28 Nisan 2015

VEN-NİHAYE 22 NCI BÖLÜM Rasûlullah (S.A.V.)'In, Risaletî Tebliğ Etmekle Emrolunması Ahmet İbn Kesîr


VEN-NİHAYE 22 NCI BÖLÜM 
Rasûlullah (S.A.V.)'In, Risaletî Tebliğ Etmekle Emrolunması
Ahmet İbn Kesîr
Cenâb-ı Allah, rasûlüne, risaleti herkese tebliğ etmesini, eziyetlere karşı sabırla göğüs
germesini, inatçı cahillere ve yalanlayıcılara delilleri gösterip açıkladıktan sonra aldırış
etmemesini emretti. Ona ve ashabına, müşriklerden gördüğü eza ve cefalara katlanmasını
tavsiye etti. Yüce Allah buyurdu ki:
"Önce en yakın hısımlarını uyar. Sana uyan mü'minleri kanatlarının altına al. Sana
başkaldırırlarsa: 'Taptıklarınızdan uzağım" de. Ey Muhammed! Senin kalkıp namaz kılanlar
arasında bulunduğunu gören, güçlü ve merhametli olan Allah'a güven. Doğrusu O işitir ve
bilir.
(eş-Şuarâ, 214-220.)
"Doğrusu bu Kur'ân sana ve ümmetine bir öğüttür. Ondan sorumlu tutulacaksınız." (ez-
Zuhmf, 44.)
"Kur'ân'a uymayı sana farz kılan Allah, seni döneceğin yere döndürecektir." (el-Kasas, 85.)
Yani Kur'ân'ı tebliğ etmeni sana farz ve vacip kılan Allah, seni dönülecek yer olan ahiret
yurduna döndürecektir. Ve Kur'ân'ı tebliğ edip etmediğini de sana soracaktır.
"Rabbin hakkı için biz onların hepsine mutlaka soracağız, yaptıkları şeylerden." (ei-Hicr,
92.93.)
Gerçekten de bu konuda pek çok ayet ve hadis bulunmaktadır. Bu konuyu tefsirimizde geniş
bir şekilde anlattık. eş-Şuarâ sûresinin 214. ayetini tefsir ederken bu konuda uzun uzadıya
açıklamalarda bulunmuş ve bununla ilgili birçok hadis nakletmisizdir.
Nitekim İmam Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Numeyr vasıtasıyla îbn Abbas'm şöyle
dediğini rivayet etmiştir: Cenâb-ı Allah, "Önce en yakın akrabanı uyar." mealindeki ayet-i
kerimeyi inzal buyurduğu zaman Peygamber (s.a.v.), Safa tepesinin yanına geldi.Tepeye
çıkıp halka: "İmdat!... imdat!" diye seslendi. Bunun üzerine insanların kimi bizzat kendi
gelerek, kimi de elçilerini göndererek orada toplandılar. Rasûlullah (s.a.v.) onlara şöyle
hitap etti; "Ey Abdülmuttalib oğulları! Ey Fihr oğulları! Ey Ka'b oğulları! Şu tepenin
arkasında size saldırmak üzere beklemekte olan atlıların bulunduğunu söylersem bana inanır
mısınız?" Onlar, evet, deyince şöyle buyurdu: "Öyleyse, şiddetli bir azap ile karşı karşıya
olduğunuzu söyleyerek sizi uyarıyorum!"
Orada bulunan lanetli Ebu Leheb de: "Yok olası adam. Günümüzü zehir ettin. Bizi bunun
için mi buraya çağırdın?" demiş, bunun üzerine yüce Allah, Tebbet sûresini inzal
buyurmuştu.
"Ebu Leheb'in iki eli kurusun (yok olsun o.), zaten yok oldu ya."
Ahmed b. Hanbel, Muaviye b. Amr tarikiyle Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet eder:
"Önce en yakın akrabanı uyar." ayeti nazil olunca Rasûlullah (s.a.v.), Kureyşlilerden yakın
uzak herkesi toplantıya çağırdı.Toplandıklannda onlara şöyle hitab etti: "Ey Kureyş
topluluğu! Canınızı ateşten kurtarın. Ey Ka'b oğulları topluluğu! Kendinizi ateşten koruyun.
Ey Haşim oğulları topluluğu! Kendinizi ateşten kurtarın. Ey Abdülmuttalib oğulları
topluluğu! Canınızı ateşten kurtarın. Ey Muhammed kızı Patıma! Kendini ateşten koru.
Allah'a yemin ederim ki, onun azabına karşı size yardımcı olamam. Ama sizin için bir
akrabalık bağı aramızda vardır. Bunun (rahmet) ıslaklığı ile sizi ıslatabilirim."
Yine Ahmed b. Hanbel, Veki' b. Hişam tarikiyle Hz. Aişe'nin şöyle-dediğini rivayet eder:
"Önce en yakın akrabanı uyar." ayeti nazil olduğunda, Rasûlullah (s.a.v.) kalkıp şöyle dedi:
"Ey Muhammed ki2i Fatıma, Ey Abdülmuttalib kızı Safiyye, Ey Abdülmuttalib oğulları! Allah'ın
azabına karşı size bir yardımım olamaz.Ama malımdan dilediğinizi benden isteyin."
Bunu, Müslim de rivayet etmiştir.
Hafız Ebu Bekir el-Beyhakî, "Delail" adlı eserde, Ebu Talib oğlu Ali'nin şöyle dediğini
rivayet eder: "Önce en yakın akrabanı uyar ve mü'-minlerden sana uyanlara kanadım indir."
ayetleri nazil olduğunda Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Bu tebligatı önce kavmime yaptığım takdirde, onlardan hoşuma gitmeyecek davranışlar
göreceğimi bildiğim için sustum, tebligatta bulunmadım. Ama Cebrail (a.s.), bana gelip
şöyle dedi: "Ya Muhammed, eğer Rabbinin sana emrettiğim yerine getirmezsen seni ateş ile
azap-landırır!"
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), beni çağırarak şöyle dedi: "Ey Ali! Doğrusu Cenâb-ı
Allah, önce en yakın akraba mı uyarmamı bana emretti. Bunun için de bir koyunla bir Ölçek
buğdaydan yemek yap. Bir büyük bardak süt de hazırla. Sonra da Abdülmuttalib oğullarını
bana çağır."
Bana emredileni yaptım. Abdülmuttalib oğulları o gün toplandılar. Tam kırk kişi kadardılar.
Aralarında Rasûlullah'ın amcaları Ebu Talib, Hamza, Abbas ve lanetli Ebu Leheb de vardı.
Yemek tabağını önce Rasûlullah'a takdim ettim. Kendileri o tabaktan bir parça et alıp dişleriyle
parçaladı. Sonra tabağın etrafına bıraktı ve: "Allah'ın adıyla ye-yin." dedi. Oradakiler
doyuncaya kadar yemek yedikleri halde bitireme-diler. Onların sadece parmak izlerini
görebiliyorduk. Oradakilerden bazıları bir koyunu tek başına yese dahi doymazdı. Sonra
Rasûlullah (s.a.v.) bana: "Süt içir." dedi. Ben de o büyük bardak içindeki sütü kendilerine
sundum. Kana kana içtiler, yine tüketemediler. Allah'a andolsun ki, kişi ancak o kadar
içebilirdi.
Yemekten sonra Rasûlullah (s.a.v.), onlara hitap etmek isteyince lanetli Ebu Leheb önce
söze girişerek: "Hayret!... Şimdiye kadar bunun gibi bir sihir görmedik. Adamınız sizi
büyülemesin." dedi. Oradakiler bu söz üzerine dağılıp gittiler. Rasûlullah (s.a.v.), onlarla
konuşamadı.
Ertesi gün Rasûlullah (s.a.v.) bana şöyle emir verdi: "Ey Ali, dünkü gibi yine bize yiyecek
ve içecek hazırla. O adam, ben söze başlamadan önce söze girişti ve sözümü kesti." dedi.
Ben de verilen"emri yerine getirdim, onları topladım. Rasûlullah (s.a.v.), bir önceki gün gibi
yaptı. Yemeğe başladılar. Doyuncaya kadar yedikleri halde bitiremediler. Allah'a and olsun
ki, kişi ancak o kadar yiyebilirdi. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) bana: "Ey Ali, onlara içir." dedi.
Ben de o süt kabını getirerek ikram ettim. Doyasıya, kana kana içtiler. Allah'a andolsun ki
kişi ancak o kadar içebilirdi.
Rasûlullah (s.a.v.), onlara hitap etmek isteyince lanetli Ebu Leheb ondan önce söze
girişerek: "Hayret!.. Şimdiye kadar bunun gibi bir sihir görmedik. Adamınız sizi
büyülemesin." dedi. Oradakiler de Rasûlul-lah'm konuşmasına fırsat vermeden dağılıp
gittiler.
Ertesi gün yine Rasûlullah (s.a.v.), bana şu talimatı verdi: "Ey Ali, dünkü gibi bize yiyecek
ve içecek hazırla. Çünkü o adam benim halka hi-tab etmemden önce söze girişerek sözümü
kesti." dedi.
Verilen emri yerine getirdim. Sonra onları topladım. Rasûlullah (s.a.v.)'da daha önce yaptığı
gibi yaptı. Yemeğe başladılar. Doyuncaya kadar yediler. Sonra o büyük kaptan kendilerine
süt içirdim. Allah'a andolsun ki kişi, ancak o kadar yiyebilir, o kadar içebilirdi.
Sonra Rasûlullah (s.a.v.) onlara şöyle hitab etti: "Ey Abdülmuttalib oğulları! Allah'a
andolsun ki ben, Araplar arasında benim size getirdiğim hususlardan daha kıymetli şeyler
getiren bir genç bilmiyorum. Ben size dünya ve ahiret işini getirdim."
Ebu Cafer b. Cerir'in, Muhammed b. Humeyd er-Razî tarikiyle îbn Abbas'tan yaptığı
rivayette şu ilaveler vardır: "Ben size dünya ve ahiret hayrını getirdim. Sizi, buna davet
etmemi Allah bana emretti. Bu hususta bana kim yardımcı olmak, bana kim kardeş olmak
ister?" dedi.
Oradakilerden hiçbiri, bu teklifi kabul etmedi. Oradakiler arasında yaşı en küçük, gözü en
fazla çapaklıların en fazla büyük, bacakları daha çok yaralı, bereli olan ben olduğum halde
şöyle dedim: "Ey Allah'ın peygamberi! Ben senin yardımcın olacağım." Boynumdan tuttu
ve: "îşte bu, benim kardeşimdir. İşte bu böyledir,, işte bu şöyledir. Onu dinleyin ve ona itaat
edin." dedi. Orada bulunanlar bu manzara karşısında gülüp Ebu Talib'e şöyle dediler.
"Görüyor musun, Muhammed, oğlun Ali'yi dinlemeni ve ona itaat etmeni sana emrediyor!"
îbn Eb^ Hatim, tefsirinde babası tarikiyle Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet eder : "Önce en
yakın akrabam uyar." ayet-i kerimesi nazil olduğunda Rasûlullah (s.a.v.), bana: "Bir koyun
budu et ve bir ölçek buğdaydan yemek yap. Büyük bir kap süt hazırla. Sonra da
Haşimoğullanm evime davet et." dedi. Ben de onları davet ettim. O gün onlar otuz dokuz
veya kırk bir kişi idiler. Yemek sonrasında Rasûlullah (s.a.v.) söze başlayarak şöyle
buyurdu: "Benim borcumu hanginiz öder ve benden sonra ailemin idaresini kim yürütür?"
Hepsi sustular. Abbas, bunun kendi malına dokunacağından korktuğu için sesini çıkarmadı.
Ben de Abbas'm yaşından dolayı ses çıkarmadım. Bir kez daha bu soruyu tekrarladı. Abbas
yine sustu. Ben bu durumu görünce; "Ben, ya Rasülallah!" dedim. O da: Sen mi? diye sordu.
Çünkü o gün ben onların içinde durumu en kötü olan, görünüşü beğenilmeyen, gözleri
çapaklı, karnı şişkin, bacakları da bereli bir kimse idim.
Hz. Peygamber'in; "Benim borcumu kim öder ve ailemin benden sonra idaresini kim
yürütür?" diye sorması, onun ölümünden sonraki zaman içindi. Güya o, risaleti Arap
müşriklerine tebliğ ettiği takdirde kendisini öldürmelerinden korkmuştu. Bu sebeple
ölümünden sonra borcunu ödeyecek ve ailesinin idaresini üstlenecek birine güvenmek istiyordu.
Ama Cenâb-ı Allah, ona bu güveni vermişti:
"Ey elçi, Rabbinden sana indirileni duyur; eğer bunu yapmazsan, O'nun mesajını
duyurmarmş olursun. Allah seni insanlardan korur." (el-Mâide, 67.)
Özetle söylemek gerekirse Rasûlullah (s.a.v.), gece gündüz demeden gizli, açık her şekilde
insanları Allah'a imana davete devam ediyordu. Onu, bu işinden hiç kimse alıkoyamıyor ve
geri çeviremiyordu. İnsanların meclislerine, toplantı ve merasim yerlerine , alış veriş yerlerine,
hac duraklarına uğruyor, karşılaştığı hür, köle, zayıf, güçlü, zengin, yoksul herkesi imana
davet ediyordu. Bu hususta, onun nazarında bütün halk eşit idi. Ama ona ve kendisine tâbi
olan güçsüz fertlere, güçlü ve kuvvetli Kureyş müşrikleri sözlü ve fiilî saldırılarda bulunup
musallat oluyorlardı. İnsanlar içinde ona en çok eziyet eden, amcası Ebu Le-heb'di. Onun
adı Abdüluzza b. Abdülmuttalib'ti. Karısı da Ümmü Cemil Erva binti Harb b. Ümeyye'de
Hz. Peygamber'e karşı en azılı düşmanlardandı. Bu kadın, Ebu Süfyan'm kız kardeşidir. Bu
hususta Ebu Le-heb'e, Hz. Peygamberin amcası Ebu Talib b. Abdülmuttalib muhalefet
etmişti.Tabiatıyla insanlar içinde Ebu Talib'in en çok sevdiği kimse, Rasûlullah (s.a.v.)'dı.
Ebu Talib ona iyi davranır, şefkat gösterir, müdafaa eder, koruması altına alır, daveti
hususunda kendi kavmine muhalefet ederdi. Ama yine de onların dinlerinde ve yollarında
idi. Yalnız Cenâb-ı Allah şer'î değil de, tabii bakımdan onun kalbini Rasûlullah sevgisiyle
imtihan etmişti.
Ebu Talib'in kendi kavminin dini üzere kalmakta devam etmesi, Cenâb-ı Allah'ın
hikmetindendi. Böylece Rasûlünü korumuş oluyordu. Çünkü Ebu Talib İslâm'a girseydi,
Kureyş müşrikleri nezdinde onun itibarı kalmaz, söz hakkı da olmazdı. Onlar da
kendisinden çekinmez, saygı göstermez, aksine ona karşı cüretkar olurlardı. Ellerini ve
dillerini kötülükle uzatırlardı. Rabbin dilediğini ve beğendiğini yaratır.1 Allah, yaratıklarını
çeşitli tür ve cinslere ayırmıştır.
İşte şu iki amca, ikisi de kafir. Birinin adı Ebu Talib, diğerinin ki Ebu Leheb. Ama Ebu Talib
kıyamette hafif bir ateş içinde bulunacak, diğeri Cehennem'in en alt tabakasında yanacaktır.
Onun hakkında (1) Hayır, şayet Ebu Talib Müslüman olsaydı bu, Kureyş'in diğer önde
gelenlerinin islâm'a girmelerine sebep olurdu. Yazarın sözlerinden öyle anlaşılıyor ki yüce
Allah, Rasûlünü himaye etmek için Ebu Talib'in küfürde kalmasına hükmetmiştir. Bu, uygun
olmayan ve geçerliliği bulunmayan bir sebeptir.
Cenâb-ı Allah, kitabında bir sûre indirmiştir. Bu sûre, minberlerde, vaaz ve hutbelerde
okunur. Bu sûrede anlatıldığına göre Ebu Leheb, alevli bir ateşe atılacaktır. Odun hammalı
katısı da onunla birlikte ateşte yanacaktır.
îmam Ahmed b, Hanbel, daha önce cahiliye hayatını yaşamakta iken bilahare Müslüman
olan ve Beni Diyl kabilesinden olup Rebia b. İbad ismi ile çağrılan bir adamın şöyle
dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.)'ı cahiliye devrinde Zü'1-Mecaz panayırında şöyle
derken gördüm: "Ey insanlar! Lâ ilahe illallah, deyin, kurtuluşa erin.'1 O böyle derken insanlar
çevresinde toplanmışlardı. Arkasında da parlak yüzlü, şaşı ve iki saç örgüsü bulunan
bir adam da: "O dinden çıkmıştır. O yalancıdır." diyor ve gittiği her yere o da gidiyordu. Bu
adamın kim olduğunu sorduğumda bana, amcası Ebu Leheb olduğunu söylediler.
Beyhakî, Rebia ed-Dilî'nin şöyle dediğini de rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.)'ı Zü'1-Mecaz
panayırında insanların menzillerine giderek onları Allah'a davet ederken gördüm. Arkasında,
şaşı bir adam vardı. Damarları şişip şöyle diyordu: "Ey insanlar, bu sizi aldatıp dininizden
ve atalarınızın dininden ayırmasın!"
Bu kimdir? diye sordum, Ebu Leheb olduğunu söylediler.
Sonra Beyhakî, bu hadiseyi Şube tariki ile Kinaneli bir adamdan, naklederek o adamın şöyle
dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.)'ı Zü'1-Mecaz panayırında gördüm. O, şöyle
diyordu: "Ey insanlar, Lâ ilahe illallah deyin, kurtuluşa erin." Bir de baktım ki arkasında bir
adam, onun üzerine toprak saçıyor. Gördüm ki o, Ebu Cehil'dir. O da şöyle diyordu: "Ey
insanlar, bu adam sizi aldatıp da dininizden etmesin! Bu, Lat ve Uzza'ya ibadeti bırakmanızı
istiyor."
Ravi, burada Hz, Peygamber'i yalanlayanın, Ebu Cehil olduğunu söylüyor. Daha kuvvetli
kavillere göre o, Ebu Leheb'ti. Onun hayatının geri kalan kısmını, Bedir muharebesinden
sonra ölümünden bahsederken inşaallah anlatacağız.
Ebu Talib'e gelince, o, tabii bir şekilde Hz. Peygamber'e son derece sevgi ve şefkat
gösterirdi. Nitekim onun bu durumu, yaptığı işlerden ve karekterinden belli oluyordu.
Rasûlullah ve ashabını korurken, uyguladığı yöntemlerden de anlaşılıyordu.
Yunus b. Bükeyr, Talha b. Yahya tarikiyle Ukeyl b. Ebi Talib'in şöyle dediğini rivayet eder:
Kureyşliler, Ebu Talib'e gelerek: "Kardeşin oğlu Muhammed, meclisimizde ve
mescidimizde bize eza verdi. Ona, bundan vazgeçmesini söyle. Artık bize ilişmesin."
dediler. Ebu Talib de: "Ey Ukayl! Koşarak git ve bana Muhammed'i getir." dedi. Ben de
koşarak gidip Muhammed'in evine gittim. Kendisini öğle sıcağında babamın yanına
getirdim. Yanma geldiğimizde Rasûlullah'a şöyle dedi: "Amcam oğulları olan şu
Kureyşliler, meclis ve mescidlerinde kendilerine ceza verdiğini iddia ediyorlar. Onlara eza
vermekten vazgeç."
Rasûlullah (s.a.v.), gözlerini semaya dikip: "Şu güneşi görüyor musunuz?" diye sordu. Onlar
da evet, deyince şöyle buyurdu: "Vallahi benim için, gönderilmiş olduğum vazifeyi yerine
getirmek, herhangi birinizin şu güneşten bir ateş parçasını koparmasından daha kolay değildir!"
Ebu Talib de şöyle dedi: "Vallahi, kardeşim oğlu asla yalan söylemedi. Haydi gidin
bakalım."
Sonra Beyhakî, Yunus tariki ile İbn İshak'tan rivayet etti ki, Kureyşliler, Ebu Talib'e böyle
dedikleri zaman o, Rasûlullah (s.a.v.)'a haber göndererek yanına getirtti. Ve ona şöyle dedi:
"Ey kardeşim oğlu! Kavmin bana geldi. Şöyle şöyle dediler. Gerek bana ve gerek kendin
için bir çıkış yolu bırak ve taşıyamayacağım yükü sırtıma koyma. Kavminin hoşlanmadığı
sözleri söylemekten vazgeç."
Rasûlullah (s.a.v.), amcasının İslâm daveti konusunda fikir değiştirdiğini, kendisini artık
destekleyemiyeceğini, onu düşman eline bırakacağını ve kendisiyle beraber olamayacağını
zannederek şöyle dedi:
"Ey Amca! Eğer güneşi sağ elime, ayı da sol elime koysan, yine de bu işi -Allah onu galip
kılmadan yahud onun uğrunda ölmeden- bırakmayacağım." Böyle dedikten sonra
gözlerinden yaş akarak ağladı.
Rasûlullah (s.a.v.), oradan ayrılıp çıkmak üzere iken Ebu Talib, durumun hangi noktaya
geldiğini ve Rasûlullah (s.a.v.)'ı ne kadar etkilediğini müşahede ettiği için; ey kardeşim
oğlu, diye seslendi. Rasûlullah ona dönüp baktı. Ebu Talib şöyle konuştu: "İşine devam et.
Dilediğini yap. Allah'a andolsun ki seni hiçbir kimseye asla teslim etmeyeceğim!"
îbn İshak der ki: Bundan sonra Ebu Talib bu hususta şu şiiri okudu:
"Allah'a andolsun ki, ben toprağa gömülünceye dek,
Onların tamamı sana zarar veremez.
Sen var işine devam et, sana engel yok.
Müjdeler olsun ve gözlerin de bununla aydın olsun.
Beni davet ettin, bana öğüt verdiğini biliyorum,
Doğru söyledin, zaten eskiden beri eminsin.
Bana Öyle bir din teklif ettin ki,
Onun, halkın en hayırlı dini olduğunu biliyorum,
Kmanmasaydım veya küfre dilmekten çekinmeseydim,
Buna açıkça yakınlık gösterirdim."
Bu rivayetler de gösteriyor ki Cenâb-ı Allah, raşûlünü ayrı dinden olmakla birlikte amcası
Ebu Talib vasıtasıyla korumuştur. Amcası olmadığı zamanda da Cenâb-ı Allah, dilediği gibi
onu muhafaza etmiştir. Onun hükmünü engelleyecek hiçbîrşey yoktur!Yunus b, Bükeyr, îbn
İshak'm Mısır halkmdan birinin kırk şu kadar yıl önce kendisine İkrime vasıtasıyla şöyle bir
rivayettte bulunduğunu söyler: Mekke müşrikleriyle Rasûlullah arasında cereyan eden bir
hadiseyi uzun uzadıya anlatan îbn Abbas'm şöyle dediğini nakleder: Rasûlullah (s.a.v.),
ayağa kalktığında Ebü Cehil b. Hişam şöyle dedi: "Ey Kureyş topluluğu! Şüphesiz
Muhammed, bizim dinimizi ayıplamaktan, atalarımıza küfretmekten, tanrılarımıza dil
uzatmaktan ve aklımızı hafife almaktan vazgeçmeyecektir. Ben, Allah'a söz veriyorum ki,
yarın bir taş alıp onu bekleyeceğim. Namazda secdeye vardığında, o taşla kafasını ezeceğim.
Bundan sonra Abdumenaf oğulları ne isterlerse bana yapsınlar."
Ertesi sabah lanetli Ebu Cehil, eline bir taş alıp oturdu. Rasûlullah'ı beklemeye başladı.
Rasûlullah da her sabah olduğu gibi o gün gelip Kudüs'e yönelerek namaza durdu. Namaz
kılarken hacer-i esved ile Rükn-ü Yemanî arasında dururdu. Ka'be'yi, kendisi ile Kudüs
arasına alırdı. Yine öyle yaptı. Namaza durdu. Kureyşliler de meclislerinde, olup bitenleri
seyrediyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.), secdeye vardığında Ebu Cehil taşı alıp ona doğru gitti.
Yanma vardığında şaşkın, ürkek ve rengi sararmış halde geri döndü. Taş elinde dona
kalmıştı. Nihayet taşı fırlatıp attı. Kureyşlilerden bazıları yanma gidip: "Ey Eba Hakem!
Sana ne oldu?" diye sordular. O da şöyle dedi: "Dün söylediğimi yapmaya gittim. Yanma
yaklaştığımda bana damızlık bir deve göründü. Allah'a andolsun ki onun gibi iri başlı, uzun
boyunlu ve büyük dişli bir deve daha görmüş değilim. Beni yemeğe kasdetti!"
İbn îshak der ki: Bu durum, Rasûlullah (s.a.v.)'a anlatıldığında o şöyle demişti: "O
Cebrail'di. Eğer Ebu Cehil ona yaklaşsaydı yakalanırdı."
Beyhakî, Abt)as b. Abdülmuttalib'in şöyle dediğini rivayet eder: Bîr gün Mescid-i Haram da
idim. Lanetli Ebu Cehil gelip şöyle dedi: "Allah'a borcum olsun. Eğer Muhammed'i secde
halinde görürsem boynuna basacağım!" Oradan ayrılıp Rasûlullah'm yanma vardım. Ebu
Cehil'in söylediklerini kendisine bildirdim. O da öfkelenerek evden çıkıp Mescid-i Haram'a
geldi. Kapıya gitmeden acele ile duvardan içeriye atladı. Bugün kavga günüdür, deyip
peştemalimin ucunu (eteğimi) bağladım. Rasûlullah (s.a.v.), Mescid-i Haram'a girip:
"Yaratan Rabbinin adıyla oku. O ki, inşam kan pıhtısından yaratmıştır." ayetlerini okumaya
başladı. Ebu Cehille ilgili: "Hayır, insan azar, kendini zengin gördüğü için." mealindeki
ayete geldiğinde oradakilerden biri, Ebu Cehil'e: "Ey Eba Hakim! işte bu Muhammed'dir."
dedi. Ebu Cehil de: "Benim gördüklerimi görmüyor musunuz? Allah'a andolsun ki semanın
ufukları benim üzerime kapandı!" dedi. Rasûlullah (s.a.v.) da okumakta olduğu Alâk
sûresinin sonuna vardığında secdeye kapandı.
İmam Ahmed b. Hanbel, Abdürrezzak vasıtasıyla İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder:
Ebu Cehil; "Muhammed'i KaTse yanında namaz kılarken görürsem, mutlaka boynuna
basarım!" demişti. Onun bu sözleri Rasûlullah'a ulaşınca O: "Eğer böyle yaparsa melekler
onu, göz göre göre yakalarlar." dedi.
Davud b. Ebi Hind, îkrime tarikiyle İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: Ebu Cehil,
namaz kılmakta olan Peygamber (s.a.v.)'in yamna varıp: "Ey Muhammed! Seni namaz
kılmaktan menetmemiş miydim? Cemaatı benden daha kalabalık bir kimse bulunmadığını
bilmiyor musun?" demişti de, Peygamber (s.a.v.) onu kovmuştu. Cebrail vahiy getirerek
şöyle dedi: "O gidip meclisini (adamlarım) çağırsın. Biz de zebanileri çağırırız!" Vallahi
eğer o, kendi meclisindeki adamlarını çağırsaydı, azap zebanileri de onu yakalardı!" Bunu,
Ahmed ve Tirmizî rivayet etmiştir.
İmam Ahmed b. Hanbel, İsmail b. Yezid vasıtasıyla İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder:
Ebu Cehil: "Muhammed'i Ka"be yanında namaz kılarken görürsem, gidip boynuna
basarım." dedi.Rasûlullah da buyurdu ki: "Eğer böyle yaparsa, azap zebanileri de onu göz
göre göre yakalarlar."
Ebu Cafer b. Cerir, îbn Humeyd tarikiyle ibn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: "Ebu
Cehil; "Eğer Muhammed, Makam-ı ibrahim yanında tekrar namaz kılarsa onu öldürürüm."
dedi. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, şu ayetleri inzal buyurdu:
'Yaratan Rabbinin adıyla oku......Hayır, eğer bundan vazgeçmezse
onu perçeminden yakalarız. O yalana, günahkar perçemden! O zaman gitsin de meclisini
(adamlarını) çağırsın. Biz de zebanileri çağırırız." Sonra Rasûlullah (s.a.v.), Kabe'ye gelip
namaz kıldı. Ebu Cehil ona ilişmedi. "Niye ona ilişmedin?" diye sorduklarında: "Onunla
benim aramda kalabalık askerler vardı." dedi. îbn Abbas dedi ki; "Vallahi, eğer yerinden
kımıldasaydı melekler, insanların gözleri gönünde onu yakalayacaklardı."
İbn Cerir, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ebu Cehil: "Muhammed sizin
aranızda yüzünü yere sürer mi (namaz kılar mı)?" diye sorduğunda, yanındakiler, evet, diye
cevap verdiler. O da şöyle dedi: "Lat ve Uzza'ya yemin ederim ki, eğer onu bu şekilde
namaz kılarken görürsem, (secdede iken) boynuna basar, yüzünü de toprağa
sürerim!"Namaz kılmakta olan Rasûlullah'm yanına, boynuna basmak için geldi. Ama
aniden eliyle kendini korumaya çalışarak gerisin geri kaçmaya başladı. "Sana ne oldu?" diye
sorduklarında şöyle dedi: "Benimle Muhammed arasında ateş hendeği,korku ve kanatlar
gördüm."
Rasûlullah (s.a.v.), buyurdu ki:
"Eğer bana yaklaşsaydı, melekler onu paramparça ederlerdi." Bunun üzerine Cenâb-ı Allah,
şu ayetleri inzal buyurdu:
"Hayır, insan azar, kendini zengin gördüğü için. Ama dönüş Rabbi-nedir. Gördün mü şu men
edeni. Namaz kılarken bir kulu? Gördün mü, ya o doğru yolda olur, yahud kötülüklerden
korunmayı emrederse? Gördün mü, ya bu adam hakkı yalanlar, yüz çevirirse? Allah'ın
gördüğünü bilmedi mi? Hayır, eğer bundan vazgeçmezse, perçeminden yakalarız. O yalancı
günahkar perçemden. O zaman o gitsin de meclisini (adamlarını) çağırsın. Biz de zebanileri
çağıracağız Hayır, ona boyun eğme. Allah'a secde et ve yaklaş!" (ei-Alak, 6-19.)
îmam Ahmedb. Hanbel, Vehb b. Cerir vasıtasıyla Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet eder:
Sadece bir gün Rasûlullah (s.a.v.)'ın Kureyşlilere beddua ettiğini gördüm. Namaz kılıyordu.
Kureyşlilerden bir grup da orada oturmuştu. Yakınlarında bir deve işkembesi vardı. "Bunu,
kim Muhammed'in üzerine atar?" dediler. Ukbe b. Ebi Muayt: "Ben atarım." dedi. Alıp Hz.
Peygamber'in üzerine bıraktı. Ama o secde halinde kalmakta devam etti. Nihayet kızı
Fatıma gelip o işkembeyi Rasûlullah'm sırtından aldı. Rasûlullah (s.a.v.)'da kalkıp şöyle
dedi: "Allah'ım, şu Ku-reyş güruhunun hakkından gel! Allah'ım, Utbe b. Rebia'nm
hakkından gel! Allah'ım, Şeybe b. Rebia'nm hakkından gel! Allah'ım, Ebu Cehil b. Hişam'm
hakkından gel! Allah'ım, Ukbe b. Ebi Muayt'm hakkından gel! Allahım, Übey b. Halefin ve
Ümeyye b. Halefin hakkından gel!" Bu iki isimden hangisine beddua ettiği hususunda
rivayet senedinde adı geçen Şu'be şüphe etmiştir.
Abdullah dedi ki: "Kendilerine beddua edilen bu adamların tamamının Bedir savaşında
öldürüldüklerini gördüm. Sonra bunlar kuyuya atıldılar.Ancak Übey (veya Ümeyye) b.
Halef cüsseli bir adam olduğu için parçalanarak kuyuya atıldı."
Buharî, bunu sahihinin müteaddit yerlerinde, îbn İshak tariki ile de Müslim rivayet etmiştir.
Ama doğru görüşe göre Hz. Peygamber'in, kendisine beddua ettiği kişi, Ümeyye b. Halefti.
O, Bedir savaşında Öldürüldü. Kardeşi Übeyd de Uhud savaşında öldürüldü. Nitekim ileride
de buna temas edilecektir.
Sahih rivayete göre Kureyşliler, Hz. Peygamber'in üstüne işkembe atma olayını
seyrederlerken kahkahayla gülmüşler, öyleki katıla katıla güldüklerinden eğilerek
birbirlerine yaslanmışlardı. Hz. Fatıma, işkembeyi Rasûlullah'm üzerine attıklarında dönüp
Kureyşlilere tahkir edici sözler sarf etmişti. Rasûlullah (s.a.v.)'da namazını tamamladıktan
sonra ellerini kaldırıp onlara beddua etmişti. Onun bu halini görünce, gülmelerine son
vermişlerdi. Çünkü bedduadan korkmuşlardı. Ama beddua ederken yedi kişiden bahsetmişti.
Çoğu rivayete göre onlardan şu altı kişinin adını vererek bedduda etmişti. Utbe,kardeşi
Şeybe (Bunlar, Rebia oğullarıdır.), Velid b. Utbe, Ebu Cehil b. Hişam, Ukbe b. Ebi Muayt
ve Ümeyye b. Halef. îbn İshak dedi ki, yedincisinin adını unuttum. Ben derim ki: O yedinci
kişi, Umare b. Velid idi. Bunun adı, Bu-harî'nin Sahihinde geçmektedir. [1]
İraşî'nın Hikayesi
Yunus b. Bükeyr, İbn îshak vasıtasıyla Abdülmelik b. Ebi Süfyan es-Sekafî'nin şöyle
dediğini rivayet eder: İraş beldesinden bir adam, devesini satmak için Mekke'ye getirmişti.
Devesini Ebu Cehil b. Hişam'a satmış, ama Ebu Cehil onun parasını ödemekte ağır
davranmıştı. Parayı alamayan İraşî, Kureyş meclisine geldi. Rasûlullah (s.a.v.)'da Mescid-i
Haram'm bir tarafinda namaz kılmaktaydı. îraşî şöyle dedi: "Ey Kureyş topluluğu! Ebu'l
Hakem b. Hişam'a karşı bana kim yardım eder? Ben yabancı ve yolcu bir kişiyim.Hakkımı
vermiyor. Bana zorbalık ediyor!" Orada bulunanlar işi alaya alarak Rasûlullah (s.a.v.)'ı
gösterip, şu adamı görüyor musun? dediler. İşte o, senin hakkını Ebu Cehil'den alır!
Zira biliyorlardı ki, Ebu Cehil ile Rasûlullah arasında düşmanlık vardır. Bu tavsiyeleri
üzerine İraşi, Rasûlullah'm yanına gelip durumu ona anlattı. Rasûlullah da o adamla birlikte
kalkıp gitti. Oradakiler, yanlarında bulunan bir adama: "Peşlerine takıl. Muhammed'in ne
yaptığına bak." dediler.
Rasûlullah (s.a.v.), gidip Ebu Cehil'in kapısında durdu. Kapıyı çaldı. Ebu Cehil; "Kim o?"
diye sordu. Rasûlullah da: "Muhammed.... Dışarı çık!" dedi. Ebu Cehil, dışarı çıktı. Rengi
sararmıştı. Rasûlullah: "Bu adamın hakkını ver." deyince, Ebu Cehil: "Bekleyin, hakkını
getirip vereceğim." dedi. İçeri girip adamın hakkını getirdi ve ödedi. Sonra Rasûlullah'da
oradan ayrılıp îraşî'ye: "Haydi, işine git." dedi.îraşî'de tekrar Mescid-i Haram'a gelerek
Kureyş topluluğunun yanma vardı ve: "Allah, o gösterdiğiniz adamın hayrını versin.
Hakkımı alıp bana verdi." dedi.
Ote yandan, Rasûlullah'la îraşî'yi takip için peşlerine kattıkları adam dönüp geldi. Ona:
"Yazıklar olsun sana, neler gördün bakalım?" diye sordular. O da: "Çok hayret verici şeyler
gördüm: Vallahi Muhammed, kapıyı çalınca Ebu Cehil -kendisinde ruh kahnamışçasmakapıya
çıktı. Muhammed'de; "Bu adamın hakkım öde." dedi. Ebu Cehil: "Evet, az durun
hakkım getirip vereceğim." dedi. İçeriye girip adamın hakkını getirdi ve ödedi, dedi."
Sonra çok geçmeden Ebu Cehil de Mescid-i Haram'da bulunan yanma geldiğinde ona:
"Yazıklar olsun, neyin var?Vallahi böyle kirşey yaptığını şimdiye kadar görmemiştik,
dediler."
Ebu Cehil dedi ki: "Yazıklar olsun size! Vallahi o benim kapımı çalıpta sesmi duyduğumda
içim korkuyla doldu. Sonra kapıya çıktığımda
yanı başında damızlık bir deve gördüm. O deve gibi iri başlı, uzun boyunlu, iri dişli bir deve
görmemiştim. Allah'a yemin ederim ki, eğer Iraşî'nin hakkını ödemeseydim deve beni
yiyecekti." [2]
Fasıl
Buharı, Ayyaş b. Velid vasıtasıyla Urve b. Zübeyr'in şöyle dediğini rivayet eder: Amr b. As'a
şöyle bir soru sordum: "Bana, müşriklerin Rasûlullah'a yaptıkları en şiddetli eziyeti anlat."
Dedi ki: Bir ara Rasûlullah (s.a.v.), Ka'be'de Hatim kısmında namaz kılmakta iken Ukbe b.
Ebi Muayt gelip elbisesinin eteğini boynuna doladı ve boğacak derecede sıktı. Ebu Bekir'de
gelip Ukbe'nin omuzundan tutarak Rasûlullah'ın yanından uzaklaştırdı ve şu ayeti okudu:
"Rabbim Allah'tır, dediği için bir adamı öldürüyor musunuz? Oysa o size Rabbinizden
kanıtlar getirmiştir." (ei-Mü'mîo, 28.)
Beyhakî, el-Hakim tarikiyle Urve'nin şöyle dediğini rivayet eden Abdullah b. Amr b. As'a
şöyle bir soru sordum: Rasûlullah (s.a.v.)'a gösterdikleri düşmanlığın en belirgini olarak
yaptıkları eziyetlerin hangisini gördün?
Dedi ki: Bir gün Kureyş eşrafı Hatim'de toplanmışlardı. Rasûlullah'tan bahsedip şöyle
dediler: Bu adama karşı sabrettiğimiz gibi hiç kimseye sabretmedik. O akıllarımızı hafife
aldı. Atalarımıza küfretti. Dinimizi kötüledi. Topluluğumuzu dağıttı. Tanrılarımıza küfretti.
Biz ondan büyük bir bela gördük.
Onlar böyle konuşurlarken Rasûlullah (s.a.v.), Mescid-i Haram'a geldi. Hacer-i esved'i
istilam etti. Sonra Ka'be'yi tavafa başladı. Tavaf ederken yanlarından geçtiğinde ona laf
attılar. Rasûlullah (s.a.v. )ım bu kötü laflardan etkilendiği yüzünden anlaşıldı.İkinci kez
yanlarından geçtiğinde yine laf attılar. Yine o laflardan etkilendiği yüzünden anlaşıldı ama
geçip tavafa devam etti. Üçüncü kez yanlarından geçerken yine ona laf attılar. Bu defa o
şöyle buyurdu "Ey Kureyş topluluğu! Duyuyor musunuz? Nefsim kudret elinde olan Allah'a
yemin ederim ki ben, size ölümle geldim!"
Onun bu sözleri oradakileri etkiledi.Sessiz oltjular.Başlarında bir kuş bulunsaydı yere
düşerdi. Hatta bundan önce onların en güçlü olanları bile, bu sözü duyduktan sonra onu
teskin ederek kendisine şöyle dediler: Ey Ebe'l Kasım! Doğruluğa ve hidayete ermiş olarak
buradan git. Sen cahil bir kimse değilsin.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), yanlarından ayrılıp gitti.
Ertesi gün yine aynı yerde toplanan Kureyş topluluğu -ki ben de ara-larındaydımbirbirlerine
şöyle demeye başladılar: Dün sizin sözlerinize karşı onun neler söylediğini
gördünüz değil mi? Hatta hoşunuza gitmeyen şeyleri size söylediği halde ona birşey
yapmadınız.
Onlar bu tarzda konuşmakta iken Rasûlullah (s.a.v.) geldi. Hep birlikte ona saldırdılar.
Çevresini kuşattılar: "Dün şöyle ve şöyle diyen sen raiydin?" dediler. Rasûlullah, onların
dinlerini ve tanrılarını ayıplayıp yermişti. Bu sorularına cevaben Rasûlullah: "Evet, bunları
söyleyen benim!" dedi.Onlardan birinin, Rasûlullah'm yakasına yapıştığını gördüm. Ebu
Bekir onun için ağlamaya ve şöyle demeğe başladı: "Rabbim Allah'tır, dediği için bir adamı
öldürüyor musunuz?"
Ebu Bekir'in böyle demesi üzerine Rasûlullah'm yanından uzaklaşıp gittiler.
İşte Kureyşlilerin, Hz. Peygamber'e yaptıkları en büyük eziyet olarak bunu gördüm. [3]
Fasıl
Bu fasıl, Kureyşlilerin Rasûlullah'a ve ashabına karşı komplo kurmalarından, ona yardım ve
destek vermekten vazgeçerek kendilerine teslim etmesi için amcası Ebu Talib'le toplantı
yapmalarından, Ebu Talib'in de Allah'ın güç ve kuvveti ile bu isteklerini yerine getirmemesinden
bahseder.
îmam Ahmed b. Hanbel, Veki1 tarikiyle Enes'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah
(s.a.v.) buyurdu ki:
"Allahyolunda hiç kimsenin görmediği eziyetler gördüm. Allah yolunda hiç kimsenin
korkmadığı kadar korkutuldum. Üzerimizden otuz gün otuz gece geçtiği halde ben ve
Bilal'in -ciğer sahibi canlı birinin yiye-bileceği-birşeyi yoktu. Ancak Bilal'in koltuk altında
gizlenen yiyeceği hariç."[4]
Muhammed b. îshak dedi ki: Kureyşlilerin saldırılarına karşı amcası Ebu Talib koşup Hz.
Peygamber'in yanına geldi. Onu korudu ve saldırganlara engel oldu.
Rasûlullah (s.a.v.)'da artık davetine devam etti, Allah'ın dinini açıkladı. Hiçbir şey ona engel
olamadı.
Kureyşliler, Hz. Peygamber'in, kendilerinden ayrı düşmek ve tanrılarını kötülemek gibi
hoşlanmadıkları işlere son vermediğini, amcası Ebu Talib'in de koşup gelerek kendisini
koruduğunu, saldırganlarla kendisi arasına girdiğini, onu saldırganlara teslim etmediğini
görünce, bir heyet kurarak Ebu Talib'in yanma gittiler. Heyettekiler şunlardı: Rebia b.
Abdu'ş-Şems b. Abdumenaf b. Kusayy'in oğulları Utbe ile Şey-be, Ebu Süfyan Sahr b. Harp
b. Ümeyye b. Abdu'ş-Şems, Ebül Bahterî (Bunun asıl adı, As b. Hişam b. Haris b. Esed b.
Abdüluzza b. Kusay'dır.), Esved b. Muttalib b. Esed b. Abdul Uzza, Ebu Cehil (Bunun asıl
adı, Amr b. Hişam b. Muğire b. Abdullah b. Ömer b. Mahzum'dur.), Velid b. Muğire b.
Abdullah b. Ömer b. Mahzum b. Yakaza b. Mürre b. Ka*b b. Lüey, Haccac b. Amir b.
Huzeyfe b, Said b. Sehim b. Amr b. Husays bin Ka'b b. Lüeyy'in oğulları Nebih ile
Münebbih, As b. Vail b. Said b. Sehm.
İbn İshak, bunlarla birlikte bazı kimselerin de Ebu Talib'in yanına gittiklerini söyler.
Heyet mensupları, Ebu Talibin yanına gidip ona şöyle dediler: "Ey Ebu Talib! Yeğenin
bizim tanrılarımıza küfretti, dinimizi yerdi, akıllarımızı hafife aldı, atalarımızın sapıklıkta
olduklarını söyledi. Ya onu bizden vazgeçilirsin, ya da bizimle onun arasından çıkarsın. Sen
de bizim gibi ona muhalifsin. Sen ona birşey yapamıyorsan bırak, biz onun hakkından
gelelim."
Ebu Talib, onlara yumuşakça ve güzelce red cevabım verdi. Onlar da oradan ayrılıp gittiler.
Rasûlullah (s.a.v.), insanları açıkça islâm'a davete davam etti. Öyle ki Kureyşliler
birbirlerinden uzaklaştılar, birbirlerine kin gütmeye başladılar, kendi aralarında
Rasûîullah'dan çokça bahsetmeye başladılar. Onunla ilgili olarak birbirlerini kötülediler.
Hatta bazıları ona karşı, diğerlerini kışkırttılar. Daha sonra ikinci kez Ebu Talib'e gidip şöyle
dediler: "Ey Ebu Talibi Aramızda itibarlı, yaşlı, şerefli bir adamsın. Kardeşin oğlunu bizden
vazgeçirmem senden istemiştik. Ama görüyoruz ki, onu bizden vazgeçirmiyorsun. Allah'a
andolsun ki, artık bizler atalarımıza küfre dilme sine, aklımızın yerilmesine, tanrılarımızın
kö-tülenmesine sabredemeyeceğiz. Ya onu bizden vazgeçirirsin, ya da onun hakkından
geliriz. Bu hususta sen dikkatli ol. Yoksa iki taraftan biri, diğerini mahvedecektir." Böyle
dedikten sonra Ebu Talib'in yanından ayrılıp gittiler.
Kavminin kendisinden ayrılması, kendisine karşı düşmanlık beslemesi, Ebu Talib'in ağrına
gitti. Ama yine de Rasûlullah ı onlara teslim etmeye, onu yardımsız bırakmaya gönlü razı
olmadı.
İbn İshak, Yakub b. Utbe b. Muğire b. Ahnes'ten rivayet ederek dedi ki; Kureyşliler, Ebu
Talib'e böyle dedikten sonra o, Rasûlullah'a haber gönderip yanma çağırttı. Ona şöyle dedi:
"Yeğenim, kavmin bana geldi. Şöyle şöyle dediler. Bana ve kendine bir çıkış yolu bırak.
Beni, yapamayacağım bir işi yapmaya zorlama."
Rasûlullah (s.a.v.), amcasının İslâm daveti hususunda fikir değiştirdiğini, kendisim
müşriklere teslim edeceğini, yardımsız bırakacağını, kendisini himaye edemiyecek ve
davetine destek olmayacak duruma geldiğini zannetti. Bunun için amcasına şöyle dedi:
"Ey Amca! Allah'a yemin ederim ki, bu işi bırakmam karşılığında güneşi sağ elime, ayı da
sol elime koysalar, yine de Allah bu daveti güçlendirinceye veya ben bu yolda ölünceye
kadar bu işi bırakmayacağım!" Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.)'m gözlerinden yaş
aktı, ağlamaya başladı. Sonra gitmek için kapıya yöneldiğinde Ebu Talib ona: "Bana gel
yeğenim!" dedi. Rasûlullah, amcasına döndü. Ebu Talib ona: "Ey kardeşimin oğlu! Git,
istediğim söyle. Allah'a andolsun ki seni asla kimseye teslim etmem." dedi.
İbn İshak dedi ki: Bundan sonra Kureyşİiier, Ebu Talib'in, Rasûlullah'ı yardımsız bırakmaya
ve kendilerine teslim etmeye yanaşmadığını, bu dava uğruna kendilerinden ayrılmaya,
kendilerine düşmanlık etmeye kararlı olduğunu anladıklarında Umare b. Velid b. Muğire ile
birlikte tekrar Ebu Talib'in yanına giderek kendisine şöyle dediler: "Ey Ebu Talib! Bu,
Umare b.Velid'dir. Kureyşlileriri en güçlü ve en yakışıklı delikanhsıdır. Al, senin olsun.
Yardım ve diyeti sana ait olsun. Onu kendin için evlat edin. Buna karşılık, kardeşin oğlunu
bize teslim et. O ki, senin ve atalarının dinine muhalefet etmiş, kavminin topluluğundan
ayrılmış, bizim akıllarımızı yermiştir. Onu bize ver ki, öldürelim. Adama karşılık adam
veriyoruz sana!"
Ebu Talib dedi ki: "Allah'a yemin ederim ki siz, benimle çok kötü bir pazarlık yapıyorsunuz!
Bu, ne biçim bir pazarlık? Oğlunuzu bana veriyorsunuz ki onu sizin için besleyeyim,
oğlumu da öldüresiniz diye size vereyim! Vallahi bu asla olmayacak birşey!"
Mut'imb. Adiyb. Nevfel b. Abdumenafb. Kusay dedi ki: "Allah'a andolsun ki Ey Ebu Talib,
kavmin sana insaflı davrandı. Hoşlanmadığın bir işten seni kurtarmaya gayret gösterdi. Ama
senin, onların bu tekliflerini kabul etmek istemediğini görüyorum."
Ebu Talib, Mut'im'e şu cevabı verdi: "Allah'a and olsun ki, onlar bana insaflı davranmadılar.
Ama sen, beni yardımsız bırakmaya, kavmimin de bu hareketini, desteklemesini istiyorsun.
Öyleyse elinden geleni yap!" Düşmanlık öyle bir boyuta ulaştı ki, millet birbirine karşı
meydan okudu. O esnada Ebu Talib, özel olarak Müt'im b. Adiy'ye, genel olarak da
kendisini desteksiz bırakan Abdumenaf oğullarına ve kendisine düşmanlık gösteren Kureyş
kabilelerine tarizde bulunarak isteklerini ve kabulü imkansız taleplerini anlatarak şöyle dedi:
"Bak Amr'a, Velid'e ve Mut'im'e deyin ki,
Keşke sizin ittifakınız içinde benim payıma bir deve yavrusu düşseydi.
Zayıf, küçük, böğürmesi çok,
İdrar damlaları, bacaklarına serpilir.
Gül arkasına geçer, ama gelip katılmaz.
Çöl yolları yükseldiğinde ve kendisine ada tavşam dendiğinde...
Ana baba bir, iki kardeşinizi görüyorum ki,
Kendilerine sorulduğunda iş başkalarının elindedir, derler.
Hayır, onların da yetkileri vardır, ama onlar,
Dağ başından düşen kaya parçası gibi düşmüş, itibar yitirmişler.
Özellikle Abdu'ş-Şems ile Nevfel,
Ateş korunu atar gibi, bizleri atmışlar.
İki kardeşini kavimlerine gammazladılar.
Ama elleri bomboş kaldı.
Namı bilinen babasız insanlara, .
Şerefte ortak oldular onlar.
Teym, Mahzura, Zühre onlardandır.
Yardım istendiğinde onlar, bizim taraflarımız olurlar.
Allah'a andolsun ki, neslimizden bir tek kişi kaldığı müddetçe,
Aramızda sonu gelmeyen bir düşmanlık devam edecektir." [5]
Güçsüz Müslümanlara Yapılan Eziyetler
İbn îshak, Kureyşlilerin daha sonra kendi aralarında, Rasûlullah'm ashabına ve onunla
birlikte Müslüman olan kimselere karşı birbirlerini kışkırtmaya başladıklarım söyler. Her
kabile, kendi içindeki Müslümanlara saldırdı, onlara eziyet etti. Onları ^dinlerinden
çevirmek için olanca gayreti gösterdi. Cenâb-ı Allah da rasûlünü, amcası Ebu Talib
vasıtasıyla onların eziyetlerine karşı korudu.
Kureyşlilerin, Haşim oğullarıyla Abdülmuttalib oğulları arasındaki mü'minlere yaptıkları
işkenceleri gördüğünde Ebu Talib harekete geçerek Haşimoğullarıyla Abdülmuttalib
oğullarını, Rasûlullah'ı korumaya ve saldırıları ondan uzaklaştırmaya davet etti. Bunlar da
toplanıp bu davete icabet ettiler. Ancak Allah düşmanı Ebu Leheb, bu davete icabet etmedi.
Ebu Talib, bu çağrısına icabet ettikleri ve görüşüne muvafakat ettikleri, Rasûlullah'm
çevresinde toplanıp onu korumaya azmettikleri için Haşim oğullarıyla Abdülmuttalib
oğullarını övmeye ve bu gayreti devam ettirmeye teşvik ederek şöyle bir şiir okudu:
"Kureyşliler, övünülecek bir iş için bir toplanırlarsa, Abdumenaf, onun sırdaşı ve samimi
dostudur. Abdumenafın eşrafı ortaya çıkarsa,
Haşimoğullarında da, onlardan daha şerefli ve daha kıdemliler vardır.
Bunlar bir gün övünürlerse bilin ki Muhammed, Onların seçkini, sırdaşı ve kıymetlisidir.
Kureyşlilerin zayıf ve güçlü her adamı,
Bize karşı işbirliği yaptı ama galip gelemedi,,düş kırıldığına uğradı. Biz, öteden beri zulmü
kabul edemeyiz. Eğilen boyunları doğrulturuz.
Hoşlanılmayan işleri her gün engeller ve zayıfı koruruz; Ona taş atanların taşlarını geri
çeviririz.
Kuruyan dallar bizimle canlanır, ancak bizim omuz vermemizle sulanıp gelişmeye başlar."
[6]
Fasıl
Bu bölüm, müşriklerin Rasûlullah (s.a.v.)'a itirazlarda bulunmaları, hidayet ve doğru yolu
bulma maksadıyla değil de inatçılık maksadıyla çeşitli mucize ve harikaları ondan talep
ederek kendisini çıkmaza sokmaya çalışmalarından bahseder.
Bu sebepledir ki, onların istedikleri birçok şeyler yerine getirilmedi. Zira yüce Allah
biliyorduki onlar, bu mucizeleri gözleriyle görüp müşahede etseler bile yine de azgınlık ve
taşkınlıklarını sürdürecek, sapıklıklarında bocalayıp duracaklardır. Taşkınlık ve
dalaletlerinin uçurumuna yuvarlanacaklardır. Bununla ilgili olarak muhtelif ayet-i kerimelerde
de şöyle buyrulmuştur:
"Eğer kendilerine bîr mucize gelirse ona mutlaka inanacaklarına, olanca güçleriyle Allah'a
yemin ettiler. De ki: "Mucizeler ancak Allah'ın katuıdadır." Hem bilir misiniz o "mucize"
gelmiş olsa da onlar yine inanmazlar?
Gönüllerini ve gözlerim ters çeviririz, ilkin ona inanmadıkları gibi (sonra da inanmazlar) ve
bırakırız onları, azgınlıkları içinde bocalayıp dururlar.
Biz onlara melekleri indirseydik, ölüler kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi toplayıp
karşılarına getirseydik, Allah dilemedikten sonra yine de inanmazlardı; fakat çokları
bilmezler." (ei-En'âm,ı09-111.)
"Üzerlerine Rabbinin (azab) kelimesi hak olanlar inanmazlar. Onlara bütün ayetler gelmiş
olsa bile, acı azabı görünceye kadar (inanmazlar)."(YÛnus, 96-97.)
"Bizi, ayetler göndermekten alıkoyan şey, evvelkilerin yalanlamış olmasıdır. Semud'a açık
bir mucize olarak dişi deveyi verdik, o, zulmetmelerine sebep oldu. Biz o mucizeleri, yalnız
korkutmak için göndeririz." (el-Isrâ, 59.)
Dediler ki: "Yerden bize bir göze ûşkırtmadıkça sana inanmayız!" Yahud senin hurmalardan
ve üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı, aralarından ırmaklar fışkırtmaksın! Yahut
zannettiğin gibi üzerimize gökten parçalar düşürmelisin, yahud Allah'ı ve melekleri
karşımıza getirmelisin. Yahud altından bir evin olmalı, ya da göğe çıkmalısın. Mamafih sen
bizim üzerimize, okuyacağımız bir kitap indirmedikçe senin sadece göğe çıkmana da
inanmayız!
De ki: Rabbimin şanı yücedir. Ben, sadece elçi olarak gönderilen bir insan değil miyim?"
(ci-îsra, 90-93.)
Bu ve benzeri ayetlerden, tefsirimizde söz ettik. Allah'a hamd olsun.
Yunus ve Ziyad, îbn îshak'tan rivayet ederek dediler ki, îbn Abbas şöyle demiştir: Rureyş
eşrafından bazı kimseler -ravi bunların isimlerini de saymıştır- güneş battıktan sonra
Ka'be'nin damında toplanarak dediler ki: Muhammed'e haber gönderelim de buraya gelsin.
Kendisiyle konuşup tartışalım ve delil ileri sürecek fırsatını bırakmayalım.
Ona şöyle bir mesaj gönderdiler: Kavminin eşrafi seninle konuşmak için toplanmışlar, seni
bekliyorlar.
Rasûlullah (s.a.v.), hemen yanlarına geldi. İslâm daveti hususunda kafalarında yeni bir fikir
belirdiğini zannediyordu. O da büyük bir arzu ile onların doğru yolu bulmalarını istiyor,
müşkilat çıkarmaları ağrına gidiyordu. Nihayet gelip meclislerine oturdu. Dediler ki: "Ya
Muham-med, seninle konuşup tartışmak için sana haber gönderdik. Allah'a an-dolsun ki
bizler, senin kavmine yaptığını yapan başka bir Arap görmedik. Atalarımıza küfrettin.
Dinimizi kötüledin. Aklımızı yerdin. Tanrılarımıza küfrettin. Topluluğumuzu dağıttın.
Yapmadığın bir çirkinlik kalmadı. Eğer böyle yapmakla mal toplamak istiyorsan,
mallarımızı toplayıp sana verelim. İçimizde en zengin kişi sen ol.Eğer böyle yapmakla şeref
sahibi olmak istiyorsan, seni başımıza efendi yapalım. Hükümdar olmak istiyorsan, seni
başımıza hükümdar yapalım. Eğer bu söylediklerini, seni tesiri altına alan habercinin (cin)
sana getirmekte ise, seni tedavi etmek için bütün mal varlığımızı sarf edelim ki, seni şifaya
kavuşturalım,"
Rasûlullah (s.a.v.), cevaben şöyle dedi: "Söylediğiniz hususlar, ben de mevcud değildir. Ben,
bu davet ile malınızı ele geçirmek için gelmedim. Aranızda şeref sahibi olmak, başınıza
hükümdar olarak geçmek için de bu davanın peşinde değilim. Ancak Allah, beni size elçi
olarak gönderdi. Bana bir kitap indirdi. Bana, uyaran ve müjdeleyen bir kimse olmamı
emretti. Ben de Rabbimin mesajını size ulaştırdım ve size öğüt verdim. Eğer getirdiğim
şeyleri benden kabul ederseniz bu, sizin dünya ve ahiretteki kazancınız olur. Eğer bunları
reddederseniz, Allah'ın benimle sizin aranızda hükmünü vereceği zamana kadar
sabrederim."
Dediler ki: 'Ta Muhammed, eğer sana teklif ettiğimiz bu şeyleri kabul etmezsen, bilesin ki
insanlar arasında bizim kadar toprağı dar, memleketi küçük, malı az, geçimi sıkıntılı olan
başka kimseler yok. Seni bu davet ile gönderen Rabbinden, yaşadığımız yerleri daraltmakta
olan şu dağları bizden uzaklaştırmasını, memleketimizi genişletmesini, topraklarımız
üzerinde Şam ve Irak nehirleri gibi nehirler akıtmasını, ölüp geçen atalarımızı diriltmesini,
bu cümleden olarak atalarımızdan biri olan Kusayy b. Kilab'ı da tekrar hayata döndürmesini
dile. Çünkü Kusayy, doğru sözlü bir ihtiyardı. Senin söylediğin sözlerin gerçek mi, yoksa
asılsız mı olduğunu ona soralım.. Eğer bu taleplerimizi yerine getirir ve atalarımızı da
diriltirsen, onlar senin söylediklerini tasdik ederlerse biz de seni tasdik eder, böylece senin
Allah katında itibarlı bir kimse olduğunu, iddia ettiğin gibi seni elçi olarak gönderdiğini
anlarız."
Rasûlullah (s.a.v.), onlara şu cevabı verdi: "Ben, bununla gönderilmedim. Ben, bu davetim
ile Allah katandan size geldim. Benimle gönderilen dini size tebliğ ettim. Eğer kabul
ederseniz, bu sizin dünya ve ahi-retteki kazancınız olur. Eğer bunu reddederseniz, Allah'ın
benimle sizin aranızda hüküm vereceği zamana kadar sabrederim!"
Dediler M: "Eğer bu isteklerimizi yerine getirmezsen, bu davetin de, dinin de senin olsun.
Bize senin söylediklerini doğrulayacak bir meleği göndermesini Rabbinden dile. Senin
durumunu ona soralım. Sen de Rabbinden, bizim için bahçeler, hazineler, altın ve gümüşten
köşkler yaratmasını iste. Gördüğümüz gibi istediğin şeyler, artık seni muhtaç etmesin.
Çünkü sen, çarşı ve pazarlarda dolaşıyor, bizim gibi geçim peşine düşüyorsun. Bu
istediklerini sana versin ki, Rabbin katında iddia ettiğin gibi bir peygamber olduğunu ve
yüksek makam sahibi faziletli bir kimse olduğunu bilelim."
Rasûlullah buyurdu ki: "Ben, bunu yapacak değilim. Bunları, Rab-bimden isteyecek biri de
değilim. Ben, bununla gönderilmedim. Ama Allah, beni uyana ve müjdeleyici olarak
gönderdi. Eğer bu getirdiklerimi kabul ederseniz bu sizin dünya ve ahiretteki kazananız olur.
Eğer bunu reddederseniz, Allah'ın benimle sizin aranızda hüküm vereceği zamana kadar
sabrederim."
Dediler ki: "îddia ettiğin gibi Rabbinin dilediği takdirde yapacak ise, üzerimize semayı
düşür. Bunu yapmadığın sürece, biz sana iman etmeyiz."
Rasûlullah (s.a.v.), buyurduki: "Bu, Allah'a kalmış birşeydir. Eğer dilerse, bunu da yapar."
Dediler ki: "Ya Muhammed! Rabbin bilmez miydi ki biz seninle oturacağız ve sana
sorduklarımızı soracağız ve senden istediklerimizi isteyeceğiz. Niçin bize vereceğin cevabı
sana öğretmedi ve seni dinlemediğimiz takdirde başımıza getireceği felaketi sana
bildirmedi? Duyduğumuza göre Yemame'de Rahman adında bir adam varmış. Bunları sana,
o öğretiyormuş. Allah'a andolsun ki biz o Rahman'a hiç inanmayacağız, îşte ya Muhammed,
sana her teklifi yaptık, ama sen hiçbirini kabul etmedin. O lıâlde sana kötülük yaparsak, biz
haklıyız. Allah'a and olsun ki ya biz seni, ya sen bizi yok etmedikçe biz senden
vazgeçmeyeceğiz." Ku-reyş topluluğunun sözcüsü sözünü şöyle bitirdi:"Biz, meleklere
taparız. Zira melekler, Allah'ın kızlarıdır. Allah ile melekleri bir araya getirmezsen, biz sana
inanmayız."
Bunun üzerine Hz. Peygamber, oradan kalkıp gitti. Halası Abdülmuttalib kızı Atike'nin oğlu
Abdullah b. Ümeyye b. Muğire b. Abdullah b. Ömer b. Mahzura da onunla beraber kalkıp
gitti. Yolda kendisine şöyle dedi: "Ey Muhammed! Kavminin sana birçok teklifte bulunduğunu
gördüm. Bununla beraber sen, hiçbirini kabul etmedin. Sonra kendileri için senden bir
takım şeyler istediler ki, onunla, senin Allah nezdindeki mevkiini öğrenmiş olsunlar. Sen,
onları da yapmadın. Sonra onları korkuttuğun azaba hemen uğratmanı istediler. Allah'a
yemin ederim ki sen göklere bir merdiven kurup ve gözümün önünde o merdivenden çıkıp
açılmış bir kitap ile dönmedikçe ve seninle beraber gelen dört melek de senin dediklerinin
doğruluğuna şahadet etmedikçe, ben sana inanmayacağım. Allah'ın adı hakkı için sen
bunları da yapsan, senin hakkında ben kalbimde bir şüphe taşıyacağım."
Rasûlullah (s.a.v.), ondan da ayrılıp kavminden umduğunu göremediği, aksine kendisinden
daha da uzaklaştıklarını gördüğü için keder ve üzüntü içinde evine döndü.
Kureyş topluluğunun bulunduğu meclis, zulüm, düşmanlık ve inad meclisi idi. Bu sebeple
ilahî hikmet ve Rabbani rahmet, isteklerine cevap verilmemesine hükmetti. Zira yüce Allah,
onların bu mucizeleri görmeleri halinde de iman etmeyeceklerini ve bu sebeple de acil azaba
uğrayacaklarını biliyordu.
îmam Ahmed b. Hanbel, Osman b. Muhammed tarikiyle îbn Ab-bas'm şöyle dediğini rivayet
eder: Mekkeliler, Rasûlullah (s.a.v.)'dan, Safa tepesini kendileri için altın madenine
dönüştürmesini ve etraflarını kuşatmış olan dağları yürütüp uzaklaştırmasını, böylece ziraat
yapma imkanına kavuşturulmalarını dilemişlerdi. Allah da rasûlüne şöyle cevap vermişti:
"İstersen bu dileklerim geciktiririm. İstersen de hemen yerine getiririm. Ama inkar
ederlerse, kendilerinden önceki ümmetleri yok ettiğim gibi kendilerini de yok ederim."
Rasûlullah (s.a.v.): "Hayır, bu isteklerinin geciktirilmesini isterim." dedi. Bunun üzerine
yüce Allah, şu ayeti inzal buyurdu:
"Bizi ayetler göndermekten alıkoyan şey, evvelkilerin yalanlamış olmasıdır. Semud'a açık
bir mucize olarak dişi deveyi verdik, o, zulmetmelerine sebep oldu. Biz o ayetleri
(mucizeleri), yalnız korkutmak için göndeririz." (el-îsrâ, 59.)
İmam Ahmed b. Hanbel, Abdurrahman vasıtasıyla İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder:
Kureyşliler, Peygamber (s.a.v.)'e: "Bizim için Safa tepesini altın madenine dönüştürmesini
Rabbinden iste ki, sana iman edelim."dediler.Peygamber (s.a.v.): "Böyle yaparsa iman eder
misiniz?" diye sorunca onlar, evet, dediler.
Bunun üzerine Hz. Peygamber, dua etti. Cebrail, ona gelip şöyle dedi: "Rabbin sana selam
söylüyor ve diyor ki: Eğer dilersen Safa tepesi onlar için altın madenine dönüşür.Ama
bundan sonra onlardan inkar eden olursa onu, âlemde hiç kimseye yapmadığım bir azap ile
azaplandırınm. Ama istersen onlar için, rahmet ve tevbe kapısını açarım!"
Peygamber (s.a.v,): "Hayır, tevbe ve rahmet kapısı açılsın." dedi.
îman Ahmed b. Hanbel ile Tirmizî, Ebu Ümame'nin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Aziz ve Celil olan Rabbim, Mekke vadisini benim için altın madenine dönüştürmeyi bana
teklif etti. Ben de dedim ki: "Hayır, ya Rab! Bir gün doyar, bir gün aç kahrım. Acıktığımda
sana yalvarır ve seni zikrederim. Doyduğumda da sana hamdeder ve şükrederim."
Muhammed b. İshak, İkrime vasıtasıyla İbn Abbas'm şöyle elediğini rivayet eder:
Kureyşliler, Nadr b. Haris ile Ukbe b. Ebi Muayt'ı Medine'deki Yahudi bilginlerine
gönderdiler ve şöyle dediler: O bilginlere Muhammed'i sorun. Onlara, Muhammed'in
özelliklerini anlatın. Onlar ilk kitap ehlidirler. Peygamberlerle ilgili olarak bizde
bulunmayan ilim onlarda vardır.
Nadr ile Ukbe, yola çıkıp Medine'ye gittiler. Rasûluüah'ı, Yahudi' bilginlerinden sordular.
Niteliklerini onlara anlattılar. Bazı sözlerini de nakledip şöyle dediler: "Siz, Tevrat ehlisiniz.
Bu adamımız hakkında bize haberler vermeniz için size geldik."
Yahudi bilginleri, onlara şöyle dediler: "Gidin. Size söyleyeceğimiz üç şeyi Muhammed'e
sorun. Kğer bu sorularınızın cevabını size verirse, o Allah katından gönderilen bir
peygamberdir. Eğer cevabını veremezse bilin ki o kendi kafasına göre konuşan yalancı bir
kimsedir. Artık ona ne yapacağınızı siz bilirsiniz.
Kendisine geçmiş zamanlarda, toplumlarından ayrılıp giden gençlerin durumunu (Ashab-ı
Kehf) sorun. Çünkü onlar hakkında hayret verici sözler vardır.
Ona, yerin doğularını ve batılarını dolaşan adamın haberini sorun. Ruhun ne olduğunu da
sorun.
Nadr ile Ukbe dönüp Mekke'ye geldiler. Kureyşlilerin yanma vardıklarında şöyle dediler:
"Ey Kureyş topluluğu! Sizinle Muhammed'in arasındaki meseleyi halledecek şeylerle size
geldik. Yahudi âlimleri, ona üç soru sormamızı bize tavsiye ettiler." Böyle diyerek durumu
açıkladılar. Daha sonra Rasûlullah'm yanma gelip şöyle dediler: "Ey Muhammed! Bize
haber ver." diyerek sorularını kendisine yönelttiler. Rasûlullah (s.a.v.)'da inşaallah
demeksizin; "Bu sorularınızın cevabını, yarın size bildiririm." dedi. Kureyşliler, yanından
ayrılıp gittiler. Rasûlullah (s.a.v.), onbeş gece bekledi. Bu hususta kendisine vahiy gelmedi.
Cebrail de yanma uğramadı. Bunun üzerine Mekkeliler ortalığı velveleye vermeye ve şöyle
demeye başladılar: "Muhammed, bize yarın gelin cevabını vereyim, dedi. Ama onbeş gün
geçtiği halde bu hususta bize herhangi birşey söylemedi. Sorularımızın cevabını vermedi!"
Vahyin gecikmesi, Rasûlullah'ı çok üzmüştür. Mekkelilerin bu sözleri de ağrına gitmişti.
Sonra Cebrail, Allah katından el-Kehf sûresini Rasûlullah'a getirdi. Ancak bu sûrede,
Kureyşlilerin söylediklerinden ötürü üzüldüğü için Peygamber kınanıyordu. Bununla
beraber Ashab-ı Kehf in durumu hakkında sorulan sorunun cevabı vardı. Aynı zamanda
yeryüzünün
doğularını ve batılarını dolaşan adamın durumu da bu sûrede anlatılıyordu. Yüce Allah şöyle
buyurmuştu:
"Sana ruhtan sorarlar. Deki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ilimden pek az birşey
verilmiştir." (ei-lsrâ, 85.)
Tefsirimizde (İbn Kesir), bu ayetin açıklamasından uzun uzadıya bahsettik. Bunu daha fazla
araştırmak isteyen, oraya müracaat edebilir.
Cenâb-ı Allah, şu ayet-i kerimeyi de inzal buyurmuştu:
"Yoksa sen, sadece Kehf ve Rakım sahiplerinin bizim şaşılacak ayetlerimizden olduklarını
mı sandın?"(el-Kehf,9.)
Sonra Cenâb-ı Allah, onların sorularının cevabını detaylı olarak vermeye başlamış, arada
parantez cümlesi olarak da inşaallah demeyi Rasûlüne öğretmişti. İnşaallah kelimesi, işi bir
şarta bağlamak için değil de muhakkak yapmak manasında kullanmak için söylenmelidir:
"Hiç birşey için bunu yarın yapacağım, deme. Ancak Allah dilerse (yapacağım, de.)
unuttuğun zaman Rabbim an." (ei-Kchf, 23-24.)
Bundan sonra Hızır kıssasıyla ilgili olduğu için Musa'nın kıssasını, ardı sıra da
Zülkarneyn'in kıssasına anlatarak şöyle buyurmuştur:
"Sana Zülkarneyn'den soruyorlar. Deki: Size ondan bir ara okuyacağım." (el-Kehf, 83.)
Bundan sonra durumunu açıklayıp haberim anlatmıştır.
Isrâ sûresinde de şöyle buyrulmuştur:
"Sana ruhtan sorarlar. Deki: Ruh, Rabbimin emrindendir." (el-İsrâ,85.)
Yani ruh, Rabbimin hayret verici yaratıklarından ve şaşılacak işlerindendir. Rabbim, ona ol
demiş, o da oluvermiştir. Allah'ın yarattığı her şeyin gerçeğine vakıf olamazsınız. Allah'ın
kudret ve hikmetine nis-betle ruhu tasvir etmeniz, aslında sizin için çok zordur. Bunun için
yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Size ilimden pek az birşey verilmiştir" (ei-Isrâ, 85.)
Buharı veMüslim'in sahihlerinde sabit olan rivayete göre Yahudiler, ruhu, Rasûlullah
(s.a.v.)'a Medine'de iken sormuşlar, o da onlara bu ayeti cevap olarak okumuştur.
Bu ayet, ya ikinci kez nazil olmuş, ya da cevap olarak Hz. Peygamber tarafından -nüzulü
daha evvel olmakla birlikte- zikredilmiştir. Bu ayetin, İsrâ sûresinden ayrı olarak Medine'de
nazil olduğunu söyleyenlerin kavli tartışma götürür, doğrusunu Allah bilir.
îbn İshak dedi ki: Ebu Talib, Arap cemaatının kendi kavmi ile birlikte kendisine baskı
yapmalarından ve zarar vermelerinden korkunca, Mekke Harem'ine ve bu Harem'in Araplar
nezdindeki itibarına sığındığını ve içindeki cümleleriyle kavminin eşrafının sevgilerini
celbetmeye çalıştığı şu kasidesini okudu Bu kasidesinde Araplara; Rasûlullah'ı kimseye
teslim etmeyeceğini ölünceye kadar onu yardımsız bırakmayacağını ifade etmişti. Şöyleki:
"Bu kavimde sevgi bulunmadığını ve,
Bütün bağlarla kulpları kestiklerini görünce,
Anladım ki, bize açıkça düşmanlık ve eza etmektedirler.
Uzaklaştmcı düşmanın emrine itaat etmişler.
Hayırsız bir kavimle, bize barşı ittifak kurmuşlar,
Öfkelerinden, ardımız sıra parmaklannı ısırmaktalar.
Ak ve kara günde müsamaha göstererek,
Hükümdarlannın mirasından ilişkimi kesip sabrettim.
Beytin yanında, aşiret ve kardeşlerimi hazır tuttum.
Beytin Örtüsüne ve kulplanna tütündüm.
Her suçsuzun yemin ettiği yerde,
Ka'be'nin kapısına yönelip dikildik.
îsaf ve Naile putlarının yanında, sel yatağının bulunduğu yerde,
Yemenlilerin boyun dibi veya ayaklan damgalı,
İtaatkar, sekiz dokuz yaşındaki develerini çöktürdükleri yerde>
O develerin boyunlanndaki boncuk ve ziynetler,
Hurma salkımh dallan andınrlar.
Dil uzatanlann tamamından, insanlann Rabbine sığınırım.
Bize kötülük yapmak veya ısrarla batılı empoze etmek isteyen,
Bizi ayıplamak isteyen düşmandan ve yapamayacağımız şeyleri,
Dinî hüküm olarak bize yükleyenlere karşı,
Sevr dağına ve onun yerine Sebir dağını yerleştirene,
Hira mağarasına çıkıp inene,
Meklçe vadisindeki beyte ve Allah'a sığınmm.
Çünkü Allah, habersiz değildir.
Sabah akşam çevrilip el ve yüz sürdüklerinde Hacer-i Esved'e,
İbrahim'in çıplak ayakla bastığı,
Yumuşak kayadaki ayak izine,
Safa Merve arasındaki turlara,
Bu iki tepe arasındaki suret ve heykellere,
Adak adayan, süvari ve yaya,
Gelip beyti haccedene,
Karşılıklı su derelerinin birleştiği Arafat'ın tepesine yöneldiklerinde,
Geceleyin dağın üzerinde duruşlanna,
Ki elleriyle develerinin göğsünü doğrulturlar.
Vakfe gecesine ve Mina'dan inişe,
Bunlardan daha hürmetli, daha yüksek bir makam var mıdır?
Müzdelife'yi süratli develer, sağanak yağmurdan kaçarcasma açık gittiklerinde,
Büyük şeytanlara yönelipte,
Başına taşlan nrîattıklannda,
Kindeliler ki yatsı vakti, çakıl taşlan topladıklarında,
Bekir b. Vail kabilesinin hacıları yanlamıdan geçer.
Bu ikisi müttefiktirler, ittifaklanna bağlıdırlar.
Münasebetlerini bozmaya yanaşmazlar.
Dağlardaki muz ağaçlarını ve diğer büyük ağaçlan, otlan hızlı deve
kuşlan gibi parçalarlar.
Bunlardan başka sığınacak kimse, içm sığınak var mı? Allah'tan sakınan kimse, sığındığı
takdirde kovulur mu? Bizde düşmanın emrine bile uyulur, Oysa bize karşı Terk ve Kabul
dağlarının kapılarının kapanması is-
Yalan söylediniz, Ka'be'ye yemin olsun ki durumunuz istikrar bulmayacak.
Mekke'yi terkedip göçeceğiz.
Yalan söylediniz, Ka'be'ye yemin olsun ki, Muhammed'e mensubuz.
Onun uğruna savaşıp mücadele veririz.
Çevresinde ölüp de çocuklanmızdan ve kanlanmızdan,
Ayn düşmedikçe, onu size teslim etmeyeceğiz.
Millet, demirleri ellerine alıp size karşı,
Çıngıraklı develer gibi saldıracaktır.
Öfkeli düşman darbe yeyince,
Yalpalayarak yüzüstü yere kapaklanacaktır.
Allah'ın hayatına and olsun ki, gördüğüm şeyler ciddileştiğinde,
Kılıçlanmaz ağız ve burunlannızı koparacaktır.
Ateş koru gibi bahadır efendilerin elleriyle,
Hakikatin koruyucusu kahraman ve güvenilir kardeşlerinizle,
Aylar, günler ve tam bir yıl sonra,
Sıra bize gelecektir.
Irzı koruyan efendiyi, hiçbir kavim terketmez.
Ancak ağzı bozuk ve aciz kimseler, efendilerini terk ederler.
O nurludur, onun yüzü suyu hürmetine yağmur yağması istenilir.
Yetimlerin koruyucusu, dulların sığınağıdır.
Haşimoğullanndan helak olmuş kişiler, ona sığınırlar.
Onlar, onun yanında rahmet ve lütuf içredirler.
Ömrüme yemin olsun ki, Esid ile Bikr bize düşman olduklan için,
Bizi yiyecek olanlara takdim edip parçalamıştır.
Osman ile Kunfuz'da bizim üzerimize çökmediler.
Ancak, o kabilelerin emrine itaat ettiler,
Übey ile İbn Abde itaat ettiler ki, onlara yardım edecek.
Ama bizim hakkımızda konuşanlann sözlerine bakmadılar.
Nitekim Sübey5 ile Nevfel'den de bazı şeyler gördük.
Bunların tamamı bizden yüz çevirdiler, bize güzel davranmadılar.
Eğer varlıklı olurlar ve Allah onlara imkan verirse,
Onlara ölçekçinin ölçeği ile tartıp veririz.
İşte şu Ebu Amr ki bize düşmanlıktan başka birşey yapmadı.
İyilik ve kötülük eden kimselerle birlikte bizi sürgün etmek için bunları yaptı.
Her sabah ve akşam bizimle fısıldaşır.
Ebu Amr, bizimle gizlice konuşur ama hile yapar.
Allah'a and ederek bize hile yapmadığını söyler.
Evet, görünürde onun mütekebbir olmadığım müşahede ederiz.
Bize olan düşmanlığı, ona yerdeki bütün tepeleri daralttı.
Mekke'nin Ahşebeyn dağlarıyla dağ tepelerindeki köşkler de ona dar geldi.
Ebu Velid'e sor, bizim için ne yarar sağladın?
Bizim hakkımızda yaptığın çalışma ile yüz çevirdin, hilekar gibi,
Sen kendi görüş ve rahmeti ile yaşanılan bir adamsın.
Bizi bilirsin, cahil değilsin.
TJtbe, bize düşmanlarımızın sözünü duyurmaz.
Onlar ki hasedçidir, yalancıdır, kindardır, problemler çıkarırlar. ,
Ebu Süfyan, yüz çevirerek yanımdan geçti.
Tıpkı büyük hükümdarlar gibi, bana iltifat etmedi.
Necid'e ve oranın soğuk sularına kaçar..
Sizden habersiz olmadığımı zanneder.
Nasihat verir gibi, bize haber veriyor.
Bizi sevdiğini, acıdığını ve,
Musibetleri hoşlanılmayan ş eyleri ,koğuculukları gizlediğini söylüyor.
Medet gününde seni yardımsız bırakmamak ve yediren bir kimse midir?
Hayır, zorlu işler anında da büyüklük yapan değildir.
Azılı düşmanlar sana geldiği günde,
Dilbaz düşmanlara karşı seni müdafaa eden de değildir.
Ey Mut'im! Kavmin sana bir iş yüklediği zaman,
Bana yüklerlerse ben kurtulamam.
Allah bizden, Abdu'ş-Şems ile Nevfel'e,
Derhal ceza versin, cezalarını geciktirmesin.
Adil terazi ile kıl payı haksızlık etmeyen mizan ile,
Onun kendi nefsinden şahidi vardır ki, ahde vefasızlık etmez.
Beni Half kabilesini, biz ve Gaytala oğullarıyla değiştiren,
Kavmin aklı noksandır.
Biz, Haşimoğullarıyla Kusay oğullarının,
İlk işlerinde umdeleri ve büyükleriyiz.
Sehmoğullarıyla Mahzuna oğullan, bize karşı düşman oldular.
Soysuz ve hırsız kimseleri düşman kılıp bize karşı birleştiler.
Abdumenafoğulları, siz kavminizin en hayırlılarısınız.
Çocuksu kimseleri işinize, idarenize ortak etmeyin.
Hayatıma yemin olsun ki, siz aciz kalıp zayıflaştınız.
Haktan ve doğrudan uzak işler yaptınız.
Önceleri hep aynı kazanın altına odun yığardınız.
Ama şimdi öyle değilsiniz (ihtilafa düştünüz.),
Abdumenafoğulları bize haksızlık etmeyi ve yardımsız bırakmayı,
Önemsiz saydı,bizi esarette kendi halimize bıraktı,
Eğer biz bir kavim olursak, yaptıklarınızın öcünü alırız.
Çünkü hakkınız olmadan, develerimizin sütünü sağmıştımz (mallarımızı yağmalamıştımz.)
Kusayy'a bildir ki, durumumuz etrafa yayılacaktır.
Kusayy'a bizden sonra müjde ver M, kendisine yardım etmeyeceğiz.
Uzun bir gecede bela kapışma geldiğinde,
Bize sığındığında onu barınaklarımıza almıyacağız.
Evleri arasında vuruşu doğru yapsalar.
Çocuklu kadınlar yanında biz örnek oluruz.
Saydığımız her dost ve yeğene gelince,
Ömrüme andolsun ki, onların akıbetini yararlı görmedik.
Yalnız Kilab b. Mürre kabilesinden bir topluluk,
Bize mensuptur ve bize güçlük çıkarmazlar.
Kavmin yeğeni yalanlayıcı olmasa, ne güzeldir.
Züheyr ki, kınsız bir kılıçtır.
Her hayrı nefsinde toplayan ve her kokudan daha güzel koku saçandır.
Şeref ve fazilet odağındaki bir nesebe bağlıdır.
Ömrüme yemin olsun ki ben, Ahmed'e tutkulu olmakla yükümlüyüm.
Mü'min kardeşlerine de sürekli sevgi göstermekle yükümlüyüm.
Onun gibi insanlar arasında ümit beslenilen kim vardır.
Fazilet yarışında zorba hükümdarlar kendisine eza verdiğinde,
Yumuşak huyludur, doğru yoldadır, adildir, zorba değildir
Bir tanrıya bağlıdır, ondan gafil değildir.
Çalışması onurludur, şerefli oğlu şereflidir.
Şeref mirası vardır, bu sabittir» ondan ayrılmaz.
Kulların Rabbi yardım ederek onu desteklemiştir.
Bir din ortaya koymuştur, hakkı kaybolmayacaktır.
Allah'a andolsun ki bana küfretmeselerdi, toplantılarda, meclislerde ihtiyarlara laf
atılmasaydı.
Biz herhalde ona tâbi olurduk, her zamanda bu tâbiiyetimizi ciddiyetle devam ettirirdik.
Bu, şaka bir söz değildir.
Biliyorlar ki oğlumuz Muhammed, bizim katımızda yalanlanmış değildir.
Batıl sözlerle ona saldırılacak değildir.
Ahmed aramızda öyle bir soydan gelmiştir ki,
Saldırganların saldırısı, ona ulaşamaz.
Onu koruma yoluna başımı koymuşum,
Develerin göğsü ve hörgücü ile onu müdafaa etmişim."
İbn Hişam dedi ki; Bu kasidenin bu kadarı, bana sahih yollarla ulaşmıştır. Şiirden anlayan
bazı ilim ehli kimseler ise, bunun büyük bir kısmını inkar ederler.
Ben de derim ki: Bu, gerçekten beliğ ve şahaser bir kasidedir. Bunu ancak Ebu Talib gibi bir
şahsiyet söyleyebilir. Bu, Ka*be duvarına asılan muallakat-ı seb'adan daha güçlü bir ifadeye
sahiptir. İfade ettiği anlam bakımından da onlardan çok üstündür. el-Ümevî de "Meğazi"
adlı eserinde başka ilavelerde bulunarak bunu uzun uzadıya nakletmiştir. Doğrusunu Allah
bilir. [7]
Fasıl
İbn İshak dedi ki: Bundan sonra müşrikler, Müslüman olup Rasûlullah'a tâbi olan sahabelere
saldırdılar. Her kabile, kendi içindeki Müslümanlara sataştı, onları hapsedip işkenceye tâbi
tuttu, dayak attı, aç ve susuz bıraktı. Müşrikler, Müslümanları sıcaklığın şiddetli olduğu bir
zaman da Mekke'deki kızgın taşlar arasında bıraktılar. Tabiî, güçsüz buldukları zayıf
kimselere bu işkenceleri tatbik edip onları dinlerinden çevirmeye çalıştılar. Kimi uğradığı
şiddetli musibet yüzünden dininde fitneye düşüyor, kimi bu uğurda asılıyor, ama Allah
onları koruyordu.
Nitekim Ebu Bekir'in azad ettiği Bilal, Cumah oğullarının bir cariyesinden doğma bir köle
idiAsıl adı Bilal b. Rebah'tı. Anasının adı Ham-mame idi. Temiz kalpli, sağlam bir
Müslümandı. Ümeyye b. Halefin mülkiyetinde idi. Öğle sıcağında Ümeyye, onu kızgın
kumluklara götürür, büyük kaya parçalarını göğsünün üzerine koyar, sonra ona şöyle derdi:
"Allah'a andolsun ki ölünceye veya Muhammedi inkar edip Lat ve Uzza'ya tapmcaya kadar
bu halde kalacaksın!" O bu işkenceler altında iken Bir! Bir! derdi.
îbn İshak dedi ki: Hişam b.Urve, babasından rivayet ederek şöyle dedi: Varaka b. Nevfel,
işkence altında Bir! Bir!., diyen Bilal'e uğrar ve: "Evet, vallahi ey Bilal, bir bir" derdi. Sonra
Ümeyye b. Halef ile Bilal'e bu işkenceleri uygulayan Cumah oğullarının bir kısım
adamlarına da şöyle derdi: "Allah'a yemin olsun ki siz bunu öldürürseniz ben de bunun
mezarını ibadet yeri ve Allah'tan merhamet dilenen bir yer yaparım."
Ben derim ki: Bazı siyerciler, bu rivayeti imkansız görmüşlerdir. Çünkü: Varaka b. Nevfel,
bisetten sonra vuku bulan vahiy kesintisi döneminde vefat etmiştir. Müslüman olan kimseler
ise, el-Müddessir sûresinin nüzulünden sonra İslâm'a girmişlerdir. Şu halde nasıl olurda
Bilal işkence görürken, Var aka b. Nevfel onun yanına uğramıştır? Bu, tartışma götüren bu
husustur.
îbn İshak, daha sonra işkence görmekte olan Bilal'e, Ebu Bekir'in uğrayışmı ve onu
kendisine ait siyahi bir köle karşılığında Ümeyye'den satın alarak azat edişini ve işkenceden
kurtarışını anlatır. Ayrıca Müslüman olan bazı köle ve cariyeleri de satın alıp azat ettiğini de
anlatmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: Bilal, Amir b. Füheyre, Ümmü Ümeys (Zinnire).
Zinnire'nin gözleri kör olmuş, sonra Cenâb-ı Allah, ona şifa ihsan etmiş, gözleri açılmıştı.
Ebu Bekir'in satın alıp hürriyetlerine kavuşturduğu cariyelerden biri de Nehdiye ile kızı idi.
Bunları Abdüddar oğullarından satın almıştı. Hanımefendileri, bu iki kadını kendisine ait bir
değirmeni çalıştırmaya göndermişti. Gönderirken onlara: "Vallahi, sizi asla azat
etmeyeceğim!" dediğim Ebu Bekir duymuştu. Hanımefendilerinin yamna giderek: "Ey
falanın annesi! Gel de şu yeminini çöz." demişti. Hanımefendi de: "Nasıl çözerim? Bunlan
yoldan çıkaran sensin. Ancak azat etmem gerekir." dedi. Ebu Bekir: "Kaça azat edersin?"
diye sorunca o da bir miktar belirlemişti. Bunun üzerine Ebu Bekir: "İşte ben onları satın
aldım. Artık onlar hürdürler." Böyle dedikten sonra o iki cariyeye yönelerek: "Öğüttüğünüz
şeyleri hanımefendinize iade edin." demişti. Onlar da: "Ey Ebu Bekir, işimizi tamamlayalım,
ondan sonra kendisine geri verelim." demişlerdi. Bunun üzerine Ebu Bekir; "Dilerseniz
böyle de yapabilirsiniz," demişti.
Ebu Bekir, Beni Müemmil'in cariyesini de satın almıştı. Beni Mü-emmil, Beni Adiy
oğullarına bağlı bir kabile idi. O zamanlar henüz islâm'a girmemiş olan Hz.Ömer, İslâm'a
girdiği için bu cariyeyi döverdi.
ibn îshak, Ebu Kuhafe'nin, oğlu Ebu Bekir'e şöyle dediğini rivayet eder: "Ey oğlum,
görüyorum ki sen güçsüz kimseleri azat ediyorsun. Eğer mutlaka böyle yapmak istiyorsan,
bari güçlü kimseleri azat et ki, sem korusun ve senin için fedailik yapsınlar."
Ebu Bekir: "Babacığım, benim amacım başkadır. Ben başka şeyler istiyorum." diye cevap
vermişti.
Anlatıldığına göre babasının sözleri ile Ebu Bekir hakkında şu ayetler nazil olmuştur:
Kim verir, korunursa ve en güzel sözü doğrularsa, ona en kolay (yolda gitmeyi)
kolaylaştırırız" (ei-Leyi,5-7.) '
Daha önce de anlatıldığı gibi İmam Ahmed b. Hanbel ile İbn Mace, İbn Mesud'un şöyle
dediğini rivayet etmişlerdir: Müslümanlıklarını ilk açığa vuranlar yedi kişidir: Rasûlullah
(s.a.v.)> Ebu Bekir, Ammar, Am-mar'ın annesi Sümeyye, Süheyb, Bilal ve Mikdad.
Rasûlullah (s.a.v.)'ı, Cenâb-ı Allah, amcası Ebu Talib vasıtasıyla korumuştu. Ebu Bekir'i ise
kavmi vasıtasıyla korumuştu. Diğer Müslümanlara gelince, müşrikler onları yakalamış,
onlara demir zırhlar giydirerek güneş sıcağı altında âdeta eritircesine işkence çektirmişlerdi.
Onlardan Bilal dışındakiler, müşriklerin isteklerini yerine getirmişlerdi. Ancak Bilal, Allah
yolunda kendi canını hiçe saymıştı. Kavmini de Önemsememiş ti. Onu yakalamışlar,
çocuklara teslim etmişler, Mekke sokaklarında dol aştırmışlar di. Buna rağmen o yine de
Bir!,. Bir!., diye haykırıyordu.
İbn İshak dedi ki: Mahzum oğulları, Müslüman bir aile fertleri olan Ammar'ı, babası Yasir'i
ve annesi Sümeyye'yi öğle sıcağında Mekke kumluklarına götürüp işkence ederlerdi.
Rasûlullah (s.a.v.)'da - bana gelen rivayetlere göre- yanlarına gidip:
"Ey Yasir..ailesi, sabredin. Buluşma yeriniz Cennet'tir." derdi.
Beyhakî, Hakim tarikiyle Cabir'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), işkence
görmekte olan Ammar ile ailesinin yanma uğrayıp şöyle derdi:
"Ey Ammar ailesi, ey Yasir ailesi, size müjdeler olsun! Sizin buluşma yeriniz Cennet'tir."
Amnıar'm annesini öldürmüşlerdi. İslâm'dan dönmesini telkin etmişlerse de o, bu telkine
asla kulak vermemişti.
İmam Ahmed b. Hanbel, Veki' vasıtasıyla Mücahidin şöyle dediğini rivayet eder: İslâm'ın
başlangıcında verilen ilk şehit, Ammar'm annesi Sümeyye1 dir. Ebu Cehil onun kalbine bir
mızrak vurmuş ve şehit etmişti.
Muhammed b. İshak dedi ki: Müslümanlara karşı Kureyşlüeri kışkırtan müşrik Ebu Cehil,
bir kimsenin Müslüman olduğunu duyduğunda, eğer o Müslüman şerefli ve güçlü bir kimse
ise, onu kınayıp ayıplar ve şöyle derdi: "Senden daha iyi bir insan olan babanın dinini
bıraktın. Senin aklının kıtlığını söyleyecek ve görüşünü çürüteceğiz. Şerefini de yok
edeceğiz!"
Müslüman olan kişi, eğer ticaretle uğraşan biri ise ona şöyle derdi: "Vallahi senin ticaretim
kesada uğratacağız. Malını yok edeceğiz!"
Müslüman olan kişi, eğer zayıf ve güçsüz biri ise onu döver, başkalarını ona karşı
kışkırtırdı. Allah ona lanet etsin.
İbn îshak, Hakim b. Cübeyr tarikiyle Said b. Cübeyr'in şöyle dediğini rivayet eder: Abdullah
b. Abbas'a: "Müşrikler, Rasûlullah'ın ashabına dinlerini terketmeleri hususunda mazur
sayılabilecekleri şekilde aşırı derecede eziyet etmişler miydi?" diye sordum. O da şöyle
cevap verdi: "Evet, vallahi müşrikler, Müslümanlardan birine o kadar vururlar, aç ve susuz
bırakırlardı ki, o kendisine tatbik edilen işkencenin şiddetinden yerinde oturamaz hale
gelirdi. Nihayet o da, onların isteği olan "Lat ve Uzza, Allah'tan başka iki tanrıdır." sözünü
kendisi için fitne olmasına rağmen istemiyerek söylerdi. Evet, çektiği aşın eziyetten kurtulmak
için böyle
Ben de derim ki: İşkenceye uğrayan bu gibi kimseler hakkında Cenâb-ı Allah, şu ayeti inzal
buyurmuştur:
"İnandıktan sonra Allah'ı inkar eden, kalbi imanla yatışmış olduğu halde inkara zorlanan
değil, fakat küfre göğüs açan kimselere Allah'tan bir gazap iner ve onlar için büyük bir azap
vardır." (cn-Nahi, ıoe.)
Bunlar uğradıkları aşırı tahkir ve işkenceden Ötürü mazur sayılmışlardı. Cenâb-ı Allah, güç
ve kuvveti ile bizi bu tür işkencelerden korusun.
İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Muaviye tarikiyle Habbab b. Eret'in şöyle dediğini rivayet
eder: Ben demirci idim. As b. Vail'den alacağım vardı. Ödeme yapması için yanma
vardığımda bana: "Allah'a yemin ederim ki, Muhammed'i inkar etmedikçe sana olan
borcumu ödemiyece-ğim." dedi. Ben de: "Hayır, vallahi sen ölüp de sonra diriltilinceye
kadar ben Muhammed'i inkar etmeyeceğim!" dedim. Bu defa bana şu karşılığı verdi: "Ben
ölüp de sonra dirildiğimde bana gelirsen, o zaman benim malım ve evladım olacaktır. Ben
de senin hakkını öderim." Bunun üzerine yüce Allah, şu ayeti inzal buyurdu:
"Ayetlerimizi inkar edip; "Bana mal ve evlad verilecek" diyen adamı gördün mü? Gayba mı
çıkıp baktı, yoksa Rahmanın huzurunda bir ahid mi aldı? Hayır, biz onun dediğini yazacağız
ve onun için azabı uzattıkça uzatacağız. O dediği (malı ve evladı) na biz varis olacağız ve o,
bize tek başına gelecek." (Meryem, 77-so.)
Buharî'nin rivayetinde ise şöyle denmektedir: "Ben Mekke'de bir demirci idim. As b. Vail'e
bir kılıç yapmıştım. Alacağımı tahsil etmek için ona gittim....."
Buharî, Habbab'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Peygamber (s.a.v.)'in yanma vardım. O,
abasına bürünmüştü. Ka'be'nin gölgesinde bulunuyordu. Biz, müşriklerden şiddetli eziyetler
görmüştük. "Bizim için Allah'a dua etmez misin?" diye sordum. Kalkıp yerine oturdu. Yüzü
kızarmıştı. Buyurdu ki:
"Sizden öncekiler demir taraklarla taranarak etleri veya sinirleri kemiklerinden ayrılırda.
Yine de dinlerinden geri dönmezlerdi. Başlarının üzerine testere konur, ikiye bölünürlerdi.
Yine de dinlerinden geri dönmezlerdi. Allah, bu dini tamamlayacaktır. Öyleki San'a'dan bir
süvari yola çıkıp Hadramut'a kadar gidecek, yolda iken sadece Aziz ve Ce-Ul olan Allah'tan
korkacaktır."
Başka bir rivayette de şu ilave vardır: "Ve koyununa kurdun saldırmasından başka bir
korkusu olmayacaktır." Diğer bir rivayette de şu ilave vardır: "Ama sizler, acele
ediyorsunuz."
İmam Ahmed b. Hanbel, Habbab'm şöyle dediğim rivayet etmiştir: "Namaz kılarken şiddetli
sıcaklarda çektiğimiz eziyeti Rasûlullah'a şikayet ettik. Ama o, bu şikayetimizi nazarı itibara
almadı."
Said b. Vehb, Habbâb'ın şöyle dediğini rivayet eder: "Şiddetli sıcaklarda namaz kılarken
yüzümüzün ve avuçlarımızın acıdığını Rasûlullah'a arz edip şikayette bulunduk. Ama o
şikayetimizi nazarı itibara almadı."
Doğrusunu Allah bilir ama anladığım kadarıyla sahabeler, şiddetli sıcaklarda müşriklerden
çektikleri eziyetleri ve yüz üstü yerde sürün-dürülmelerini Rasûlullah'a arz edip şikayette
bulunmuşlardı. Müşriklere beddua etmesini veya kendileri için Allah'tan yardım dilemesini
istemişlerdi. Rasûlullah (s.a.v.)'da bunu yapacağını onlara vaad etmiş ama hemen o anda
gerekli dua ve bedduaları yapmamıştı. Sonra da önceki milletlerin, kendilerinin maruz
kaldıkları eza ve cefalardan daha şiddetli eza ve cefalara maruz kaldıkları halde yine de
dinlerinden vazgeçmediklerini beyan buyurmuştu. Cenâb-ı Allah'ın, İslâm davetini başa
çıkaracağını, bütün belde ve ülkelerde üstün kılacağını, öyleki San'a'dan yola çıkıp
Hadramut'a giden bir yolcunun yolda iken sadece Aziz ve Celil olan Allah'tan ve bir de
koyunlarına karşı kurttan başka birşeyden korkmayacağını müjdelemişti. Sonunda da: "Ama
siz acele ediyorsunuz." demişti.
Bu sebepledir ki Habbab şöyle demiştir: "Şiddetli sıcaklarda namaz kılarken yüz ve
avuçlarımızın acıdığını Rasûlullah'a arz edip şikayette bulunduk ama o, şikayetimizi nazarı
itibara almadı." Yani o anda bizim için dua etmedi, demiştir.
Öğleyin namazı, serinlik gelinceye kadar ertelemenin caiz olmadığına, namaz kılan
kimsenin avuç içini yere değdirmesinin vacip olduğuna, bu hadisi delil gösteren kimselerin
görüşleri ihtilaf konusudur. Nitekim Şafii'nin iki kavlinden birisi, bu doğrultudadır.
Doğrusunu Allah bilir. [8]
Müşriklerin Rasûlullah'la Tartışmaları, O'nun Da Onlara Karşı Kuvvetli
Deliller İleri Sürmesi
îshak b. Raheveyh, Abdürrezzak tarikiyle İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: Velid b.
Muğire, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldi. Rasûlullah ona Kur'ân okudu. Velid biraz
yumuşar gibi oldu.Ebu Cehil bundan haberdar oldu. Velid'in yanma gidip şöyle dedi:
"Amca, senin kavmin senin için biraz mal toplamak istiyor." dedi. O da, niçin? diye sorunca
Ebu Cehil şu cevabı verdi: "Sana vermek için, çünkü sen Muham-med'e gitmiş ve ona
meyletmiş bulunuyorsun. Sana mal verecekler ki, bundan vazgeçesin."
Velid: "Kureyşliler çok iyi bilirler ki, ben hepsinden daha zenginim." dedi.
Ebu Cehil: "O halde onun hakkında Öyle birşey söyle ki, kavmin senin onu inkar ettiğini
bilsin." dedi.
Velid dedi ki: "Ben onun hakkında ne söyleyeyim? Allah'a yemin ederim ki, içinizde şiirleri
benden daha iyi bilen, nazım ve nesirleri benden daha iyi anlayan ve kahinlerin sözlerini
daha çok işiten yoktur. Allah'a yemin ederim ki, onun söyledikleri hiç birine benzemez.
Allah'a yemin ederim ki, onun söylediği sözde bir tatlılık var. Üstünde bir revnak ve
güzellik var. Yukarısı meyvelidir, aşağısı sağanak halinde yağan yağmurlar gibi gür ve iri
tanelidir. Hiç şüphe yok ki o, sonunda üstün çıkacak ve hiç birşey onu alt edemiyecektir.
Fakat o altındakileri ezecektir."
Ebu Cehil: "Sen onun hakkında birşey söylemedikçe, senin kavmin senden razı
olmayacaktır." dedi.
Velid dedi ki: "Öyle ise dur, biraz düşünüp taşmayım." Biraz düşündükten sonra şöyle dedi:
"Bu, sihirbazlardan öğrenilip rivayet edilen bir sihirden başka birşey değildir. Muhammed,
onu başkasından nakletmektedir." Bunun üzerine şu ayetler nazil oldu:
"Benimle şu adamı yalnız bırak M, ben onu tek olarak yarattım. Ona uzun boylu mal
verdim. Göz Önünde oğullar (verdim)." (ei-Müddessir,n-i3.)
Beyhakî, bunu Hakim'den bu şekilde rivayet etmiştir. Mekke'de yaşayan Abdullah b.
Muhammed es-San'anî'nin îkrime'den mürsel olarak yaptığı rivayete göre Velid b. Muğire,
bu konuşma esnasında Ebu Ce-nil'e şu ayeti okumuştur:
"Allah şüphesiz adale ti,iyilik yapmayı, yakınlara bakmayı emreder, hayasızlığı, fenalığı ve
haddi aşmayı yasak eder. Tutasımz diye size
ÖğÜt Verir," (en-Nahl, 90.)
Beyhakî, Hakim tarikiyle İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: Hac mevsimi geldiğinde
Velid b. Muğire, Kureyşli bir kaç kişiyle bir araya gelip toplantı yaptı. Velid, onlar arasında
en yaşla olan kimse idi. Şöyle dedi: "Artık Arap ziyaretçiler size geleceklerdir. Adamınız
Muham-medin durumunu da duymuşlardır. Gelin, onun hakkında tek bir görüşte karar
kılalım. Yabancılara farklı şeyler söylemiyelim. Birbirimizi yalanlayacak ifadeler
kullanmıyalım. Birbirimizin sözlerini red etmeyelim." Bunun üzerine onlar:
"Ey Eba Abdi Şems! Bize söyle, bizim için bir görüş belirle, ona uyalım." dediler.
"Hayır, siz söyleyin ben dinliyeyim." dedi. Onlar: "Muhammed, kahindir, diyelim." dediler.
Velid dedi ki: "O kahin değildir. Çünkü ben kahinleri gördüm. Onun söylediği sözler
kahinlerinkine benzememektedir."
Deli olduğunu söyleyelim, de diler.
Velid, dedi ki: "O deli değildir. Biz deliliği görüp biliriz. Deliler gibi boğulup sıkıntı
çekmiyor, vesvese görmüyor."
Onun şair olduğunu söyleyelim, dediler.
Velid dedi ki: O şair değildir. Biz şiiri receziyle, hecesiyle, karizi, makbuzu ve mebsutu ile
bilmekteyiz. Her çeşidini biliriz. Onun söyledikleri şiir de değildir."
"Onun sihirbaz olduğunu söyleyelim." dediler.
Velid dedi ki: "O sihirbaz da değildir. Sihirbazları ve sihirlerini gördük. O, onlar gibi
düğümlere de üflemiyor."
Öyleyse onun için ne diyelim. Ey Eba Abdi Şems? diye sordular. ' Velid dedi ki: "Allah'a
yemin ederim ki, onun sözünde bir tatlılık vardır. Kökü hurma ağacı gibi, dalı da meyvelidir.
Onun hakkında bu söyleyeceklerinizden herhangi birini söylerseniz, sözünüzün batıl ve
asılsız olduğu hemen anlaşılır. Ama her halde onun hakkında söyleyeceğiniz en uygun şey,
onun sihirbaz olduğunu söylemeniz olacaktır. Onun sihirbaz olduğunu, kişiyi dininden
ayırdığını, kişi ile babasını, kişi ile eşi-ni,kişi ile kardeşini, kişi ile aşiretini birbirinden
kopardığını söylersiniz." Bu söz üzerinde karar kılarak meclisten ayrılıp gittiler. Artık hac
mevsimi geldiğinde hacca gelen kimselerin yanma gidiyorlar, her kimin yanma varırlarsa,
mutlaka onu Rasûlullah'tan sakındırıp durumunu anlatıyorlardı.
Cenâb-ı Allah,Velid b. Muğire hakkında şu ayetleri inzal buyurdu:
"Benimle şu adamı yalnız bırak ki, ben onu tek olarak yarattım. Ona boylu mal verdim.
Göz önünde oğullar (verdim.)" (ei-Müddessir, 11-13.)
ıakkında da yüce Allah, şu ayeti inzal buyurdu:
"Rabbin hakkı için biz onların hepsine mutlaka soracağız, yaptıkları şeylerden." (e)-Hicr,92-
93.)
Ben de derim ki: Bu hususta yüce Allah, onların cahilliklerini ve akıllarının kıtlığını haber
vererek şöyle buyurmuştur:
"Hayır, dediler, (bu) karmakarışık hayallerdir; hayır onu uydurmuş; hayır o şairdir. (Eğer
gerçekten peygamberse) bize öncekilerin gönderildikleri gibi, o da bir mucize getirsin." (ei-
Enbiyâ, 5.)
Bu hususta ne diyeceklerini bilemediler, şaşırdılar. Söyledikleri her şey batıldı. Çünkü hak
çizgisinin dışına çıkan kimse, her ne söylerse hata yapar. Yüce Allah buyurdu ki:
"Bak nasıl misallar verdiler de şaştılar. Artık bir daha yolu bulamazlar." (el-Isra, 48.)
İmam Abd b. Hümeyd, Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Bir gün Kureyşliler toplanıp; "Bakın, içinizde kim daha çok büyücü, kahin ve şair ise>
aramıza ikilik sokan, işimizi darmadağın eden ve bizim dinimizi yeren şu adama
(Muhammed'e) gidip kendisiyle konuşsun ve ona gereken cevabı versin." dediler. Ve bu iş
için: "Biz, Utbe b. Re-bia'dan daha becerikli bir kimse bilmiyoruz." deyip onu gönderdiler.
Utbe de Hz. Peygamber'e gelip:
- Ey Muhammed! Sen mi iyisin, yoksa Abdullah mı? Sen mi iyisin yoksa Abdülmuttalib mi?
diye sordu. Peygamber sustu. Utbe:
- Eğer bunlar senden iyi kimseler ise, onlar senin yerip ayıpladığın tanrılara tapınışlardır.
Yok eğer sen onlardan iyi isen o zaman söyle, seni dinleyelim. Allah'a yemin ederim ki,
hiçbir milletin sevip yetiştirdiği bir evladı, senin kadar kendi mileti hakkında uğursuz
olmamıştır. Aramıza ikilik soktun, işimizi alt-üst edip bizi darmadağın ettin. Dinimizi
ayıpladın. Bizi Araplar içinde rezil rüsva ettin. Bugün Kureyş kabilesinden bir büyücü, bir
kahin türemiştir, denilmektedir. Allah'a yemin ederim ki, nerede ise gebe kadının çığhk atışı
gibi bir çığlık atılacak ve sonra birbirimize kılıçlarla girişip birbirimizin kökünü kesecek
duruma gelmiş bulunuyoruz. Be adam! Sen ne istiyorsun? Eğer senin bir ihtiyacın varsa,
söyle de Kureyşlilerin en zengini oluncaya kadar sana mal toplayalım. Eğer sen şehvet
düşkünü bir kimse isen, Kureyş kabilesinin hangi kızlarını beğeniyorsan seni onlardan on
tanesiyle evlendirelim.
Hz. Peygamber (s.a.v.):
- Sözün bitti mi?
Utbe, evet deyince Rasûlullah:
- "Bismillâhirrahmânirrahîm. Hâ-mîm. Bu, Rahman ve Rahim'den indirilmiştir. Bilen bir
toplum için ayetleri açıklanmış, Arapça okunan bir kitaptır." mealinde Fussilet sûresinin ilk
ayetlerinden başlayarak;
"Eğer yüz çevirirlerse de ki: Ad ve Semud'un başına düşen yıldırım gibi, bir yıldırıma karşı
uyardım." mealindeki on üçüncü ayetine kadar okudu. Utbe;
- Bu okuduğun yeter, sende bundan başka birşey var mı? diye sordu. Hz. Peygamber, hayır
deyince kalkıp Kureyş kabilesinin yanma döndü. Kureyşliler ona:
- Ne haber? diye sordular.
Utbe: "Kendisine söyleyeceğinizi tahmin ettiğim her şeyi söyledim." dedi.
- Sana bir cevap vermedi mi? diye sordular.
Utbe: "Evet, fakat Ka'be'yi ibadete diken Allah'a yemin ederim ki -Ad ve Semud kavimlerini
çarpan yıldırım gibi size de bir azabın gelip çarpacağını hatırlatırım- sözünden başka
kendisinden birşey anlayamadım." dedi.
- Yazıklar olsun sana! Adam seninle Arapça konuşuyor ve sen ne dediğini anlayamıyorsun,
dediler.
Utbe: "Vallahi yıldırım çarpmasından başka birşey anlayamadım." dedi."
Beyhakî ile başkaları da bu hadisi, Hakimden nakletmişlerdir. Fakat onların naklinde:
"Eğer bize baş olmak istiyorsan sana bayraklarımızı bağlarız. Sağ kaldığın müddetçe
başımızda kalırsın." ilavesi vardır. Ayrıca bunda Hz. Peygamber: "Eğer yüz çevirirlerse de
ki: Ben sizi Ad ve Semud'un başına düşen yıldırım gibi, bir yıldırıma karşı uyardım."
mealindeki ayet-i kerimeyi okuyunca Utbe, eliyle Hz. Peygamberin ağzını tutup:
- Allah aşkına sus! dedi ve artık Kureyşlüerin yanma gitmeyerek kendi evine dönüp
kapandı.
Ebu Cehil de:
- Ey Kureyş topluluğu! Öyle sanıyorum ki Utbe de Muhammed'in dinine girdi. Her halde
Muhammedin yemeği hoşuna gitti, bu da kendisinin yoksul olmasındandır. Kalkın ona
gidelim, dedi ve hep beraber Ut-be'ye gittiler.
Ebu Cehil, Utbe'ye:
- Biz sana Muhammed'in dinine girdiğin ve işini beğendiğin için geldik. Eğer senin bir
ihtiyacın varsa, seni zengin edecek kadar aramızda mal toplayabiliriz, dedi.
Bunun üzerine Utbe kızdı ve:
- Allah'a yemin ederim ki, bundan böyle Muhammed ile konuşmayacağım. Bilirsiniz ki ben,
Kureyşlilerin çoğundan zenginim. Fakat ben ona gittim ve her şeyi söyledim. O bana öyle
birşey ile cevap verdi ki, ne şiir, ne sihir ne de kehanetti. Bana: "Eğer yüz çevirirlerse, de ki:
Ben sizi
.Ad ve Semud'un başına düşen yıldırım gibi, bir yıldırıma karşı uyardım." şeklinde birşey
okudu. "Doğrusu ben korktum ve ağzını tutup Allah aşkına sus! dedim. Zira biliyorsunuz ki,
Muhammed birşey söylediği zaman yalan söylemez. Gerçekten başıma azap geleceğinden
korktum, dedi." diye bir ziyadelik daha vardır.
Beyhakî, Muhammed b. Ka'b'm şöyle dediğini de rivayet eder: Yumuşak huylu ve efendi bir
kimse olan Utbe b. Rebia, günün birinde Kureyş meclisinde oturmakta idi. Rasûlüllah
(s.a.v.)'da yalnız başına Mes-cid-i Haram'da bulunmakta imiş. Utbe, meclisindeki adamlara:
- Ey Kureyş topluluğu! Şu adama gidip te bazı tekliflerde bulunayım mı? Belki tekliflerimin
bir kısmını kabul eder de bize sataşmaktan vazgeçer, dedi.
- Olur ya Eba Velid, dediler.
Utbe kalkıp Rasûlullah'm yanına gitti, onunla konuşmaya başladı. Mal, mülk ve diğer
şeyleri teklif etti. Ziyad b. Ishak'a göre Utbe dedi ki:
- Ey Kureyş topluluğu! Gidip Muhammed'le konuşayım ve bazı tekliflerde bulunayım mı?
Belki bu tekliflerimin bazısını kabul eder, kendisine birşeyler veririz de bize sataşmaktan
vazgeçer.
Hz. Hamza'nın Müslüman olduğu ve Rasûlullah'm sahabelerinin günden güne çoğaldığını
gördükleri zamanda Kureyşliler böyle konuşmuşlardı. Utbe'nin teklifini kabul ederek:
- Olur ya Eba Velid. Git de onunla konuş, dediler Utbe kalkıp Rasûlullah'm yanma gitti ve
ona şöyle dedi:
- Ey kardeşimin oğlu! Sen bizim içimizde ailece en üstünümüzsün. Bizde senin yerin
büyüktür. Bununla beraber sen, kavminin başını öyle bir derde soktun M, hiçbir kimse
kavmini böyle bir derde sokmamıştır. Topluluğumuzu dağıttın. Akıllarımızı yerdin.
Tanrılarımızı kötüledin. Dinimize küfrettin. Maziye kulak ver. Sana bazı tekliflerde
bulunacağım. İyi düşün. Belki bunların bir kısmım kabul edebilirsin.
Rasûlüllah (s.a.v.):
- Seni dinliyorum ya Eba Velid, dedi. Utbe:.
- Ey kardeşimin oğlu! Eğer sen bu davanla mal ve servet sahibi olmak istiyorsan, ben
üzerime alırım. Sana mal toplayıp verir ve seni en zenginimiz yaparız. Eğer şeref ve
büyüklük istiyorsan, biz sana öyle bir paye vereceğiz ki, kavmin içinde senden daha şeref
sahibi ve büyük bir kimse bulunmayacaktır. Sensiz hiçbir işe karar vermeyeceğiz. Eğer bu
davanla hükümdarlık istiyorsan, seni başımıza hükümdar yaparız. Eğer bu cinlerin sana
dokunmasından dolayı sende baş gösteren bir hastalık ise ve bu hastalıktan kurtulmaya
gücün yetmiyorsa, bütün mallarımızı seni tedavi etmek yolunda harcamaya hazırız, dedi.
Utbe sözlerini tamamlayınca Rasûlüllah (s.a.v.), ona: "Sözünü tamamladın mı ya Eba
Velid?" diye sordu. O da evet, deyince Rasûlullah: "Bana kulak ver." dedi. O da olur,
deyince Rasûlullah (s.a.v.) şu ayetleri okumaya başladı:
"Hâ, mîm. Bu, Rahman, Rahim'den indirilmiştir. Bilen bir toplum için ayetleri açıklanmış,
Arapça okunan bir kitaptır. "Hz. Peyamber, ayetleri okumaya devam etti. Utbe okunan
ayetleri dinleyince iyice anlayabilmek için elini arkasına koyup yaslandı.Nihayet
Rasûlullah'da secde ayetine ulaşınca secde etti. Sonra:
- İşittin mi ya Eba Velid? diye sordu. O, evet deyince Rasûlullah:
- İşte sen ve bu ayetler! Var düşün, kararım ver, dedi. Sonra Utbe oradan kalkıp
arkadaşlarının yanma gitti. Onun geldiğini görünce birbirlerine: "Allah'a yemin ederiz ki
Ebu Velid (Utbe) gittiği yüzden başka bir yüzle bize dönmektedir." dediler. Utbe gelip
yanlarına oturunca:
- Ne haber ey Eba Velid? diye sordular. O da şöyle cevap verdi:
- Allah'a yemin ederim ki, bugüne kadar benzerini işitmediğim bir söz işittim. Allah'a
andolsun ki, o söz, ne şiirdir ne de kehanettir. Ey Ku-reyş topluluğu! Bana itaat edin. Adamı
da kendi haline bırakın. Ona ilişmeyin. Allah'a andolsun ki, kendisinden duyduğum sözler
bir haberdir. Hem de önemli bir haber! Onu, diğer Araplarla başbaşa bırakın. Eğer o, onları
yenerse onun üstünlük ve galibiyeti sizin için de üstünlük ve galibiyet olacaktır. Ve eğer
onlar onu yenerlerse hiç birinizin burnu kanamadan onun şerrinden kurtulmuş olursunuz.
Ama o üstün gelirse, onun üstün gelmesi sizin üstün gelmeniz demek olacaktır. Ve onun
sayesinde insanların en mesudları siz olacaksınız!
Kureyşliler: "Vallahi ey Eba Velid, Muhammed diliyle seni de büyülemiş!" dediler. O da şu
cevabı verdi:
- Bu sizin görüşünüzdür. Dilediğinizi yapabilirsiniz.
Beyhakî, Ebu Muhammed Abdullah tarikiyle İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder:
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, Utbe b. Rebia'ya: "Hâ, mîm. Bu, Rahman, Rahim 'den
indirilmiştir." ayetini okuyunca Utbe,arkadaşlarının yanma dönerek şöyle demişti:
"Ey kavmim! Bugün bana bu hususta itaat edin. Ama bundan sonra isterseniz isyan edin.
Allah'a andolsun ki bu adamdan (Muhammed1 den) öyle bir söz işittim ki daha önce
kulaklarım, onun gibi bir söz işitmiş değildir. Ona ne cevap vereceğimi bilemedim."
Bu hadis, bu yönü ile gerçekten gariptir.
Beyhakî, Hakim vasıtasıyla Zührî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Bana anlatıldığına göre
Ebu Cehil, Ebu Süfyan ve Ahnes b. Şurayk, Rasûlullah'dan Kur5 ân dinlemek için bir gece
evlerinden çıkıp hane-i risaletin yanına gitmişlerdi. O gece Rasûlullah evinde namaz
kılmaktaydı. Her biri ondan Kur'ân dinlemek için bir yere yerleşmişti. Ama birbirlerinin
orada olduklarından habersiz idiler. Kur'ân dinlemek için geceyi orada geçirdiler. Sabah
olup tan yeri âğannca oradan ayrılıp evlerine gittiler. Giderken yolda karşılaştılar.
Birbirlerini ayıplayarak: "Artık bir daha böyle birşey yapmayalım. Eğer beyinsiz ve
cahillerimiz bizi görürlerse, bu hususta kalblerine şüphe düşer." dediler. Sonra da ayrılıp
evlerine gittiler.
Ertesi gece yine herkes eski yerine, gelip oturdu ve geceyi Rasûlullah'tan Kur'ân dinleyerek
geçirdi. Sabahleyin şafakla oradan ayrılıp evlerine giderlerken yolda birbirlerine rastladılar.
Yine önceki gece gibi birbirlerini ayıplayarak ayrılıp evlerine gittiler.
Üçüncü gece yine gelip yerlerine oturdular. Ve geceyi Rasûlullah'tan Kur'ân dinleyerek
geçirdiler. Sabahleyin fecir doğduğunda oradan ayrılıp evlerine giderlerken yolda
birbirleriyle karşılaştılar. Ve birbirlerine: "Artık bir birimize buraya tekrar dönmeyeceğimize
dair kesin söz vermedikçe buradan ayrılmayacağız." dediler. Bu hususta birbirlerine kesin
söz verdikten sonra ayrılıp evlerine gittiler.
Ahnes b. Şurayk bir sabah değneğini eline alarak Ebu Süfyan'ın evine gitti ve ona: "Ey Eba
Hanzele! Muhammed1 den duyduğun şeyler hakkında neler düşündüğünü bana anlat." dedi.
Ebu Süfyan, ona: "Ey Eba Salebe! Allah'a yemin olsun ki ondan duyduğum bazı şeylerin
manasını anladım. Bazı şeylerin manasını anlayamadım." dedi. Ahnes de: "Vallahi ben de
aynı durumdayım." diye karşılık verdi. Sonra Ebu Süfyan'ın yanından ayrılıp Ebu Cehil'in
evine gitti. İçeri girip ona: "Ey Eba Hakem! Muhammed1 den duyduğun şeyler hakkında
neler düşünüyorsun?" diye sordu.Ebu Cehil de şu cevabı verdi:
"Ne dinlemiş olabilirim ki ondan? Biz Abdumenaf oğulları ile şeref hususunda çekiştik.
Onlar yemek yedirdiler, biz de yedirdik. Onlar başkalarının yükünü kaldırdılar, biz de
kaldırdık. Onlar başkalarına bağışta bulundular, biz de bulunduk. Öyle ki rahvan atlar gibi
diz üstü çöküp yarışa hazır vaziyete geldik. Birbirimize meydan okuduk. Şimdi onlar
diyorlar ki, bizde bir peygamber var. Gökten ona vahiy geliyor! Biz buna nasıl ulaşabiliriz?
Allah'a yemin ederim ki ben, o peygamberi asla dinlemeyecek ve tasdik etmeyeceğim!"
Bunun üzerine Ahnes b. Şurayk, Ebu Cehü'in yanından kalkıp gitti.
Beyhakî, Muğire b. Şube'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.)'ı tanıdığım ilk
günde ben ve Ebu Cehil b. Hişam, Mekke sokaklarının birinde yürümekteydik. Rasûlullah'la
karşılaştığımızda, Ebu Ce-nil'e şöyle dedi: "Ey Ebu Cehil, Allah'a ve Rasûlüne gel. Seni
Allah'a davet ediyorum."
Ebu Cehil, ona şöyle karşılık verdi: 'Ta Muhammed! Sen bizim tanrılarımıza küfretmekten
vazgeçmeyecek misin? Senin daveti tebliğ ettiğine şahadet etmemizi mi istiyorsun? Senin
tebliğ ettiğine şahadet ediyoruz. Ancak Allah'a andolsun ki, söylediğin şeylerin gerçek
olduğunu bilseydim sana tâbi olurdum."
Rasûlullah (s.a.v,), oradan geçip gitti. Ebu Cehil dönüp bana şöyle dedi: "Allah'a andolsun
ki söylediği şeylerin gerçek olduğunu biliyorum. Ama ona tâbi olmaktan beni engelleyen
birşey vardır. Kusayy oğullları dediler ki; "Ka'be'nin perdedarlığı bizdedir."
Biz de, evet, dedik. Sonra onlar; "Hacılara su dağıtma görevi bizdedir." dediler. Biz de, evet,
dedik. Sonra onlar; "Darü'n-Nedve idaresi bizdedir." dediler. Biz de, evet, dedik. Sonra onlar
millete yemek yedirdiler, biz de yedirdik. Öyleki artık birbirimizle yarışıp birbirimize
meydan okumaya başladık. Onlar: "Bizden bir peygamber var." dediler. Vallahi işte ben,
bunu kabul etmem.
Beyhakî, Ebu îshak'tan şöyle bir rivayette bulundu: Peygamber (s.a.v.), oturmakta olan Ebu
Cehil ile Ebu Süfyan'a uğradı. Ebu Cehil: "Ey Abdu'ş-Şems oğullan, işte peygamberiniz
budur." dedi.
Ebu Süfyan da: "Bizden birinin peygamber olmasına şaşıyor musun? Bizden daha aşağı ve
kalabalığı bizden daha az olan kabilelerden bile peygamber çıkmıştır." dedi
Ebu Cehil: "Yaşlılar dururken bir gencin peygamber olarak ortaya çıkmasına şaşıyorum!"
dedi.
Rasûlullah (s.a.v.)'da onları dinliyordu. Yani arına gelip şöyle dedi: "Sana gelince ey Ebu
Süfyan! Sen, Allah ve Rasûlunün rızası için Ebu Cehil'e kızmadın. Aksine sen, aşiretçilik
gayretine kapılarak ona kızdın. Sen ise ey Ebu Cehil! Allah'a yemin ederim ki siz çok az
gülecek, çok ağlayacaksınız."
Ebu Cehil: "Ey kardeşim oğlu! Şu peygamberliğin sebebiyle beni ne kötü tehdit ediyorsun!"
dedi.
Bu hadis, bu bakımdan mürseldir ve ifadelerinde gariplik vardır. Cenâb-ı Allah, Ebu Cehil
ve emsallerinin söylediklerini şu ayette haber vermiştir:
"Seni gördükleri zaman, mutlaka seni eğlence konusu yapıyorlar: "Allah bunu mu elçi
göndermiş? Eğer biz tanrılarımıza tapmakta İsrar etmeseydik, neredeyse bizi tanrılarımızdan
saptıracaktı." (diyorlar). Azabı gördükleri zaman kimin yolunun sapık olduğunu
bileceklerdir."
(el-Furkân, 41-42.)
İmam Ahmed b. Hanbel, Hüseym tarikiyle İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder:
Rasûlullah (s.a.v.), Mekke'de gizlenmekte iken şu ayet nazil oldu:
"Namazında pek bağırma, pek de (sesini) gizleme, bu ikisinin arasında bir yol tut." (ei-Isrâ,
ııo.)
Rasûlullah (s.a.v.), ashabına namaz kıldırırken yüksek sesle Kur'ân okurdu. Müşrikler onu
işitince, Kur'ân'a, Kur'ân'ı indirene ve getirene küfretmeye başladılar. Bunun üzerine yüce
Allahjpeygamberine: "Namazında pek bağırma." dedi. Yani namazda Kur'ân okurken
yüksek sesle okuma ki müşrikler duymasın ve Kur'ân'a küfretmesinler. "Pek de (sesini)
gizleme." Sesini, ashabına duymayacak şekilde alçaltına. Kur'ân'ı çok gizlice okuma.
Senden duyabilecekleri kadar seslice oku: "Bu ikisinin arasında bir yol tut."
Buharî ve Müslim, bunu bu şekilde Ebu Bişr Cafer b. Ebi Hayye'den rivayet etmişlerdir.
Muhammed b. îshak, Davud b. Husayn tarikiyle İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder:
Rasûlullah (s.a.v.), namaz kıldırırken Kur'ân'ı yüksek sesle okuyunca etrafından dağıldılar
ve onu dinlemek istemediler. Çünkü bir adam Rasûlullah'm namaz kılarken okuduğu
ayetleri dinlemek istediği takdirde, müşriklerin korkusundan açıkça onu dinlemeye cesaret
edemezdi. Onu dinlerken gördüklerini anlarsa kendisine eziyet edecekleri korkusuyla
dinlemeden çekip giderdi. Ama Rasûlullah sessizce okuduğu takdirde onu dinlemek
isteyenler, okunan ayetleri işitemezlerdi. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, şu ayeti inzal
buyurdu: "Namazında pek bağırma (yoksa senin yanından dağılıp giderler.) Pek de(sesini)
gizleme. (O zaman dinlemek isteyen kimse okuduğun ayetleri işitemez. Biraz seslice oku,
belki o, duyduğu ayetlerin bir kısmına riayet edip yararlanır.) Bu ikisinin arasında bir yol
tut."[9]
Habeşistan'a Giden Sahabelerin Hicreti
Müşriklerin, güçsüz mü'minlere yaptıkları eziyetler, şiddetli dayaklar ve ağır tahkirler gibi
muamelelerle ilgili açıklamalar, daha önceki sayfalarda verilmişti. Onur ve üstünlük sahibi
yüce Allah, Rasûlünü amcası Ebu Talib vasıtasıyla müşriklerin eziyetlerine karşı korumuştu.
Bununla ilgili açıklama da daha önce verilmişti. Hamd ve minnet Allah'adır.
Vakidî, sahabelerin Habeşistan'a bisetin beşinci senesinin receb ayında hicret ettiklerini ve
bu Muhacir sahabelerin ilk kafilesinde onbir erkek ve dört kadın bulunduğunu rivayet eder.
Bunlar, kimi yaya, kimi süvari olarak deniz kıyısına varmış, orada yarım dinara bir gemi
kiralayarak Habeşistan'a gitmişlerdi. Bu Muhacirlerin adları şöyledir: Osman b, Affan, karısı
Hz. Peygamber'in kızı Rukiyye, Ebu Huzeyfe b. Ut-be ve karısı Sehle binti Süheyl, Zübeyr
b. Avvam, Mus'ab b. Umeyr, Ab-durrahman b. Avf, Ebu Seleme b. Abdilesed ve karısı
Ümmü Seleme binti Ebi Ümeyye, Osman b. Maz'un, Amir b. Rebia el-Anzî ve karısı Leyla
binti Ebi Hasme, Ebu Sabre b. Ebi Rühm, Hatib b. Amr, Süheyl b. Beyda ve Abdullah b.
Mesud, Allah tamamından razı olsun.
İbn Cerir dedi ki: Diğerleri şöyle dediler: Habeşistan'a hicret eden sahabeler -kadınları ve
çocukları ayrı olmak üzere- seksen iki kişiydiler. Yalnız Ammar b. Yasir'in, aralarında olup
olmadığı hususunda şüphe etmekteyiz. Eğer aralarında idiyse bu durumda erkeklerin sayısı
seksen üç olur.
Muhammed b. İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Allah katındaki mertebesi ve amcası Ebu
Talib'in kendisine olan desteği sayesinde rahat ve afiyet içinde iken, sahabelerinin eziyet
gördüklerini, belaya uğradıklarını ve kendisinin de onları o bela ve eziyetlerden kurtarmaya
güç yetiremediğini görünce onlara şöyle dedi: «Habeşistan'a hicret etseniz daha iyi olacak.
Çünkü orada yanındaki kimselerden hiç birine haksızlık edilmeyen bir hükümdar vardır.
Orası, doğruluk diyarıdır. Oraya gidin. Allah size içinde bulunduğunuz sıkıntıdan kurtuluş
yolu yaratınca-ya kadar bekleyin.»
Bunun üzerine Rasûlullah'm ashabından bazı Müslümanlar, dinlerinde fitneye düşmek
korkusuyla Habeşistan'a hicret ettiler. Bu, İslâm tarihindeki ilk hicret oldu. Oraya hicret
eden ilk Müslümanlar, Osman b. Affan ile zevcesi peygamber kızı Rukiyye idi. Beyhakî de
Kata-de'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Allah yolunda ailesiyle ilk hicret eden kişi, Osman
b. Affan (r.a.)'dtr."
Nadr b. Enes'in, Ebu Hamza'ya yani Enes b. Malik'e şöyle dediğini işittim: Osman b. Affan,
zevcesi Peygamber'in kızı Rukiyye ile birlikte Habeşistan'a hicret etmek üzere yola koyuldu.
Rasûlullah'a oraya vardıklarına dair haber geç geldi. Nihayet Kureyşlilerden bir kadın gelip
şöyle dedi: "Ya Muhammed! Damadını karısıyla birlikte gördüm." Peygamber (s.a.v.):
«Onları nasıl bir durumda gördün?» diye sorunca kadın: «Karısını şu yavaş yürüyen
merkeplerden birine bindirmiş, kendisini de merkebi yederken gördüm.» dedi.
Peygamber (s.a.v.): «Allah, onlarla beraber olsun. Osman, Lut Peygamberden sonra
karısıyla hicret eden ilk kişi olmuştur.» dedi.
İbn İshak dedi ki: Ebu Huzeyfe b. Utbe, zevcesi Sehle binti Süheyl b. Amr (Bunların
Habeşistan'da Muhammed b. Ebi Huzeyfe adında bir oğulları dünyaya geldi.), Zübeyr b.
Avvam, Mus'ab b. Umeyr, Abdurrah-man b. Avf, Ebu Seleme b. Abdil Esed, zevcesi Ümmü
Seleme binti Ebi Ümeyye b. Mugire (Bunların Habeşistan'da Zeynep adında kızları dünyaya
geldi.), Osman b. Maz'un, Amir b. Rebia (Bu, Hattab oğulları aşiretinin müttefiki olup Beni
Anz b. Vail kabilesindendir.), zevcesi Leyla binti Ebi Hasme, Ebu Sabre b. Ebi Rühm el-
Amirî, zevcesi Ümmü Kül-süm binti Süheyl b. Amr (Buna Ebi Hatib b. Amr b. Abdişems b.
Abdi Vüdd b. Nasr b. Malik b. Hisil b. Amr da denir. Söylendiğine göre Habeşistan'a giden
ilk Muhacir budur.), Süheyl b. Beyda. Bana ulaşan rivayetlere göre bu on kişi, Habeşistan'a
giden ilk Müslümanlardır.
İbn Hişam dedi ki: Bazı ilim ehlinin anlattığına göre Osman b. Maz'un, bunların kafile
başkanı idi.
İbn İshak dedi ki: Daha sonra zevcesi Esma binti Umeys ile birlikte Cafer b. Ebu Talib de
Habeş yolculuğuna çıktı. Habeşistan'da bunların Abdullah b. Cafer adında bir oğulları
dünyaya geldi. Bunların peşi sıra bazı Müslümanlar daha oraya hicret ettiler. Böylece
Habeşistan'da bir Müslüman topluluğu teşkil ettiler.
Musa b. Ukbe'nin ileri sürdüğüne göre Habeşistan'a yapılan ilk hicret, Ebu Talib ve
müttefiklerinin Rasûlullah'la birlikte Şib-i Ebi Talib'te muhasara altına alındıkları zamanda
olmuştur. Ancak bu hususta ihtilaf vardır. Doğrusunu Allah bilir.
Yine Musa b. Ukbe'ye göre Cafer b. Ebu Talib, ikinci hicrette Habeşistan'a gitmiştir. Bu da
oradaki bazı Müslümanların, müşriklerin islâm'a girip namaz kıldıklarına dair bir haber
almaları üzerine Mekke'ye geri dönmelerinden sonra vuku bulmuştur. Müşriklerin İslâm'a
girip namaz kıldıklarına dair söylentiyi duyan bazı Habeşistan Muhacirleri, Mekke'ye geri
döndüklerinde -ki aralarında Osman b. Maz*un da vardı- bu haberin gerçek olmadığını
görmüşlerdir. Bunun üzerine bir kısmı Habeşistan'a geri dönmüş, bir kısmı da Mekke'de
kalmıştı. Ama diğer bazı Müslümanlar, bu defa Habeşistan'a hicret etmişlerdir ki bu da
ileride açıklanacağı gibi ikinci hicreti teşkil edecektir.
Musa b. Ukbe'ye göre ikinci hicrete gidenler arasında Cafer b. Ebu Talib de vardı. İbn
îshak'a göre ise Cafer b. Ebu Talib'in ilk kafilede Habeşistan'a hicret etmiş olması, ileride de
açıklanacağı gibi kuvvetli olan görüştür. Doğrusunu Allah bilir. Ama o, ikinci defa
Habeşistan'a hicret eden kafileyle birlikte ilk olarak hicrete çıkmıştır. Başlarına geçmiş ve
Necaşi'nin makamında onların sözcülüğünü yapmıştır. Nitekim ileride bu konuyu detaylı bir
şekilde anlatacağız.
İbn îshak, Cafer (r.a.) ile birlikte Habeşistan'a giden Muhacir sahabelerin adlarını şöyle
sıralamıştır: Amr b. Said b. As, zevcesi Fatuna bin-ti Safvan b. Ümeyye b. Muharriş b. Şıkk
el Kananı, Halid b. Said b. As, zevcesi Ümeyne binti Halef b. Es'ad el-Huzaî (Bunların
Habeşistan'da Said adında bir oğulları dünyaya geldi.) ve Habeşistan hicretinden sonra
Zübeyr'in kendisiyle evlenip Ömer ve Halid adında iki çocuk dünyaya getiren bir cariye.
Bu sıralamada şu sahabelerin adlarına da yer verilmiştir: Abdullah b. Cahş b. Ri'ab, kardeşi
Ubeydullah, zevcesi Ümmü Habibe binti Ebi Süfyan, Beni Esed b. Hüzeyme kabilesinden
Kays b. Abdullah, zevcesi Bereke binti Yesar (Bu da Ebu Süfyan'ın azadhlanndan idi.),
Muay-kib b. Ebi Fatıma (Bu da Said b. As'ın azadlılarındandı. îbn Hişam, bunun Devs
kabilesinden olduğunu söylemiştir.), Ebu Musa (el- Eş'arî), Abdullah b. Kays (Bu da Utbe b.
Rebia aşiretinin müttefiki idi.) Utbe b. Gazvan, Yezid b. Zam'a b. Esved, Amr b. Ümeyye b.
Haris b. Esed, Tü-leyb b. Ümeyr b. Vehb b. Ebi Kesir b. Abd, Süveybit b. Sa'd b.
Hüreymele, Cehm b. Kays el-Abdevî, zevcesi Ümmü Hermele binti Abdilesved b. Huzeyme,
oğulları Amr b. Cehm ile Huzeyme b. Cehm, Ebu'r-Rum b. Umeyr b. Haşini b.
Abdumenaf b. Abdiddar, Firas b. Nadr b. Haris b. Kelde, Amir b. Ebi Vakkas (Sa'd'm
kardeşi), Muttalip b. Ezher b. Abdi Avf ez-Zührî, zevcesi Remle binti Ebi Avf b. Dübeyre
(Bunun Habeşistan'da Abdullah adında bir oğlu dünyaya geldi.), Abdullah b. Mes'ud,
kardeşi Utbe, Mikdat b. Esved, Haris b. Halid b. Sahr et-Teymî, zevcesi Reyta binti Haris b.
Cübeyle (Bunun Habeşistan'da Musa, Aişe, Zeynep ve Fatıma adında dört çocuğu dünyaya
geldi.), Amr b. Osman b. Amr b. Ka'b b. Sa'd b. Teym b. Mürre, Şemmas b. Osman b. Şerid
el-Mahzumî (Çok yakışıklı olduğu için kendisine Şemmas adı verilmiştir. Asıl adı Osman b.
Osman'dır.), Habbar b. Süfyan b. Abdi Esed el-Mahzumî, kar-, deşi Abdullah, Hişam b. Ebi
Hüzeyfe b. Muğire b. Abdullah b. Amr b. Mahzum, Seleme b. Hişam b. Muğire, Ayyaş b.
Ebi Rebia b. Muğire, Muattip b. Avf b. Amir (Buna Eyhame denirdi. Mahzumoğullarının
müttefıklerindendi.), Osman b. Maz'un'un kardeşleri Kudame ile Abdullah, Saib b. Osman
b. Maz'un, Hatib b. Haris b. Mamer, zevcesi Fatıma binti Mücellil, oğulları Muhammed ile
Haris, kardeşi Hattab, zevcesi Fükayha binti Yesar, Süfyan b. Ma'mer b. Habib, zevcesi
Hase-ne oğullan Cabir ile Cünade, başka erkekten doğma Şurahbil b. Abdullah adındaki
oğlu (Bu da Gavs b. Müzahir b. Teym kabilesinden biri olup kendisine Şurahbil b. Hasene
denirdi.), Osman b. Rebia b, Ehban b. Vehb b. Huzafe b. Cümah, Huneys b. Huzafe b. Kays
b. Adiyy, Abdullah b. Haris b. Kays b. Adiyy b. Said b. Sehtn, Hişam b. As b. Vail b. Said,
Kays b. Huzafe b. Kays b. Adiyy, kardeşi Abdullah, Ebu Kays b. Haris b. Kays b. Adiyy,
kardeşleri; Haris, Ma'mer, Saib, Bişr ve Said (Bunlar Ha-ris'in oğullarıdır.), Said b. Kays b.
Adiyy'in ana bir kardeşi olan Said b. Amr et-Temimî, Ümeyr b. Riab b. Hüzeyfe b.
Müheşşim b. Said b. Sehm, Beni Sehra kabilesinin müttefiklerinden Mahmiye b. Cez' ez-
Zübeydî ile Ma'mer b. Abdullah el-Adevî, Urve b. Abdiluzza, Adiyy b. Nadle b. Abdil-uzza,
oğlu Numan, Abdullah b. Mahreme el-Amirî, Abdullah b. Süheyl b. Amr, Salit b. Amr,
kardeşi Sekran, zevcesi Şevde binti Zem'a, Malik b. Rebia, zevcesi Amre binti's-Sa'di, Ebu
Hatip b. Amr el-Amirî, müttefikleri Sa'd b. Havle (Bu Yemenlidir.), Ebu Ubeyde Amr b.
Abdullah b. Cerrah el-Fihrî, Süheyl b. Beyda (Bu kadın, Ebu Ubeyde'nin annesi olup asıl
adı Da'd binti Cahdem b. Ümeyye b. Zarip b. Haris b. Fihr'dir. Onun adı da Süheyl b. Vehb
b. Rebia b. Hüal (b. Üheyb) b. Dabbe'dir.), Amr b. Ebi Şerh b. Rebia b. Hüal (b. Üheyb) b.
Malik b. Dabbe b. Haris, îya'd b. Zü-heyr b. Ebi Şeddad b. Rebia b. Hilal b. Malik b. Dabbe,
Amr b. Haris b. Züheyr b. Ebi Şeddad b. Rebia, Osman b. Abdi Ganem b. Züheyr (Bunların
ikisi kardeştirler.), Said b. Abd-i Kays b. Lakit, kardeşi Haris (Bunlar da Fihrî'dirler).
İbn îshak dedi ki: Ammar b. Yasir'i de aralarına katarsak -M onun aralarında bulunduğu
hususunda şüphe vardır- Habeşistan'a hicret eden Müslüman erkekler, birlikte götürdükleri
veya orada doğan çocukları dışında seksenüç kişi idiler.
İbn İshak'm, Mekke'den Habeşistan'a hicret eden Muhacir Müslümanlar arasında Ebu Musa
el-Eş'arî'yi de zikretmesinin garip ve tuhaf olduğunu söyleyebilirim!
İmam Ahmed b. Hanbel, Hasan b. Musa tarikiyle İbn Mesud'un şöyle dediğini rivayet eder:
Rasûlullah (s.a.v.), bizi Necaşi'ye gönderdi. Seksen kişi kadardık. Aramızda Abdullah b.
Mesud, Cafer, Abdullah b. Erfata, Osman b. Maz'un ve Ebu Musa da vardı. Bu heyet,
Necaşi'nin yanına vardı. Öte yandan Kureyşliler, Amr b. As ile Umare b. Velid'i de
hediyelerle birlikte Necaşi'nin yanma göndermişlerdi. Bunlar, Necaşi'nin huzuruna
girdiklerinde ona secde ettiler. Sonra sağında ve solunda yer alarak söze başladılar:
- Ey hükümdar! Bizim amca oğullarımızdan bir grup senin diyarına geldi. Bizden ve
dinimizden yüz çevirdiler.
- Onlar nerededirler?
- Senin diyarındadııiar. Haber gönder, yanına getirt.
Necaşi, onlara haber göndererek makamına getirtti. Cafer, arkadaşlarına: «Bugün sizin
sözcünüz ben olacağım.» dedi. Arkadaşları da ona uydular. Necaşi'nin makamına
girdiklerinde Cafer selam verdi, ama secde etmedi. Necaşi ona sordu:
- Sana ne olmuş ki hükümdara secde etmiyorsun?
- Biz sadece yüce Allah'a secde ederiz!
-Niçin?
- Çünkü Allah, bize bir peygamber gönderdi. Sonra o peygamber, Allah'tan başka hiç
kimseye secde etmememizi, namaz kılmamızı, zekat vermemizi bize emretti.
Amr b. As, hükümdara hitaben: "Bunlar Meryem oğlu İsa hakkında senin düşüncene aykırı
bir düşünceye sahiptirler." dedi. Hükümdar Necaşi de dönüp Cafer b. Ebu Talib'e sordu:
- Meryem oğlu İsa ile annesi hakkında ne dersiniz?
- Allah'ın buyurduğu gibi deriz: îsa, Allah'ın kelimesi ve ruhudur ki onu iffetli ve bakire
Meryem'e bırakmıştır. Meryem'e bir beşer eli değmemiştir. İsa'dan önce de çocuğu
olmamıştır.
Necaşi yerden bir çubuk kaldırdı, sonra şöyle dedi: «Ey Habeş topluluğu, Ey keşiş ve
rahipler! Allah'a yemin ederim ki bunlarla bizim söylediklerimiz arasında sadece şu çubuk
kadar bir fark vardır.» Bundan sonra Necaşi, Müslüman heyete dönerek şöyle dedi: «Size ve
yanından kalkıp geldiğiniz adama (Muhammed'e) merhaba! Şahadet ederim ki o Allah'ın
Rasûlüdür. Ve O, İncil'de bulduğumuz zattır. O, Meryem oğlu İsa'nın müjdelediği
peygamberdir. Siz, dilediğiniz yerde kalabilirsiniz.Allah'a andolsun ki ben bu hükümdarlık
makamında bulunmasaydım, onun yanına gelir, ayakkabılarını taşırdım!» Böyle dedikten
sonra yanındaki adamlara, Kureyş'in gönderdiği hediyeleri tekrar o iki elçiye iade etmelerini
emretti. Bundan sonra Abdullah b. Mesud, acele ile Habeşistan'dan dönüp Bedir savaşma
katıldı. Rivayete göre Peygamber (s.a.v,), ölüm haberini aldığında Necaşi için istiğfarda
bulunmuştur.
Bu sağlam ve kuvvetli bir sened olup güzel ifadeleri içermektedir. Bu rivayete göre
Mekke'den Habeşistan'a hicret eden ashab arasında Ebu Musa da vardır. Her ne kadar bazı
rivayetçiler tarafından adı zikre-dilmemişse de bu rivayetten böyle anlaşılmaktadır.
Doğrusunu Allah
bilir.
Hafız Ebu Nuaynı, "Delail" adlı eserde Ebu Musa'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: «
Rasûlullah (s.a.v.), Cafer b. Ebu Talib'le birlikte Necaşi'nin diyarına gitmemizi bize emretti.
Kureyşliler bunu haber alınca Amr b. As ile Umare b. Velid'i topladıkları hediyelerle birlikte
Necaşi1 ye elçi olarak gönderdiler. Bunlar, Necaşi'nin yanma hediyele-riyle birlikte geldiler.
Necaşi, hediyelerini kabul etti ve bu iki elçi Onun huzurunda secdeye kapandılar. Sonra Amr
b. As, söze başladı:
- Bizim diyarımızdan bazı adamlar dinimizden yüz çevirip sana geldiler ve onlar şu anda
senin diyarındadırlar. Bunun üzerine Necaşi:
- Ülkemde mi?
-Evet.
Necaşi, bize haber gönderip yanına gitmemizi istedi. Cafer, bize şöyle dedi: "Hiç biriniz
konuşmayın. Bugün sizin sözcünüz benim." Nihayet Necaşi'nin huzuruna vardık. O,
meclisinde oturmakta idi. Amr b. As sağında, Umare b. Velid de solunda bulunmaktaydı.
Çok sayıda keşiş huzurunda bulunuyorlardı. Biz huzura varmadan Önce Amr ile Umare,
Necaşi'ye secde etmeyeceğimizi kendisine söylemişlerdi. Huzura girer girmez oradaki keşiş
ve ruhbanlardan bir kısmı, aceleyle bize gelip: "Hükümdara secde edin." dediler. Cafer de:
"Biz, Allah'tan başkasına secde etmeyiz." dedi.
Necaşi1 nin yanına vardığımızda bize sordu:
- Secde etmenize engel olan nedir?
- Allah'tan başkasına secde etmeyiz!
- O da ne?
- Çünkü Allah, bize bir peygamber gönderdi. Meryem oğlu îsa, onun kendisinden sonra
geleceğim, adının Ahmed olacağım müjdelemiştir. Peygamberimiz, bize Allah'tan başkasına
ibadet etmememizi, O'na hiç birşeyi ortak koşmamamızı, namaz kılmamızı, zekat vermemizi
emretmiştir. Bize iyiliği emretmiş, kötülükten de men etmiştir.
Necaşi, sözcü Cafer'in sözlerinden hoşlandı. Amr b. As, bu durumu görünce şöyle dedi:
"Allah hükümdarımızı ıslah etsin. Onlar, Meryem oğlu îsa hakkında senin düşüncene aykırı
bir düşünceye sahiptirler."
Necaşi, Cafer'e sordu:
- Arkadaşınız (Muhammed), Meryem oğlu hakkında ne diyor?
- O'nun hakkında Allah'ın buyurduğunu söylüyor: O, Allah'ın ruhu ve kelimesidir. Onu, daha
önce kendisine bir beşerin temas etmediği, hiçbir çocuk doğurmamış olan iffetli ve bakire
Meryem'den çıkarıp dünyaya getirmiştir.
Bu sözler üzerine Necaşi, yerden bir çubuk parçası kaldırarak şöyle
dedi:
- Ey keşiş ve rahipler topluluğu! Bunlar, bizim Meryem oğlu İsa hakkında söylediğimiz
sözlerden farklı birşey söylemiyorlar. Onlarla bizim söylediklerimiz arasında bu çubuk
ağırlığınca bir fark yoktur. (Sözün burasında Necaşi, Müslüman heyete yönelerek şöyle
dedi:)
- Size ve yanından gelmiş olduğunuz kişiye (Muhammed'e) merhaba! Ben, onun Allah
Rasûlü olduğuna ve İsa'nın müjdelediği peygamber olduğuna şahadet ederim. Ben, bu
hükümdarlık makamında olmasaydım, onun yanma gelir, ayakkabılarını öperdim. Benim
ülkemde dilediğiniz kadar kalabilirsiniz.
Böyle dedikten sonra Müslüman heyete yemek yedirilmesini, elbise giydirilmesini, Kureyş
elçilerinin ise hediyelerinin geri verilmesini buyurdu.
Amr b. As, kısa boylu bir adamdı. Ummare ise yakışıklı bir kimse idi.İkisi birlikte denize
yöneldiler. Su içtiler. Yanlarında Amr'm karısı da vardı. Su içerlerken Ummare, Amr'a:
"Karına söyle, beni öpsün." dedi. Amr da: "Utanmıyor musun?" diye çıkıştı. Umare, Amr'ı
yakalayıp denize attı. Amr da "Allah aşkına beni kurtar." diye yalvardı. Nihayet Umare onu
alıp gemiye bindirdi. Bu yüzden Amr, ona kin gütmeye başlamıştı. Amr, Necaşi'ye şöyle
demişti; "Sen memleketinden dışarı çıktığında Ummare, senin karının yanına gidiyor."
Necaşi de Umare'yi çağırıp hadım ettirdi. O da mecnun gibi çöllere düştü.
Yezid b. Abdullah b. Ebi Bürde'den, o da dedesi Ebu Bürde'den, o da Ebu Musa'dan sahih
bir rivayetle naklettiler ki, kendileri Yemen'de iken Rasûlullah (s.a.v.)'ın peygamber olarak
ortaya çıktığını haber aldılar. Elli küsur kadar adam bir gemiye binerek Rasûlullah'ın yanma
gitmek üzere Muhacir olarak yola çıktılar. Gemi ile Habeşistan'a gittiler. Orada Cafer b. Ebu
Talih ve arkadaşlarıyla karşılaştılar. Cafer onlara, yanlarında ikamet etmelerini söyledi.
Onlar da Cafer'in yanında Habeşistan'da ikamete başladılar. Nihayet Hayber savaşı
esnasında birlikte Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldiler. Ebu Musa, Cafer b. Ebu Talib ile
Necaşi arasında cereyan eden konuşmaya şahid olmuş ve bunu başkalarına anlatmıştı.
Habeşistan'a hicret babında Buharı de Muhammed b. A'la tarikiyle Ebu Musa'nın şöyle
dediğini rivayet eder: Biz Yemen'de iken Peygamber (s.a.v.)'în zuhur ettiği haberini aldık.
Bir gemi ile Habeşistan'a gittik.. Orada Ebu Talib oğlu Cafer ile karşılaştık. Medine'ye
gelinceye kadar onun yanında ikamet ettik. Onunla birlikte Hayber fethi esnasında Peygamber
(s.a.v.)'in yanma geldik. Peygamber (s.a.v.), bize: «Ey gemi halkı, sizin için iki
hicret (sevabı) vardır.» dedi.
İbn Asakir, kendi tarihinde Cafer b. Ebu Talib ile Necaşi arasında geçen hadiseleri,
aralarındaki konuşmaları ve Cafer b. Ebu Talib'in tercüme-i halinden bahseder. Bunu bizzat
Cafer'in rivayeti ve Amr b. As'm anlatımı ile nakleder. Cafer'in bu konudaki rivayeti
gerçekten kayda değer kıymetli bir rivayettir. Bunu îbn Asakir, Ebu'l-Kasım Se-merkandî
tarikiyle Ebu'l-Kasım b. Beğavî'den nakletmiştir. Ebu'l-Kasım b. Beğavî, Abdullah b.
Cafer'in babası Cafer'in şöyle dediğini rivayet eder:
«- Kureyşliler Amr b. As ve Ummare b. Velid'i, Ebu Süfyan'ın verdiği hediyelerle Necaşi'ye
gönderdiler. Biz yanında iken bunlar, Necaşi'iin yanma gelip ona şöyle dediler:
- Bizim ayak takımı ve beyinsizlerimizden bazı kimseler, senin yanına gelmişler. Onları bize
teslim et.
- Hayır, onları dinlemedikçe size teslim etmem.
(Necaşi haber göndererek bizi huzuruna çağırttı. Yanına gittiğimizde bize şöyle sordu):
- Bunlar ne diyorlar?
- Bunlar, putlara tapan bir kavimdir. Allah, bize bir peygamber gönderdi. Biz de ona iman
ettik ve onu tasdik ettik.
Bunun üzerine Necaşi, Kureyş heyetine dönerek şöyle sordu:
- Bunlar sizin köleleriniz midir?
- Hayır.
- Sizin bunlardan alacağınız var mıdır?
- Hayır.
- Öyleyse bunların yolundan çıkın.
(Böyle konuştuktan sonra Necaşi'nin huzurundan çıkıp gittik. Bizden sonra Amr b. As, ona
şöyle demiş):
- Bunlar, Hz. İsa hakkında senin düşündüğünden farklı düşünüyorlar.
- Eğer onlar, İsa peygamber hakkında benim söylediğim sözlerden başka şeyler
söylüyorlarsa,onları memleketimde bir an dahi bırakmam!
(Bunun üzerine Necaşi, bize tekrar haber gönderdi. Bu ikinci çağrısı birincisine nisbetle
daha sert idi. Bize şöyle dedi:)
- Adamınız (Muhammed), Meryem oğlu İsa hakkında ne diyor?
- Onun Allah'ın ruhu, iffetli ve bakire Meryem'e bıraktığı kelimesi olduğunu söylüyor.
- Bana falan keşişi ve falan rahibi çağırın! (Çağırttığı keşiş ve rahipler yanma geldiler.
Onlara sordu);
- Meryem oğlu İsa hakkında ne diyorsunuz?
- Sen, bizden daha bilgilisin. Sen ne diyorsun? O da yerden bir çöp kaldırarak:
- Bunların İsa hakkında dedikleri, bizim onun hakkındaki inancımızdan bu çöp kadar aykırı
değildir, dedi ve sonra-bize dönüp:
- Size herhangi bir kimse bir eziyet ediyor mu?
- Evet.
- Kim bunlara dokunursa, ceza olarak ondan dört dirhem alınacaktır, diye tellal çağırttı.
Bize:
- Bu ceza yeterli mi? diye sordu.
- Hayır, dedik.
Bunun üzerine cezayı bir kat daha artırdı.»
Cafer (r.a.) Habeşistan dönüşü ile ilgili olarak diyor ki:
«Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye hicret edip güç kazanınca Necaşi'ye:
- Peygamberimiz Medine'ye hicret etmiş ve güç kazanmıştır. Bize baskı ve eza yaptıklarını
söylediğimiz kimselerde Ölmüşlerdir. Artık Peygamberimiz'in yanma dönmemize müsaade
et, dedik.
O da bize:
- Peki, dedi. Azık ve binekler vererek bizi yolcu etti. Bana da:
- Size yaptığım hizmeti Rasûlullah'a anlat. Bu da benim adamımdır, sizinle beraber
gönderiyorum. Şahitlik ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur ve sizin adamınız da Allah'ın
peygamberidir. Ona söyle, bana Allah'tan mağfiret dilesin, dedi.
Bundan sonra biz yola çıkıp Medine'ye geldik. Peygamber, beni karşılayıp kucakladı ve:
- Bilmiyorum, Hayber'in fethine mi yoksa Cafer'in gelmesine mi sevinelim, dedi.
Çünkü o sırada Hayber fethedilmişti. Peygamber oturduktan sonra Necaşi'nin bizimle
beraber gönderdiği adam ona:
- Bu, amcan oğlu Cafer'dir. Ona hükümdarımızın kendisine yaptığı hizmeti sor, dedi.
Ben de:
- Evet vallahi, bize şöyle yaptı, böyle yaptı ve yolcu ederken bize binek ve azık verdi.
Ayrıca Allah'tan başka ilah bulunmadığına ve senin de Allah'ın Rasûlü olduğuna şahadet
getirdi. Bana da: «Adamına söyle, bana Allah'tan mağfiret dilesin.» dedi, dedim.
Bunun üzerine Peygamber kalkıp abdest aldı. Sonra üç defa:
- Allah'ım, Necaşi'ye mağfiret eyle, dedi. Orada hazır bulunan Müslümanlar da amin,
dediler. Ben de Necaşi'nin elçisine:
- İşte gördün. Habeşistan'a döndüğün zaman bunları Necaşi'ye anlat, dedim.»
Sonra îbn Asakir, bunun hasen ve garip bir rivayet olduğunu söyler.
Yunus b. Bükeyr, Ümmü Seleme'nin bu konuyla ilgili olarak şöyle dediğini rivayet eder:
« Rasûlullah (s.a.v.)'a amcası Ebu Talib ile yakınları sayesinde kimse dokunamıyordu. Onun
ashabı ise, Kureyşlilerin elinden türlü eza ve işkenceler görüyor, dinlerim bırakmaya
zorlanıyorlardı. Hz. Peygamber de onlara sahip çıkamadığı için, Mekke onlara dar geldi.
Bunun için onlara:
«Habeşistan'da bir kral vardır. Onun yanında hiç kimseye zulme-dilmez. Cenâb-ı Allah size
bir çare ve kurtuluş yolu açmcaya kadar oraya gidiniz.» dedi.
Bunun üzerine biz, akın alan Habeşistan'a gittik. Orada dinimizi serbestçe yaşayıp hiç
kimsenin zulmünden korkmayan ve ev sahibi tarafından iyice ağırlanan bir cemaat olduk.
Bunu gören Kureyşliler, bizi çekemediler. Toplanıp, bizi yurdundan kovması ve tekrar
kendilerine iade etmesi için Amr b. As ile Abdullah b. Ebi Rfibia'yı» Necaşi'ye elçi olarak
göndermeyi kararlaştırdılar. Kureyşliler, ayrıca Neçaşi, patrikler ve kumandanlarının her
birine hediyeler hazırlayıp Amr b. As ile Abdullah b. Ebi Rebia'ya şu tenbihatta bulundular:
"Habeşistan'a gittiğinizde herkesin hediyesini kendisine verdikten sonra, kendilerinden
kralın yanında size yardımcı olmalarını isteyin. Kralın hediyelerini de verdikten sonra
teklifinizi yapın. Öyle yapın ki, kral onları konuşturmadan size teslim etsin."
Amr b. As ile Abdullah b. Ebi Rebia, Habeşistan'a vardıklarında, hediyesini vermedik hiç
bir patrik ve komutan bırakmadılar. Onlara:
"Şu beyinsizlerimiz için krala gelmiş bulunuyoruz. Kavim ve akrabalarının dinlerini
bıraktıkları gibi sizin dininize de girmemişler. Akrabaları onları geri göndersin, diye bizi
krala gönderdiler. Onun için, bu hususta kralla konuştuğumuz zaman bize yardımcı olun."
dediler.
Patrikler ile komutanlar, bunu kabul ettiler, Kureyş heyeti daha sonra kralın yanına gidip
hediyelerim takdim ettiler. Krala Mekke'den hediye olarak getirdikleri şeyler içinde onun en
çok hoşuna gideni, tabaklanmış hayvan derileri idi.
Musa b. Ukbe'ye göre ona, bir at ve ipek cübbe hediye ettiler. Onlar krala şöyle dediler:
- Ey kral! Bizden bir takım beyinsiz gençler, atalarının dinini ter-kettiler, senin dinine de
girmeyip bilmediğimiz uydurma bir dini ortaya çıkardılar. Biz, bunu kabul etmediğimiz için
şimdi gelip senin yurduna sığındılar. Onların kavim ve aşiretleri, babaları ve amcaları,
kendilerini teslim edesin, diye bizi sana elçi olarak gönderdiler. Çünkü onlar, bunların nasıl
insanlar olduğunu daha iyi bilirler. Senin dinine de girmiş değiller ki onları himaye edesin.
Bunun üzerine kral öfkelenip şöyle dedi:
- Hayır, Allah'ın hayatına yemin ederim ki, onları çağırıp konuş-turmadıkça ve neyin nesi
olduklarım öğrenmedikçe hiç birşey yapmam. Çünkü bunlar, benim yurduma gelmiş ve bu
kadar hükümdarlar varken bana güvenip sığınmışlardır. Onları çağırıp kendileri ile
konuşacağım. Eğer gerçekten sizin dediğiniz gibi kimseler iseler, onları geri göndereceğim.
Eğer öyle değillerse onları geri göndermek şöyle dursun, bütün gücümle destekleyeceğim.
Baba ve amcalarının gözlerini aydın kılma-yacağım"(sevindirmeyeceğim)!
Musa b. Ukbe'ye göre, Necaşî'nin komutanları, bu Müslümanları,
Kureyşlilere geri vermesi için teklifte bulunmuşlardı. Ancak o: «Hayır, Allah'a andolsun ki
onların konuşmalarını dinlemedikçe ve onların hangi durumda olduklarını anlamadıkça geri
vermeyeceğim!» demişti. Ashab-ı kiram, Necaşi'nin yanma girdikleri zaman ona secde
etmeyip selam vermişler, o da onlara şöyle demişti:
- Ey Cemaat! Benim yanıma gelen diğer Araplar gibi, siz de benim huzuruma girdiğiniz
zaman niçin bana secde etmediniz? Sonra İsa hakkındaki inancınız nedir? Ve hangi
dindensiniz? Hristiyan mısınız? diye sorunca onlar:
- Hayır, demişlerdi.
- Öyleyse Yahudi misiniz?
- Hayır.
- Öyleyse atalarınızın dini üzerinde misiniz? -Hayır.
- Öyleyse dininiz nedir? deyince onlar:
- Dinimiz İslâm'dır.
- İslâm nedir?
- Allah'a ibadet ederiz ve O'na eş ve ortak koşmayız.
- Bunu size kim öğretti?
- İçimizde gerek soyu, gerekse kendisi bizce bilinen bir adam vardır. Cenâb-ı Allah, ondan
önceki bazı kimseleri, bizden Önceki ümmetlere nasıl peygamber olarak göndermiş ise, onu
da peygamber olarak bize göndermiştir. Bu peygamber, bize iyi olmayı, yoksullara yardım
etmeyi, verdiğimiz sözde durmayı, emanete hıyanet etmemeyi, putlara tapma-mayı ve
Allah'a ibadet edip O'na eş ve ortak koşmamayı emretti. Ve Allah'ın kelamını bize öğretti.
Biz de ona inandık ve getirdiği dinin Allah tarafından olduğuna iman ettik. İşte biz, bunu
yaptığımız için kavmimiz bize düşman kesildi. Onlar, bu peygambere de inanmayıp
düşmanlık ederek onu öldürmek istediler, Bizi de tekrar putlara tapmaya zorladılar. Bunun
için, dinimizi ve canımızı koruyasın, diye onlardan kaçıp sana sığındık, dediler.
Necaşi:
Vallahi sizin dediğiniz bu din, Musa (a.s.)'ya gelen nurun içinden çıktığı bacadan çıkmıştır,
dedi. Cafer de:
- Sana secde etmememizin nedeni şudur: Allah'ın peygamberi bize: «Cennet halkı
birbirlerine saygı göstermek istedikleri zaman birbirlerine selam verirler.» demiş ve bizim
de öyle yapmamızı emretmiştir. Bunun içindir ki, biz sana secde etmedik. Birbirimize
yaptığımız gibi sana selam verdik. İsa (a.s.) hakkındaki inancımız ise şöyledir: İsa, Allah'ın
kulu ve rasûlüdür. Allah tarafından Meryem'e bırakılmış bir kelime ve ruhtur. Hiçbir erkekle
ilişkide bulunmayan bakirenin oğludur, dedi.
Bunun üzerine Necaşi, eline bir çubuk alarak:
- Vallahi bu çubuk nasıl bu kadar ise, bundan ne fazla ne de eksik değilse, Meryem'in oğlu
da bundan ne fazla, ne de eksik birşeydir, dedi.
Bunun üzerine orada hazır bulunan Habeş büyükleri:
- Vallahi, eğer Habeşliler senin böyle dediğini işitirlerse seni tahttan indirirler, dediler.
Necaşi;
- Vallahi İsa hakkında bundan başka birşey söyleyemem. Cenâb-ı Allah, bana krallığı
verirken Habeşlilerin arzusuna uydumu ki, ben de Allah'ın gerçek dini hakkında onların
arzusuna uyayım. Allah beni bundan korusun, dedi.»
Yunus, İbn İshak'm şöyle dediğini rivayet eder: Necaşi, Müslümanlara haber gönderip onları
makamında toplattı. Amr b. As ile Abdullah b. Rebia, onların konuşmalarını dinlemekten
hoşlanmadıkları kadar başka hiç birşeyden hoşlanmıyorlardı. Necaşi'nin elçisi kendilerine
geldiğinde, Müslümanlar toplanıp kendi aralarında şöyle konuştular: Hükümdarın
huzurunda ne diyeceksiniz? Ne diyelim ki? Ona şöyle deriz: Onun hakkında bilgimiz
yoktur. Çünkü Peygamberimiz onun hakkında bize bir bilgi vermemiştir. Bu hususta birşey
diyemiyeceğiz. Ancak hükümdarın makamına girdikleri zaman Müslümanların sözcülüğünü
Ebu Talib oğlu Cafer üstlendi. Necaşi, ona sordu:
- Kavminizin dinini bırakıp da Yahudiliğe veya Hristiyanlığa girmediğinize göre sizin
dininiz nedir?
Cafer, bu soruya şöyle cevap verdi:
- Ey hükümdar! Biz çok cahil ve bilgisiz kimseler idik. Putlara tapardık. Murdar etleri
yerdik. Çirkin işler yapardık. Akrabalık ve komşuluk haklarını gözetmezdik. Güçlülerimiz
zayıflarımızı ezerdi. İşte biz böyle iken Cenâb-ı Allah, bizim içimizden, tanıdığımız bir
aileden ve doğruluk, emniyet, iffet ve nezahet ile tanınan bir kimseyi peygamber olarak
gönderdi. Bu peygamber, bizi yalnız Allah'a kulluk edip O'na eş ve ortak koşmamaya,
atalarımızın tapa geldikleri putlara tapmayı bırakmaya, doğru sözlü olmaya, emanete
hıyanet etmemeye, akrabalık ve komşuluk haklarını gözetmeye, çirkin işlerden ve
birbirimizin kanını akıtmaktan vazgeçmeye, yetimin malını yememeye, iffetli ve namuslu
kadınlara iftira etmemeye, namaz kılmaya, zekat vermeye ve daha bir çok iyi şeylere davet
etti. Biz, de onun söylediklerini doğru bularak ona iman ettik ve ona uyarak haram dediği
şeylere haram, helal dediği şeylere helal dedik. Bunun üzerine kavmimiz bize düşman
kesilip türlü işkenceler yapmaya başladı. Bizi tekrar putlara tapmaya ve eski çirkinliklerimize
dönmeye zorladı. Biz buna dayanamadık. Onlara karşı da duramadık. Bunun için
senin yurduna göç ederek, senin himayene sığındık. Başka hükümdarlar dans a, senin
himayende bulunmayı tercih ettik. Ey hükümdar, senin yanında zulüm ve haksızlık
görmemeyi ümid ettik.
Necaşi:
- Allah tarafından hu peygambere gelen vahiylerden birşeyi hatırlıyor musun?
Cafer:
- Evet, dedi ve Meryem sûresinin başından başlayıp bir miktar
okudu.
Caferi dinleyen Necaşi de Allah'a andolsun ki gözyaşları sakalım ıslatmcaya kadar ağladı.
Papazlarda dizleri üzerindeki kitapları gözyaşları ile ıslattılar. Sonra Necaşi şöyle dedi:
- Vallahi, Musa (a.s.)'mn getirmiş olduğu kitap hangi bacadan çıkmış ise bu da o bacadan
çıkmıştır. Gidin, hiçbir zaman ben sizi onlara teslim etmeyeceğim! Onların gözlerini de
aydın kılmayacağım!
Ümmü Seleme diyor ki, ashab, Necaşi'nin yanından çıktıktan sonra Amr b. As:
- Vallahi ben yarın Necaşi'ye gidip onlara öyle bir iftira atacağım ki,
Necaşi onların kökünü kazıyacaktır, dedi.
Amr b. As'a nisbetle biraz daha insaflı olan Abdullah b. Ebi Rebia,
Amr'a:
- Böyle yapma, her ne kadar bizden aynlmışlarsa da yine de onlar
akrabalarımızdır, dediyse de Amr b. As:
-Vallahi yarın gidip Necaşi'ye: Bunlar: "Meryem oğlu Isa, ilah olmayıp kuldur." diyorlar,
diyeceğim, dedi.
Ertesi gün gerçekten gidip Necaşi'ye:
- Bunlar, Meryem oğlu İsa hakkında büyük bir iftirada bulunuyorlar. İstersen onları çağır da
bunu onlara sor, dedi.
Bunun üzerine Necaşi, onları tekrar çağırdı. Onlar da toplanıp: "Eğer Necaşi bize, İsa (a.s.)
hakkında birşey sorarsa ona, Allah'ın onun hakkında buyurduğu ve Peygamberimiz'in bize
söylememizi emrettiği şeylerden başkasını söylemiyeceğiz." dediler. Patrikleri ile toplantı
halinde bulunan Necaşi'nin huzuruna girdiler. Necaşi, onlara sordu:
- İsa hakkında ne düşünüyorsunuz? Cafer, bu soruya şöyle cevap verdi:
-O'nun Allah'ın kulu, elçisi, ruhu ve iffetli, bakire Meryem'e bıraktığı bir kelimesi olduğunu
söylüyoruz.
Bunun üzerine Necaşi, elini uzatıp yerden bir çubuk kaldırdı ve
Ebu Talib oğlu Cafer'e şöyle dedi:
- Bu çubuk nasıl belli bir uzunlukta olup ne daha uzun ve ne de daha kısa değilse, senin
Meryem oğlu İsa hakkında dediklerin de gerçeğin ifadesi olup îsa (a.s.) ondan ne fazla, ne
de eksik birşey değildir.
Necaşi'nin bu konuşması üzerine patrikler, öfke ile söylenmeye başladılar. Necaşi onlara:
— Vallahi öfke ile söylenseniz de, bu böyledir, dedi. Sahabelere de:
— Gidin,siz emniyettesiniz, dedikten sonra:
- Kim size küfrederse cezalandırılacaktır. Bana dağlar kadar altın da verseler, herhangi
birinizi incitmeyeceğim. Allah'a yemin ederim ki, Cenâb-ı Allah, bana krallığı bahşederken
benden rüşvet almadı ki, ben de krallığımı rüşvet karşılığında kötüye kullanayım, dedi. Ve
kendi
adamlarına dönüp:
- Bana getirdikleri hediyeleri onlara geri verin, dedi.
Böylece Amr b. As ile Abdullah b. Ebi Rebia, Habeşistan'dan kovulmuş olarak çıktılar. Biz
ise, orada huzur ve güven içinde ve Habeşliler-den büyük bir ilgi görerek kaldık. Ne var ki
çok geçmeden birisi, Necaşi'yi karşı baş kaldırdı. Biz de, o adam belki Necaşi'yi yener, onun
yerine geçer ve onun bize tanıdığı hakkı bizden alır düşüncesiyle o kadar üzüldük ki,
hayatımızda o kadar üzülmemiştik. Bunun için Allah'a dua ettik. Necaşi'nin muzaffer olması
hususunda Allah'a yalvardık. O da, -asi adamın üzerine gitti. Ashab da birbirine:
~ Kim gidip bize savaşın sonucu hakkında bir haber getirir? dediler. Ve yaşça en küçükleri
olan Zübeyr b. Avvam: - Ben giderim, dedi.
Bunun üzerine ona bir tuluk şişirdiler. O da tuluğu göğsüne asıp ne-hire indi ve nehirin
savaş yapılan kıyısına yüzerek geçti. Nihayet savaş alanına varıp durumu izlemeye koyuldu.
Cenâb-ı Allah., o asi hükümdarı hezimete uğrattı. Necaşi'yi ona galip kıldı. Necaşi onu
öldürttü. Öte yandan abasını sallayarak bize işaret veren Zübeyr b. Avvam yanımıza geldi
ve: «Müjdeler olsun bize, Allah Necaşi'yi galip getirdi.» dedi.
Ravi Ümmü Seleme diyor ki:
- Allah'a andolsun ki Necaşi'nin galibiyetinden dolayı sevindiğimiz kadar başka hiçbirşeye
sevindiğimizi hatırlamıyorum. Sonra onun yanında ikamet ettik. Nihayet bizden bazıları
orada ikamet etti. Bazıları
da çıkıp Mekke'ye gitti.
Zührî dedi ki: Ümmü Seleme'den rivayet edilen bu hadisi, Urve b. Zübeyr'e anlattım. Urve,
bana Necaşi'nin: "Hükümdarlığı bana verirken Allah benden rüşvet almadı ki, ben de rüşvet
karşılığında hükümdarlığımı kötüye kullanayım. Bu hususta insanlar bana itaat etmediler M,
ben de bu hususta onlara itaat edeyim." sözünün ne anlama geldiğini biliyor musun?" dedi.
Ben de dedim ki:
- Hayır. Ebu Bekir b. Abdurrahman b. Haris b. Hişam, Ümmü Seleme'den bana böyle
birşeyi nakletmedi. Aişe'nin bana anlattığına göre Necaşi'nin babası, kendi kavminin kralı
imiş. Babasının oniki oğlu olan bir kardeşi varmış. Babasının ise, Necaşi'den başka oğlu
yokmuş. Habeşüler, hükümdarlık konusunda görüş teatisinde bulunarak şu sonuca
varmışlar: Necaşi'nin babasını öldürüpde kardeşini hükümdarlığa geçirsek daha iyi olur.
Çünkü kardeşinin oniki oğlu var. Babalarının ölümünden sonra bunlar tahta varis olurlar.
Böylece Habeş hükümdarlığı, ihtilafsız bir şekilde uzun bir müddet devam eder.
Böyle dedikten sonra Necaşi'nin babasına saldırdılar, onu öldürüp yerine kardeşini
hükümdar yaptılar.
Zamanla Necaşi, amcasının maiyetine girdi. Nihayet onu tesiri altına aldı. Amcası da,
idareyi ona verdi. Çünkü o, aklı başında, dirayetli bir kimse idi. Habeşliler, onun amcası
nezdindeki itibarın görünce şöyle dediler: Bu genç, amcasının idaresine hakim oldu.
Korkarız ki başımıza hükümdar olur. Babasını öldürmüş olduğumuzu da biliyor. Eğer hükümdar
olursa, eşraftan öldürmedik tek bir kişi bırakmayacaktır. Hükümdarla konuşun. Ya
Necaşi'yi öldürsün, ya da ülke dışına sürgün etsin.
Böyle konuştuktan sonra Necaşi'nin hükümdar olan amcasının yanma gidip ona şöyle
dediler: Şu gencin senin yanında ne kadar yükseldiğini gördük. Biliyorsun ki onun babasını
öldürmüş ve seni yerine geçir-, mistik. Korkarız ki bu genç, senin yerine bize hükümdar olur
ve bizi öldürür. Şimdi sen onu ya öldürmeli, ya da ülkemizden sürgün etmelisin!
Hükümdar şöyle dedi:
"Yazıklar olsun size! Dün, babasını öldürdünüz. Bugün de ben mi onu öldüreyim! Hayır,
onu ülkenizden sürgün edeceğim.
Hükümdarın kararı üzerine Necaşi'yi hükümdarlık sarayından alıp pazara götürdüler ve bir
tüccara 600 ya da 700 dirheme sattılar. O da, onu bir gemiye bindirip götürdü. Akşam
olunca güz bulutları göğü kapladı. Hükümdar olan amca, çıkıp bulutlar altında yağmurun
yağmasını bekledi. Yağmur altında iken bir şimşek çakıp onu Öldürdü. İleri gelenler derhal
onun çocuklarına gittiler. Baktılar ki onların tamamı beyinsiz, hiç birinde hayır yok. Bunun
üzerine Habeşlilerin yönetimi bir kaosa girdi. Birbirlerine şöyle dediler:
- Biliyor musunuz, Allah'a andolsun ki hükümdarlığımızı düzgün bir şekilde yürüten şahıs,
dün satmış olduğunuz gençtir. Eğer Habeşistan'ın idaresinin düzelmesini istiyorsanız, o
gitmeden önce peşine düşün ve yakalayıp getirin.
Onu aramaya çıktılar, yakalayıp getirdiler. Tacı başına geçirip kendilerine hükümdar
yaptılar.
Onu (Necaşi'yi) satın almış olan tüccar şöyle dedi:
- Bana satmış olduğunuz köleyi (Necaşi'yi) geri aldığınız gibi, onun için Ödemiş olduğum
paramı da geri verin. Onlar:
- Vermeyiz, dediler. Bunun üzerine o:
- Vallahi öyleyse gidip onunla konuşacağım, Tüccar, hükümdarlık sarayına gidip Necaşi ile
konuştu:
- Ey hükümdar! Dün ben bir köle satın aldım. Onu satanlar, benden bedelini teslim aldılar.
Bugün de gelip köleyi zorla elimden aldılar, ama bedelini bana geri vermediler.
Bu, Necaşi'nin idaresinin, adil ve sert oluşunu belgeleyen ilk deneme idi. Necaşi kararını
verip şöyle dedi:
- Ya malını geri verirsiniz, ya da kölesinin (Necaşi'nin) elini eline verirsiniz. O da kölesini
dilediği yere götürür!
Eşraf takımı dedi ki:
- Hayır,malını geri veririz.
Böyle dediler ve tüccara malını geri verdiler. Bunun içindir ki Necaşi:
- Allah, hükümdarlığımı bana geri verdiğinde benden rüşvet almadı ki, ben de
hükümdarlığımı kötüye kullanma hususunda başkalarından rüşvet alayım. Bu hususta
insanlar bana itaat etmediler ki, ben de onlara itaat edeyim, dedi.
Musa b. Ukbe dedi ki: Necaşi'nin babası, Habeş hükümdarı idi. Necaşi, küçük bir çocuk
iken babası vefat etti. Onu, kardeşinin vesayetine bırakıp: «Oğlum buluğ çağına erinceye
kadar kavminin idaresini sen yürüt, ama buluğa erince hükümdarlığı ona teslim et.» dedi.
Fakat kardeşi, hükümdarlığa rağbet etti. Necaşi'yi köle olarak bir tüccara sattı. Sattığı gece
vefat etti. Bunun üzerine Habeşliler Necaşi'yi, sattıkları tüccardan geri alıp başına tacı
geçirdiler.
îbn îshak'm bu rivayeti, Amr b. As ile Abdullah b. Ebi Rebia'dan bahsederken anlattığı
bilinmektedir. Musa b. Ukbe, el-Ümevî ve diğer bir kaç kişinin ifadesine göre îbn İshak,
Amr b. As ile Umare b. Velid b. Muğire'den bahsederken bu meseleyi anlatmıştır. Umare ki,
Ka'be yanında secde halinde iken sırtına deve işkembesi attıkları esnada, Rasûlullah
(s.a.v.)'a gülen ve onun da kendilerine beddua etmiş olduğu yedi kişiden biridir. İbn Mesud
ile-Ebu Musa el-Eş'arî'nin hadisinde de bu hadise, bu şekilde anlatılmıştır.
Özetle söylemek istediğimiz şudur ki; Amr b. As ile Umare b. Velid b. Muğire, Mekke'den
çıktıklarında Amr'm zevcesi de yanlarında imiş. Bunlar gemide arkadaşlık etmişler. Umare,
genç ve yakışıklı bir adamdı. Amr b. As'm karısına göz koydu ve Amr'ı öldürmek için
denize attı. Amr, yüzerek gemiye geri döndü. Umare ona: «Senin yüzmeyi iyi bildiğini
bilseydim, seni denize atmazdım.» dedi. Amr da, ona düşman olup kin gütmeye başladı. Bu
ikisinin Muhacir sahabeleri geri getirmek için Necaşi'ye yaptıkları rica reddedilince Umare,
Necaşi'nin bazı aile efradıyla irtibat kurmuştu. Amr da, onu jurnallemişti. Bunun üzerine
Necaşi, ona sihir yapılmasını emretti. Öyleki, aklı başından gitti ve mecnun gibi çöle çıkıp
vahşi hayvanlarla birlikte dolaşmaya başladı..
el-Ümevî, onun hikayesini uzun uzadıya anlatırken, Hz. Ömer'in emirliği zamanına kadar
yaşamış olduğunu, sahabelerden birinin onu yakalayınca; "Beni bırak, beni bırak, yoksa
ölürüm." dediğini, yakalayan sahabe de onu bırakmayınca o anda öldüğünü ifade etmiştir.
Doğrusunu Allah bilir.
Anlatıldığına göre Kureyşliler, Muhacirleri geri vermesi için Necaşi'ye iki defa elçi
göndermişlerdir. Birincisinde Amr b. As ile Uma-re'yi, ikincisinde de Amr b. Asile Abdullah
b. Ebi Rebia'yı göndermişlerdir. "Delail" adlı eserde Ebu Nuaym, bunu açıkça ifade
etmektedir. Doğrusunu Allah bilir. Zührî'nin ifadesine göre ikinci heyet, Bedir savaşından
sonra gönderilmiştir. Kureyşliler bunu yapmakla, Habeşistan'daki Müslümanlardan öç
almayı düşünmüşlerdi. Ama Necaşi, onların bu isteklerini kabul etmemişti. Allah ondan razı
olsun ve onu hoşnud kılsın. Doğrusunu Allah bilir.
Ziyad'ın, îbn İshak'tan naklettiğine göre Ebu Talib, Kureyşlilerin bu düzenlerini görünce
Necaşi'ye bir mektup yazmış, mektubundaki beyitlerde, onu adaletli davranmaya ve
kavminden yanına giden konuklara da iyilik yapmaya teşvik etmişti:
«Ah keşke uzaklarda, Cafer'in ve Amr'm,
Düşmanlarının düşmanı yakınlarımın durumunu bilseydim.
Necaşi'nin Cafer'e ve arkadaşlarına,
Ne iyilikler yaptığını, ya da,
Onu bundan alıkoyan bir engelin ne olduğunu bilseydim.
Ey hükümdar Necaşi, bilesinki sen,
Lanete müstahak işler yapmadın.
Sen, şerefli ve kerem sahibi bir kimsesin.
Yabancılar senin yanında mutsuz olmazlar.
Biliyoruz ki Allah, senin gücünü daha da artırmıştır.
Bütün hayır ve iyiliğin sebebleri sana yapışmıştır.»
Yunus, îbn îshak'tan rivayet etti ki, Urve b. Zübeyr şöyle demiştir: Necaşi, Müslüman
heyetin sözcüsü olarak Osman b. Affan ile konuşmuştu. Meşhur kavle göre Cafer b. Ebu
Talib, tercümanlık yapıyordu.
Ziyad el-Bekkaî Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder:
Necaşi vefat ettiğinde, onun mezarının üzerinde sürekli bir nur bulunduğu anlatılırdı.
Ziyad, Muhammed b. îshak'tan şöyle rivayet eder: Cafer b. Muham-med, babasının şöyle
dediğini anlatır: Habeşliler toplanarak Necaşi'ye: «Sen bizim dinimizden ayrıldın!» dediler
ve ona isyan ettiler. O da Cafer b. Ebu Talib ile arkadaşlarına haber gönderdi. Onlar için bir
gemi hazırladı ve onlara:
- Gemiye binin ve olduğunuz gibi kalın. Eğer ben yenilgiye uğrarsam, yolunuza devam edin
ve dilediğiniz yere gidin. Eğer galib gelirsem yerinizde kaim, dedi.
Sözlerini bitirdikten sonra elini bir kağıda uzatıp şöyle yazdı: "Şahadet ederim ki İsa
Allah'ın kulu, elçisi, ruhu ve Meryem'e bıraktığı kelimesidir." Yazdığı bu yazıyı abasının sağ
omuzu içine yerleştirdi. Sonra Habeşlüerin sıra halindeki askerlerinin karşısına çıkıp şöyle
hitap etti:
- Ey Habeş topluluğu! İnsanlar arasında üzerinizde en çok hakkı
bulunan ben değil miyim? Onlar:
- Evet, dediler.
- Aranızda benim yaşantım nasıldır?
- Çok iyidir.
- Size ne oldu öyleyse?
- Sen dinimizden ayrıldın ve İsa'nın, Allah'ın kulu ve elçisi olduğunu iddia ettin.
- Ya siz İsa hakkında ne diyorsunuz?
- Onun, Allah'ın oğlu olduğunu söylüyoruz.
Bunun üzerine Necaşi, elini sağ omuzunun üzerine koydu. Böyle yapmakla da omuzu
altındaki yazıyı kastederek Meryem oğlu İsa'nın, Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna şahadet
etti. Bundan fazla birşey yapmadı. Karşısındaki askerler de onun bu konuşmasını
memnuniyetle karşılayıp geri döndüler. Bu haber, Hz. Peygamber'e ulaştı. Necaşi vefat
edince Rasûlullah gıyaben cenaze namazını kıldı ve onun için mağfiret dileğinde bulundu.
Buharı ve Müslim'in sahihlerinde Ebu Hüreyre'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah
(s.a.v.), Necaşi'nin öldüğü gün, onun Ölüm haberini vermiş ve sahabelerle birlikte
namazgaha gitmiş, onları saf düzenine koyarak dört tekbirle cenaze namazım kıldırmış tır.
Buharî'nin, Cabir'den rivayet ettiğine göre Necaşi, vefat ettiği zaman Rasûlullah (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur:
«Bugün salih bir adam vefat etti. Kalkın, kardeşiniz Ashame üzerine cenaze namazı kılın.»
Bazı rivayetlerde Ashame yerine Mashame denmiştir. Asıl adı Ashame b. Bahir'dir. O; salih,
akıllı, zeki, adil, bilgili bir kuldu. Allah ondan razı olsun ve onu hoşnud kılsın.
Yunus, îbn îshak'tan rivayet etti ki, Necaşi'nin adı Mashame'dir. Beyhakî'nin tashih ettiği bir
nüshada adı Asham olarak geçmektedir. Asham, Arapça'da bağış anlamına gelir. Beyhakî,
Necaşi kelimesinin hükümdar unvanı anlamına geldiğini ifade etmiştir. Tıpkı Kisra ve Herakliyus
gibi.
Ben de derim ki: Evet, böyledir. Belki de o, bununla Kayseri kasdet-miştir. Çünkü Kayser
kelimesi, Rum beldelerinden Şam ile Cezire'ye hükmeden her hükümdarların unvanıdır.
Kisra, Fars ülkesine hükmeden hükümdarların unvanıdır. Firavun, bütün Mısır'a hükmeden
hükümdarların unvanıdır. Mukavkis, İskenderiye'ye hükmeden hükümdarların unvanıdır.
Tübba, Yemen ve Şahr ülkelerine hükmeden hükümdarların unvanıdır. Necaşi, Habeşistan'a
hükmeden hükümdarların unvanıdır. Batleymus, Yunanistan'a hükmeden hükümdarların
unvanıdır. Bazıları da bunun Hindistan'a hükmeden hükümdarların unvanı olduğunu
söylemişlerdir. Türkistan'a hükmeden hükümdarların unvanı ise Hakan'dır.
Bazı âlimler dediler ki: Rasûlullah (s.a.v.), Necaşi'nin gıyabında cenaze namazını kıldı.
Çünkü Necaşi, imanını kavminden gizliyordu. Vefat ettiği gün, memleketinde onun üzerine
cenaze namazını kılan olmamıştı. Bu yüzden Rasûlullah, onun cenaze namazını gıyabında
kıldı.
Dediler kî: Gaib olan kimsenin üzerine beldesinde cenaze namazı kılınmış ise, başka bir
beldede onun için cenaze namazını kılmak meşru olmaz. Bu sebepledir ki Peygamber
(s.a.v.), vefat ettiğinde Medine dışında ne Mekkeliler, ne de başkaları, onun için cenaze
namazını kılmamış-lardır. Ebu Bekir, Ömer, Osman ve diğer sahabeler için de böyle olmuştur.
Bunların üzerine cenaze namazı kılındığı şehirden, başka bir şehirde cenaze namazı
kılınmamıştır. Doğrusunu Allah bilir.
Ben derim ki: Ebu Hüreyre (r.a.)'nin, Necaşi için namaz kılındığına şahadet etmesi, onun
Hayber fethi senesinde vefat ettiğine delil teşkil etmektedir. O sene Habeşistan'a hicret eden
Müslümanların geri kalan kısmı, Cafer b. Ebu Talib'le birlikte Hayber'in fetih gününde
Medine'ye gelmişlerdi. Bu sebeple Peygamber (s.a.v.)'in de: «Vallahi Hayber'in fethine mi,
yoksa Cafer b. Ebu Talib'in gelişine mi, bunlardan hangisine sevineceğimi bilemiyorum.»
dediği rivayet edilir.
Bu Muhacirler, Necaşi'nin yanından hediyelerle Hz. Peygamberin yanma gelmişlerdi.
Beraberlerinde de Yemenli gemi yolcuları olan Ebu Musa el-Eş'arî ve kavmi olan Eş'ariler
de gelmişlerdi. Necaşi, kendisi yerine Rasûlullah'a hizmet etmesi için yeğeni Zümahter ya
da Zümihmer adındaki adamı göndermişti. Ayrıca Cafer, bir miktar hediyeler de getirmişti.
Süheylî der ki: Necaşi, hicretin dokuzuncu senesinin receb ayında vefat etmiştir. Bu hususta
ihtilaf vardır. Doğrusunu Allah bilir.
Beyhakî, Ebu Ümame'nin şöyle dediğini rivayet eder:
Necaşi'nin gönderdiği heyet, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldi. Rasûlullah kalkıp onlara
bizzat hizmet etti. Ashabı: "Senin yerine onlara biz hizmet edelim ya Rasûlallah" dedilerse
de o: «Onlar benim ashabıma ikram ettiler. Ben de onlara misli ile karşılık vermek
istiyorum.» demişti.
Beyhakî'nin rivayetine göre Amr b. As, elçi olarak gittiği Habeşistan'dan Mekke'ye geri
dönünce evinde oturdu ve KureyşU müşriklerin yanına gitmedi. Onlar da: "Buna ne olmuş
ki dışarı çıkmıyor?" diye sorunca Amr, şu cevabı verdi: "Necaşi, adamınızın
(Muhammed'in) peygamber olduğuna inanıyor." [10]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/57-67.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/67-68.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/68-69.
[4] Tirmizî, Kıyamet, 34.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/69-72.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/73.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/74-84.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/84-88.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/89-97.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/98-117.
 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...