28 Nisan 2015

VEN-NİHAYE 23 NCI BÖLÜM Hz. Ömer'in Müslüman Oluşu Ahmet İbn Kesîr


VEN-NİHAYE 23 NCI BÖLÜM 
Hz. Ömer'in Müslüman Oluşu
Ahmet İbn Kesîr
Ibn Ishak dedi ki: Amr b. As ile Abdullah b. Ebi Rebia, Rasûlullah'ın Muhacir ashabı için
Necaşi'den istediklerini elde edemeyince Mekke'ye döndüler. Necaşi, onları hoşlarına
gitmeyen bir muamele ile geri çevirmişti. Öte yandan, güçlü, kuvvetli, dönüp arkasına bile
bakmayan Hat-tab oğlu Ömer de Müslüman olmuş, Müslümanlık, o ve Hamza vasıtasıyla
güçlenmiş,bu durum Kureyşlileri çok öfkelendirmişti.
Abdullah b. Mes'ud şöyle diyordu: Ömer Müslüman oluncaya kadar biz, Ka'be'nin yanında
namaz kılamıyorduk. Ömer, Müslüman olunca Kureyşlilerle vuruştu. Nihayet Ka'be'nin
yanında namaz kıldı. Biz de onunla beraber namaz kıldık.
Ben de derim ki: îbn Mesud'un şöyle dediği Sahih-i Buharî'de sabittir:
"Hattab oğlu Ömer Müslüman olduktan sonra, biz hep güçlü olduk."
Ziyad el-Bekkaî, îbn Mesud'un şöyle dediğini rivayet eder:
"Ömer'in İslâm'a girişi, bir fetih oldu. Hicret edişi, bir zafer oldu. Emirliğe geçişi, bir rahmet
oldu. Ömer, Müslüman oluncaya kadar biz Ka'be'nin yanında namaz kılamazdık. O
Müslüman olunca Kureyşlilerle vuruştu. NihayetKaİDe'nin yamnda namaz kıldı. Biz de
onunla beraber kıldık."
îbn İshak dedi ki: Hz. Ömer'in Müslüman oluşu, bazı sahabelerin Habeşistan'a hicret
etmelerinden sonra olmuştur. Abdurrahman b. Haris b. Abdullah b. Ayyaş b. Ebi Rebia,
Ümmü Abdullah binti Ebi Has-me'nin şöyle dediğini rivayet eder:
- Vallahi bizler, Habeşistan'a hicret etmek üzere yola çıkacak iken, Amir, bazı ihtiyaçlarımızı
temin etmek için evden dışarı çıkmıştı. O esnada Ömer geldi. Yanımızda durdu. Henüz
müşrik idi. Ondan çok eza ve cefalar görmüştük. Yola çıkmak üzere olduğumuzu görünce
dedi ki:
- Ey Ümmü Abdillah, yola mı çıkıyorsunuz?!
- Evet, vallahi, Allah'ın topraklarından olan şu topraktan çıkacağız. Çünkü bize eziyet
ettiniz. Bizi kahrettiniz. Allah, bize bir kurtuluş yolu yaratıncaya kadar buralara
dönmeyeceğiz. Bunun üzerine Ömer:
- Allah sizinle beraber olsun, dedi. Ömer'de daha önce görmediğim bir yumuşama müşahede
ettim. Böyle konuştuktan sonra yanımızdan ayrılıp gitti. Hicretimizin onu üzdüğünü
anladım. Amir de ihtiyaçlarımızı temin ederek dönmüştü. Ona
şöyle dedim:
- Ey Eba Abdillah! Az önce Ömer'i görmeliydin. Yumuşamış ve bizim için üzülmüştü!
- Onun islâm'a gireceğim mi umdun?
-Evet.
- Hattab'm eşeği Müslüman olsa da, gördüğün Ömer Müslüman olmaz! Kocam, onun
İslâm'a karşı kaba, katı ve acımasız olduğunu gördüğü için İslâm'a girmesinden ümidini
kesmişti.
Ben derim kî: Bu rivayet, Hz. Ömer'in kırkıncı Müslüman olduğunu söyleyenlerin
görüşlerim çürütmektedir. Çünkü Habeşistan'a hicret eden Müslümanların sayısı, seksenden
fazla idi. Ancak Muhacirlerin Habeşistan'a hicret etmelerinden sonra Mekke'de kalan
Müslümanların sayısını kırka tamamlayan kişinin Ömer olduğunu söyleyebiliriz. İbn
îshak'm, Hz. Ömer'in İslâm'a girişine dair anlattıkları da bunu teyid etmektedir. Bana ulaşan
habere göre Hz. Ömer'in kız kardeşi Fatıma binti Hattab, Said b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl ile
evliydi. Fatıma Müslüman olmuştu. Kocası Said b. Zeyd de Müslüman olmuştu. Bunlar,
Müslümanlıklarını Ömer'den gizliyorlardı.
Nuaym b. Abdullah en-Nahham, Adiyy oğullarındandı. O da Müslüman olmuş, ama
Müslümanlığım kavminden gizlemişti. Habbab b. Eret, Fatınıa'nın yanma gelip ona Kur'ân
okuturdu. Bir gün Ömer kılıcım kuşanarak Rasûlullah'ı ve sahabelerinden bir kaç kişiyi
öldürmek maksadıyla yola çıkmıştı. Kendisine, Rasûlullah ile ashabının kadın, erkek kırk
kişi kadar Safa yanındaki bir evde toplanmış oldukları söylenmişti. O da, bunları öldürmek
niyetiyle o tarafa yönelmişti. Rasûlullah'ın yamnda amcası Hamza, Ebu Kuhafe oğlu Ebu
Bekir b. Sıddık, Ebu Talib oğlu Ali ve Habeşistan'a hicret etmeyip Mekke'de ikamete devam
eden bir kaç Müslüman bulunuyordu. Yolda iken Ömer'e, Nuaym b. Abdullah rastladı ye
şöyle sordu:
- Nereye gidiyorsun ey Ömer?
- Şu dinden çıkıp Kureyşlilerin düzenini bozan, akıllarını yenen, dinlerini kötüleyen,
tanrılarına küfreden Muhammed'e gidiyorum. Onu öldüreceğim!
- Vallahi, nefsin seni aldatmış ey Ömer! Sen, Muhammed'i Öldürürsün de Abdumenaf
oğulları seni yeryüzünde rahatça dolaşır halde bırakırlar mı sanıyorsun? Önce kendi ailene
git de onların durumunu düzene sok!
- Ailemden kim Müslüman olmuş ki?
- Enişten ve amcan oğlu Said b. Zeyd ile kızkardeşin Fatıma!
Allah'a andolsun ki bunların ikisi de Müslüman olup Muhammed'in dinine tâbi olmuşlardır.
Sen, önce onlara git!
Ömer, dönüp kız kardeşi Fatıma'nm evine gitti. Fatıma'nm yanında Habbab b. Eret de
bulunuyordu. Habbab'm elinde Tâ-Hâ sûresinin yazılı olduğu bir sahife vardı. Bu sahifeyi,
Fatıma'ya okutuyordu.
Ömer'in sesini duyduklarında Habbab, evin bir bölmesine veya saklanılacak bir yerine
gizlendi. Fatıma binti Hattab da Kur'ân sahife-sini alıp elbisesi içine sakladı. Ama Ömer
kapıya yaklaştığında, Habbab'm Kur'ân okuyuşunu duymuştu. İçeriye girince sordu:
- Duyduğum o ses, neyin nesiydi?
- Birşey duymuş değilsin.
- Hayır, vallahi ikinizin de Muhammed'in dinine tâbi olduğunuzu haber aldım!
Böyle dedikten sonra eniştesi Said b. Zeyd'in yakasına sarıldı. Kaz kardeşi Fatıma binti
Hattab, onu kocasımn üzerinden itmek için araya girince Ömer onu tokatladı ve yüzünü
yaraladı. Böyle yapması üzerine kız kardeşi ile eniştesi ona şöyle dediler:
- Evet, Müslüman olduk. Allah'a ve rasûlüne iman ettik. Elinden ne gelirse yap!
Ömer, kız kardeşinin yüzündeki kanları-görünce yaptığına pişman oldu ve geriledi. Sonra
Fatıma'ya şöyle dedi:
- Az önce okumakta olduğunuz şu sahifeyi ver de Muhammed'e neler geldiğine bir bakayım.
Ömer, okur yazar bir kimse idi. Böyle deyince kardeşi Fatıma da şöyle dedi:
- O sahifeye bir zarar vermenden korkarız.
- Korkma. Tanrıya yemin olsun ki, okuduktan sonra onu size geri vereceğim.
Bu söz üzerine Fatıma, onun İslâm'a gireceğini ümid etti ve şöyle dedi:
- Ey kardeşim, sen müşrik olduğun için temiz değilsin. Oysa Kur'ân'a ancak temiz olan
kimseler el sürebilirler.
Fatıma'nm böyle demesi üzerine Ömer, kalkıp boy abdesti aldı. Fatıma da içinde Tâ-Hâ
sûresinin yazılı olduğu sahifeyi ona verdi. Ömer, Tâ-Hâ sûresinin baş kısmındaki ayetleri
okuyunca:
- Bu ne güzel ve ne kıymetli bir sözdür, dedi. Onun böyle deyişini duyan Habbab b. Eret,
gizlendiği yerden dışarı çıkıp Ömer'e şöyle dedi:
- Vallahi ey Ömer, ümid ederim ki Cenâb-ı Allah, peygamberinin senin hakkındaki duasını
kabul buyurmuştur. Çünkü dün, Peygamber (s.a.v.)'in şöyle dediğini duymuştum:
«Allah'ım, İslâmiyet'i Ebu'l-Hakem b. Hişam (Ebu Cehil) veya Hattab oğlu Ömer ile
güçlendir!» Allah Allah ey Ömer!
Habbab'm bu konuşması üzerine Ömer!
- Ey Habbab, beni Muhammed'e götür. Yanma varıp Müslüman olayım, dedi.
Habbab:
- O, şu anda Safa tepesinin yanındaki bir evde bir kaç ashabı ile beraber bulunmaktadır,
dedi.
Ömer, kılıcını kuşandı. Sonra Rasûlullah ile ashabının bulunduğu eve yöneldi. Oraya
varınca kapıyı çaldı. Sesini duyduklarında ashabtan biri, ayağa kalktı ve kapının deliğinden
bakınca Ömer'in kılıcını kuşanmış vaziyette beklediğini gördü. Hemen Rasûlullah'm yanma
döndü. Korku içindeydi. "Ya Rasûlallah, gelen Hattab oğlu Ömer'dir. Kılıcını kuşanmış
vaziyettedir." dedi.
Hamza:
- İçeriye girmesine izin ver. Eğer iyi niyetle gelmişse, ona ikram ederiz. Eğer kötü niyetle
gelmişse, onu kılıcıyla vururuz, dedi.
Rasûlullah (s.a.v.) da:
- İçeriye girmesine izin verin, dedi.
Adam, Ömer'in içeriye girmesine izin verdi. Rasûlullah (s.a.v.) da ayağa kalkıp hücrede
onunla karşılaştı. Yakasından şiddetli bir şekilde tutarak:
- Ey Hattab oğlu! Seni buraya getiren sebeb nedir? Allah'a yemin ederim ki sen, üzerinde
bulunduğun bu müşrikliğe, Allah sana bir bela indirinceye kadar vazgeçmeyeceksin,
sanıyorum, dedi.
Ömer:
- Ya Rasûlallah! Allah'a, Rasûlüne ve Allah katından gelen hükümlere iman etmek için sana
geldim, dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), yüksek sesle tekbir getirdi. Evde bulunanlar da Ömer'in
Müslüman olduğunu, bu tekbirden anladılar. Rasûlullah'ın ashabı da artık saklandıkları o
evden çıkıp gittiler. Ashab, Ömer ile Hamza'nın Müslüman olmaları ile güçlenmiş ve bu iki
güçlü şahsiyetin Rasûlullah'ı koruyabileceğini, düşmanlarından da intikam alabileceğini
anlamıştı.
Ibn İshak dedi ki: Hz. Ömer, İslâm'a girişi hakkında şu açıklamalarda bulunmuştur:
"Ben, İslâm'dan uzaklaşan bir kimse idim. Cahiliye devrinde içkiyi sever ve içerdim.
Hazvere çarşısında bir toplantı yerimiz vardı. Orada Kureyşli erkekler bir araya gelirdik. Bir
gece arkadaşlarımın yanma gitmek üzere evden çıktım. Toplantı yerimize vardığımda, orada
kimseyi bulamadım. Falan içkiciye gideyim de onun yanında belki biraz içki bulup içerim,
dedim. Çıkıp onun yanma gittiğimde onu da yerinde bulamadım. Ka'be'ye gitsemde yedi ya
da yetmiş kez tavaf etsem, dedim. Mescid-i Haram'a gittim. Baktım ki Rasûlullah (s.a.v.),
orada namaz kilıyor. O, namaz kılarken Kudüs'e yönelirdi. Kabe'yi kendisiyle Kudüs
istikameti arasına alırdı. Hacer-i esved ile Rüknü Yemani arasında namaz kılardı. Onu
gördüğümde: "Vallahi, bu gece Muhammed'i dinleyecek ve onun söylediklerine kulak
vereceğim, ama onu dinlemek için kendisine yaklaşırsam belki onu korkutabilirim." dedim.
Bu sebeble Hatim tarafından Ka'be'ye yaklaştım. Ka'be örtüsünün altına girerek yavaş yavaş
ilerledim. Rasûlullah da ayakta namaz kılıyor, Kurbân okuyordu. Tam karşısına geldim.
Benimle onun arasında sadece Ka'be'nin örtüsü vardı. Okuduğu Kur'ân'ı duyunca, ona karşı
kalbim yumuşadı. Ağlamaya başladım. İslâmiyet, kalbime girmişti. Rasûlullah namazını
tamamlayıncaya kadar yerimden ayrılmadım. Namazını tamamladıktan sonra yerinden
ayrılıp gitti. İbn Ebi Hüseyn'in evine yöneldi. Meskeni, Muaviye'nin mülkiyetinde bulunan
alaca boyalı ev idi. Kendisini takibe başladım. Abbas'm evi ile İbn Ezher'in evi arasındaki
sokağa girince kendisine kavuştum. Sesimi duyunca, beni tanıdı. Kendisine, eziyet vermek
maksadıyla takip ettiğimi zannetti. Beni azarlayıp kınadı. Sonra:
- Ey Hattab'ın oğlu, bu saatte seni buraya getiren sebep ne? diye sordu.
- Allah'a, Rasûlüne ve Allah katından gelen şeylere iman etmek için geldim, dedim.
Rasûlullah (s.a.v.), Allah'a hamd ettikten sonra: "Ey Ömer, Allah seni doğru yola iletti."
dedi. Göğsüme elini sürdü ve İslâm'da sebat etmem için dua etti. Ben de oradan ayrıldım.
Kendisi de evine girdi.
İbn İshak dedi ki: Bu iki rivayette anlatılanlardan, hangisinin doğru olduğunu Allah bilir.
Ben derim ki: Ömer'in İslâm'a nasıl girdiği, bu konuda nakledilen hadislerle eserleri, onun
hakkında müstakil olarak yazmış olduğum si-ret kitabında uzun uzadıya anlatmışımdır.
Hamd ve minnet, Allah'adır.
İbn îshak, Nafi1 vasıtasıyla İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder: Ömer b. Hattab,
Müslüman olduğu zaman:
- Kureyşliler içinde en çok dedikoducu ve söz gezdiren kimdir? diye sordu. Ona:
- Cemil b. Ma'mer el-Cümahî'dir, dediler.
Bunun üzerine Ömer, Cemil'i bulmaya gitti. O sırada ben,gördüğü her şeyi anlayan ve
aklında tutabilecek yaşta olan bir delikanlı idim. Ömer'i takibe başladım. Nihayet Cemil'i
bulup:
- Cemil, biliyor musun? Ben Müslüman oldum ve Muhammed (s.a.v.)'in dinine girdim,
dedi.
Allah'a yemin ederim ki Ömer daha sözünü tamamlamamıştı ki, Cemil yerinden fırlayıp
eteğini yerde sürüyerek mescide doğru ilerledi. Ömer de ondan ayrılmayıp ardından gittiği
için ben de onları arkadan izledim. Cemil, Mescid-i Haram'm kapısına varır varmaz, olanca
sesi ile bağırarak:
- Ey Kureyşliler! Beni dinleyin. Hattab oğlu Ömer dinden çıkmıştır, dedi.
O sırada Kureyşlilerin tamamı, Ka'be'nin çevresinde grup grup oturmuşlardı. Cemil'in
arkasında duran Ömer:
- Yalan söylüyor. Ben, sapıtmamışım. Ben, Müslüman olup Allah'tan başka ilah
bulunmadığına ve Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şahadet getirmişimdir, dedi.
Bunun üzerine hepsi birden kalkıp Ömer'e hücum ettiler. Ömer de onlarla, güneş tepelerine
yükselinceye kadar dövüştükten sonra yorulup yere oturdu. Bu defa başına toplandılar. O
da, onlara:
- Ne yaparsanız yapın. Allah'a yemin ederim ki, eğer biz Müslümanlar, 300 kişi olsaydık bu
şehri, ya biz size terk ederdik, ya da siz bize terke derdiniz, dedi.
Bu sırada Kureyşliler den, üstünde çizgili bir kaftan ile nakışlı bir gömlek bulunan yaşlı bir
adam çıkıp geldi. Adam yanlarına varınca, başlarında durup:
- Ne yapıyorsunuz? diye sordu. Ona:
- Ömer sapıtmıştır, dediler. Adam:
- Bırakın, adam kendine bir yol seçmiştir. Ne istiyorsunuz ondan? Adiyy oğullarının kendi
adamlarına sahip çıkmayacaklarım mı sanıyorsunuz? Vazgeçin adamdan, dedi.
Adam, bunu der demez, Allah'a yemin ederim ki, elbisesinden soyunan bir kimse gibi hepsi
Ömer'in başından dağılıverdiler. Medine'ye hicret ettikten sonra babama sordum:
- Babacığım, Mekke'de iken Müslüman olduğun günde seninle savaşmakta olan o kavmi
başından kovup azarlayan adam kimdi?
- Oğulcuğum, o, As b.Vail es-Sehmî idi.
Bu, sağlam ve güzel bir senettir. Hz. Ömer'in sonraları İslâm'a girdiğine delâlet etmektedir.
Çünkü İbn Ömer, Uhud savaşında ondört yaşmda iken cepheye katılmak için Rasûlullah'a
arz edildi. Uhud savaşı ise, hicretin üçüncü senesinde yapılmıştır. İbn Ömer, babasının
İslâm'a girişi zamanında reşid bir çocuktu. Şu halde babasının İslâm'a girişi, hicretten dört
yıl kadar önce yani bisetin dokuzuncu senesinde vuku bulmuştur. Doğrusunu Allah bilir.
Beyhakî, el-Hakim tarikiyle İbn îshak'm şöyle dediğini rivayet eder:
Rasûlullah (s.a.v.) Mekke'de iken, biset haberini duyan Hristiyan-lardan yirmi veya buna
yakın sayıda kişiden oluşan bir heyet yanma geldi. Bunlar, Habeşistan'dan gelmişlerdi. Onu,
meclisinde buldular, kendisiyle konuştular, bazı sorular yönelttiler. O esnada Kureyşliler de
Ka'be'nin çevresinde grup grup oturmaktaydılar. Rasûlullah, onları Aziz ve Celil olan
Allah'a imana davet etti, onlara Kur'ân okudu. Kur'ân i dinlediklerinde gözlerinden yaşlar
boşandi.Sonra davetine icabet ederek iman ettiler, peygamberliğini doğruladılar, hakkında
kendi kitaplarında anlatılan şeylerin gerçek olduğunu,anladılar. Bu heyet, Rasûlullah'm
yanından kalktıktan sonra bir kaç Kureyşli ile birlikte Ebu Cehil, onların yoluna çıkıp
kendilerine şöyle dedi:
- Allah sizi öldürsün, ey kafile! Arkanızdaki milletiniz ve dindaşlarınız, kendileri için
birşeyler elde etmeniz ve bu adamın haberini götürmeniz maksadıyla sizi buraya gönderdi,
ama siz bu, adamın yanma oturur oturmaz dininizden ayrılıp size söylediği şeyleri tasdik
ettiniz. Sizden daha ahmak bir kafile görmedik!
Onlar da Ebu Cehil ve arkadaşlarına şu karşılığı verdiler:
- Size cahilane bir şekilde cevap vermeyeceğiz. Size selam olsun. Bizim yaptıklarımız bize,
sizin yaptıklarınız size olsun. Biz, kendimiz için hayrı aramakta kusur etmeyeceğiz.
Denilir ki bu Hristiyan heyet, Necran'dan gelmişti. Bu heyetin nereden geldiği hususunu,
Allah daha iyi bilir. Yine anlatıldığına göre şu ayetler, onlar hakkında nazil olmuştur:
«Kendilerine daha önceden kitap verdiklerimiz buna da inanırlar. Kur'ân onlara okunduğu
zaman: «Ona inandık, doğrusu o Rabbimizden gelen gerçektir; biz şüphesiz daha önceden
Müslüman olmuş kimseleriz; derler. İşte onlara, sabırlarından dolayı, ecirleri İM defa
verilir; onlar kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan da sarfe-derler.
Onlar, boş söz işittikleri vakit ondan yüz çevirirler. «Bizim işlediğimiz bize, sizin işlediğiniz
sizedir. Size selam olsun. Cahillerle ilgilenmeyiz.» derler.» (ei-Kasas, 52-55.) [1]
Fasıl
Beyhakî, "Delail" adlı eserde, Peygamber (s.a.v.)'in Necaşi'ye gönderdiği mektup hakkında
şöyle der: Hakimjbn îshakin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Necaşi'ye
gönderdiği mektubunda şöyle yazmıştı:
«Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Bu, Rasûlullah Mu-hammed'den, Habeş büyüğü
Necaşi Ashame'ye gönderilen bir mektuptur. Hidayete uyup Allah'a ve Rasûlüne iman eden,
Allah'tan başka ilah bulunmadığına, ortaksız olduğuna, eş ve çocuk edinmediğine, Muhammed'in
de O'nun kulu ve elçisi olduğuna şahadet eden kimseye selam olsun. Seni, Allah'ın
daveti ile davet ediyorum ki ben, O'nun elçisiyim. Müslüman ol, selamete gir. «De ki: Ey
kitap ehli! Bizim ve sizin aranızda eşit olan bir kelimeye gelin: Yalnız Allah'a tapalım. O'na
hiç bir şeyi ortak koşmayalım. Birbirimizi Allah'tan başka tanrılar edinmeyelim. Eğer yüz
çevirirlerse; «Bizim Müslüman olduğumuza şahid olun» deyin.» (Âl-i Imrân, 64.)
Eğer bu davete icabet etmezsen, kavminden olan Hristiyanlarm vebali senin üzerinedir!»
Beyhakî, bunu bu şekilde, Habeşistan hicreti kıssasından sonra anlatmıştır. Bu hadisenin
burada anlatılması hususunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Kuvvetli görüşe göre bu
mektup, Cafer b. Ebu Ta-lib ve arkadaşlarına iyi davranmış olan Müslüman Necaşi'den
sonra gelen başka bir Necaşi'ye yazılmıştır. Peygamber (s.a.v.) bu mektubu, Mekke
fethinden önce bazı ülkelerin hükümdarlarını imana davet için kendilerine mektup
gönderirken yazmıştır. Nitekim bu arada Bizans İmparatoru Herakliyus'a, Farslarm
kisrasma, Mısır hükümdarına ve Necaşiye mektup yazmıştır.
Zührî dedi ki: Peygamber (s.a.v.)'in mektuplarının hepsi, aynı nüshaydı. Hepsinde Âl-i
İmrân sûresinin altmış dördüncü ayeti vardı ki, bu ayetin Medenî olduğu hususunda ihtilaf
yoktur. Al-i İmrân sûresinin başından seksen üçüncü ayetine kadar olan kısım, Necran
heyeti hakkında nazil olmuştur. Nitekim bu hususu tefsirimizde de beyan etmişizdir. Hamd
ve minnet Allah'adır.
Bu mektup, Cafer b. Ebu Talib ve arkadaşlarına iyi davranan birinci Necaşi'ye değil de,
ondan sonraki Necaşi'ye yazılmıştır.
Bütün bu anlattıklarımızdan en uygunu şudur ki; Beyhakî, Mu-hammed b. îshak'm şöyle
dediğini rivayet eder:
Rasûlulîah (s.a.v.), Ebu Talib oğlu Cafer ve arkadaşları hakkında Necaşi'ye, Amr b. Ümeyye
ed-Demrî vasıtasıyla bir mektup göndermişti. Mektupta şunlar yazılıydı:
«Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Rasûlullah Muham-med'den, Habeş hükümdarı
Necaşi Ashame'ye, Selam sana. Yegane mülk ve meleküt sahibi, noksanı gerektiren her
şeyden münezzeh, güvenlik veren ve herşeye nigehban olan Allah'a hamd ettikten ve İsa'nın
Allah tararından temiz, kirden ari, iffetli ve bakire bir kız olan Meryem'e üka edilen bir ruh
ve kelime olduğuna, Cenâb-ı Allah'ın, Hz. Adem peygamberi nasıl kendi kudret eliyle
yaratıp ona ruh üflemiş ise, İsa'ya da böylece ruh üflediğine şahadet getirdikten sonra, seni
yalnız Allah'a ibadet etmeye ve O'na ortak koşmamaya, Allah'a itaat yolunda hizmet ile bana
uyup, bana gönderilen şeye iman etmeye davet ediyorum. Zira ben, Allah'ın elçisiyim.
Ayrıca amcam oğlu Cafer'i, beraberinde Müslümanlardan bir kaç kişi ile sana gönderdim.
Oraya vardıkları zaman onları barındır. Kibir ve hükümdarlık azameti seni tutmasın. Zira
ben, seni ve senin askerlerini Allah'a davet ediyorum. İşte ben, size tebliğ ettim ve gereken
öğüdü verdim. Siz de Öğüdü kabul edin. Selam, hidayete tâbi olanların üzerine olsun."
Necaşi de Peygamber (s.a.v.)'e şöyle bir mektup gönderdi: "Rahman ve Rahmin olan
Allah'ın adıyla. Allah'ın Rasûlü olan Mu-hammed'e, Necaşi Asham b. Ebcer tarafından
gönderilmiştir. Ey Allah'ın peygamberi! Allah'ın büyük selamı ve O'nun rahmeti ile bereketleri
üzerine olsun. Beni, İslâmiyet'e kavuşturan Allah'tan başka bir ilah yoktur. Ya
Rasûlallah! İsa hakkında söylediklerim içeren mektubun bana ulaştı. Yerin ve göklerin
Rabbi olan Allah'a yemin ederim M; İsa, söylediklerinden fazla birşey değildir. Bize niçin
mektup gönderdiğinin gayesini kavradık ve amcan oğlu ile arkadaşlarını kabul edip
barındırdık. Senin, gerçekten Allah'ın elçisi olduğuna şahadet eder ve seni tasdik ederim.
Amcan oğluna bey'at edip eli üzerine Müslüman oldum. Ey Allah'ın peygamberi! Eriha b.
Esham b. Abcer'i kendi adıma sana gönderdim. Zira ben, kendimden başka herhangi bir
kimse üzerinde yetki sahibi değilim. Şayet istersen, kendim de gelirim. Zira dediklerinin
gerçek olduğuna şahadet ederim." [2]
Fasıl
Bu fasıl, Kureyş kabilesinin, Rasûlullah (s.a.v.)'a yardım ettikleri için Haşimoğullanyla,
Abdülmuttalib oğullarına muhalefet etmesinden ve onları Şi'bi Ebi Talib'de uzun süre
muhasara altında tutmalarından, bu hususta zalim ve facır bir belge yazmalarından bahseder.
Yine bu fasılda, anılan belgede zuhur eden ve Rasûlullah'm gerçek elçi olduğuna delâlet
eden peygamberlik mucizelerinin zuhurundan da bahsedilmektedir.
Musa b. Ukbe, Zührî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Müşrikler, Müslümanlara karşı olanca
güçleriyle eziyet vermeye başladılar. Öyle-ki, Müslümanlarda takat kalmadı. Üzerlerindeki
bela şiddetlendi. Ku-reyşliler de Rasûlullah (s.a.v.)'ı açıkça öldürmek için planlar hazırlamaya
ve ona karşı komplo kurmak için toplanmaya başladılar. Ebu Talib, Kureyşlilerin bu plan
ve komplolarım görünce Abdülmuttalib oğullarını topladı. Rasûlullah (s.a.v.)'ı kendi
mahallelerine alıp onu öldürmek isteyenlere karşı korumalarını emretti. Bunun üzerine
abdülmuttalib oğullarının Müslümanlarıyla kafirleri toplandılar. Kimi bu işi iman ve
inançlarından, kimi de akrabalık gayretinden ötürü yapıyordu. Kureyşliler, Abdülmuttalib
oğullarının Rasûlullah (s.a.v.)'ı koruduklarını ve bu iş için de ittifak ettiklerini anlayınca,
kendileri de müşriklerini topladılar. Artık Abdülmuttalib oğullarıyla bir arada oturmamak,
onlarla alış veriş etmemek, evlerine gitmemek, hülasa onlara karşı boykot uygulamak ve bu
boykotlarını da, kendisini öldürmelerine veya ken-dilerine teslim etmelerine kadar sürdürme
hususunda karar aldılar. Bu kararlarım, bir belge haline getirip imzaladılar. Buna göre
Haşimoğul-larından gelebilecek barış teklifini asla kabul etmeyecelder, öldürmek üzere
Muhammed'i kendilerine teslim etmedikçe, onlara karşı acımasız olacaklardı.
Haşimoğulları, mahallelerinde üç yıl süreyle boykot altında kaldılar. Bela ve musibetleri
şiddetlendi. Takatları kalmadı. Pazara gidemez oldular. Mekke'ye satış için getirilen gıda
maddeleri kendilerine ulaşmadan önce müşrikler, onları hemen gidip satın alıyorlardı. Böyle
yapmakla Rasûlullah (s.a.v.)'m kanını akıtma amacına ulaşmak istiyorlardı.
Ebu Talib, insanların uyumak üzere yataklarına girecekleri esnada Rasûlullah (s.a.v.)'a da
yatağına uzanmasını emrederdi. Böylece, ona karşı kötülük yapmak veya suikastte
bulunmak isteyen kimselerin, Rasûlullah'm kendi yatağına uzanmış olduğunu görsünler
isterdi. Ama insanlar uykuya daldıktan sonra Ebu Talib, kendi oğullarından, kardeşlerinden
veya amcası oğullarından birine emir verir, onlar da gider, Rasûlullah'm yatağına uzanıp
yatarlardı. Rasûlullah'a da gelip onların yatağına uzanıp yatmasını emrederdi.
Boykot üç seneyi doldurunca Abdumenaf ve Kusayy oğullarından bazı adamlar ile Haşimî
kadınların doğurduğu bazı Kureyşli kimseler, bu zulmü kınamaya başladılar. Akrabalık
bağlarını kopardıklarım ve hakkı hafife aldıklarını gördüler. Bu hıyanet sözleşmesini
bozmak için hemen o gece toplanıp karar aldılar. O esnada Cenâb-ı Allah, bir güve
göndererek Ka*be'de asılı olan o hıyanet belgesinde yazıh çoğu maddeleri yok ettirmişti.
Sadece belgede şirk, zulüm ve akrabalık bağlarını koparmaya dair hususlar kalmıştı.
Belgede yazılı ne kadar Allah ismi varsa, güve onları yeyip yok etmişti. Aziz ve Celil olan
Cenâb-ı Allah'ta müşriklerin belgesinin başına gelenleri Rasûlüne bildirmişti. Rasûlullah da
bunu amcası Ebu Talib'e anlatınca Ebu Talib:
- Hayır, parlak yaldızlara andolsun ki Muhammed, bana yalan söylememiştir, dedi. Böyle
dedikten sonra Abdülmuttalib oğullarından olan akrabalarıyla birlikte Mescid-i Haram'a
gitti. Mescid-i Haram, Kureyşli müşriklerle dolu idi. Ebu Talib ve adamlarının kendi
topluluklarına doğru gelmekte olduklarını görünce bunu yadırgadılar ve Ebu Talib ile
adamlarının şiddetli sıkıntıdan ötürü boykot bölgesi dışına çıktıklarını, Rasûlullah'ı
kendisine teslim etmek üzere geldiklerini sandılar. Yanlarına gelen Ebu Talib, söze başlayıp
şöyle dedi:
- Bizimle sizin aranızda bazı hadiseler meydana geldi. Şimdi onları size anlatacak değilim.
Siz üzerine sözleştiğiniz belgenizi getirin bakalım.Belki aramızda bir barış anlaşması
yapılabilir.
Ebu Talib, belgeyi getirmeden belgeye bakmalarından korktuğu için böyle konuşmuştu.
Nihayet onlar kendilerinden emin olarak ve Rasûlullah'm kendilerine teslim edileceğinden
şüpheleri olmaksızın belgeyi getirip ortaya koydular ve şöyle dediler:
- İşte şimdi kavminizin tamamım bir araya getirecek bir karara razı olmanızın zamanı geldi.
Çünkü bizimle sizi, birbirimizden ayıran bir tek kişi (Muhammed) idi. Onu, kavminizin
helak olması, aşiretinizin fesada düşmesi için sebeb ve tehlike kılmıştınız.
Ebu Talib dedi ki:
- Biz, içinde adalet bulunan bir teklif ile size geldik. Çünkü kardeşimin oğlu Muhammed,
yalan söylemeksizin bana şöyle bir haber verdi: Allah, elinizde bulunan bu belgeden uzaktır.
Bununla alakası yoktur. Kendisine ait bu belgede bulunan adım yoketmiştir. Sadece hıyanet
ve bizimle ilişkinizi kesmenize dair maddelerle, bize haksızlık yaparak baskı yapmanıza
dair hususlar belgede kalmıştır. Eğer durum, kardeşim oğlu Muhammed'in bana anlattığı
gibi ise artık ayıhp aklınızı başınıza alın. Allah'a yemin ederim ki, son ferdimiz ölünceye
kadar biz Mu-hammed'i size teslim etmeyeceğiz. Ama Muhammed'in bana anlattığı şeyler
asılsız ise, o zaman biz onu size teslim ederiz. İsterseniz öldürürsünüz, isterseniz hayatta
bırakırsınız.
Kureyşli müşrikler:
- Ey Ebu Talib, söylediğin söze razı olduk, dediler.
Belgeyi açtılar. Durumun, doğru sözlü ve sözü doğrulanan Muhammed (s.a.v.)'in haber
verdiği şekilde olduğunu gördüler. Kureyşliler, durumun, Ebu Talib'in anlattığı gibi
olduğunu görünce şöyle dediler:
- Allah'a yemin ederiz ki bu, sizin adamınızın yaptığı bir sihirden başka birşey değildir.
Böyle dedikten sonra kafirliklerine, Rasûlullah (s.a.v.) ile kavmine karşı uyguladıkları
boykot kararma şiddetli bir şekilde geri döndüler. O esnada Abdülmuttalib oğulları cemaati
de onlara şöyle dedi:
- Aslında yalan ve sihirbazlığa, bizden başkaları daha layıktır. Siz bunu nasıl görüyorsunuz?
Biz biliyoruz ki, bize karşı verdiğiniz boykot kararı, bizim yaptığımıza nisbetle sihirbazlık
ve büyücülüğe daha yalandır. Eğer siz büyücülük üzerinde ittifak etmiş olmasaydınız,
elinizde bulunduğu halde bu belgeniz bozulmazdı. İçinde yazılı olan Allah adları silinmez
ve zulme dair maddeler de olduğu gibi yerinde kalmazdı. Sihirbaz olanlar, biz miyiz yoksa
siz misiniz?
Abdumenaf oğulları ile Kusayy oğullarından bazı adamlarla Haşimî kadınlarının doğurduğu
Kureyşli Ebu'l- Bahterî, Mut'im b. Adiy, Züheyr b. Ebi Ümeyye b. Muğire, Zem'a b. Esved,
Hişam b. Amr da oesnada yukarda anılan cevabı verenler arasındaydı. Boykot belgesi ise,
Haşam b. Amr'daydı. O, Amir b. Lüey oğullarından, onların şerefli ve itibarlı
şahsiyetlerindendi. Bunlar dediler ki:
- Biz, bu boykot belgesinde yazılı bulunan maddelerden uzağız. Bu maddelerle ilgimiz
yoktur. .
Lanetli Ebu Cehil de:
- Bu, geceleyin kararlaştırılmış bir iştir, dedi.
Ebu Talib, onların boykot belgesi hakkında bir şiir okudu. Şiiri ile o belgede yazılı bulunan
zulüm maddeleri ile ilişkileri bulunmadığını ifade etti ve o belgedeki maddeleri bozan
topluluğu da methetmeye başladı. Bu arada, Necaşiyi'de övdü.
Daha Önce de, Musa b. Ukbe'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: Müslümanların Şi'bi Ebi
Talib'de boykot altına alınmalarından sonra Rasûlullah (s.a.v.)'m emir vermesi üzerine
Habeşistan'a hicret edilmiş. Doğrusunu Allah bilir.
Ben de derim ki: Akla en uygun olan husus şudur ki; Ebu Talib, Ka-side-i Lamiyesini,
Müslümanların Şi'bi Ebi Talib'de boykot altına alınmalarından sonra söylemiştir. Onu
burada söylemek daha münasip olur.
Beyhakî, Yunus kanalıyla Muhammed b. îshak'm şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah
(s.a.v.), islâm davetini devam ettirmeye, Haşim oğullarıyla Muttaliboğullan da onu himaye
etmeye, ayrı dinden olmalarına rağmen onu Kureyşli müşriklere teslime yanaşmamaya
devam ettiler. Akrabaları, dinlerinden ayrı olduğu halde onu Kureyşlilere teslim etme
halinde küçük düşeceklerinden korktukları için teslime yanaşmamışlardı. Haşimoğullanyla
Muttaliboğullan onu koruyunca, Kureyşliler, Muhammed (s.a.v.)'e birşey yapamayacaklarını
anladıklarından, kendileriyle Haşimoğullan arasındaki münasebetleri kesmeyi öngören bir
belge düzenlemeye karar verdiler. Buna göre Kureyşli müşrikler, Haşimoğullan ve
Abdülmuttalib oğullanyla birbirlerine kız alıp vermeyecek, birbirleriyle alış veriş
yapmayacaklardı. Bu maddeleri öngören bir belge yazıp Ka'be'ye astılar.
Bundan sonra Müslüman olan kimselere saldırdılar. Onlan bağlayıp eziyet ve işkencelere
tâbi tuttular. Müslümanlann başındaki bela şiddetlendi. Fitne büyüdü. Büyük bir sarsıntı
geçirmeye başladılar.
Sonra ravi, Müslümanlann Şi'bi Ebi Talib'e girişleri, orada aşın derecede mihnetlere maruz
kalmalan gibi şeyleri de anlatarak bu serüveni bütün tafsilatıyla nakleder. Öyleki,
Müslümanlann çocuklarının açlıktan dolayı feryatları, Şi'bi Ebi Talib'in gerilerinden dahi
duyulabili-yordu. Nihayet Kureyşhalkı, Müslümanlann başına gelen musibeti hoş
karşılamamış, o zalim belgelerinden nefret ettiklerini açıklamışlardı. Anlatıldığına göre
Cenâb-ı Allah, kendi rahmetinin tezahürü olarak bir güveyi, o belgeye musallat kılmış, güve
de belgede yazılı olan Allah kelimelerini hep kemirip yemiş, belge içinde sadece zulüm,
iftira ve akrabalık bağlarını koparmayı öngören maddeler kalmıştı. Bunu yüce Allah,
Rasûlune haber vermişti. O'da durumu amcası Ebu Talib'e iletmişti.
İbn Hişam, Muhammed b. İshak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Kureyşliler, Rasûlullah'ın
sahabelerinin güvenlik ve istikrar buldukları bir bölgeye (Habeşistan'a) gittiklerini, oraya
yerleştiklerini, Necaşi'nin de kendisine sığınanları düşmanlarına karşı koruduğunu, Ömer'in
İslâm'a girdiğini, onunla birlikte Hamza'nın Rasûlullah ve ashabının yanında yer aldıklarını,
İslâmiyet'in kabileler arasında yayılmaya başladığını gördüklerinde, toplanıp bir araya
geldiler. Haşimo-ğullanyla Abdülmuttalib oğullarına karşı bir boykot uygulamaya, onlardan
kız alıp vermemeye, onlarla alış veriş yapmamaya söz verdiler ve bu sözlerini yazıya
aktararak bir belge düzenlediler. Kendilerini kesin bir şekilde bağlaması için bu belgeyi,
Kabe'nin tavanına astılar. Belgeyi yazan, Mansur b. Ikrime b. Amir b. Haşim b. Abdumenaf
b. Abdid-Dar b. Kusay idi. İbn Hişam'a göre yazanın Nadr b. Haris olduğunu söyleyenler de
vardır. Rasûlullah (s.a.v.)'m ona beddua etmesi üzerine bazı parmakları felç olmuştu.
Vakidî, belgeyi yazanın Talha b. Ebi Talha el-Abderî olduğunu söylemiştir.
Ben derim M: İbn İshalim da dediği gibi meşhur görüşe göre belgeyi yazan, Mansur b.
İkrime'dir ki, eli felç olan da odur. Artık elini kullanamaz hale gelmişti. Öyleki Kureyşliler,
kendi aralarında:
— Mansur b. îkrime'ye bakın hele, diyorlardı.
Vakidî, boykot belgesinin, Kabe'nin tavanına asılı olduğunu söylemiştir.
İbn îshak dedi ki: Kureyşlilerin plan ve boykot eylemleri karşısında Haşimoğullarıyla
Abdülmuttaliboğulları, Ebu Talib'in yanında yer aldılar. Onunla birlikte ŞiTdi Ebi Talib'e
girip bir arada yaşamaya başladı- -lar. Haşimoğullarından Ebu Leheb b. Abdül-Uzza b.
Abdülmuttalib ise akrabaları arasından çıkıp Kureyşlilerin safında yer aldı, onlara destek
oldu. Hüseyin b. Abdullah'ın bana anlattığına göre Ebu Leheb, kendi kavminden ayrılıp
Kureyşlilerin safında yer aldığı zaman, Hind binti Utbe b. Rebia'yla karşılaşmış, ona şöyle
demişti: Ey Utbe'nin kızı! Lat ve Uzza'ya yardım ettim. Onlardan ayrılanlardan ben de
ayrıldım. İyi etmedim mi?
Hind:
- Evet, Allah sana hayırlar versin. Seni mükafatlandırsın ey Ebu Leheb, demişti.
îbn îshak dedi ki: Bana nakledildiğine göre Ebu Leheb, o sıralarda bazan şöyle dermiş:
Görmediğim ama Ölüm sonrasında vuku bulacak bazı şeylerle Muhamnıed, beni tehdit
ediyor. Bunların ölümden sonra vuku bulacağını iddia ediyor. Bundan sonra benim ellerime
ne koyacak ki?
Böyle dedikten sonra kendi ellerine üfler ve:
- Kuruyası eller! Muhammed'in sözünü ettiği şeyleri sizde göremiyorum, dermiş.
Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, Tebbet sûresini inzal buyurmuş:
«Ebu Leheb'in elleri kurusun, kurudu da.»
îbn îshak dedi M: Kureyşliler, Müslümanlara karşı boykot uygulamak amacıyla toplanıp
belge düzenlediklerinde Ebu Talib, bir şiir okumuştu:
"Baka, bizden aranızdaki Lüeyy'e ve özellikle Lüey b. Kab'a duyurun,
Bilmezmisiniz ki biz Muhamnıed'i, önceki kitaplarda yazılı Musa gibi bir peygamber olarak
bulduk.
Kullar, ona muhabbet beslemekle yükümlüdürler.
Allah'ın kendisine muhabbetini verdiği kimsede hayır vardır.
Şu belgenize yapıştırdığınız şey,
Salih'in böğüren devesi gibi, size uğursuzluk getirecek.
Mezar kazılmadan önce ayılın.
Günah işlemeyenin günahkar gibi olacağı günden önce ayılın.
Dedikoducuların peşine düşmeyin.
Dostluk ve akrabalıktan sonra bağları koparmayın.
aramızda sürekli bir savaş icad etmeyin.
Savaşın kötü sonucu, bazanda onu icad edenin üzerinedir.
Ka'be'nin Rabbine yemin olsun ki, Ahmed'i size teslim etmeyiz.
Zamanın ısırmasına ve sıkıntılarına aldırış etmeyiz.
Bizden ve sizden bazı kafalar kopmadıkça,
Parlak kılıçlarla eller kesilmedikçe, kimseye boyun eğmeyiz.
Sıkıntı verici bir savaşla mızrakların ucu kırılmış,
Siyah başlı kuşların, su içen bir cemaat gibi oraya konduklarını görürsün.
Sanki atlıların meydanları, onun bölgesindedir ve yiğit,
Bahadırların savaş çığlığı, harp gürültüsüdür.
Haşim, babamız değilmi ki savaşa soyundu.
Oğullarına da, vurmayı ve mızrakîamayı tavsiye etti.
Siz bizden bıkmadıkça, biz savaştan bıkmayız.
Başa gelen musibetlerden ötürü de şikayetçi olmayız.
Ama bizler korkudan yiğit savaşçıların,
Ruhları uçunca hafıza ve akıl erbabıyız."
İbn îshak dedi ki: Müslümanlar, bu minval üzere iki yada üç sene beklediler. Nihayet bitkin
düştüler. Onlara, Kureyşliler den azık ulaştırmak isteyen kimselerin gizlice ulaştırmak için
uğraştığı gıda maddelerinden başka birşey ulaşmıyordu. Anlatıldığına göre Ebu Cehil b. Hişam,
kölesiyle birlikte halası Hatice binti Hüveylid'e buğday yükü taşıyan Hakim b. Hüzzam
b. Huveylid'i görmüş. Hatice'de o esnada Şfbi Ebi Talib de Rasûhıllah'm yanında imiş.
Buğday yükünü gören Ebu Cehil, Hakim b. Hüzzam'a takılmış ve:
- Haşimoğullanna yiyecek mi götürüyorsun? Allah'a yemin ederim ki bu gıda maddesi de,
sende o mahalleye gitmeyeceksiniz. Yoksa seni Mekke'de rezil rüsvay ederim, demişti. Öte
yandan Ebu'l- Bahteri b. Hişam b. Haris b. Esed gelmiş ve:
- Size ne oluyor? diye sormuş. Ebu Cehil de:
- Haşimoğullanna yiyecek götürüyor, demişti. Ebu'l- Bahteri:
- Nihayet bu, Hakim b. Hüzzam'm halası Hatice'nin malı olan bir yiyecek maddesidir. Bu
mal, şimdiye kadar Hakimin yanında idi. Şimdi sahibine götürmek istiyor. Sen bu yiyeceği
götürmesine engel mi olacaksın? Çekil adamın yolundan, dedi.
Lanetli Ebu Cehil, yoldan çekilmedi. Bunun üzerine kavgaya başladılar. Ebu'l-Bahteri,
yerden bir deve çene kemiğini alıp Ebu Ce-hil'in kafasına vurdu. Başını yardı. Onu ayak
altına alıp iyice dövdü. Yakınlarında durmakta olan Hamza b. Abdülmuttalib de onların bu
halini görüyordu. Onlar, bu hadisenin Rasûlullah ve ashabı tarafından duyulmasını
istemiyorlardı. Duyacak olurlarsa, kendileri ile alay edeceklerini ve bu durumlarına
sevineceklerini sanıyorlardı. [3]
Alaycılar
Rasûlullah (s.a.v.), kavmini gece gündüz, gizli aşikar davet ediyordu. Onları Allah'ın emrine
çağırıyordu. Bu hususta hiç kimseden de çekinmiyordu. Allah'ın onu, amcası ve kavmi olan
Haşimoğulları ile Abdülmuttalib oğulları vasıtasıyla müşriklere karşı koruması üzerine
Kureyşliler, ona el uza t anlayacaklarını anladılar, bu sebeple ona dil uzattılar, alaya aldılar,
onunla tartıştılar, Kur'ân ayetleri de ona .karşı düşman olan kimselerle Kureyşlilerin
yaptıkları işler hakkında nazil olmaya başladı. Kiminin adlarını beyan etti. Bazanda Allah'ın
kafirler hakkındaki umumi beyanlarını getirdi. İbn İshak, Ebu Leheb'ten ve onun hakkında
bir sûre nazil oluşundan Ümeyye b. Haleften ve onun hakkında el-Hümeze sûresinin nazil
oluşundan bahseder. As b. Vail'den de bahsederken onun hakkında şu ayetin nazil olduğunu
beyan eder:
«Ey Muhammed! Ayetlerimizi inkar eden ve: «Bana elbette mal ve çocuk verilecektir»
diyeni gördün mü?» (Meryem, 77.)
Bu ayetle ilgili açıklama, daha önceki sayfalarda verilmişti.
Yine Ibn İshak, Ebu Cehil b. Hişam'dan ve Peygamber'e: «Ya tanrılarımıza sövmeyi
bırakırsın veya biz de senin tapmakta olduğun tanrına söveriz!» deyişinden ve hakkında şu
ayetin nazil oluşundan bahseder:
«Allah'tan başka taptıklarına sövmeyin ki onlar da bilmeyerek aşırı gidip Allah'a
sövmesinler.» (el-En'âm,ıos.)
îbn İshak, Nadr b. Haris b. Kelde b. Alkame'den de, onun Hz. Peygamberin Kur'ân okuduğu
ve Allah'a davet ettiği meclislerine katılışından da bahsetmiştir. Nadr b. Haris te onlara,
Rüstem ve îsfendiyarin haberlerinden bazı şeyleri, Farslar zamanında bu ikisi arasında cereyan
eden muharebeleri anlatmıştır. Böyle dedikten sonra da o: «Allah'a yemin ederim ki
Muhammed, benden daha güzel şeyler anlatmıyor. Onun anlattığı şeyler, Öncekilerin
yazdıkları efsanelerden başka birşey değildir!» diyordu. Bunun üzerine Cenâb-ı Allahs şu
ayeti inzal buyurmuştu:
«Kur'ân, Öncekilerin masallarıdır, başkalarına yazdırıp sabah akşam kendisine
okunmaktadır» dediler. (ei-Furkân, 5.)
«Yalancı ve günahkar kişinin vay haline!» (ei-Câsiye, 7.)
İbn îshak dedi ki: Bize ulaşan rivayetlere göre Rasûlullah (s.a.v.),
günün birinde Velid b. Muğire ile birlikte mescidde oturmuş, Nadr b.
Haris de gelip yanlarına oturmuştu. Mecliste Kureyşlilerden de bir kaç
adam vardı. Rasûlullah (s.a.v.) konuşmaya başlamış, Nadr b. Haris ona
karşı itirazlar öne sürmüş, Rasûlullah (s.a.v.), onu susturuncaya kadar
konuşmuş, sonra o ve orada hazır bulunanlara şu ayetleri okumuştu:
«Siz ve Allah'dan başka taptıklarınız, Cehennemin yakıtısınız;
oraya gireceksiniz. Eğer bunlar tanrı olsaydı Cehennem'e girmezlerdi;
hepsi orada temelli kalacaktır. Orada onlara ah etmek vardır!; birşey de
İşitmezler.» (el-Enbiyâ, 98-100.)
Sonra Rasûlullah (s.a.v.), kalkıp gitti. Abdullah b. Ziba'ra es-Sehmî gelip meclise oturdu.
Velid b. Muğire, ona şöyle dedi:
- Allah'a yemin ederim ki, az önce Nadr b. Haris, Abdülmuttalib in oğlu karşısında oturup
kalkmadı ki, Muhammed; biz ve taptığımız şu tanrıların, Cehennem odunları olduğunu iddia
etti.
Abdullah b. Ez-Ziba'ra ise şu karşılığı verdi:
- Allah'a yemin ederim ki, ben onu burada görseydim, kendisiyle tartışırdım. Onu mağlup
ederdim. Siz, Muhammed'e sorun: Allah'tan başka şeylere tapan kimselerle taptıkları şeyler
Cehennem odunları mıdırlar? Oysa biz, meleklere tapıyoruz. Yahudiler Üzeyr'e, Hristiyanlar
da İsa'ya tapıyorlar. Kendilerine tapılan bu varlıkların, Cehennem odunları olmaları diye
birşey var mı?
Velid ve beraberindeki meclis arkadaşları, İbn Ez-Ziba'ra'mn bu sözlerini beğendiler. Bu
sözleriyle onun, Muhammed (s.a.v.)'i mağlup ettiğini sandılar. Bu sözler, Rasûlullah
(s.a.v.)'a ulaştırılınca, o şöyle dedi:
«Allah'tan başkasına tapmak isteyen ve bunu seven her kimse, taptığı şeyle birlikte ateştedir.
Onlar, ancak şeytanlara ve şeytanların kendilerine emrettikleri kimselere tapıyorlar!»
Bunun üzerine Cenâb-ı Allah da, şu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu:
«Yaptıklarına karşılık katımızdan kendileri için iyi şeyler yazılmış olanlar, işte onlar
Cehennem'den uzak tutulanlardır.
Cehennemin uğultusunu duymazlar. Canlarının istediği şeyler içinde temelli kalırlar.» (el-
Enbiyâ, 101402.)
Yani İsa ve Üzeyr, Allah'ın taatinde devam edip geçmiş olan rahiplerle din âlimlerinden
kendilerine inanan kimselerle beraber olacaklardır.
Kureyşliler, meleklere tapar ve onların Allah'ın kızları olduklarına inanırlardı:
«Rahman çocuk edindi, dediler. O yücedir. Hayır, (Rahman'm çocukları sandıkları melekler,
O'nun) değerli kullarıdır. O'ndan önce söz söylemezler ve onlar, O'nun emriyle hareket
ederler. Onların önlerinde ve arkalarında olanı bilir. Razı olduğundan başkasına şefaat edemezler
ve onlar, onun korkusundan titrerler. Onlardan her kim: Ben, ondan başka bir
tanrıyım, derse, onu Cehennemle cezalandırırız. Biz, zalimleri böyle cezalandırırız!» (el-
Enbiyâ, 26-29.)
Müşriklerin, İbn ez-Ziba'ra'mn söylediği sözleri beğenmiş olmaları hakkında da şu ayetler
nazil olmuştur:
«Meryem oğlu, bir misal olarak anlatılınca hemen kavmin, ondan ötürü yaygarayı bastılar.
Bizim tanrılarımız mı hayırlı, yoksa O mu? dediler. Bunu sadece tartışma için sana misal
verdiler. Doğrusu onlar, kavgacı bir toplumdur.» (ez-Zuhruf, 57-58.)
Onların tuttukları bu tartışma ve mücadele yolu batıl bir yoldu. Onlar da, bunu biliyorlardı.
Çünkü onlar, Arap bir milletti. Çünkü Arap dili gramerine göre «ma» edatı, akılsız varlıklar
için kullanılır. Ayet-i kerimede, Allah'tan başka kendilerine tapılan şeylerden söz edilirken, o
tapınılan şeylerin başında «ma» edatı kullanılmıştır.
«Siz ve Allah'tan başka taptıklarınız, Cehennemin yakıtısınız. Oraya gireceksiniz.» (el-
Enbiyâ, 98.)
Bununla, onların tapmakta oldukları taşların put suretleri oldukları ifade etmek istenmiştir.
Bu da onların bu suretlerde tapmakta oldukları melekleri, İsa'yı, Üzeyr'i ve salih
kimselerden her hangi birini kapsamına almamaktadır. Çünkü ayet-i kerimedeki lafızlar,
onları ne kelime ne de mana bakımından kapsamamaktadır. Isa peygamber hakkında
verdikleri misalin, batıl bir misal olduğunu onlar da bilmekteydiler. Nitekim yüce Allah
şöyle buyurmuştur:
«Sana böyle söylemeleri, sadece, tartışmaya girişmek içindir. Onlar şüphesiz kavgacı bir
millettir. Meryemoğlu, ancak kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğullarına örnek
kıldığımız bir kuldur.» (ez-Zuhmf, 58-59.)
Çünkü İsa'yı, kocasız bir kadından yaratıp meydana getirdik.
Havva'yı da dişisiz bir erkekten meydana getirdik. Ademin yaratılışı ise ne İsa'nmkine ne de
Havva'nmkine benzer. Diğer adenıoğullarını ise erkek ve kadın çiftinden meydana getirdik.
Nitekim Cenâb-ı Allah, başka bir ayet-i kerimede İsa peygamberden bahsederken,«Onu
insanlar için bir ayet kılalım diye...» buyurmaktadır. Yani onu apaçık kudretimizin delil ve
emaresi kılalım diye...» «Ve bizden bir rahmet olarak» onunla, dilediğimize merhamet
ederiz.îbn İshak, Ahnes b. Şurayk'dan ve onun hakkında şu ayetin nazil oluşundan bahseder:
«Ey Muhammedi Diliyle iğneleyen, kovuculuk eden, iyiliği daima önleyen, aşırı giden, suç
işleyen, çok yemin eden alçak zorbaya, bütün bunlar dışında bir de soysuzlukla
damgalanmış kimseye, mal ve oğulları vardır diye aldırış etmeyesin.» (ei-Kakm, 14.)
İbn İshak, Velid b. Muğire'den de bahsetmiş, onun şöyle dediğini
nakletmiştir.:
- Ben, Kureyş'in büyüğü ve efendisi olduğum halde bana değil de Muhammed'e mi ayetler
nazil oluyor? Sakiflilerin lideri Ebu Mes'ud Amr b. Amr dururken Muhammed'e mi ayetler
nazil oluyor? Oysa ben ve Ebu Mes'ud, bu iki kasabanın (Mekke ve Taif in) efendileri ve
liderleriyiz.
İbn İshak, Velid b. Muğire hakkında şu ayetin nazil olduğunu da beyan eder:
«Bu Kur'ân, iki şehrin birinden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?» de diler. (ez-
Zuhruf, sı.)
İbn İshak, Übey b. Haleften de bahseder. Hani bir zamanlar o, Uk-be b. Ebi Muayt'a şöyle
demiş: "Muhammed'in meclisinde oturup onu dinlediğini duymadım mı sanıyorsun?. Onun
yüzüne tükürmedîkçe artık kesinlikle seninle görüşmeyeceğim!"
Allah düşmanı lanetli Ukbe de, onun bu arzusuna uymuş ve Hz. Peygamber'in mübarek
yüzüne tükürmüştü. Bunun üzerine yüce Allah, şu ayetleri inzal buyurmuştur:
«O gün zalim kimse ellerini ısırıp: "Keşke Peygamberle beraber bir yol tutsaydım, vay
başıma gelene; keşke falancayı dost edinmeseydim.»
der. (el-Furkân, 27-28.)
Ubey b. Halef, çürümüş ve dağılmaya yüz tutmuş bir kemiği eline alıp Rasûlullah'ın yanma
gitmiş ve: 'Ya Muhammed, sen misin çürüyüp toprağa karıştıktan sonra bu kemiği Allah'ın
yeniden dirilteceğini iddia eden adam?" demiş, sonra da eliyle o kemiği ufalayıp toz haline
getirmiş ve Rasûlullah'a taraf esen rüzgara verip savurmuştu. Rasûlullah da ona şu cevabı
vermişti:
- Evet, bunu ben söylüyorum! Allah, bu çürümüş kemiği ve seni böylece ufalanıp toz toprak
haline geldikten sonra diriltecek sonrada seni ateşe koyacaktır!
Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, şu ayeti inzal buyurdu: «Kendi yaratılışını unutur da:
«Çürümüş kemikleri kim yaratacak» diyerek, Bize misal vermeye kalkar? Ey Muhammedi
De ki: «Onları ilk defa yaratan diriltecektir. O, her türlü yaratmayı bilendir.» (Yasin, 78-79.)
İbn îshak dedi ki: Esved b. Muttalib, Velid b. Muğire, Ümeyye b. Halef ve As b. Vail,
Ka'be'yi tavaf etmekte olan Rasûlullah'm karşısına çıkıp şöyle dediler:
- Ya Muhammed, gel de bizim taptığımız şeylere sende tap, senin taptığın şeylere de biz
tapalım. Bu hususta ortaklık yapalım.
Böyle demeleri üzerine Cenâb-ı Allah, el-Kâfirûn sûresini inzal buyurdu:
«Ey Muhammed! De M: «Ey inkarcılar! Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Benim taptığıma
da sizler tapmazsınız. Ben de sizin taptığınıza tapacak değilim. Benim taptığıma da siz
tapmıyorsunuz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır.»
Ebu Cehil, Kur'ân'da sözü edilen zakkum ağacı hakkında ayet nazil olduğunu işitince
çevresindekilere şöyle sordu:
- Zakkumun ne olduğunu biliyor musunuz? O, üzerinde kaymak bulunan bir hurmadır.
Gelin, hep birlikte zakkumlanalım!
Böyle demesi üzerine Cenâb-ı Allah, şu ayeti inzal buyurdu: «Doğrusu günahkarların
yiyeceği, zakkum ağacıdır.» (ed-Duhân, 43-44.) İbn îshak dedi ki! Velid b. Muğire durup
Rasûlullah (s.a.v.)'la konuştu. Rasûlullah da onunla konuşuyordu. Ve onun, İslâm'a
gireceğini ümid etmişti. O esnada âmâ olan İbn Ümmü Mektum, Atike binti Abdullah b.
Ankes'e Rasûlullah'm yanma geldi. Kendisinden Kur'ân okumasını istedi. Bu isteği,
Rasûlullah'm ağrına gitti, onu sıktı. Bu gelişi, Velid b. Mugire'yle konuşmasına engel oluyor
ve onun islâm'a girmesine dair ümidini baltalıyordu. İbn Ümmü Mektum, Hz. Peygamber'e
ısrar edince, o yüzünü ekşiterek öbür tarafa çevirdi. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, şu
ayetleri inzal buyurdu:
«Yanma kör bir kimse geldi diye Peygamber yüzünü asıp çevirdi. Ey Muhammed! Ne
bilirsin, belki de o arınacak; yahut öğüt alacaktı da bu Öğüt kendisine fayda verecekti. Ama
sen, kendisim öğütten müstağni gören kimseyi karşına alıp ilgileniyorsun. Arınmak
istememesinden sana ne? Sen, Allah'tan korkup sana koşarak gelen kimseye aldırmıyorsun.
Dikkat et; bu Kur'ân bir öğüttür. Dileyen onu öğüt kabul eder. O kutsal kılınmış, yüceltilmiş,
arınmış sahifeler üzerindedir.» (Abese, 1-14.) Bazılarının anlattıklarına göre, îbn Ümmü
Mektum'un gelişi esnasında Rasûlullah (s.a.v.)'m kendisiyle konuştuğu kişi, Ümeyye b.
Halef imiş, doğrusunu Allah bilir.
İbn İshak, daha sonra Habeşistan Muhacirlerinden Mekke'ye geri dönenlerden bahseder.
Geri dönüşleri, Mekkelilerin İslâm'a girdikleri haberini aldıkları esnada olmuştur. Böyle bir
nakil, sahih değildir. Ancak bunun bazı sebebleri vardır. Bu sebeb de, Sahih-i Buharî'de ve
diğer hadislerde anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), günün birinde müşriklerle birlikte
oturup konuşmuş, konuşurken Cenâb-ı Allah, ona Necin
sûresini inzal buyurmuştu.
«Batmakta olan yıldıza andolsun ki, arkadaşınız sapmamıştır.» Rasûlullah (s.a.v.), onlara bu
sûreyi sonuna kadar okuyup tamamladığında secdeye kapandı. Orada bulunan Müslümanlar,
müşrikler, cinler ve bütün insanlar hep secdeye kapandılar. Bunun da bir sebebi vardı. Şu
aşağıdaki ayeti tefsir ederken, tefsircilerin çoğu bu sebebten bahsetmişlerdir:
«Ey Muhammed! Senden önce gönderdiğimiz hiçbir elçi ve peygamber yoktur ki, birşey
arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. Allah, Şeytanın
karıştırdığım giderir, sonra Allah kendi ayetlerini tahkim eder. Allah bilendir, Hakimdir.»
(ei-Hacc, 52.)
Tefsirciler, bu ayetin açıklamasını yaparken garanik hadisesini anlatmışlardır. Bunu
yeterince anlayamayan kimseler, duymasınlar diye burada anlatmadık. Ancak bu kıssanın
aslı sahih hadiste anlatılmaktadır.
Buharı, Ebu Ma'mer tarikiyle îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder:
«Neçm sûresinin sonunda Peygamber (s.a.v.) secde etti. Onunla birlikte Müslümanlar,
müşrikler, cinler ve insanlar hep secde ettiler.»
Bu hadisi sadece Buharı rivayet etmiştir. Müslim'in bu konuda bir
rivayeti yoktur.
Buharı, Muhammed b. Beşşar tarikiyle Abdullah b. Mes'ud'un şöyle dediğini rivayet eder:
«Peygamber (s.a.v.), Mekke'de iken Necm sûresini okudu. Bu sûredeki secde ayetine
gelince secdeye kapandı. Yanındakiler de secdeye kapandılar. Ancak yaşlı bir adam, yerden
bir avuç çakıl ya da toprak alıp alnına sürdü ve: Bu kadarı bana yeter, dedi. Ben de onun
bilahare kafir olarak Öldürüldüğünü gördüm.»
Bunu, Şube'nin hadisinden Müslim, Ebu Davud ve Neseî rivayet etmişlerdir.
İmam Ahmed b. Hanbel, Muttalib b. Ebi Vedaa'nm şöyle dediğini rivayet eder:
«Rasûlullah (s.a.v.), Mekke'de iken Necm sûresini okudu. Secdeye kapandı. Yanındakiler de
secdeye kapandılar. Ben, başımı kaldırdım ve secde etmek istemedim.»
Muttalib, o zaman henüz Müslüman olamamıştı. Ama ondan sonra her kimin Necm sûresini
okuduğunu duyarsa mutlaka onunla birlikte secdeye kapanırdı.
Bunu, Neseî rivayet etmiştir.
Bu rivayetle, önceki rivayeti şöyle telif edebiliriz: Bu adam, secdeye kapanmış, ancak
büyüklük tasladığından ötürü başım secdeden kaldırmıştır. Ama İbn Mesudun rivayetinde
secde etmediğini söylediği adam, hiç secdeye eğilmemiştir. Doğrusunu Allah bilir.
Sonuç olarak söylemek istediğimiz şudur ki, bu hadiseyi nakleden kişi, müşriklerin
Rasûlullah'a uyarak kendisiyle birlikte secdeye kapandıklarını görünce, onların da
Müslümanlığa girdiklerini, Rasûlul-lah'la barıştıklarım, artık aralarında herhangi bir
çekişme kalmadığını zannetmişti. Bu haber, Habeşistan'daki Muhacirlere ulaşmıştı. Onlar
da, bunun doğru olduğunu sanmışlardı. Bunun üzerine onlardan bir kısım Muhacirler
ümidlenerek Mekke'ye dönmüşler, bir kısmı da orada kalmaya devam etmişti. Her iki kısmı
da, yaptığında isabetli idi. İki grubun davranışı da güzeldi. İbn İshak, oradan Mekke'ye
dönen Muhacirlerin adlarını şöyle sıralar:
Osman b. Aifan, karısı peygamber kızı Rukiyye, Ebu Huzeyfe b. Ut-be b. Rebia,kansı Sehle
binti Süheyl, Abdullah b. Cahş b. Riab, Utbe b. Gazvan, Zübeyr b. Avvam, Mus'ab b.
Umeyr, Süveybit b. Sa'd, Talib b. Umeyr, Abdurrahman b. Avf, Mikdad b. Arar, Abdullah b.
Mesud, Ebu Seleme b. Abdu'1-Esed, karısı Ümmü Seleme binti Ebi Ümeyye b. Muği-re,
Şemmas b. Osman, Seleme b. Hişam, Ayyaş b. Ebi Rebia (Bedir, Uhud ve Hendek
muharebeleri yapılıp sona erinceye kadar bu ikisi, Mekke'de hapsedilmişlerdi.), Ammar b.
Yasir (Bunun Habeşistan'a hicret edip etmediği hususunda şüphe vardır.), Mateb b. Avf,
Osman b. Maz'un, oğlu Said, kardeşleri Kudame ile Abdurrahman, Huneys b. Hüzafe,
Hişam b. As b. Vail (Bu, Hendek muharebesinden sonra Mekke'de hapsedilmişti.), Amir b.
Rebia, karısı Leyla binti Ebi Hasme, Abdullah b. Mahreme, Abdullah b. Süheyl b. Amr
(Bedir savaşı yapılıncaya kadar hapsedilmişti. Müslümanların tarafına geçerek onlarla
birlikte Bedir savaşma katılmıştı.), Ebu Sebre b. Ebi Ruhm, karısı Ümmü Kül-süm binti
Süheyl, Sekran b. Amr b. Abdişems (Bu zat, hicretten önce Mekke'de vefat etmiş,
Resûlullah onun hanımı ile evlenmişti.) Sek-ra'mn karısı Şevde binti Zem'a, Sa'd b. Havle,
Ebu Ubeyde b. Cerrah, Amr b. Haris b. Züheyr, Süheyl b. Beyda, Amr b. Ebi Şerh.
Toplam olarak geri dönenler, otuzüç erkek idi. Allah onlardan razı olsun.
Buharı, Aişe'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'rn şöyle dediğini nakleder:
«Hicret yurdunuz bana, hurmalıklı ve iki kara taşlık arasındaki bir yer olarak gösterildi.»
Hicret edenlerin bir kısmı, Medine tarafina hicret etti. Habeşistan'a hicret edenlerin tamamı,
Medine'ye geri döndü.
Buhari,Yahya b. Hammad vasıtasıyla Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet eder:
«Namaz kılarken Rasûlullah'a selam verdiğimiz de o, selamımızı
alırdı. Ama Necaşi'nin yanından döndüğümüzde kendisine namaz halinde iken selam verdik,
selamımızı almadı. Dedik ki: "Ya Rasûlallah! Daha önce sana selam verirdik, sen de
selamımızı alırdın. Ama Necaşi'nin yanından döndüğümüzde artık (namazda iken)
selamımızı almıyorsun."
Buyurdu ki:
- Namazda meşguliyet vardır.»
Buharî, Müslim, Ebu Davud ve Neseî, başka bir kanalla bu hadisi A'meş'ten rivayet
etmişlerdir. Bu rivayet, Zeyd b. Erkam'm Sahih-i Buharî ile Sahih-i Müslim'de sabit olan
hadisini tevil edenlerin tevilini kuvvetlendirmektedir. Şöyle ki:
«Önceleri biz, namaz kılarken konuşurduk. Nihayet Allah'ın şu buyruğu nazil oldu:
«Gönülden bağlılık ve saygı ile Allah'ın huzuruna durun.» (el-Bakara, 238.) Bunun üzerine
bizde namazda konuşmamak ve sükût etmekle emrolunduk.» Aslında bu rivayette sahabe
kelimesi ile bütün sahabeler kastedilmiştir. Ravi Zeyd, Medineli Ensâr'dandır. Namazdayken
konuşmanın yasaklanması ise, Mekke'de sabit olmuştur. Şu halde namazda iken konuşmayı
yasaklayan hükmün, birinci rivayette mevcud olduğuna hükmetmek gerekiyor. Ama az önce
nakledilen ayet ise Medenîdir. Bu ayet ile Mekke'de iken namazda konuşmanın yasaklanmış
olduğunu ifade etmek arasında bir çelişki vardır. Öyle sanıyorum ki, ravi bu ayetin namazda
konuşmayı haram kıldığını kabul etmiştir. Ancak namazda iken konuşmayı yasaklayan diğer
ayetlerde vardır. Doğrusunu Allah bilir.
İbn İshak dedi ki: Habeşistan'dan dönen Muhacirlerin bir kısmı, müşriklerin himayesine
girmişlerdi. Osman b. Maz'un,Velid b. Muği-re'nin himayesine; Ebu Seleme b. Abdü'1-Esed
de dayısı Ebu Talib'in himayesine girmişti. Çünkü Ebu Seleme'nin annesi Berre, Abdülmuttalib'in
kızı idi.
Osman b. Maz'un'dan kendisine bahis açan bir adamın anlattığına göre Salih b. İbrahim.b.
Abdurrahman b. Avf bana dedi ki: Osman b. Maz'un, Rasûlullah'ın ashabının içinde
bulundukları bela ve musibetleri görüp de kendisinin Velid b. Muğire'nin eman ve himayesi
altında gidip gelişine bakarak şöyle dedi:
"Benim arkadaş ve dindaşlarım türlü eza ve işkencelere uğramakta iken ben, bir müşrikin
bana verdiği teminat sayesinde güven içinde olup dinimin gereklerini serbestçe
yürütmekteyim. Bu ise, benim için iyi değildir. Bu, çok büyük bir noksanlıktır." Böyle deyip
Velid b. Muğire'ye gitti ve ona şöyle dedi: Ey Ebu Abdişems! Bana verdiğin teminatı sana
geri verdim. Bundan sonra beni koruma!
- Niçin yeğen? Yoksa kavmimden biri seni incitti mi?
- Hayır, böyle birşey yoktur. Fakat ben, Allah'ın himayesi dururken başkasının himayesine
sığınmak istemiyorum, dedi.
- Öyleyse mescide git. Ben, nasıl açık olarak ve halk arasında sana teminat verdimse, sen de
halk arasında teminatımı bana geri ver, dedi.
Bunun üzerine kalkıp mescide gittiler ve Velid, halka hitaben şöyle dedi:
- Bu adam, Osman b. Maz'un'dur. Kendisine vermiş olduğum teminatı bana geri vermek için
buraya gelmiştir.
Osman b. Maz'un da şöyle dedi:
- Velid, doğru söylüyor. Ben, onu sözüne bağh ve güçlü bir teminata sahip bir kimse olarak
gördüm. Fakat Allah'tan başkasının himayesine sığınmak istemiyorum. Onun için bana
verdiği teminatı kendisine geri verdim.
Osman, mescidden ayrılırken Rebia oğlu Lebid'in, mescidin bir köşesinde toplanan bir kaç
kişiye şiir okuduğunu gördü, o da onların yanında oturdu. Lebid:
"Allah'tan, başka herşey batıldır." şeklinde bir mısra okudu.
Osman b. Maz'un: «Doğru söyledin.» dedi. Lebid, bu sefer beytin:
"Her nimet de şüphesiz zevale mahkumdur." mealindeki ikinci mısrasını okuyunca Osman,
ona:
"Sen yalan söyledin. Cennet'in nimetleri zevale mahkum değildir." dedi. Bunun üzerine
Lebid şöyle dedi:
- Ey Kureyş topluluğu! Allah'a yemin ederim ki, eskiden içinizde herhangi bir. yabancıyı
incitmek âdeti yoktu. Sizde bu kötü âdet ne zaman başladı?
Oturanlardan biri, ona şöyle dedi:
- Bu adam beyinsizdir. Onun gibi beyinsiz olan bir kaç arkadaşı daha var. Bunlar bizim
dinimizden ayrılmışlardır. Bunun için onun sözünden alınma.
Osman'da ona karşılık verdi. Bunun üzerine iş büyüdü. Adam kalkıp Osman'ın yüzüne bir
tokat attı. Velid b. Muğire, karşılarında oturduğu için onları görüyordu. Osman'a:
- Yeğen, işte görüyorsun. Sana verdiğim teminatı bana geri verdiğin için gözün kör oldu.
Buna ne gerek vardı? dedi.
Osman da:
- Allah'a yemin ederim ki benim sağlam kalan gözüm de, diğer gözüm gibi Allah yolunda
kör olmaya muhtaçtır. Ben, senden daha güçlü ve daha muktedir olan bir zatın, teminat ve
himayesi altındayım ey Eba Abdi Şems!, dedi. Velid'de ona:
- Yeğenim, tekrar himayeme dön, dediyse de Osman, hayır, diye cevap verdi.tbn îshak dedi
ki: Ebu Seleme b. Abdu 1-Esed, Ebu Talib'in himayesine girince Mahzumoğullanndan bazı
adamlar, Ebu Talib'in yanına giderek ona şöyle demişlerdi:
- Ey Eba Talib! Yeğenin Muhammed'i bize karşı himaye ettin. Peki ya bu adamımızı, ne
diye himayene alıyorsun?
Ebu Talib onlara şu cevabı verdi: O, bana sığındı. Kizkardeşimin oğludur. Şayet ben
kızkardeşimin oğlunu himayeme almazsam, erkek kardeşimin oğlu Muhammed'i de
himayeme almam!
Bunun üzerine Ebu Leheb, kalkıp şöyle dedi:
- Ey Kureyş topluluğu! Allah'a yemin ederim ki bu ihtiyara (Ebu Talib'e) çok yüklendiniz.
Kendi kavmi arasından bazı kimseleri himayesine aldığı için kendisine yoğun baskıya
devam ediyorsunuz. Allah'a yemin ederim ki, ya bu ısrarlarınızdan vazgeçersiniz ya da
yaptığı her işte kendisine destek oluruz.Böylece o amacına ulaşır. Bunun üzerine Kureyşliler
şöyle dediler: Hayır, ey Eba Utbe! Hoşlanmadığın bu işten
vazgeçeceğiz!
Ebu Leheb, Rasûlullah'a karşı Kureyşlilerin dostu ve yardımcıları idi. Bu dostluk ve
yardımcılık devam etti.
Bu konuşması üzerine Ebu Talib, Ebu Leheb'in ümid verdiğini gördü ve Rasûlullah'a yardım
hususunda kendisine destek olacağını umdu. Kendisine ve Rasûlullah'a yardım etmesi için
Ebu Leheb'i teşvik ederek şu şiiri okudu:
"Bir adam ki, amcası Ebu Leheb olursa,
O bahçelerdedir, zulüm görmez.
Ona söylerim, ama nasihatimi dinlemez.
Ey Eba Mut'ib, desteğini bizden ayırma.
Bir adımlık yaşayacak ömrün kalsa bile, zamana yönelme.
Devran aleyhine döndüğü zaman ona söversin.
Acizlik yolunu başkalarına bırak,
Çünkü sen, hep aciz kalmak üzere yaratılmış değilsin.
Savaş, çünkü savaşmak insaftır.
Savaşla kardeş olanın, barışmcaya kadar yere batmadığını görürsün.
Nasıl olsun ki, onlar sana karşı suç işlemediler.
Seni yardımsız bırakmadılar, ya ganimet elde edersin, ya da borçlanırsın.
Allah, Abdişems ile Nevfel'e ve Teym'e,
Mahzum'a da günah ve ceza versin.
Çünkü dostluk ve sevgiden sonra topluluğumuzu,
Haramlara ulaşmak için darmadağın ettiler.
Kabe'ye andolsun ki yalan söylediniz,Muhammed'i yağmalamayız.
Günün birinde onu halkın yanında dimdik göreceksiniz." [4]
Ebu Bekir'in Habeşistan'a Hicret Arzusu
îbn İshak, Zührî ve Urve kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder: Hz. Ebu Bekir,
müşriklerin eziyetlerine maruz kalıp Mekke kendisine daralınca ve Kureyşlilerin Rasûlullah
ile ashabına karşı birleşik bir cephe oluşturup eza verdiklerini görünce, hicret için
Rasûlullah'tan izin istedi. O da kendisine izin verdi. Ebu Bekir, hicret için yolculuğa çıktı.
Mekke'den bir veya iki günlük mesafede iken yolda, îbnu'd-Dagme(Dağne?) kendisine
rastladı. Bu adam, Ahabişin lideri Beni Haris b. Bekir b. Abdumenaf b. Kinane'nin kardeşi
idi.
Vakidî'nin dediğine göre adı, Haris b. Yezid'dir. Beni Bekir b. Abdumenaf b. Kinane'
kabilesinden bir ferttir. Süheylî de adının Malik olduğunu söyler. Îbnu'd-Dağıne, Ebu
Bekir'e sordu:
- Nereye Ey Eba Bekir?
- Kavmim beni sürgün etti. Bana eziyet verdi. Beni baskı altına aldı.
- Niçin? Allah'a yemin ederim ki, sen aşiretini süsler, musibetlere karşı yardımcı olur, iyilik
işler, yoksulu kazançlı kılar, ona yardım edersin. Haydi Mekke'ye dön. Artık sen, benim
himayem altındasın.
Ebu Bekir, Îbnu'd-Dağıne'yle birlikte geri döndü. Nihayet Mekke'ye girdiler. İbnu'd-Dağine,
onun yanında durup şöyle seslendi:
- Ey Kureyş topluluğu! Ben, Ebu Kuhafe'nin oğlu Ebu Bekir'i himayeme aldım. Artık hiç
kimse, iyilik dışında ona karışmasın!
Îbnu'd-Dağine'nin himayesine girdikten sonra Kureyşli müşrikler, ona dokunmadılar.
Ebu Bekir'in Cumahoğulları yurdundaki evinin yanında bir mescidi vardı. Orada namaz
kılardı. Yufka yürekli bir kimse idi. Kur'ân okurken kendisini tutamayıp ağlardı. Çocuklar,
köleler ve kadınlar da gelip onun yanı başında durur ve durumunu hayretle izlerdi.
Kureyşten bazı adamlar, İbnu'd-Dağine'ye giderek şöyle dediler:
- Ey Îbnu'd-Dağine! Her halde bu adamı, bize eziyet versin diye himayene almadın. Bu öyle
biridir ki, namaz kılıp Kur'ân okurken yüreği yufkalaşıyor. Öyle bir duruma giriyor ki,
çocuklarımızı, kadınlarımızı, güçsüz kimselerimizi yoldan çıkarmasından korkuyoruz.
Yanına gel de kendisine evine girmesini söyle. Evine girsin. Orada dilediği gibi davransın.
Îbnu'd-Dağine, Ebu Bekir'in yanma gelerek ona şöyle dedi:
- Ey Eba Bekir, kavmine eziyet vermen için seni himayeme almadım. Davranışlarından
hoşlanmıyor ve eziyet görüyorlar. Evine gir. İçeride ne yapmak istersen yap. Bunun üzerine
Ebu Bekir:
- Senin himaye ve teminatını sana geri versem de, Allah'ın himaye ve teminatına razı olsam
daha iyi olmaz mı? dedi.
Oda:
- Öyleyse teminatımı bana geri ver, dedi.
Ebu Bekir:
- Geri verdim.
- Bunun üzerine Îbnu'd-Dağine kalkıp şöyle dedi:
- Ey Kureyş topluluğu! Ebu Kuhafe'nin oğlu Ebu Bekir, teminatımı bana geri verdi. Artık
ona ne yaparsanız yapın. Bu sizin bileceğiniz birşeydir!
Buharı, Yahya b. Bükeyr kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder:
«Ben, anne ve babamı tanıyalı beri onları hep Müslüman gördüm. Rasûlullah (s.a.v.), her
gün sabah akşam bize gelir ve müşriklerin baskısı da hergün biraz daha artardı. Nihayet
babam Ebu Bekir, Habeşistan'a hicret etmek üzere yola çıkıp Berki'l-Gimad'a vardı. Babam
orada Kare kabilesinin reisi Îbnu'd-Dağine ile karşılaştı. Îbnu'd-Dağine ona:
- Nereye gidiyorsun ya Eba Bekir? diye sordu. Babam:
- Kavmimin baskısına dayanamayıp kaçmak zorunda kaldım. Biraz gezip rahatlıkla
Rabbime ibadet edeyim dedim, diye cevap verdi.
Îbnu'd-Dağine:
- Ey Eba Bekir, senin gibiler memleketlerinden çıkmaz ve çıkarılmazlar. Sen yoksullara
yardım eden, akrabalık hakkım gözeten, ağır yükleri taşıyan, misafire ikram eden ve
felaketzedelerin yardımına koşan bir insansın. Dön, kendi memleketinde ibadet et. Ben seni
koruyacağım, dedi.
Bunun üzerine babam, Îbnu'd-Dağine ile birlikte geri döndü. Îbnu'd-Dağine, bir akşam
Kureyş'in bütün ileri gelenlerini gezerek onlara:
- Ebu Bekir, memleketinden kovulacak adam değildir. Yoksullara yardım eden, akrabalık
haklarını gözeten, ağır yükleri taşıyan, misafir ağırlayan ve felaketzedelerin yardımına
koşan bir adamı nasıl yurdumdan çıkarıyorsunuz? dedi.
Onlar da Îbnu'd-Dağine'nin bu sözlerini yalanlamadılar. Ancak ona, şöyle dediler:
- Ebu Bekir'e söyle de kendi evinde Rabbine ibadet etsin. Evinde namaz kılarak istediği
şeyleri okusun. Bunu açık olarak yapmakla bizi rahatsız etmesin. Zira eğer açık olarak
yaparsa, kadın ve gençlerimizin ona bakarak sapıtmalarından korkuyoruz.
Îbnu'd-Dağine de bunu Ebu Bekir'e söyledi. Ebu Bekir, bir süre namaz ve diğer ibadetlerini
kendi evinde yaptı ve evinin dışında hiç birşey okumadı. Ancak bir süre sonra evinin
avlusunda bir mescid yapmaya karar verdi. Artık orada namaz kılmaya, Kur'ân okumaya
başladı. Fakat çok ağlayan bir kimse olduğu için Kur'ân okuduğu zaman, kendini tutamayıp
ağlıyordu. Onun bu durumu, Kureyş kabilesi kadın ve gençlerinin dikkatini çekti, kitleler
halinde gelip onu dinlemelerine sebep oldu. Bu da müşrik olan Kureyş ileri gelenlerini
endişeye düşürdü. Bunun için İbnu'd-Dağine'ye haber gönderdiler ve o gelince kendisine:
- Biz, Ebu Bekir için, evinin içinde ibadet etmek şartıyla sana teminat verdik. O ise, sınırı
aşarak evinin avlusunda bir mescid yaptırdı. Orada açıkça namaz kılmakta ve Kur'ân
okumaktadır. Onun bu durumu, kadın ve gençlerimizi yoldan çıkarabilir. Onu bundan
alıkoy. Eğer evinin içinde ibadetini yapıyorsa yapsın. Yok eğer bunu kabul etmiyorsa ona
söyle de, vermiş olduğu teminatı sana geri versin. Zira sana verdiğimiz sözü bozmak
istemiyoruz. Ve açıkça ibadet etmesine izin vermemize de imkan yoktur, dediler.
Îbnu'd-Dağine de babama gelip:
- Sana hangi şartla teminat verdiğimi biliyorsun. Ya o şart üzerinde duracaksın, ya da sana
verdiğim teminatı bana geri vereceksin. Zira Arapların bir adama vermiş olduğum teminatı
kendisinden geri aldığımı işitmelerini istemiyorum, dedi.
Babam da ona:
- Ben senin teminatını geri verir ve Allah'ın teminatı ile yetinirim, dedi.»
Ibn îshak, Ebu Bekir es-Sıddık'ın oğlu Muhammedın şöyle dediğini rivayet eder: Babam
Ebu Bekir, İbnu'd-Dağine'nin himayesinden çıktığı zaman Ka*be'ye gitmekte iken Kureyş'in
ayak takımından bazısı yoluna çıkmış, başına toprak savurmuşlardı. Velid b. Muğire veya
As b. Va-il'den birine uğrayarak: "Şu sefihlerin yaptıklarını görüyor musun?" diye şikayetçi
olmuş idiysede o, babama: "Bunu sen kendi nefsine yaptın." demişti. Babam da şöyle
tazarruda bulunmuştu: "Ey Rabbim, sen ne kadar yumuşak huylusun. Ey Rabbim, sen ne
kadar yumuşak huylusun. Ey Rabbim, sen ne kadar yumuşak huylusun!" [5]
Fasıl
îbn îshak'm verdiği bu bilgilerin tamamı, Kureyşlilerin Haşimo-ğullarıyla Muttalib
oğullarına karşı birleşmeleri, onlara karşı boykot kararı almaları, bu kararlarını o zalim
belgeye kaydetmeleri, onları Si'bi Ebi Talib'te muhasara altında tutmaları gününden
başlayan ve o meş'um belgenin yırtılması anma kadar devam eden süre zarfında vuku
bulmuş hadiselerin cereyan etmiş olmasına uygundur. Bu sebepledir ki İmam Şafii: «Meğazi
ilmini öğrenmek isteyen kimse, îbn İshak'm çocuğu durumundadır.» demiştir.
İbn îshak dedi İd: Kureyşliler, Haşimoğullarıyla Muttalib oğulları aleyhinde düzenledikleri
boykot belgesinde belirtilen mahallede onları abluka altına almışlardı. Sonra Kureyşlilerden
bir grup, bu boykot belgesini bozmaya teşebbüs etti. Bu uğurda Hişam b. Amr b. Haris b.
Habib b. Nasr b. Malik b. Hisl b.Amir b. Lüeyy kadar güzel ve başarılı bir sınav veren
kimse görülmemişti. O, Nadle b. Hişam b. Abdumenaf m ana bir kardeşi idi. Hişam'm,
Haşimoğullarıyla bağlantısı vardı. Kavmi içinde şerefli bir kimse idi. O, geceleyin azık
yüklediği devesini Haşim oğullarıyla Muttalib oğullarının abluka altına alındıkları
mahalleye getirir, mahallenin girişine gelince devenin başındaki yularını çıkarır, sonra
böğrüne vurup, deveyi salarmış. Deve mahallenin içine girince oradakiler, üzerindeki azık
yükünü alır, tekrar deveyi geri çevirirlermiş. O da yine deveyi götürüp ona buğday yükler ve
yine aynı yere getirip aynı şekilde mahallenin içine salarmış.
Daha sonra o, Züheyr b. Ebi Ümeyye b. Muğire b. Abdullah b. Amr b. Mahzum'a gider ve
ona şöyle dermiş: Ey Züheyr! Sen kendin yiyecekleri yiyip, elbiseleri giyip, kadınları
nikahlayıp ta dayıların alış veriş yapamaz, kız alıp veremez halde iken nasıl rahat edersin.
Bu duruma nasıl razı olursun? Allah'a yemin ederim M, Ebu Cehil'in dayılarının bu duruma
düşmelerini isteseydin, o, senin bu isteğine muvafakat etmezdi!
Züheyr, ona şöyle dedi:
Yazıklar olsun sana ey Hişam, ben ne yapabilirim! Ben yalnız bir adamım. Allah'a yemin
ederim ki, benimle birlikte başka bir adam bulunsaydı, o belgeyi bozmaya teşebbüs
ederdim.
- Bir adam buldun işte.
- Kimdir o adam?
- Benim.
- O halde bize üçüncü bir adam daha bul! Hişam, Mut'im b. Adiyy'e giderek ona şöyle
dedi:
- Ey Mut'im! Abdumenaf oğullarından iki kabilenin, gözlerin önünde yok olmalarına ve bu
hususta Kureyşlilere muvafakat etmeye nasıl razı olursun? Allah'a yemin ederim ki, eğer
onların yakınları bu durumda olsalardı, sizden çok onlar bu belgeyi bozmaya koşarlardı!
- Yazıklar olsun sana, ben ne -yapabilirim? Ben yalnız bir adamım.
- îşte ikinci bir adam buldun.
- Kimdir o?
- Benim.
- O halde bize üçüncü bir adam bul.
- Buldum.
- Kimdir o?
- Züheyr b. Ebi Ümeyye.
- O halde bize dördüncü bir adam bul.
Bunun üzerine Hişam, Ebu'l-Bahteri'ye gitti ve Mut'im b. Adiyy'e söylediklerini ona da
söyledi. Ebu'l-Bahteri, ona şöyle dedi:
- Bu işte bana yardım edecek birini bulabilir misin?
- Evet.
- Kimdir o?
- Züheyr b. Ebi Ümeyye ile Mut'im b. Adiy. Ayrıca ben de seninle beraberim.
- O halde bize beşinci bir adam bul.
Bunun üzerine Hişam, Zem'a b. Esved b. Muttalib b. Esed'in yanına gidip onunla konuşur.
Boykot altında bulunanların kendisinin yakınları olduğunu ve üzerinde hakları bulunduğunu
ona anlatır. O da şöyle der:
- Beni davet ettiğin bu işte başka biri de var mı?
- Evet.
Böyle dedikten sonra kendileriyle konuşmuş olduğu adamların adlarını sıraladı. Sonra
bunlar, Hatm~i Hacun denen Mekke'nin üst tarafındaki bir yerde geceleyin buluşmak üzere
sözleştiler. Geceleyin oraya gidip toplandılar. Boykot belgesini yırtıp atmak üzere söz birliği
yaptılar. Nihayet o belgeyi yırttılar. Karar safhasmdayken Züheyr:
- Bu işe ilk olarak ben başlayacağım. Bu hususta ben ilk olarak konuşacağım, dedi.
Sabahleyin Ka'be'nin yanındaki toplantı yerine gittiler. Bir kaftan giyinmiş olan Züheyr b.
Ebi Ümeyye gelip Ka'be'yi yedi kez tavaf etti. Sonra insanlara dönüp şöyle dedi:
" Ey Mekkeliler! Biz yemek yiyor, elbiseler giyiyoruz. Ama Öte yandan Haşimoğulları yok
olmakla yüzyüze gelmişler. Kimse ile alış veriş yapamıyorlar. Allah'a yemin ederim ki, şu
haksızlıkla dolu boykot belgesi yırtılınaymcaya kadar yerime oturmayacağım!"
Mescid-i Haram'm bir köşesinde durmakta olan Ebu Cehil:
- Vallahi o belge yırtılmayacaktır, dedi. Zem'a b. Esved ise:
- Allah'a yemin ederim ki, sen çok yalancısın. Onu sen yazarken yazılmasına biz rıza
göstermemiştik, dedi.
Ebu'l-Bahteri de:
- Zem'a doğru söyledi. Bu belge yazılırken içinde yazılan şeylere rıza göstermemiş ve
kabullenmemiştik, dedi.
Mut'im b. Adiyy:
- İkiniz doğru söylediniz. Bu sözden başkasını sarfeden yalan söyledi Biz, bu belgeden
Allah'a sığınırız. İçinde yazılı bulunan hükümlerden de uzağız, dedi.
Hişam b. Amr da buna benzer şeyler söyledi.
Ebu Cehil:
- Bu, geceleyin kararlaştırılmış ve buradan başka bir mekanda hakkında müşavere yapılmış
bir iştir, dedi.
Bu konuşmalar yapılırken Ebu Talib de Mescid-i Haram'in bir köşesinde bulunmaktaydı.
Mut'im b. Adiy kalkıp boykot belgesini yırtmak üzere Ka'be'nin içine girdi. Bir güvenin o
belgeyi kemirdiğini gördü. Sadece «Allah'ım senin adınla» diye yazılı olan kısım kemirilm
emişti. O belgeyi yazan kişi, Mansur b. îkrime idi. Anlatıldığına göre elleri felç olmuştu.
İbn Hişam dedi ki:
Bazı ilim ehlinin anlattıklarına göre Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Talib'e şöyle demiş: «Ey Amca!
Cenâb-ı Allah bir güveyi Kureyşlilerin sahifesi-ne musallat kıldı. O sahifede yazılı bulunan
Allah adını yerinde bıraktı. Ama zulüm, boykot ve iftiraya dair olan yazıları ise yok etti.»
Ebu Talib ona sordu:
- Bunu Rabbin mi sana haber verdi? -Evet.
- Allah'a yemin ederim ki, artık kimse senin yanına girmesin. Böyle dedikten sonra kalkıp
Kureyşlilerin yanına gitti ve onlara
şöyle dedi:
- Ey Kureyş topluluğu! Kardeşim oğlu Muhammed, bana şunu ve şunu bildirdi. Gelin,
boykot belgenize bakın... Eğer onun dediği gibi ise, bize uygulamakta olduğunuz şu boykot
kararından artık vazgeçin ve bize dokunmayın. Ama Muhammed'in söyledikleri yalan ise,
ben onu size teslim ederim!
Kureyşliler, senin söylediğine razıyız, diyerek Ebu Talib'le akidleş-tiler. Sonra gidip belgeye
baktılar. Bir de baktılar ki o, Rasûlullah (s.a.v.)'m anlattığı duruma gelmiş. Bu da onların şer
ve kötülüklerini fazlal aştırdı.
İşte o esnada Kureyşlilerden bir topluluk, o belgeyi parçalamak için ellerinden geleni
yaptılar ve nihayet belgeyi parçaladılar.
İbn İshak, Ebu Talib'in, belge parçalanıp içindeki hükümler yürürlükten kaldırıldıktan sonra
onu parçalamak için gayret sarfeden topluluk hakkında şu övücü şiiri okuduğunu kaydeder:
" Bak, denizcilerimize (denizden geçerek Habeşistan'a giden Muhacirlerimize),
uzaklaşmalarına rağmen,
Allah'ın lütfü ulaşmadı mı? Allah insanlara merhametlidir.
Onlara haber verilsin ki, boykot belgesi parçalandı.
Allah'ın razı olmadığı her şey iptal edilir.
O belgenin bir kısmı iftira, bir kısmı büyüdür,
Ama zamanın sonuna kadar semaya yükselen,
Bir büyü görülmemiştir.
Zelil olmayan kimse, başkalarını ona çağırdı.
Onun uğursuzluğu başında dönmektedir.
O, yeteri kadar günah sebebi olan bir vakıadır.
O sebeble, kollar ve boyunlar kesilecektir.
Öyleki, korkudan Mekke ahalisinin eklemleri titreyecektir.
Şerrin ürküntüsünden göçüp gidecektir, çalışan kimse ise kendi haline terkedilecektir.
İşiyle uğraşacak,
Bazan Tihame'ye bazan da Necid'e gidecektir.
Mekke mukimlerinden kimin onur ve gücü doğarsa, . Bizim Mekke içindeki onurumuz kat
kat fazladır.
Orada doğduk, insanlar orada az iken,
Oradan ayrılmadık, hep hayır işledik ve övüldük.
Kumar oklarını çekenlerin elleri titrediği zaman,
İnsanlar faziletlerini bırakmcaya kadar biz yemek yedirirdik.
Hacun mevkiinde toplanan gruba, Allah hayırlar versin.
Onlar ki akıllıca, doğruca bir işe yöneldiler.
Hatnıe'l-Hacun mevkiinde oturdular, hükümdarlar gibi.
Onlar daha da şerefli, daha da onurlu idiler.
Şahin gibi her mert kişi, yardım etti onlara,
Zırhın katları içinde ağır ağır yürürken insanlar,
Büyük işlere karşı cesaretlidirler.
O işler ki eline alan kimsenin avucunu yakan kor gibidirler.
Düşük işlerle yükümlü kılındığında,
Memnuniyetsizliğinden yüzü moraran şerefli,
Lüey b. Galip oğullarındandırlar.
Kılıcının bağı uzundur, bacağının yarısı dışarda olandır.
Onun yüzü suyu hürmetine bulutlardan yağmur yağması istenilir ve mutluluğa erişir.
Cömerttir, kerem sahibidir, efendioğlu efendidir. Misafir ağırlamaya başkalarım da teşvik
eder.
Misafir toplar, külü çoktur.
Aşiret çocukları için iyi şeyler yapar.
Biz beldelerde dolaşıp geldiğimizde,
Bu sulhu ısrarla ister, her iyi kimse,
Şanı yüce, bayrağı yüksek, sonrada Övülen kimseler,
Geceleyin kararlaştırdıklarını kararlaştırdılar,
Sonra sabahladılar,
Yavaşça insanlar uykuda iken gelip işi yaptılar.
Sonra onlar hoşnutluk içinde Sehl b. Beyda'ya döndüler.
Ebu Bekir'le Muhammed'de buna sevindiler.
Kavimler, işimizin halline iştirak ettikleri zaman,
Daha Önce biz de bunu çok arzuluyorduk.
Öteden beri biz, haksızlığı benimsemeyiz.
Dilediğimize varır, ama zorlamayız.
Ey Kusay ailesi, gönlünüzde bir burukluk var mıdır?
Yarın olacak şeylerden haberiniz var mıdır?
Ben ve sizler, tıpkı birinin dediği gibi,
"Ey Esved dağı, eğer konuşsaydm,
Muhakkak ki senin yanında bazı açıklamalar vardı?"
Süheylî dedi ki: Bu şiirin sonunda sözü edilen Esved dağında bir adam öldürülmüş, ama
katili bilinmiyor muş. Öldürülen adamın akrabaları gelip dağın yanında durmuş ve ona şöyle
seslenmişlerdi: "Ey Esved dağı, eğer sen konuşsaydm mutlaka sende bazı açıklamalar vardı.
Ey Esved dağı, eğer sen konuşsaydm, katilin kim olduğunu bize açıklardın,"
Vakidî dedi ki: Muhammed b. Salih ile Abdurrahman b. Abdülaziz'e, Haşimoğullarının Şi'bi
Ebi Talib'ten ne zaman çıktıklarını sorduğumda bana cevaben dediler ki: Bisetin onuncu
yılında, yani hicretten üç yıl önce çıktılar.
Ben de derim ki: O senede Şi'bi Ebi Talib'ten çıkmalarından sonra Rasûlullah'uı amcası Ebu
Talib ile eşi Hüveylid kızı Hatice vefat etti. Nitekim bununla ilgili açıklama ileride
gelecektir. [6]
Fasıl
Muhammed b. İshak, boykot belgesinin iptalinden sonra bir çok kıssalar anlatır. Bunlar,
Kureyşlüerin RasûluUah (s.a.v.)'a karşı düşmanca dikilişlerini, hac, umre veya başka
sebeble Mekke'ye gelen ziyaretçilerle Arap kabilelerim RasûluUah't an uzaklaştırmaya ve
nefret ettirdelil
olarak Rasûlullah'm elinde mucizeler izhar etmesini, buna karşılık müşriklerin
düşmanlık, taşkınlık, hile ve desise sebebiyle bu hususlarda Rasûlullah'ı yalanlamalarını
içermektedir. Onlar, Rasûlullah'ı yalanlarken onun deli, büyücü, kahin, uydurmacı bir adam
olduğunu iddia ediyorlardı. Ama Cenâb-ı Allah, kendi işini başa çıkaracaktı. [7]
Tufeyl B. Amr Ed-Devsî'nin Müslüman Oluşu
Tufeyl, emrine uyulan şerefli bir kimse idi. Devsliler, ona itaat ederlerdi. Mekke'ye gelmişti.
Kureyş eşrafı gidip etrafında toplandılar. Rasûlullah'a karşı uyardılar. Onun yanına
gitmemesini ve sözünü dinlememesini söylediler. Bunu anlatırken Tufeyl şöyle der:
"Allah'a yemin ederim ki, bana çok ısrar ettiler. Nihayet ben de Rasûlullah'ı dinlememeye ve
kendisi ile konuşmamaya karar verdim. Mescid-i Haram'a giderken kulaklarıma pamuk
tıkadım. Onun sözlerini dinlemekten korktuğum için böyle yaptım. Onu dinlemek ve sesini
duymak istemiyordum. Mescid-i Haram'a gittim. Baktım ki Rasûlullah (s.a.v.), Ka'be'nin
yanında namaz kılıyor. Cenâb-ı Allah, onun sözlerinin bir kısmını dinlememi takdir
buyurmuştu. Ben, güzel sözler duydum. Kendi kendime dedim ki: Ey anası ağlayasıca!
Allah'a yemin ederim ki, ben akıllı ve şair bir adamım. Güzeli çirkinden ayırdetmek benim
için zor değildir. Bu adamın söylediklerine kulak vermeme engel ne vardır? Eğer söylediği
sözler güzelse, kabul ederim, çirkinse reddederim.
Biraz bekledim. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.), Ka'be'nin yanından ayrılıp evine doğru yola
koyuldu. Ben de evine girinceye kadar onu takip ettim. Arkası sıra ben de evine girdim ve
şöyle dedim: "Ya Muhammedi Senin kavmin bana şöyle ve şöyle dedi. Allah'a yemin
ederim ki, senin durumundan beni korkuttular. Nihayet ben de kulaklarıma -sesini duymamak
için- pamuk tıkadım. Ama sonunda Cenâb-ı Allah, senin sözlerini bana duyurmayı
takdir buyurmuş. Ben, senden güzel sözler dinledim. Sen, davanı bana tebliğ et."
Rasûlullah (s.a.v.) bana, İslâm'ı teklif etti, bana Kur'ân okudu. Allah'a yemin ederim ki,
ondan daha güzel bîr söz duymamış, ondan daha doğru birşey görmemiştim. Müslüman
oldum. Kelime-i şehadet getirerek şöyle dedim:
- Ey Allah'ın peygamberi! Ben, kavmim içinde sözü dinlenen bir adamım. Onlara dönecek
ve onları islâm'a davet edeceğim. Onları davet ettiğim hususta bana yardıma olacak bir
alameti bana vermesi için Allah'a dua et.
Rasûlullah da:
- Allah'ım, onun için bir ayet ver, dedi.
Ben de kavmime gittim. Onların tamamını görebilecek yükseklikteki bir tepeye çıktığımda
gözlerimin önünde kandil gibi bir nur peyda oldu.
Ben de şöyle dua ettim:
- Allahım, bu nuru yüzümden başka bir yer bırak. Çünkü bunun, dinlerinden ayrıldığım için
yüzüme bir damga gibi vurulduğunu söylemelerinden korkuyorum.Bu duamdan sonra o nur,
değneğimin ucuna yerleşti.Beni görenler değneğimin ucundaki asılı kandil gibi duran o nuru
gördüler. Ben de o halde iken tepeden aşağı'iniyordum. Nihayet yanlarına vardım. Tepeden
aşağıya indiğimde yaşlı bir adam olan babam yanıma geldi. Ben ona şöyle dedim:
- Benden uzak dur babacığım. Ben senden değilim, sen de benden değilsin!
- Niçin ey oğlum?
- Ben Müslüman oldum. Ve Muhammed (s.a.v.)'in dinine tâbi oldum.
- Evladım, senin dinin benim de dinimdir.
- Öyleyse git, guslet. Elbiselerini temizle, sonra bana gel ki, öğrendiklerimi sana öğreteyim.
Babam gidip gusletti. Elbiselerini temizledi. Sonra yanıma geldi. Ben de kendisine İslâm'ı
teklif ettim. O da Müslüman oldu. Sonra eşim yanıma geldi. Ona da şöyle dedim:
- Benden uzak dur. Ben senden değilim, sen de benden değilsin.
- Niçin? Anam babam sana feda olsun.
- İslâmiyet, beni ve seni birbirimizden ayırdı. Ben, Muhammed (s.a.v.)'in dinine tâbi oldum.
- Senin dinin benim de dinimdir.
- Züşşera putunun yanındaki koruluğa git. Oradaki dağdan inen sudan yıkanıp yanıma gel.
- Anam babam sana feda olsun. Züşşera putundan çocuklara bir zarar gelmesinden korkmaz
mısın?
- Hayır, buna ben kefilim.
Karım gidip yıkandı. Sonra yanıma döndü. Ben, kendisine İslâmiyet'i arzettim. O da
Müslüman oldu. Sonra Devs kabilesini, islâm'a davet ettim. Ama onlar, bu davetime icabet
etmekte geciktiler. Sonra Rasûlullah'm yanma Mekke'ye döndüm. Ona dedim ki:
"-Ya Rasûlallah! Doğrusu Devs kabilesinde zina galip geldi. Onlara beddua et." Bunun
üzerine Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurdu.
- Allah'ım, Devslilere hidayet ver. Bana da şu emri verdi:
- Kavmine dön. Onları davet et ve onlara karşı yumuşak davran.
Devs diyarına gittim. Onları hicrete kadar Müslümanlığa davet ettim. Nihayet Rasûlullah
(s.a.v.), Medine'ye hicret etti. Aradan Bedir, Uhud ve Hendek savaşları geçti. Sonra
Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma, Müslüman olan kavmimle birlikte gittik. O, Hayber'de
idi.Medine'ye yetmiş ya da seksen hane olarak konup yerleştik, sonra Hayber'de bulunan
Rasûlullah'm yanma vardık. O da diğer Müslümanlarla birlikte bize ganimetten pay verdi.
Mekke'nin fethine kadar Rasûlullah'm yanında kaldım. Ona şöyle bir teklifde bulundum: 'Ya
Rasûlallah! Beni,Amr b. Humame'nin putu olan Zi'1-Keffeyn'e gönder ki, onu yakayım."
İbn İshak dedi ki: Tufeyl b. Amr, o puta gitti. Onu ateşle yaktı. Ya-karkende şöyle dedi:
"Ey Zi'1-Keffeyn putu! Ben, sana tapanlardan değilim. Bizim doğumumuz, senin
doğumundan öncedir. Ben, ateşi senin kalbine verdim."
Tufeyl, sonra Rasûlullah'm yanına döndü. Medine'de onunla birlikte kaldı. Rasûlullah, vefat
edinceye kadar yanından ayrılmadı. Vefatından sonra bazı Araplar dinden çıkınca Tufeyl,
Müslümanlarla birlikte onların üzerine gitti. Tuleyha'yı ve Necidlileri hakladıktan sonra
Müslümanlarla birlikte Yemame'ye gitti. Yanında oğlu Amr b. Tufeyl de vardı. Yemame
yolunda iken bir rüya gördü. Arkadaşlarına şöyle dedi:
«Ben bir rüya gördüm. Rüyamı tabir edin. Baktım ki, başım traş edilmiş. Ağzımdan bir kuş
çıkıyor. Bir kadınla karşılaştım. Beni rahmine soktu. Oğlumun da durmadan beni oradan
çıkarmak istediğini gördüm. Sonra benden ayrılıp kaybolduğunu gördüm.» Arkadaşları;
Hayırdır, dediler. O da şöyle dedi: Ama Allah'a yemin ederim ki ben, bu rüyayı tevil ettim.
Arkadaşları, nasıl tevil ettin? diye sorunca, o şöyle dedi:
"Başımın traş edilmesi demek, vücudumdan koparılıp yere düşmesi demektir. Ağzımdan
çıkan kuş ise ruhumdur. Beni rahmine sokan kadın ise yerde bir çukurun açılması ve benim
o çukura gömülüp kaybolmam demektir. Oğlumun beni o kadının rahminden çıkarmaya
çalışması, sonrada görünmez olması ise, başıma gelen felaketin kendisi-ninde başına
gelmesi için gayret sarfetmesidir."
Sonra Tufeyl b. Amr, Yemame'de şehid oldu. Oğlu da ağır yaralandı. Yarası iyileşti. Ama
Hz. Ömer'in zamanında Yermük savaşında şehid oldu. Allah, ona rahmet etsin.
İmam Ahmed b. Hanbel, Vekf kanalıyla Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet eder:
Arkadaşları ile birlikte Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gelen Tufeyl: "Devs kabilesi asi oldu."
dedi. Rasûlullah da şu duayı yaptı:
"Allahım, Devslilere hidayet nasib et. Onları bize gönder."
İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etti:
Tufeyl b. Amr ed-Devsî ile arkadaşları gelip şöyle dediler: "Ya Rasûlallah! Doğrusu Devs
kabilesi asi oldu. Ama gelmediler. Onlar için beddua et."
Rasûlullah (s.a.v.), ellerini kaldırıp: "Devsliler helak olsun!" diye beddua ettikten sonra
şöyle dedi:
«Allahım! Devslilere hidayet nasib et. Onian bize gönder.»
İmam Ahmed b. Hanbel, Cabir'in şöyle dediğini rivayet eder: Tufeyl b. Amr ed-Devsî,
Peygamber (s.a.v.)'in yanma gelerek şöyle dedi: Ya Rasûlallah! Senin sağlam ve müstahkem
bir kalen var mıdır? Rasûlullah buyurdu ki: Cahiliyet devrinde Devslilere ait bir kale vardır.
Rasûlullah (s.a.v), Medine'ye hicret ettiğinde Tufeyl b. Amr da kendi kavminden bir adamla
birlikte Medine'ye hicret edip Rasûlullah'm yanma geldi. Tufeyl'in kavminden olan adam,
Medine'nin havasını beğenmedi. Orada kalmak istemedi. Hastalandı, sabırsızlandı, bir ok
alarak elini onunla kesti, eli kanadı. Ölünceye kadar kan durmadı. Ölümünden sonra Tufeyl,
onu rüyada güzel bir vaziyette gördü. Yalnız ellerini sarmıştı. Ona: "Rabbin sana ne yaptı?"
diye sorunca adam: "Peygamber (s.a.v.)'in yanma hicret edişim yüzünden Rabbim beni
bağışladı." dedi. Tufeyl de: "Ellerini sarılı görüyorum. Neden?" diye sordu. Adam: "Kendi
bozduğun şey düzelmeyecek, denildi." diye cevap verdi. Tufeyl, bunu Rasûlullah'a anlatınca
o, şöyle dua buyurdu: «Allahım, o adamın ellerini kesişini de af buyur.»
Şimdi bu hadis ile Cündüb'ün rivayet ettiği hadisi nasıl uzlaştırıca-ğız? Cündüb'ün rivayet
ettiği hadise göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Sizden önce bir adam vardı. Yaralandı, sabırsızlandı. Bir bıçak alıp elini kesti. Ölünceye
kadar kam durmadı. Nihayet öldü. Yüce Allah, onun hakkmda şöyle buyurdu: Kulum
benden önce hareket edip kendini öldürdü. Ben de Cennet'i ona haram kıldım.»
Bu hadis ile önceki hadisi bir kaç açıdan uzlaştırmak mümkündür:
1- Bu iki hadisteki adamlardan biri müşrik, diğeri mü'min olabilir. Bu sabırsızlığı, onun
ateşe girmesi için yeterli bir sebeb olabilir. Her ne kadar onun müşrikliği de Cehennem'e
girmesi için yeterli sebep isede, bu hadis ile Hz. Peygamber, ümmetinin ibret alması için
dikkatlerimizi çekmiştir.
2- Cehennemlik olan o sabırsız adam kendi elini kesmesinin haram olduğunu bilmiş, diğeri
ise İslâm'a yeni girdiği için bu hükmü bilmemiş olabilir.
3- Cehennemlik olan adamın kendi elini kesmesini helal saymış olması, diğerinin ise helal
saymamış olması, yalnız hata yapmış olması mümkündür,
4- Cehennemlik olan adamın elini kesmekle intiharı kasdetmiş olması, diğerinin ise intiharı
değilde başka bir sebebi kasdetmiş olması mümkündür.
5- Cehennemlik olanın iyilik ve hasenelerinin az olması, bu az miktardaki iyilik ve
haseneîerinin de onun mezkur günahmm büyüklüğüne mukavemet edememiş olması ve bu
sebeple Cehennem'e girmiş olması mümkündür. Diğerinin ise, iyilik ve hasenelerinin çok
olması ve bu çok miktardaki iyilik ve hasenelerinin de mezkur günahının büyüklüğüne
mukavemet etmiş olması ve bu yüzden Cehennem ateşine girmemiş olması, aksine
Peygamberin yanına hicret sebebiyle affedilmiş olması mümkündür. Ancak elindeki yara izi
iyileşmediği için elini sarmış ve vücudundaki diğer güzeîikler baki kalmış olabilir. Tufeyl b.
Amr, o adamın elini sarılı olarak görünce "Sana ne oldu?" diye sormuş, o adam ise şöyle
cevap vermişti: "Kendi bozduğum şey düzelmeyecektir, diye bana söylendi." Tufeyl de bu
rüyasını Rasûlullah'a anlatınca kendisi, o adam için dua etmiş: «Allahım, elleri için de onu
bağışla.» demiş, bunun üzerine o adamın yaralı elleri de iyileşmiş. Kesin ve muhakkak olan
husus şudur İd, yüce Allah, Tufeyl b. Amr'm arkadaşı için yaptığı duayı kabul buyurmuştur.
[8]
A'şa B. Kaysın Hîkayesi
İbn Hişam, Hallad b. Kurra b. Halid ve diğerleri vasıtasıyla ilim ehlinden şöyle bir rivayette
bulunur: A'şa b. Kays b. Salebe b. Ukabe b. Sa'b b. Ali b. Bekir b. Vail, İslâm'a girmek
maksadıyla Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma gitti. Onu methederek şu şiiri okudu:
"Ey gözleri ağrıyan kişi! Geceleyin gözlerin yumulmadı mı? Işınlan uykusuz kimse gibi mi
geceledin? Bu, kadınlara olan aşktan dolayı değildir. Bu, ancak bir gün önce Mehdet adlı
kadınla sohbet etmeyi, Unutmuş olmandan ötürüdür. Ama ben, zamanın hain olduğunu
görüyorum. Avuçlarım düzelince, yine bozuluyor. Yaşlıyken de gençkende serveti yitirdim.
Allah Allah, bu zaman nasıl geçip gidiyor! Çocuk iken de, tüysüz delikanlı iken de, ergen
iken de, İhtiyar iken de, hep mal talep ettim.
Uzeyr ile serhad şehirleri arasında alaca renkli hızlı develeri, . Koşturarak mal elde etmek
için gayret sarfettim. Ey benden soran kimse, nereye gitmek istiyor. Yesrib ehli hakkında,
onun için randevu vardır. Benden dilerse de bilesin ki sen. Giderken A'şa'yı çevreleyen
dilenciler vardır. Ayaklarıyla koştu, sonra ellerini süratten yana çevirdi. Yürürken hiç
tökezlenmedi, yavaşlamadı.
Öğleyin güneş tepede iken yürüdüğünde, uzun ayaklı bir karınca vardır.
Sanırsın İd güneşe doğru dönen kurtçuk gibi başını çevirmiştir. Muhammed'e ulaşıncaya
kadar ne zayıflıktan,
Ne çıplaklıktan, ona merhamet etmemeye and içtim. Haşim oğlunun kapısına çöktüğünde,
Gider ve onun lütfundan cömertlik görürsün. Öyle bir peygamber ki, görmediklerini görür.
Ömrüme yemin olsun İd, onun şanı, alçak ve yüksek her yere ulaşmıştır.
Onun bağışlarının sonu gelmez. Bir gün var, diğer gün yok denmez.
Onun bugün verdikleri, yarın vereceklerine engel olmaz.
Görüyorum ki, Muhammed'in tavsiyesine kulak vermiyorsun.
O, Allah'ın peygamberidir, vasiyette bulundu, şahid oldu.
Takva azığıyla bu dünyadan göçmediğin takdirde.
Ölüm sonrasında azık verecek kiminle karşılaşırsın?
Onun gibi biri olmadığına pişman olursun.
Onun hazırlık yaptığı iş için, hazırlık yapmadığından dolayı,
Sakın, ölü hayvanlara yaklaşma sen.
Damar kesmek için, keskin mızrak alma sen.
Dikili putlara ibadet etme sen.
Putlara kulluk etme, Allah'a kulluk et.
Hür bir kadına yaklaşma ki, onunla yatmak.
Sana haramdır, ya nikahla ya da rahip gibi uzak dur.
Yakın arkabayla bağlarını koparma,
Onu cezalandırma, bağlı esire de zulmetme,
Sabah akşam Allah'ı teşbih et.
Şeytanı Övme, Allah'a hamd et.
Sıkıntıdaki fakiri alaya alma.
Malın da insan için ebedi olduğunu sanma."
İbn Hişam dedi ki: A'şa b, Kays, Mekke'ye geldiğinde veya Mekke yakınlarına vardığında
Kureyşli bazı müşrikler onun yanına gelerek niçin geldiğini sordular. O da Müslüman olmak
maksadıyla Rasûlullah'a geldiğini söyledi. Bu defa ona şöyle dediler:
- Ey Eba Basir! Muhammed zinayı haram kılıyor.
- Allah'a yemin ederim ki, benim zina ile işim yok.
- Ey Eba Basir! O içkiyi haram kılıyor.
- Ama içkiye gelince, Allah'a yemin ederim ki benim onda eğlencem vardır. Ben, tekrar
memleketime dönecek, bir yıl boyunca kana kana içki içecek, sonrada gelip Müslüman
olacağım, dedi.
Memleketine geri döndü. O sene öldü. Artık Hz. Peygamber'in yanına gelemedi.
İçki, Medine'de Nadir oğulları vakıasından sonra haram kılınmıştır. Niteldm bununla ilgili
açıklama ileride gelecektir. Kuvvetli rivayete göre A'şa'mn, İslâm'a girmek maksadıyla
gelişi, hicretten sonra olmuştur. Şiirinde buna delalet eden kısımlar da bulunmaktadır.
«Ey benden soran nereye gitmek istiyor? Doğrusu Yesribliler için onda randevu vardır.»
Aslında îbn Hişam'm bu kıssayı, hicret sonrası hadiseler arasında zikretmesi daha münasip
olurdu. Burada anlatmaması gerekirdi. Doğrusunu Allah bilir.
Süheylî dedi ki: Bu, İbn Hişam'm ve onun yolunda yürüyen siyerci-lerin bir hatasıdır.
Çünkü insanlar, içkinin Uhud savaşından sonra Medine'de haram kılındığı hususunda görüş
birliği etmişlerdir.
Müslüman olmak için Mekke'ye geldiğinde A'şa b. Kays'a, İslâm'a girmemesi teklifinde
bulunan kişinin Ebu Cehil b. Hişam olduğu söylenmiştir. Ebu Cehil, Utbe b. Rebia'nın
evinde iken A'şa ile bu konuda konuşmuştur. Ebu Ubeyde'nin anlattığına göre A'şa'yı geri
döndürmeye çalışan adam, Amir b. Tufeyl'dir. Amir, Kays beldesinde onunla karşılaşmıştı.
O esnada A'şa da Rasûlullah'm yanma gelmekteydi. A'şa'mn: «Memleketime dönüp bir yıl
boyunca, kana kana içki içtikten sonra gelip Rasûlullah'm yanma varacak ve Müslüman
olacağım.» demiş olması, onu kafirlikten kurtarmaz. Bu hususta ihtilaf yoktur. Doğrusunu
Allah bilir.
Bu arada İbn İshak, İraşi'nin hikayesini anlatır. Rasûlullah (s.a.v.)'dan Ebu Cehil'e karşı nasıl
yardım istediğini ve satmış olduğu devenin bedelini, Ebu Cehil'den tahsil etmesi için
Rasûlullah'a nasıl müracaatta bulunduğunu, Cenâb-ı Allah'ın da Ebu Cehil'i nasıl alçalttığını,
burnunu yere sürttüğünü, nihayet o anda borcunu ödettiğini anlatmaktadır. Biz bu
kıssayı, vahyin başlangıcı ve müşriklerin Müslümanlara yaptıkları eziyetler bölümünde
anlatmıştık. [9]
Hz. Peygamberin Rükane İle Güreşmesi
İbn îshak, babasının şöyle dediğini rivayet eder: Rükane b. Abdi Ye-zid b. Haşim b.
Muttalib b. Abdumenaf, Kureyşlilerin en güçlü adamla-nndandı. Bir gün Mekke
sokaklarından birinde Rasûlullah (s.a.v.)'la karşılaştı. Yanlarında kimse yoktu. Rasûlullah,
ona şöyle dedi:
- Ey Rükane, Allah'tan korkmaz mısın? Davet ettiğim şeyi kabul etmez misin?
- Davet ettiğin şeyin hak olduğunu bilsem, sana tâbi olurum.
- Güreşip de seni yere yıkarsam, söylediğim şeylerin hak olduğunu anlar mısın?
- Evet.
- Öyleyse kalk, seninle güreşelim.
Rükane kalktı. Rasûlullah'la güreşe tutuştu. Rasûlullah, onu yakalayınca yere yatırdı.
Rükane, birşey yapamaz oldu. Sonra Rasûlullah'a:
- Ya Muhammedi Yeniden güreşelim, dedi. Tekrar güreştiler. Rasûlullah, onu yeniden yere
yıktı. Bu defa şöyle dedi:
- Ey Muhammed, Allah'a yemin ederim ki, bu şaşılacak bir iş-tîr.Sen beni nasıl yenersin?
- Bundan daha şaşılacak birşey var. İstersen onu da sana göstereyim. Ama Allah'tan
korkacak ve yoluma girecek isen göstereyim. .
- Nedir o göstereceğim şey?
- Şu gördüğün ağacı çağıracağım. O da yanıma gelecek.
- Çağır öyleyse.
Rasûlullah (s.a.v.), ağacı çağırdı. Ağaç gelip Rasûlullah'm önünde durdu. Sonra ona:
«Yerine dön!» dedi. Bunun üzerine ağaç yine eski yerine döndü. Bunu gören Rükane, kendi
kavmine gidip şöyle dedi: "Bu adamınız sayesinde bütün yeryüzü halkıyla büyü yarışma
girin! Allah'a yemin ederim ki, bundan daha büyük bir sihirbaz görmedim!"
Böyle dedikten sonra Rasûlullah'tan gördüğü ve Rasûlullah'm yaptığı işleri onlara anlattı.
Ebu Davud ile Tirmizî, Ebu Cafer b. Muhammed b. Rükane'nin babasından şöyle bir nakilde
bulunduğunu rivayet ettiler: Rükane, Peygamber (s.a.v.)'le güreşti. Peygamber (s.a.v.), onu
yenip yere yıktı.
Ben derim ki: Ebu Bekir eş-Şafii, güzel bir senedle îbn Abbas'tan şöyle bir rivayette
bulunmuştur: Yezid b. Rükane, Peygamber (s.a.v.)'le güreşti. Peygamber (s.a.v.), onu üç kez
yendi. Her defasında yüz koyun karşılığında güreşmişlerdi. Üçüncüsünde Rükane şöyle
demişti:
- Ya Muhammedi Bugüne kadar senden önce hiç kimse sırtımı yere getirmemişti ve sana
kızdığım kadar hiç kimseye kızmıyordum. Allah'tan başka ilah olmadığına, senin de Allah'ın
rasûlü olduğuna şahadet ederim.
Böyle demesi üzerine Rasûlullah (s.a.v.), onun üzerinden kalktı ve koyunlarını kendisine
geri verdi.
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ağaca seslenipde yanma çağırması üzerine, ağacın yanına
gelmesiyle ilgili hikayeye gelince bu, "Delailü'n-Nübüvve" adlı eserde siret bahsinden sonra
anlatılacaktır. Güvencimiz ve dayanağımız Allah'tır.
Ebu'l-Eşeddeyn'den de rivayet olunduğu gibi o, Hz. Peygamberle güreşmiş, Rasûlullah'ta
onu yenmiştir.
Bundan sonra İbn îshak, Habeş halkından yirmi kadar Hristiyan süvarinin Mekke'ye
geldiklerini ve tamamının Müslüman olduklarını anlatmıştır. Biz de Necaşi'nin kıssasından
sonra bu hadiseyi daha önceki sayfalarda anlattık. Hamd ve minnet Allah'adır.
İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), mescidde otururken ashabından Habbab, Ammar,
Safvan b. Ümeyye'nin azadhsı Ebu Fükeyhe, Ye-sar ve Kureyş tarafından alaya ahnan diğer
güçsüz Müslümanlar gelip yanma oturmuşlardı. Kureyşliler, bunları alaya alırken şöyle
diyorlardı: "Görüyorsunuz ya işte bunlar, Muhammed'in ashabıdırlar. Biz dururken Allah,
bunlara mı hidayet ve hak din lütfunda bulundu? Eğer Muhammed'in getirdiği şey hayırlı
birşey olsaydı, bizden önce bunlar bu hayırlı şeye koşmazlardı. Biz dururken Allah, o hayırlı
şeyi bunlara tahsis etmezdi."
Böyle demeleri üzerine Allah Teâlâ şu ayetleri inzal buyurdu:
«Sabah akşam, Rablerinin rızasını isteyerek, O'na yalvaranları kovma. Onların hesabından
sana bir sorumluluk yoktur. Senin hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur ki onları
kovarak zulmedenlerden olasın.
Böylece biz onların kimini kimi ile denedik ki: "Allah, aramızdan şunlara mı lütfü layık
gördü?" desinler. Allah, şükredenleri daha iyi bilen değil mi?
Ayetlerimize inananlar, sana geldikleri zaman: "Size selam olsun, de. Rabbiniz, kendi
üzerine rahmeti yazmıştır. Sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar da sonra ardından
tevbe eder, uslanırsa muhakkak ki O, bağışlayan, esirgeyendir.» (el-En'âm, 52-54.)
îbn İshak'a göre Rasûlullah (s.a.v.), çoğu zaman Merve tepesinin yanında Cebr adındaki
Hristiyan bir kölenin ibadet ettiği yerde otururdu. Cebr, Hadrem oğullarının kölesiydi. Bunu
gören müşrikler: "Allah'a yemin ederiz İd Muhammed'in bize söylediği şeylerin çoğunu,
kendisine Cebr öğretiyor." dediler. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, şu ayeti indirdi:
«And olsun M: "Muhammed'e elbette bir insan Öğretiyor" dediklerini biliyoruz.
Kasdettikleri kimsenin dili yabancıdır, Kur'ân ise fasih Arapçadır.» (cn-Nahî, 103.)
Bundan sonra îbn îshak, Kevser sûresinin As b. Vail hakkında nazil oluşunu da anlatır. As,
Rasûlullah (s.a.v.)'m nesli kesik olduğunu, vefat edince adının, sanının yok olacağım iddia
etmişti. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, şöyle buyurmuştu:
«Asıl sonu kesik olan, sana buğzeden kimsedir.» Yani binlerce çocuk ve nesil bıraksa da
sonu kesik olan, sana buğzeden kimsedir. Şan ve şeref ile ad, san, doğru lisan; evlad
çokluğu, nesil fazlalığı ile değildir. Tefsirimizde bu sûreyle ilgili olarak geniş açıklamalarda
bulunduk. Allah'a
hamd olsun.
Ebu Cafer el-Bakır'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: As b. Vail, Peygamber (s.a.v.)'in oğlu
Kasım öldüğünde böyle demişti. Kasım, bineğe binip develer üzerinde yol gidecek çağa
ulaşmıştı. As, onun ölümü üzerine Rasûlullah hakkında böyle konuşunca yüce Allah, Kevser
sûresini inzal buyurmuştu.
îbn îshak, şu ayetlerin nüzulü hakkında da gerekli açıklamayı yapar:
«Ona bir melek indirilmeli değil miydi? dediler. Eğer bir melek indir şeydik, iş bitirilmiş
olurdu.» (el-En'âm, 8.)
Übey b. Halef, Zem'a b. Esved, As b. Vail ve Nadr b. Haris'in Rasûlullah (s.a.v.)'a: «Sana bir
melek indirilmeli değil miydi ki, senin adına insanlarla konuşsun.» demeleri üzerine
yukarıdaki ayet-i kerime nazil oldu.
İbn îshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Velidb, Muğire, Ümeyye b. Halef ve Ebu Cehil b.
Hişam'm yanından geçerken onlar, bazı laflar atarak onunla alay etmişlerdi. Bu da
Rasûlullah'ı kızdırmıştı. Bunun üzerine yüce Allah, onlar hakkında şu ayeti inzal
buyurmuştu:
«Andolsun, senden önceki peygamberlerle de alay edildi, ama onlarla alay edenleri, o alay
ettikleri şey kuşatıverdi.» (ei-Enbiyâ, 4i.)
Ben de derim ki; Konuyla ilgili olarak yüce Allah, şöyle buyurmuştur:
«Senden önce de elçiler yalanlanmıştı. Yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine sabrettiler,
nihayet onlara yardımımız yetişti. Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek kimse yoktur. Sana
da elçilerin haberinden bir parça gelmiştir.» (el-En'âm, 34.)
Bir başka ayette de yüce Allah şöyle buyurmuştur:
«O alay edenlere karşı biz sana yeteriz.» (ei-Hicr, 95.) Süfyan, Cafer b. İyas vasıtasıyla İbn
Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber (s.a.v.)'le alay edenler şunlardı: Velid b.
Muğire, Esved b. Abdiyağus ez-Zührî, Esved b. Muttalib Ebi Zem'a, Haris b. Aytal, As b.
Vail es-Sehmî.
Cebrail geldiğinde Rasûlullah (s.a.v.), bu alayaları ona şikayet etti. Velid'i ona gösterince
Cebrail, Velid'in parmak uçlarına işaret edip; "Sen ondan kurtuldun." dedi. Sonra
Rasûlullah, Esved b. Muttalib ı ona gösterince Cebrail, onun boynuna işaret etti ve; "Artık
ondan kurtuldun." dedi. Sonra Rasûlullah, Esved b. Abdiyağus'u ona gösterince Cebrail
onun başına işaret etti ve; "Artık sen ondan kurtuldun." dedi. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), Haris
b. Aytal'ı Cebrail'e gösterdi. O da onun karnına işaret ederek; "Artık sen ondan kurtuldun."
dedi. As b. Vail yanlarından geçerken Cebrail, onun ayak tabanına işaret ederek; "Artık sen
bundan da kurtuldun." dedi.
Velid'e gelince o, kendisine ait mızrağın ucunu sivriltmekte olan Huzaah bir adamın yanma
gitti. Adamın elindeki mızrak, Velid'in parmak uçlarına isabet etti. Parmaklarını kesti.
Esved b. Abdi yağusun da başında çıbanlar çıktı. O çıbanlar yüzünden öldü.
Esved b. Muttalib'e gelince, o da kör oldu. ŞöyleM: O semure ağacının altına gidip oturmuş
ve şöyle demeğe başlamıştı: "Ey oğullarım, beni savunmayacak mısınız? îşte beni
öldürüyorlar!"
Oğulları da; "Birşey gördüğümüz yok." demişlerdi. O ise sözüne devamla şöyle diyordu:
"Oğullarım, işte ben ölüyorum. Beni korumayacak mısınız? işte diken gözlerime battı."
Oğulları ise: "Birşey göremiyoruz." demişlerdi. Gözleri kör oluncaya kadar o, feryadını
devam ettirmişti.
Haris b. Aytal'a gelince, onun karnında sarı su toplanmış, hastalanmıştı. Öyleki pisliği
ağzından çıkıyordu. Bu sebeple de ölmüştü.
As b. Vail de günün birinde başına diken batmış, kafası şişmiş ve bu sebeple ölmüştü. Başka
biri ise şöyle demiştir: As b. Vail, merkebe binerek Taif 'e gidiyordu. Merkebi onu dikenlikte
yere atmış, ayaklarının altına bir diken batmış ve bu sebeple ölmüştü.
İbn îshak dedi ki: Peygamber (s.a.v.)'i alaya alan kimseler, kendi' kavimleri içinde yaşlı ve
şerefli kimselerdi. Bunlardan biri Esved b. Muttalib oğlu Zem'a idi. Rasûlullah (s.a.v.):
«Allahım, onun gözünü kör et ve anasını ağlat.» diyerek ona beddua etmişti. Diğer alaycılar
da şunlardı: Evsed b. Abdiyağus, Velid b. Muğire, As b. Vail ve Haris b. Tulati-le.
İbn İshak'a göre Cenâb-ı Allah, onlar hakkında şu ayetleri inzal buyurmuştur:
«Sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve ortak koşanlara aldırma. O alay edenlere karşı biz
sana yeteriz. O, Allah ile beraber başka tanrı tutanlar, yakında (yaptıklarının sonucunu)
bileceklerdir!» (ei-Hicr, 94-96.)
îbn İshak'a göre bu alaycılar, Ka'be'yi tavaf etmekte iken Cebrail, Rasûlullah (s.a.v.)'m
yanma gelmiş, ikisi yanyana duruyorlarken yanlarından Esved b. Muttalib geçmişti. Cebrail,
yeşil bir yaprağı onun yüzüne fırlatmış, bunun üzerine Esved kör olmuştu.
Bundan sonra Esved b. Abdiyağus yanlarından geçerken Cebrail, onun karnına işaret etmiş,
karnı su toplamış, şişmişti. Bu yüzden ölmüştü.
Bundan sonra Velid b. Muğire yanlarında geçerken Cebrail, iki sene önce ayağında meydana
gelen bir yaraya işaret etmişti. Velid, iki sene önce kendisi için bir oku sivriltmekte olan
Huzaalı bir adamın yanına gitmiş, adamın elindeki ok, Velid'in eteğine değmiş, onu azıcık
delmişti. Bu sebeple Velid, İM sene sonra Cebrail'in işaretinden bir müddet sonra ölmüştü.
Bundan sonra As b. Vail yanlarından geçerken Cebrail, onun ayak altına işaret etmişti.
Bilahare As, eşeğine binerek Taif 'e giderken hayvan onu dikenlikte yere atmış, bir diken
ayağının altına batmış, bu sebeple de ölmüştü.
Bundan sonra Haris b. Tulatil yanlarından geçerken, Cebrail onun başına işaret etmiş,
bilahare başı cerahatlanarak ölmüştü.
İbn İshak'a göre Velid b. Muğire, Ölüm döşeğinde iken Halid, Hişam ve Velid adındaki üç
oğluna şu vasiyette bulunmuştu:
- Oğullarım! Size üç vasiyette bulunuyorum:
1- Benim kanım, Huzaalılarm boynundadır. Kanım boşa gitmesin. Allah'a yemin ediyorum
ki, benim ölümümden onlar sorumlu değildirler. Ancak bugünden sonra kanımı
aramadığındanız dolayı size küfredilme sinden korkuyorum.
2- Benim faiz alacağım, Şakulilerdedir. Onu onlara bırakmayın, tahsil edin.
3- Ebu Üzeyhir ed-Devsî'de benim mehir alacağım vardır. Sakın bunu onlarda bırakmayın.
Ebu Üzeyhir, kızını Velide nikahlamıştı ama gerdeğe girmesine müsaade etmemişti. Mehrini
aldığı halde ölünceye kadar kızını ona teslim etmemişti. Bu yüzden Velid, mehrini ondan
almalarını oğullarına vasiyet etmişti.
Velid'in ölümünden sonra Manzum oğulları, diyet talebi ile Huzaa-lılara saldırdılar.
"Adamınızın oku kendisine isabet ettiği için Velid öldü, dediler. Huzaalılar diyet vermeye
yanaşmadılar. Karşılıklı şiirler okudular. İki kabile arasındaki ihtilaf büyüdü. İş kızıştı.
Nihayet Huzaalılar, diyetinin bir kısmını verince anlaştılar. Ve birbirlerine kar-Şi savaş
açmaktan vazgeçtiler.
ibn îshak dedi ki: Bundan sonra Hişam b. Velid, Zülmecaz panayınnda Ebu Üzeyhir'e
saldırıp öldürdü. Ebu Üzeyhir, kendi kavmi içinde şerefli bir kimse idi. Kızı, Ebu Süfyan'm
nikahında idi.Öldürülmesi, Bedir vak'asından sonra oldu. Onun öldürülmesi yüzünden Ebu
Süfyan oğlu Yezid, insanları Mahzum oğullarına karşı topladı. O esnada, babası orada hazır
değildi. Ebu Süfyan gelince, oğlunun bu yaptığına kızdı. Kınayıp onu dövdü. Ebu
Üzeyhir'in diyetini verdi ve oğluna şöyle dedi: "Devsli bir adam yüzünden Kureyşlilerin
birbirlerini öldürmesine mi çalıştın?"
Hassan b. Sabit de, Ebu Üzeyhir'in kanını aramak için Ebu Süfyan'ı kışkırtıcı bir kaside
yazmıştı. Bunun üzerine Ebu Süfyan, şöyle demişti:
"Bedir savaşında eşrafımız gittiği halde, birbirimizi öldürmeye teşvik eden Hassan'm zannı,
ne kötü bir zandır!"
Halid b. Velid, Müslüman olup Rasûlullah ile birlikte Taife gidince, babasının Taiflilerden
faiz alacağının tahsilini ondan istemişti.
İbn îshak dedi ki: Bazı ilim ehlinin bana anlattıklarına göre şu ayetler bu hususta nazil
olmuşlardır:
«Ey inananlar! Allah'tan korkun, eğer inanıyorsanız faizden geri kalan kısmı bırakın. Eğer
böyle yapmazsanız, Allah ve Rasûluyla savaşa girdiğinizi bilin. Tevbe ederseniz ana
sermayeniz sizindir. Ne haksızlık edersiniz, ne de haksızlığa uğratılırsınız.» (ei-Bakara, 278-
279.)
İbn îshak dedi ki: İslâmiyet'in insanları birbirlerine karşı koruyucu olarak gelişine kadar,
Üzeyhiroğulları arasında başkalarına karşı bir kan davası ve intikam talebi bulunduğunu
bilmiyorduk. Ancak Dırar b. Hattab b. Mirdas el-Eslemî, birkaç Kureyşli ile birlikte Devs
diyarına gitmiş. Ümmü Gaylan adında, Devslilerin azadlısı olan bir kadının yanına misafir
olmuşlardı. O kadın gelinlerin çeyizini hazırlar, onları süsleyip saçlarım tarardı. (Bir nevi
kuaförlük yapardı.) Devsliler, onun misafiri olan Kureyşlileri, Ebu Üzeyhir'in intikamını
almak amacıyla öldürmek istemişlerdi. Ama Ümmü Ğaylan ve beraberindeki kadınlar,
Kureyşli misafirleri Devslilere karşı korumuşlardı.
Süheylî'ye göre Ümmü Gaylan, Dırar'ı elbisesi ile vücudu arasında gizlemişti.
İbn Hişam dedi ki: Hz. Ömer, halife olduğu zaman Ümmü Gaylan onun yanma gelmişti.
Dırar'ın, Hz. Ömer'in kardeşi olduğunu sanıyordu. Ama Hz. Ömer, ona şöyle demişti:
- O, benim sadece din kardeşimdir. Ona iyilik yaptığını biliyorum.
Böyle dedikten sonra Hz. Ömer, onu yolcu olarak kabul etmiş ve ona bir miktar ganimet
malı vermişti.
İbn Hişam dedi ki: Dırar b. Hattab, Uhud savaşında Hz. Ömer'in yanma varmış, mızrağının
yan tarafiyla ona vurup kendisine şöyle demişti: "Kaç ey Ömer kaç, seni öldürmiyeyim!"
İslâm'a girişinden sonrada Hz. Ömer, onun bu iyiliğini unutmamışti. Allah ikisinden de razı
olsun. [10]
Fasıl
Beyhakî, burada Hz. Peygamber (s.a.v.)'in -Kureyşliler kendisine asi oldukları zaman- Yusuf
peygamberin yedi bedduası gibi, Kureyşlile-re yedi beddua yaptığını anlatır. İbn Mesud'un
şöyle dediğini de rivayet eder: Bunların beşi geçmişti. Onlar da şunlardır: Bedir savaşı,
Bizans mağlubiyeti, duman, yakalanma ve ayın ikiye bölünmesi.
Başka bir rivayete göre îbn Mesud, şöyle demiştir: "Kureyşliler, Rasûlullah'a asi olup
İslâm'a girmekte geciktiklerinde kendileri onlar hakkında şöyle buyurdu:
«Allahım, Yusuf un yedi şeyi gibi bana da yedi şey ile onlara karşı yardım et.»
İbn Mes'ud der ki: Bunun üzerine Kureyşlilere kıtlık isabet etti. Her şey yok oldu. Öyleki,
ölü hayvan etlerini ve leşleri yemeğe başladılar. Hatta açlıktan ötürü onlardan bazı kimseler,
kendisi ile gök arasında dumanımsı birşeyler görüyordu. Sonra Rasûlullah dua buyurdu. Allah,
bu dumanı ortadan kaldırdı.
Böyle dedikten sonra Abdullah b. Mesud şu ayeti okudu:
«Biz sizden azabı az bir süre için kaldıracağız, siz yine de eski inkarcılığınıza
döneceksiniz.» (ed-Duhân, 15.)
Gerçekten duman kaldırıldıktan sonra Kureyşliler yine küfre döndüler. Bu defa azapları
kıyamet gününe (başka bir rivayete görede Bedir gününe) ertelendi.»
Abdullah dedi ki:
- Eğer kıyamet gününe ertelenecek olursa, artık azap üzerlerinden kaldırılmaz.
«Onları çarptıkça çarpacağımız gün öcümüzü şüphesiz alırız.» (ed-Duhân, 16.)
Abdullah b. Mesud dedi ki: Şu halde onların azabı, Bedir gününe ertelenmiştir. .
Başka bir rivayetinde ise îbn Mesud şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), davetinden yüz
çevrildiğini görünce şöyle dedi: «Allahım, Yusuf a verdiğin yedi şey gibi bana da yedi şey
ver.» Bunun üzerine müşrikleri kıtlık yakaladı. Öyleki leş, deri ve kemik yemeğe başladılar.
Ebu Süfyan ile Mekkeli birkaç kişi gelip şöyle dediler:
- Ya Muhammedi Sen, rahmet olarak gönderildiğini söylüyorsun. Kavmin de helak oldu.
Onlar için Allah'a dua et.
Rasûlullah (s.a.v.) dua buyurdu. Yağmur yağdı, yedi kat gökten üzerlerine sular boşandı.
Artık insanlar yağmur sularının çokluğundan şikayetçi olmaya başladılar. Bunun üzerine
Rasûlullah şöyle dua etti:
«Allahım, üzerimize değilde çevremize yağdır.» Bu dua üzerine bağlarının üstündeki
bulutlar çekildi ve Mekkelilerin çevresindeki yerlere yağmur yağmaya başladı.
Buharı de bu rivayete işarette bulunarak îbn Abbas'm şöyle dediğini nakleder:
"Ebu Süfyan, açlıktan dolayı yardım istemek üzere Rasûluüah'a geldi. Çünkü onlar, yiyecek
birşey bulamamışlardı. Öyleki deri parçalarını yemek mecburiyetinde kalmışlardı. Bunun
üzerine Cenâb-ı Allah şu ayeti inzal buyurmuştu:
«Onları azap ile yakaladık da, Rablerine boyun eğmediler ve yalvar-madılar.»
Rasûlullah (s.a.v.) dua etti. Allah bu sıkıntılarını giderdi."
Haûz Beyhakî şöyle dedi: Ebu Süfyan'm kıssasında, bu hadisenin hicretten sonra vuku
bulduğuna delalet eden ifadeler vardır. Belki de böyle bir hadise iki kez meydana gelmiştir.
Doğrusunu Allah bilir. [11]
Fasıl
Beyhakî, daha sonra Fars ve Rumlarla ilgili hadiseyi ve bu hadise , hakkında Cenâb-ı
Allah'ın inzal buyurduğu şu ayetleri anlatır:
«Elif, Lam, Mîm. Rumlar, en yakın bir yerde yenildiler; onlar bu yenilgilerinden sonra üç ila
dokuz yıl arasında galip geleceklerdir, iş, eninde sonunda Allah'a aittir. İşte o gün, inananlar,
istediğine yardım eden Allah'ın yardımına sevineceklerdir. O, güçlüdür, merhametlidir.» (er-
RÛm, 1-5.)
Beyhakî, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: Müslümanlar, Rumların Farslara galip
olmalarım istiyorlardı. Çünkü Rumlar, kitap ehli kimselerdi. Müşriklerde, Farsların Rumları
yenmelerini istiyorlardı. Çünkü Farslar da kendileri gibi putperest idiler. Müslümanlar, bu
durumu Ebu Bekir'e anlattılar. O da Peygamber 'e anlattığında Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurdu: "Ama ileride Rumlar galip geleceklerdir." Ebu Bekir de Hz. Peygamber'in bu
sözünü müşriklere aktardı. Müşrikler ona şöyle dediler: "Aramızda bir zaman
belirleyelim..Eğer Rumlar yenerlerse, sana şu kadar mal veririz. Eğer Farslar yenerlerse, sen
bize şu kadar mal verirsin."
Ebu Bekir bu şartlı bahsi Peygamber 'e anlattığında o şöyle buyurmuştu:
"Süreyi on yıldan az tutsaydın..." Gerçekten de o süre dolduktan sonra Rumlar galip
geldiler.
Bu hadisin rivayet yollarım tefsirimizde açıkladık ve yine orada bu şartlı bahsin Ebu Bekir
ile Ümeyye b. Halef arasında belli bir süreye kadar beş deve üzerine yapıldığını anlatmıştık.
Ebu Bekir, Rasûlullah'ın üzerine süreyi ve develerin miktarım fazlalaştırmayı Ümeyye'ye
fkîif etmiş o da kabul etmişti. Yine tefsirde anlattığımıza göre Rumlar, Farslan, Bedir ya da
Hudeybiye gününde mağlup etmişlerdir. Doğrusunu Allah bilir.
Sonra Velid b. Müslim kanalıyla Üseyd el-Küabînin şöyle dediği ri-avet edilmiştir: Ala b.
Zübeyr el-Kiiabfnin, babası Zübeyr'den şu nakilıp bulunduğunu işittim: "Farsların Rumları
yendiklerini, sonra Rumla-n Farslan yendiklerini, daha sonra da Müslümanların hem
Farslan, hem Rumları yendiklerini ve Şam ile Irak'ı ele geçirdiklerini gördüm.
Bütün bunlar onbeş yıl zarfında gerçekleşti." [12]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/118-124.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/124-126.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/126-132.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/132-141.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/142-144.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/144-149.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/149.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/150-154.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/154-156.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/157-163.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/163-164.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/164-165.
 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...