28 Nisan 2015

VEN-NİHAYE 21 NCI BÖLÜM Hz. Peygamber'e Vahyin Gelmeye Başlaması Ahmet İbn Kesîr


VEN-NİHAYE 21 NCI BÖLÜM
Hz. Peygamber'e Vahyin Gelmeye Başlaması
Ahmet İbn Kesîr
Hz. Peygamber kırk yaşında iken, kendisine ilk vahiy geldi, tbn Ce-rir'in, İbn Abbas ile Said
b. Müseyyeb'den naklettiğine göre o esnada Hz. Peygamber kırküç yaşında idi.
Buharı, Hz. Aişe'nin bu konuda şöyle dediğini rivayet eder: "Peygamber (s.a.v.)'e ilk olarak
vahiy, uykuda, sadık rüya şeklinde geldi. Gördüğü rüyalar sabah aydınlığı gibi zuhur edip
gerçekleşirdi." Daha sonra Hz. Peygamber, uzlete çekilmekten hoşlanır oldu. Hira
mağarasına çekilip yalnız başına ibadet ederdi. Ailesinin yanına gelmeksizin geceler boyu
orada kalırdı. Bunun için azığını önceden hazırlardı. Azığı tükenince Hatice'nin yanma
döner, yine azığını alıp giderdi. Nihayet o, Hira mağarasında iken hak kendisine geldi.
Melek, yanma gelerek, "Oku" dedi. O: "Ben okuma bilmem." dedi. Peygamber (s.a.v.)
buyurdu ki: "Melek beni yakaladı, sıktı, gücüm tükenecek derecede sıktı, sonra bıraktı.
Bana, "Oku" dedi. Ben: "Okuma bilmem." dedim. Tekrar beni ikinci kez yakalayıp sıktı.
Gücüm tükenecek derecede sıktı. Sonra bıraktı. Bana, "Oku" dedi. Ben: "Ben okuma
bilmem." dedim. Üçüncü kez beni yakalayıp sıktı. Gücüm tükenecek derecede sıktı. Sonra
bıraktı ve bana dedi: "Yaratan, insanı pıhtılaşmış kandan yaratan Rabbinin adıyla oku! Oku!
Kalemle Öğreten, insana bilmediğini bildiren Rabbin, en büyük kerem sahibidir." (ei-Alâk,
1-5.)
Bu hadise üzerine Peygamber (s.a.v.) —kalbi titreyerek— eve döndü, Hüveylid kızı
Hatice'nin yanına geldi. "Beni örtün, beni örtün." dedi. Üzerini örttüler. Nihayet korkusu
gidip sakinleşti. Hatice'ye, olup bitenleri anlattıktan sonra: "Başıma bir iş gelmesinden
korktum." dedi. Hatice, ona: "Hayır, Allah'a yemin ederim ki O, seni asla rüsvay etmeyecektir.
Çünkü sen akrabalık bağlarını gözetip kuvvetlendirir, akrabalarını ziyaret eder,
misafiri ağırlar, muhtacın yükünü yüklenir, yoksulu kazandırır, hakkın katından gelen
musibetlere karşı insanlara yardım edersin." dedikten sonra onu alıp amcası oğlu Varaka b.
Nevfel'in yanına götürdü. Varaka, cahiliye döneminde Hıristiyanlaşmış bir kimse idi.
Ibranîce yazardı. İncil'in -Allah'ın müsaade ettiği kadarıyla- ayetlerini ibranîce yazardı. Yaşlı
bir adam olup gözleri görmezdi. Hatice ona: "Ey Amca oğlu! Kardeşin oğlunun sözlerine
kulak ver." dedi. Varaka da Hz.Peygamber'e hitaben: "Kardeşim oğlu! Neler gördün?" diye
sordu. Hz. Peygamber de gördüklerini ona anlattı. Varaka dedi ki: "Bu, Musa'ya inen
namustur (Cebrail'dir). Keşke ben bu iş için genç olsaydım. Kavmin tarafından sürgün
edileceğin zaman keşke hayatta olsam." Peygamber (s.a.v.): "Onlar, beni sürgün mü
edecekler?" diye sorunca, Varaka: "Evet, senin getirdiğin dava gibisini getiren herkese
mutlaka düşmanlık gösterilmiştir. Senin zamanına yetişebilir sem, mutlaka sana yardım ederim."
dedi.
Çok geçmeden Varaka vefat etti.[1] Vahiy de bir süre kesintiye uğradı. Öyleki Peygamber
(s.a.v.) -bize ulaşan rivayetlere göre- çok üzülmüş, defalarca dağların tepesine çakarak
kendini uçurumdan yuvarlamak istemişti. Dağın tepesine her çıktığında kendini atmak
isteyince Cebrail ona görünerek: "Ya Muhammed! Şüphesiz sen, Allah'ın gerçek peygamberisin."
der, ıstırabını dindirir, gönlünü sükuna kavuşturur, peygamber de evine dönermiş.
Vahyin kesintisi uzaymca tekrar aynı şeyleri yapar, kendini uçurumdan yuvralamak üzere
dağın tepesine çıkar, Cebrail, ona yine görünür ve aynı şeyleri söyleyerek ıstırabını
dindirirmiş.
îbn Şihap -vahyin kesilmesinden bahseden Cabir. b. Abdullah el-Ensârîden- rivayet etti ki;
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Yürümekte olduğum bir sırada semadan bir ses duydum. Gözlerimi semaya (göğe) diktim.
Bir de baktım ki Hira'da bana gelen melek göklerle yer arasındaki bir kürsü üzerinde
oturmuş. Ondan korktum, dönüp evdekilere: "Beni örtün, beni örtün." dedim. Bunun üzerine
yüce Allah, şu ayetleri inzal buyurdu:
"Ey örtüye bürünen Muhammed! Kalk da uyar. Rabbini de yücelt. Giydiklerini temiz tut.
Kötü şeyleri terke devam et." (el-Müddessir,ı-5.)Bun-dan sonra sürekli vahiy geldi."
Bu hadisi, İmam Buharı, kitabının birkaç yerinde nakletmiştir. Buharî şerhinin evvelinde
Kitabü BediVVahy'de bu hadisten sened ve metniyle birlikte uzun uzadıya söz ettik. Hamd
ve minnet Allah'adır.
Mü'minlerin annesi Hz. Aişe'nin;" Hz. Peygamber'e ilk olarak vahiy, sadık rüya şeklinde
gelmeye başlamıştı. Gördüğü rüyalar, sabah aydınlığı gibi zuhur ederdi." sözüne gelince,
bunu Muhammed b. İshak b. Yesar'm, Ubeyd b. Umery el-Leysf den yaptığı rivayet te
takviye etmektedir. Rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Üzerinde yazı bulunan ipek bir yaygı üzerinde uyumakta iken Cebrail bana geldi ve oku,
dedi. Ben de, ne okuyayım? dedim. Beni sıktı, öyle ki öleceğimi zannettim. Sonra beni
bıraktı."
Sözün burasından itibaren Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Aişe'nin ri-vayetindeki gibi sözünü
sürdürmüştür.
Başlangıçta Cebrail'in uyku halinde gelişi, daha sonra uyanıklık halindeyken kendisine
gelmesi için bir nevi zemin hazırlamaktı. Musa b. Ukbe'nin, Zührî'den naklettiği el-
Meğazi'sinde bu husus, açıkça anlatılmaktadır. Orada şöyle denmektedir: Peygamber
(s.a.v.), Cebrail'i ilk olarak rüyada gördü.Sonra uyanıldık halinde de Cebrail, ona geldi.
Hafız Ebu Nuyam el-İsbahanî, "Delailü'n-Nübüvve" adlı kitabında, Alkame b. Kaysın şöyle
dediğini rivayet eder: "Peygamberlere ilk olarak vahiy- kalbleri sükûnete ersin diye- rüya
halinde gelir. Sonra da vahiy onlara nazil olur."
Bu, bizzat Alkame b. Kaysın sözleridir ki, güzel bir sözdür. Bundan önce anlatılanlar ve
bundan sonra anlatılacak olanlar bunu teyid etmektedir. [2]
Hz. Muhammedin Peygamberlik İle Görevlendirildiği Tarih Ve Yaşı
İmam Ahmed b. Hanbel, Amir eş-Şa'bî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasülullah (s.a.v.),
kırk yaşında iken kendisine peygamberlik geldi. Ona, peygamberliği getiren İsrafil'di. Bu
hal üç sene devam etti. İsrafil, ona kelimeyi ve birşeyleri öğretirdi. O üç sene kendisine
Kur'ân nazil olmadı. Üç sene geçtikten sonra nübüvvetini Cebrail getirdi. Cebrail'in lisanı
üzerine Kur'ân, yirmi senelik bir süre içinde ona nazil oldu. Bunun on senesi Mekke'de, on
senesi de Medine'de geçmişti. Peygamber (s.a.v.), altmış üç yaşında iken vefat etti.
Bu, Şabi'ye ulaşan sahih bir senettir. Bundan anlaşıldığına göre Hz. Peygamber'e kırk
yaşından sonra üç yıl süreyle İsrafil gelmiş, ondan sonra Cebrail gelmeye başlamıştır.
Şeyh Şihabüddin Ebu Şame ise bu konuda şöyle demiştir: "Hz. Aişe'nin hadisi, buna ters
düşmemektedir. Muhtemeldir ki Hz. Peygamber'e ilk vahiy rüya halinde gelmiş, bunun ardı
sıra İsrafil -Hira'da uzlete çekildiği müddet zarfında- onunla ilgilenmiş, ona kelimeleri
süratle tevdi etmiş, alıştırmak için yavaş yavaş onunla tekrarlamamıştır. Nihayet Cebrail
gelerek onu üç kez sıktıktan sonra Kur'ân'ı ona öğretmiştir. Hz. Aişe, Peygamber
Efendimizle Cebrail arasında geçen hadiseyi nakletmiş ama -hadisi kısa tutmak ya da İsrafil
ile Hz. Peygamber arasında geçen hadiseye vakıf olmadığından- Rasülullah (s.a.v.) ile İsrafil
arasında geçenleri nakletnıemiştir."
imam Ahmed b. Hanbel, îbn Abbas'm şöyle dediğini de rivayet eder: "Hz. Peygamber
(s.a.v.), kırk üç yaşında iken kendisine vahiy nazil olmuştur. On sene müddetle Mekke'de,
on sene müddetle de Medine'de kalmış, altmış üç yaşında iken de vefat etmiştir." Yahya b.
Said ile Said b. Müseyyeb'de böyle bir-rivayette bulunmuşlardır.
Ahmed b. Hanbel, başka bir tarikle îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder:
"Peygamber (s.a.v.)'e kırk yaşında iken Kur'ân nazil olmuştur. Peygamberlikten sonra on üç
sene Mekke'de, on sene de Medine'de kalmıştır. Altmış üç yaşında iken vefat etmiştir."
İmam Ahmed b. Hanbel, Ammar b. Ammar vasıtasıyla İbn Ab-bas'tan şu rivayeti yapar.
"Peygamber (s.a.v.), on beş sene Mekke'de ikamet etmiştir. Bu on beş senenin yedisinde ışık
görür ve ses işitir, sekizinde de kendisine vahiy gelirmiş. On sene müddetle de Medine'de
ikamet etmiştir."
Ebu Şame dedi ki: "Rasûlullah (s.a.v.), bisetten önce harika şeyler görürdü. Nitekim, Sahih-i
Müslim'de Cabir b. Semüre'nin rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Mekke'de öyle bir taş bilirim ki, peygamber olmadan önce bana selam verirdi. Şimdi de o
taşı tanıyorum."
Ebu Şame'nin sözleri burada sona ermektedir. Kavminin puta tapmak, onlara secde etmek
gibi apaçık bir sapıklıkta bulunduğunu gördüğü için Rasûlullah (s.a.v.), onlardan uzaklaşıp
tenhada uzlete çekilmeyi çok severdi. Allah'ın kendisine vahiy gönderme zamanı
yaklaştığında, uzlet yaşantısını daha da sevmeye başlamıştı. Allah'ın salat-ü selamı onun
üzerine olsun.
Muhammed b. İshak, bazı ilim ehli kimselerin şöyle dediklerini rivayet eder: Rasûlullah
(s.a.v.), her sene bir ay Hira mağarasına çıkar, orada ibadet ederdi. Cahiliye döneminde
Kureyşlüerin bir kısmı, bu şekilde ibadeti âdet haline getirmişti. O, kendisine gelen
düşkünlere yemek yedirirdi. Hira'daki ibadetini tamamlayıp döndüğünde Ka'be'yi tavaf
etmeden evine girmezdi.
Bu da Kureyş âbidlerinin, Hira'da uzlete çekilerek ibadeti âdet haline getirdiklerini
göstermektedir. Bu sebeple Ebu Talib, meşhur kasidesinde şöyle demiştir:
"Sevr dağına ve onun yeiine Sebir dağım yerleştirene, Hira'ya çıkıp inene andolsun."
Hira, Mekke'nin üst taraflarında ve şehire üç mil mesafedeki bir dağdır. Mina'ya giden
kimsenin sol tarafına düşer. Ka'be'ye yönelik ve eğik bir zirvesi vardır ki, Hira mağarası da
o zirvededir. Rü'be b. Ac-cac'm bu konuda söylediği şiir, ne güzeldir:
"Hayır, emin ve güvenilir vatandaşın Rabbine, Hira'mn eğik zirvesindeki mağaranın
Rabbine yemin olsun."
Alimler, Hz. Peygamberin bisetten önce yaptığı ibadetlerin bir şeriata dayalı olup olmadığı,
şayet bir şeriata dayalı ise, o şeriatın hangisi olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Kimileri
Nuh'un şeriatına, kimileri İbrahim 'in şeriatına göre ibadet ettiğini söylemişlerdir ki, kuvvetli
ve akla yatkın olan da, İbrahim'in şeriatına göre ibadet ettiği görüşüdür.
Bir kısım insanlar, onun Hz. Musa'nın, bir başka grup da Hz. İsa'mn şeriatına göre ibadet
ettiğim söylemişlerdir. Bazıları da Peygamberin nazarında şeriat olduğu sabit olan her
hükme dayanarak amel ettiğini söylemişlerdir.
Bu görüşleri ve birbirleri ile olan ilgilerini açıklamak, usul-ü fıkhın alanına girer, doğrusunu
Allah bilir.
"O, Hira mağarasında iken hak kendisine aniden geldi." sözüne gelince, bu demektir ki, Hz.
Peygamber daha önce böyle birşeyi beklemezken kendisine vahiy geldi. Nitekim bu hususta
Cenâb-ı Allah da şöyle buyurmaktadır:
"Sen, sana bu kitabın verileceğini ummazdm. O, ancak Rabbinin bir rahmetidir." (el-Kasas,
86.)
Bu sûre-i celileden Önce şu ayetler nazil olmuştu:
'Taratan, insanı pıhtılaşmış kandan yaratan Rabbinin adıyla oku! Oku! kalemle öğreten,
insana bilmediğini bildiren Rabbin, en büyük kerem sahibidir." (ci-Alâk, ı-ö.)
Tefsirde belirttiğimiz ve ileride de "pazartesi günü" hakkında bilgi verirken açıklayacağımız
gibi bu ayetler, Kur'ân'm nazil olan ilk ayetleridir. Nitekim Sahih-i Müslim'de de açıkça
belirtildiği gibi Ebu Katade, Rasûlullah (s.a.v.)'a, pazartesi günü tutulan orucun fazileti
sorulduğunda onun şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
"O, doğduğum gündür. Bana vahyin nazil olduğu gündür."
İbn Abbas dedi ki: "Peygamberiniz Muhammed (s.a.v.), pazartesi günü doğdu. Pazartesi
günü de peygamberlikle görevlendirildi."
Ubeydb. Umeyr, Ebu Cafer el-Bakır ve diğer âlimler, Peygambere vahyin, pazartesi günü
geldiğini söyleyerek bu hususta onlar arasında ihtilaf bulunmadığım belirtmişlerdir.
Rebiyülevvel ayında Peygamber'e nübüvvet geldi. Nitekim, İbn Abbas ile Cabir'in şöyle
dedikleri daha Önceki sayfalarda nakledilmişti: Peygamber (s.a.v.), rebiyülevvel ayının on
ikinci günü (pazartesi) doğdu. O günde risaletle görevlendirildi, o günde semaya yükseldi,
miraca çıktı.
Meşhur görüşe göre Hz. Peygamber (s.a.v.), Ubeyd b. Umeyr ile Muhammed b. İshak ve
diğerlerinin de kesin olarak söyledikleri gibi ramazan ayında risaletle görevlendirilmiştir.
İbn İshak, bu görüşüne delil olarak şu ayet-i kerimeyi ileri sürmüştür:
"Ramazan ayı ki, o ayda insanlar için hidayet olarak Kur'ân indirildi." Ayın onunda nazil
olduğunu söyleyenler de vardır.
Vakidî, Ebu Cafer el-Bakır'm şöyle dediğini senediyle birlikte rivayet eder: "Peygamber
(s.a.v.)'e ilk olarak vahiy, ramazanın on yedinci gecesinin gündüzü olan pazartesi gününde
gelmiştir."
îlk vahyin, ramazanın yirmi dördünde nazil olduğunu söyleyenler de vardır.
İmam Ahmed b. Hanbel, Vasile b. Eska'dan rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle
buyurduğunu söyler:
"İbrahim'in sahifeleri, ramazanın ilk gecesinde nazil olmuştur. Tevrat, ramazanın altısında
nazil olmuştur. İncil, ramazanın on üçüncü gecesinde nazil olmuştur. Kur'ân da ramazanın
yirmi dördünde nazil olmuştur." Bu sebepledir ki, sahabe ve tabiilerden bir cemaat, kadir
gecesinin, ramazanın yirmi dördüncü gecesi olduğu görüşünü savunurlar. Cebrail'in olcu
demesine karşılık, Hz. Peygamber'in," demesine gelince, sahih kavle göre bu ifade,
olumsuzluk ifadesidir. Yani ben, güzelce okuyanlardan değilim, demektir. Nevevî ve ondan
önce Ebu Şame de bu görüşü tercih edenlerdendir. Bu ifadenin, soru anlamında olduğunu
söyleyenlerin görüşü, uzak bir ihtimaldir. Çünkü olumlu cümlelerde "ba" harfi zaid olarak
kullanılmaz. Birinci kavli, Ebu Nu-aym'ın şu rivayeti de teyid etmektedir: Mutemir b.
Süleyman, babasının şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.) -korku ve sarsıntı
halinde iken- buyurdu ki: "Ben, asla bir kitap okumuş değilim. Güzelce okuyamam. Okuyup
yazamam." Cebrail onu tutup şiddetle sıktı. Sonra bırakıp "Oku" dedi. Muhammed (s.a.v.):
"Ben, birşey görmüyorum ki okuyayım. Okuyup yazmam." dedi.
Ebu Süleyman el-Hattabî dedi ki: Cebrail, Hz. Peygamberin sabrını ölçmek, edebini
güzelleştirmek ve kendisine yüklenen peygamberlik yükünü taşımaya razı olmasını
sağlamak için ona böyle yaptı. Bu sebepledir ki Cebrail, ona görünürken Peygamber'in,
sanki ateşi varmış gibi terlerdi.
Diğerleri dediler ki: Cebrail, şu sayacağımız sebeblerden ona böyle yaptı: Bu sıkmadan
sonra kendisine vahiyedilecek şeyin azameti hususunda dikkatini çekmek istemişti. Zira ona
vahiy edilecek şey, nefislere çok ağır gelecek birşeydi. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki:
"Doğrusu biz, sana taşıması ağır bir söz vahyedeceğiz." (ei-Müzzemmii, 5.) Bunun içindir
ki, Hz. Peygamber (s.a.v.)'e vahiy geldiğinde yüzü kızarır, genç devenin boğazından
çıkardığı bir ses gibi ses verir, çok soğuk günlerde bile alnından ter damlardı.
Hz. Peygamber (s.a.v.), kalbi titreyerek Hira mağarasından inip Hatice'nin yanına gitti:
"Beni örtün, beni Örtün." dedi. Telaşı ve korkusu gittikten sonra Hatice'ye: "Bana ne olmuş?
Başıma neler gelmiş?" diye sorup başından geçenleri anlatmış ve: "Başıma birşeyler
gelmesinden korktum." demişti. Çünkü o, daha önce görmediği ve aklından geçmeyen bir
durumla karşılaşmıştı. Bunun üzerine Hatice ona şöyle cevap vermişti: "Hayır, andolsun ki
Allah, seni asla rüsvay etmeyecektir!" Hz. Hatice, Cenâb-ı Allah'ın yaratıklarında güzel
âdetler icra etmesi sebebiyle, bu sıfatların hayırlıları ile muttasıf olan kimseleri, dünya ve
ahi-rette rüsvay etmeyeceğini biliyordu. Sözüne devamla Hz. Peygamber'e, sahip olduğu
güzel hasletlerini anlatıp şöyle dedi: "Çünkü sen, akrabam ziyaret eder ve doğru
konuşursun." Peygamber (s.a.v.)'in muvafıkları da muhalifleri de onun bu güzel ve değerli
sıfatlarla muttasıf olduğunda it-. tifak etmişlerdi. Bu ittifak herkesçe bilinen bir husustur.
Yine Hz. Hatice ona demişti ki: "Sen başkalarının yükünü de yüklenirsin. Muhtaca,
kendisini rahatlatacak miktarda çoluk çocuğunun azığını da verirsin. Yoksul kimseyi
kazandırırsın. "Yani ya Muhammed, hayırlara koşarsın, fakir kimseye yardıma koşar,
başkalarından önce sen sevap kazanırsın. Hz. Hatice fakir kimseyi, yoksul diye
adlandırmıştı. Çünkü böylelerinin hayatı ve geçimi noksandır. Bunların varlıkları ile yoklukları
hemen hemen farksızdır. Nitekim şairin biri şöyle demiştir:
"Ölüpte rahatım bulan kimse, Ölü değildir. Ölü, hayatta iken ölmüş gibi olandır."
Kadı lyaz'm, Müslim'in şerhinde naklettiğine göre Ebu Hasan et-Tihamî de şöyle demiştir;
"Yoksul kimseyi, ölü say. Elbisesini} çürümüş kefen say. Onun varacağı yer mezardır."
el-Hattabî dedi ki: "Yoksul kimseyi kazandırırsın." sözünden kastedilen doğru mana şudur:
Yani sen, ona bolca mal verirsin. Veya yoksul kimseye, geçimini sağlayacağı kadar bağışta
bulunarak onu kazançlı kılarsın.
Şeyhimiz Hafız Ebu'l-Haccac el-Mizzî de, Hz. Hatice'nin sözünde geçen "yok" kelimesi ile
verilen malın kastedildiğini ifade etmiştir. Yani bulamayan kimseye mal verirsin.
Hz. Hatice'nin bu sözünden kastın; "Ticaret yaparak bulunmayan malı veya eşi bulunmayan
kıymetli şeyi kazanırsın." demek olduğunu söyleyenlere gelince bunlar, manayı
uzaklaştırmış ve ihtilafa dalmış, aynı zamanda hakkında bilgi bulunmayan manaları
zorlamaya giderek ortaya çıkarmaya çalışmışlardır. Çünkü ticaret yaparak bulunmayan malı
elde etmek, ekseriyetle övünülecek birşey değildir. Kadı İyaz, Nevevî ve diğerleri de bu
kavli zayıf görmüşlerdir. Doğrusunu Allah bilir.
Hz. Hatice'nin; "Misafiri ağırlarsın," sözüne gelince, bundan da kastedilen mana şudur: Ona
yemesi gereken şeyi takdim ederek ikramda bulunur, istirahat edeceği yeri güzelce temin
edersin.
Hz. Hatice'nin; "Hakkın -veya hayrın- musibetlerine karşı yardım edersin." sözüne gelince,
bundan kastedilen mana şudur: Her hangi bir kimseye hayır hususunda bir musibet vaki
olursa, sen ona yardım edersin. Onunla beraber olur, nihayet onu rahat bir yaşama
kavuşturursun.
Hz, Hatice, Peygamber'imizi alıp, yaşlı ve âmâ bir zat olan amcası oğlu Varaka b. Nevfel'e
götürdü. Önceki sayfalarda, Varaka b. Nevfel ile Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'den kısaca
bahsetmiştik. Varaka, cahiliyet döneminde Hıristiyanlığa giren bir kimse idi.
Arkadaşlarından ayrılarak Zeyd b. Amr ve Osman b. Hüveyris ile birlikte Şam yoluna
koyulmuşlardı. Ubeydullah b. Cahş ta beraberlerinde idi. Hepsi Hristiyanlığı kabul
etmişlerdi. Çünkü o dini, o zamanlar hakka en yakın din görmüşlerdi. Ancak Zeyd b. Amr b.
Nüfeyl, bu dine hurafeler sokulduğunu, değişikliğe uğratılıp tahrif edildiğini gördüğü için
fıtratı, Hristiyanlığa girmesine mani olmuştu. Rahipler ile din bilginleri, zamanı yaklaşmış
bir peygamberin ortaya çıkacağını ona müjdelemişlerdi. O da, o peygamberi aramak ve
bulmak üzere geri dönmüştü. Aslî fıtratı ve tevhid inancı üzerinde kalmakta devam etmişti.
Ancak Hz. Peygamber'in bisetine ulaşmadan önce, ölüm onu yakalamıştı. Varaka b. Nevfel
ise, Hz. Peygamber'in bisetine kavuşmuştu. O, Rasûlullah (s.a.v.)'da, Hatice'nin onun evsaf
ve niteliklerini kendisine bildirmesiyle, onda bulunan güzel ve temiz sıfatları, onda zuhur
eden delil ve ayetleri görmüştü. Bu sebepledir ki Hz. Hatice, Varaka'nın karşısında durup:
"Ey Amca oğlu! Kardeşin oğlunun söyleyeceklerine kulak ver." demişti. Peygamber (s.a.v.),
gördüklerini kendisine anlattığında Varaka şöyle demişti: "Sübbuh, Sübhuh! Bu, Musa'ya
inen Namustur (Cebrail'dir.)" Böyle derken her ne kadar Musa'dan sonra gelmiş bir
peygamber ise de, İsa'dan bahsetmemişti. Çünkü İsa'nın şeriatı, Musa'nın şeriatının
tamamlayıcısıdır. Alimlerin sahih kavline göre İsa'nın şeriatı, Musa'nın şeriatının bazı kısımlarını
da nesh etmiştir. Nitekim bir ayet-i kerimede şöyle buyrul-maktadır:
"Size yasak edilenlerin bir kısmını helal kılmak üzere..." (Âu imrân.so.)
Varaka'nın bu sözü, cinlerin şu sözüne benzemektedir:
"Ey milletimiz! Doğrusu biz, Musa'dan sonra indirilen, kendinden öncekileri doğrulayan,
gerçeği ve doğru yolu gösteren bir kitap dinledik." (el-Ahkâf, 30.)
Sonra Varaka: "Keşke ben, genç bir adam olsaydım." demişti. Yani ben bugün iman etmeye,
faydalı ilim edinmeye, salih amel işlemeye güç yetiren bir genç olabilseydim.
"Keşke ben, kavminin seni sürgün edeceği zaman hayatta olsam." Yani kavminin seni
sürgün edeceği zamana kadar seninle beraber olup sana yardım edebilsem.
Onun böyle demesi üzerine Rasûlullah (s.a.v.): "Onlar, beni sürgün-mü edecekler?" diye
sormuştu.
Süheylî der ki: Rasûlullah (s.a.v.) böyle dedi. Çünkü, vatandan ayrılmak, insanın nefsine
çok zor gelir.
Hz. Peygamber'in bu sorusu üzerine Varaka şu cevabı vermişti: "Evet! Senin getirdiğin
davanın benzerini getiren kimselere, mutlaka düşmanlık edilir. Senin zamanına
yetişebilsem, sana esaslıca yardım
ederim."
Bu konuşmadan kısa bir süre sonra Varaka b. Nevfel vefat etti. Allah ona rahmet etsin,
ondan razı olsun. Çünkü önün bu şekilde yapmış olduğu konuşma, karşılaştığı şeyi tasdik
etmesi, meydana gelen vahye iman etmesi ve gelecek zamanla ilgili olarak salih niyete sahip
olması
demektir.
îmam Ahmed b. Hanbel, Urve tarikiyle Aişe'den rivayet etti M, Hatice, Varaka b. Nevfel'in
durumunu Rasûlullah (s.a.v.)1 dan sormuş, o da şöyle cevap vermişti:
"Onu gördüm. Üzerinde beyaz bir elbise vardı. Öyle sanıyorum ki ' eğer cehennemliklerden
olsaydı, üzerinde beyaz bir elbise olmazdı."
Hafız Ebu Ya'lâ, Cabir b. Abdullah'tan rivayet etti ki; Varaka b. Nevfel'in durumu
sorulduğunda Rasûlullah (s.a.v.) şöyle cevap vermiştir:
"Onu gördüm. Üzerinde beyaz elbise vardı. Onu Cennet'in ortasında gördüm. Üzerinde ipek
vardı."
Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'in durumu sorulduğunda ise Rasûlullah (s.a.v.) şöyle cevap vermiştir:
"Kıyamet gününde o, bir tek ümmet olarak haşrolunacaktır,"
Ebu Talib'in durumu sorulduğunda da, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle cevap vermiştir:
"Onu, Cehennemin bataklığından çıkarıp sığ bir yerine bıraktım." Hatice'nin durumu
sorulduğunda -ki o farzlardan ve Kur'ân ahkamından Önce vefat etmişti- Rasûlullah (s.a.v.)
şöyle cevap vermişti:
"Onu, Cennet'te bir nehir üzerinde inciden yapılma evde gördüm. Orada gürültü ve
yorgunluk yoktur."
Hafız Ebu Bekir el-Bezzar, Hz Aişe'den rivayet etti ki, Rasûlullah
(s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Varaka'ya küfretmeyin. Çünkü ben, onun için bir veya iki Cennet gördüm."
Haüz Ebu Nuaym ile Beyhakî, "Delailü'n-Nübüvve" adlı eserlerinde Amr b. Şurahbil'den;
Rasûlullah. (s,a.v.)'ın, Hatice'ye şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
"Ben, uzlette (yalnız başıma kaldığımda) bir ses işittim. Allah'a an-dolsun ki; bu işten dolayı
başıma birşeyler gelmesinden korktum."
Hatice dedi ki: "Allah korusun. O sana böyle birşey yapacak değildir. Allah'a andolsun ki,
sen emaneti eda eder, akrabalarını ziyaret eder ve doğru konuşursun."
Rasûlullah (s.a.v.)'m bulunmadığı bir sırada Ebu Bekir, Hatice'nin yanma gelmiş, Hatice de
ona olayı anlatıp şöyle demişti: "Ey Atik! Mu-hammed'le birlikte Varakaya git." Rasûlullah
(s.a.v.), içeriye girince Ebu Bekir, elinden tutarak: "Haydi Varaka'ya gidelim." demiş;
Rasûlullah da: "Durumu sana kim anlattı?" diye sormuş, o da: "Hatice anlattı." diye cevap
vermişti. Bunun üzerine birlikte Varaka'mn yanma gitmişler, meseleyi ona anlatmışlar,
Rasûlullah (s.a.v.) ona şöyle demişti: "Ben uzlette (yalnız başıma) iken arkamdan bana ya
Muhammed, ya Muhammed, diye seslenildiğini işittim. Korku içinde oradan ayrılıp
kaçtım." Varaka, ona şu öğütleri verdi: "Bir daha böyle yapma. (Melek) sana geldiğinde
sebat et ki, sana söylediklerini işitebilesin. Sonra da yanıma gel ve olup bitenleri bana
bildir."
Peygamber, uzlete çekildiğinde (Melek), ona şöyle seslendi: 'Ta Muhammed! De ki:
Bismillâhirrahmânirrahîm. Elhamdulillahi Rabbü alemin.....Veleddâllin."
Daha sonra da şöyle dedi: "Lâilaheillallah, de."
Hz. Peygamber, bu hadiseden sonra tekrar Varaka'mn yanma giderek olup bitenleri ona
anlattı. Varaka kendisine şöyle dedi: "Sana müjdeler olsun. Sonra yine sana müjdeler olsun.
Ben tanıklık ederim ki sen, Meryem oğlu İsa'nın müjdelediği peygambersin. Doğrusu sen,
Musa'nın kanunu gibi bir kanun üzeresin. Şüphesiz sen, Allah katından gönderilen bir
peygambersin. Bugünden sonra cihad ile emrolunacak-sın. Eğer cihadla emrolunacağın
zamana kavuşursam, mutlaka seninle birlikte cihad ederim."
Varaka vefat edince, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Keşişi Cennet'te gördüm. Üzerinde ipek elbiseler vardı. Çünkü o, bana iman etmiş ve beni
tasdik etmişti." Bu hadisteki keşiş sözü ile Varaka kastedilmiştir.
Bu, Beyhakî'nin lafzı olup mürseldir. Nazil olan ilk sûrenin, Fatiha olduğunu söylediği için
de bunda gariplik vardır. Daha Önce anlatıldığı ve şiirinden de anlaşıldığı gibi Varaka,
kalbinde imanı gizlemiş, imana kesinlikle karar vermişti. Bu kararını da, Hatice'nin, Hz.
Peygamberle köle Meysere'nin durumunu, gölgenin öğle sıcağında onu gölgelendirili-şini,
kendisine anlatması esnasında vermişti. Daha önce naklettiğimiz şiirinin bazı pasajlarını
burada tekrarlamak istiyoruz:
"înad ettim ben, hatıralar hususunda inatçıyım,
Kederliyim, bu sebeple uzun süre yutkundum.
Hatice, niteledikçe niteledi.
Ey Hatice, bekleyişim uzadı.
Mekke'nin iki dağı arasında ümidim şu ki,
O zatın çıkacağıdır.
Bize keşiş ye ruhbanların sözlerini naklettin,
O sözlerin doğru çıkmayışı, bizi rahatsız eder.
Demişlerdi ki: Muhammed, bir gün başa geçer.
Ona karşı duranları mağlup eder.
Beldelerde nur ışığı ortaya çıkacak.
Bütün halk eğilmekten kurtulup doğrulacak.
Ona karşı savaşan, kayba uğrayacak.
Onunla barış içinde olan, zafere erecek.
Keşke bu davet açığa çıktığında,
Hazır bulunsam da dine ilk giren ben olsam.
Kureyşlilerin hoşlanmadığı şeye girsem,
Mekke'nin tamamı ve Kureyşliler rahatsız olsalar dahi,
Onların hoşlanmadıkları şeyi, Arş'm sahibine emanet ediyorum.
Onlar yükseklerden inip alçaldığında bu dava ona emanettir.
Onlar da, ben de hayatta kalırsak, birşeyler olacak.
O şeylerden Ötürü kafirler, sıkıntıya uğrayıp gürültü çıkaracak."
Varaka b. Nevfel, bir başka kasidesinde de şöyle demişti:
"Muhammed hakkında doğru haberler verdim.
Gaib olduğunda, öğütçü o haberleri verir.
ki Abdullah oğlu Ahmed, peygamber olarak,
Yer üstündeki herkese gönderilecektir.
Öyle sanıyorum ki o, ileride doğru sözlü bir peygamber olarak gelecektir.
Tıpkı Hud ve Salih kulların gönderildikleri gibi,
Musa ve İbrahim gibi, tâki onun için görürsün.
Kıymet ve haktan gelen açık fermanı.
Ona Lüey b. Galip soyundan gelen,
iki kabilenin faziletlere koşan,
Gençleriyle ihtiyarları tâbi olacak.
Onun zamanında, insanların kavuşacağı güne kadar.
Hayatta kalırsam ben, ona sevgimi verecek ve onunla ferahlayacağım.
Yoksa ey Hatice, bil ki ben,
Senin bu diyarından göç edeceğim."
Yunus b. Bükeyr'in, İbn îshak'tan rivayet ettiğine göre Varaka b. Nevfel, bir şiirinde de şöyle
demiştir:
"Ey Hatice, eğer gerçekse bu sözün, Bil ki Ahmed, peygamber olacaktır.
Cebrail ile Mikail, ona gelecekler. Allah katından vahiy getirecekler.
Gelen vahiyle de kalpler genişleyecektir.
Tevbe edip, ona uyanlar kurtulacak.
Ona karşı gelen aldanmışlarla bahtsızlar sapacak.
Bu iki gruptan biri, Cennetlerde,
Diğeri de, Cehennem havuzlarında azap içecek.
Cehennem'de ölüm istediklerinde, tepelerine,
Peş peşe demir tokmaklar inecek, sonra alevlenecek.
Rüzgarları emriyle sevkeden Allah, yücedir.
Zaman içinde dilediğini yapan Allah, mukaddestir.
Arş'ı bütün semaların üstünde bulunan,
Halkına verdiği hüküm değişmeyen Allah,
Noksanlıklardan münezzeh ve yücedir."
Varaka, bir başka şiirinde de şöyle demiştir:
"Ey yiğitler, bilin ki, zamanın akışı ile kaderin uygulanışı varya,
Allah'ın hükmettiği şeyde, değişme olmayacaktır.
Hatta Hatice, bunu bildirmeye beni çağırıyor,
Bu Öyle bir iş ki, ileride insanların karşısına çıkacak.
Geçmiş asırlarda ve zamanlarda duyduğum,
Bir işi, bana anlatıyor.
Ki Ahmed'e, Cebrail gelecek.
Ve beşeriyete peygamber olduğunu bildirecek.
Dedim ki, ümid ettiğin şeyi belki,
Rabbin sana gerçekleştirecek.
Öyleyse sen, hayrı ümid edip bekle,
Muhammed'i bize gönderki durumunu,
Uykuda ve uyanıklıkta gördüğünü, kendisine soralım.
Bize geldiğinde derileri ve tüyleri ürperten,
Acaip şeyler söyledi.
Ben, Allah'ın meleği Cebrail'i,
En mükemmel ve en muazzam surette karşımda buldum.
Bu müşahede devam etti, korku beni ürküttü.
Çevremdeki ağaçlar, bana selam veriyordu.
Ben de dedim ki: Öyle sanıyorum ki -bilmem zannım doğru mudur?
İleride bu peygamber olacak ve indirilen sûreleri okuyacak.
Minnetsiz ve kedersiz cihad görevine,
Onları açıkça davet ettiğinde, o seni imtihan edecektir."
Hafız Beyhakî, "Delail" adlı eserde bunu bu şekilde nakletmiştir. Bana göre bu şiirin,
Varaka'ya ait olduğu kesin değildir. Doğrusunu Allah bilir., îbn îshak'm, ilim ehli bazı
kimselerden rivayetine göre Cenâb-ı Allah, Hz. Peygamber'e ikramda bulunmak ve
nübüvveti vermek istediği esnada kendisi bir ihtiyacını gidermek için evden dışarı çıktığında
uzaklara gider, bütün evleri geride bırakır, Mekke'nin mahalleleri arasından, vadilerinin
içinden geçip giderdi. Yolda giderken önünden geçtiği her taş ve ağaç kendisine: "Es-selamü
aleyke ya Resûlülallah." derdi. Peygamber sağına, soluna, arkasına dönüp bakar, taş ve
ağaçlardan başka birşey görmezdi. Bir süre böyle devam etti. Bu gibi şeyleri görüp işitirdi.
Allah'ın dilediği kadar bir süre böyle devam edip gitti. Daha sonra ramazan ayında, Hira
mağarasında iken Cebrail, kendisine gelerek Allah'ın ikramını getirmişti.
îbn îshak, Vehb b. Keysan'dan rivayet etti: "Abdullah b. Zübeyr'in, Ubeyd b. Ümeyr b.
Katade el-Leysî'ye şöyle dediğim işittim: Ey Ubeyd! Cebrail'in kendisine geldiği esnada Hz.
Peygamber'e , nübüvvetin nasıl verildiği hakkında bize birşeyler söyle.
Ubeyd dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), her sene bir ay müddetle Hira mağarasında ibadete
çekilirdi. Bu, Kureyşlilerin cahiliye döneminde âdet haline getirdikleri bir ibadet şekli idi.
Rasûlullah (s.a.v.), her sene bir ay süreyle uzlete çekiEp ibadet eder, yanma gelen her
düşküne yemek yedirirdi. Bu bir aylık süreyi tamamlayıp evine dönerken ilk olarak Ka'be'ye
uğrardı. Ka'be'yi yedi kez veya Allah'ın dilediği miktarda tavaf ettikten sonra evine giderdi.
Allah'ın kendisine nübüvvet ikramında bulunmak istediği senenin ibadet ayı (ramazan)
geldiğinde yine ehli ile birlikte Hira mağarasına çıktı. Risaletin kendisine verileceği,
nübüvvet ikramında bulunulacağı ve kullara rahmet olarak gönderileceği gece olduğunda
Cebrail, Allah'ın emri ile ona geldi.
Bu durumu anlatan Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:
"Bana geldi. Ben de üzerinde yazılar bulunan ipek bir yaygı üzerinde uyumakta idim.Bana;
"Oku" dedi. Ben de: "Ne okuyayım?" dedim. Beni sıktı, öyleki Öleceğimi zannettim. Sonra
beni bıraktı ve; "Oku" dedi. Ben de: "Ne okuyayım?"diye sordum. Beni sıktı. Öyleki
Öleceğimi zannettim. Sonra beni bıraktı ve; "Oku" dedi. Ben de: "Ne okuyayım?" diye
sordum. Beni yine sıktı. Öyleki öleceğimi zannettim. Sonra beni bıraktı ve; "Oku" dedi. Ben
de: "Ne okuyayım?" diye sordum. Tekrar bana aynı şeyleri yapması için ona böyle
diyordum. Bana dedi ki:
trYaratan, insanı pıhtılaşmış kandan yaratan Rabbinin adıyla oku! Oku! Kalemle öğreten,
insana bilmediğini bildiren Rabbin, en büyük kerem sahibidir." (ei-Aisk, 1-5.)
Ben de okudum. Sonra melek yanımdan ayrılıp gitti. Ben, uykudan uyandığımda sanki o
sözler, benim kalbime yazı ile yazılmıştı. Mağaradan çıktım. Dağdan aşağı inerken yolun
yarısında, gökten bir ses işittim. Bana şöyle diyordu: "Ya Muhammedi Sen, Allah'ın
Rasûlüsün, ben de Cibril'im." Başımı kaldırıp semaya baktım. Bir de ne göreyim! Cebrail,
bir adam suretinde görünüyor, ayaklarını da ufuklara dayamış ve şöyle diyor: 'Ta
Muhammedi Sen, Allah'ın Rasûlüsün, ben de Cibril'im." Durup ona baktım. Ne ileri
gidebiliyor, ne de gerileyebiliyordum. Yüzümü ondan çevrip semanın ufuklarına baktım, her
nereye baktıysam onu gördüm. Yerimde donup kalmıştım. Nihayet Hatice, beni aramaları
için adamlarını göndermişti. Mekke'ye varmış, oradan tekrar geri dönmüşlerdi. Ben de
yerimde öylece durmaktaydım. Sonra Cebrail, benden ayrılıp gitti. Ben de evime döndüm.
Hatice'nin yanına varıp dizleri önüne çöktüm, oturdum. Bana: "Ey Eba Kasım. Neredeydin?
Allah'a andol-sunki seni aramaları için adamlarımı gönderdim. Mekke'ye varıp, tekrar bana
geri dönmüşlerdi." dedi.Ben de gördüklerimi ona anlattım. Bana dedi ki: "Ey Amca oğlu!
Sana müjdeler olsun. Sebat et. Hatice'nin canı elinde bulunan Allah'a andolsunki ben, senin
bu ümmetin peygamberi olacağını ümid ediyorum."
Bu konuşmadan sonra Hatice, elbiselerini toplayarak kalktı. Varaka b. Nevfel'in yanına gitti.
Rasûlullah (s.a.v.)'ın kençlisine söylediklerini ona anlattı. O da şöyle dedi: "Kuddus,
kuddus. Varaka'mn cam elinde bulunan Allah'a andolsun ki ey Hatice, eğer senin bu söylediklerin
doğru ise Muhammed'e, Musa'ya gelen Namus-u Ekber gelmiştir. Ve o, bu ümmetin
peygamberidir. Muhammed'e, sebat etmesini söyle."
Hatice, Rasûlullah'm yanına döndü ve Varaka'mn söylediklerini kendisine anlattı.
Rasûlullah (s.a.v.), Hira mağarasmdaki ibadetini tamamlayıp evine dönerken âdeti üzere ilk
iş olarak Ka*be'ye geldi. Orayı tavaf etti. Tavaf esnasında kendisiyle karşılaşan Varaka b.
Nevfel şöyle dedi: "Kardeşim oğlu! Gördüklerini ve duyduklarım bana anlat." Rasûlullah
(s.a.v.), ona anlatınca Varaka şöyle dedi: "Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a andolsunki
sen, bu ümmetin peygamberisin. Musa'ya gelen Namus-u Ekber, sana da gelmiştir. Ama sen,
mutlaka yalanlanacak, eziyet görecek, sürgün edilecek ve savaşılacaksın! Eğer senin o
gününe kavuşursam, Allah'ın bileceği bir yardım ile ben ona (dinine) yardım edeceğim."
Böyle dedikten sonra başım eğip bıngıldağından öptü. Daha sonra Rasûlullah evine döndü."
Ubeyd b. Umeyr'in bu anlattığı, önceki sayfalarda da söylediğimiz gibi, Hz. Peygamber'in
bilahare uyanıklık halinde göreceği vahyin bir nevi başlangıcı idi. Nitekim Hz. Aişe,
bununla ilgili olarak şöyle demişti: "Rasûlullah'm gördüğü rüyalar, mutlaka sabah aydmdığı
gibi zuhur ederdi."
Bu rüya, Hz. Peygamber'in uyanıklık halinde vahyi ve Cebrail'i görmesinden sonra aynı
gecenin sabahında görülmüş olabileceği gibi, bilahare de görülmüş olabilir. Doğrusunu
Allah bilir.
Musa b. Ukbe, Said b. Müseyyeb'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.)'m
gördüğü ilk vahiy, Cenâb-ı Allah'ın uykuda ve rüya halinde kendisine gösterdikleridir. Bu da
ona çok ağır gelmişti. Durumunu, hanımı Hatice'ye anlatmıştı. Allah, Hatice'yi, peygamberi
yalanlamaktan korumuş, kalbini tasdike açmıştı. Bunun için Hatice: "Sana müjdeler olsun!
Allah sana mutlaka hayır yapmıştır." demişti. Bu konuşmadan sonra Hz. Peygamber,
Hatice'nin yanından çıkıp gitmiş, tekrar yanma dönmüş ve karninin yarıldığmı, yıkanıp
temizlendiğini, tekrar eski haline döndürüldüğünü gördüğünü anlatmıştı. Hatice de:
"Vallahi, bu hayırdır. Sana müjdeler olsun." demişti.
Bir ara Hz. Peygamber, Mekke'nin üst taraflarında dolaşmakta iken Cebrail ona görünmüş,
onu, hayret verici, kıymetli ve muazzam bir mecliste oturtmuştu. Hz. Peygamber, bu
durumu anlatırken, şöyle buyurmuştur: "Beni, püsküllü bir yaygı üzerine oturttu. O yaygıda,
yakut ve mercanlar vardı." O mecliste Cenâb-ı Allah, ona risalet müjdesini vermiş.nihayet
Rasûlullah da sükûnet bulmuştu. Cebrail ona: "Oku," demiş, o da: "Nasıl okuyayım?" diye
sormuş, Cebrail şöyle demişti:
'Yaratan, insanı pıhtılaşmış kandan yaratan Rabbinin adıyla oku! Oku! Kalemle öğreten,
insana bilmediğini bildiren Rabbin, en büyük kerem sahibidir." (el-Alâk, 1-5.)
Bazı kimseler derler ki: Hz. Peygamber'e nazil olan ilk sûre, Müd-dessir süresidir.
Doğrusunu Allah bilir.
Rasûlullah (s.a.v.), Rabbinin risaletini kabul etti. Cebrail'in, Allah katından kendisine
getirdiği hükümlere tâbi oldu.
Oradan ayrılıp evine dönerken, önünden geçtiği bütün taşlar ve ağaçlar, kendisine selam
verdiler. Sevinç ve kesin inanç içinde evine döndü. Çünkü o, muazzam birşey görmüştü.
Hatice'nin yanına girerken de şöyle demişti: "Gördün mü, rüyada görüp te sana anlattığım
şeyler vardı ya, işte o, Cebrail'di. Bugün, bana açıkça göründü. Rabbim onu bana
gönderdi."Sözlerine devamla Allah katından kendisine gelen şeyleri ve ondan duyduklarını
Hatice'ye anlattı. Hatice de: "Sana müjdeler olsun! Allah'a andolsun ki, o, sana mutlaka
hayır yapacaktır. Allah katından sana gelen şeyleri de kabul et. Çünkü o haktır. Müjdeler
olsun ki sen, Allah'ın gerçek Rasûlüsün." dedikten sonra yerinden kalktı, Utbe b. Rebia b.
Abdu'ş-Şems'in Ninovalı Hristiyan kölesi Addas'm yanma gitti. Ona şöyle sordu: "Ey
Addas! Allah aşkına bana söyle, Cebrail hakkında bildiğin birşey var mı?" Addas'ta şu
cevabı verdi: "Kuddus, kuddus! Putperest kimselerle dolu bu mıntıkada Cebrail'den
sözetmek de neyin nesi oluyor?" Hatice: "Sen, onun hakkında bildiklerini bana anlat."
deyince Addas şöyle dedi: "O, Allah ile peygamberler arasında Allah'ın emin bir meleğidir.
O, Musa ve İsa peygamberlerin arkadaşıdır."
Hatice, Addas'm yanından kalkıp Varaka b. Nevfel'e gitti. Peygam-ber'in durumunu ve
Cebrail'in ona getirdiği vahyi anlattı. Varaka da şöyle dedi: "Ey kardeşimin kızı! Ne bileyim.
Belkide senin kocan, Ehl-i Kitabın beklemekte olduğu ve evsafını Tevrat ve İncil'de yazılı
buldukları peygamberdir. Allah'a andolsun ki ben hayatta iken o, peygamber olarak ortaya
çıkar ve davasını açıklarsa Rasûlüne itaat ve sabır, yardım ve güzelce destek olma
hususunda da Allah'a karşı bir imtihan vereceğim." Bir müddet sonra Varaka vefat etti. Allah
ona rahmet etsin.
Zührî dedi ki: Allah'a ilk iman eden, Rasûlünü ilk tasdik eden, Hatice oldu.
Hafız el-Beyhakî, bu anlattıklarımızı naklettikten sonra dedi ki: Bu rivayette Hz.
Peygamber'in karnının yarılmasından söz edilmesine gelince bunu o, çocukluk devresinde
kendisine yapılan birşey olarak hikaye etmiş olabilir. Yani o, Halime'nin yanında iken
karmnın yarılmış olduğunu bilahare anlatmıştır. Ama ikinci bir kez yarılmış olması da
muhtemeldir. Sonra semaya, miraca gittiği esnada da üçüncü kez karnı yarılmış olabilir.
Doğrusunu Allah bilir.
îbn Asakir, Varaka'mn tercüme-i halini anlatırken senedini Süleyman b. Turhan (Tarhan?) et-
Teymiye dayandırarak şöyle der: Yüce Allah, Ka'be'nin inşasının ellinci yılında
Muhammed'i, rasûl olarak göndermiştir. Nübüvvet ve keramet olarak ona gelen ilkşey,
görmüş olduğu rüyadır ki, bu rüyasını eşi Hüveylid kızı Hatice'ye anlatmış, o da, kendisine
şu karşılığı vermişti: "Sana müjdeler olsun! Allah'a and olsun ki, o, sana hayırdan başka
birşey yapmayacaktır."
Hz. Peygamber, kavminden kaçıp Hira mağarasına vardığı günlerden birinde Cebrail ona
geldi. Yanma yaklaştı. Peygamber, ondan çok korktu. Cebrail, elini önden göğsüne,
arkadandaiki omuzu arasına koydu ve: "Allah'ım, günahını düşür, göğsünü aç, kalbini
temizle. Ya Mu-hammed, müjdeler olsun, sen bu ümmetin peygamberisin. Oku." dedi.
Hz.Peygamber korkmuş, sarsıntıya uğramış bir halde iken şu cevabı verdi: "Ben, asla bir
kitap okumadım. Güzelce okuyamam. Ne yazarım, ne de okurum."
Cebrail, onu yakalayıp şiddetle sıktı. Sonra bıraktı ve: "Oku" dedi. Peygamber de aynı
cevabı verdi. Cebrail, onu püsküllü, saçaklı bir yaygı üzerine oturttu. O yaygı, o kadar saf ve
güzeldi ki, inci ve yakut gibi idi. Cebrail, ona şöyle dedi:
"Yaratan Rabbinin adıyla oku...." Cebrail de ona: "Korkma ya Mu-hammed, şüphesiz ki sen,
Allah'ın Rasûlüsün." dedi ve dönüp gitti. Rasûlullah (s.a.v.), düşünmeye başladı ve: "Ne
yapayım. Bunu kavmime nasıl söylerim?" dedi. Sonra korku içinde ayağa kalktı, Cebrail
önünde kendi asli suret ve azameti ile belirdi. Rasûlullah (s.a.v,), kalbini dolduracak büyük
birşey gördü. Cebrail ona dedi ki: "Korkma ya Muhammed, Cibril, Allah'ın elçisidir. Cibril,
Allah'ın nebi ve mürsellerine gelen elçi-sidir. Allah'ın ikramına inan. Şüphesiz ki sen,
Allah'ın Rasûlüsün."
Rasûlullah (s.a.v.), oradan ayrılıp evine dönerken, Önünden geçtiği taşlarla ağaçlar
kendisine secde ediyor ve: "Esselamü aleyke ya Rasûlallah." diyorlardı. Bunun üzerine
gönlü yatıştı ve Allah'ın kendisine ikramda bulunduğunu anladı. Yanma vardığında eşi
Hatice, onun yüzündeki renk değişikliğini farketti, bundan korktu, yüzündeki terleri silmeye
başladı ve: "Belkide bugünden Önce gördüğün ve duyduğun bazı şeylerden ötürü böyle
oldun." dedi. Rasûlullah dedi ki: "Ey Hatice! Rüyada gördüğüm şeyi ve uyanıklık halinde
iken işitipte korktuğum şeyi mi gördüm acaba? Doğrusu Cebrail, bana açıkça göründü.
Benimle konuştu. Bana bir kelam okuttu. Ben de ondan korktum. Sonra tekrar bana döndü
ve benim bu ümmetin peygamberi olduğumu bildirdi. Ben, eve dönerken önünden geçtiğim
her taş ve ağaç, bana: "Esselamü aleyke ya Rasûlallah." dedi."
Hatice dedi ki: "Müjdeler olsun. Allah'a yemin ederim ki ben, Allah'ın sana hayırdan başka
birşey yapmayacağını biliyordum. Şahadet ederim ki sen, bu ümmetin peygamberisin ki,
Yahudiler seni bekliyorlardı. Kölemin öğütçüsü ve rahip Bahira, yirmi sene önce bunu bana
bildirmiş ve seninle evlenmemi tavsiye etmişti.Yemek yerken, içerken, gülerken hep seninle
olmamı emretmişti."
Bundan sonra Hatice, Mekke yakınındaki bir rahibe gitmiş, ona yaklaşınca rahip onu
tanımış ve: "Ey Kureyş kadınlarının hanımefendisi, neyin var?" diye sormuş. Hatice de:
"Cebrail'den bana haber vermen için sana geldim."çlemişti. Rahib de şöyle konuşmuştu:
"Noksanlıklardan münezzeh olan Rabbimiz yücedir. Ehlinin putlara taptığı bu beldelerde
Cebrail'den söz etmek de neyin nesi oluyor? Cebrail, Allah'ın güvenilir kulu ve elçisidir.
Onu, peygamberlerine gönderir. O, Musa ve İsa'nın arkadaşıdır." Hatice, Cenâb-ı Allah'ın,
Muhammed'e ikram etmekte olduğunu anlamış, bu defa da Utbe b. Rebia'nm Addas
adındaki kölesinin yanına gitmiş, ona da aynı şeyleri sormuş, o da rahibin söylediklerinin
aynısını söylemiş ve bazı şeyler de eklemiş, sonra konuşmasını şöyle sürdürmüştü: "Cebrail,
Allah'ın Firavun ve kavmini suda boğduğu esnada Musa ile beraberdi. Allah'ın Tur dağında
kendisiyle konuştuğu esnada da Musa ile beraberdi. O, Allah'ın kendisiyle güçlendirdiği
Meryem oğlu İsa'nın da arkadaşıdır."
Bunun üzerine Hatice, köle Addas'm yanından kalkıp Varaka b
Nevfel'e gitmiş ve Cebrail'i ona sormuş, o da aynı şeyleri söylemişti. Daha sonra: "Haber
nedir?" diye sormuş ve kendisine söylediği sözleri gizlemesi için Varaka'ya yemin
verdirmişti. Varaka yemin ettikten sonra Hatice ona şöyle demişti: "Abdullah'ın oğlu, bana
birşeyler anlattı.doğru sözlüdür. Allah*a yemin ederim ki yalan söylemez ve kendisi de
yalanlanmaz. Hira'da Cebrail'in kendisine indiğim ve bu ümmetin peygamberi olduğunu
kendisine haber verdiğini, getirdiği bazı ayetleri de ona okuttuğunu söyledi." Varaka, bu
sözler karşısında korkup şöyle dedi: "Cebrail'in ayakları yeryüzüne değmişse, mutlaka
insanlar için hayır getirmiştir. O, ancak bir peygambere iner. O, nebi ve mürsellerin arkadaşıdır
ki, Allah, onu onlara gönderir. Senin onun hakkında da söylediklerini tasdik
ediyorum. Yalnız kendisine bazı şeyler söylemek, sözlerini dinlemek ve kendisiyle sohbet
edebilmek için Abdullah'ın oğlunu (Muhammed s.a.v.) bana gönder. Korkarım ki ona gelen,
Cebrail'den başkasıdır. Çünkü bazı şeytanlar, bir kısım insanları ifsad edip saptırmak için
Cebrail suretine girip ona benzerler. Gayeleri akıl sahibi kimseleri, deli ve mecnun
etmektir."
Hatice, Varaka'mn yamndan kalkıp Rasûlullah'ın yamna gitti. Va-raka'nm söylediklerini ona
bildirdi. Hatice, Cenâb-ı Allah'ın, kocasına hayırdan başka birşey yapmayacağına
güveniyordu. Yüce Allah şu ayeti indirdi:
"Nun; kaleme ve onunla yazılanlara andolsun ki, ey Muhammed! Sen Rabbinin nimetine
uğramış bir kimsesin, deli değilsin:" (el-Kalem, 1-2.)
Rasûlullah (s.a.v.) Hatice'ye: "Hayır, vallahi o, Cebrail'di." dedi. Hatice de: "Varaka'ya
gitmeni ve bunları bizzat ona anlatmam isterim. Belki Allah, onu doğru yola iletir." dedi.
Rasûlullah (s.a.v.), Varaka'mn yanma gitti. Varaka, ona dedi ki: "Sana gelen bu şeyler,
aydınlıkta mı yoksa karanlıkta mı geldi?" Rasûlullah (s.a.v.), Cebrail'in evsafını ona bildirdi.
Onun müşahede ettiği azametini ve kendisine vahyettiği şeyleri de anlattı. Varaka dedi ki:
"Şahadet ederim ki o, Cebrail'dir. Ve sana vahyettiği şeyler de Allah'ın kelamıdır. Kavmine
tebliğ edeceğin birşeyleri, sana emretmiştir. O, peygamberlik emridir. Eğer senin zamanına
ulaşırsam sana tâbi olurum. Allah'ın sana verdiği müjde ile ey Abdülmuttaîib'in oğlu, sen de
müjdelen." Varaka'mn bu konuşması ve Rasûlullah'ı tasdik edişi çevrede yayıldı. Bu da
onun kavminin önde gelen adamlarının ağrına gitti. Bir ara vahiy kesintiye uğradı. Dediler
ki: "Eğer Muhammed'e gelen şey, Allah katından olsaydı, devam ederdi. Ama Allah, ona
kızdı." Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, Duhâ ve inşirah sûrelerini inzal buyurdu.
Beyhakî, Hz. Hatice'nin, Rasûlullah (s,a.v.)'m Allah tarafından gördüğü peygamberlik
ikramı hususundaki açıklamalanyle ilgili olarak, Hz, Peygamber'e şöyle dediğini rivayet
eder: "Ey Amca oğlu! Sana gelmekte olan bu arkadaşın, yine yanma geldiğinde bana haber
verebilir misin?" Peygamber; "Evet" deyince Hatice: "Öyleyse sana geldiğinde bana haber
ver." dedi.
Bir müddet sonra Cebrail, Hz. Peygamberin yanma gelir. Rasûlullah, onu görünce şöyle
demişti:
- Ey Hatice! îşte bu Cebrail.
- Şu anda onu görüyor musun? -Evet.
- Öyleyse sağ yanıma otur. (Peygamber dönüp Hatice'nin sağ yanına oturdu) ve Hatice
sordu:
- Onu, şu anda görebiliyor musun? -Evet.
- Öyleyse dönde gel kucağımda otur. ( Hz. Peygamber dönüp, Hatice'nin kucağına oturdu)
Hatice sordu:
- Onu, şu anda görebiliyor musun?
- Evet. (Hatice başım açü. Başörtüsünü kaldırdı. Hz. Peygamber de onun kucağında
oturmakta idi.) Hatice dedi ki:
- Şu anda onu, .görebiliyor musun?
- Hayır.
- Öyleyse bu şeytan değil, melektir. Ey amca oğlu, sen sebat et. Sana
müjdeler olsun.
Böyle dedikten sonra Hatice, Hz. Peygamber'e iman etti. Cebrail'in ona getirdiği şeylerin
hak olduğuna şahadet etti.
İbn îshak dedi ki: Abdullah b. Hasan, bu hadisi anlatıp şöyle dedi: Anam Fatıma binti
Hüseyin bu hadisi, Hatice'den naklediyordu. Ancak onun şöyle dediğini işittim:
"Peygamber, Hatice'yi kendi vücudu ile zırhı arasına koydu. O esnada Cebrail yanından
ayrılıp gitti.
Beyhakî: Hatice, dinini ve imanını sağlama almak amacıyla durumu tesbit etmek için böyle
yapmıştı, der. Hz. Peygamber'e gelince o, Cebrail'in kendisine söylediği sözleri ve
gösterdiği ayetleri kesin bir imanla kabul etmiş idi. Ağaçların ve taşların kendisine selam
vermeleri de, bu ayet ve işaretlerdendi.
Müslim, "Sahih" adlı eserinde Cabir b. Semure'den rivayet ederek, Rasûlullah (s.a.v.)'m
şöyle buyurduğunu nakleder:
"Mekke'de Öyle bir taş biliyorum ki, ben, peygamber olmadan Önce yanından geçtiğimde
bana selam verirdi. Ve ben, şimdi de o taşı tanıyo-. rum."
Ebu Davud et-Teyalisî, Cabir b. Semure'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
"Mekke'de bir taş vardır. O taş, bana peygamberlik verildiği gecelerde selam verirdi. Şimdi
de yanından geçerken o taşı tanımaktayım."
Beyhakî, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Rasûlullah'la beraber Mekke'de idik.
Mekke'nin bazı taraflarına çıkıp dolaştı.Karşılaş-tığı her ağaç ve dağ kendisine mutlaka:
"Esselamü aleyke ya Resûlal-lah. "diyordu.
Bir başka rivayette de şöyle denmektedir: "Onunla beraber her bir vadiye girdiğimizde
Önünden geçtiği her taş ve ağaç mutlaka ona: "Esse-lamu aleyküm ya Rasülallah," diyordu.
Ben de bu sözleri işitiyordum." [3]
Fasıl
Buharî, daha önceki rivayetinde şöyle demektedir: Vahiy kesintiye uğradı. Öyle ki
Peygamber (s.a.v.) hüzünlendi. Defalarca dağ tepesine çıktı ve kendini oradan uçuruma
atmak istedi. Dağın tepesine her çıktığında, kendini aşağıya atmak isteyince Cebrail, ona
görünüyor ve: ırYa Muhammedi Şüphesiz sen, Allah'ın gerçek Rasûlüsün." diyor, böylece
ızdırabı dinip, kalbine sükûnet geliyordu. Sonra da dönüp evine gidiyordu.
Vahiy kesintisi uzayınca, yine öyle yapmak istedi. Dağın tepesine çıktığında Cebrail, yine
ona göründü ve aynı şeyleri söyledi.
Buharî ve Müslim'in sahihlerinde Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediği rivayet edilir: Rasûlullah
(s.a.v.)'m vahiy kesintisinden bahsederken şöyle dediğini işittim:
"Bir ara yürümekte iken gökten bir ses duydum. Gözümü kaldırıp semaya baktım. Bir de ne
göreyim! Hira'dabana gelen melek gökler arasında kurulu bir kürsü üzerinde
oturmuş.Korkudan diz üstü çöktüm. Nihayet yere düştüm. Sonra aileme dönüp: "Beni örtün,
beni örtün." dedim. Cenâb-ı Allah da şu ayetleri inzal buyurdu:
"Ey örtüye bürünen Muhammedi Kalk ve uyar. Rabbini yücelt. Giydiklerini temiz tut. Kötü
şeyleri terke devam et." (ei-MMdessir, 1-5.) Hz. Peygamber buyurdu ki: "Sonra vahiy
başladı ve peşpeşe geldi."
Bu ayetler, vahiy kesintisinden sonra inen ilk ayetlerdir. Yoksa peygamberliğin
başlangıcında nazil olan ilk ayetler bunlar değildir. Onlar nakledeceğimiz şu ayetlerdir:
"Yaratan Rabbinin adıyla oku..."
Nazil olan ilk ayetlerin, Müddessir sûresinin başındaki ayetler olduğu, Cabir tarafından
söylenmiştir. Fakat doğru olan şu ki, onun bu sözlerini, vahiy kesintisinden sonra inen ilk
ayetler şeklinde anlamak gerekir. Çünkü onun bu rivayetindeki ifadelerin başında da,
Cebrail'in
ona ikinci kez gelişinden söz edilir. Sonra yine bu rivayette,".....vahyin
kesintisinden söz ederken...." ibaresi kullanılmaktadır ki bu da, daha önce vahyin geldiğine
bir delil teşkil etmektedir. Doğrusunu Allah bilir.
Buharî ve Müslim'in sahihlerinde de Yahya b. Ebi Kesir'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Ebu Seleme b. Abdurrahman'a: "Kur'ân'ın nazil olan ilk ayetleri hangisidir?" diye
sorduğumda bana cevaben: dir, dedi. Ben de dedim ki: ne oluyor?" Dedi ki: Ben, Cabir b.
Abdullah'tan: "Kur'ân'm nazil olan ilk ayetleri hangisidir?" diye sorduğumda bana: dir, dedi.
Ben de: ya ne oluyor? diye sorunca bana, Hz. Peygamber'in şu sözünü cevap olarak nakletti:
"Ben, Hira mağarasında bir ay süreyle uzlete çekilip ibadet ettim. İbadetimi tamamlayınca
dağdan indim. Vadinin ortasından geçmekte iken bana bir ses geldi. Önüme, arkama,
sağıma, soluma baktım. Birşey göremedim. Sonra göğe baktım ki o, havada Arş üzerindedir.
Beni bir sarsıntı tuttu. Hatice'nin yanma gittim. Beni Örtmelerim emrettim. Allahda
sûresinin başından başlayarak kısmına kadar olan ayetleri inzal buyurdu."
Bir başka rivayette de şöyle denmektedir:
"Birde baktım ki, Hira'da bana gelen melek, göklerle yer arasındaki bir kürsü üzerinde
oturmaktadır. Ben de ondan korktum ve sarsıntıya uğradım." Bu hadisten de açıkça
anlaşılıyor ki Cebrail, Hz. Peygamber'e daha önce gelip Allah katından vahiy getirmiştir.
Doğrusunu Allah bilir.
Bazılarının ileri sürdüğüne göre vahiy kesintisinden sonra Hz. Peygamber'e nazil olan ilk
sûre, Duhâ süresidir. Bunu, Muhammed b. îshak söylemiştir.
Bazı kurralar dediler ki: Bu sebeple Rasûlullah (s.a.v.), sevinç duymuş ve sûrenin başında
tekbir getirmiştir.
Bu, pek mümkün olmayan bir ihtimaldir. Daha önce Buharî ve Müslim'in rivayetlerinde
geçen ifadeler, bunu çürütmektedir. Onlar demişlerdi ki, vahiy kesintisinden sonra inen ilk
Kur'an ayetleri, Müddessir sûresinin başındaki ayetlerdir. Ancak Duhâ sûresi ise, bir kaç
gecelik başka bir vahiy kesintisinden sonra inmiştir.
Nitekim Buharî ve Müslim'in sahihleri ile diğer hadis kitaplarında da Esved b. Kays'm,
Cündüp b. Abdullah el-Becelî'den naklettiği hadisinde şöyle denmektedir: "Rasûlullah
(s.a.v.), biraz rahatsızlandı. Bu yüzden bir, iki veya üç gece teheccüd namazı kılamadı.
Kadının biri: "Herhalde şeytanın seni terk etti." dedi. Bunun üzerine yüce Allah, Duhâ
sûresini inzal buyurdu."
Bu emirle, insanlara tebligata başlanıldı. Önceki emirle, sadece peygamberlik gelmişti.
Bazıları dediler ki: Vahiy kesintisinin süresi, iki veya iki buçuk seneye yakın idi. Kuvvetli
rivayet odur ki -doğrusunu Allah bilir- Şa^bî ve diğerlerinin dedikleri gibi bu süre zarnnda
Mikail, Peygamber (s.a.v.)'e gelip gitmişti. Bu da Cebrail'in ona ilk olarak: 'Yaratan
Rabbinin adıyla oku...." ayetlerini vahiy olarak getirmiş olmasını bildiren rivayetlerle ters
düşmemektedir.
"Ey örtüye bürünen, kalk ve uyar. Rabbini de tekbir et. Elbiselerini temiz tut. Kötü
şeylerden de sakın." ayetlerinin nüzulundan sonra Cebrail, Hz. Peygamber'e gelip gitmeye
başlamıştı.
Bundan sonra vahiy gelmeye başlamış ve gerektikçe gelmeye devam etmişti. Rasûluîlah
(s.a.v.) da o zamandan sonra risalet görevini ifa etmeye başlamıştı. Büyük bir gayretle
yakın-uzak, hür-köle, herkesi Allah'a davet etmişti. O zaman asaletli, mutlu ve akıllı
kimseler, ona iman etmiş; zorba ve inatçı kimseler, ona muhalefet edip isyan etmekte devam
etmişlerdi. Onu ilk olarak tasdik eden hür erkek, Ebu Bekir es-Sıddık idi. Onu tasdik eden
ilk çocuk, Ebu Talib oğlu Ali idi. Onu tasdik eden ilk kadın, eşi Hüveylid kızı Hatice idi.
Onu tasdik eden ilk köle, azatlısı Zeyd b. Harise el-Kelbî idi. Allah onlardan razı olsun.
Onları hoşnud kılsın. Vahiy de aradığını bulan,Varaka b. Nevfel'in iman etmiş olduğunu
daha Önce belirtmiştik. O, fetret döneminde vefat etmişti. Allah ondan razı olsun. [4]
Fasıl
Bu bahis, Kur'ân nazil olduğunda cinlerle azılı şeytanları vahiy hırsızlığı yapmak ve ona
kulak vermekten menetmek ile ilgilidir. Çünkü vahiy hırsızlığı yapanlar, çaldıkları şeyleri
dostlarının diline bırakıyor, böylece işleri karıştırıyor, hak ile batıl birbirinden ayırd
edilemez oluyordu.
Cenâb-ı Allah, lütuf ve rahmetinin gereği olarak, bu cinlerle azılı şeytanları semadan
menetti. Nitekim bu durumu haber verirken şöyle buyurmuştur:
"Doğrusu biz göğü yokladık; onu sert bekçiler ve kayan ateşlerle doldurulmuş bulduk.
Doğrusu biz, göğün dinleyebileceğimiz bir yerinde otururduk; ama şimdi Mm dinleyecek
olsa, kendisini gözleyen bir ateş buluyor. Yeryüzünde olanlara kötülük mü murad edildi,
yahut Rableri onlara bir iyilik mi dilemiştir, doğrusu biz bilemeyiz." (ei-cinn, 8-10.)
Bir başka ayette de şöyle buyrulmaktadır:
"Kur'ân'ı şeytanlar indirmemiş tir. Bu, onlara düşmez ve zaten güçleri de yetmez. Doğrusu
onlar vahyi dinlemekten uzak tutulmuşlardır." (eş-Şuarâ, 210-212.)
Hafiz Ebu Nuaym, îbn Âbbas'm şöyle dediğini rivayet eder: "Cinler daha önceleri semaya
çıkıp vahyi dinlerlerdi. Bir kelimeyi ezberlediklerinde, kendileri de ona dokuz kelime
eklerlerdi. O kelime doğru idi, ama ekledikleri batıldı. Hz. Peygamber (s.a.v.)'e risalet
verildiğinde onlar, göklerdeki dinleme yerlerine oturmaktan menedildiler. Bunu, Iblis'e
anlattılar. Daha önce yıldız korları, onlara atılmazdı, tblis, onlara dedi ki, bu, yeryüzünde
meydana gelecek bir olay yüzünden böyle olmaktadır. Bu sebeple menolunmaktasımz.
tblis, askerlerini gönderdi. Askerler, Hz. Peygamber'in iki dağ arasında namaz kılmakta
olduğunu gördüler. Tekrar Iblis'in yanına gelip durumu bildirdiler. O da dedi ki: Yeryüzünde
meydana gelen hadise işte
budur.
Ebu A'vane, Said b. Cübeyr tarikiyle îbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder:" Rasûluîlah
(s.a.v.), ashabıyla birlikte Ukaz panayırına doğru gitti. O esnada şeytanlar, gökten haber
almaktan men edilmiş ve onlara ateş korları atılmıştı. Bu yüzden şeytanlar kendi
kavimlerine dönerek şöyle demişlerdi: size ne olmuş? Onlarda demişlerdi ki: Göklerden
haber almaktan men' olunduk. Bize ateş korları atıldı. Şeytanlarda şöyle demişlerdi; Bu yeni
hadiseden ötürü böyle olmuştur. Artık yerin doğularına ve batılarına doğru gidin. Yakalanan
şeytanların (cinlerin) bir kısmı Tihame taraflarına gitmişlerdi. O esnada Hz. Peygamber de
Ukaz panayırına doğru giden bir hurmalıkta ashabıyla birlikte sabah namazını kılmakta idi.
Cinler okuduğu Kur'ân'ı dinlediklerinde: "îşte gökten haber almamıza engel olan şey budur."
demiş ve kavimlerine dönerek şöyle konuşmuşlardı: Ey kavmimiz! "Doğrusu bizi, hayrete
düşüren bir Kur'ân dinledik. O, doğru yola iletiyor, biz de ona iman ettik ve Rabbimi-ze hiç
birşeyi şirk koşmayacağız."
Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, Hz. Peygamber (s.a.v.)'e şunu vahyetti:
"Deki: Bana vahyolundu ki; cinlerden bir topluluk onu dinlemiş ve; doğrusu biz, hayrete
düşüren bir Kur'ân dinledik, demişlerdir."
Buharı ve Müslim, bunu sahihlerinde rivayet etmişlerdir.
Ebu Bekir b. Ebi Şeybe, Said b. Cübeyr tarikiyle îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder:
Cinlerin her kabilesi için, haber almak maksadıyla gökte oturma yerleri vardı. Vahiy nazil
olduğunda melekler Safa tepesi üzerine bırakılan demir sesi gibi bir ses işitirlerdi. Melekler,
bu sesi duyunca secdeye kapanır ve vahyin nüzulü tamamlanıncaya kadar başlarını
kaldırmazlardı. Vahiy nazil olduğunda birbirlerine: "Rabbimiz ne buyurdu?" diye sorarlardı.
Eğer bu vahiy, gökte olan şeylerle ilgili ise: "Bu haktır. O, yüce ve büyük olandır." derlerdi.
Eğer vahiy, yeryüzünü ilgilendiren gayb, ölüm yahut yerde olacak bir meseleyle ilgili ise
bunu söylerler ve şöyle şöyle olacak derlerdi. Şeytanlar da meleklerin bu konuşmalarına
kulak verir, sonra bunları dostlarına bildirirlerdi.
Muhammed (s.a.v.), risaletle görevlendirildiğinde o cinlere yıldız korları atıldı, semadan
kovuldular. Bunu ilk anlayan Sakif oldu. O kişi, davar sahibi olup davarlarına gider ve her
gün bir koyun keserdi. Develeri de vardı. Hergün bir deve keserdi. însanlar mallarına koşup
gittiler, nırbınenne dediler ki: "Böyle yapmayın. Yıldızlarla yollarınızı bulunsunuz. Bu
hadiseden ötürü böyle olmuştur." Baktılar ki yönlerini tesbit etmeye yarayan yıldızlar,
oldukları gibi duruyor, hiçbiri kaybolmamış. Bunun üzerine eski âdetlerine göre hareket
etmekten vazgeçtiler. Cenâb-ı Allah da cinleri Hz. Peygamber'e gönderdi. Kur'ân'ı
dinlediler.
Orada ikende birbirlerine; susun da Kur'ân'ı dinleyin, dediler. Şeytan-lar da İblis'in yanına
gittiler. Ona haber verdiler. O da: "Meydana gelecek bir hadiseden ötürü böyle olmuştur.
Her yerden bana birazcık toprak getirin." dedi. Ona, Tihame toprağını getirdiklerinde: "îşte
bu hadise, orada meydana gelmiştir." dedi.
Beyhakî ve Hakim, bu rivayeti Hammad b. Seleme yoluyla, Ata b. Saib'den nakletmiştir.
Vakidî, Üsame b. Zeyd b. Eşlem tarikiyle Ka^b'ın şöyle dediğini rivayet eder: "İsa
peygamberin göğe kaldırılmasından, Peygamber (s.a.v.)'m risaletle görevlendirilişine kadar
gökten herhangi bir yıldız koru atılmadı. Kureyşliler, daha önce görmedikleri birşeyi
gördüklerinden davarlarını damgalayıp adamaya başladılar. Kölelerini azad ettiler. Artık
dünyanın sonunun geldiğini zannettiler. Taiflilerin de böyle yaptıklarını Öğrendiler.
Sakifliler de onlar gibi yapmaya başladılar. SakifLilerin yaptıklarım, Abdi Yaleyl b. Amr
duyunca: "Gördüğüm bu şeyleri niçin yaptınız?" diye sordu. Onlar da:"Yıldızlara baktık,
onların semadan düştüklerini gördük." dediler. Abdi Yaleyl'se onlara şöyle dedi: "Gittikten
sonra mah geri getirmek, çok zordur. Acele etmeyin, biraz bekleyin. Eğer kayan yıldızlar
bilinen yıldızlar ise bu, insanların yok olmasının işaretidir. Eğer kayan yoldızlar,bilinmeyen
yıldızlar ise bu, meydana gelen bir hadiseden ötürüdür." Baktılar ki kayan yıldızlar,
bilinmeyen yıldızlardır. Bunu, kendisine haber verdiklerinde Abdi Yaleyl şöyle dedi: "Bu iş
için biraz beklemek gerekir. Bu da Peygamber'in zuhuru esnasında belli olacaktır."
Çok geçmeden Ebu Süfyan b. Harp,mallarının idaresi için yanlarına geldi.Abdi Yaleyl'e
uğradı, yıldızların durumunu ona anlattıklarında Ebu Süfyan şöyle dedi: Abdullah oğlu
Muhammed ortaya çıktı. Allah katından gönderilen bir peygamber olduğunu iddia ediyor.
Abdi Yaleyl dedi ki: îşte bu esnada cinlere ve şeytanlara yıldız korları atılmıştır.
Said b. Mansur, Halid b. Husayn tarikiyle Amir eş-Şa'bî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Hz.
Peygamber risaletle görevlendirilinceye kadar yıldızlar, şeytanlara ve cinlere atılmazdı.
Bunlar atıldıkları zaman insanlar,davarlarım damgalayıp adak olarak salıverir, kölelerini
azat ederlerdi. Abdi Yaleyl dedi M: Bekleyin hele, eğer gökten atılan yıldızlar bilinen
yıldızlar ise bu, insanların yok olması demektir. Eğer atılan yıldızlar bilinmeyen yıldızlar ise
bu, meydana gelecek bir hadise sebebiyledir.
Baktılar ki, atılan yıldızlar, bilinmeyen yıldızlardır. Bunun üzerine davarlarını damgalayıp
adak olarak salıvermekten vazgeçtiler. Çok geçmeden Hz. Peygamber'in zuhur ettiğine dair
haber kendilerine ulaştı.
Beyhakî ile Hakim, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet ettiler: "İsa peygamberle
Muhammed (s.a.v.) arasındaki fetret döneminde dünya seması bekçilerle muhafaza altına
alınmazdı."
Belki de yıldızların ateş koru olarak atılmasını reddedenlerin maksadı, Hz. Peygamber'in
zuhuruna kadar göklerin bekçilerle sıkı bir kontrol altında tutulmuş olmadığını beyan
etmektir. Bunu, bu şekilde yorumlamak gerekir. Zira hadiste sabittir ki, İbn Abbas şöyle
demiştir: "Bir ara Rasûlullah (s.a.v.) aramızda oturmakta iken gökten bir yıldız kaydı, etrân
aydınlattı. Rasûlullah: 'Yıldızlar kaydığında ne dersiniz?" dediğinde: "Büyük bir adam öldü
veya büyük bir adam doğdu, deriz."dedik.
Peygamber buyurdu ki: "Hayır ama....." diye başlayan ve semanın
yaratılışı, semadaki yıldızların meydana getirilişiyle ilgili olarak Be-du'1-Halk bölümünün
başında naklettiğimiz hadisin tamamım okudu. Hamd, Allah'a mahsustur.
İbn İshak, "es-Sîre" adlı eserinde yıldızların şeytanlara ve cinlere atılması hadisesini
anlatmış olup Sakiflilerin liderinin de yıldızlara bakıp ona göre hareket etmeleriyle ilgili
olarak bazı şeyler söylediğini ve durumun, tanınan yıldızlarla tanınmayan yıldızlara göre
değişeceğini bildirdiğini ifade etmiştir. Ancak İbn İshak, Sakif kabilesinin liderinin Amr
b.Ümeyye olduğunu söylemiştir. (Halbuki Önceki sayfalarda Abdi Yaleyl adında birinin
Sakiflilerin lideri olduğu söylenmişti.) Doğrusunu Allah bilir.
Süddî dedi ki: Göklerin bekçilerle muhafaza edilmesi ancak yeryüzünde bir peygamber veya
Allah'ın apaçık bir dininin bulunduğu zamanlarda olur. Hz. Peygamber'in bisetinden önceki
zamanlarda, şeytanlarla cinler, semada olan şeyleri dinlemek için dünya semasından
oturulacak bazı yerler edinmişlerdi. Cenâb-ı Allah, Hz. Peygamber'! risaletle
görevlendirdiğinde, bir gece cinlerle şeytanlar gökten taşlanarak kovuldular. Bu sebeple Taif
halkı paniğe kapılıp şöyle dedi: "Sema halkı helak oldu." Çünkü onlar semada şiddetli bir
ateş görmüş, yıldızların peşpeşe ateş koru olarak atıldıklarını müşahede etmişlerdi. Bunun
üzerine kölelerini azat etmeye, davarlarını da damgalayıp adak olarak salı vermeye
başlamışlardı. Abdi Yaleyl b. Amr b. Ümeyr, onlara şöyle uyarıda bulundu: "Yazıklar olsun
size ey Taif halkı! Malınızı elinizde tutun. Yıldızların işaretlerine bakın. Eğer onları,
yerlerinde sabit görürseniz sema halkı helak olmamış demektir .Bu, ancak İbn Ebi Kebşe
(yani Muhammed) dolayısıyladır. Eğer yıldızları yerlerinde duruyor görmezseniz, bu
demektir ki, sema halkı helak olmuştur." Baktılar ki yıldızlar, yerlerinde duruyor. Bu defa
mallarına ilişmekten vazgeçtiler. O gece şeytanlar da korkuya kapılıp îblis'in yanına gittiler.
İblis, onlara: Her yerden bana bir avuç toprak getirin." dedi. Onların getirdiği toprakları
kokladıktan sonra: "Adamınız Mekke'dedir." dedi. Bunun üzerine Nusaybin (Nasibin?)
cinlerinden yedi kişiyi heyet olarak yola çıkardı. Bunlar, Mekke'ye Rasûlullah'm yanına
geldiler. Onu, Mescid-i Haram'da buldular. Kur'ân okuyordu. Kur'ân'ı dinleyebilmek için
ona yaklaştılar. Neredeyse göğüsleri, Rasûlullah'a değecekti. Kur'ân'ı dinledikten sonra
Müslüman oldular. Onların durumları hakkında Cenâb-ı Allah, peygamberine vahiy indirdi.
Vakidî, Ata b. Yesar tarikiyle Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah
(s.a.v.), peygamberlikle görevlendirildiğinde putların tamamı yüz üstü düştü. Şeytanlar,
İblis'e gidip dediler ki: Yeryüzündeki bütün putlar yüz üstü yere düştü.
O da dedi ki: Bu, gönderilen bir peygamber yüzündendir. Onu kırsal kesimlerde arayın.
Aradılar, bulamadık, dediler.İblis, ben onu tanırım ve bulurum, dedi. Aramaya çıktı,
kendisine: "Onu, Mekke'de ara." dendi. Mekke'de aradı. Onu, Mekke'nin Karnü's-Sealib
semtinde buldu. Diğer şeytanların yanma dönüp şöyle dedi: Ben, onu Cebrail'le birlikte
buldum. Buna karşı yapabileceğiniz birşey var mıdır?
Dediler ki: Onun ashabının gözüne şehvetleri, süslü ve sevimli gösteririz.
İblis: Öyleyse artık tasalanmam, dedi.
Vakidî, Talha b. Amr tarikiyle Abdullah b. Amr'm şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah
(s.a.v.), peygamberlikle görevlendirildiği zaman şeytanlar, semadan menolundular ve
arkadan kendilerine ateş koru atıldı. İblis'in yanına gelip durumu ona anlattılar. O da şöyle
dedi: Bu, meydana gelen bir hadiseden dolayıdır. İşte İsrail oğullarının çıkış yeri olan Arz-ı
Mukaddes'te, size karşı bir peygamber çıkmıştır!
Şeytanlar (ve cinler), Şam'a gittiler. Daha sonra tekrar îblis'in yanına dönüp: "Orada kimse
yok." dediler. İblis: "Öyleyse ben onu tanır ve bulurum." dedi. Rasûlullah (s.a.v.)'ı arayıp
bulmak için Mekke'ye gittiğinde onu Cebrail'le birlikte Hıra mağarasından inerken gördü.
Arkadaşlarına dönüp: "Ahmed, peygamber olarak gönderildi. Yanında Cebrail de vardı.
Buna karşı yapabilecek birşeyiniz var mı?" diye sordu. Onlar da: "Dünyayı, insanlara
sevdiririz." dediler. Buna karşılık İblis: "Öyleyse tamamdır." dedi.
Vakidî, Talha b. Amr tarikiyle İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder: Daha önceleri
şeytanlar (ve cinler), vahye kulak verip dinlerlerdi. Peygamber (s.a.v.), risaletle
görevlendirildiğinde, artık onların vahye kulak vermelerine engel olundu. Bunu, îblis'e gidip
şikayet ettiler. O da: "Bu, meydana gelen yeni bir hadise yüzündendir." dedi. Ebu Kubeys
dağının tepesine çıktı. Bu, yeryüzüne konulan ilk dağdır. Dağın tepesine çıkınca Rasûlullah
(s.a.v.)'m Makam-ı İbrahim'in arkasında namaz kılmakta olduğunu gördü. "Gidip şunun
boynunu kırayım." dedi. Kendine güvenerek oraya vardı. Hz. Peygamber'in yanında Cebrail
de vardı. Cebrail, ona bir yumruk atıp uzaklaştırdı İblis de arkasını dönüp kaçtı. [5]
Hz. Peygamber'e Vahyin Geliş Şeklî
Cebrail'in, bir ve ikinci kez Hz, Peygamber'e ne şekilde geldiği, daha
Önce anlatılmıştı.
Malik, Hişam b. Urve vasıtasıyla Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Haris b. Hişam,
Rasûlullah (s.a.v.)'a sordu:
- Ya Rasûlallah! Sana vahiy ne şekilde gelir?
- Bazen çan sesini andıracak şekilde gelir. Bana en zor gelen de budur. Bu hal benden zail
olunca, bana vahyedilen şeyleri ve söylenenleri anlarını. Bazen de melek, bir adam şekline
bürünerek yanıma gelir, benimle konuşur, ben de onun söylediklerini anlarım."
Hz. Aişe dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.)'a çok soğuk günde vahyin indiğini, kendisinden vahiy
haleti kaldırılıncaya kadar alnından ter damlacıklarının belirdiğini gördüm."
Buharı ile Müslim, bunu Malikin hadisinden nakletmişlerdir.
İfk hadisinde Hz. Aişe şöyle demiştir: "Allah'a andolsun ki Rasûlullah (s.a.v.), evden ne
ayrıldı, ne de dışarı çıktı. Nihayet kendisine vahiy nazil oldu. Vahyin şiddet ve ağırlığından,
soğuk kış gününde bile kendisinden inci gibi ter taneleri dökülürdü."
İmam Ahmed b. Hanbel, Abdürrezzak vasıtasıyla Hz. Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder:"
Rasûlullah (s.a.v.)'a vahiy nazil olduğunda yüzünün etraânda arı vızıltısı gibi bir ses
duyulurdu."
Sahih-i Müslim ve diğer hadis kitaplarında da Ubade b. Samit'in şöyle dediği rivayet edilir:"
Rasûlullah (s.a.v.)'a vahiy nazil olduğunda sıkıntıya düşer, yüzü asılırdı. (Başka bir rivayette
ise, gözlerini yumardı, denmektedir.) Ona vahiy geldiğini, bu durumdan anlardık."
Buharî ve Müslim'in sahihlerinde Zeyd b. Sabit'in rivayet ettiği bir hadiste de şöyle
denmektedir: "Mü'minlerden oturanlar ile Allah yolunda malları ve canları ile cihad edenler
bir değildir." (en-Nisâ,95.) ayeti nazil olurken ibn Ümmü Mektum, gözlerinin
görmezliğinden şikayetçi oldu. Bunun üzerine: "Özür sahiplerinden başka" cümlesi nazil
oldu. Benimle Rasûlullah (s.a.v.)'m baldırı yanyana idî. Ben de bu durumda vahiy ka-tibliği
yapıyordum. Nazil olan vahyi yazıyordum. Vahiy kendisine nazil olduğunda baldın
baldırıma çarpmaya başladı."
Sahih-i Müslim'de Ya'lâ b. Ümeyye'nin şöyle dediği rivayet edilir: Ömer bana dedi ki;
"Kendisine vahiy nazil olurken Rasûlullah'a bakmak istermisin?" Ci'rane mevkiinde Hz.
Peygamber'e vahiy nazil olmakta iken Hz. Ömer, onun yüzündeki örtüyü kaldırdı. Baktım ki
yüzü kızarmış vaziyette. Genç devenin çıkardığı ses gibi bir ses çıkarmakta,'1Buharî ve
Müslim'in sahihlerinde Hz. Aişe'den rivayet edilen bir hadiste ise şöyle denmektedir:
Örtünme ayeti nazil olduğunda (Hz. Pey-gamber'in zevcesi) Şevde, geceleyin tuvalete
gitmek üzere evden dışarı çıkmıştı. Hz. Ömer de: Ey Şevde, seni tanıdık, demişti. Şevde,
Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma dönüp bu meseleyi kendisine sormuştu. Rasûlullah da oturmuş,
akşam yemeğini yiyor, elinde de bir kemik parçası vardı. Allah ona vahiy indirdi. Elindeki
kemik parçası da hala duruyordu. Sonra başını kaldırıp şöyle dedi:
"Def-i hacette bulunmak için dışarı çıkmanıza izin verilmiştir."
Bu da gösteriyor ki inen vahiy, Hz. Peygamber'in hislerini tamamen kaybettirmiyordu.
Çünkü o, kendisine vahiy nazil olurken oturmakta ve elindeki kemik parçası da yere
düşmemekte idi.
Ebu Davud et-Teyalisî,İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: "Rasûlullah'a vahiy nazil
olduğunda yüzü ve bedeni asılır, ashabı ile alakasını keser, onlardan hiçbiri kendisiyle
konuşamazdı."
Ahmed b. Hanbel'in "Müsned"inde, Abdullah b. Amr'ın şöyle dediği rivayet edilir: Dedim
ki: "Ya Rasûlallah! Sen vahyi hisseder misin?
Buyurdu ki:
"Evet, çan seslerini duyarım. (Böyle dedikten sonra birazcık durakladı. Sonra sözüne devam
etti:) Vahyin bana her inişinde ruhumun kab-zedildiğini (alındığını) zannederim."
Ebu Ya'lâ el-Mavsilî, İbrahim b. el-Haccac tarikiyle îlyan b. Asım'm şöyle dediğini rivayet
eder: Biz, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanında iken kendisine vahiy nazil olurdu. Vahiy nazil
olurken de, Aziz ve Celil olan Allah katından kendisine gelen hükümleri görmesi için
gözleri ve basireti açık kalmakta devam ederdi. Bu hükümleri işitmek için de kalbi ve kulakları
dinlemeye hazır halde bulunurdu.
Ebu Nuaym, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğim rivayet eder: "Rasûlullah (s.a.v.)'a vahiy nazil
olduğunda başı ağrırai. Bu yüzden başına kına sürerdi." Gerçekten bu, garip ve tuhaf bir
hadistir.
İmam Ahmed b. Hanbel, Esma binti Yezid'in şöyle dediğini rivayet eder: "Kendisine el-
Mâide sûresinin tamamı nazil olduğu zaman ben Rasûlullah (s.a.v.)'m devesi Adba'nm
yularını tutmakta idim. Vahiy sebebiyle devenin üzerindeki yük o kadar ağırlaşmıştı ki,
neredeyse ayakları kırılacaktı."
İmam Ahmed b. Hanbel, Hasan tarikiyle Abdullah b. Amr'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"el-Mâide süresi kendisine naz.il olduğu zaman Rasûlullah (s.a.v.) devesine binmiş vaziyette
idi. Deve onu taşıya-rmyacak duruma geldi. Bu yüzden Rasûlullah (s.a.v.), deveden indi."
îbn Merdeveyh, Sabah b. Sehl vasıtasıyla Ümmü Amr'ın şöyle bir rivayette bulunduğunu
nakletmiştir: Amcam, Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte bir yolculukta idi. Yolculuk esnasında
el-Mâide sûresi nazil oldu.
Rasûlullah deve üzerinde bulunduğu için, bu yükün ağırlığından devenin boynu kırıldı."
Bu hadiste bu yönü ile gariptir.
Buharî ve Müslim'in hadislerinde sabittir ki, Hudeybiye dönüşünde binek üzerinde iken
Rasûlullah (s.a.v.)'a el-Fetih sûresi nazil olmuştur. Vahiy, duruma göre değişik şekil ve
durumda gelirdi. Doğrusunu Allah bilir. [6]
Fasıl
Yüce Allah buyurdu ki:
"Ey Muhammed! Cebrail sana Kur'ân okurken, unutmamak için acele edip onunla beraber
söyleme, yalnız dinle. Doğrusu o vahyolunanı kalbine yerleştirmek ve onu sana okutturmak
Bize düşer. Biz onu Cebrail'e okuttuğumuz zaman, onun okumasını dinle. Sonra onu sana
açıklamak Bize düşer." (ei-Kıyâme, ıe-18.)
"Kur'ân sana vahyedilirken, vahiy bitmezden önce, unutmamak için tekrar da acele edip
durma. Rabbiml İlmimi artır, de." (Ta-Hâ,ıi4.)
Bu, başlangıçta böyle idi. Hz. Peygamber (s.a.v.), melekten aldığı vahyi hıfzetmek ve
melekle birlikte okumak için böyle yapardı. Yüce Allah, onun, kendisine nazil olan vahyi
dinlemesini, vahyin bitimini beklemesini emretti. Vahyi onun kalbinde toplamayı,
okunuşunu ve tebliğini kolaylaştırmayı, açıklamasını, tefsirini ve izahatını yapmayı ve
vahiyden kastedilen manaya^ kendisini vâkıf kılacağını tekeffül etti. Bu sebeple şöyle
buyurdu:
"Kur'ân sana vahy edilirken, vahiy bitmezden önce unutmamak için, tekrar da acele edip
durma. Rabbim! İlmimi artır, de."
"Kur'ân okurken, unutmamak için acele edip onunla beraber söyleme, yalnız dinle. Doğrusu
o vahyolunanı kalbine yerleştirmek ve onu sana okutturmak Bize düşer. Biz onu Cebrail'e
okuttuğumuz zaman onun okumasını dinle. Sonra onu sana açıklamak Bize düşer." Bu, "ve:
Rabbim! İlmimi arttır, de." cümlesinin karşılığıdır.
Buharî ve Müslim'in sahihlerinde, îbn Abbas'm şöyle dediği rivayet edilir: Rasûlullah
(s.a.v.), vahyin nüzulünden ötürü çok sıkıntı çeker ve zorlanırdı. Vahiy nazil olurken
dudaklarını hareket ettirirdi. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, şu ayeti inzal buyurdu: "Onu
acele (kavrayıp ezber) etmen için dilini onunla beraber oynatma. Şüphesiz onu toplamak
(kalbinde bir araya getirmek ve sana) okutmak bize aittir. Öyleyse biz, onu okuduğumuz
vakit sen, onun okunuşunu dinle (kulak ver ve dinle). Sonra şüphesiz onu açıklamak da bize
aittir."
Ravi dedi ki: Bundan sonra Cebrail geldiğinde Hz. Peygamber başını Önüne eğerdi. Onun
gidişinden sonra -Allah'ın kendisine vaat ettiği şekilde vahyi okurdu. [7]
Fasıl
îbn îshak, bundan sonra vahyin, Hz. Peygamber'e peşpeşe geldiğini söyler. O, Allah
katından kendisine gelen vahyi tasdik eder, büyük bir kabulle karşılar, kullar bundan hoşnud
olsalar da olmasalar da sorumluluğunu yüklenirdi. Peygamberliğin ağır yükleri vardır.
Sorumluluğu olan bir görevdir. Bu yük ve görevi, ancak güç ve azim sahibi peygamberler
üstlenirler. İnsanlardan gördükleri ezalara ve Allah katından getirilen hükümlere karşı
yapılan protestolara, Allah'ın yardım ve tevfiki ile karşı koyarlar.
Rasûlullah (s.a.v.) da kavminden gördüğü muhalefet ve eziyetlere karşı, Allah'ın emrine
uygun bir şekilde yoluna devam etti.
îbn îshak, Hatice binti Hüveylid'in, Hz. Peygamber'e iman ettiğini söyler. Allah katından ona
gelen emirleri tasdik etti. Davet işinde ona destek verip yardımcısı oldu. Allah'a ve Resulüne
ilk iman eden ve Allah katından gelen hükümleri ilk tasdik eden, o oldu. Böylelikle Cenâb-ı
Allah, Rasûlünün yükünü hafifletti. Rasûlullah, gördüğü protestolara, yalanlamalara ve
duyupta hoşlanmadığı şeylere karşı Hatice'nin yardımı ile teselli bulurdu. Rasûlullah (s.a.v.),
kavminden gördüğü eziyetlerden sonra evine döndüğünde, Hatice onu teselli eder, yükünü
hafifletir, onu tasdik eder, insanların yaptıklarına aldırış etmemesini tavsiye ederdi-Allah
ondan razı olsun, onu da hoşnud kılsın.
îbn îshak, Hişam b. Urve vasıtasıyla Abdullah b. Cafer'den, Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle
buyurduğunu rivayet eder:
"Cennet'e kendisi için incilerden yapılma, içinde gürültü ve yorgunluk bulunmayan bir ev
inşa edildiğim, Hatice'ye müjdelemekle emrolundum."
Bu hadis, Buharı ve Müslim'in sahihlerinde nakledilmiştir.
îbn îshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Cenâb-ı Allah'ın kendisine ve kullara gizlice bahşetmiş
olduğu ve sahiplerini tatmin edecek derecedeki nimetlerin tümünü anlatmaya başladı.
Musa b. Ukbe, Zührî'den rivayet ederek şöyle dedi: Hatice, Allah'a iman edip rasûlünü
tasdik edenlerin ilki oldu. Bu da isra gecesinde beş vakit namazın farz kılınmasından önce
olmuştu. Namazın aslına gelince bu, Hatice'nin hayatında iken vacip olmuştu. Nitekim bunu
ileride
açıklayacağız.
îbn îshak dedi ki: Hatice, Allah'a ve rasûlüne iman edip Allah katından getirilen hükümleri
tasdik edenlerin ilki oldu.
Cebrail -namaz kendisine farz kılındığı zaman- Rasûlullah'a geldi. Vadinin bir kenarına
topuğuyla vurduğunda Zemzem suyundan bir pınar
nşkırdı. Cebrail ve Rasûlullah, birlikte o su ile abdest aldılar. Sonra ikişer rekat ve
dörder secde ile namaz kıldılar. Rasûlullah daha sonra gözü aydınlanmış, gönlü sükûn
bulmuş ve Allah katından kendisine, hoşuna gidecek şeyler gelmiş olarak eve döndü.
Hatice'nin elinden tutup o pınarın yanına getirdi. O da Cebrail gibi abdest alıp iki rekat ve
dört secde ile namaz kıldı. Sonra Rasûlullah ile Hatice, gizlice namaz kıldılar. Cebrail'in
kıldırmış olduğu bu namaz, Ka'be yanında Hz. Peygamber'e kıldırmış olduğu iki namazdan
ayrı bir namazdır. Orada Cebrail, başı ve sonu dahil olmak üzere beş vakit namazın
vakitlerini Rasûlullah'a açıklamıştı. Bu da, isra gecesinde namazın farz kılınmasından sonra
olmuş bir olaydır. Bunun tafsilatı inşaallah ileride gelecektir. Güvencimiz ve dayanağımız
Allah'tır. [8]
İslâm'a İlk Gîren Kimseler
îbn îshak dedi ki: Ebu Talib oğlu Ali, bundan bir gün sonra yanlarına geldiğinde Rasûlullah
ile Hatice'nin namaz kılmakta olduklarını gördü. Ve: "Ya Muhammed, bu nedir?" diye
sordu. Rasûlullah da şu cebabı verdi "Bu Allah'ın kendi nefsi için seçtiği ve peygamberlerim
de bununla gönderdiği dinidir. Seni, bir ve ortağı olmayan Allaha O'na ibadet etmeye, Lat ve
Uzza'yı inkar ve terketmeye davet ediyorum."
Ali dedi ki: "Bu, bugüne kadar duymadığım birşeydir. Babam Ebu Talib ile görüşüp
konuşmadan bu hususta bir karar veremem." Resûlul-lah (s.a.v.)'da, durumu tamamıyla
açığa çıkmadan Önce sırrının ifşa edilmesinden çekindi ve: "Ey Ali! Eğer Müslüman
olmazsan bari bu sum gizle." dedi. Ali, o gece bekledi. Sonra Cenâb-ı Allah, onun kalbine
İslâm'ı bıraktı.
Ertesi sabah Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma gelerek: "Ya Muhammed, sen bana neyi teklif
etmiştin?" diye sordu. Rasûlullah da şöyle cevap verdi: "Allah'tan başka ilah olmadığına,
onun bir ve ortaksız olduğuna şahadet edecek, Lat ve Uzza'yı terkedecek, şeriklerden de
uzak duracaksın." Ali, böyle yapıp Müslüman oldu. Ebu Talibin korkusundan İslâmiyet'ini
gizleyerek Hz. Peygamber'in yanma geldi. Bir süre böyle devam etti. Sonra Zeyd b. Harise
Müslüman oldu. Bir ay kadar zaman geçtikten sonra Ali, yine bu halini devam ettirmekte
idi. Cenâb-ı Allah'ın kendisine lütuf ve ihsanı dolayısıyla Ali, İslâm'dan önce Rasûlullah
(s.a.v.)'ın yanında yaşamıştı.
îbn îshak, Mücahidin şöyle dediğini rivayet eder: Cenâb-ı Allah'ın, Ali'ye lütuf ve ihsanı
şöyle olmuştur: Kureyş'in şiddetli bir kıtlığa maruz kaldığı ve Ebu Talib'in de çoluk
çocuğunun çok, geçiminin kıt olduğu bir zamanda Rasûlullah (s.a.v.), Haşim oğullarının en
varlıklısı olan amcası Abbas'a şöyle demişti:
"Ey Abbas! kardeşin Ebu Talib'in çoluk çocuğu kalabalıktır. Gördüğün gibi insanlar, kıtlığa
maruz kalmışlardır. Gel, Ebu Talib'in yanına gidelim ve çoluk çocuğunun kalabalıklarını
biraz azaltalım (çocuklarının bir kısmını yanımıza alıp bakımını üstlenelim)."
Rasûlullah (s.a.v.), amcası Ebu Talib'in çocuklarından Ali'yi yanına aldı. Bisete kadar Hz.
Ali, onun yanında kaldı. O da, Rasûlullah'a iman etti ve peygamberliğini tasdik etti.
Yunus b.Bükeyr, Eş'as b. Kays'm kardeşi Afifin, annesine şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Ben, ticaretle uğraşan bir adamdım. Hac mevsiminde Mina'ya geldim. Abdütmuttalib oğlu
Abbas da tüccar bir adamdı. Yanına varıp kendisinden birşeyler satın aldım. Ben de ona
birşeyler sattım. Bir ara biz orada durmakta iken, çadırdan bir adamın çıkıp Kabe'ye
yönelerek namaz kıldığını gördük. Sonra bir kadın gelip aynı istikamette namaza durdu.
Daha sonra bir çocuk gelip yanlarında namaz kılmaya başladt.Ben: "Ey Abbas, bu din
nedir? Bu dinin ne olduğunu bilmiyoruz." dedim.
Abbas dedi ki: "Bu, Abdullah oğlu Muhammed'dir. Allah tarafından peygamber olarak
gönderildiğini, kisra ile kayserin hazinelerinin kendisine açılacağım iddia ediyor. Bu-da
zevcesi Hüveylid kızı Hatice'dir ki, ona iman etmiştir. Diğeri de amcası oğlu Ali b. Ebi
Talib'tir ki, o da kendisine iman etmiştir."
Afif dedi ki: "Keşke o gün, ben de ona iman edip ikinci mü'min olsaydım!"
İbrahim b. Sa'd da bir rivayetinde şöyle demiştir:
"Yakınlardaki bir çadırdan bir adam çıktı, semaya baktı. Güneşin tepeden yana meylettiğini
görünce namaza durdu." Böyle dedikten sonra Hatice'nin de gelip Rasûlullah'm arkasında
namaza durduğunu söylemiştir.
İbn Cerir, Muhammed b. Ubeyd el-Muharib vasıtasıyla Yahya b. Afifin şöyle dediğini
rivayet eder: "Cahiliye zamanında Mekke'ye geldim. Abbas b. Abdülmuttalib'e misafir
oldum. Güneş doğduğunda ve semaya yükseldiğinde Ka'be'ye bakıyordum. O esnada bir
genç geldi. Gözlerini semaya dikti, sonra Ka'be'ye yöneldi. Ka'be'ye yönelik olarak namaz
kıldı. Çok geçmeden bir delikanlı gelip onun sağında namaza durdu. Az bir süre sonra bir
kadın geldi. Bu ikisinin arkasında namaza durdu. Genç rükûa vardı. Delikanlı ile kadın da
rükûa vardılar. Genç rükûdan kalktı, delikanlı ile kadın da rükûdan kalktılar. Genç secdeye
kapandı, onlar da secdeye kapandılar. Dedim ki:
- Ey Abbas, bu, büyük bir iş!
- Evet, büyük bir iş.. Bunun kim olduğunu biliyor musun? diye sordu. Ben de:
- Hayır, dedim.
- Bu, Abdülmuttalib oğlu, kardeşim Abdullah'ın oğlu Muhammed'dir. Şu delikanlının kim
olduğunu biliyor musun?
- Hayır.
- Bu da, Ebu Talib oğlu Ali'dir.
Şu arkalarında namaza durmuş olan kadının, kim olduğunu biliyor musun?
- Hayır.
- Bu da kardeşim oğlunun zevcesi, Hatice binti Hüveylid'dir. Bu, hana Rabbimin, göklerin
ve yerin Rabbi olduğunu anlattı. Kendilerine bu namazı O emretmiştir. Allah'a andolsun ki
yer üzerinde bu üç kişiden başkasının bu din üzerinde bulunduğunu bilmiyorum."
İbn Cerir, îbn Hümeyd vasıtasıyla Muhammed b. Münkedir, Rehia b. Ebi Abdirrahman ve
Ebu Hazim el-Kelbî'nin şöyle dediklerini rivayet eder: "İlk Müslüman olan Ali'dir."
Kelbî, Hz. Ali'nin, dokuz yaşında iken Müslüman olduğunu-söyler.
îbn Hümeyd, Seleme'den, İbn îshak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'a
iman eden ve onu tasdik eden ilk erkek, Ebu Talib oğlu Ali'dir. O, on yaşında iken
Müslüman olmuştu. İslâm'dan önce de Rasûlullah'm yanında büyümekteydi.
Vakidî, Mücahid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ali, on yaşında iken Müslüman olmuştur.
Vakidî dedi ki: Ashabnmz, Rasûlullah'm bisetinden bir sene sonra Hz. Ali'nin Müslüman
olduğu görüşü üzerinde icma etmişlerdir.
Muhammed b. Ka'b dedi ki: Bu ümmetin ilk Müslüman olan kişisi, Hatice'dir. Erkeklerden
Müslüman olan ilk iki kişi, Ebu Bekir ile Ali'dir. Ali, Ebu Bekir'den önce Müslüman
olmuştur. Babasından korktuğu için imanını gizlerdi.Öyleki babasıyla karşılaştığında
babası^ ona: "Müslüman oldun mu?" diye sormuş, o da: "Evet" cevabını vermiş, bunun
üzerine babası, ona şu öğüdü vermişti: "Amcan oğluna destek ol ve ona yardım et."
Müslüman olduğunu açıklayan ilk şahıs, Ebu Bekir es-Sıddık olmuştur.
îbn Cerir, tarihinde İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: "İlk namaz kılan kişi Ali'dir."
Abdülhamid b. Yahya, Cabir'in şöyle dediğini rivayet eder: "Peygamber (s.a.v.), pazartesi
günü risaletle görevlendirildi. Salı günü de namaz kıldı."
Amr b. Mürre, Ensâr'dan bir adam olan Ebu Hamza'nın şöyle dediğini rivayet eder: "Zeydb.
Erkanı'm şöyle dediğini işittim: Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte ilk Müslüman olan kişi, Ebu
Talib oğlu Ali'dir."
Bu rivayet, Nehaî'ye hatırlatılınca, o bunu inkar etmiş ve şöyle demiş: "İlk Müslüman olan,
Ebu Bekir'dir."
Ubeydullah b. Musa, Abbad b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet eder: Ali'nin şöyle
dediğini işittim: "Ben, Allah'ın kuluyum. Rasûlünün kardeşiyim. En büyük tasdikçi benim.
Benden, başka birşey söyleyen, yalancı ve iftiracıdır. Ben, insanlardan yedi yıl önce namaz
kıldım."
Bu hadis, her haliyle münkerdir. Hz. Ali, böyle birşey söylememiştir. Onun, insanlardan
yedi yıl önce namaz kılmış olması nasıl mümkün olur? Bu, asla tasavvur edilemiyecek
birşeydir. Doğrusunu Allah bilir.
Diğerleri dediler ki: Bu ümmetten Müslüman olan ilk şahıs, Ebu Bekir es-Sıddık'tır.
Bütün bu kavilleri, şöyle uzlaştırmak mümkündür: Kadınlardan ilk Müslüman olan, Hz.
Haticedir. ifadelerin zahirinden de bu anlaşılmaktadır. O, aynı zamanda erkeklerden önce de
Müslüman olmuştur.
Kölelerden ilk Müslüman olan, Zeyd b. Harise'dir.
Çocuklardan ilk Müslüman olan, Ebu Talib oğlu Ali'dir. O zamanlar çocuk idi. Meşhur
rivayete göre buluğa ermemişti. Bunlar, Müslüman olurlarken Hz. Peygamberin aile
efradından idiler.
Hür erkeklerden ilk Müslüman olan da Ebu Bekir es-Sıddık olmuştur. Onun İslâm'a girişi,
Önce İslâm'a girmiş olan diğer şahıslarınkine nisbetle daha yararlı olmuştur. Çünkü o,
Kureyş'te kıymet gören bir reis, büyük bir şahıs, mal sahibi, zengin ve İslâm'a davet eden bir
kimse idi. Allah'a ve Rasûlüne itaat uğruna malını sarfederek sevilen bir kimse
olmuştur.Bununla ilgili açıklamalar ileride gelecektir.
Yunus, İbn İshak'm şöyle dediğini rivayet eder: Ebu Bekir es-Sıddık, Rasûlullah'la
karşılaştığında ona şöyle sordu: "Ya Muhammed, tanrılarımızı bıraktığın, bizi akılsızlıkla
itham ettiğin, atalarımızı tekfir ettiğin hususunda Kureyşlilerin söyledikleri gerçek midir?"
Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Evet, şüphesiz ki ben, Allah'ın Rasûlü ve elçisiyim. Ey Ebu
Bekir! Seni bir ve ortaksız Allah'a, O'ndan başkasına ibadet etmemeye, sadece O'na itaate
devam etmeye çağırıyorum."
Rasûlullah (s.a.v.), böyle dedikten sonra ona, Kur'ân'ı okudu. O da ikrar ve inkar etmedi.
Müslüman oldu. Putları terketti. Şerikleri reddetti. İslâm'ın hak din olduğunu ikrar etti. O
andan sonra Ebu Bekir iman etmiş, hakkı doğrulamış bir mü'min olarak evine döndü.
İbn îshak, Muhammed b. Abdurrahman b. Abdullah b. Husayn et-Temimî'den rivayet etti ki,
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Her kimi İslâm'a davet ettiysem, mutlaka biraz düşünüp tereddüt etti. Ancak Ebu Bekir,
kendisine İslâmiyet'i anlattığım zaman ne bekledi ne de tereddüt etti."
İbn İshak'm sözlerinde geçen "ikrar ve inkar etmedi" sözü, münker bir sözdür. Çünkü İbn
îshak ve diğerlerinin anlattıklarına göre Hz. Ebu Bekir, bisetten önce de peygamberin
arkadaşıydı. Onun doğruluk, emanet, güzel karakter, yüce ahlak sahibi olduğunu bilirmiş. Ki
bu vasıfları da, onun insanlara karşı yalan söylemesine engeldi. İnsanlara karşı yalan
söylemesi imkansız olan bir kimse, Allah'a karşı nasıl yalan söyler? Bunun içindir ki
Peygamber (s.a.v.), kendisine İslâmiyet'i anlatınca Ebu Bekir tereddüt geçirmeden,
beklemeden Müslüman oldu. Hakkı tasdik etti.
Ebu Bekir'in İslâm'a giriş keyfiyetini, fazilet ve şemailini müstakil olarak onun sîreti
hakkında yazdığımız bir kitapta anlatmışızdır. Aynı şekilde Hz. Ömer'in de sîretini
yazmışızdır. Peygamber (s.a.v.)'in, o iki şahsiyet hakkında buyurduğu sözler, onlar hakkında
nakledilen eser, ahkam ve fetvalar da o kitaplarda yer almıştır. Bu iki kitap, üç cild teşkil
etmiştir. Hamd ve minnet, Allah'a mahsustur.
Sahih-i Buharî'de Ebu Derda'dan rivayet olunduğuna göre Ebu Bekir ile Ömer arasındaki
tartışma üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allah, beni size gönderdi, siz yalan
söyledin, dediniz. Ebu Bekir ise; doğru söyledi, dedi. Canı ve malı ile bana iyilikte bulundu.
Arkadaşımı artık bana bırakmayacak mısınız?" Bu sözü, iki kez tekrarladı. Bundan sonra
artık Ebu Bekir'e eziyet edilmedi. Bu söz, Ebu Bekir'in ilk Müslüman olduğu hakkında bir
nass gibidir.
Tinnizî ile îbn Hibban, Ebu Said'in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Ebu Bekir es-Sıddık
dedi ki: "İnsanlar içinde ona en layık olan ben değil miyim, ilk Müslüman olan ben değil
miyim, falan şeyin sahibi ben değil miyim?"
îbn Asakir, Behlûl b. Ubeyd vasıtasıyla Haris'in şöyle dediğini rivayet eder: İşittim ki Ali
şöyle diyor: "Erkeklerden ilk Müslüman olan Ebu Bekir es-Sıddık'tır. Erkeklerden,
peygamber (s.a.v.)'le birlikte ilk namaz kılan da Ebu Talib oğlu Ali'dir.".
Şu'be, Zeyd b. Erkam'm şöyle dediğini rivayet eder: "Peygamber (s.a.v.)'le birlikte ilk namaz
kılan, Ebu Bekir es-Sıddık'tır."
Daha önce îbn Cerir'in bu hadisi, Şu'be kanalı ile Zeyd b. Erkam'dan rivayet ettiğini
söylemiştik. O rivayete göre Zeyd şöyle demiştir: "İlk Müslüman olan, Ebu Talib oğlu
Ali'dir."
Arar b. Mürre dedi ki: "Ben bunu İbrahim en-Nehaî'ye anlattığımda o bunu inkar edip şöyle
dedi: "İlk Müslüman olan, Ebu Bekir es-Sıddık (r.a.)'tır."
Vakidî, seleften bir cemaatın şöyle dediğini rivayet eder: "İlk Müslüman olan, Ebu Bekir es-
Sıddıktır."
Yakub b. Süfyan, Ebu Bekir el-Humeydî tarikiyle Malik b. Miğvel'in bir adamdan rivayet
ederek şöyle dediğini nakletmiştir: îbn Abbas'a: ilk iman eden kimdir?" diye sorulduğunda o
şu cevabı vermiştir: Ebu Bekir es-Sıddıktır. Hassanın şu şiirini duymadın mı?
"Güvenilir kardeşimi anıp coşmak istersen.
Kardeşin Ebu Bekir'i yaptığı işlerle an.
O ki yaratıkların en hayırlısı, en vefalısı, en adilidir.
Peygamberden sonra, yükünü yüklenmeye en layık olanda odur.
Pergamberlerden sonra gelen ve şehid düştüğü yer övülen
İnsanlardan, peygamberin ilk tasdikçisi olan odur.
Allah'ın emrine hamdederek yaşadı.
İslâm'dan önce ve sonra arkadaşı olan rasûlün emrine de uydu."
Ebu Bekir b. Ebi Şeybe, Amir'in şöyle dediğim rivayet etti: İbn Ab-bas'a: 'İnsanların ilk
Müslüman olanı kimdir?" diye sordum (veya soruldu.) O da dedi ki: "Hassan b. Sabit'in
sözlerini duymadın mı?" diye cevap verdi ve Hassanın yukarıda geçen şiirini okudu.
Ebu Kasım el-Beğavî, Yusuf b. Macişu'nun şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Aralarında
Muhammed b. Münkedir, Rebia b. Ebi Abdirrah-man, Salih b. Keysan ve Osman b.
Muhammedin de bulunduğu üstad ve şeyhlerimize ulaştım. Bunlar, insan içinde İslâm'a ilk
giren kişinin Ebu Bekir es-Sıddık (r.a.) olduğu hususunda şüphe etmezlerdi."
Ben de derim ki: İbrahim en-Nehaî, Muhammed b. Ka'b, Muhammed b. Şirin ve Sa'd b.
İbrahim de böyle demişlerdir. Bu görüşün ehl-i sünnetin cumhuruna ait olduğu meşhurdur.
İbn AsaMr, Sa'd b. Ebi Vakkas ile Muhammed b. Hanefiyye'nin şöyle dediklerini rivayet
etmiştir: "Ebu Bekir es-Sıddîk, insanların ilk İslâm'a gireni değildir. Ancak İslâmiyet
bakımından en üstün olanlarıdır." Sa'd demiş ki: "Ebu Bekir'den önce beş kişi İslâm'a
girmişti."
Sahih-i Buharî'den Hemmam b. Haris'in Ammar b. Yasir'den şöyle bir rivayeti vardır:
Ammar dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.)'ı gördüğümde beraberinde sadece beş köle, iki kadın ve
Ebu Bekir vardı."
İmam Ahmed b. Hanbel, îbn Mesud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İslâmiyet'im ilk
açıklayan yedi kişidir: Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir, Ammar, Ammar'm annesi Sümeyye,
Süheyb, Bilal ve Mikdad."
Cenâb-ı Allah, Rasûlullah (s.a.v.)'ı, amcası, vasıtasıyla himaye etmiştir. Ebu Bekir'i ise
kavmi vasıtasıyla himaye etmiştir. Diğerlerine geline, müşrikler onları yakalamış, onlara
demir zırhlar giydirerek güneş sıcağı altmda âdeta eritircesine eziyet etmişlerdir. Güneş
sıcağı altında eziyet görenlerin hepsi, müşriklerin isteklerine muvafakat etmişlerdir. Ancak
Bilal, Allah yolunda kendi nefsini hiçe saymış, kavmini önemsememişti. Bu sebeple onu
yakalayıp çocuklara teslim etmişler, çocuklar da onu Mekke sokaklarında dolaştırmışlardı.
O,dolaşırken de bir bir, diyordu."
İbn Cerir'in rivayetine gelince o şöyle demiştir:
İbn Hümeyd, Muhammed b. Sa'd b. Ebi Vakkas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Babama
dedim ki: "Sizin İslâm'a ilk gireniniz Ebu Bekir miydi?" Hayır, dedi. Ondan önce beşten
fazla adam İslâm'a girmişti. Ama o, bizim aramızda İslâmiyet bakımından en üstün olan
kimse idi." Bu sened ve metin bakımından münker bir hadistir.
İbn Cerir, diğerlerinin şöyle dediklerini söylemiştir: "İlk Müslüman olan, Zeyd b.
Harise'dir." Daha sonra Vakidî yolu ile İbn Ebu ZiİD'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Kadınlardan ilk Müslüman olan kimdir?" diye Zühri'ye bir soru yönelttim, O da ilk
Müslüman olan kadının Hatice olduğunu söyledi. Erkeklerden ilk Müslüman olanın kim
olduğunu sorduğumda; Zeydb. Harice olduğunu söyledi.
Urve ve Süleyman b. Yesar ile başka bir kaç kişi de böyle demişlerdir: Erkeklerden ilk
Müslüman olan kişi, Zeyd b. Harise'dir.
Allah kendisinden razı olsun Ebu Hanife, bu kavilleri uzlaştırarak şu sonuca varmıştır: Hür
erkeklerden ilk Müslüman olan Ebu Bekir'dir. Kadınlardan Hatice'dir. Kölelerden Zeyd b.
Harise'dir. Çocuklardan da Ebu Talib oğlu Alidir. Allah bunların tamamından razı olsun.
Muhammed b. îshak dedi ki: Ebu Bekir Müslüman olupta İslâmiyet'ini açığa vurduğunda,
insanları Aziz ve Celil olan Allah'a imana davet etti. O, kavmi tararından sevilen,
müsamahakar ve ülfet edilen bir kimse idi. Kureyşliler arasında nesebi yüksek, onların iyi
ve kötü yanlarını bilen bilgin bir kimse idi. Güzel ahlaklı ve iyiliği olan tüccar bir adamdı.
Bilgili, ticaretten anlayan, hoş sohbet bir kimse olduğundan birçok işler için kavminden bazı
kimseler, onun yanına gelir ve onunla ülfet ederlerdi. Yanma gelen, meclisine katılan, sırdaşı
olan ve kendisi-ninde güven duyduğu kavminden bazı kimseleri İslâm'a davet etmeye
başladı. Onun vasıtasıyla Zübeyr b. Avvam, Osman b. Affan, Talha b. Ubeydullah, Sa'd b.
Ebi Vakkas ve Abdurrahman b. Avf Müslüman olmuşlardır. Allah, hepsinden razı olsun.
Bunlar, Ebu Bekir'le birlikte Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gitmişler, o da kendilerine
İslâmiyet'i anlatıp Kur'ân okumuş, İslâmiyet hakkında onlara bazı haberler vermişti. Bunun
üzerine onlar da iman etmişlerdi. İslâm'a ilk giren bu sekiz kişi, namaz kılıp Rasûlullah
(s.a.v.)'ı tasdik etmiş ve Allah katından getirdiği hükümlere iman etmişlerdi.
Muhammed b. Ömer el-Vakidî,Talha b. Ubeydullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Busra pazarında hazır bulundum. Bir de baktım ki rahibin biri manastırından şöyle
sesleniyor: "Şu panayır halkına sorun bakalım: Aralarında Harem'den bir kimse var mıdır?"
"Evet, ben varım." dedim." Rahip: "Ahmed, ortaya çıktı mı?" diye sordu. Ben de: "Ahmed
kimdir?" diye sordum. Rahip dedi İd: "O, Abdul-muttalib oğlu Abdullah'ın oğludur. Bu ayda
ortaya çıkacaktır. O, son peygamberdir. Harem'den çıkacak, hurmalıklı, kara taşlıklı, çorak
bir beldeye hicret edecektir. Dikkat et. Ona iman eden ilk kişi, sen ol."
Rahibin bu sözleri, kalbime tesir etti. Aceleyle Busra'dan çıkıp Mekke'ye gittim.
Çevremdekilere: "Herhangi bir hadise oldu mu?" diye sordum. Onlar da dediler ki: "Evet,
Abdullah'ın oğlu el-emin olan Muham-med, peygamber olduğunu iddia etti. Ebu Kuhafe'nin
oğlu Ebu Bekir de ona tâbi oldu."
Talha ded iki: Oradan ayrılıp Ebu Bekir'in yanına gittim. "Sen şu adama tâbi oldun mu?"
diye sordum. O da dedi M: "Evet. Sen de ona git. Yarana var, ona tâbi ol. Çünkü o, hakka
davet ediyor."
Ayrıca Talha, rahibin söylediklerini de Ebu Bekir'e anlattı. Ebu Bekir, Talha'yı alıp
Rasûlullah'm yanma götürdü. Talha, orada Müslüman oldu ve rahibin söylediklerini de
kendisine anlattı. Rasûlullah (s.a.v.) da memnun oldu.
Ebu Bekir ile Talha Müslüman olunca, Nevfel b. Hüveylid b. Adeviy-ye onları yakaladı.
Nevfel'e, Kureyş aslanı denirdi. Bu ikisini, bir iple bağladı. Bunlara, Teym oğulları arka
çıkamadılar. Bu sebepledir ki Ebu Bekir ile Talha'ya iki arkadaş denmiştir. Peygamber
(s.a.v.) bu hadiseyi duyunca: "Allahım, bizi îbn Adeviyye'nin şerrinden koru." demiştir. Bu
hadiseyi, Beyhakî nakletmiştir.
Haûz Ebu'l-Hasan Heysem'e b. Süleyman el-Atrablusî, Ubeydullah b. Muhammed tarikiyle
Hz, Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ebu Bekir, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gitmek
üzere evden çıktı. Rasûlullah, cahiliye döneminde de onun arkadaşı idi. Yolda karşılaştılar.
Ebu Bekir ona dedi ki: "Ey Eba Kasım, kavminin meclislerinde görünmez oldun. Onların
babalarını ve analarını ayıpladığını söylüyor, seni bununla suçluyorlar."
Rasûlullah (s.a.v.),-Ebu Bekir'e dedi ki: "Şüphesiz ben, Allah'ın Rasûlüyüm. Seni Allah'a
imana devet ediyorum." Rasûlullah (s.a.v.), bu sözlerini tamamlayınca Ebu Bekir Müslüman
oldu. O da oradan koşarak gitti. Ebu Bekir'in, İslâm'a girişinden dolayı Ahşebeyn dağları
arasında Rasûlullah kadar sevinmiş plan bir kimse yoktu.Ebu Bekir de oradan geçip gitti.
Osman b. Afîan, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvam ve Sa'd b. Ebi Vakkas'a uğrayarak
İslâm'a davet etti. Onlar da Müslüman oldular. Ertesi sabah da Osman b. Maz'un, Ebu
Ubeyde b. Cerrah, Abdurrahman b.Avf, Ebu Seleme b. Abdilesed ve Erkam b. Ebil Erkam
gelip Müslüman oldular. Allah onlardan razı olsun.
Abdullah b, Muhammed, Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber (s.a.v.)'in
otuzsekiz kişiden ibaret olan ashabı toplandıklarında Ebu Bekir, ortaya çıkmak için
Rasûlullah'a ısrar etti. Rasûlullah: "Ey Ebu Bekir, doğrusu bizim sayımız azdır." dedi. Ebu
Bekir, ısrarlarını sürdürdü. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.) ortaya çıktı. Müslümanların her biri,
Mescid-i Haram'm bir tarafina kendi aşiretlerinin yanına gitti. Ebu Bekir de halk arasında
dikilip hitapta bulundu. Rasûlullah (s.a.v.) de orada oturmuştu. İnsanları, Allah'a ve
Rasûlüne davet eden ilk hatip, Ebu Bekir olmuştu. Bu sebeple müşrikler, ona ve diğer
Müslümanlara saldırmaya, Mescid-i Haram'm her tarafında onları şiddetle dövmeğe
başladılar. Ebu Bekir, ayaklar altına alındı, şiddetle dövüldü. Müşrik Utbe b. Rebia, ona
yaklaşarak dikişli ayakkabılarıyla vurmaya veyüzü-ne çarpmaya başladı. Ebu Bekir'in
karnının üzerine çıkarak vurmaya devam etmiş, öyleki yüzü ile burnu birbirinden ayırd
edilemez hale gelmişti. Nihayet Teym oğulları koşarak geldiler, müşrikleri Ebu Bekir'in
üzerinden uzaklaştırdılar, Ebu Bekir'i bir kumaşa sarıp evine götürdüler. Artık öleceğine
kesinlikle inanıyorlardı. Tekrar dönüp Mescid-i Ha-ram'a gelerek: "Allah'a andolsun ki, Ebu
Bekir Ölürse biz de mutlaka Utbe b. Rebia'yı öldürürüz." dediler. Tekrar Ebu Bekir'in yanma
döndüler. Babası Ebu Kuhafe ile Teym oğulları kendisinden cevap alıncaya kadar onu
konuşturmaya çalıştılar. Nihayet akşama doğru Ebu Bekir konuşmaya başladı ve:
"Rasûlullah ne yaptı?" diye sordu. Bunun üzerine onlar da kendisine dil uzatıp kınadılar,
daha sonra da kalkıp, giderken annesi Ümmü'l Hayr'a: "Bak hele, şuna birşeyler yedirmeye
veya içirmeye çalış." dediler. Annesi, Ebu Bekir ile başbaşa kaldığında, yemesi ve içmesi
için, ona ısrar etti. O ise: "Rasûlullah ne yaptı?" diye soruyordu. Annesi: "Vallahi, senin
arkadaşının durumunu bilmiyorum." dedi. Ebu Bekir: "Öyleyse Hattab kızı Ümmü Cemil'e
git de, Rasûlullah'ı ondan sor." dedi. Annesi, Ümmü Cemil'in yanma gidip: "Ebu Bekir,
Abdullah oğlu Muhammed'in durumunu senden soruyor." dedi. Ümmü Cemil dedi ki: "Ebu
Bekir'i de, Abdullah oğlu Muhammed'i de bilmiyorum. Ama istersen seninle birlikte oğlun
Ebu Bekir'in yanına gelirim." dedi. Annesi Ümmü'l Hayr da: "Olur." dedi. Beraberce kalkıp
Ebu Bekir'in yanma geldiler. Ümmü Cemil, onu ağır hasta ve baygın halde görünce yanma
yaklaştı ve çığlık attı. Sonra da: "Allah'a andolsun ki sana böyle yapanlar, fasık ve kafir
kimselerdir.Ümid ederim ki Allah, senin öcünü onlardan alacaktır!" dedi. Ebu Bekir:
"Rasûlullah ne yaptı?" diye sorunca Ummü Cemil: "İşte annen burada, söylediklerim
duyuyor." dedi. Ebu Bekir: "Ondan sana ne!" deyince Annesi: "Rasûlullah sağ, salim ve sıhhattedir."
dedi. Ebu Bekir: "O nerede?" diye sorunca. Annesi: "Erkam'm oğlunun evinde."
dedi.Ebu Bekir: "Allah hakkı için Rasûlullah'a gitmeden ne birşey yer, ne de birşey içerim."
dedi. İki kadın, çaresiz ortalığın sakinleşmesini beklediler. Ortalık sakinleşip sessizleşince
Ebu Bekir, ikisine yaslanarak evden çıktı. Onu, Rasûlullah'm yanma götürdüler. İçeriye
girince Rasûlullah (s.a.v.) ,Ebu Bekir'in üzerine kapandı, onu öpmeye başladı. Müslümanlar
da Ebu Bekir'in üzerine kapandılar. Rasûlullah (s.a.v.), ona çok acıdı. Ebu Bekir dedi ki:
"Babam anam sana feda olsun ya Rasûlallah, bende herhangi bir acı yok. Ancak o müşrik,
benim yüzüme biraz vurdu. İşte oğlu hakkında iyi olan annem de burada. Sen mübarek bir
insansın. Onu, Allah'a imana davet et. Onun için Allah'a dua et. Ümid ederim ki Allah, senin
vasıtanla onu ateşten kurtarır."
Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir'in annesi için dua etti. Onu, Allah'a imana davet etti. O da
Müslüman oldu.
Bunlar, Erkam'm evinde bir ay süre ile Rasûlullah'la birlikte kaldılar. Otuz dokuz erkek
idiler. Ebu Bekir'in dövüldüğü gün, Abdülmut-talib oğlu Hamza da Müslüman olmuştu.
Rasûlullah (s.a.v.), Hattab oğlu Ömer veya Hişam oğlu Ebu Cehil için Allah'a dua etmiş,
bunlardan birinin Müslüman olmalarını istemişti. Bu duayı çarşamba günü yapmış,
perşembe günü de Hattab oğlu Ömer Müslüman olmuştu. Erkam'm evinde bulunan
Rasûlullah (s.a.v.) ile ashabı, tekbir getirmişler, bu tekbir sesleri, Mekke'nin üst taraflarında
duyulmuştu. Erkam'm babası, kafir ve ama bir kimse olup evden dışarı çıkmış ve şöyle
demişti: "Allah'ım, oğlum Ubeyd el-Erkam'ı bağışla. O dinden çıktı" Hz. Ömer, ayağa
kalkıp şöyle demişti: "Ya Rasûlallah! Hak yolda olduğumuz halde dinimizi niye gizliyoruz?
Halbuki bâtıl yolda oldukları halde onlar dinlerini açığa vuruyorlar?" Rasûlullah (s.a.v.) ise
şu cevabı vermişti: "Ey Ömer, bizim sayımız azdır. Nelerle karşılaştığımızı sende gördün."
Bunun üzerine Ömer şöyle demişti: "Seni hak ile gönderen Allah'a andol-sun ki, kafir olarak
oturmuş olduğum her mecliste mutlaka imanımı açığa vuracağım!" Böyle dedikten sonra
Rasûlullah'm yanından ayrılmış, Ka'be'yi tavaf etmiş, sonra kendisini beklemekte olan
Kureyşlilerin meclisine uğramıştı. Hişam oğlu Ebu Cehil ona: "Senin dinden çıktığın iddia
ediliyor. Bu doğru mu?" diye sormuş, Hz. Ömer de şu karşılığı vermişti: "Allah'tan başka
ilah olmadığına, O'nun ortaksız olduğuna, Muhammed'in de O'nun kulu ve elçisi olduğuna
şahadet ederim." Böyle demesi üzerine müşrikler, ona saldırdılar. O da Utbe'nin üzerine
saldırdı. Yere yıkıp göğsü üzerine oturdu. Ona vurmaya başladı. Parmaklarını da gözlerine
soktu. Utbe çığlık atmaya başlayınca, çevresindeki insanlar uzaklaştılar. Ömer de ayağa
kalktı. Kendisine yaklaşanların en güçlülerini yakalayarak vurmaya başladı. Orada
bulunanlar, ona karşı aciz kaldılar. Ömer, daha önce katıldığı meclislerin hepsine giderek
iman ettiğini açıkladı. Tekrar Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına döndü. Müşriklerin hepsini
mağlup etmişti. Rasûlullah'a şöyle demişti: "Anam babam sana feda olsun ya Rasûlallah?
Allah'a andolsun ki daha önce kafir olarak oturduğum bütün meclislere uğrayıp korkusuzca
imanımı açığa vurdum." Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), bulunduğu evden dışarı çıktı.
Ömer ile Abdulmuttalib oğlu Hamza da önünde yürüyorlardı. Kabe'ye vardılar, Peygamber,
Ka'be'yi tavaf etti. Güven içinde öğle namazını kıldı. Sonra Ömer, yalnız başına oradan
ayrıldı. Rasûlullah (s.a.v.) da bilahare oradan ayrılıp gitti.
Sahih kavle göre Hz. Ömer, Muhacirlerin Habeş diyarına gitmelerinden sonra, yani bisetin
altıncı senesinde Müslüman olmuştur. Nitekim bu husus, yeri geldiğinde açıklanacaktır. Ebu
Bekir ve Ömer'in İslâm'a giriş keyfiyetlerini, bunlar hakkında müstakil olarak yazmış olduğumuz
siyer kitabında teferruatlı bir şekilde anlatmışızdır. Allah'a hamd olsun.
Sahih-i Müslim'de, Amr b. Abese es-Sülemî'nin şöyle dediği rivayet edilmektedir: Bisetinin
ilk zamanında Mekke'de iken, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına vardım. İlk zamanlar o, davetini
gizlemekte idi. Dedim
ki:
"- Sen kimsin?
- Ben, peygamberim.
- Peygamber nedir?
- Allah'ın elçisidir.
- Allah mı seni gönderdi? -Evet.
- Seni ne ile gönderdi?
- Ortağı olmayan bir Allah'a ibadet etmem, putları kırmam ve akrabalık bağlarım
kuvvetlendirmem ile gönderdi.
- Seni gönderdiği şey ne güzeldir! Bu hususta sana kim tâbi oldu?
- Hür ve köle. (Ebu Bekir ve Bilal.)"
Amr b. Abese es-Sülemî şöyle diyordu: "Ben, kendimi İslâm'ın dörtte biri olarak
görüyordum. Müslüman oldum ve "Seninle birlikte olayım mı ya Rasûlallah?" diye sordum.
O: "Hayır, kavmine git. Benim peygamber olarak ortaya çıktığımı sana haber verirlerse, o
zaman yanıma gel." dedi.
Peygamber (s.a.v. )'in bu rivayetteki "hür ve köle" kelimelerinin, birer cins ismi olduğu
söylenmiştir. Bu kelimelerin, Ebu Bekir ile Bilal için söylenmiş olduğu hususunda ihtilaf
vardır. Çünkü Amr b. Abe-se'den önce Müslüman olan bir topluluk vardı. Nitekim Zeyd b.
Harise, Bilal'den önce Müslüman olmuştu. Amr b. Abese'nin kendini islâm'ın dörtte biri
olarak bildirmesi, belki de onun ilmi açısındandır. Çünkü o zamanlar mü'minler,
İslâmiyet'lerini gizliyorlardı. Yabancılar, çöldeki bedeviler, hatta akrabalarının bir çoğu bile
onların imanlarından habersizdi. Doğrusunu Allah bilir.
Sahih-i Buharı'de Said b. Müseyyeb'in şöyle dediği rivayet edilir: Sa'd b. Ebi Vakkas'm
şöyle dediğini işittim: "Müslüman olduğum günde hiçbir kimse, Müslüman olmadı. Ben,
yedi gün bekledim. Ve ben, İslâm'ın üçte biri idim."
"Müslüman olduğum gün, hiçbir kimse Müslüman olmadık sözünü anlamak kolaydır. Ama
bunu "Müslüman olduğum güne kadar hiç kimse Müslüman olmamıştı." şeklinde anlamak
mümkün değildir. Çünkü bunu bu şekilde yorumlarsak, ondan önce herhangi bir kimsenin
İslâm'a girmediğini söylememiz gerekir. Oysa bilinmektedir ki, Ebu Bekir es-Sıddık, Ali,
Hatice, Zeyd b. Harise ondan önce Müslüman olmuşlardır. Nitekim bunların, ilk İslâm'a
giren kimseler olduğu hususunda aralarında İbn Esir'in de bulunduğu bir çok kimse icma
etmişlerdir, Ebu Hanife Hazretleri de bunlardan her birinin, kendi ebnayı cinsinden Önce
Müslüman olduklarını kesin olarak açıklamıştır. Doğrusunu Allah bilir.
Sa'd b. Ebi Vakkas'm: "Ben, yedi gün bekledim ve ben İslâm'ın üçte biri idim." sözü de
anlaşılması müşkül bir sözdür. Bunu ne şekilde yorumlamak gerektiğini bilemiyorum.
Ancak kendi ilmi bakımından böyle dediğini yorumlarsak, o zaman bu sözler anlaşılabilir.
Doğrusunu Allah bilir,
Ebu Davud et-Tayalisî, Hammad b. Seleme tarikiyle Abdullah İbn Mesud'un şöyle dediğini
rivayet eder: Ben yetişkin bir çocuk iken Mekke'de, Ukbe. b. Ebi Muayt'm koyunlarım
otlatırdım. Rasûlullah (s.a.v.) ile Ebu Bekir yanıma geldiler. Müşriklerden kaçmışlardı. Bana
dedi (veya dediler) ki; "Ey genç! Bize içireceğin sütün var mı? "Ben de: "Ben, güvenilir bir
kimseyim. Başkalarının sütünü size içirmem." dedim. "Henüz üzerine koç atlamamış bir
koyunun var mı?'1 diye sordu. Ben de, "Evet" dedim. Yanlarına getirdim. Ebu Bekir bağladı.
Rasûlullah (s.a.v.), hayvanın memelerinden tutup dua etti. Memelerini avuçladı. Ebu Bekir
de onu çukur bir kayanın yanma getirdi.Sütü oraya sağdı. Sonra hem kendisi, hem de Ebu
Bekir o sütten içtiler. Bana da içirdiler. Sonra Rasûlullah, memeye: "Çekil ve büzüş." dedi.
Memelerde çekilip eski hale döndüler. Bilahare Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına gidip: "O güzel
sözü, (Kur'ân'ı) bana öğret." dedim. Buyurdu ki: "Sen, Öğretilmiş bir gençsin." Ben de onun
mübarek ağzından yetmiş sûre alıp ezberledim. Bu hususta hiç kimse benimle tartışamaz."
Beyhakî, Muhammed b. Abdullah b. Amr b. Osman'ın şöyle dediğini rivayet eder: Halid b.
Said b. As'm İslâm'a girişi çok eskidir. Kardeşleri arasında İslâm'a ilk giren odur. İslâm'a
girişinin başlangıcı şöyle olmuştur: Rüyasında ateşten bir uçurumun kenarında durduğunu
görmüştü. O uçurumun aşağısındaki ateş çukurunun genişliğini, kendisi sonraları bize
anlatmıştır ki miktarını Allah bilir. Rüyada iken bir başkasının gelip kendisini o ateşe
atmaya çalıştığını, Rasûlullah (s.a.v.)'m da içine düşmemesi içinde onun göğüsünden
tuttuğunu görmüştü. Korku ile uykudan uyanmış ve: "Allah'a yemin ederim ki, bu gerçek bir
rüyadır." demişti. Ebu Kuhafe oğlu Ebu Bekir'e rastlayıp rüyasını ona anlatmış, o da: "Bu
rüya vasıtasıyla senin için hayır murad edilmiştir. İşte Rasûlullah.. Git ve ona tâbi ol. Sen
ona tâbi olup İslâm'a girecek ve Rasûlullah'la beraber olacaksın. İslâmiyet, o ateş çukuruna
düşmene engel olacaktır. Ama baban, o ateşe düşecektir." demişti. Halid b. Said, bundan
sonra Rasûlullah'm yanma gitmiş, Ecyad'da onunla karşılaşmış ve: 'Ta Rasûlallah, ya
Muhammed, sen neye davet ediyorsun?" diye sormuştu. Rasûlullah da ona şu cevabı
vermişti: "Seni bir ve ortaksız olan Allah'a imana, Muhammedin de onun kulu ve elçisi
olduğunu tasdik etmeye, işitmeyen, zarar vermeyen, görmeyen, fayda vermeyen, kendisine
ibadet edenle etmeyeni bilmeyen taşlara ibadet etmeye son vermeye davet ediyorum."
Halid demişti ki: "Allah'tan başka ilah olmadığına şahadet ederim. Senin de Allah'ın rasûlü
olduğuna şehadet ederim." Halid'in bu şehadeti üzerine Rasûlullah (s.a.v.), sevinmiş ve onun
İslâm'a girmesiyle memnun olmuştu.
Halid gizlendi. Oğlunun İslâm'a girdiğini öğrenen babası, onu yakalatıp yanma getirtti. Öyle
dövdü ki, elindeki değnek kırıldı. Oğluna: "Allah'a andolsun ki sana azık vermeyeceğim."
dedi. Halid de: "Sen bana azık vermesen de Allah, yaşayabileceğim kadar bana azık verir."
dedi. Daha sonra da Rasûlullah'ın yanına gitti. Rasûlullah, ona ikramda bulundu ve Halid'de
onunla beraber oldu. [9]
Peygamberin Amcası Hamza'nın Müslüman Oluşu
Yunus b. Bükeyr, Muhammed b. îshak'ın şöyle dediğini rivayet eder: Eşlem kabilesinden
hafızası sağlam bir adam bana dedi ki: Ebu Cehil Safa tepesinin yanında, Rasûlullah
(s.a.v.)'m karşısına çıkmış, ona eziyet edip küfretmeye başlamış ve dinini kötüleyerek
hoşuna gitmeyen hareketlerde bulunmuştu. Onun bu yaptıkları, Hamza'ya anlatıldığında o
doğruca Ebu Cehil'e gitmiş, yanma varınca yayını kaldırarak, görülmemiş bir şekilde,
kuvvetlice tepesine vurmuştu. Qrada Kureyş'in Mahzum oğulları kabilesinden bazı adamlar,
Hamza'ya karşı Ebu Cehil'e yardım etmek için ayağa kalkmışlar ve: "Ey Hazma, görüyoruz
ki sen de dinden çıkmışsın." demişlerdi.
Hz. Hamza şöyle karşılık vermişti: "Beni bundan kim alıkoyabilir? Muhammed'in, Allah'ın
rasûlü olduğuna, söylediklerinin gerçek olduğuna, tanıklık etmemi gerektiren deliller ortaya
çıkmıştır. Allah'a andolsun ki, İslâm'a girmekten geri dönmeyeceğim. Eğer iddianızda doğru
iseniz beni bundan alıkoyun!"
Ebu Cehil: "Hamza'ya ilişmeyin! Allah'a andolsun ki ben, onun kardeşi oğluna kötü sözler
söyleyip küfrettim." demişti. Hamza, Müslüman olunca Kureyşliler, Rasûlullah (s.a.v.)'m
güçlendiğini anladılar. Artık eskisi gibi ona hakaret etmekten vazgeçtiler. Hamza da bu
hususta bir şiir söylemişti.
ibn İshak dedi ki: Bu olaydan sonra Hamza,. evinde döndü. Şeytan ona gelerek şöyle dedi:
"Sen, Kureyşîilerin efendisisin. Şu, dinini terketmiş ve babalarının dininden ayrılmış olana
mı tâbi oldun? Senin bu yaptığından, ölüm daha iyidir."
Düşünmeye başlayan Hamza şöyle diyordu; "Allahım, eğer bu yaptığım doğru ise, onun
tasdikini kalbime yerleştir. Eğer yaptığım iş doğru değilse, benim için bundan bir çıkış yolu
yarat." Geceleyin uykuya daldı, ama o geceki gibi hiç bir gece, şeytanın verdiği vesvese ile
uykuya dalmış değildi. Sabah olunca Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma giderek şöyle dedi: "Ey
kardeşim oğlu, ben Öyle bir işin içine düştüm ki, kurtuluş yolu bilemiyorum. İçinde
bulunduğum halim doğru mu, yoksa şiddetli bir sapıklık mı olduğunu anlayamıyorum. Bu
hususta bana birşeyler söyle. Ey kardeşim oğlu, bana birşeyler söylemeni istiyor ve çok
arzuluyorum."
Rasûlullah (s.a.v.), ona birşeyler anlattı, öğütler verdi, korkutup müjdeledi. Cenâb-ı Allah
da, Rasûlünün söylediği sözler sebebiyle Ham-za'nın kalbine imam yerleştirdi. Hamza :
"Senin doğru sözlü olduğuna gerçek bir şahidlikle şahadet ederim. Ey kardeşim oğlu, dinini
açığa vur. Allah'a andolsun ki gök kubbenin altındaki bütün şeyler benim olsa, o eski
dinimde kalmayı istemiyorum." dedi. Böylece Hamza, Allah'ın, kendisiyle İslâmiyet'i
güçlendirdiği bir şahsiyet oldu. [10]
Ebu Zerr'in Müslüman Oluşu
Beyhakî, Ebu Abdullah, el-Hafiz vasıtasıyla Ebu Zerr'in şöyle dediğini rivayet eder: "Ben,
İslâm'ın dörte biriydim. Benden önce üç kişi Müslüman olmuştu. Ben, dördüncüsü oldum.
Rasûlullah (s.a.v.)'a gidip: "Esselâmü aleyke ya Rasûlallah, şahadet ederim ki Allah'tan
başka ilah yoktur, Muhammed de onun rasûlüdür." dedim. Rasûlullah'm yüzünde bir
aydınlanma gördüm."
Bu, özet bir anlatımdır.
Ebu Zerr'in İslâm'a girişiyle ilgili olarak Buharı, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder:
Ebu Zerr, Rasûlullah (s.a.v.)'m bisetini haber alınca, kardeşine şöyle demişti: "Şu vadi
yoluna koyul. Peygamber olduğunu ve gökten kendisine haber geldiğini iddia eden şu adam
hakkında birşeyler öğren, konuşmalarını dinle. Sonra bana gel."
Ebu Zerr'in kardeşi yola koyulmuş, Rasûlullah'm yanma varmış, konuşmalarım
dinlemiş,sonra Ebu Zerr'in yanına dönerek ona şöyle demişti: "Onun ahlaki üstünlükleri
emrettiğini ve şiir olmayan bir kelam okuduğunu gördüm."
Ebu Zerr: "İstediğimi bana vermedin. Beni rahatlatmadın."diyerek yol azığını hazırlamış,
içinde su bulunan bir kırbasını da yüklenmiş, yola çıkıp Mekke'ye gitmişti. Mescide
vararak, Rasûlullah (s.a.v.)'ı aramaya başlamıştı. Onu tanımıyordu. Sormaktan da
hoşlanmıyordu. Geceleyin mescidde uzandı. Hz. Ali, onu görünce yabancı biri olduğunu
anladı.
O da, Hz. Ali'yi görünce peşine takılıp ardı sıra yürümeye başladı. İkisinden biri, diğerine
herhangi birşey sormuyorlardı. Hz. Ali, onu evinde misafir etti. Ebu Zerr, sabah olunca
kırbasını ve azığını yüklenip mescide döndü. O günde akşam oldu. Rasûlullah (s.a.v.)'ı
görememişti. Tekrar mescidde uzanmış iken yanma Hz. Ali geldi ve: "Ey adam, artık gelip
geceleyeceğin evi bilmenin vakti gelmedi mi?" dedi. Onu , tekrar alıp evine götürdü. Yine
birbirlerine birşey sormadılar. Üçüncü gün olunca yine Hz. Ali, aynı şekilde mescide
vararak Ebu Zerr'in yanına geldi. Onu alıp evine götürdü ve misafir etti. Akşam Hz. Ali:
"Seni buraya getiren sebebi anlatmayacak mısın?" diye sorunca Ebu Zerr şu cevabı verdi:
"Eğer beni doğru yola ileteceksen ve bana bu hususta söz vereceksen geliş sebebimi
anlatırım." Hz. Ali de söz verdi. Ebu Zerr, geliş sebebini anlattı. Bu kez, Hz. Ali şöyle dedi:
"O, gerçek peygamberdir. O, Rasûlullah (s.a.v.)'dır. Sabah olunca beni takip et. Eğer senin
için korkacağın birşey görürsem, sanki su dökecekmiş gibi yaparak yerimden kalkarım.
Yerimden kalkıp gidince de beni takip et ve girdiğim yere gir."
Ebu Zerr, sabah olunca Hz. Ali'yle beraber evinden çıkarak onu takip etmeye başladı.
Nihayet Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma vardılar. Onun sözlerini duydu ve orada hemen
Müslüman oldu, Rasûlullah (s.a.v.), ona: "Kavmine dön. Emrim sana gelince onlara haber
ver." dedi. O da: "Seni hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki bu gerçeği, onların
ortasında yüksek sesle haykıracağım" dedi. Rasûlullah'm yanından ayrılıp Ka'be'ye
gitti.Orada en yüksek sesiyle haykırmaya başladı: "Eşhe-dü ellâ ilahe illallah ve eşhedü
enne Muhammeder rasûlullah" Bu haykırışı üzerine orada bulunanlar, ayaklanarak üzerine
saldırdılar. Yere düşünceye kadar dövdüler. Abbas gelip Ebu Zerr'in üzerine kapandı ve:
"Yazıklar olsun size! Bunun, Gifar kabilesinden olduğunu ve Şam'a ticaret için giderken
yolunuzun bunların yanından geçtiğini bilmiyor musunuz?" diyerek onu saldırganlardan
kurtardı.
Ertesi gün Ebu Zerr, yine Ka'be'ye gelerek, kelime-i şahadet getirdi ve Müslümanlığını
yüksek sesle ilan etti. Onlar, yine onu dövüp yere yıktılar. Abbas'da yine gelip üzerine
kapandı ve onu korudu,"
Bu, Buharı1 nin anlatımı idi. Ebu Zerr'in İslâm'a girişi Sahih-i Müslim'de ve diğer hadis
kitaplarında genişçe anlatılmıştır.
İmam Ahmed b. Hanbel, Yezid b. Harun vasıtasıyla Ebu Zerr'in şöyle dediğini rivayet eder:
"Ben, kardeşim Enis ve annemiz haram ayları helal sayan kavmimizden ayrılıp yola çıktık.
Varlıklı ve hatırı sayılır bir dayımızın yanma vardık. Dayımız, bize ikram edip iyilikte
bulundu. Ama kavmi, bizi kıskanıp ona:"Sen, ailenin yanından çıkıp gittikten sonra Enis,
ailenin yanma gidiyor." demişlerdi. Dayımız da yanımıza gelip kendisine söylenenleri açığa
vurdu. Ben, ona şöyle dedim: "İşte şimdi sen, önce yaptığın iyilikleri berbat ettin. Artık
seninle bir arada bulunamayız."
Deve sürümüzü getirip eşyalarımızı yükledik, yola çıktık. Dayımız da elbisesine bürünerek
ağlamaya başladı. Mekke yakınlarına gelip konakladık. Enis, deve sürümüz üzerinde hak
iddia edip bizimle tartıştı. Hüküm verilmesi için de kahine gitti. Kahin, Enis'i muhayyer
kıldı. O da sürümüzü ve bir o kadarını bize getirdi.
"Ey kardeşim oğlu, ben Rasûlullah (s.a.v.)la karşılaşmadan üç sene önce namaz kılardım."
(Ebu Zerr'in, kardeşim oğlu diye hitap ettiği kişi, bu rivayetin senedinde geçen Abdullah b.
Samit'tir.) Abdullah b. Samit ona soruyor:
- Namazı kim için kılardın?
- Allah için...
- Namaz kılarken hangi tarafa yönelirdin?
- Allah, beni hangi tarafa yönelttiyse, o tarafa yönelirdim. Yatsı namazını da kılardım.
Gecenin sonu olduğunda kendimi bir elbise parçası gibi hissederdim ve düşüp uykuya
dalardım. Nihayet güneş doğar, üzerimde yükselirdi. Enis, bana demişti ki: "Mekke'de bir
işim var. Oraya geldiğimde beni karşıla."Niçin gecikerek geldiğini kardeşime sorduğumda
bana şöyle dedi:
- Bir adamla karşılaştım. O, Allah'ın kendisini, senin dinin üzerine gönderdiğini iddia
ediyor.
- İnsanlar, ona ne diyorlar?
- Onun şair ve büyücü olduğunu söylüyorlar. (Enis, şair bir kimse idi.) Ben kahinleri
dinledim. Bu adam, onların sözlerini söylemiyor. Onun sözlerini şiir ölçülerine vurdum.
Allah'a andolsun ki hiçbir kimse, onun söylediği sözlerin şiir olduğunu söyleyemiyor,
Allah'a yemin ederim ki o, doğru sözlüdür. Onlar yalancıdırlar."
Enis'e: "Ben gidip gelinceye kadar eşyalarıma mukayyed olur musun?" diye sordum. O da
şöyle dedi: "Evet, ama Mekkelilere karşı tedbirli ol. Çünkü ona karşı çirkin hareketlerde
bulunmuş ve rahatsız etmişler, yüz vermemişlerdir." Yolculuğa çıkarak Mekke'ye vardım.
Mekkeli-lerden uygun gördüğüm bir adama: "Şu dinden çıkmış dedikleri adam
(Muhammed) nerede? " diye sordum. O da eliyle bana işaret etti. O vadi halkı, ellerindeki
çubuk ve kemik parçalarıyla üzerime saldırdılar. Nihayet yere düştüğümde bayılmışım.
Uyandığımda yerimden kalkarken sanki kızıla boyanmış bir direk gibiydim. Zemzem
kuyusuna giderek suyunu içtim. Üzerimdeki kanları yıkadım. Ksihe ile örtüsü arasına girip
gizlendim. Ey kardeşimin oğlu, orada otuz güix, otuz gece bekledim. Zemzem suyundan
başka bir azığım yoktu. Şişmanladım, öyleki karnımın üzerinde etler katlandı.İçimde artık
açlık zafiyeti hissetmez oldum.
Mekkelilerin uyuduğu mehtaplı bir gecede Ka'be'yi sadece iki kadın tavaf ediyordu.
Yanımdan geçerlerken İsaf ve Naile putlarına dua ediyorlardı. Ben de: "Bu putların birini,
diğerine nikahlayın." dedim. Bu sözüm, onları bu putlara duadan vazgeçirmedi. Dedim ki:
"Bunlar, odun parçasıdırlar. Ben, bunlara asla meyletmem." Böyle demem üzerine yanımdan
hızla uzaklaşıp yaygaraya başladılar: "Ah keşke burada adamlarımızdan biri bulunsaydı!"
dediler. Dağdan inip gelmekte olan Rasûlullah ile Ebu Bekir, bu iki kadının karşısına çıkıp:
"Size ne oldu?" diye sordular. Onlar da: "Ka'be ile örtüsü arasında gizlenen bir dinsizle
karşılaş tık."dediler. Rasûlullah ile Ebu Bekir; "O, size ne dedi?" diye sordular. Kadınlar da:
"Ağza alınmayacak birşey söyledi." dediler.
Rasûlullah ile arkadaşı Ebu Bekir gelip hacer-i esvedi istilam ederek, Ka'be'yi tavaf ettiler,
daha sonra da namaz kıldılar. Ben de Rasûlullah'm yanma gittim. Ona ilk olarak İslâm
selamıyla selam veren ben oldum. O da selamımı şu şekilde aldı: "Aleykesselam ve
Rahmetul-lah. Sen kimsin?" Gifar kabilesindenim, dedim. Elini alnının üzerine koydu. Ben
de kendi kendime: "Her halde Gifar kabilesinden olduğumu söylememden hoşlanmadı."
dedim. Elini tutmak istedim. Ama arkadaşı beni geri itti. O, onun durumunu benden daha iyi
biliyor. Bana; "Ne zamandan beri buradasın?" diye sorunca ben de otuz gün ve otuz geceden
beri burada olduğumu söyledim. "Sana kim yemek veriyor?" diye sordu. Ben de dedim ki:
"Sadece Zemzem suyu var. Onu içerek şişmanladım. Karnımın üzerinde et katları meydana
geldi. İçimde açlık zafiyeti de hissetmez oldum." Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Zemzem suyu mübarektir. O, aç kişinin yemeğidir."
Ebu Bekir dedi ki: 'Ya Rasûlallah, bunun yemeğini bu gece vermeme izin ver." Rasûlullah
izin verdi. O da o gece yemeğimi verdi. Rasûlullah (s.a.v.) oradan hareket etti. Ben de
peşlerine takıldım. Nihayet bir yere vardık. Ebu Bekir bir kapı açtı. Bize, Taif in kuru
üzümlerinden bir avuç alıp verdi. Orada yediğim ilk yemek oldu. Sonra bir süre Mekke'de
kaldım. Rasûlullah (s.a.v.) bana dedi ki: "Ben, hurmalıklı bir diyara yöneldim. (Orasının
Yesrib'den başka bir yer olmayacağını sanıyordum.) Benim davetimi kavmine tebliğ eder
misin? Belki senin vasıtanla Allah, onlara fayda verir ve onlara yaptığın davet sebebiyle de
sana mükafat verir."
Bunun üzerine oradan ayrıldım. Kardeşim Enis'in yanma gittim. Bana: "Neler yaptın?" diye
sordu. Ben de Müslüman olduğumu ve Rasûlullah'ı tasdik ettiğimi söyledim. O da: "Senin
dininden dönecek değilim. Ben de Müslüman oldum. Rasûlullah'ı tasdik ettim." dedi. Sonra
birlikte annemizin yanına gittik. O da: "Dininizden dönecek değilim. Çünkü ben de
Müslüman oldum. Rasûlullah'ı tasdik ettim."dedi. Yüklerimizi yüklenip yola koyulduk.
Nihayet kavmimiz olan Gifarlıla-ra ulaştık. Bazıları, Rasûlullah (s.a.v.)'ın Medine'ye
gelişinden önce Müslüman oldular. Onlara Hufaf b. Eyma b. Ruhsa el-Gifarî imamlık
yapıyordu ve onların reisi idi. Kabilemizin geri kalan kısmı ise: "Rasûlullah geldiğinde
Müslüman oluruz."dediler. Rasûlullah. (s.a.v.) geldiğinde kabilesi de gelip: "Ya Rasûlallah,
kardeşlerimiz olan Ğifarh-ların şartlarına uygun olarak biz de Müslüman olduk." dediler.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Allah, Gifar kabilesini bağışlasın. Eşlem kabilesini de muhafaza buyursun."
Bu, Müslim'in, Hüdbe b. Halid'den yaptığı rivayet gibidir. [11]
Dımad'ın Müslüman Oluşu
Müslim ile Beyhakî, Davud b. Ebu Hind vasıtasıyla İbn Abbas'ın şöyle dediğim rivayet
ederler: Ezdi Şenue kabilesinden olan Dımad adındaki adam, Mekke'ye geldi. Yel
hastalıklarını iyi eden birisiydi. Mekke beyinsizlerinin, Muhammed delidir, dediklerini
duymuştu. Bu adam, belki benim vasıtamla Allah ona şifa verir, demişti. Dımad, şöyle
diyor:
"Mekke'de Muhammed'e rastladığımda ona şöyle dedim: 'Yel hastalığına yakalananlara şifa
veririm. Allah, dilediği kulunu benim elimle şifaya kavuşturur. Sen de bana gel."
Muhammed (s.a.v.), bana şu karşılığı verdi: "Hamd, Allah'a mahsusdur. O'na hamd eder,
O'ndan yardım dileriz. Allah'ın doğru yola ilettiği kimseyi saptıracak yoktur. O'nun
saptırdığı kimseyi de doğru yola iletecek yoktur. Allah'tan başka ilah olmadığına, O'nun bir
ve ortaksız olduğuna şahadet ederim." Bu sözünü, üç kez tekrarladı. Ben de kendisine şöyle
dedim: "Allah'a andolsun ki ben kahinlerin, büyücülerin, şairlerin sözlerini duydum. Ama
bu senin söylediğin kelimeler gibisini duymadım. Elini ver de islâm üzere sana bey'at
edeyim." Rasûlullah (s.a.v.), ona elini verip biatleşti. Biatlaşırken de: "Hem sana hem de
kavmine?" dedi. O da: "Evet, kavmime de." dedi.
Hz. Peygamber (s.a.v.), kontrol için etrafa seriyye göndermişti. Bu seriyye, Dımad'ın
kavmine de uğradı. Seriyye kumandanı, askerlere: "Bu kavimden birşey ele geçirdiniz mi?"
diye sorunca askerlerden biri; "Öğle vakti otlamakta olan bir deve ele geçirdim." dedi.
Kumandan da; "Deveyi onlara geri ver. Çünkü onlar, Dımad'ın kavmindendir." dedi. Başka
bir rivayete göre ise Dımad, ona şöyle demişti: "Bu sözlerini bana tekrarla. Çünkü bunlar
kamus-u bahre ulaşmışlardır."
Ebu Nuaym, "Delailü'n-Nübüvve" adlı eserinde, bu kabilenin önde gelen şahıslarının
İslâm'a girişlerinden uzun uzadıya bahseder. Allah ona rahmet etsin ve sevabım versin.
ibn İshak, sahabelerden ilk Müslüman olanların isimlerini verdikten sonra şöyle der:
Bunlardan sonra Ebu Ubeyde, Ebu Seleme, Erkam b.Ebi'l-Erkam, Osman b. Maz'un,
Ubeyde b. Haris, Said b. Zeyd ve karısı
Hattab kızı Fatıma Müslüman oldular. Ebu Bekir'in kızı Esma (yaşı küçük olduğu halde),
Aişe, Kudame b. Maz'un, Abdullah b. Maz'un, Hab-bab b. Eret, Umeyr b. Ebi Vakkas,
Abdullah b. Mesud, Mesud b. Kari, Salit b. Amr, Ayyaş b. Ebi Rebia ve karısı Esma binti
Seleme b. Muharri-be et-Temimiyye, Hüneys b. Hüzafe, Amir b. Rebia, Abdullah b. Cahş,
Ebu Ahmed b. Cahş, Cafer b. Ebi Talib ve karısı Esma binti Umeys, Hatip b. Haris ve karısı
Fatıma binti Mücellil, Hattab b. Haris ve karısı Fü-keyhe binti Yesar, Ma'mer b. Haris b.
Ma'mer el-Cümahî, Said b.Osman b. Maz'un, Muttalip b. Ezher. b. Abdumenaf ve karısı
Remle binti Ebi Avf b. Sübeyre b. Said b. Sehim, Nahham (Bunun adı Nuaym b. Abdullah
b. Esid'dir.), Amir b. Füheyre (Ebu Bekir'in azadlısıdır.), Halid b. Said, Ümeyne binti Halef
b. Es'ad b.Amir b. Beyaza (Bu, Huzaalılar-dandır.), Hatıb b. Amr b. Abdu'ş-Şems, Ebi
Hüzeyfe b. Utbe b. Rebia, Va-kid b. Abdullah b. Arin b. Salebe et-Temimî (Bunlar, Adiy
oğullarının müttefiki idiler.), Halid b. Bükeyr, Amir b. Bükeyr, Akil b. Bükeyr, îya b. Bükeyr
b. Abdi Yaleyl b. Naşib b. Ğayre (Said b. Leys oğullarındandır. Akil'in adı da Gafil idi.
Ancak Rasûlullah, ona Akil adını verdi- Bunlar, Adiy Ka*b oğullarının müttefikidirler.),
Ammar b. Yasir ve Süheyb b. Sinan Müslüman oldular.
Bunlardan sonra insanlardan erkeklerle kadınlar, grup grup İslâm'a girdiler. Artık Mekke'de
İslâmiyet açığa çıkmış, herkes ondan söz etmeye başlamıştı.
İbn îshak dedi ki: Bisetten üç sene sonra Cenâb-ı Allah, rasûlüne, verdiği emirleri
açıklamasını ve müşriklerin eziyetlerine sabırla göğüs germesini emretti. Rasûlullah'm
ashabı, namaz kılacakları zaman mahallelere gider, namazlarını kavimlerinden gizlerlerdi.
Bir ara Sa'd b. Ebi Vakkas, bir kaç kişiyle birlikte Mekke'nin kenar mahallesinde namaz
kılmakta iken bazı müşrikler onları görüp kınamaya ve protesto etmeye başladılar, daha
sonra da vuruştular. Sa'd, müşriklerden birinin kafasını, elindeki bir deve çene kemiğiyle
vurup yardı. Böylece İslâm uğruna ilk kan akıtılmış oldu. el-Ümevî'nin "Meğazi" adlı
eserinde anlattığına göre kafası yarılan müşrik, Abdullah b. Hatal imiş, Allah ona lanet etsin.
[12]
[1] Buharı, Bedi'1-Vahy.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/9-11.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/11-28.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/28-30.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/30-35.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/35-37.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/37-38.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/38-39.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/39-51.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/51-52.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/52-56.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/56-57.
 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...