar, O’na koşuştu. Kaya aşındı. Allah bu yüzden onlara
teşekkür edip ayağını üzerlerine koydu.”
Mahmud Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması
144
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Hesap için diriltilme ve hesap, Beytul Makdis’ten olacaktır. Beytül
Makdis’te gömülü olan azaba uğratılmayacaktır.
Mahmud Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması
Kab’ın uydurduğu, tefsir ve diğer kitaplarına giren buna benzer uydurmaların
bir kısmı kendisinden nakledilse de, talebeleri aracılığıyla nakledilenler,
doğrudan kendisinden alınanlardan çoktur. Ebu Hureyre’ye destek
veren Muaviye, Kab’a da destek vermiş ve ona kıssa anlatmasını emretmiş-
tir (İbni Hacer, İsabe).
VEHB İBNİ MÜNEBBİH
Kab, İsrailiyat kaynaklı uydurmalarda bir numaradır, onun hemen ardından
ise Vehb İbni Münebbih gelir. Kendisi birçok sahabeye atıfla hadis
nakletmiş; Ebu Hureyre, İbni Ömer, İbni Abbas da kendisinden hadis nakletmişlerdir.
Ahmed Emin şöyle der: “Sıret kitapları, en eski ve en güvenilir
olanları da dahil hurafe ve İsrailiyat’tan arınmış değildir. Tam aksine
bunların kronolojik sırada en önce gelenleri İsrailiyat’la en fazla doldurulmuş
olanlarıdır. İlk ve en güvenilir kaynak sayılan İbni İshak’a bakalım.
Bu zatın esas kaynaklarından biri de Yahudilikten İslam’a geçen Vehb İbni
Münebbih’tir. İbni İshak’ın ayrıca Hıristiyan ve Mecusi kaynaklardan da
büyük ölçüde yararlandığı bilinmektedir” (Ahmed Emin, Duhaul İslam, 2.
cilt). Ne yazık ki herkes Ahmed Emin’in tahlil ettiği gibi Vehb’i tahlil edememiş
ve bol hadis nakletmek uğruna, doğrudan veya dolaylı olarak aşağı-
daki gibi uydurmaları Vehb’den nakletmişlerdir:
Arşı dört melek omuzları üzerinde taşırlar. Her birinin dört yüzü vardır:
Öküz yüzü, aslan yüzü, kartal yüzü ve insan yüzü. Her birinin dört kanadı
vardır. Bunların ikisi yüzünü kaplar ve arşa bakıp yanıvermesini engeller.
Onun azameti gökleri ve yerleri kaplamıştır.
Malti, Kitab et Tenbih
Reşid Rıza, Kab ve Vehb ikilisinin dine zararlarını ve uydurmalarını
şöyle anlatır: “İsrailiyat rivayet eden ve Müslümanları kandırıp aldatanların 
145
BAZI ÖNEMLİ HADİS UYDURUCULARI
en şerlileri bu ikisidir. Yaratılış, Peygamberler, geçmiş ümmetler, fitneler, kı-
yamet ve ahiret meseleleriyle ilgili olarak tefsir ve tarih kitaplarında yer almayan
hiçbir hurafe yoktur ki üzerinde bu ikisinin imzası olmasın. Bu kişilerin
rivayetleri arasındaki Tevrat ve diğer semavi kitaplara dayandırdıklarını
iddia ettikleri nakiller, bu kitaplarla çeliştiğinden dolayı, birçoklarının yalan
oluşu hususunda kesin hükme vardık. Kuşkusuz önceki alimlerin bunların
farkına varması mümkün değildi. Zira onlar Ehli Kitab’ın kitaplarına
muttali olamamışlardır. Kuşkusuz bu iki Yahudi’nin rivayetlerinin çoğu İsrailiyat
kaynaklı hurafeler olup, tefsir ve diğer sahalarda yazılmış kitapları
bulandırmışlardır. Bunlar yüzünden İslam düşmanı mülhidler, İslam’ın da
diğer dinler gibi hurafeler ve evham dini olduğunu iddia etmişlerdir” (Re-
şid Rıza, Mecelletül Menar).
MESİHHİYAT VE MEŞHUR UYDURUCULARI
Dinimize sokulan uydurmaların kaynaklarından biri Yahudi kaynaklı İsrailiyat
olduğu gibi, bir diğeri ise Hıristiyan kaynaklı Mesihhiyat’tır. Mesihhiyat
kaynaklı uydurucuların en önemlileri Temim ed Dari ve İbni Cureyc’dir.
Deccaliyet, şeytan, ölüm meleği, cesas, cennet ve cehenneme dair izahlar,
Hz. İsa hakkında uydurmalar, Mesihhiyat’tan dinimize devşirilen en önemli
uydurmaların başında gelir. Mesihhiyat kaynaklı uydurmalara aşağıdaki
hadisleri örnek gösterebiliriz:
Allah Resulü halkı topladıktan sonra şöyle dedi: “Allah’a yemin ederim
ki sizi korkutmak veya bir şeye teşvik etmek için toplamadım.
Sizi şunun için topladım. Temim ed Dari bir Hıristiyandı. Sonra gelip
bana biat ederek Müslüman oldu ve bana şunu anlattı: O, iğrenç cüzzamlı
otuz kişiyle bir deniz gemisine binmiş, yolda bir ay dalgalarla boğuştuktan
sonra denizin ortasında bir adaya ulaşmışlar. Güneşin battığı yerde yer alan
bu adaya girdiklerinde kendileri kıldan önü arkası ayırt edilemeyen bir hayvan
karşılayıp şöyle demiş: ‘Ben Cesase’yim.’ Sonra onlara manastırdaki bir
adamı görmelerini önermiş. Temim ve arkadaşları manastıra girdiklerinde
yaratılışça daha önce hiç görmedikleri kadar iri ve topuklarından boynuna
kadar her yeri demirle bağlı bir adam görmüşler. Adam, onların hikayesini 
146
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
ve Arap olduklarını öğrenince kendilerine birçok soru sormuş. Temim ve arkadaşları
da onu cevaplıyorlarmış. Sonunda: ‘Bana ümmilerin Peygamber’inden
haber verin ne yaptı?’ demiş. Bunlar da ‘Mekke’den çıkıp Medine’ye
yerleşti’ demişler. O, ‘Araplar onunla savaştı mı?’ diye sorduğunda, ‘Evet’
demişler. O zaman o, ‘Peygamber onlara nasıl bir muamelede bulundu?’ diye
sormuş. Bunlar da ‘Karşısında bulunan Arapları hezimete uğratarak, kendisine
itaat etmelerini sağladı’ cevabını vermişler. O zaman demiş ki: ‘Size
kendimden bahsedeyim, ben Mesih’im, bana izin verilme zamanı yaklaştı.
Çıktığımda kırk günde yeryüzünü dolaşıp, Mekke ve Medine dışında kırk
gece içinde uğramadık köy bırakmayacağım. O iki şehirse bana haram kılınmıştır.
Onlardan birine girmek istediğimde elinde kılıç olan bir melek beni
karşılar ve bana engel olur.” Bunları zikrettikten sonra Peygamberimiz, asasını
minbere vurarak şöyle dedi: “İşte Medine, işte Medine, işte Medine.”
Müslim, Fiten 119; Ebu Davud, K. Melahim 15;
İbni Mace, K Fiten 33
Bu hadis Müslim, Ebu Davud, İbni Mace gibi Sunni düşüncenin tartı-
şılmaz ilan edilmiş eserlerinde yer almaktadır. Bu hadislere inananlar; bunları
inkar edenleri “Peygamber düşmanı”, kabul edenleri ise “gerçek Müslüman”
ilan ediyorlar. Diğer bir Mesihhiyat kaynaklı uydurma hadisi daha
inceleyelim:
Şeytan her insanı doğarken yaralar. Ancak Meryem oğlu İsa’yı yaralayamamış,
yaralamak için gittiğinde onun örtüsüne vurmuştur.
Buhari, K Bedul Halk; Hanbel
Yukarıdaki hadisle Hz. İsa yüceltilirken, Peygamberimiz’in de içinde olduğu
diğer insanlar, “şeytan tarafından yaralanmış” ilan edilirler. Bu hadisten
sonra Peygamberimiz’in, kalbindeki şeytanın darbesinden kurtulmak için
melekler tarafından beş defa ameliyat edilip kalbindeki siyah pıhtının çıkarıldığına
dair yakışıksız hadisler de nakledilmiştir. Kimin tarafından? “En
doğru hadis kitabı” Buhari ile Hanbeli mezhebinin kurucusu Hanbel tarafından.
Yine de ısrarla savunulan şudur: Hadisleri inkar eden Peygamber’i inkar
eder. “En doğru hadis kitabı” ise Buhari’dir. İşte “en doğru hadis kitabı”nın
hadisi! İşte Kuran dışında başka hadis (söz) arayanların düştüğü durum!
13. BÖLÜM
•••
DİNİ UYDURMACILIKTA EMEVİLER,
ABBASİLER VE DİĞER TARİHİ SEBEPLER
Ne yazık ki bugün “İslam” diye ortaya konulan din; özellikle Emevi dö-
neminden başlayarak, daha sonra Abbasiler döneminde sonuca ulaşan uydurma
hareketinin ürettiklerinin ürünleriyle karışmış bir yapı arz etmektedir.
Bu “İslam”, temellerini sırf Kuran’dan alan, yani din adına Kuran’ı yeterli
gören bir “İslam” anlayışı değildir. Bu “İslam”, Emeviler’in ve Abbasiler’in
reforma uğrattığı “İslam”dır. Bizim bu kitapta yapmaya çalıştığımız, kitabın
3. bölümünde belirttiğimiz gibi dinde reform yapmak değil, aksine en
çok Emevi ve Abbasiler’in ürünü olan reformu ortadan kaldırıp, Kuran’ın
saf mesajını ortaya çıkarmaktır. Kitabın ileriki bölümlerinde göreceğimiz
gibi dine Emeviler ve Abbasiler tarafından yapılan reform; dini zorlaştırma,
karartma, insan doğasıyla çatışır hale getirme ve kadınları toplumdan soyutlama
şeklinde yapılmıştır. Bu ilaveleri yapanlar dinin kaynağı olduğunu
iddia ettikleri yüzlerce hadis ve fıkıh kitaplarıyla dini dejenere etmişlerdir.
Dini dejenere eden bu tarihi sürecin en baştaki basamağı Emevi devridir.
Bu dönemi iyice incelersek, din diye uydurulan mezheplere, hadislere neden
güvenemeyeceğimiz daha iyi anlaşılacaktır. Bundan önceki bölümlerde
Peygamberimiz’in tek kaynak olarak Kuran’ı bıraktığını, dört halifenin de
Kuran dışında bir kaynak ya da herhangi bir mezhep oluşturmadıklarını gördük.
Bir önceki bölümde Kab ve Ebu Hureyre gibi hadis uydurucularına,
dört halife döneminde nasıl göz açtırılmadığını inceledik.
148
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Emevi dönemi gelince dört halife döneminde hadis nakillerinden dolayı
azarlanan Ebu Hureyre ve Kab gibiler bir anda baş tacı oldular. (Muaviye’nin
bu şahısları manevi itibar ve maddi çıkar sağlamak yoluyla nasıl teşvik etti-
ğini 12. Bölüm’de inceledik.) Aynı Emeviler, İslam’daki ilk ciddi kargaşayı
çıkarmış ve Hz. Ali’ye karşı savaşmışlardır. Hz. Ali’nin kendilerini yenece-
ğini anlayan Emeviler, mızraklarının ucuna Kuran geçirmiş ve Hz. Ali’nin
ordusu “Biz Kuran’a karşı savaşmayız” diyerek, Emeviler’in kurtulmasına
imkan tanımışlardır. Hz. Ali, Kuran’ın mızraklardaki sayfalar olmadığını,
kendisinin Kuran’a bağlı olduğunu söylemesine rağmen Emevi oyunu ba-
şarılı olmuştur.
EMEVİLER’İN PEYGAMBERİMİZİN TORUNLARINI
ÖLDÜRMELERİ
Aynı Emeviler, Hz. Ali’ye karşı olan düşmanca tutumlarını, Hz. Ali’nin
oğulları ve Peygamberimiz’in torunları olan Hasan ve Hüseyin’e karşı da
göstermişlerdir. Mesudi’nin anlatımlarına göre; Hasan, kendisini rakip gören
Muaviye tarafından zehirletilerek öldürülmüştür. Hasan’ın karısını bu zehirleme
işinde kullanan Muaviye ise ölüm haberini alınca şarkılar söyleyerek,
kendisini ibadete verip siyaset sahnesinden çekilmiş olan Hasan’ın ölümüne
çok sevinmiştir. Hasan’ın kardeşi Hüseyin ise Kerbela olayında Muaviye’nin
oğlu Yezid tarafından öldürülmüştür. Kaynaklar Yezid’in nasıl Hüseyin’in
ölüsüne bile saygı göstermediğini ve Hüseyin’in kesik başını sopayla didikleyip
alay ettiğini anlatırlar. Hasan ile Hüseyin’in kız kardeşi Zeynep ise
halkın ayaklanmasına ön ayak olur korkusuyla yaşadığı yerden sürülmüş-
tür. Tüm bunları yapan, Peygamber torunlarının katilleri olan Emeviler, ne
yazık ki tüm bunları, din için yaptıklarını savunacak kadar yüzsüzdüler.
Burada bu olayların teferruatına girmek ve bu savaşlardaki suçluyu göstermek
şeklinde, malumu ilan etmek istemiyoruz. Yapmak istediğimiz, bugün
ortaya çıkan “dini” tablonun, Kuran’ın dinine ilaveler yapan hadislerin
ve mezheplerin oluşumunda ilk basamak olan Emeviler’in ne kadar “güvenilir”
olduklarını göstermektir. Bu dönemde uydurulan hadisler, daha sonra 
149
DİNİ UYDURMACILIKTA EMEVİLER, ABBASİLER VE DİĞER TARİHİ SEBEPLER
Abbasiler zamanında (bu dönemin uydurmaları da eklenerek) hadis kitaplarına
dönüştü. Bu hadisler, mezheplerin İslam’ına temel oldular. Bu şahıslar
halifeliği babadan oğula geçen bir saltanata dönüştürdüler. Bu halifelerin
çoğunun nezaretinde mezhepler ve hadis kitapları oluştu. Peygamber torunlarının
katillerinin halife olduğu, yönetici olduğu bir yapıda oluşturulan bu
mezhepler ve bu hadisler güvenilir olabilir mi? Tabi ki hayır. Fakat Sunni
mezhepleri benimseyenlerin çoğu Sıffın savaşını sadece bir içtihat (tercih/
yorum) hatası gibi göstermekte, Emevi saltanatını temize çıkartmaya çalış-
maktadırlar. Böylece kendi inanç sistemlerini oluşturan kişileri, dolayısıyla
kendi inançlarını aklamaya çalışmaktadırlar. Oysa güneşin balçıkla sıvanamayacağı
gibi, Emeviler’in yanlış uygulamaları da örtbas edilemez. Emevi
dönemine kadar ne saltanata dönüştürülmüş halifelik vardı, ne de Kuran dı-
şında bir dini kaynak. Peygamberimiz ve dört halife dönemindeki sade ya-
şantının saray ihtişamlarına, debdebeye, şölenlere dönüşüşü, dini liderliğin
paraya ve güce çevrilmesi, halifeliğin aile içi saltanata dönüştürülüp balı-
ğın baştan kokmaya başlaması, bu devire rastlar. İçki âlemleri ve yaptırdıkları
saraylarla meşhur olan birçok Emevi halifesinin yanı sıra Velid gibi
Kuran’dan hoşuna gitmeyen ayetlerin okunması üzerine Kuran’ı hedef yapıp
ok yağmuruna tuttuğu anlatılan halifeler de olmuştur (Bakınız: Mesudi
3/228, İsfahani 7/49, İbnul Esir 5/290). Emevi dönemi elbette sırf olumsuzluklarla
dolu değildir, bu dönemde İslam adına önemli hizmetler de yapılmış-
tır. Fakat Kuran’ın anlattığı şekliyle dinin dejenere edimesinde bu dönemin
katkısı çok önemlidir, bu yüzden birçok zaman örtbas edilen bu dönemin
olumsuzluklarını bilmek gerekir.
Hadisler ilk kez işte bu dönemde yazılmaya başlandı. Fakat bu yazım iş-
leminde hadislerle, kıssalar ve görüşler karışıktı. Emeviler döneminde hadislerin
yazıldığı bilinse de bu dönemden elimize geçen bir hadis kitabı yoktur.
Kütübü sitte -en meşhur altı hadis kitabı- daha sonra Abbasiler döneminde
yazılmıştır. Bu dönemde toplanan hadislerde Emeviler’in köprü, hatta kaynak
olduğunu hatırlamalıyız, Abbasiler’in döneminde üretilen uydurmalarla
bunlar birleştirilmiş ve hadis konusundaki bu vahim tablo ortaya çıkmıştır.
150
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Şimdi gelin karar verelim; Kuran yeterli olduğunu kendisi anlatırken,
Peygamber kendi hiçbir sözünü yazdırmamışken, dört halife döneminde de
aynı şekilde Kuran dışında bir kaynak oluşturulmamışken, Peygamber torunlarının
katillerinin saltanatları döneminde temeli atılan hadis ve mezheplere
mi, yoksa sadece Kuran’a mı itibar edelim? Kendi görüşünü doğru çıkartmak
yerine, Kuran’ın gerçek isteğini bulmaya çalışanların, bir gün, Kuran dışında
hiçbir kaynağa itibar etmemeleri gerektiğini anlayacaklarını ümit ediyoruz.
ELBİSEYİ TERS GİYENLER
Hz. Ali’nin Emeviler için söylediği şu veciz söz, Emeviler’i çok güzel
tarif etmektedir: “Bunlar da din elbisesi giyiyorlar, ama ters çevirerek giyiyorlar.”
İşin en aldatıcı yanı işte buradadır. Din adına ortaya çıkan mezheplerin
sistemi, kendisini “gerçek din” diye birçok kişiye kabul ettirmiştir.
Ne yazık ki o zamandan dine ilave edilenler, bugün de din zannedilmektedir.
Kuyuya bir taş atılmıştır, kırk kişi onu çıkartmakta zorlanmaktadır. Sorun
“İslam”ın kendisinde değil, “İslam”ı ters giyenlerdedir. En şık elbise bile
ters giyilince nasıl sahibini kötü gösteriyorsa, İslam’ı ters giyenler de aynı
şekilde kötü tabloların suçlularıdır. Ne yazık ki bazı saf bilgisizler ile bozuk
niyetliler, “İslam” kötü gözüküyor sanmakta veya öyle göstermeye çalışmaktadırlar.
Oysa kabahat elbisede değil, onu ters giyendedir.
Allah istese Kuran’ı daha geniş bir kitap yapar ve şu anda istediklerine
ilave söyleyecekleri varsa ilave ederdi. Allah, Kuran’ı bu kalınlıkta yaptı-
ğına göre, eksiksiz ve fazlasız bizden istedikleri, bizi sorumlu tuttuğu bu
kadardır. Allah’a şükür ki Allah kendi dinini Kuran’da bildirdi ve bizi Emeviler
gibilerin yeniden din yazmasına, birilerinin hadis seçmesine, falancanın
mezhep oluşturmasına muhtaç bırakmadı.
EMEVİLER İLE BAŞLAYAN UYDURMACILIK SONRA DA
SÜRDÜ
Emeviler ile önemli atağını yapan uydurmacılık, doruk eserlerini Abbasiler
döneminde vermiştir. Her şeye rağmen hem Emeviler döneminde, hem 
151
DİNİ UYDURMACILIKTA EMEVİLER, ABBASİLER VE DİĞER TARİHİ SEBEPLER
Abbasiler döneminde Kuran dışı dini kaynak oluşturulmasına karşı çıkanlar
olmuştur. Hatta kimi Abbasi halifelerinin, hadisçiliğe ve aklı dışlayıcılığa
şiddetle karşı çıkan Mutezile ekolüne tabi oldukları bilinmektedir. Fakat yö-
netici kadrolara sonradan hakim olan Sunni görüş, resmi görüş olarak halka
kabul ettirilmiştir. Böylece Abbasi döneminin sonuna gelmeden Sunnilik,
karşı görüşleri tasfiye ederek, uzun yıllar sürecek olan saltanatını kurmuş-
tur. Emeviler’den alınan miras, bu fikir yapısında en önemli kaynaktır. Fakat
uydurmacılık burada önemli bir seviyeye gelse de bitmiş değildir. Sonraki
devirlerde yaygınlaşacak olan tarikatlarda, Hint mistik kültürüyle ve
diğer kültürlerin etkisiyle gelen çilecilik, sofilik, tarikatçılık, kendi kendine
azap çektirme ve bunlardan medet umma da Kuran’ın verdiği zihniyeti tahrif
etmekte rol oynamıştır. (Tarikatlar hakkındaki 15. bölümü okuyunuz.)
İslam’ın tarihin ilerleyen dönemlerinde yayıldığı süreçlerde, İslam’a ge-
çen dinin yeni bağlıları, İslam’ın etkisine girmelerine karşın çoğu zaman
eski kültürlerinin etkisinden de kurtulamamışlardır. Örneğin Türkler’in
İslamlaşmasında tarikatçı yapıların dervişlerinin, sofilerin etkisi vardır.
Türkler’in Şaman geçmişlerindeki Şaman rahiplerini aşırı şekilde yücelterek
insanüstü görmeleri, bu yeni sofilerin elinde, şeyh ve dervişlere aşırı
bağlılık ve teslimiyet olarak şekillendi. Hint mistik kültürü ile Şaman kültürünün
de izlerini taşıyan tarikatlar ve tasavvuf, Türkler’in dini yaşantı-
sında önemli bir yer tuttu.
Önceki dönemlerde uydurma hadis ve mezhepleri, sonra yabancı kültür
ve anlayışları İslam’a sokan zihniyet, daha ileriki tarihlerde ise “fetva”
ve “içtihad” adı altında dine ilavelerine devam etti. Osmanlı’yı örnek olarak
alırsak, padişahların kardeşlerini öldürebilecekleri şeklindeki fetva
(Kuran’ın açık ayetleriyle çelişen, büyük günah olmasına rağmen) “din”
adına şeyhülislam(lar)ın verdiği bir fetvaydı. Matbaayı “din” adına yasaklayıp
(gerçekte nedeni siyasi ve ekonomik endişelere dayanır), buna benzer
görüşlerine “içtihad” veya “fetva” gibi başlıklar atanlar, bu kararlarını hadis
gibi, mezhep gibi dinin bir parçası yapanlar da “din alimi” etiketli şahıslardı.
Tüm bunlar üst üste, yan yana geldi ve aydınlık Kuran’ın mesajı yerine, insanların
uydurduklarının Kuran’ın güzellikleriyle karıştırıldığı bir sistem, 
152
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
insanlara “din” diye sunuldu ve hâlâ sunulmaya devam etmektedir. Çözüm
ise basittir; Kuran’ı ele alıp, din diye sunulan bu uydurmaların dindeki otoritesini
reddetmektir. Yani insani üretimi (insaniyi) terk ederek, indirilmiş
olan Kuran’ı (Allah’tan olanı) rehber edinmektir.
EMEVİLER DÖNEMİNDE YAZILMIŞ BİR KİTAP: İRCA
Emeviler dönemindeki siyasal ortamda Hz. Ali ile Hz. Osman’ın karşı-
laştırılması, Muaviye ve Hz. Ali hakkında tartışmalar, karşı tarafı kafir ilan
etmeler yaygınlaşmıştı. Bu ortamda siyasi olarak belli bir pozisyon alan ki-
şilere karşı bazı kişiler kimin kafir, kimin mümin olduğu konusunda sessiz
kaldılar. Bu kişiler “Kimin mümin, kimin kafir olduğunu Allah bilir” şeklindeki
yaklaşımlarıyla, kimin haklı olduğunun ahirette belli olacağını iddia
ediyorlar, siyasi olarak bir pozisyon almıyorlardı. Doğrunun anlaşılmasını
ahirete erteledikleri için bu şahıslara “Mürcie” yani “Erteleyici” denildi.
Mürcie’nin fikirleri ilk olarak “İrca” yani “Erteleme” kitabında kendini
gösterir. Bu kitap hicri 60’lı yıllarda; Emeviler’in son döneminde yazılmış-
tır. Yani bu kitap, bilinen ünlü hadis kitaplarından 200 yıl kadar önce yazılmıştır.
Hadis kitaplarından en erken yazılanı bile bu kitaptan çok sonradır.
Bu kitaptaki izahları okuyanlar, İslam’ın ilk asırlarında, dini sadece
Kuran’dan anlama mantığının yaygınlığına bir örnek daha bulurlar. Emevi
ve Abbasi dönemleri, Kuran’ın yanına ilave kaynakların konulmaya başlandığı
dönemler olsalar da, Kuran’dan uzaklaşılıp, hadisçi bir din anlayışının
siyasi otoritenin desteğiyle tam hakimiyeti ancak Abbasi döneminin sonlarında
oluşmuştur.
“İrca” kitabında Hasan bin Muhammed, Kuran’ı, Kuran’ın kendisinden
alıntıladığı şu ayetlerle anlatır: “Kuran Allah’ın katından kendi ilmiyle
indirdiği (11-Hud Suresi 14; 4-Nisa Suresi 166), muhkem kıldığı (22-Hac
Suresi 52), sonra da ayetlerini uzun uzun açıkladığı (11-Hud Suresi 1,
6-Enam Suresi 55, 97, 98, 126; 7-Araf Suresi 52, 174; 9-Tevbe Suresi 11), her
taraftan gelebilecek saldırı ve noksanlıklardan koruduğu (15-Hicr Suresi
9, 17) yüce bir kitaptır. Allah bu kitapta (14-İbrahim Suresi 45; 30-Rum 
153
DİNİ UYDURMACILIKTA EMEVİLER, ABBASİLER VE DİĞER TARİHİ SEBEPLER
Suresi 58) ibret alınacak şeyleri açıkladı (3-Ali İmran Suresi 13) ve onu
iyiyi kötüden ayırt edici (25-Furkan Suresi 1; 8-Enfal Suresi 29), karanlıktan
aydınlığa çıkarıcı (14-İbrahim Suresi 1), yol gösterici (2-Bakara Suresi
2) ve sapıklıktan hidayete ulaştırıcı (4-Nisa Suresi 131) kıldı.” Hasan
bin Muhammed’e göre Kuran’ın inmesiyle Allah’ın nimeti tamamlandı ve
ibadetler en son halini aldı. Allah’ın vasiyetleri böylece kaydedildi ve Allah
sünnetini uyguladı. Bundan sonra öğüt verme bitmiştir. Kuran’da emredilenlere
itaat konusunda söz alınmıştır. İşte bu kopmak bilmeyen sağlam bir
kulptur. Allah bu Kuran’ı, kendi hükmünün geçerli olduğu ve kullarına uymayı
farz kıldığı bir kitap yaptı. İnsanlığa bundan sonra düşen görev, onu
ezberleyip koruyarak başkalarına ulaştırmaktır. Onu ihmal edip kaybedenden,
onun dışında hiçbir şey kabul edilmeyecektir. Hasan bin Muhammed,
Kuran’ın dışında bir vahyi reddettiği için insanların bilmediği gizli bir vahiy
ve gizli bir ilimle hidayete erdiklerini iddia eden Sebeiler’i düşman ilan
etmiştir. (Bakınız: “İrca” Kitabı ve Sönmez Kutlu, Türkler’in İslamlaşma
Sürecinde Mürcie ve Tesirleri, sayfa 72)
“İrca” kitabında tek bir hadise yer verilmeden yukarıdaki izahların yapılması,
“İrca” kitabının yazarının, bugün seslendirdiğimiz fikirlerle aynı
temel mantığa sahip olduğunu göstermektedir. Gerek Mürcie’nin fikirlerini
seslendiren bu kitap, gerek Hariciler’in hadisçilere cephe alması, gerek
Mutezile’nin aklı esas alarak hadisleri dışlayan yaklaşımı; Abbasi siyasi otoritelerinin
hadisçi ve mezhepçi dini anlayışı resmi görüş olarak zorla kabul
ettirdiği döneme kadar hadisçi ve mezhepçi dini anlayışın gördüğü direnç-
lere örnektir.

14. BÖLÜM


•••

MEZHEPLER
Bir kere Kuran’ın dinin tek kaynağı olduğu göz ardı edilip hadisler dinin
kaynağı kabul edilince, birçok mezhebin ortaya çıkması da kaçınılmazdı.
Nitekim öyle oldu ve yüzlerce mezhep ortaya çıktı. Bugün dört mezhep olarak
anılan mezhepler, işte bu birçok mezhepten zaman içinde daha çok kabul
görüp, günümüze kadar gelenlerdir. Bir hadise göre erkeklerin baldırını örtmesi
gerektiği, diğerine göre baldırın gözükebileceği anlaşılır. Bir hadis yorumuna
göre kan akması, diğer hadis yorumuna göre ise kadının ve erkeğin
ellerinin birbirine değmesi abdesti bozar... Tüm bu örneklerdeki gibi farklı
izahlarda doğruyu kim, nasıl bulacaktır? Kuran dışında başka kaynaklara
kapı açılıp kargaşa çıkınca, mezhepler ortaya sürülüp bu kargaşa önlenmeye
çalışılmıştır. Böylece Kuran’da anlatılan din, yani Allah’ın gönderdiği İslam;
mezheplerin dinine, “mezheplerin İslamı”na dönüşmüştür. Mezhep kurucularından
biri çıkar “diz ile göbek arasını örtünüz” denilen hadisi alır, diğer
hadisi inkar eder ve böylece dine yeni bir haram sokar. Diğer bir mezhep
kurucusu ise baldırın gözükebileceği sonucu çıkan hadisi doğru, diğer hadisi
yanlış kabul ederek, baldırın gözükebileceğini ilan eder. Mezhep kurucularından
biri, Peygamber’in sivilcesinin sıkılması ile ilgili hadisten, kanın
abdesti bozduğu sonucunu çıkararak dine bir ilave yapar. Diğeri ise kadın
elinin değmesiyle abdestin bozulduğu yorumunu yapar, diğerinin ilavesini
reddedip kendi ilavesini dine katar. 
155
MEZHEPLER
BİZİM MEZHEPLERİN HIRİSTİYAN MEZHEPLERDEN
FARKI NE?
Mezhep imamları nasih-mensuh ile Kuran ayetlerinin hükmünü iptal
ederek (25. bölümü okuyunuz), farklı hadislerden diledikleri birini seçerek,
kendilerine göre hadisleri yorumlayarak ve kendilerini içtihad yetkisiyle
Allah’ın serbest bıraktığı konuların açıklayıcısı konumuna getirerek (39. bö-
lümü okuyun), yepyeni bir dinsel yapı oluşturmuşlardır. Bazıları bu mezhep
imamlarının çok iyi niyetli olduğunu veya din için fedakarlıklar yaptıklarını
anlatarak eleştirileri görmezlikten gelmektedirler. Peki, Ortodoks ve Katolik
rahiplerin de iyi niyetli oldukları ve kendi mezhepleri için çalıştıkları söyleniyor,
biz ne yapalım? Katolikliğin ve Ortodokluğun yanlış dini yorumlarını,
bu iyi niyet söylemlerinden ötürü Allah’ın gönderdiği Hıristiyanlık’la
bir mi tutalım? Mezhep imamları öyle bir konuma getirilmiştir ki; sahip oldukları
yetkiyle diledikleri gibi bazı hükümleri iptal etmiş, diledikleri gibi
bazı hükümler getirmiş, kişisel yorumlarını genelleştirmiş, kendi kabullerine
uygun hadisleri benimseyip çelişenleri dikkate almamış, Kuran’a ya da hadise
dayandıramadıkları konularda ise içtihad ederek Kuran’ın otoritesinin
de üzerine çıkmış ve Kuran’daki hükümlerden kat kat fazla hacimde sünnetler,
farzlar, helaller, haramlar oluşturmuşlardır. Kuran’ın otoritesi dışında
oluşturulan bu mezheplere Hanefi, Şafi, Maliki, Hanbeli, Caferi adları verilmiş,
bu mezheplere uyan mukallitler (mezhep taklitçileri) ise mezheplerinin
adlarıyla anılmışlardır. Oysa bakın Kuran’da ne diyor:
Dinlerini parça parça edip hiziplere bölünenler var ya, senin onlarla
hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Allah onlara
yapıp ettiklerini haber verecektir.
6-Enam Suresi 159
BİR MEZHEBE GÖRE CENNETLİK, DİĞERİNDE
CEHENNEMLİK OLUYOR
Kuran’da dinimize “İslam” adı verilip, hiziplere ayrılmamız yerilirken;
kendimize Hanefi, Maliki gibi isimler vermeyi, bu mezheplerin ayrı helal, 
156
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
haram ve farzlarını kabullenmeyi ve her biri birbirinden farklı uygulamalara
sahip olan apayrı mezheplerin herbirinin de İslam’a tam olarak uygun
olduğunu, kendi aralarındaki çelişkilerine ve Kuran’a aykırılıklarına rağmen,
hepsinin de doğru olduğunu nasıl kabul edebiliriz? Örneğin Hanefi mezhebinde
namaz kılmayan kişi dövülür; Hanbeli, Şafi ve Maliki mezheplerinde
ise öldürülür. Mezhepler açısından bu duruma bakarsak; Hanbeli, Şafi ve
Maliki olanların Hanefi’ye göre en büyük günah olan adam öldürme fiilini
işleyip günaha girdiklerini, Hanefi olanların ise sırf dövdükleri ve öldürmedikleri
için diğer mezheplere göre Allah’ın bir hükmünü inkar edip uygulamayarak
zalim olduklarını söylememiz gerekmez miydi? Oysa ayrılıkta
hayır gören zihniyete göre Allah, ahirette Müslümanlar’ı mezheplerine göre
ayıracak, Hanefi ise “Sen Hanefiydin dövdün doğru yaptın”, Şafi ise “Sen
Şafiydin öldürmeliydin, öldürüp doğru yaptın” diyecektir! Namaz kılmayanı
eğer Hanefi biri öldürürse katil olup cehennemlik bir fiil yapacaktır, oysa
namaz kılmayanı öldüren Şafi, Allah’ın hükmünü yerine getirdiği için cennetlik
bir fiil yapmış olacaktır! Yani aynı fiili yapan iki kişiden biri cehennemlik,
diğeri ise Allah’ın emrini yerine getiren kişi olacaktır. Bu mezhepçi
yaklaşımları doğru kabul edenlerin sayısı ne olursa olsun, gerçekte haklı olmaları
mümkün müdür? Ne yazık ki günümüzde bu mezheplere uyan geniş
kitlelere bu soruyu sormak zorundayız. Aklı kullanmak yerine taklit-
çiliği esas alan, “Kuran’ı insanların hepsi anlayamaz, seçkin bazı insanlar
bunları anlayıp, insanlara aktarmıştır” diyenlerin, insanları getirdiği nokta
budur. Allah, dinini, yalnız bu mezhep imamlarının anlayacağı şekilde mi
indirdi ki insanların sadece hak olduğu söylenen bu dört mezhebe uymaları
bir zorunluluk oluyor? Allah dinini ancak bu dört kişi anlasın diye indirdiyse,
Kuran’da niye birçok defa “Ey insanlar” diye insanlara doğrudan hitap
ediliyor da “Ey Şafi, ey Hanbeli, ey dört imam, siz bunları anlayın, benim
dediklerimi anlamayan diğerlerine de siz anlatın” denmiyor?
Yukarıdaki örneği ele alırsak, Kuran’ın “dinde zorlama olmadığı”nı söyleyen
ayetlerine ve namaz kılmayanlara Kuran’da dünyevi hiçbir ceza öngö-
rülmemesine rağmen; namaz kılmayanın öldürüleceğini söyleyen üç mezhep
ile dövüleceğini söyleyen bir mezhebin dördünün birden, büyük hatalar 
157
MEZHEPLER
içinde olduklarını ve bu mezheplerin dinimizi temsil edemeyeceklerini söylememiz
gerekirken, nasıl dördünün birden doğru ve hak olduğu iddia edilmektedir?
Peki, bu mezheplerin dördü birden, dördü de böylesine farklıyken
nasıl herbiri “gerçek İslam” olabilirler?
Bazıları, “Mezheplerdeki farklılıklar ufak tefektir, biri namazda elini
bağlar, biri salar. Şehirlerde olana Hanefi, köylü olana Şafi uygundur. Dolayısıyla
tüm bu ihtilaflar rahmettir...” gibi izahlarla farkları ufak tefek göstererek,
mezhepleri sorgulanamaz kılmayı istemekte, halkın taklitçiliği kabul
etmesi için uğraşmaktadırlar. Oysa mezhebin birinin öldürülmesini emrettiğini
diğer biri sadece dövüyor, bir mezhebe göre helal diğerine göre haram
oluyor, birinin farz bildiğini diğeri farz kabul etmiyor. Yani mezhepler
helalleri ve haramları ayrı yapılara dönüşmüş vaziyetteler. Mezhep imamı
dilediği hadisi seçerek, nasih mensuh ile oynayarak, hadisleri kendince yorumlayarak;
Kuran’ın da uydurmalarla dolu hadislerin de üstüne çıkmaktadır.
Din, mezhep imamının bakışına göre şekillenmiş, oluşturulmuş oluyor.
Ayrılığın iyilik ve rahmet olduğu Kuran’a aykırı bir mantıktır ve uydurma
bir hadisten gelmektedir. Oysa Kuran’da şu şekilde buyurulmaktadır:
Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra çekişmeye girip fırkalar
(mezhepler) halinde parçalananlar gibi olmayın.
3- Ali İmran Suresi 105
AYRILIK RAHMET DEĞİL FELAKETTİR
Ayrılıkta rahmet arayanlar, uydurma hadisler yerine anlamak kastıyla
Kuran’ı okurlarsa, fırkalara ayrılmanın, mezhepler kurup helali, haramı,
farzı birbirinden farklı yapılar oluşturmanın felaket olduğunu görürler. Ayrılığı
teşvik eden diğer bir uydurma hadis “İçtihad eden yanılırsa bir sevap,
isabet ederse iki sevap alır” şeklindedir. Bu hadisle, kişilerin kendi görü-
şünü “içtihad” adı altında dine sokması kolaylaştırılmış ve hata yapanın sevap
alacağı şeklindeki rahatlatmayla, adeta “Dinde hata olur, içtihatta yanlış
yapanın az da olsa, yine de sevabı olur” denilmiştir. Bu hadise dayanan
mezhep imamları, olaylardan çıkarttıkları sonuçları ve kendi görüşlerini
“rey”, “kıyas”, “içtihad” ve “fetva” gibi isimlerle dinin bir parçası haline 
158
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
getirmişlerdir. Peygamber’in olduğu iddia edilen davranış ve sözler gibi,
sahabelerin de davranış ve sözlerinin, aynı Kuran gibi dinin kaynağı kabul
edilmesine, bunun üstüne binlerce uydurmanın sürekli olarak eklenmesi, ardından
mezhep imamlarının şahsi görüşlerinin ve evvelden saydığımız tüm
kaynaklardaki çelişkiler ile farklılıklar arasından kendi tercihlerini seçmeleri
ve sonuçta yapılan bu son seçimlerin neticesinde oluşan yapının “din”
ilan edilmesi bugünkü mezheplerin İslam’ının hikayesidir. Yani “mezheplerin
İslamı”na göre “din” şunlardan oluşur: Kuran + hadis imamının seçtiği
hadisler + mezhep imamının nasih-mensuhla yaptığı yorumlarla Kuran ve
hadisler hakkındaki değerlendirmeleri + mezhep imamının kıyas ve içtihad
ederek olaylardan çıkardığı sonuçlar + mezhep imamının sahabeyi değerlendirmesi
neticesindeki çıkarımları + yeni oluşan olaylara göre sonradan yeni
mezhep imamlarının verdiği fetvalar + vs. Mezhep imamlarının tüm değerlendirmelere
son noktayı koymaları, son makası vurmaları ve son eklemeyi
yapmaları sonucu; bizim “geleneklerin dini”, “mezheplerin dini”, “hadislerin
dini” dediğimiz yapı ortaya çıkmıştır. Yeni gelişen olaylarda ise bu mezheplerin
bağlıları olan sonraki devir imamlarının verdiği fetvalar, yaptıkları
içtihadlar da sonradan dine eklenmiştir. Örneğin kolonya çıkınca, “necis”
(pis) olup kullanılamayacağı, üstümüze dökülürse namaz kılınamayacağı;
televizyonun seyredilmesi ile ilgili farklı fetvalar; sigaraya hem helal, hem
haram, hem mekruh diyen ayrı içtihadlar; sonradan ortaya çıkan durumlara
karşı ilerki dönem mezhep imamlarınca yapılan yorumların, nasıl dine
ilave edildiklerinin örneklerindendir.
Tüm bu hazin manzarayı daha da hazinleştiren uydurmalardan biri ise
ümmetin yetmiş üç fırkaya ayrılacağını ve bu fırkalardan ancak birinin cennetlik,
diğerlerinin cehennemlik olacağını söyleyen hadistir. Bu hadisi nakleden
de tüm bu olumsuz manzaranın baş aktörlerinden -yaptıklarına daha
evvel de değindiğimiz- Muaviye’dir (Darimi, Siyer). Bu hadise dayanıp, her
mezhep kendini cennetlik diğerlerini ise cehennemlik ilan etmiştir. Sunnilerin
Şiileri sapık, Şiilerin de Sunnileri sapık ve cehennemlik yetmiş iki mezhepten
biri ilan etmelerinde, her iki tarafın da delil gösterdiği hadislerden
biri bu hadis olmuştur. Ehli Sünnet veya Sunnilik diye anılan dört mezhebin
taklitçileri ise başta birbirlerine karşı hadis uydurmalarına, birbirlerini 
159
MEZHEPLER
sapık ilan etmelerine, birazdan tablolardan göreceğiniz gibi helalleri ve haramları
ayrı yapılara dönüşmüş olmalarına rağmen, sonradan “Ehli Sünnet”,
“Sunilik” gibi ortak adlarla, bu mezheplerin dördünün birden doğru
olduğunu, böylece ancak bu dört mezhebin cennetlik olabileceklerini söylemek
gibi bir tevile (yoruma) sapmışlardır. Ehli Sünnet olanlar bir mezhep
imamına uyar ve adeta Kuran’daki bir hüküm gibi onun koyduğu helali ve
haramı uygular. Aynı şekilde bir Şii kendi imamına uyar ve adeta Kuran’ın
koyduğu hükümmüş gibi onun koyduğu farzı ve haramı kabul eder. İki taraf
ise birbirini sapık ve cehennemlik ilan eder. Peki nedir sizin farkınız?
İki taraf da Kuran’ı yetersiz bulup, imamlarına, yani bir insana uyuyor ve
onun izahını Allah’ın vahyiymiş gibi kabul ediyor. İki tarafın temel zihniyeti
aynı taklitçilik, ama biri % 100 doğru, öbürü sapık oluyor… Sonuçta
temeldeki taklit mantığında bir fark yoktur.
MEZHEPLERDEN KURAN’IN ANLATTIĞI İSLAM İLE
KURTULURUZ
Mezhep taklitçiliğinin dine verdiği zararları Yaşar Nuri Öztürk “Kuran’daki
İslam” kitabında şu şekilde açıklamaktadır: “Allah adına yalan uydurmanın
bir yolu da mezhepleri din haline getirmek olmuştur. Mezhepler
birer din, mezhep imamları tenkit üstü birer Peygamber haline getirilince,
İslam adıyla ortaya konan karışımın kaçta kaçının Allah’a, kaçta kaçının
şuna buna ait olduğunu belirlemek, halk kitleleri için imkan dışına çıkar ve
bu durum din adı altında bir kaosu insanlığın başına musallat eder. Aradan
yüzlerce yıl geçmesine, insanlık boyut değiştirmiş olmasına rağmen hiç
kimse bu eskimiş ve bir kısmı komedi haline gelmiş yorumlara dokunamaz.
İşte zulüm ve Allah’a iftira budur. Bu zulüm yüzündendir ki gerçek
İslam bilginleri, samimi din görevlileri Allah’ın saf ve berrak Kuran dinini
yüzyılımızın insanına olduğu gibi anlatmaya kalktıklarında sadece zorluklarla
değil engeller, iftiralar ve suçlamalarla karşılaşabilmektedirler. Çare,
Kuran’a gidişimizi engelleyen bütün putları, patentlerine bakmadan devirmek
ve hükmü yalnız ve yalnız Allah’a bırakmaktır. Buna karşı çıkanlar,
görünüşte dini kabul ettiklerini söyleseler de inkarcıdırlar. Çünkü ak ve 
160
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
berrak din yalnız Allah’ın tekelindedir (39-Zümer Suresi 3). Ve bu tekelden
rahatsız olup Allah’ın hüküm yetkisine şu veya bu şekilde karışanlar,
Allah’a karşı gelmiş olurlar.”
Kitaplarında mezheplerin oluşturduğu İslam’ın, Kuran’ın dininin önünde
oluşturduğu engeli gösteren Öztürk, “Çıplak Uyarı” kitabında ise “devşirme
dinin kaosu” başlığıyla, somut örnekler vererek mezheplerin oluşturduğu felaketi
şöyle anlatır: “Sıkıntı, Allah’ın dini ile Allah’a fatura edilen devşirme
dinin karıştırılmasından kaynaklanıyor. Allah’ın dini bizzat Allah tarafından
İslam diye adlandırılan ve apaçık, kuşkusuz, detaylı bir kitapla insanlığa
öğretilen dindir. Kaynağı Kuran, tebliğcisi Hz. Muhammed’dir bu dinin.
Kuran’daki İslam’dır bu. Devşirme dine gelince, onun kaynağı tek olmadığı
gibi kitabı ve tebliğcisi de tek değildir. O, Kuran’daki İslam’ın tevhidine karşı
bir şirket dinidir. Kitabı birkaç tane, önderi birkaç tane, hatta ümmeti birkaç
tanedir. Bir tür anonim şirket gibidir. Bunun içindir ki devşirme dinde birlik
ve ahenk yerine tefrika ve kaos vardır. Devşirme dinin tüm rahatsızlığı,
ondaki hüküm kaynağının tek olmayışıdır. Devşirme dinde tam bir otorite
boşluğu vardır. Ona göre, buna göre, falancanın kavlince, filancanın rivayeti
mucibince, üstadın beyanına göre, hazretimizin fermanı gereğince vs. dev-
şirme dini bir yamalı bohça haline getirmiştir. Allah’ın dinindeki: Hüküm
Allah’ındır. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir.
(5-Maide Suresi 44, 45, 47, 50) ilkesi, saf dışı edildiği için bu şirket
dinin ortaya koyduğu tabloda hakim özellik didişme ve bozgundur. Bu bozgunda
hüküm yetkisinin mezhepler, hizipler, gruplar, partiler, tarikatlar ve
daha bilmem neler tufanında kime veya kimlere ciro edildiği belli değildir.
Bunun içindir ki bu tufanda, aynı din kimliğini taşıyanların aynı niyetle icra
ettikleri aynı fiil, şirketin bir elemanına göre sevap olurken, bir başka elemanına
göre büyük günah olabilmektedir. İki vatandaşımız, bir gazetede din
adına verilmiş bazı fetvaların kupürlerini de ekledikleri mektuplarında, bu
fetvaları değerlendirdikten sonra soruyorlar. Bu nasıl şey? Allah’ın dinine
fatura edilen bu fetvaların bazılarını, Allah’ın dinini tenzih ederek dikkatlerinize
sunmak istiyorum: Namazda Ettehiyyat okunurken Şafiler’in şehadet
parmağını kaldırması sünnet, Hanefilerin kaldırması ise bazılarına göre
mekruh, bazılarına göre harammış. Bu bakımdan, Hanefiler’in Ettehiyyat 
161
MEZHEPLER
okunurken parmak kaldırmamaları gerekirmiş. İfadeye konuluşu bile bir
kaos sergileyen bu fetvanın vermek istediği acayiplik şudur: Aynı dinin
iki mensubu, aynı kitabın buyruğu olan bir ibadeti icra ederken aynı duayı
okuyorlar ve o duanın aynı yerinde şehadet parmaklarını kaldırıyorlar. Gel
gör ki, bunu yapmakla biri sevap kazanıyor, biri haram işliyor, yani büyük
günaha giriyor. Ve bunun adı İslamiyet oluyor, öyle mi? Şu fetvayı da bir
okuyucunun sorusuna verdikleri cevaptan izleyelim: Dişlerinde dolgu veya
kaplama olan kişiler eğer Hanefi mezhebinde iseler onların gusül (boy) abdestleri
geçersizdir. Başka mezhepten iseler problem yok. Bu fetvanın önü-
müze koyduğu gerçek şu: Allah’ın kitabı Kuran’a bağlı olduğunu istediği
kadar söylese de, eğer bir insan yakasını Hanefi keyfine kaptırmışsa, dişlerini
doldurtamaz, kaplatamaz. Aksi halde ömür boyu cenabet gezmiş olur.
(Kıldığı namazlar da geçersiz olur) Yok eğer her nasılsa Şafii kampına kapılanmışsa
sorun yok dişlerini doldurtabilir, kaplatabilir. Şimdi sormak lazım:
Dinin temel amacından biri nefsi yani insanın varlığını, sağlığını korumaktır.
İnsanın kendisini tehlikeye atmaması ise Kuran’ın emirlerinden
biridir. Şimdi Müslüman, bu temel emirlere uyarak sağlığını korumak için
dişlerini doldurtma, kaplatma yoluna mı gitsin, yoksa mezhep hatırı için
Kuran’a ters düşmek veya ömür boyu cenabet gezmek şıklarından birini mi
seçsin? Hayır efendim, Şafi olup kurtulsun diyorsanız, o zaman Hanefilik
sıkıntısıyla cebelleşmek niye? Peki, bütün bu hengameye dalmak yerine tek
ve dosdoğru yolu çizen Kuran’a bağlı kalsak ne kaybederiz? Bizzat Kuran’ın
sorduğu gibi: Allah, kuluna kafi gelmiyor mu? Diyeceksiniz ki Kuran’da
diş doldurtmakla ilgili hiçbir bahis yoktur. Peki, öyle ise, size ne oluyor da
Allah’ın dinin kaynağı yaptığı kitaba koymadığı bir şeyi din bünyesi içine
çekip, insanın karşısına buyruklar, tartışmalar çıkarıyorsunuz? Allah bazı
şeyleri eksik mi bıraktı da siz düzeltiyorsunuz?”
NE OLACAK DİŞLERİ ÇÜRÜYEN HANEFİLERİN HALİ?
Ne yazık ki geniş halk kitleleri mezheplerin gerçek yüzünü ve bu yapı-
nın Kuran’la çeliştiğini bilmeden mezhebe tabi olmakta; dini, Kuran yerine
mezheplerin izahlarına göre yazılmış ilmihal kitaplarından öğrenmektedirler. 
162
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Yukarıdaki örneği ele alırsak, Türkiye’de halkın büyük bir kesimi Hanefi
mezhebinden olduğunu söylemektedir. Fakat büyük bir kesimi Hanefi olan
halkın büyük bir kısmı, mezheplerinin dişlere dolgu yapmayı yasaklayan izahını
bilmediklerinden dişlerini doldurtmakta ve kaplatmaktadır. Böylece boy
abdestleri ve dolayısıyla namazları takip ettikleri Hanefilik mezhebine göre
geçersizdir. Kitlelerin önüne “Ya Sunni olursun, Hanefi mezhebine uyarsın,
ya da Şii, Alevi gibi sapık bir mezhepten olursun” şeklinde klişe laf ve korkutmalarla;
“mezhepçilik” adeta bir milliyetçilik, ırkçılık şekline dönüştü-
rülüp sunulmuştur. Sunni olmamak adeta kafir olmakla eşdeğer gösterilmiş,
bu fikrin her alternatifi de sapık ilan edilmiştir. Şiilik ve Alevilik’te de durum
farklı değildir. Onlar da aynı şekilde ırkçılığa dönüştürülmüş mezhep
taassuplarıyla Sunniliğe aynı şekilde yaklaşmaktadırlar. Bu kitlelerin görmezlikten
geldiği ve halkın bilmesi gereken alternatif; Kuran’ın, dinin tek
kaynağı olarak ele alınıp, tüm bu mezheplerin inkar edilmesi ve dinin yalnız
Kuran’a dayandırılarak anlaşılması ve yaşanmasıdır.
Mezheplerin kurucuları, Kuran’ı ve hadisleri kendilerine göre yorumlayıp,
diledikleri hadisleri veya ayetleri seçtikleri, dinin serbest bıraktığı konularda
rey ve içtihad adıyla hüküm oluşturdukları için aslında, adeta Kuran’ın
da hadislerin de üzerinde bir yetkiyle hareket ettiler.
Bu yetkiyi kullanışlarından, bizim gibi sadece Kuran’ı yeterli görenler
değil, mezhep imamlarından sonra yaşayan ve bizim her fırsatta eleştirdi-
ğimiz hadis imamları bile rahatsız olup, mezhep kurucularına çok şiddetli
eleştiriler getirdiler. Eleştirilerin odaklandığı en önemli noktalardan biri mezhepçilerin
kendi görüşlerini -reylerini- kimi konularda hadisin önünde tutmalarıydı.
Hatta bazı hadisçiler, “ehli rey fakihleri” diye çağırdıkları mezhepçileri;
kendi reylerine uygun hadisler uydurmakla eleştirdiler. En meşhur
hadisçi Buhari’nin, en büyük mezhebin kurucusu Hanefi’yi eleştirmesi ve
“güvenilmez” ilan etmesi hadisçilerin bile bazı mezhepçileri beğenmedi-
ğinin en dikkat çekici örneğidir. Sonuç olarak bugün “İslam” olarak sunulan
Kuran’ın anlattığı İslam olmadığı gibi aslında uydurmalar ile dolu hadisler
bile değildir. Bugün uyulan “İslam”, mezhep imamlarının kurduğu
ve kendi kafalarına göre tüm bu kaynakları değerlendirdikleri “İslam”dır.
Mezheplerin kurulduğu dönemde ne Buhari, ne de Müslim hadis kitaplarını 
163
MEZHEPLER
yazmışlardı. Hadisler sahih, zayıf ve hasen şeklinde ayırımlara da mezhepler
oluşturulduğu zaman tabi değillerdi. Yani mezhepler, birçok uydurmayla
dolu olan, fakat en doğru hadis çalışmaları olduğu iddia edilen kütübü sitte
(altı meşhur hadis kitabı) ortada yokken oluşturuldu. Kısaca söylemek gerekirse,
mezheplerin izahlarında uydurmaların yüzdesi, birçok hadis kitabı-
nın çok çok üstündedir. Oysa ne yazık ki halkın önemli bir kesimi tüm bunlardan
habersiz, kendi mezheplerini İslam’a eşit saymakta ve bu yapıların
Kuran’la çelişkilerinden habersiz bulunmaktadırlar. Kuran’da dinimiz açıklanmış
ve birçok husus açıklanmayarak serbest bırakılmıştır. Mezheplerse
dinin serbest bıraktığı her detayı, haşa açıklanması unutulmuş gibi açıklayıp;
dini birçok durumla, hatta insanın yaratılışıyla çelişir hale getirmişlerdir.
HARİCİLERE GÖRE KADIN
Birazdan göreceğimiz tablolar, Kuran dışındaki konularda mezheplerin
nasıl kendi aralarında çeliştiklerini göstermektedir. İslam’ın Kuran dışı kaynaklarından
biri olarak “icma” gösterilmektedir. “İcma”, Ehli Sünnet yakla-
şımı savunanlarca, tüm “alimler”in bir konudaki ittifakı (ortak görüşü) olarak
açıklanır. Oysa aşağıdaki tablo, Kuran’da geçmeyen hususlarda, ittifakın
(icmanın) olmadığının bir delilidir. Ehli Sünnet’in kendi içindeki mezheplerde
“icma”nın bazı konularda varlığı doğru olsa da, İslam tarihini baz alırsak,
Kuran’da geçmeyen ama “icma” edilmiş hiçbir konu kalmaz. Kuran’a
hangi konuda ilave yapılmaya veya Kuran’a aykırı bir izah getirilmeye kalkışılmışsa,
tarih içinde o izaha muhalefet olmuştur. Örneğin hayızlı kadı-
nın namaz kılamayacağında, kadının devlet başkanı olamayacağında, zina
yapan evlilerin taşlanarak öldürülmesinde Ehli Sünnet’in tüm mezhepleri
görüş birliğindedir (icma halindedir). Fakat bu Ehli Sünnet’in kendi içindeki
görüş birliğidir. Örneğin Hariciler, hayızlı kadının namaz kılması gerektiğini,
kadının devlet başkanı olabileceğini, zina etmenin cezasının taş-
lanarak öldürülmek olmadığını; İslam’ın ilk asrında söylemişlerdir. Bu
da bize, Kuran’da geçmeyen hususların; nasıl güvenilmez, çelişkili oldu-
ğunu ve dolayısıyla Kuran’ın tek ve güvenilir kaynak olduğunu -bir de bu 
164
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
açıdan- göstermektedir. Sırf Kuran’dan dini anlamak yöntem olarak benimsenmediği
sürece, “din” adına birbirinden farklı mezheplerin ortaya çıkması
kaçınılmaz sonuç olmaktadır. Bu mezheplerin görüşleri, helalleri, haramları
farklı olduğu için bunların Kuran’ın anlattığı İslam’a karşı çıkışları bir
birlik oluşturamaz. Çünkü her biri Kuran’dan sapmışlık konusunda bir olsa
da, vardıkları sonuçlar açısından farklı oldukları için kendi aralarında birlik
sayılamazlar. Bu yüzden, her ne kadar bazıları “Sunnilik” gibi başlıklarla
bu mezhepleri bir potada gösterme çabasındasalar da birazdan sunacağımız
tablolardan göreceğiniz gibi herbiri birçok hususta birbirinden farklıdır. Bu
yüzden bu mezheplerin arasındaki birlik ancak hayali bir birliktir, yutturmacadır,
her birinin helali de haramı da apayrıdır.
MEZHEP İMAMININ RÜYADA ALLAH’I GÖRDÜĞÜ
UYDURMASI
Halkı mezheplerin gerekliliğine inandırmak isteyenler, kendi mezhep
imamlarını öven, diğer mezhep imamlarını yeren hadisler uydurmuşlardır.
Bu arada mezhep kurucularının ne kadar bilgili, ne kadar dinine bağlı
olduğu şeklindeki hikayeler de mezhep taklitçilerini mezheplerine bağlı kılmak
için anlatılır. Bizim gördüğümüz en insafsız uydurmalardan biri ise Ebu
Hanife’nin rüyasında 100 defa Allah’ı gördüğünü söyleyen uydurmadır. Ne
yazık ki mezheplere halkı bağlayacağız diye kantarın topuzu bu kadar kaç-
mıştır. Mezhep kurucularıyla ilgili bu tip uydurmaların hepsinin gerçekten
kendi izahları mı, yoksa sonradan talebeleri ve mezhep bağlıları tarafından
mı uydurulduğunun tam olarak tespit edilmesi mümkün değildir. Ama her
durumda ortaya çıkan tablonun korkunçluğu ve Kuran’ın yeterliliği açıktır.
Biz, günümüzde Hanefi mezhebi adına kabul edilenlerin Ebu Hanife ile
de alakası olmadığı kanaatindeyiz. Ebu Hanife’ye tarihte “ehli rey” denmiş-
tir. Bu, Ebu Hanife’nin Kuran’da bulmadığı bir hususu kendi yorumu ile halletmeye
çalışması sebebiyledir. Hadisi kaale almayan bir tutum olarak de-
ğerlendirilen bu davranış tarzına tüm “ehli hadis”, özellikle Şafi ve sonraları
Buhari aşırı tepki göstermiştir. Oysa günümüzde anlatılan Hanefi mezhebi 
165
MEZHEPLER
komple hadisçi bir mezheptir. Hanefi mezhebinin her izahı bir hadise dayandırılmak
istenmektedir. Oysa tarihsel kayıtlara göre Ebu Hanife’nin öldü-
rülme sebebi kendisinin “reyci” özelliğine bağlanır. Bugünkü Hanefi mezhebini
bize, Ebu Hanife’yi öldüren iktidarın yönetimi altında aktardılar. Öyle
ki Hanefi mezhebinin Ebu Hanife’den sonra iki numaralı kişisi kabul edilen
Ebu Yusuf (3. bölümde gördüğümüz, kabak sevmem diyeni öldürmeye
kalkan kişi), Ebu Hanife’yi öldüren iktidarın resmi fetva makamı olmuştur.
Ebu Yusuf’u dini konularda otorite olarak ön plana çıkartan iktidarın mensupları,
aynı zamanda hocasını öldürenlerken, bu iktidarın döneminde görüş-
lerini oluşturanın görüşleri ideolojik, çarpık ve saptırılmış olmadan kalabilir
mi? Ebu Hanife’nin “reyci” tanıtılıp, bugünkü Hanefi mezhebinin “hadisçi”
olması; bugünkü “Hanefi” mezhebininin Ebu Hanife’nin görüşlerinden de
saptırıldığının önemli bir delilidir. Diğer önemli bir husus, mezhep bağlılarının
kendi görüşlerini doğru çıkarmak için mezhepsel görüşleri doğrultusunda
hadis uydurmuş olmalarıdır. Hadis kitaplarının birçoğu, mezhepler
kurulduktan sonra yazılmıştır. Bu yüzden mezhep görüşlerini doğru çıkartmak
için hadis uyduranların hadisleri, “reyci” görüşlerin nasıl “hadisçi” gö-
rüşe dönüştüklerini açıklamaktadır. Ebu Hanife’nin görüşleri her ne olursa
olsun, kitabımız boyunca eleştirdiğimiz, “Hanefilik” mezhebi diye anlaşı-
lan, anlatılan ve uygulanandır. Aktarımlarda, Ebu Hanife’ye de iftiralar edilmiş
olma olasılığını hatırlatmamız yerinde olacaktır.
UYDURULAN DİNİN TEMELLERİNİ ŞAFİ ATTI
İyi bir araştırma yapılırsa, bugünkü Ehli Sünnet fikirlerin ve hadisçi dini
yapının temelinin, ilk olarak Şafi mezhebinin kurucusu İmamı Şafi tarafından
atıldığı anlaşılır. Şafi’den sonra açık bir Kurani hükmün bulunduğu bazı
durumlar hariç, fıkhi bir fikri bir veya birden fazla hadise dayandırmak mecburi
hale geldi (W. Montgomery Watt, İslam Nedir?). Aynı yargıyı İlhami
Güler şöyle açıklamaktadır: “Bu arada İslam dini düşünce tarihinde, kütübü
sitte ve özellikle Sahihi Buhari’nin neredeyse Kuran’a denk epistemolojik
öneminin temelinde, Şafi’nin sünneti, gayri metluv vahye indirgemesinin 
166
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
büyük payı olduğunu unutmamak gerekir. Şafi’ye kadar birçok alim tarafından
çeşitli şekillerde değerlendirilen ve sözlü akla tabi olan hadis kültürü,
Şafi’den sonra yazım aşamasına ulaşarak bir nevi dogmalaşmaya ve önem
itibariyle Kuran’a yaklaşmaya başladı” (I. Kuran Sempozyumu; Arkoun
Tarihiyyetu’l-Fikri’l-Arabi). Bugünkü sünnet anlayışının temelinin İmam
Şafi ile atıldığını, Osman Taştan şöyle anlatır: “Şafi’nin çıkışı bu durumu
değiştirdi. Şafi, Peygamber’in sünnetini toplumun sünnetinden ayırdı ve onu
hukuki açıdan Kuran’ın seviyesine çıkardı. İdealde bu, Hz. Muhammed’in
Peygamberliğine maksimum düzeyde bir saygı duymak ve aynı zamanda
hizmet etmekti. Gerçekte ise bu tavır, Hz. Peygamber ile onun toplumunun
arasına kapatılması güç olan bir mesafe koymaktı. Böylece sünnet, vahiy
potası içerisinde Kuran’la birleştirilmişti. Artık yapılacak olan şey, sahabi
sözlerini de sünnetle birleştirip vahyin kapsamına dolaylı olarak dahil etmekti...
Sonuçta bu tür teorik gelişmeler aslında Kuran’a mahsus olan vahyi
önce Sünnet’e sonra da sahabi sözlerine teşmil etmişti. Bir diğer ifadeyle bu
durum, kutsallığı ilahi kelam olan Kuran’dan beşeri kelam olan sahabi sözlerine
kadar yaymaktı” (I. Kuran Sempozyumu).
Mezhepler tarihine bu kitapta geniş yer ayırmak istemedik. Bunun yerine
mezheplerin vardıkları sonuçlara ve bu sonuçların Kuran’la çelişkilerine
detaylı bir şekilde yer verdik. Mezhepler tarihini inceleyenler, Şafi’nin
Hanefi mezhebine saldırılarını; Maliki, Hanbeli, Şafi mezheplerinin Ehli
Sünnet adlı bir mezhebin dört ayrı kolu değil fakat her birinin apayrı birer
mezhep olduklarını anlar. Birazdan göreceğiniz tablolardaki 70 örnek de
mezheplerin farklılığını göstermektedir. Aslında apayrı olan bu mezhepler,
ilerleyen asırlarda siyasi otoritenin rolüyle ve siyasi otoritenin Nizamiye
Medresesi’nin Rektörü Gazali gibi etkili kişilerin de katkılarıyla, tek
bir mezhepmiş gibi gösterilmeye çalışılmışlardır. “Ehli Sünnet” veya “Sunilik”
adı altında dört apayrı mezhep toplanmıştır. Ayrı olduklarına inanmayan,
aşağıdaki tabloları incelesin. Tablolardaki 70 örneğimiz az gelirse,
bu dört mezhebin hükümlerini karşılaştırmak için “Dört Mezhebin Fıkıh
Kitabı” gibi kitapları okuyanlar; tek ad altında toplanmaya çalışılan bu 
167
MEZHEPLER
mezheplerin, apayrı hükümleriyle birbirlerinden ne kadar ayrı olduklarını
göreceklerdir. Allah bize tek bir din indirmişken, kendi aralarında binlerce
çelişkiyi taşıyan mezheplerin dinle eşitlenmesi mümkün mü? Allah’ın apa-
çık, çelişkisiz, korunmuş kitabı yerine; mantıksızlıkları barındıran, çeliş-
kili, tahrif edilmiş ve insan yapısı olan mezhepleri “din” diye kabul etmek
hiç doğru olabilir mi? Bu dört mezhebin ortak noktaları; Kuran’la yetinmemek
ve dini fırkalara bölmektir.
Hep birlikte Allah’ın ipine sarılın, fırkalara bölünüp ayrılmayın.
3-Ali İmran Suresi 103
HÂLÂ ATALARINIZIN MEZHEBİNE Mİ İNANIYORSUNUZ?
Mezheplerin kendi aralarında nasıl çeliştiklerini aşağıdaki tablolardan
görelim ve Allah’ın tek dininin mezhepler aracılığıyla nasıl farklı dinlere
dönüştürüldüğünü anlayalım. Bu tablolarda ayrıca mezheplerin kendi içlerindeki
çelişkilerine yer vermiyoruz. Örneğin Hanefi mezhebinin ilk kurucusu
Ebu Hanife ile onun talebeleri Ebu Yusuf ve Muhammed’in farklı gö-
rüşleri olduğu da kabul edilir ve bunlarda da çelişki çoktur. Bu tablolarda,
sadece Sunni dört mezhebin bazı çelişkileri vardır. Şiilikle Sunniliğin ayrı-
lıkları da ayrı bir kitap yazdıracak kadardır. Bu tablolar çelişkilerin ancak
az bir kısmını göstermektedir. Mezheplerin tüm çelişkilerini anlatmaya bu
kitabın hacmi çok dar gelir. Allah’ın, Kuran dışında herhangi bir kaynaktan
dinimizi öğrenmemizi istememiş olması sayesinde bu kargaşanın, bu çeliş-
kilerin içinde boğulmuyoruz.
Siz eğer hâlâ atalarınızdan miras aldığınız mezheplere, sırf atalarınız
bunlara iman ettiği için inanıyorsanız, lütfen sunacağımız 70 örneği inceleyip
mezhebinizi iyice öğrenin. Öğrendikten sonra; tüm bu çelişkiler gibi
sebepler yüzünden mezhebinizi bir kenara atıp, ister Kuran’la yetinin, ister
bu tabloları uygulayıp bu farkları “rahmet” diye niteleyin. Uyarı bizim; se-
çim ve sorumluluk sizin.
168 
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Mezheplerin Çelişkilerine 70 Örnekli Tablo
Konular Hanefi Maliki Şafii Hanbeli
Mezheplerin Çelişkilerine 70 Örnekli Tablo ile ilgili görsel sonucu
169 
MEZHEPLER
Konular Hanefi Maliki Şafii Hanbeli

MEZHEPLER

Konular Hanefi Maliki Şafii Hanbeli
20 Namazda “ah” ve “of” demek 
namazı bozar mı? 

Evet Hayır Evet Evet
21 Abdestin farzları kaçtır? 4 7 6 7
22 
Abdesti belli bir sıra ile almak farz 
mıdır? 

Hayır Hayır Evet Evet
23 Abdesti ara vermeksizin almak farz
mıdır? Hayır Evet Hayır Evet
24 Abdestin sünnetlerinin sayısı kaçtır? 18 8 30 20
25 Misvak kullanmak sünnet midir? Evet Hayır Evet Evet
26 Abdestte ellerin, yüzün ve kolların üçer
kere yıkanması sünnet midir? Evet Hayır Evet Evet
27 Abdestte kulaklar kaç defa mesh
edilmelidir? 1 1 3 1
28 Abdesti bozan şeylerin sayısı kaçtır? 12 3 5 8
29 Cinsel organına dokunmak abdesti
bozar mı? Hayır Evet Evet Evet
30 Namazda kahkaha ile gülmek
abdesti bozar mı? Evet Hayır Hayır Hayır
31 Deve eti yemek ve cenazeyi
yıkamak abdesti bozar mı? Hayır Hayır Hayır Evet
32 Abdest şüphe ile bozulur mu? Hayır Hayır Hayır Evet
33 Kan akması abdesti bozar mı? Evet Hayır Hayır Hayır
34 Delikli meshin üzerinden mesh
etmek caiz midir? Evet Evet Hayır Hayır
35 Gusül abdesti almayı gerektiren 
sebeplerin sayısı kaçtır? 
7 4 5 6
36 Gusül abdestinin farzları kaç 
tanedir? 

11 5 3 - 

37
Umursamazlıktan veya tembellikten 
dolayı namaz kılmayanın 

hükmü nedir?
Hapsedilir, 
kanatılana kadar dövülür, öldürülür

Tevbev etmezse öldürülür
Üç gün içinde tevbe etmezse öldürülür
Üç gün içinde tevbe etmezse öldürülür
170
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Konular Hanefi Maliki Şafii Hanbeli
38 Ezanın sözleri peşpeşe okunmasa da geçerli olur mu? 
Evet Evet Hayır Hayır
39 Namazı bitirirken selam vermenin farz olduğu miktar nedir?  
Farz değildir
1 tarafa vermek farzdır
1 tarafa vermek farzdır
2 tarafa vermek farzdır
40 Erkeğin avret yeri neresidir? 
Göbeği ile diz kapağı arası 
Ön ve arka uzuvları 
Göbeği ile diz kapağı arası
Göbeği ile diz kapağı arası
41 Ölüyü yıkarken ağzına ve burnuna su
vermek gerekir mi? 
Hayır Evet Evet Hayır
42 Cenaze namazı, namaz kılmanın yasak olduğu kaç vakitte kılınmaz?
3
Her vakitte kılınabilir
3
43 Ölü, gömülmek için öldüğü yerden başka bir yere nakledilebilir mi?
Evet Evet Hayır Hayır
44 Ramazan orucu için hergün ayrı ayrı niyet etmek şart mıdır? 
Evet Hayır Evet Evet
45 Kan aldırmak orucu bozar mı? 
Hayır Hayır Hayır Evet
46 Erkek ve kadının ziynet eşyalarından zekat vermeleri farz mıdır?
Evet Hayır Hayır Hayır
47 Kâğıt paradan zekat vermek farz mıdır? 
Evet Evet Evet Hayır
49 Topraktan çıkan her şey için zekat vermek farz mıdır? 
Evet Hayır Hayır Hayır
50 Balın zekatını vermek farz mıdır? 
Evet Hayır Hayır Evet
51 Kiralanan veya emanet alınıp ekilen toprağın zekatını vermek farz mıdır? 
Hayır Evet Evet Evet
52 Zeytinin zekatını vermek gerekli midir? 
Evet Evet Hayır Evet
171
MEZHEPLER Konular Hanefi Maliki Şafii Hanbeli
53 Yem ile beslenen ve çalıştırılan hayvanlardan zekat vermek farz mıdır? 
Hayır Evet Hayır Hayır
54 Koyun ile keçi kaç yaşlarında olursa zekatı farzdır?
Koyun 1
Keçi 1
Koyun 1
Keçi 1
Koyun1
Keçi 2
Koyun1/2
Keçi 2
55 Kadın yanında kocası olmadan hacca gidebilir mi? Hayır Evet Evet Hayır
56 Acizlik veya zaruret yüzünden hacca gidemeyen kişinin kendi yerine başkasını göndermesi caiz midir?
Evet Hayır Evet Evet
57 Haccın şartı kaç tanedir? 2 4 5 4
58 Şeytan taşlarken atılan taşın cemreye
düşmemesi caiz midir? Evet Hayır Hayır Hayır
59
İpeğin üzerine oturmak, yaslanmak,
yastık olarak kullanmak, duvar örtüsü
yapmak haram mıdır?
Hayır Evet Evet Evet
60 Erkek çocuğa ipek giydirmek caiz,
midir? Hayır Hayır Evet Evet
61 Gümüş ile süslenmiş kaptan su içmek
ya da abdest almak caiz midir? Evet Hayır Hayır Hayır
62 Sakalı kesmek haram mıdır? Evet Evet Hayır Evet
63 Tavla oynamak haram mıdır? Hayır Evet Evet Evet
64 Satranç oynamak haram mıdır? Evet Evet Hayır Evet
65 Cinsi tecavüzde bulunulan hayvanınhükmü nedir?
Öldürülür,eti yenmez
 Öldürülmez, eti yenebilir
Öldürülmez, eti yenebilir
Öldürül­mesi gerekir
66 Şarap ve diğer sarhoş edici maddelerin
içilmesinin cezası kaç değnektir? 80 80 40 80
67 Dinden döndüğü için öldürülen birkişinin malı mirasçılarına verilebilir mi? 
Evet Hayır Hayır Hayır
68 Dinden dönen kadın öldürülür mü? 
Hayır Evet Evet Evet
69 Bir kadının hakimlik yapması caiz midir? 
Evet Hayır Hayır Hayır
70 Köpek necis bir hayvan mıdır? 
Hayır Hayır Evet Evet

15. BÖLÜM


•••


TARİKATLAR

Kuran’ın anlattığı din ile uydurulan dini ayırt ederken mutlaka değinilmesi
gereken bir diğer önemli konu da tarikatlardır. Yüzlerce tarikat olmasına
ve bunların, Kuran’ın anlattığı İslam’dan sapışları farklı noktalarda olmasına
rağmen çalışmamızın hedeflenen boyutunu dikkate alarak sadece
şeyhlerin aşırı yüceltilmesi ve tartışılmaz kabul edilmesi gibi, birçoğunda
ortak ve temel olan noktalara değinmekle yetineceğiz.
TEKKELERİN DEJENERASYONU
Peygamberimiz’in tek mürşit olduğu, dini konularda tartışılmaz tek otorite
olduğu dönemde İslam’ın tek kurumu cami idi. İbadetler, eğitim ve hizmet
tüm yeryüzüne yayılan bir faaliyetti, kurum olarak ise bu faaliyetlerin
merkezi camiydi. Peygamber’in sağlığında, hatta dört halife döneminde
cami dışında tekke, dergah, zaviye gibi başka kurumların oluşturulmadığı;
bu tekke ve dergahların üyeleri tarafından bile kabul edilir. İlk tekkenin
hicri 150 -miladi 760- yılları civarında Şam yakınlarında kurulduğu kabul
edilir. Fakat tekkelerin yayılması yüzlerce yıl sonraya rast gelecektir. Pek
çok tekkenin ilimler akademisi, askeri hizmet, hatta hastaların tedavisi gibi
birçok güzel hizmette kullanıldığı; Müslümanlar’ın Allah sevgisinin geliş-
mesi ve iyi ahlaklı kâmil Müslümanlar olmaları için önemli katkılarının bulunduğu
da bir gerçektir. Fakat bu geleneğin içinden gelen önemli bir isim 
173
TARİKATLAR
olan Kuşadalı İbrahim’in deyimiyle; gün gelip de kimi tekkelerin “kerhaneye
ve meyhaneye dönüştüğü”, Kuran’ın emir ve yasaklarıyla alakası olmayan
binlerce tören ve uygulamanın din adına bu tekkelerde gerçekleştirildiği
de ayrı bir gerçektir. Tüm bu olumsuzlukları tespit eden Kuşadalı,
yanan tekkesinin yerine yenisini yaptırmamış ve asırlarca yaşayan tekkelerin
kapanması gerektiğini ve tüm yeryüzünün adeta bir tekke gibi kullanı-
lıp, Peygamberimiz zamanındaki gibi cami dışında bir dini kurumun bırakılmamasını,
Kuran dışındaki virdlerin ve tarikatların özel dualarının yerini
Kuran’a ve Kuran’da geçen dualara bırakmasını savunmuştur.
Tekkelerin ortaya çıkışı hicri 150’ler olarak kabul edilse de, bugünkü
manasıyla bildiğimiz tarikatların kurumsal yapılar olarak ortaya çıkışı hicri
600’ler civarındadır. Kurumsal karaktere sahip olduğu kabul edilen ilk tarikat
Kadiriliktir, kurucusu Abdülkadir Geylani, hicri 562’de vefat etmiştir.
Diğer birkaç örnek şöyledir: Rifailik, Ahmed er Rifai, vefatı hicri 578; Bektaşiye,
Hacı Bektaş Veli, vefatı hicri 669; Mevleviyye, Mevlana Celaleddin
Rumi, vefatı hicri 672; Halvetiyye, Ekmelüddin el Haveti, vefatı hicri 750;
Nakşibendiyye, Bahauddin Nakşibend, vefatı hicri 791.
ŞEYTAN ACABA KİMİN MÜRŞİDİ?
“Tarik” Arapça “yol” manasına gelmektedir. Bu kelimeden türetilen
“tarikat” ise “yol, yöntem, usul, tarz” manalarına gelir. “Tarikatlar, Allah’a
gitmek için bir yoldur, bir mecburiyet değildir” şeklinde yumuşak izahlarla
tarikat bağlılığını tarif eden tarikatçılar vardır. Fakat birçok tarikat bağlısı
“Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır” şeklindeki uydurma hadisten hareketle;
tarikata girmeyi, tarikatın şeyhini mürşit kabul etmeyi dini bir vecibe
ve kurtuluşun bir şartı gibi sunmaktadır. Sormak lazım; yüzlerce yıl tarikatların
yokluğunda, Müslümanlar eksik Müslümanlar olarak mı yaşadılar?
Tarikat şeyhlerinin yaygın olmadığı bu dönemde Müslümanlar’ın mürşidi
şeytan mıydı? Kuran’ın izahları bu yıllara kadar Müslümanlar’ın manevi gelişimine
rehberlik etmekte yetersiz mi kaldı ki tarikatlara ihtiyaç duyuldu?
Kuran’a göre Kuran din adına her şeyi açıklamaktadır. Peygamber’imiz ise 
174
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Kuran’ın uymamız konusunda kefil olduğu tek insandır. Oysa tarikatların
ürettiği birçok şeyh tartışılmaz kişi ilan edilmiş, bu şeyhlerin etrafındakiler
kurtulanlar, diğer kimseler cehennemlik olarak sınıflandırılmış, bu şahıslara
uymak dinin en önemli şartı gibi kabul ettirilmeye çalışılmıştır. Bu tarikatların
birçok liderinin “Mehdi” veya “İsa” ilan edilmesi, sadece geç-
mişteki tarikatların değil, günümüzdeki birçok tarikatın da bir gerçeğidir.
(Mehdi ve İsa’nın gelişi ile ilgili inançlar için 20. bölümü okuyunuz.) Her
şehirde, kasabada veya mahallede bahsettiğimiz tiplere rastlayabiliriz. Bunların
çoğu sahip olduğu gücü istismar eden; insanların hem ruh dünyasını,
hem de kesesini zarara uğratan kişilerdir. Bu tavırlarıyla, bunların önemli
bir kısmı, Kuran’ın eleştirdiği Musevi ve Hıristiyan din adamlarının dinimizdeki
karşılığıdır.
Ey iman sahipleri! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu halkın
mallarını uydurma yollarla yerler ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar.
9-Tevbe Suresi 34
ŞEYHE KÖRÜ KÖRÜNE İTAAT
Tarikatların en önemli kurallarından biri; müridin kendisini şeyhine, “ölü-
nün kendini ölü yıkayıcısına bıraktığı gibi” teslim etmesidir. Kuran’ın aklı-
mızı çalıştırmayı emretmesine rağmen tarikatlarda körü körüne itaat esastır.
Tarikat üyelerine, akıllarını bir kenara bırakıp şeyhlerine tabi olmaları,
bu yolda akılla gidilemeyeceği anlatılır. Bu prensibi kabul edip şeyhe tabi
olan kişiye, şeyhin Mehdiliğinin veya İsalığının inandırılması, şeyhin dünyadaki
en üstün insan olduğunun iknası, kişinin maddi açıdan sömürülmesi,
dine yapılan ilave ve eksiltmelerin yutturulması gayet kolay olmaktadır. Üstelik
kişi, aklı kenara bırakma prensibini kabul ettikten sonra, üniversite bitiren
okumuş müritle; cahil, okuma yazma bilmeyen mürit aynı mertebeye
gelmektedir. Bu yüzden tarikatlardaki okumuş kişilerin tavrı bizi şaşırtmamalıdır.
Çünkü bu kişiler, tarikatların yapısı gereği aklını kenara bırakmış
ve şeyhe teslim olmuşlardır. Bu tavrın neticesi ise cahil ile okumuşun, bilen
ile bilmeyenin farkının kalmamasıdır. Araştırma yerine yutturma, düşünme 
175
TARİKATLAR
yerine taklit esas olunca; tarikattaki herkesin inancı, hayata bakış açısı ve dini
değerlendirişi tamamen şeyhiyle aynı olmaktadır. Hatta birçok zaman “aklı
bırakma prensibi” kabul ettirildiği için şeyhten çok daha bilgili ve kültürlü
bir kişi bile “Ben bilmem, şeyhim bilir. Şeyhim diyorsa vardır bir hikmeti”
gibi izahlarla, şeyhin en saçma izahlarını bile yutmaktadır. Yakın zamanlardan
trajikomik birkaç izaha yüzlerce tarikat bağlısının sırf şeyhleri dedi
diye nasıl inandıklarını örnek verebiliriz: Birinci şeyhin Amerika’ya kızıp
nasıl uzay mekiğini düşürdüğünü, şeyhin müritleri büyük bir gururla anlatıyorlardı.
İkinci şeyhin ise Kıbrıs’ta duyulan ve başta nedeni çözülemeyen
gürültüyü ejderha ilan etmesini en okumuş müritleri bile hemen kabul etmişlerdi.
Üçüncü şeyh ise “nefislerinizi terbiye edeceğim” diyerek, müritlerine
cinsel organını öptürüyordu. Elbetteki samimi Müslüman olan, kendi
bağlılarına İslam’ın güzelliklerini anlatmak için çaba sarfeden ve bulunduğu
konumu istismar etmeyen tarikat şeyhleri olmuştur/vardır. Fakat buradaki
asıl sorunun körü körüne itaati getiren sistem olduğunu görmek ve bahsedilen
sorunların, şeyhi değiştirmekle değil, sistemi değiştirmekle çözülebileceğini
görebilmek önemlidir.
Tarikatların yapısını ve şeyhe bağlılığın felsefesini bilmeyenlerin, eğitimli
ve kültürlü müritlerin bile bu saçmalıklara inanmasını anlamaları oldukça
zordur. Fakat eğer tarikata girenlerin, baştan akıllarını kenara bırakıp,
önemli bir kısmı psikolojik sorunlu şeyhlere tabi oldukları ve düşünme yerine
taklidi ön plana aldıkları anlaşılırsa, bu tutumların nedeni de anlaşılabilir.
Tarikatlara girenlere verilen tarikat terbiyesini anlamak için bir tarikatın
müride, uyulmasının zorunlu olduğu yedi madde diye verdiği listeyi görelim:
1-) Mürşidine (şeyhine) tam teslim olmak ve hiç kimseyi mürşidinden
üstün bilmemek.
2-) Zeki ve idrak kabiliyeti yüksek olmak.
3-) Şeyhinin hizmetinde hareketli ve atılgan olmak.
4-) Sözünde sadık ve güvenilir olmak.
5-) Malını ve mülkünü şeyhinin hizmetine vermek.
6-) Mürşidin (şeyhin) ve tarikatın sırlarını gizli tutmak.
7-) Canını şeyhi yolunda vermeye her an hazır olmak.
176
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
SÖMÜRÜLEN MÜRİTLER
Tarikat mantığını düşündüğümüzde, ikinci maddeyi anlamakta zorluk
olabilir. Hep aklı kenara bırakıp, şeyhe tabi olunmasını isteyen tarikatlar, neden
acaba müritlerinden zeka ve idrak kabiliyetine sahip olmalarını istiyorlar?
Herhalde burada beşinci maddede belirtilen mal ve mülkün daha çok
elde edilmesi için kullanılacak zeka kastediliyor olsa gerek. Ne de olsa mü-
rit ne kadar kazanırsa, o kadar faydalı olabilir!
Muhammed İkbal bu manzaraya “şeyhperestlik” manasına gelen “pirizm”
adını takmıştır. Bununla “Allah ne istiyor? Kuran’da ne geçiyor?” mantığı
yerine “Şeyh efendi nasıl buyurdu? Bizim tarikatımızda nasıl açıklandı”yı
geçiren zihniyete dikkat çekmektedir. İkbal’in diğer bir izahı ise şöyledir:
“Tekkelerde benliği yaratmak ve yetiştirmek imkanı kalmamıştır. Bu rutubetli
alev, kıvılcım saçmaz.”
Muhakkak ki her tarikat ve her şeyh bir değildir. Bizim asıl karşı oldu-
ğumuz tarikatlardaki genel zihniyettir. Kuran’da, bilmediğimiz bir şeyin ardınca
gitmememiz, çünkü bundan sorumlu tutulacağımız ifade edilir (17-
İsra Suresi 36). Oysa en düzgün tarikatta bile kişiler şeyhlerine tabi olurlar
ve tarikatların akıbeti şeyhin kişiliğine, insafına kalır. İnsanlar bilginin de-
ğil, taklidin uygulayıcıları olurlar. Yöntem, aklı bir kenara bırakmak olunca,
saydığımız en kötü örneklerin ortaya çıkışı hiç de sürpriz değildir.
TARİKATLARDAKİ MASALLAR
“Şeyhe kayıtsız şartsız itaat” tarikatın en önemli şartı olduğundan, bunun
sağlanması için müritlere hikâyeler anlatılır. Örneğin; “Bir şeyh bir mü-
ridine ‘Git babanın kafasını kopar bana getir’ der. Mürit de görünürde çok
garip olan bu isteği şeyhine olan güveninden dolayı ‘Bir hikmeti vardır’ diyerek
yerine getirir. Bir de bakar ki annesiyle yatarken kopardığı baş babasının
değil. Annesiyle zina yapan başka birine ait. Şeyh uzaktan, kerameti
sonucu bu olayı görüyor ve müridini denemek için hikmetini açıklamadan
böyle bir emir veriyor.” Bu örnek hikâyeyle görüldüğü gibi şeyh, müride
haramı emretse bile onun emrine itaat edilmesi, çünkü bunun muhakkak 
177
TARİKATLAR
bir hikmeti olacağı telkin edilir. Oysa bir Müslüman’ın böyle bir şey iddia
eden kişiye “Ben böyle bir haramı niye işleyeyim? Allah cana kıymayı haram
etmişken benden böyle bir şeyi nasıl istersin?” demesi gerekir. Oysa tarikatlarda,
şeyhe bu şekilde karşı çıkışlar; normal olmanın değil, imanı zayıf
bir kimse olmanın belirtisi sayılır. Hikâyelerle müridi şeyhin robotu yapma,
tarikatlarda çok sık kullanılan bir yöntem olduğu için meşhur bir hikayeyi
daha örnek verelim: “Bir gün Hacı Bayram Veli’nin çok müridi olmasından
rahatsız olan devrin yöneticileri Hacı Bayram’a gelip bu rahatsızlıklarını,
müritlerinin çokluğunu hatırlatıp dile getirmişler. Hacı Bayram da
‘Rahatsız olmayın, benim sadece bir buçuk müridim var’ demiş. Gelenlere
bunu ispat için içeride bir koyun kesen Hacı Bayram, kanını da dışarı akıtmış.
Müritlerini ise dışarıda toplamış ve tüm müritlerini kesmesi gerekti-
ğini ve sırayla gelmelerini söylemiş. Bir kadın ve bir erkek dışında herkes
kaçmış. Erkek bir, kadın yarım sayıldığı için gerçek müritler işte bu bir bu-
çukmuş…” Özetlediğimiz bu kıssa anlatılıp, müritlerden bu “gerçek müritler”
gibi olup, şeyhleri öldürecek olsa bile kendilerini teslim etmeleri gerektiği
öğretilir. Aklı bir kenara bırakan, şeyhi haram olan bir şeyi istese bile
“vardır bir hikmeti” deyip boyun eğmesi gereken kişiler olarak yetiştirilen
müritler, artık şeyhleri nasıl Müslüman olmalarını isterse öyle Müslüman
olabilmektedirler. Bu tip durumlar sonucunda şeyhler “Rab edinilerek”, Hı-
ristiyanlık ve Musevilik’teki sapmaların bir benzeri daha İslam’a inandığını
söyleyen kişiler tarafından gerçekleştirilmektedir:
Allah’ın yanında hahamlarını ve ruhbanlarını da Rabler edindiler.
9- Tevbe Suresi 31
Kuran yerine şeyhe tabi olanlar, Kuran’ı ancak ölülerin arkasından üstelik
bilmedikleri bir dilde okuyanlar, Kuran’ın manası yerine melodisine
önem verenler, ne yazık ki bu ayetlerdeki uyarıyı anlamamakta, Kuran’ı
rehber kitap olarak değil, ölülerin arkasından okunan bir okuma kitabı olarak
görmektedirler.
178
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
RABITANIN SAÇMALIĞI
Tarikatlardaki en garip olaylardan bir diğeri ise şeyhle yapılan rabıtadır.
Türkiye’mizde en yaygın tarikat olan Nakşibendiliğin de en önemli uygulamalarından
biri olan rabıta şu şekilde yapılır: Mürit, abdestli olarak ve
kıbleye dönerek yere oturur. Şeyhinin iki kaşının ortasını hayalinde canlandırarak
Allah’ı zikreder. Rabıtayla, şeyh ile mürit arasındaki sürekli beraberlik
sağlanır. Fotoğrafın icadından sonra rabıtayı fotoğrafa bakıp yapan “modern
Nakşibendiler” de mevcuttur. Bu uygulama kadar acayip olan bir izah
ise şöyledir: “Rabıtasız zikir yerine, zikirsiz rabıta tercih edilir. Zikir ve rabıtadan
birini terketmek zorunda kalırsak zikri terketmek daha uygundur.
Çünkü zikirsiz rabıta erdirir, fakat rabıtasız zikir erdirmez.” Bu uygulama,
tarikatlar konusunu niye ayrı bir başlıkla incelediğimizin sebeplerinden biridir.
En kibar ifadeyle “saçmalık” olarak değerlendirdiğimiz bu uygulama,
Kuran’ın diniyle hiçbir şekilde bağdaşmaz.
Tarikatlarda kullanılan bazı temel deyimlerin Kuran’daki kullanılışlarına
baktığımızda, aradaki büyük farkı ve alakasızlığı farkederiz. Örneğin “şeyh”
kelimesi Kuran’da “ihtiyar adam” manasında kullanılmıştır (Bakınız 11-
Hud Suresi 72, 12-Yusuf Suresi 78, 28-Kasas Suresi 23, 40-Mümin Suresi
67). Kuran’da “veli” kelimesi ise “dost, yakın” gibi manalarda kullanılır.
“Evliya” ifadesiyse, bu kelimenin çoğuludur. Kuran’a göre; her Müslüman
Allah’ın velisidir, Allah da onların velisidir (Bakınız: 2-Bakara Suresi
257, 3-Ali İmran Suresi 68, 5-Maide Suresi 55, 7-Araf Suresi 196, 9-Tevbe
Suresi 71). Kafirler ise şeytanın velisidir, tüm kafirler de birbirinin velisidirler
(Bakınız 4-Nisa Suresi 119, 4-Nisa Suresi 76, 7-Araf Suresi 27,
16-Nahl Suresi 16). Mutlak anlamda gerçek dost sadece Allah’tır. Tüm
dostlar ona nispetledir. O halde ondan başka gerçek veli yoktur (Bakı-
nız 2-Bakara Suresi 107, 9-Tevbe Suresi 116, 25-Furkan Suresi 18, 39-Zümer
Suresi 3, 42-Şuara Suresi 9). Görüldüğü gibi Kuran’da 80’den fazla yerde
geçen “veli” veya “evliya” kelimeleri, hiçbir yerde günümüzde halka takdim
edilen süpermen insanlar manasında kullanılmamıştır. Bu evliyaların,
şeyhlerin gösterdiği olağanüstü haller manasında “keramet” kelimesinin 
179
TARİKATLAR
kullanılmasına da Kuran’da rastlamıyoruz. Bu kelimeyle aynı “KRM” kö-
künden birçok fiil Kuran’da geçer ve bu kelimelerle Allah’ın cömertliği,
verdiği rızıkların bolluğu anlatılır ama “süper adamların süper olağanüstülükleri”
anlatılmaz (Bakınız 27-Neml Suresi 40, 8-Enfal Suresi 4, 17-İsra
Suresi 70, 36-Yasin Suresi 11).
Tarikatlardaki dönmelerin, semanın, musikinin; dinin bir parçası olduğu
iddia edilmediği sürece hiçbir zararı olmadığı kanaatindeyiz. Çünkü
Kuran bunları ne yasaklamıştır, ne de emretmiştir. Yeter ki bu uygulamalar
ibadet olarak takdim edilmesin. Fakat ne yazıktır ki birçok tarikatta
bu tarz uygulamaların adeta dini bir gereklilik gibi tanıtıldığına tanık olmaktayız.
Bizim karşı olduğumuz budur. Yoksa Müslümanlar elbette ki
vakıflar, dernekler gibi kurumsal yapılar kurabilir ve bunların içinde bir
hiyerarşi oluşturabilirler. Tüm bu kuruluşlarda şiir okunması, müzik dinlenmesi,
sema, sanat, toplantı, gösteri yapılması da normaldir. Fakat anormal
olan, tarikatların; insanları tartışılmaz ilan etmeleri, ister iyi ister kötü
olsun kendilerini ve Kuran’da yer almayan uygulamalarını dinin bir par-
çası gibi göstermeleridir.
Tarikatların diğer bir zararı ise dinimizi bir çile dini gibi tanıtmaları olmuştur.
Hindu anlatımlarını ve Hindu tarikatlarını andıran suni çilelerle,
müritleri terbiye edeceğini söyleyen tarikatlar; insanları karanlık odalarda
uzun süre aç ve susuz bırakıp, onlara acı çektirip, birçok kişinin ruh dengesini
bozmuşlardır. Ruh dengesi bozulan bu insanların gördüğü halusinasyonlar
ise bu kimselerin üstünlüğüne, “evliya” olduklarına yorumlanmıştır.
Oysa Kuran’da hiçbir Peygamber’in ya da inananın, kendisine böyle
suni çileler çektirip, kendi kendine işkenceler ettiği görülmez. Kuran’a göre
Allah, gerekirse imtihan için zorluk verir ve bu zorluk her ne olursa olsun
Müslüman buna sabreder. Fakat bu zorluklar hayatın doğal akışında insanın
karşısına çıkar; yoksa çile olsun diye, zorluk olsun diye insanın kendisine
işkence etmesinin dinimizin tek kaynağı olan Kuran’da hiçbir dayanağı
bulunmamaktadır.
180
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
EFENDİLERİN SAPTIRMASI VE TASAVVUF
Ve derler ki: “Rabbimiz biz efendilerimize, büyüklerimize itaat ettik
de, böylece onlar bizi yoldan saptırdılar.”
33- Ahzab Suresi 67
Geleneksel dinin uygulayıcıları, atalarından miras kalan mezheplerine
hiçbir akılsal kritere dayanmadan uyarlar. Mezhebin bu tabileri, mezhep bü-
yüklerinin ne kadar zeki, ne kadar üstün ahlaklı olduklarına dair hikâyeler
anlatarak bağlılıklarını meşrulaştırmaya çalışırlar. Bu şahıslara göre büyükleri
(mezhep imamları) her şeyi düşünmüştür. Onlara uymak yeterlidir; onların
karar verdiği bir konuda düşünmek, tartışmak, sorgulamak edepsizliktir.
Geleneksel yaklaşımı benimseyenlerin dini doğrudan öğrendiği bir kaynaksa
tarikattaki şeyhleridir. Tarikattaki bu şeyhlere de çoğu zaman “efendi” ve
“efendi hazretleri” gibi ünvanlar yakıştırılır. Vefat etmiş mezhep imamlarına
karşın bu efendiler yaşayan dini kaynaklardır. Bu “büyükler”e ve “efendiler”e
uymaktaki temel mantık aynıdır; düşünmeden tabi olmak, sorgulamamak,
aklı çalıştırmadan onların aklına güvenmek. Oysa Kuran’ın alıntıladığımız
ayetinde görüldüğü üzere, birçok insanın doğru yoldan sapmasının sebebi
“büyükleri”ne, “efendileri”ne körü körüne bağlanmalarıdır. Aklı çalıştırmanın
yerine taklidi ön plana çıkartmanın, atalara uyarak ya da çoğunluğun
tercihine bakarak ve efendilere, büyüklere teslim olarak yol bulmanın hiç-
birini Kuran kabul etmemektedir. Kuran dinin kaynağı olarak kendisinden
başka ne bir efendiyi, ne bir mezhebi, ne bir hadisi, ne de herhangi bir tarikatı
gündeme getirmemiştir. Kuran’a göre doğruya ulaşma, aklı dışlamayla
değil; aklı kullanma ve düşünme faaliyetiyle gerçekleşir:
Kuran’ı okuyup düşünmüyorlar mı?
4- Nisa Suresi 82
Ayetlerini iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar
diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.
38- Sad Suresi 29
181
TARİKATLAR
... Size ayetlerimizi açıkladık, belki akıl erdirirsiniz.
3-Ali İmran Suresi 118
Diğer önemli bir sorun, tarikatların birçoğunun tasavvuf düşüncesini
benimsemeleri; bu düşünce adına ortaya konan birçok güzel şeyle beraber,
İslam’ın ruhuyla hiç bağdaşmayacak izahları da, bu düşüncenin ünlü isimlerinin
hatırına, kabul etmeleridir. Tasavvuf düşüncesinin en ünlü ve en etkili
olmuş kişisi Muhyiddin İbn Arabi’dir. Bakın İbn Arabi şöyle diyor: “Allah
beni över, ben de Onu. O bana kulluk eder, ben de Ona. Bir halde ben Onu
ikrar ederim, eşyadaki çokluk ve değişikliği görünce de inkar ederim” (Fususul
Hikem). İbn Arabi, buna benzer ifadelerinin olduğu kitabının kendisine
Peygamberimiz tarafından verildiğini ifade etmiştir. Birçok tarikat bağlısı,
kendi anlayışları dışındakileri kolayca “kâfir” ilan eder; İslami anlayış açı-
sından asla kabul edilemeyecek İbn Arabi’nin ve diğer tarikat ile tasavvuf
önde gelenlerinin alıntıladığımıza benzer sözlerini ise yorumlayarak kurtarmaya
çalışırlar ve bu sözleri eleştirenleri “anlayışı kıt” olmakla ve bu şahısların
derinliğini kavrayamamakla eleştirirler. Ne yazık ki tarikat ve tasavvuf
bağlılığı, anlayışları bu kadar köreltmiştir. Kuran adına bahsedilene
benzer sözleri eleştirmesi gerekenler, bu şahısların hatırına, bu sözleri İslami
anlayışın bir parçası gibi göstererek; Kuran’ın sunduğu berrak İslam’ı
bulandırılmış bir şekilde algılamakta ve başkalarına da algılattırmaktadırlar.
ŞEYHLERİ UÇURAN MÜRİTLER
Ölen şeyhlerin kabirlerinde yapılan garip hareketler; bez bağlamalar, eğilmeler
ve secdeler de başlı başına bir rezalet tablosudur. Şeyhlerin birçoğunun
ölmeden tarikatın devamını oğluna, damadına, kardeşine bırakması; genelde,
manevi ve maddi sömürü çarkının aile tekelinde tutulması da sayısız garipliklerin
bir halkasıdır. Oysa dinimize göre emanet ehline verilir, kan bağı
olana değil. Müritlere bile layık görülen evliyalık mertebeleri, şeyhlere çok
daha abartılı bir şekilde verilir. Şeyhlerin kerameti diye öyle hikâyeler anlatılır
ki Kuran’da anlatılan birçok Peygamber mucizesinin bile bu kerametler
kadar olağanüstü olmadığı görülür. “Şeyh uçmaz, mürit uçurur” deyimiyle, 
182
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
halkın arasında ifadesini bulan bu olgu, ayrı tarikatın müritlerinin birbirlerine
karşı hava atma mekanizmasıdır. En çok ve en büyük kerameti gösteren
şeyhin müridi olmanın gururunu tatmak isteyen müritler, her seferinde
şeyhlerini diğer şeyhten biraz daha fazla uçurarak, bu yarışı karşılıklı devam
ettirirler. Hayvanları, insanları canlandıranlar; denizlerin, okyanusların
üstünde yürüyenler; aynı anda bir sürü yerde gözükenler; neler vardır,
neler... Süpermen şeyhler kalpleri bilir, uzaktan kumandalı yönlendirmelerde
bulunur, bir bakışıyla hidayete erdirir, dilediğini cin veya diğer yöntemleriyle
çarpar; üfürüğü, tükürüğü, nefesi ile şifalar saçar, dokunuşuyla
âlemlere nurlar yağdırırlar! Şeyhler bunları yapınca müritlerin ne haddine
düşer şeyhe itiraz etmek, şeyhin lafını tartışmak, aklını kullanmak! Müridin
en iyisi gözü kapalı itaat eden ve itaati en çok olandır.
Birçok tarikatın etki alanı içinde olanlar; ne yazık ki araştırma ve akletme
yerine taklidi ve tabi olmayı gerektiren bu tarikatların düşünceye vurduğu
zincirlerden kurtulamamaktadırlar. Körü körüne itaat, hayatın zevklerinden
kendini soyutlama, az gülme, aklı az kullanma gibi özellikler;
birçok tarikatın yerleştirdiği zihniyetin sonuçlarıdır. Hatta tahminimizce
bir araştırma yapılsa, bugün İslam ülkelerindeki halkın, belli liderleri tartışmasız
önder kabul etmelerinin kökündeki sebeplerinden biri olarak da İslam
coğrafyasında uzun ve derin etkisi olan tarikatlara ve onların şeyhlerine
körü körüne uymayı buluruz. “Karı gibi gülmek” gibi hayattan gülerek
zevk almayı ve neşeli olmayı hoş karşılamayan deyimlerin çıkış sebeplerinde
de yıllarca etki etmiş tarikat terbiyesini bulabiliriz. Kanaatimizce tarikatların
verdiği bu terbiye geleneğe dönüşerek, günümüzde tarikatla alakası
olmayanların bile yaşamlarında, farkında olmamalarına rağmen derin
etkiler bırakmıştır. Çilede medet ummayı ve bir insanı aşırı yüceltip, körü
körüne o insana bağlanmayı gerektiren tarikatlar; Kuran’ın istediği aklını
çalıştıran insan modelinin önünde önemli engellerdir. Kuran’a gidip, Kuran
dışında tüm dini kaynakları, hadisleri, ilmihal kitaplarını, mezheplerin dinini
Kuran’ın önünden süpürmek, nasıl Kuran’ın anlattığı dinin ortaya çıkmasının
bir şartıysa, aynı şekilde tarikatlar da Kuran’ın anlattığı dinin ortaya çıkıp,
dini, şeyhlerin tekelinden kurtarmak için, süpürülmesi gerekenler listesine 
183
TARİKATLAR
dahil edilmelidirler. Böylece dinimizin bağlıları Peygamberimiz’in ve daha
sonra dört halifenin döneminde olduğu gibi, Kuran dışında kaynak kitabı
olmayan, cami dışında tekke gibi alternatif kutsal kurumları olmayan, şeyh
gibi Allah’la kul arasında aracılık yapan ruhban sınıfı tanımayan, Allah dı-
şında hiçbir varlığa teslim olmayan, kalple beraber aklını da çalıştıran; yalnız
Allah’a kul olan kullar olacaklardır.
Haberin olsun, halis din yalnızca Allah’ındır. O’ndan başkalarını
evliyalar edinerek “Biz bunlara yalnız bizi daha fazla Allah’a yaklaştırmaları
için kulluk ediyoruz” diyenlere gelince; Allah tartışıp
durdukları konuyla ilgili hükmünü verecektir. Şu bir gerçek ki Allah
yalancı, inkarcı kişiyi doğru yola iletmez.
39- Zümer Suresi 3
Rabbinizden size indirilene uyun. O’ndan başka evliyaların ardına
düşmeyin. Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.
7- Araf Suresi 3
16. BÖLÜM
•••
SÜNNET KAVRAMI
“Sünnet” kelime olarak “tarz, metot, yol ve tavır” manalarına gelir ve toplulukların
devam edegelen davranışları anlamında da kullanılır. “Sünnet”
ifadesi Kuran’da, sıkça; tek geçerli sünnetin “Allah’ın sünneti” olduğu ve
“Allah’ın sünneti”nde değişiklik olmayacağını ifade etmek için kullanılmıştır.
Artık onlar öncekilerin sünnetinden başkasını mı bekliyorlar?
Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın. Allah’ın
sünnetinde dönüşüm de bulamazsın.
35- Fatr Suresi 43
Daha önceden gelip geçenler hakkında Allah’ın sünnetidir. Allah’ın
sünnetinde kesin olarak bir değişiklik bulamazsın.
33- Ahzab Suresi 62
Kuran’da “sünnet” kavramı bu şekilde kullanılırken, geleneksel anlayışta
“sünnet”, Peygamber’in fiillerini anlatmak için kullanılır. Sünnetin üçe ayrılıp
incelenmiş olduğunu görüyoruz. Fiil halinde sünnet (es sünnetul fiiliye),
sözlü sünnet (es sünnetul kavliye) ve sessiz kalarak gerçekleşen sünnet
(es sünnetul takririye). Birincisi Peygamber’in davranışlarını, ikincisi
Peygamber’in sözlerini, üçüncüsü ise Peygamber’in yapılışını görüp de yasaklamadığı
davranışları belirtir. Aslında sünnetle kastedilen temelde hadislerdir.
Hadisler, Peygamber’in söylediği söz; sünnet, yaptığı fiiller manasında 
185
SÜNNET KAVRAMI
kullanıldığı için arada bir fark olduğu zannedilebilir. Oysa sünnet olduğu iddia
edilen tüm davranışları (Kuran’ın dışındakileri) bize ulaştıran tek kaynak
hadis kitaplarıdır. Peygamber’in söylediği her hadis de sözlü sünnet
sayıldığı için hadis yerine sünnet, sünnet yerine hadis kelimelerini koydu-
ğumuzda aynı şeyleri anlarız. Dr. Subhi es Salih’in “Hadis İlimleri ve Hadis
İstilahları” kitabının 1. sayfasında şöyle denir: “Hadisçilerce, bilhassa müteahhirin
hadisçilerce, hadis ve sünnetin biri diğerinin yerinde kullanılan iki
kelime olduğu kabul edilmiştir.” Sonuçta, kitabımızda, Peygamberimiz’e iftiralarla
dolu olan hadislere yaptığımız her eleştiriyi okurken “hadis” kelimesi
yerine “sünnet” kelimesini de koyarsanız aynı neticeyi almış olursunuz.
Bu yüzden bundan önceki bölümlerde Kuran’ın yeterliliğini, hadisin
yani sünnetin Kuran’la, mantıkla, kendi içinde çeliştiğini, Peygamber’in ve
dört halifenin döneminde Kuran dışında bir dini kaynak yazdırılmadığını,
Emeviler’in ve Abbasiler’in döneminde hadis, sünnet gibi başlıklarla insanlara
Arap örf ve adetlerinin, 
Emeviler’in ve Abbasiler’in hayata bakış açı-
sının “din” diye kabul ettirildiğini bir daha hatırlayın. Ayrıca mezhepçi bir
din anlayışını benimseyenlere şu soruyu sorun: Madem Kuran’daki farzlar,
tavsiyeler, ibadetler dışında “sünnet” başlığıyla sevapların, ibadetlerin
olduğunu iddia ediyorsunuz, niye Kuran’da “sünnet” kelimesi bu manada
kullanılmıyor? 6500 civarındaki Kuran ayetinden hiç değilse bir tanesinde
“sünnet” diye sizin anlattığınız şekilde bir kavram tarif edilemez miydi?
Kuran’da 30’dan fazla kez geçen “hadis” ve defalarca geçen “sünnet” kelimelerinin
nasıl geçtiğini önceki bölümlerde gördük. Bugün kullanılan manasıyla
hiç alakası olmayan şekilde “hadis” ve “sünnet” kelimelerinin kullanılışı
da mezhepçi din anlayışının, Kuran’da (dinde) olmayan kavramları
uydurduğunun bir delilidir. Eğer bu kavramlar dinimizde olsaydı, hem isimleri
hem nitelikleriyle Kuran’da tarifleri yapılmaz mıydı? Eğer Kuran, bize,
böyle en temel konuları bir tek ayetle bile açıklamayacaksa niye indi? Hiç
şüphesiz Kuran, kendi ifadeleriyle de belirttiği gibi her şeyi açıklar, tüm
detayları verir, Allah’ın dininin tümünü kapsar. Bu kavramların Kuran’da
olmayan tarzda ortaya konması, bu kavramların insani ürünler olduğunun
(uydurulduğunun) delilidir.
186

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...