10 Ağustos 2017

ALEVİ-SÜNNİ SÜRTÜŞMESİNİN İÇYÜZÜ...İKİ


ALEVİ-SÜNNİ SÜRTÜŞMESİNİN İÇYÜZÜ...İKİ


ÜÇÜNCÜ KISIMONİKİNCİ BÖLÜM: YEZİDİLER'İN MELEK TAVUS'U KİM?
TÜRKİYE'de SİİRT, MARDİN, DİYARBAKIR, URFA civarlarında dağınık olarak yaşıyan, sayıları 10-30.000 arasında tahmin edilen ve YEZİDİLER diye bilinen bir değişik MEZHEP mensupları vardır. Ayrıca IRAK'ta, SURİYE'de, AZERBEYCAN'da yaklaşık 300.000 kadar YEZİDİ bulunduğu sanılmaktadır.
Kendilerini MÜSLÜMAN sayan bu küçük grubun enteresan inançlarından biri de "MELEK TAVUS'un ALLAH'ın meleği ve elçisi olduğu ve varlığını sürdürdüğü"dür... YEZİDİLER'ce MELEK TAVUS aslında ŞEYTAN'dır, ama çok kudretli olduğu için saygı gösterilmesi gereken bir varlıktır.
YEZİDİLİK inancının asıl kaynağı ŞEYH ADİY BİN MUSAFİR adındaki kişidir. 1160 yılında ölmüştür. MERVAN'ın soyundandır, yani EMEVİ'dir. HAKKÂRİ civarında da bir dergâh açmıştı.
ŞEYH ADİY koyu bir SÜNNİ idi. ŞİİLER'e çatar, MUAVİYE ve YEZİD'in aslında iddia edildiği kadar kötü biri olmadığını savunurdu... Tabii dayandığı bazı haklı temeller vardı ki, biz bunları daha önce belirttik. MUAVİYE'nin dirayetli idaresi ve fetihlerinin yanısıra, YEZİD'in ZEYNEL ABİDİN'i öldürmemesi bile onun lehine kaydedilebilecek bir puandır... ŞEYH ADİY, bilgili, dürüst bir insandı.
ŞEYH ADİY'in taraftarlarına bu yüzden YEZİDÎ denildi. Kendisi ölünce yerine oğlu HASAN geçti. Ancak ona bağlananlar SÜNNİ anlayıştan uzaklaşıp bazı aşırılıklara gittiler. Öyle ki YEZİD'i savunmak bir yana, ona İNSANÜSTÜ özellikler isnat ettiler. Böylece YEZİDİLER diğer SÜNNİ MEZHEP ve gruplardan ayrıldı.
Peki, YEZİD'den MELEK TAVUS'a nasıl gelindi?.. Bizce ŞEYH ADİY ve son ŞEYH-ÜL CEBEL MELEK TAVUS çağdaş olduğundan!..
Her nekadar daha önce, MELEK TAVUS'un MASYAF kalesinde HAŞHAŞÎLER'in lideri SİNAN'ı öldürüp ŞEYH olduğunu, sonradan kendine inananlarla birlikte surlardan atlıyarak öldüğünü naklettikse de, bu bir rivayete dayanmaktadır.
MELEK TAVUS gibi bir adam herkesi öldürdükten sonra kalenin gizli bir yerine saklanıp kurtulmuş, sonra ALAMUT kalesine geçmiş olabilir. Veya çevresine topladığı HAŞHAŞÎLER'le, ortalıkta görünmek tehlikeli olduğu için kıyıda köşede saklanmış olabilir...Eğer kaleden kurtulduysa tıpkı ZİKRAVEH gibi bunu "ölümden dönme" olarak sunmuş, ve müritlerini MEHDİ olduğuna inandırmıştır.
İster ölmüş olsun, ister yaşayıp saklansın, ona inananlar gizlenmek durumunda idi... Böylece YEZİDİLER de, HAŞHAŞÎLER de toplum tarafından dışlanmış, yeraltına itilmiş olduğundan bir şekilde birbirleriyle irtibata geçtiler... Ve yakınlaştılar... Tıpkı, zamanımızda görüşleri ayrı iki terörist grubun bizden gizli olmalarına rağmen birbirlerini bulmaları ve yardımlaşmaları gibi...
Kurnaz olan HAŞHAŞÎLER kısa zamanda görüşlerini YEZİDİLER'e aşıladılar. Zamanla YEZİDİLER kendi pirleri YEZİD'i ilahlaştırmayı bırakıp, HAŞHAŞÎLER'in MEHDİ'sini kendilerine ilah edindiler... İşte bu yüzden, bizce YEZİDİLER'in ŞEYTAN deyip tapındıkları, kudretinden korktukları ve bir MEHDİ gibi ortaya çıkmasını bekledikleri MELEK TAVUS; HAŞHAŞÎLER'in son büyük ŞEYH-ÜL CEBEL'i ve MEHDİ'si MELEK TAVUS'tur!... O, gerçekten ŞEYTAN gibi biri adamdı. HAŞHAŞÎLER onun ölümünü bir türlü hazmedememiş, tıpkı ALEVİLER'in HÜSEYİN'in ardından gözyaşı dökmeleri gibi, adını dillerden düşürmemişlerdir.
Saklanmak, kaçmak, ve genelde cahil kalmak bu grubun zamanla ZERDÜŞT, MECUSİ, HIRİSTİYAN, TÜRK, HAŞHAŞÎ, hatta eski ASUR dininden gelme inançlarının bir karışımı olarak YEZİDİLİK mezhebini oluşturmalarına yol açmıştır.
ŞEYH ADİY'e atfedilen KİTAB-ÜL CİLVE ve MUSHAF-I REŞ gibi YEZİDİ temel kitaplarının, onunla hiç bir ilgisi yoktur!.. Bu kitapların yazarları, ne idüğü belirsiz kişilerdir... ŞEYH ADİY'in elde bulunan tek eseri İTİKAT-Ü EHL-İ SÜNNE VEL CEMHA'dır. Üslubu ötekilerden tamamen farklı, değerli bir eserdir.
Bu olayda en önemli husus, bir MEZHEB'in SÜNNÎ bir anlayışla başlayıp, Şİİ bir noktaya gelmesi; üstelik ALEVİLER'ce ve ŞİİLER'ce tutulur bir yanının olmamasıdır!
Bu da bizim görüşümüzü desteklemektedir. TÜRKİYE'deki ALEVİ-SÜNNİ farklılığı ne 4 HALİFE'dendir, ne 4 MEZHEP'ten, ne 12 İMAM'dandır!... Sadece TÜRKİYE'de değil; bütün İSLAM DÜNYASI'nda aynı şey varittir!
600'lerde olay AİLE ve KABİLE sürtüşmesidir. O dönemde TÜRKLER henüz MÜSLÜMAN değildir. 700'lerde olay yine AİLE sürtüşmesidir. Daha önce EMEVİ-HAŞİMİ iken şimdi EMEVİ-ABBASİ ve ABBASİ-HAŞİMİ haline dönüşmüştür. TÜRKLER henüz devreye girmişlerdir ama, hem HALİFE'nin hem de İMAMLAR'ın yanındadırlar. Çünkü onlar bu AİLE kavgalarının tamamen dışındadırlar ve ortalıkta henüz DİN açısından bir ayırım yoktur.
800-1100 arasında İMAMLIK kavgasından çıkan ayırım sadece DİN'e fesat katmakla kalmamış, ahlakı bozmuş, insanları bölmüş, ülkeyi parçalamıştır. Ama bu da TÜRKLER'in kendi içinde cereyan eden bir olay değildir. ARAPLAR, ACEMLER çok daha fazla etkilenmişlerdir.
Kısacası, TÜRKİYE'deki ALEVİ-SÜNNİ meselesi, 1400 yıllık bir kavga değildir!.. Çok daha yeni bir olaydır. Buna ilerde değineceğiz...
Yalnız burada bir konuya açıklama getirmekte yarar var: TÜRKİYE'de ALEVİLER için kullanılan KIZILBAŞ kelimesi nereden gelmiştir?..
Bu konuda muhtelif rivayet var... Biz bunlardan katıldığımız bir tanesini daha önce nakletmiştik. Hz. ALİ'nin İBNİ MÜLCEM'in hançeri ile yaralanması ve sarığının KIZIL KAN'a bulanması sonucu, ALEVİLER bunu bir ALİ SEVGİSİ işareti olarak benimsemişlerdir. Onun içindir ki, ALEVİ türkülerinde hep Hz. ALİ'yi sembolize eden "ALLI TURNA"dan söz edilir.
Gerçekten de televiyonda yayınlanan muhtelif belgesellerde bazı turnaların tepesinde KIRMIZI bir takke gibi duran tüyler, çok açık olarak görülmektedir... Dahası, aynı turnaların kanatlarını açarak aynen SEMAH yapar gibi birbirlerinin etrafında döndükleri ve böylece muhteşem bir manzara meydana getirdikleri müşahede edilmiştir... Bu yüzden ALEVİLER için KIZILBAŞ kelimesinin ve ALLI TURNA'nın özel bir yeri vardır.
Peki ama, SÜNNİLER'de görülen KIZILBAŞ kelimesine kötü anlam verme alışkanlığı, nereden kaynaklanmıştır?... Onu da söyliyelim: HASAN SABBAH'tan!..
HASAN SABBAH'ın müritleri sarık ve külahlarının altına KIRMIZI TAKKE giyerlerdi. Böylece onların KIZIL BAŞLIK'la dolaştığı kimse tarafından bilinmezdi. Ancak fedailer bir suikasti veya görevi ifa ederken sarıklarını atarlar ve takkeleri ortaya çıkardı. Bu davranışları ile ölüme bile bile ve severek gittiklerini ve bunu şeyhleri uğruna yaptıklarını göstermek isterlerdi.
SELÇUKLU TÜRKLERİ ve diğer SÜNNİLER ve hatta o dönemin ALİ OĞULLARI, bu KIZIL BAŞLIK'lı gözü kararmış insanların yarattığı sorunlarla uğraştıkları için; KIZILBAŞ tabiri zamanla kötü niyetli kişileri hatırlatır olmuştur.
Dahası var... Bazı SÜNNİLER, "KIZILBAŞLAR'ın namus nedir bilmediğini; hatta analarıyla kızlarıyla yattığını" iddia eder... Bu elbetteki ALEVİLER için doğru bir iddia değildir... Bazı küçük gruplarda "MÜSAHİB'in kendine bağlanan kişinin karısı kızı üzerinde hakkı olduğu" inancı varsa da; ALEVİLER'in büyük çoğunluğu bunu kabul etmez!..
Ama HAŞHAŞÎLER ve HÜRREMÎLER günah diye bir şey tanımazdı!.. Herkes istediğini yapabilirdi. Her türlü ahlaksızlık mubahtı!
İşte bu ahlak düşüklüğü, KIZILBAŞ kelimesinin daha da kötü bir anlam kazanmasına yol açmıştır. HASAN SABBAH'ın KIZIL BAŞLIK'lı FEDAİLER'i gerçekten kötü idi. Ama bunun bizim ANADOLU halkı için, bizim ALEVİLER için geçerli olmadığını bilmek gerekir!.. Bazı tarikat şeyhlerinin, dede geçinenlerin böyle bir âdet çıkarmaya kalkışmasına da şiddetle karşı koymak, onları rezil etmek ise, boynumuzun borcudur.
Acaba HASAN SABBAH neden KIZIL BAŞLIK seçmiş ve başımıza böyle bir iş açmıştır?... Sebep basittir. O, bütün ALİ'yi sevenleri kendi yanına çekmek istemişti!.. Bunun da en kolay ve geçerli yolu, onu hatırlatacak bir sembol kullanmaktı, o da KIZIL takkeyi seçti.

ONÜÇÜNCÜ BÖLÜM: HEPSİ BU KADAR DEĞİL!
Bir şey yanlış anlaşılmasın... İSLAM'a FESAT katanlar, FİTNE çıkaranlar, MÜSLÜMANLAR'ı doğru yoldan uzaklaştırmak istiyenler sadece İBNİ SEBE, MEYMUN, KARMAT, HASAN SABBAH'tan ibaret değildir!
Ta EBUBEKİR zamanından hatırlıyacaksınız, kadın peygamberler(!) bile çıkmıştı ortaya... Arada daha niceleri vardır.
Mesela EL MUKANNA... Yani YÜZÜ PEÇELİ peygamber(!)... ZİKRAVEH'ten çok önce, belki de ona ilham verecek şekilde 767'de ortaya çıkan bu adam HAŞIM BİN HEKİM adında biri idi. Peygamberliğini ilan etmiş, IRAK ve İRAN'da 780 yılına kadar FİTNE'si sürmüştü.
Keza, 816 yılında AZERBEYCAN'da ortaya çıkan BABEK... Kendisi kör ve ahlaksız bir kadının oğlu idi. 18 yaşına gelince tesadüfen HÜRREMİLER'in lideri CAVİDAN'ın yanına uşak olarak girdi. Karısını ayarttı. CAVİDAN bir çatışmada yaralanıp evinde ölünce, kadın "CAVİDAN'ın ruhunun BABEK'e geçtiğini" ilan etti ve BABEK bu tarikatın lideri oldu. (817)
HÜRREM aslında hoş, gönül çeken demektir. HÜRREMİLER, İSLAMİYET'ten önce MAZDEKÎ diye bilinirdi. İnsanın karısı, kızı, kardeşi ile yatabileceğini savunur; hiç kayıt kural tanımazlardı... Günümüzde bu inancın temsilcisi Ahmet Altan'dır. Aynen yukardaki gibi, "insanın gönlü çektiyse niye anasıyla, kızıyla yatmasın?" diye makale yazmıştır!.. (1993)
İşte BABEK böyle bir tarikatın başına geçmişti. Giderek güçlendi. Bölgeye dehşet saçmaya başladı. Önce HALİFE ME'MUN'u, sonra da MUTASIM'ı çok uğraştırdı. Nihayet TÜRK komutan AFŞİN 857'de BABEK'in müstahkem kalesi BEZZ'i aldı. BABEK yakalandı. SAMARRA'da teşhir edildikten sonra, hakkında KUR'AN'ın eşkiya için belirttiği hüküm uygulandı. Kol ve bacakları çaprak olarak kesildi, sonra öldürüldü. BABEKİ kalıntıları 11. asra kadar MEHDİ beklemeye devam ettilerse de, etkileri kalmadığından fazla bir zararları olmadı.
Görüldüğü gibi, ele almadıklarımız daha pek çok kısa süreli olan ayaklanma ve fitneler vardır... Bazıları üzerinde ilerde bir kere daha duracağız.

ONDÖRDÜNCÜ BÖLÜM: MENZİL-İ MAKSUT HORASAN!..
Bu dönemde dikkate alınması gereken en önemli nokta, 12 İMAM devrini tamamladıktan sonra, yani 950'lerde ALİ SOYU'nun büyük kısmının HORASAN'a göçmesidir!..
Bunda FATIMİLER'in, KARMATİLER'in, BÜVEYHİLER'in elbette etkisi vardır... BAĞDAT ve civarının artık İLİM MERKEZİ olmaktan çıkmasının da rolü büyüktür.
Ama MENZİL-İ MAKSUT olarak HORASAN'ın seçilmesinin de büyük HİKMET'i vardır.

Biz bu olayı, tıpkı Hz. HASAN'ın grçeği sezip HALİFELİK'ten vazgeçmesi gibi görüyoruz. ALİ OĞULLARI'nın sezdiği bir şey vardı: GELECEK ve İSLAM'IN ÜMİDİ artık ARAP diyarında, ACEM diyarında değil; TÜRK YURDU'nda idi! 

ALEVİ-SÜNNİ SÜRTÜŞMESİNİN İÇYÜZÜ
DÖRDÜNCÜ KISIM: ORTA ASYA TÜRKLERİ'NİN MÜSLÜMAN OLUŞU
BİRİNCİ BÖLÜM: 632-1059 DÖNEMİNİN ÖZETİ
CANLAR!... Bazı ifadeleri çok tekrarladık, sizleri sıkmış olabiliriz. Ne var ki, o kadar bariz olmasına rağmen pek çok şey hâlâ yanlış biliniyor. Kimse de bunun üzerinde durmuyor. Bu bakımdan bir kere daha geçmişe bir göz atacağız.
Yazımızın BİRİNCİ KISMI'nda gördüğünüz gibi, ALEVİ-SÜNNİ sürtüşmesi diye günümüze yansıyanlar Hz. ALİ'nin HALİFELİK "sırası"ndan çıkmamıştır!.. O problem, Hz. ALİ'nin önce EBUBEKİR'e, daha sonra da ÖMER ve OSMAN'a BİAT etmesiyle, ve sonra da kendisinin HALİFE olmasıyla çözülmüştür.
ALEVİ-SÜNNİ sürtüşmesi, MUAVİYE'nin hile ile HALİFE olmasından da çıkmamıştır!.. Bu mesele de Hz. ALİ'nin kendi bölgesinde HALİFELİK görevini sürdürmesi, yerine geçen Hz. HASAN'ın da HALİFELİK makamını bırakıp MUAVİYE'ye BİAT etmesiyle hallolmuştur. O tarihten itibaren İMAMET gerçek DİN liderliği olmuştur.
ALEVİ-SÜNNİ sürtüşmesi, HZ. HASAN, HÜSEYİN, bazı diğer İMAMLAR ve bazı EHL-İ BEYT mensuplarının ŞEHİT edilmesiyle de başlamamıştır!.. Çünkü bu olaylar ALEVİLER kadar SÜNNİLER'i de rencide eder... O dönemin kendini bilen EHL-İ BEYT mensupları ise, daima İSLAM DEVLETİ'nin birliğini, bütünlüğünü ve devamını her şeyden üstün tutmuşlar, en kötü günlerde dahi HALİFE ile iyi geçinmeye çalışmışlardır.
ALEVİ-SÜNNİ meselesi, 12 İMAM ile 4 MEZHEP İMAMI'nın fikir ayrılığından da kaynaklanmamıştır!.. Çünkü zaten öyle derin bir ayrılık yoktur. PEYGAMBER TORUNU İMAMLAR ile MEZHEP İMAMLARI bir arada yaşamışlardır.
ALEVİ değil; ama Şİİ-SÜNNİ ayırımı, bariz olarak 765 yılından sonra, yani PEYGAMBERİMİZ'in vefatından 150 yıl kadar sonra, İMAMET meselesinden çıkmıştır!.. İMAM MUSA-L KÂZIM'a değil de; İSMAİL'in oğluna bağlı olan ŞİİLER, Hz. ALİ'yi, Hz. HÜSEYİN'i kendilerine bayrak yaparak asıl İMAMLAR'a karşı çıkmışlar, MÜSLÜMANLAR'ı bölmüşler, hacıları soymuşlar, ZEMZEM kuyusuna işemişler, KÂBE'yi basıp HACER-İ ESVED'i çalıp götürmüşlerdir!
SEBAİ, İSMAİLİ, KARMATÎ, FATIMÎ, NİZARÎ, HAŞİŞÎ(HAŞHAŞÎ, HAŞHAŞİN) olan bu kişiler ALEVÎ olmadığı gibi; TÜRKLER'le de doğrudan ilgili değillerdir!... Bunların hepsi 765-941 yılları arasında yaşıyan ALİ OĞLU İMAMLAR'ın tenkidine uğramış; onlar tarafından ASLA desteklenmemişlerdir! 
İKİNCİ BÖLÜM: 72 FIRKA NE, FIRKA-YI NACİYE HANGİSİ???
Hz. MUHAMMED, bir HADİS'inde "Benden sonra ÜMMETİM 72 FIRKA'ya ayrılacak. Bunlardan yalnız biri tanesi KURTULUŞ'a erecek," buyurduğu hatırlanırsa; bunun fazlasıyla gerçekleştiği görülür.
Gerek ALEVÎ, gerekse ŞİÎ, HARİCÎ, MÜTEZİLÎ, ve de SÜNNÎ tarikat ve mezheplerin sayısı kimbilir kaç 72 olmuştur!...
Bunların her biri kendini FIRKA-YI NACİYE ilan eder!.. Yani PEYGAMBER'in kastettiği KURTULUŞ'A ERMİŞ GRUP olduğunu öne sürer.
Biz bunun İDDİA ile değil; Yüce ALLAH'ın TAKDİR'i ile olacağına inandığımızdan; kendini MÜSLÜMAN sayan hiç bir mezhebi, hiç bir tarikati, hiç bir grubu "küfür"le, "dinden çıkmış olmak"la itham etmeyiz. 
Bunu ancak ALLAH bilir!
Ancak kendi naciz anlayışımıza göre; bu grupların KUR'AN'a, Hz. MUHAMMED'e, ALİ'ye uyup uymadığına bakarak MAKBUL saymadıklarımızı, İSLAM'a FESAT kattığı, FİTNE çıkardığı TARİH içinde belli olanları dile getirdik... Böyle VEBAL'li bir işe kalkıştığımız için de ALLAH'ın bağışlamasını diliyoruz.
İnsan ne kadar hoşgörü içinde olursa olsun, bazı fikir ve davranış sahiplerinin İSLAM anlayışlarına katılamıyor!..
Mesela bakın, Şİİ GURABİYYE mezhebi mensupları şuna inanıyor: ALLAH CEBRAİL'i ALİ'ye göndermiş, PEYGAMBER yapmak için... Ama CEBRAİL yolunu şaşırıp MUHAMMED'e gelmiş!.. GURABİLER bu yüzden CEBRAİL'e LANET ederler! Bu kişiler ALİ'nin PEYGAMBER olduğuna, ondan sonra da peygamberliğin oğullarına geçtiğine inanırlar!
Öte yandan Şİİ KÂMİLİYYE mezhebi mensupları, ALİ'nin ilk HALİFE olması gerektiğine inanırlar. ASHAB'ın ona BİAT etmeyişini KÜFÜR sayarlar. ALİ'yi de "onlarla savaşmadı" diye KÂFİR ilan ederler!
Şİİ DÜRZİ mezhebi ise, kendini İLAH ve her şeyi MUBAH ilan etmiş olan FATIMİ HALİFESİ EL HAKİM'in veziri HAMZA tarafından kurulmuştur. Maalesef bu işe bir de TÜRK karışmıştır!.. BUHARALI ANUŞTEKİN ED-DÜRZİ, 1016 yılında MISIR'a gelince, ortamı uygun görmüş ve kendini "Yol Gösterenlerin Efendisi" tanıtmış, sonra İMAM olduğunu öne sürmüştür...
ANUŞTEKİN üç yıl sonra öldürüldü, ama mezhep te onun adını aldı... DÜRZİ inancının esaslarından başta geleni EL HAKİM'i İLAH, veziri HAMZA'yı PEYGAMBER saymaktır... DÜRZİLER, OSMANLI DEVLETİ'nin başına dert olduğu gibi; LÜBNAN'da karışıklığını yaratanların da başında gelir. Hâlâ orada hakimdirler. Başlarında CANPOLAT adında TÜRK kökenli biri vardır.
Aslında ANADOLU ALEVİSİ'nin bunlardan haberi bile yoktur!... ALİ'yi sevdiğini söyliyenler arasında bu kadar derin ayrılıklar olabileceğini, aklına dahi getirmez!..Şİİ dendiğinde, ALİ'nin adı geçtiğinde hemen duygulanır; ve her Şİİ'yi kendisi gibi zanneder. Ona sempati duyar... 
Ama yanıbaşındaki SÜNNİ'ye aynı yakınlığı göstermez.
İşte bütün bunları nakledişimizin amacı, TÜRKİYE'deki SÜNNİ ve ALEVİLER'in birbirlerine zannettiklerinden YAKIN olduklarını ortaya koymaktır. ANADOLU ALEVİSİ, İRAN ŞİİSİ'ne olduğundan daha çok ANADOLU SÜNNİSİ'ne yakındır!.. ANADOLU SÜNNİSİ, SUUDİ ARABİSTAN SÜNNİSİ'ne olduğundan daha çok ANADOLU ALEVİSİ'ne yakındır!.. Ama her ikisi de bunu bilmez!..
Bir de sözünü fazla etmediğimiz diğer ALEVİ gruplar vardır ki, bunlar ALİ'yi gerçekten seven, ve ona uyan kişilerdir. Ama bizim ALEVİLER onları da bilmez, tanımaz.
Mesela, İMAMLIK postunun Hz. HASAN'dan Hz. HÜSEYİN'e değil de; HASAN'ın oğullarına geçtiğine inanan 5 İMAMLI mezhep!...
Yahut İMAMLIK postunun Hz. ALİ'den HASAN'a değil de; ALİ'nin diğer oğlu MUHAMMED'e geçtiğine inanan BEYANİYYE MEZHEBİ!..
Yahut İMAM MUHAMMED BAKIR'ı MEHDİ kabul eden BAKIRİYYE kolu!..
Veya İMAMLIK postunun CAFER-ÜS SADIK'tan MUSA-AL KÂZIM'a değil de; diğer oğlu ABDULLAH'a geçtiğine inanan AMMARRİYYE kolu!..
Bizim ALEVİLER bunları da tanımaz, bilmez.
Bizce Hz. ALİ VELİ'dir!... VİLAYET onda MUHAMMED-ALİ NURU olarak tecelli etmiş, ondan bütün evlatlarına yansımıştır. Onun evlatları da bu NUR'u kendi evlatlarına intikal ettirmişlerdir. ALİ'nin ŞEHADET'inden sonraki 300 yıl içerisinde iktidar hırsına kapılan bir kaç ALİ TORUNU hariç; hepsi PEYGAMBER SOYU'ndan olmanın şuuru ve vakarı içinde, İLİM'den ve DİN'den başka bir şeyle ilgilenmemişler, İNSAN yetiştirmeye önem vermişlerdir.
Her bir ALİ OĞLU'nun etrafına yüzlerce kişi toplanmış ve kendisine gönülden bağlanmıştır!.. Her ne kadar bu muhterem zatların çoğunun adı unutulmuş ise de; ve unutulmayanlar da 12 İMAM kadar tanınmış değilse de; hepsi hürmete layıktır. Kendini SÜNNİ sayanların da, ALEVİ sayanların da PEYGAMBERİMİZ'in bu muhterem torunlarına yakınlık duymaları, onları gönülden sevmeleri, eserlerini bulup, tercüme edip okumaları şarttır...
İşte bizim EHL-İ BEYT sevgisinden anladığımız budur!.. Çünkü gerçek MÜSLÜMANLAR arasında temelde hiç bir ayrılık olmadığı ancak böyle görülebilir, MÜSLÜMANLAR ancak böyle MUHAMMED-ALİ SEVGİSİ'nde kaynaşabilir.
Söz uzun... ancak biz burada bırakalım ve araştırmamızın yeni bölümüne, TÜRKLER'İN İSLAMİ TARİHİ'NDEKİ YERİ ve TÜRKLER'İN İSLAMİYET ANLAYIŞI üzerine olan kısma başlıyalım... 
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: 
MALAZGİRT BAŞLANGIÇ OLAMAZ!
Hemen her TARİHÇİ, ANADOLU'NUN TÜRKLEŞMESİ'ni MALAZGİRT SAVAŞI ile başlatır... Artniyetli BATILILAR ile, TARİH bilgisi kıt olanlar da sık sık bunu dile getirirler.
Eğer bu iddiayı gerçek kabul edersek; bizim ANADOLU üzerindeki söz hakkımız, BULGARLAR'ın şimdiki vatanları üzerindeki mevcudiyetinden kısa olur... Sadece 900 yıl ile kısıtlanır ki, bu tarih açısından HİÇ mesabesindedir!
YAHUDİLER'in 3000 yıllık tarihlerini bahane ederek yüzyıllardır TÜRKLER'in ve ARAPLAR'ın yaşadığı toprakları gaspetmeleri, bizim için bir İBRET teşkil etmelidir.
900 yıllık bir geçmişten söz etmek; 2000 yıllık ROMALI geçmişi ile öğünen İTALYANLAR, 2500 yıllık bir geçmişe (GREK) ve 1500 yıllık BİZANS'a sahip çıkan YUNANLILAR'a ANADOLU kapılarını açmak anlamına gelir!.. Zaten bu yüzdendir ki, 1. Dünya Savaşı sonrasında yurdumuz hemen bütün BATILILAR'ın istilasına uğramıştı! Hâlâ da bu emelden vazgeçmemişlerdir. Bizim salak ve beceriksiz, hatta hain politikacıların Avrupa Birliğine girme arzu zaaflarından yararlanarak Türkiye toprakları üzerinde bir Kürt, bir Ermeni, bir Pontus ve bir Fener Ortodoks Devleti kurmak ve Kıbrıs'ı almak için sürekli baskı yapmaktadırlar.
(Bakınız: NOTLAR - 4A, 37)
Bizce ANADOLU'daki TÜRK varlığı, neredeyse İNSANLIK TARİHİ kadar eskidir. TÜRKLER binlerce binlerce yıl önce MEZOPOTAMYA ve GÜNEY ANADOLU'da yaşamışlar; ORTA ASYA'ya, KUZEY ASYA'ya ve AVRUPA'ya oradan yayılmışlar, hatta BERİNG BOĞAZI'nı aşıp AMERİKA kıtasına ulaşmışlardır.
Sonra ORTA ASYA'da yaşıyan TÜRKLER'in bir kısmı tekrar batıya göç etmiş ve ANADOLU'ya dönmüşlerdir.
1071 tarihi olsa olsa, MÜSLÜMAN TÜRK'ün ANADOLU'daki varlığını perçinlediği tarih olabilir!
BATILILAR'ın alışkanlık haline gelmiş biri davranışları vardır. İYİ, GÜZEL, SANATKÂRÂNE, MEDENİ ne varsa kendilerine mâletmek!.. Bunun yanısıra KÖTÜ, ÇİRKİN, İLKEL ne varsa, KABA, VAHŞİ ne varsa onu da diğer milletlerin üstün atmak!..
Bunu yaparken de, BATI MEDENİYETİ'nin(!) kaynağı saydıkları GREKLER'in bir huyunu benimsemişler ve kendilerinden olmayanlara BARBAR demişlerdir!..
Biz, son dönemin ekonomik açıdan geri kalmış milletleri de, BATILILAR'ın her sözünü "vahiy"miş gibi kabul ettiğimizden, buna inanmışız!.. Hatta barbarlığımız(!) konusunda kendimizi affettirmek için, en azından artık "barbar" olmadığımızı ispat etmek için girmediğimiz kılık, yapmadığımız soytarılık kalmamış!..
Bunları aslında biz yapmıyoruz!.. Başımızdaki sözde TÜRK, sözde MÜSLÜMAN, sözde MİLLİYETÇİ, sözde AYDIN, sözde ATATÜRKÇÜ kişiler yapıyor!.. Bizi aşağılık bir mevkie indiriyorlar!.. Bunların hepsi ya bir partide, ya bir televizyonda veya bir gazetede bir koltuk kapmış, NECİP TÜRK MİLLETİ'ne melânet aşılamakta!..
Bunların hepsini reddediyoruz!.. BATILI TARİHÇİLER'in de kabul ettiği gibi, MEDENİYET'İN BEŞİĞİ ANADOLU ve MEZOPOTAMYA'dır!.. Sonra MISIR'dır!... Sonra HİNDİSTAN'dır... Sonra ÇİN'dir!... Hepsinden öncesi, büyük araştırmacı KÂZIM MİRŞAN'ın eserlerinde belirttiği gibi, ORTA ASYA'dır!...
Bunların hepsi ORTAK bir özellik taşır. ANADOLU ve MEZOPOTAMYA'da DİCLE ve FIRAT; MISIR'da NİL; HİNDİSTAN'da İNDUS ve GANJ; ÇİN'de SARI NEHİR havzaları MEDENİYET'in yeşermesine imkan tanımıştır. ORTA ASYA'da ise o meşhur kuruyan İÇ DENİZ vardı... (Bakınız: TABLOLAR - İNSANLIK TARİHİ, Tablo 8)
BATILILAR dilleri vasıtasıyla kendileri eski İRAN, HİNT ve GREK medeniyetlerine bağlarlar. HİNT-AVRUPAİ ırkın ARİ(ARYAN) kolundan olduklarını söylerler ve bununla diğer milletlere üstünlük taslarlar... Öyleyse bizim de TÜRKLER'in DİL'i vasıtasıyla bağlı oldukları medeniyetleri tesbit etmek, işimizi kolaylaştıracak, ANADOLU'nun aslında kimlere ait olduğunu ortaya çıkaracaktır.
Prof. HAMİT ZÜBEYİR KOŞAY, ilk kadın elçimiz ADİLE AYDA, eski vali EDİP YAVUZ'un, ve SİBİRYA kökenli KÂZIM MİRŞAN'ın bu hususlarda çok önemli tesbitleri vardır. Ama nedense pek bilinmez. Sanki birileri onların eserlerini gözlerden uzak tutmaya çalışır.
Hemen bütün BATILI tarihçilerin kabul ettiği gerçek şudur ki, dünyanın en eski medeniyeti çivi yazısını bulmuş olan SÜMERLER'e aittir... Prof. HAMİT ZÜBEYİR KOŞAY'ın yaptığı ve dünyanın bir çok türkoloğu tarafından destek gören çalışmaları da göstermiştir ki, SÜMER DİLİ Hint-Avrupai, Sami değil; ALTAY DİLLERİ'ne yakınlık gösterir. Yani TÜRKÇE'ye benzer!.. Bazıları bu dili YAFETİK DİLLER grubuna koyar, bazıları KAFKAS DİLLERİ'nden sayar. Amaç TÜRKÇE dememek içindir. Sanki Hz. NUH'un oğlu YAFES, TÜRKLER'in atası değilmiş gibi!.. Sanki KAFKASYA'da TÜRKLER yaşamamış gibi!..
SÜMERCE bizim TÜRKÇE'ye o kadar yakındır ki, bugün dahi kullandığımız pek çok kelimenin kökünü kolayca tesbit edebilirsiniz. Mesela TANRI (Orta Asya'da TENGRİ) SÜMERCE'de DİNGİR, GÜLMEK kelimesi GUL, DEĞMEK kelimesi ise TAG olarak karşımıza çıkar. SÜMERLER ilk TÜRK sayabileceğimiz milletlerden biridir!
SÜMERLER'den sonra ortaya çıkan ELAMLAR'ın kullandığı DİL de TÜRKÇE özellikler taşır. Mesela GÖTÜRMEK (ANADOLU'da hâlâ köylüler GÖTMEK der) AĞA (Orta Asya'da EKE... AĞABEY, ABİ anlamına kullanılır), ATA (Orta Asya'da baba, ced anlamında kullanılır) kelimeleri ELAMCA'da KUT, İKE ve ATTA olarak mevcuttu. KIZILDERİLİLER baba-ced anlamında ATTEE kelimesini kullanırlar.
MEZOPOTAMYA'da AKAD, ASUR, BABİL gibi SAMİ kavimler ve PERSLER gibi ARYAN (İRANYAN, Hint-Avrupai) kavimler ortaya çıkmadan önce TOURKİ (okunuşu Turki) ve TURUKKU gibi kavimler de yaşamış, ve kendilerini KİL TABLETLER'deki kayıtlara geçirmişlerdir!
HERODOT, MISIR MEDENİYETİ'nin oralara ANADOLU'lu kişiler tarafından götürülmüş olduğunu söyler... Bazıları bunu GREKLER diye alır... Halbuki HERODOT çok açık bir şekilde bu MEDENİYET'in daha önce EGE BÖLGEMİZ'e geldiğini, oradan ADALAR'a geçtiğini, oradan da YUNANİSTAN'a geçtiğini belirtir. Bu MEDENİYET'in sahibi PELASGLAR'dan söz eder!..
PELASGLAR'ın Hint-Avrupai olmadığı tesbit edilmiştir, hem de BATILILAR tarafından!.. PELASGLAR, BATI ANADOLU'da yaşadıkları gibi; HUNLAR, AVARLAR gibi AVRUPA'ya DOĞU'dan gelmişlerdir... Yani bunlar TÜRK'tür!..Çünkü PELASG DİLİ bizim TÜRKÇE'nin özelliklerini taşır. PELASG DİLİ'nde küçük dağın adı TEPAE'dir, yani TEPE!.. Aynı kelime KUZEY AMERİKA KIZILDERİLİ'de de TEPE anlamına gelir, ÇAPULTEPE diye yer vardır... TEEPEE de ÇADIR demektir ki, küçük bir TEPE'yi andırdığından bu adı almıştır. Üstelik bu kelime İNGİLİZCE'ye TAPER (sivrilmek, kurşun kalem ucu gibi olmak) olarak girmiştir!..
Yine BATILILAR'ca TYRRHEN olarak adlandırılanlar TROYAN diye bilinen millettir ki, biz onlara TRUVALI deriz. BATILILAR'ın adlandırması aslına daha uygundur. Çünkü TYRRHEN kelimesi TUR-HAN'dan bozmadır, telaffuzu da öyledir. TÜRK HAKANI anlamına gelir. İTALYA yarımadasının solunda kalan denize TİRHEN adını BATI ANADOLU'dan göçederek orada ROMA MEDENİYETİ'ni kuran bu TYRRHEN-TURHANLAR vermiştir...
Eski MISIRLILAR'ın TÜRSAŞ, İRANLILAR'ın TURUŞKA, LATİNLER'in ETRUSCA dedikleri millet te bizde ETRÜSK olarak bilinir. Aslında ETRÜSK kelimesi TUR-SAKA'dan bozmadır. İki TÜRK grubun karışmasından meydana gelmiştir ki, halen benzerlerini KAFKASYA'da KABATAY-BALKAR, ÇEÇEN-İNGUŞ olarak görmek mümkündür. SAKALAR, İSKİTLER, Orta Asya'da kullanılan ÇİTLER (sınır boyu TÜRKLER'i) hep aynıdır. Bugünkü MESKET ve SOKU-SOHO (YAKUT) TÜRKLERİ aynı boydandır.
Eski GREK tarihçileri PELASG(BEL-SAKA) ve TYRRHENLER'in (TURHAN-TARHAN) aynı olduğunu ifade eden bilgiler verirler.
Eski LATİN tarihçiler ise ETRÜSK ve TARHANLAR'ın aynı olduğunu söylerler. Hatta "KURT'un emzirdiği ROMUS ve ROMÜLÜS"ün aslında bir ETRÜSK EFSANESİ olduğunu belirtirler!.. Dünyada buna benzer bir tek efsane daha vardır: ERGENEKON EFSANESİ!.. VATİKAN'da elçi iken koca VATİKAN KÜTÜPHANESİ'ni bir TARİHÇİ titizliği ile tarayan ADİLE AYDA, bu gerçekleri tamamen GREK ve ROMA kaynaklarından tesbit etmiştir.
KÂZIM MİRŞAN'ın tesbitleri ise, DÜNYA TARİHİ'ni yeniden yazdıracak kadar önemlidir... Dünyada bilinen en eski (15.000 yıl önce) duvar resimlerini inceleyen bu değerli araştırmacı, onların üzerindeki sembolleri teker teker daha sonraki TÜRK DAMGALARI ile karşılaştırır... ve eski MISIR, FENİKE, GREK yazılarındaki harflerin nasıl TÜRK SEMBOLLERİ'nden geliştiğini, bunun şimdiki ARAP ve LATİN ALFABESİ'ne nasıl yansıdığını birer birer anlatır. ORHUN KİTABELERİ'ndeki yazının aslında çok daha eski TÜRK YAZISI'ndan geldiğini gösterir.
Kısacası, biz TÜRKLER, dünyanın EN ESKİ, EN MEDENİ MİLLET'iyiz!.. ANADOLU ise MEDENİYET'in doğduğu, dünyaya yayıldığı merkezdir... Biz ANADOLU'nun gerçek sahibiyiz. Biz burayı 900 yıl önce almadık. Zaten binlerce yıldır burada oturuyorduk!... Zaman zaman ANADOLU'yu başka milletler ile paylaştık, gelenlerle kaynaştık ama, ANADOLU'yu hiç terketmedik. ANADOLU'dan DÜNYA'ya yayılan her şeyde bizden bir parça vardı!.. Biz nereye gittiysek, ANADOLU'dan bir parça götürdük!..
Demek istediğimiz o ki, HIRİSTİYAN BATI DÜNYASI'nın kendine kök ararken sarıldığı HİNT-AVRUPAİ GREK MEDENİYETİ, aslında ANADOLU'dan ve ASYA'dan gelen TÜRK MEDENİYETİ'nin BATI'ya yansımasıdır.
Yine BATILILAR'ın pek öğündükleri ROMA MEDENİYETİ'nin kökü de orayı 300 yıl kadar ellerinde tutmuş olan ETRÜSK ve TURHANLAR'dır!.. İlk ROMA imparatorlarının adı bile TÜRKÇE'dir!
İş bu kadarla da kalmaz!.. 1400'lerde parlamaya başlıyan ve şimdiki BATI MEDENİYETİ'nin temelini teşkil eden RÖNESANS da BATI kökenli değildir...Bunu BATILI TARİHÇİLER bile artık itiraf ediyorlar. Yaptıkları belgesellerde, yazdıkları kitaplarda açıklıyorlar.
RÖNESANS'a aslında ENDÜLÜS EMEVİ DEVLETİ'nin GIRNATA, KURTUBA gibi şehirlerindeki kütüphaneler dolusu kitaplar temel teşkil etmiştir. Şİİ İSYANLAR, MOĞOL İSTİLASI ile parçalanmış olan İSLAM DÜNYASI destek olamadığı için tek başına kaldığından yıkılan son ENDÜLÜS DEVLETİ'nin kültür ve bilgi hazineleri AVRUPA'nın KARANLIK ÇAĞI'na bir güneş etkisi yapmıştır. O tarihlerde AVRUPA öyle cahildi ki, galip HIRİSTİYANLAR tarafından KURTUBA'nın bir tek kütüphanesinde ele geçirilen kitap sayısı, bütün FRANSA'da bulunan kitaplardan daha fazla idi!.. HIRİSTİYANLAR içinde bulundukları cehalet bataklığından İBN-İ SİNA'nın, BİRUNİ'nin, CABİR'in eserleriyle kurtulmuşlardı. Pek savundukları GREK FEYLEZOFLAR'ın eserlerini tekrar elde etmeleri de ARAP yazarların kitaplarını tercüme ile mümkün olmuştur. Hemen belirtelim, bizim CEBİR, BATILILAR'ın ALGEBRA dedikleri bilim, adını CABİR'den almıştır. BATILILAR sıfırı ARAPLAR'dan öğrenmişlerdir. Şimdi kullandığımız rakamlar da zaten ARAP RAKAMLARI'dır. ROMEN RAKAMLARI ile toplama çıkarma neredeyse imkânsızdı...
Kısacası, bir tek PEYGAMBER'in bile şereflendirmediği BATI DÜNYASI, kendi BARBAR'lığını ancak DOĞU'dan aldığı MEDENİYET ile atmaya çalışmış; bunun yarattığı AŞAĞILIK DUYGUSU içinde, hep kendinden olmıyanları BARBARLIK'la suçlamaya devam etmiştir!.. Hâlâ da bize İNSANLIK öğretmeye kalkmıyorlar mı?..
HIRİSTİYAN BATI DÜNYASI zamanımızda TEKNOLOJİ'nin ve MADDİ REFAH'ın merkezidir... Ama geçmişte olmadığı gibi şimdi de asla MEDENİYET'in merkezi değildir!..Gelecekte de olmıyacaktır!.. TARİH, her şeyi BATI'dan bekliyenler, BATI'nın kapısında uşaklığa hazır olanlar için büyük bir İBRET teşkil etmektedir!
MEDENİYET bizim için TÜRKLÜK ve İSLAMİYET demektir.
TEKNOLOJİ ve MADDİ REFAH daima PARA ile satın alınabilir. Ama İNSANLIK??? İşte o satın alınamaz. Kolay da İNSAN olunamaz!.. Biz TÜRKLER daima İNSAN olmayı ön planda tutmuş bir MİLLET'iz. En eski MEDENİYET'in sahibiyiz. En fakir halimizde, en perişan durumda bile İNSAN olmaktan, MEDENİ davranmaktan vazgeçmedik, geçmeyeceğiz.
ANADOLU'nun gerçek sahibi biziz. En eski halkı biziz. ANADOLU'dan etrafa yayıldık, ama hiç bir zaman burayı terketmedik. KUZEY'den, BATI'dan gelenlerle karıştık, ama hiç bir zaman benliğimizi kaybetmedik. Nasıl OSMANLI, SELÇUKLU, YÜRÜK, TÜRKMEN, OĞUZ hepsi bir aynı soydan ve TÜRK ise; geçmişte de SÜMER, ELAM, TOURKİ, TURUKKU, PELASG, TURHAN, TUR-SAKA, İSKİT, hepsi birdir ve aynı soydandır. KÜRT, ÇERKEZ, ÇEÇEN, POMAK, MESKET, AHISKA, SOHO, GAGAUZ hep bunlardan türemiştir... TÜRK, HEPSİNİN ORTAK ADIDIR! TARİKAT, MEZHEP, HATTA DİN BİLE BİZİ BÖLEMEZ!.. 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...