07 Mart 2015

SİVİL ÖRÜMCEĞİN AĞINDA ONBİRİNCİ BÖLÜM



SİVİL ÖRÜMCEĞİN AĞINDA
ONBİRİNCİ BÖLÜM

EYALETLİ DEVLET SENARYOSUNDAN 6 YIL SONRA 
'Bakan Albright Müslüman ve Arap Amerikan temsilcileri bakanlıkta kabul ederek son Ortadoğu gezisi hakkında bilgilendirdi. Türkiye ve Keşmir'deki insan ve din hakları ihlallerini, Amerikan Müslümanlarının (ABD) dış politikasının oluşturulmasına ve Müslümanlara hükümette yer verilmesi görüşüldü.(..) Amerikan Müslim Konseyi(AMC) direktörü Ali Abuzakuk, Bakan Albrigth'dan Arap ve Müslüman dünyasındaki insan hakları konusunda daha kuvvetli durmalarım istedi ve Merve Kavakçı'nın durumundan söz etti ." CAİR Bulletin, 16 Eylül 1999 9 Eylül 1999 tarihli Türkiye Din Hürriyeti raporunu izleyen dört ayda baş döndürücü değişimler ve olaylar yaşandı. Her gün bir olayla çalkalanan Türkiye'de, parti çekişmelerinin ve yanıltıcı bilgi kaynaklarının yarattığı, bulanık bilgi bombardımanı altında, büyük oyunun büyük parçalarını görmek olanaksızdı. Şimdi Eylül 1999'a dönüp, olan biteni, gereksiz bilgilerden arındırarak bir kez daha gözden geçirelim: - Türkiye Cumhuriyeti Devleti Yargıtay Başkanı bir konuşma yaparak Türkiye'nin rejimini eleştirdi ve Anglo Sakson demokrasi'nin üstünlüklerini açıkladı. Başkan'ın F. Gülenin onursal başkanlığını yaptığı TGV’nin Abant toplantılarına katılmış olduğu ileri sürüldü. Başkan'ın konuşması tüm siyasi liderlerin ve medyanın onayını aldı. Örneğin CHP Genel Başkanı’nın "Altına imzamı atarım" dediği basında yer aldı. - Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ABD'ye giderek görüşmeler yaptı. Başbakan bu gezisinde Amerikan ilişkilerinde deneyimli milletvekillerini yanına aldı. 

Ahmet Özal, Tayyibe Gülek iyi seçimdi. - Profesör Ahmet Taner Kışlalı bombalı suikast sonucu öldürüldü. - Kışlalı cinayetinden iki hafta sonra Zaman Gazetesinin Washington'daki görevlisi Ali Halit Aslan bir tam gazete sayfası açıklamalarda bulunan Harold Hongju Koh, Türkiye'nin 312. numaralı yasasının kaldırılmasını istediklerini açıkça belirtti. Koh, ayrıca Türkiye'nin din hürriyetine değer vermesini, Ahmet Taner Kışlalı olayı sonrasında yapıldığı gibi dindarlara baskı yapılmamasını belirtti. AH Aslan, Fethullah Gülen'e karşı yapılanlardan yakınınca, Koh bu cemaati yeni öğrenmekte olduğu mazeretiyle açık yanıt vermekten kaçındı, ama yine de Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne öğüt vermeden de edemedi: "Bence bu tür bir hareketin başını ezmeye ya da faaliyetlerini engellemeye başlamadan önce, devlete iddialarını ispat etme yükümlülüğü düşer." [777] Türkiye'de mahkemelere karışmak suç, ama ABD yönetimine serbest olduğu bir kez daha kanıtlanmış oldu. - Koh'un bu açıklamaları yapmış olduğu günlerde Fazilet Partisi Genel Başkanı Recai Kutan Washington'a giderek Dışişleri bakanlığı insan Haklan ve Din Hürriyeti Bürosunu ziyaret etti ve AMC (American Müslim Community)'nin düzenlediği yemekli toplantıda bir konuşma yaptı. Türkiye'nin büyük medyası R. Kutan'ın bu gezisinde kabul görmediğini yazarak ABD'nin bu din işlerinde rolü yokmuş gibi göstermeye çabaladılar. Oysa R. Kutan, bakanlık katında kabul görmüş, Amerika'nın Müslüman cemaatlerinin en büyük örgütünün konuğu olmuştu. - ABD'nin Din Hürriyeti Türkiye 1999 raporu ve Ankara'daki Büyükelçisi sahip çıktıktan sonra, Reisicumhur, Başbakan ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, Merve Kavakçı'ya arka çıktılar ve yönettikleri devletin Cumhuriyet Savcısını, "yen kırılan kolu örtmeli" demeden, açıktan açığa, sıcağı sıcağına suçladılar. [778] Tüm çağrılara karşın ifade vermeye gelmeyen Merve Kavakçı'nın evinde ifade almak üzere harekete geçen savcı hakkında soruşturma açtılar. 

Tarihte bu denli hızlı ve eşzamanlı bir tepki herhalde az görülmüştür.[779] - Amerikan Başkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünde 'Atatürk'ü överek Türk medyasını takdirlerini kazandıktan sonra, milletvekillerinin yasalarda gerekli değişiklikleri yapacaklarına olan inancını belirtti. Bir yabancı devlet başkanını bu isteğine karşı Türkiye'nin istiklalini 777 Ali Aslan, "İrtica tehdidi abartıldı" Zaman, 3 Kasım 1999. 778 Zamanın Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, bu gibi konularda öteden beri ilginç bir tutum sergilemişti. Nisan 1997'de Erbakan'ın 55 kişilik ekibiyle birlikte Hacca gitmişti. H.S. Türk, 23 Ağustos 1998de Türkiye-İran sınırındaki panayıra gittiğinde, İran tarafındaki tüccarların çay içme çağrısına katılacakken, eşi Fatoş Türk'ün önü Pastarlar (İran askerleri) tartından kesilir. "Fatoş Türk, başörtülü olmadığı gerekçesiyle sınırın İran tarafına alınmazken, Pastarlar tarafından itilip kakıldı" Bakan, İran sınır karakoluna eşini almadan gider ve çayını içer. "İran sınınnda başörtüsü skandali" Milliyet, 24.08.1998. 779 "Ecevit, Nuh Mete Yüksel'in tutumunu kınadı", Haber tarihi: 19 Ekim 1999, sucdosvasi.gen.tr /gunluk/haber7. htmsağlayarak Cumhuriyet devletinin kuruluşunu gerçekleştirmiş olan meclis ayağa kalktı ve büyük başkanı alkışladı. - Türkiye medyası, Hillary Clinton'un çarşı Pazar işleriyle ve küçük Bayan Clinton'un Kur'an bile okumuş olduğu gibi muazzam haberlerle ilgilenirken Başkan Clinton, İnsan Hakları Vakfı, Mazlum-der ve Ka-Der başkanıyla yemeğe oturdu. - ABD Uluslararası Din Hürriyeti Bürosu şefi Robert Seiple Türkiye'ye geldi Devlet Bakanı Devlet Bahçeli ile, Recai Kutan'la görüştü. 

Din Hürriyeti ile ilgili sorular sordu. [780] - Din hürriyeti raporunun eksikliklerini, ABD resmi makamlarının Ocak 2000'de yayımlanan Türkiye İnsan Hakları Raporu-1999 ve 2000 tamamladı. Bu raporda yalnızca gazeteci olarak nitelenen Ahmet Taner Kışlalının öldürülmesinden sonra dindarlara baskı yapıldığı belirtildi. Din Hürriyeti raporunda kendisinden söz edilmeyerek haksızlığa uğratılan Fethullah Gülen de "sufi originli" ılımlı tarikatın "Islamic Leader'i sıfatıyla ve kendisine baskılar yapıldığı ileri sürülerek, Amerikan devletinin resmi raporuna ilk kez geçti ve kaset baskılarından ve karşı kampanyalardan söz edildi.[781/ 782] - Önceki raporlarda insan hakları ihlalcisi olarak anılan PKK’nın artık öğretmen öldürmediğinden söz edilerek, bu örgütün teröristler listesinden çıkarılacağının da ipucu verildi. Ama çok katlı Mavi Çarşı'da insan yakılmasından falan söz edilmedi. - İnsan Hakları 1999 raporunda Malatya'daki örgütlü türban eylemlerine katılanlarla göstericilerle polis arasında çatışmalar çıktığı bildirilmekle, Türkiye'de baskı altında tutulan dindarların öyle azınlık falan olmadığı ve kitlelerin din uğruna polis baskısıyla karşılaştıkları vurgulanmış oluyordu.

 İLGİNÇ RAPORLAR VE İLGİNÇ TOPLANTILAR
 Alt alta dikilmeyince, bir anlam oluşturmayan bu olayların öncesi daha da aydınlatıcı olabilirdi. Bunu görmek içinse yakın geçmişten kısa bir özet gerekiyor: - 1990'da başlatılan "Din Hürriyeti" senaryosu, ABD'de HAMAS'a destek toplantıları, 780 "ABD'den Başörtüsü sorusu, Yeni Şafak 15-12-1999. 781 1999 Counttry Reports on Human Rights Practices, February 25, 2000; Turkey-Country Reports on Human Right Parctices-2000, February 2001, Released by the Bureau of Democracy, Human Rights, and Labor, U.S. Depatment of State. 782 Kaset baskılarını eleştirenler arasında Toktamış Ateş de bulunuyordu. Aksiyon. 26 Haziran - 2 Temmuz 1999, Yıl 5, Sayı:238, s.22-24.- Almanya'da ve İstanbul'da gerçekleştirilen Kürt Sorunu ya da Kürt Sorununa İslami Çözümler konferansları, Georgetown Üniversitesi Hıristiyan Müslüman Anlayışı Merkezi'nde düzenlenen açık ve kapalı toplantılar, - IAP-ISNA-UASR-Minaret gibi örgütlerin Amerika toplantıları, türban eylemcilerine sahip çıkılmaları ve Erbakan'ın Washington'da demokrasi kahramanı olarak ilan edilmesi, - Merve Kavakçı'nın son anda seçilebilecek aday sırasına yerleştirilmesi ve milletvekili seçilip Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisi'ne yürüyüşü; Amerikan devlet yetkililerinin bu yürüyüşü destekleyen cemaatlerle toplantılar yapmaları, - Başörtüsü eylem zincirleri, bilim adına hazırlanan "İslam ve Demokrasi" raporları, dinler arası diyalog konferansları, Atatürk ve din konularının yoğun olarak tartışılmaya başlanması, - Din ve inanç turizmi diye başlayıp antik kiliselerde, kalıntılarda düzenlenen Ortodoks ayinleri, Güneydoğu Anadolu'da "İbrahimi Dinler" buluşması adı altında Urfa'da kurulması önerilen üç-din üniversitesine zemin hazırlanması ve benzeri etkinlikler... Bu olaylar dizini ve Amerika'yı komşu kapısı yapan ilim adamlarının etkinlikleri, Türkiye üniversitelerinde güya ilim adına yapılan etnik-dinsel araştırmalar, Amerika'ya eğitim için giden öğrencilerin kendi ülkeleri hakkında araştırmalar yapıp bunları bilimsel tezler olarak oralardaki kuruluşlara sunmaları gibi ilginçlikler bu bütünün içine yerleştirilmeden yorum yapmak, büyük yanılgılara yol açabilir. Olayların salt din hürriyeti faaliyetleri kapsamında ele alınması da yanıltıcı olabilir. Böylesi yaklaşımlar sonunda kutsal üstüne kısır tartışmalar ve aceleci, yanıltıcı çözümlemeler arasında bunalmayla sonuçlanabilir. 

MARİNE CLUB TOPLANTISI
 Bilindiği gibi, yıllardır "Resmi Tarih" nitelemeleriyle Türkiye'de her şeyin gizlendiği, her şeyin yalan olduğu kanısı uyandırıldı. Bu kampanyayı yürütenler, Türkiye'den şeffaflık talep eden Amerika ve diğerlerinin çok değil Türkiye'nin binde biri kadar şeffaf olmadığını bilmelerine karşın psikolojik saldırıyı sürdürmeleri "zehirli sonuçlar" doğurdu. Ancak bazı ilginç kapalı toplantılara katılan ilim-bilim adamları vatanlarına karşı çok ama çok küçük de olsa bir sorumluluk duyarak bildiklerini açıklarlarsa belki bir ışık görülebilir. 

Örneğin Merve Kavakçı'nın meclise yürümesinden onbeş gün önce Washington yakınlarındaki Marine Club (Deniz Kulübü)'nde,basına kapalı bir toplantı yapıldı. [783] Amerikan Diplomatları Araştırma ve İstihbarat Bölümü sorumlusu Henry J. Barkey tarafından düzenlenen bu toplantıya, WINEP (Washington Enstitüsü Yakın Doğu Politikası) Türkiye Masası Şefi Alan Makowsky, NED'in yöneticilerinden, ABD Ankara eski Büyükelçisi Morton Abramowitz ve bir grup Türkiye Cumhuriyeti uyruklu değerli insan katılıyordu. Cemal Kutay'ın yapılmayan görüşmeler ve olmayan belgeler üstüne yazdıklarını esas alan "Bediüzzaman Saidi Nursi" adıyla yayınlanan bilimsel bir yapıt yaratan, Bilderberg üyesi sosyolog Prof. Şerif Mardin, Boğaziçi Üniversitesi'nden, TESEV ve USIP projecisi Kemal Kirişçi, Sabancı Üniversitesi'nden dekan Ahmet Evin, Boğaziçi ve Amerika arasında gidip gelenlerden RAND'ın eski danışmanı Sabri Sayarı, Nurcular üstüne derin araştırmalar yapmış ve ondört yıldır Amerika'yı yurt edinmiş Utah Üniversitesi'nden Hakan Yavuz yemekte buluşmuşlardı. [784/ 785/ 786] 783 "Esen Ünür, '9 Nisan 1999, VVashington'da Ordu Deniz klubü'nde Türkiye üstüne yapılan gizli toplantıyı ABD Devlet Sekreterliği, Türkiye'de görevlendirilecek olan Amerikalı diplomatları Araştırma ve istihbarat Bölümünden H. Barkey, düzenliyor. (..) W. W (W. Wilson Merkezi) tarafından finanse edilen çalışmalarını 6 aydır Amerika'da sürdürmekte olan Cengiz Çandar katılıyor. 

Bu toplantıda T.C. Büyükelçiliğin'den hiç kimse bulunmuyor." Star, 16 Nisan 1999. 784 Cemal Kutay, Çağımızda bir Asr-ı Saadet Müslümanı Bediüzzaman Said Nursi-Kur'an Ahlakına Dayalı Yaşama Düzeni; Şerif Mardin, Bediüzzaman Said Nursi Olayı-Modern Türkiye'de din ve toplumsal değişim. 785 "Kandırdın bizi dede! (..) Saidi Nursi'yle görüşmemiş, 'görüşmüş gibi' yapmış. Bunu Aktüel'e 46 yıl sonra itiraf etti" Aktüel, 9.12.1999. 786 İlim ve Kültür Vakfı I6.5.l991'de Hilton Oteli'nde bir panel düzenler. Oturum başkanlığını Fik Bilginin yaptığı bediüzzaman Said Nursi Hazretlerini konu edinen bu panele Şerif Mardin bir bildiri ile katılır. Aynı panelde Mim Kemal Öke, Bediüzzaman'ın görüşlerinin evrensel olduğunu belirtir. Son konuşmacı Doç. Dr. Ahmed Akgünduz ise "'Beditizzaman'ın asrın müceddidi olduğunu ve ilminin harika olduğunu. Osmanlıdan günümüz Islami hayatın dinamizmini temsil ettiğini ve Abdiilhamidden Celal Bayar ve Adnan menderes'e kadar bütün devlet ricalini ikaz ve irşad için mektuplar yazdığını ırkçılığın karşısında olduğunu" vurgular. 

Bu toplantıya da İngiltre'den Colin Turner ve Mary Wcld katılır. Ahmet Akgünduz ise sonraki yıllarda lslamitische Universiteit Rottcrdam rektörü oldu. Prof. Dr. Suat Yıldırım bu Üniversite için şöyle yazıyor: Akgündüz'ü yurdunda tedirgin edip üniversiteden ayrilmaya zorlayan, Hollanda'da takdir edilip Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörlügü'ne getirilmesinden rahatsiz olan, hatta o üniversitede kendisini ziyarete giden eski öğrencilerini bile cezalandırmaya çalisan bazi yetkililerin olduğunu da işitiyoruz. 

Tipki, Türkiye içinde olduğu gibi dünyanin beş kıtasındaki elli kadar ülkede de Türk eğitimine ve Türk kültürüne bu asırda en dikkate değer hizmetlerin fikir babaligini yapan, yüzlerce örnek kolej ve birçok üniversitenin açılmasında teşvikleriyle etkili olan Fethullah Gülen Hocaefendi'yi cezalandırmak için iftiralar atanların olduğunu gördüğümüz gibi. Bari onları ve emsallerini Türklük adına itham edenler, Türklüğe onların yüzde biri kadar hizmet etmiş olsalardı!" 

Zaman 5.2.2001Toplantıya katılanlar, İstanbul Boğazı, balık ve rakı sohbeti de yapmış olabilirler! Barkey ve Makowsky'nin Türkiye'nin Kürt politikası üstüne eser vermiş olmaları, Abdullah Öcalan'la görüşmek üzere İtalya'ya doğru yola çıkmış bulunmaları, Türkiye'nin Washington resmi misyonundan hiçbir şahsiyetin toplantıya katılmamış olması ve Woodrow Wilson Center'da çalışmakta olan Osman Cengiz Çandar'ın da bu toplantıda bulunduğu göz önüne alınırsa, toplantıya katılmış olan T.C uyruklulardan, bu toplantı ve varsa başka toplantılar hakkında da bilgilendirmelerini beklemek boş bir düş olarak kalmamalıydı. Yeri gelmişken adı gün geçtikçe daha sık duyulan Henry Barkey'i biraz daha yakından tanıyalım. 

Henry Barkey, İstanbul doğumlu Musevi T.C vatandaşıdır. Askerliğini Türkiye'de yaptı. DPT'de Hikmet Çetin'le çalıştı. İngiltere'de City College'da okudu. ABD'de Pennsylvania Lehigh Üniversitesi'ne geçti. Bir Amerikalı ile evlenip yeşil kart sahibi oldu. Kısa süre sonra boşandı. Türkiye-İnsan Hakları -Kürt sorunu konularında çalışmaya başlayınca Pennsylvania-Washington-Türkiye gezilerine başladı. Dul Bayan Elen Laipson, ABD Kongre Bürosu Türkiye araştırmacısıdır. Laipson, ABD Birleşmiş Milletler temsilcisi M. Albright'ın asistanlığını, yaptıktan sonra CIA'ya geçti ve NSAB (National Security Education Board / Milli Güvenlik Eğitim Kurulu), NSC (National Intelligence Councill / Milli İstihbarat Konseyi Başkan Vekili)'de çalıştı. Henry J. Barkey, 1993'de Laipson ile evlendi. Laipson'a kur yapan WINEP'den Alan Makowsky ile Barkey'in araları açıldı. Barkey, ABD Savunma Bakanlığı'na Türkiye hakkında raporlar hazırlamaya ve İslam ve Kürt araştırmalarına başladı. RAND'dan Graham Fuller ile "Kürt Sorunu" kitabını yazdı. [787] Henry J. Barkey, Graham Fuller ile birlikte Kürdistan panellerine katıldı. 27 Nisan 2000'de yapılan panele, Utah üniversitesinden Hakan Yavuz, Berlin Free Üniversitesi'nden Gülistan Gürbey, ASAM'dan Ümit Özdağ da katıldı. Barkey, yoğun çalışmalarının sonucunu kısa sürede aldı ve Akev Milli Güvenlik Dairesi İstihbarat ve Araştırma Bürosu'nda siyasi planlama elemanı olarak çalışmaya başladı, Dışişleri'nde Türkiye'ye atanacak diplomatlarla ilgili büronun başına geçti. G.W.Bush Jr. Yönetime gelince CIA'de çalışmaya başladı. [788] 

İSTANBUL'DA KÜRT KONFERANSI VE ANTEP'E 
 787 Kitabın özgün adı: Turkey's Kurdish Question, Henri J. Barkey and Graham E. Fuller, Rovvman and Littlefield 788 Yılmaz Polat, Washington Ankara Hattı, s.42; Federal Directory 1999, s.219 ve 734;habew3rturk.com, 26 Haz. 2001, kurdishmedia.com/news. Zaman Gazetesi'nin Washington görevlisi Ali Halit Aslan, "Çok iyi Türkçe konuşan Henry Barkey" diyerek, İstanbullu olup da çok iyi Türkçe konuşmanın büyük bir meziyet olduğunu açıklıyordu. 

UZANAN HALEP EYALETİ
 Necmettin Erbakan'ın altı buçuk yıl önce Doğu Anadolu kentlerinden birinde gerçekleştirilen açık hava toplantısında yaptığı konuşma sonucu mahkûm olması üzerine, her olayda olduğu gibi 312. maddenin kaldırılması için partiler arasında, medya menzillerinde bir büyük "concensus" oluşuverdi. Bu geniş bir uzlaşmaydı. Bir ucu Teksas'ta, öteki ucu Batı Avrupa'da bulunan ve göbeği de Türkiye'ye bağlanan uzlaşma, zıtların ünlülerini bir araya getirivermişti. u Concensus" un tarafı olan liderlerin hangisi altı buçuk yıl önce Doğu Anadolu'da etnik ayrılık uyandırıcı bu konuşmanın, düşünce özgürlüğü kapsamında olduğunu savunabilirlerdi. Aynı liderler Erbakan'ın söz konusu toplantılarından önce İstanbul'da gerçekleştirilen bir başka toplantıyı anımsamıyor olabilirler. "Takriri sükun" istemeyiz diye haykıran liderlerden bu tür bir duyarlılık beklenip beklenmeyeceği ayrı bir konu.[789] Mayıs 1993'de İstanbul'da düzenlenen toplantıda, PKK’ya bağlı ERNK (Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi)'ye bağlı KİH (Kürdistan İslam Hareketi)'in başkanı Abdurrahman Dürre sözünü esirgemiyordu:[790] "Bu Lozan muahedesiyle İngilizlerin, Fransızların, Kemalistlerin ve Acemlerin ittifakıyla bu Kürdistan denen coğrafya bölünmüştür, işgal edilmiştir. (..) Ben iki aydan beri Avrupa'dayım, bir aydan beri de Güney Kürdistan'daydım, dolaştım, gördüm. Kürtler tamamen birleşmiştir, hiçbir ihtilaf yoktur."[791] İhtilaf ortadan kalkınca olacak olan da bellidir. 

Abdurrahman Dürre bunu şöyle ilan ediyordu: "Barzanisiyle, Talabanisiyle, Aposuyla, Hizbullahıyla, sağcısıyla, solcusuyla Kürtler birleşmiştir."[792] Konferansta F.P’nin danışmanı Mehmet Metiner, KİH (/PİK)[793] başkanı Dürre'nin militan söylemine derin tarihle açıklık getirdi: "Bir Türk, bir Arap, bir Çerkez kendisi için hangi hakları istiyorsa; sosyal, siyasal, kültürel, ulusal, hangi hakları istiyorsa, bir Kürt içinde istemek zorundadır. (..) Ne mevcut ulusal devletin çözüm olacağına inanıyoruz, ne bir başka ulusal devletin çözüm olacağına inanıyoruz. (..) Türkiye 789 Mesut Yılmaz'ın ANAP Grup toplantısındaki konuşması. 790 A. Dürre, eski Alaçam müftüsüdür. 

Gündem, 15 Temmuz 1995, Sayı: 13. 791 öteki ulusları adlarıyla anıyor ama "Türk" demekten özenle kaçınıyor. Çünkü "Türk ulusu" ulus olarak kabullenilmiyor, tıpkı Türkiye" demekten kaçınarak "Bu coğrafya" denmesi gibi. 792 Kürt Sorunu Nasıl Çözülür, Nübihar yayınları, İstanbul, Nisan 1996, s.83-85. 793 PİK: Partiya Islamiya Kurdistan. PKK tarafından 1995'de kuruldu. PKK'nın dinsel örgütlenme için kurduğu öteki örgütler: Kurdistan imamlar Birliği, Kurdistan Yurtsever İmamlar Birliği, ERNK İmamlar Birliği, Kurdistan Yurtsever Din Alimleri Birliği. Gündem, 1 Temmuz 1995, Sayı: 12.yeniden İslamla barıştığı zaman, 70'li yıllardan sonra giderek İslamdan uzaklaşma eğilimine giren Kürt yurtseverleri ve aydınları da gene İslamla barışmak sürecine girdikleri zaman bu sorunun çözümü çok daha kolay olacaktır."[794] Recep Tayyip Erdoğan'ın siyasi danışmanıyken de Yeni Zemin Dergisi'nin editörü olarak, "Ben Kürt kimliğiminin kabulü için mücadele eden aktivist Said'i seviyorum. 

Said İslami düşüncede önemli adımdır, ama son değildir" derken de, tutulan her yolun hangi çözüme yarayacağını söylemekteydi.[795] Ama, R.P'nin eski "Güneydoğu müfettişi," Yeni Zemin ve Sözleşme dergileri yayın kurulu üyelerinden Altan Tan, eski söylemle, somut durumun somut tahlilini yaparak, işin siyasal yanını daha açık koyuyordu. Konferans kitabından okuyalım: "Eyalet sistemini düşünüyorum. Eyalet sistemini etnik veya dini temele dayandırmıyorum, mahalli, coğrafi olarak eyalet diyorum. (..) Halep eyaletinin hududunu Antep'e kadar mı çıkarırsınız, Antakya'ya mı götürürsünüz; bunu coğrafi bir problem olarak görüyorum. (..) Bu ülkede devletle milletin kavgası var, milletin bir olması lâzım. Kürdüyle, Müslümanıyla, Alevisiyle, sağcısıyla, solcusuyla, kimin devletle bir problemi varsa, bir olması, bir demokratik cephe kurması lazım. Önce ceberrutluğu, tagallüp ve tecebbürü, eski tabir ile - biraz şeddeli ve meddeli konuşalım ki yüreğimiz rahat etsin - tasfiye ettikten sonra herkes kendi yoluna gitsin. " [796] 

Yıllardan sonra, bu açıklamaları duymazlıktan gelmiş olan Türkiye medyasının ve siyasi liderlerin Amerikan usulü "concensus"a bu denli kolay varmaları, geçmiş günlerdeki suskunluklarıyla, ya da yine o günlerde Turgut Özal'ın - "Prezidan Bush" ile arkadaşlığının etkisiyle mi, yoksa ileri görüşlülükle mi- "Federasyon tartışılmalıdır" demiş olmasıyla ilintili olabilir mi(?) sorusunu akla getiriyor. Bunları olağan karşılamalı! Tıpkı; "Din Hürriyeti" senaryosunun Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarından, çok yüzlülükle saklanmış olması gibi. Koh, Clinton ve Avrupa devletlerinin buyrukları yerine getirilmeli ve 312 kaldırılmalı ve yerine ABD'nin 371. maddesi geçirilmeli ve tahkim gereği yargılamalar, gerekirse Amerika'da yapılmalıdır. 

Ne de olsa hürriyetin iyisi, dinin derini oradadır. Üstüne üstlük her konuda müttefik ve her konuda dost Amerika, zaten Anadolu'yu yol yapmış; git gel Ortadoğu bir jet uçuşu. Şimdiden savunma hazırlayacaklara yardımcı olması bakımından 794 Kürt Sorunu Nasıl Çözülür, s.40-41 795 "Mehmet Metiner'le 18 Mayıs 1994 tarihli mülakatlarımdan" diyerek aktaran M. Hakan Yavuz, "Yayına Dayalı Islami Söylem ve Modernlik: Nur Hareketi" Bediüzzaman Said-i Nursi Sempozyumu 1995. nesil.com.tr/turkish/arastirtr/sempoz/073.htm. 796 Kürt Sorunu Nasıl Çözülür, a.g.k. s. 74, 76.ABD'nin 371. maddesini, anımsatalım: "Birleşik Devletler'e karşı tecavüz ya da haklarını kaldırmaya teşebbüs etmek üzere fesat düzenlemek: Bir ya da daha çok kişi, B. Devletlere karşı tecavüze yönelik fesat oluşturur ya da herhangi bir biçimde, herhangi bir amaçla herhangi bir ajanlık (yapmak) ve bir ya da daha çok benzer kişiyle fesadı gerçekleştirmek üzere hareket ederse, her biri 5 yıla kadar..." 

Bu tür maddelerin uygulanmasıyla ilgili olarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin tam bir Anglo - Sakson demokrasisine kavuşması için elinden geleni yapmış olan hukukçular da yardımcı olmalılar.[797] Örneğin, Mayıs 2000'in ikinci haftasında çağrılı olarak gittiği ABD'de Temsilciler Meclisi İnsan hakları Komitesi'nde konuşan ve bu arada ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Harold Hongju Koh'u ziyaret eden zamanın Türkiye Cumhuriyeti Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, Koh ile yaptığı görüşmelerde herhalde 312. madde ve türban yasaları üstüne gerekli açıklamaları yapmış ve Türkiye'nin duyarlı konumunu açıklamıştır.[798] 797 Zaman, 13 Mayıs 2000. 798 "Sami Selçuk ABD'den döndü: Harvard Üniversitesi'nin davetlisi olarak gittiği .. ABD'nin insan hakları sorumlusu Harold Koh'la görüştüğünü ifade ederek 'AB sürecinin hızlandırılması açısından bu tür etkinlikleri ve faaliyetleri sürdüreceğim. AB'yi hukuk içinde bir kuruluş olarak görüyorum'dedi." Cumhuriyet, 15-5- 2000.

MOON'UN 'BİRLEŞTİRİCİ KİLİSESİ
 "İnsanla tarikatlara şu durumlarda yakalanırlar: (1) mürit olmuş bir başka arkadaş ya da akraba ile ilişki kurarak, (2) yabana birininf genellikle karşı cinsten) arkadaşlık kurmasıyla, (3) Tarikat tarafından düzenlen, konferansa, bir derse, sempozyuma ya da film gösterimine çağrılarak, (4) Tarikat tarafından en çok satan' denilerek önerilen bir kitabı alarak, (5) Zararsız görünen bir ayine İncil incelenmesine) çağrılarak, (6)Bir kişiye duyulan merakla, (7) Tarikatın sahip olduğu bir işe alınarak." Stcuen Hassan Uluslararası örgütlenmeyi gerçekleştiren önder, örgütsel yöntemle, dünya egemenliği ardında koşan devletlerin örtülü operasyon ilkelerini çağrıştıran önemli bir açıklama yapmıştı: "Zamanı geldiğinde, dünyayı yönetmek için otomatik (olarak işleyen) bir teokratik düzene sahip olmalıyız. Siyaseti dinden ayıramayız. Hülyamda, bir (...) siyasi parti var; bu parti (...) da içine almalıdır. Bir kolumuzla dini dünyayı, öteki kolumuzla da siyasi dünyayı kucaklayabiliriz."[799] Bunları söyleyen kişinin liderliğini yaptığı cemaat, yüzlerce şirkete, vakıflara, okullara, üniversiteye, yayın evlerine, gazetelere, dini ve ilmi örgütlere, hoşgörü kuruluşlarına, vb. sahip. 

Cemaat gençliğe büyük önem veriyor, onları örgütlüyor, beyinlerindeki tüm inançları, yanlış(!) fikirleri silip doğruları yerleştiriyor ve yalnızca cemaat içinde cemaat lideri için kapalı devre yaşamayı öğretiyor. Politikacılar, yazarlar, sanatçılar, bilim adamları, cemaatin çevresinde toplanıyorlar. Dünyanın birçok ülkesinde kurulları bulunan cemaatin, kaynağı merak edilen parasının büyüklüğü hesap edilemiyor. Söz konusu cemaatin lideri Amerika'da bulunuyor. Cemaatin liderine "hazret - üstad" deniyor, ama o bir "Hoca Efendi" değil. Lider Reverand (Hazret) Sung Myung Moon'dur ve cemaatinin adı da Dünya Hıristiyanlığını Birleştirmek İçin Kutsal Ruh Cemiyeti, kısaca Unification Church (UC, Birleştirme Kilisesi.)'dür. Moon'un, Kore istihbarat servisi K-CIA ile çıktığı yolda, Japonya'nın ilginç iş çevreleri, ABD politikacıları, ABD başkanları, Yahudiler, Güney Amerikalılar, Katolikler, Protestanlar, Müslümanlar buIunmaktadır.[800] 

Moon'a göre dünyadaki kötülüklerin kökeninde 799 Moarı's Master Speochos 800 Moon'un 1000'i aşkın kuruluşlarından en ilginci olan Global Image Association bir zamanlar Türkiye'nin "lobi" işlerini üstlenmiştir. 'Adem' baba ile 'Havva' ananın işledikleri günah bulunmaktadır. Bu yasak ilişkiden doğan çocuğun kanı da işte bu yüzden kirlenmiştir. O nedenle insanlığın kurtuluşu ancak ve ancak kanının temizlenmesiyle gerçekleşebilir. Temizleyici kan ise dönemim 'gerçek ana-babası' yani Moon ve Moon'un karısının damarlarında akmaktadır. Artık asıl olan Adem ile Havva değil, kendilerini "true-parents" yani "gerçek ana-baba" olarak ilan eden Moon ve eşidir. Yeni ve temiz ana-babaların yetiştirilmesi, kurtuluşun en temel koşuludur. Temiz ana-babalar ise ancak kutsal nikâh törenlerle birleşebilirler. 

"True-Parents days (günleri)"nde Sung Myung Moon 'Hazretleri' binlerce yeni çifti kutsuyor ya da evli olanları yeniden nikahlayarak toplu düğün düzenliyor. Nikâhları kutsanan çiftler, Moon'un kanını temsilen birer kadeh şarap içiyorlar. Böylece Adem ve Havva'nın şeytanla işbirliği yaparak kirlettikleri insan kant da temizlenmiş oluyor. Moon'un gençlik örgütünün eski yöneticisinin kurduğu örgütten gelen mektuptaki şu bilgi bu işlerin, yalnızca kilise çevresini geliştirmek üzere, siyasal-bilimsel toplantılar düzenlenmesini aştığını gösteriyor. Mektuptan okuyalım: ".. Dünkü New York Post (16 Aralık 1999) Moon'un 13 Şubat kitlesel düğün törenlerine (giriş) ücretinin 100 dolar olduğunu yazıyordu, ama haberde bir eksilik vardı. Gerçekten evlenen çiftlerin binlerle ifade edilen dolarlar ödeme zorunluluğundan söz edilmiyordu." Moon'un Mesihliğinin nedeni ise daha da basittir. 

Moon'a göre Hz. İsa politik becerisi bulunmadığından, Hıristiyanlığı ve insanlığı kurtaramamıştır. Bu nedenle Moon kendini Mesih olarak ilan ediyor. Sorgusuz bağlanılacak her şeyh-dede-şef örgütünde olduğu gibi, eleman devşirilme işi, Unification Church örgütünde de beyin yıkama esasına dayanır. İnsanlığı kurtaracak bir 'Mesih' olarak ortaya çıkan Moon'a kimse sahte peygamber diyememektedir. Bu örgütü, Türkiye merkezli cemaatlerle karıştırmakta haklılık payı çok. Kurumlaşma modeli ancak bu denli benzeşebilirdi. Ancak Türkiye merkezlisi Birleştirme kilisesi kadar büyük sayılmaz. Her ne denli, iki örgütün yükselmeye başlamaları Amerika'nın başlattığı, 1950'lerin komünizmle mücadele örgütlenmesine dayanıyorsa da, Moon Hazretleri, Amerika'ya uzaktan yaslanacağına, kendisini ABD'ye atmış ve kırk yıldan bu yana işin ana müteahhitliğine soyunmuş bulunuyor. 

Türkiye'dekiyse, kırk yılın ardından farkına varmış ki; "Güç neredeyse orada olunmalı" der gibi, o da Amerika'ya taşınmış. ABD federal devlet yönetimiyle içli dışlı olmayı başaran Moon, her geçen yılın ardından kutsallığının en üst noktasına ulaşmıştır. Her yıl 10-15 Şubat arasında "Gerçek Ana-Baba" nın doğum günleri büyük gösterilerle ve ayinlerle kutlanmaktadır. Tıpkı peygamberlerin doğum günlerinin kutlandığı gibi. Bu arada, onun otellerinde intihar ölümleri de sıklaşıyor. İki yıl önce kendi oğlu da aynı otelde intihar etmişti.[801] Moon'un, Amerika'da merkezleşmeyi seçmesinin nedenini anlamak, o denli zor değil. Moon Hazretleri cin gibi akıllıdır; dünyanın değişik ülkelerine Hıristiyanlık Kilisesi olarak gitmenin olanaksızlığını görmüş ve her dinden, her milliyetten insanlarla ilişki kurmak üzere entel örgütleri oluşturmuş. Bilim adamları, barış kadınları, dinler arası federasyon, dünya üniversiteleri federasyonları gibi sayısız örgüt kurulmuş. İşte bunlardan, PWPA (Proffesors World Peace Academy /Profesörler Dünya Barış Akademisi) ile dünyanın dört bucağında toplantılar düzenletmiş. PWPA'nın el atmadığı konu yok "Sovyetler yıkıldıktan sonra ne olacak?"dan "Afrika'nın geleceği" ne, "Latin Amerika'nın borç sorunları"ndan "Ortadoğu'da ticaret ve barış sürecine, "İslamın sorunlarından "Ermenistan'ın kalkınma yolları"na dek akla gelebilecek ne denli konuya da bölgesel sorun varsa, hemen hemen tümü için "konferans" ve "sempozyum" adı altında , 1973'den bu yana 400'ü aşkın toplantı düzenlenmiş. 

BİRLEŞTİRME KİLİSESİ SIZIYOR 
PWPA'nın Türkiye'deki ilk başkanı ünlü siyasetçi Kasım Gülek'dir. Onun Koreli Moon'un kilisesince kurulmuş olan örgütü, Türkiye'deki başkan olarak temsil etmesinin gerekçelerini bilmek olanaklı değil, ama onun yaşamına kısaca göz atmanın da bir sakıncası yok. Kasım Gülek (Adana 1910- Washington 1996), İttihat ve Terakki üyesi Mustafa Rıfat Bey'in ve Tayyibe Gülek'in oğludur. GS Lisesi ve Robert Kolej'de, Paris Ecole Science Politiques (1924-28). Columbia University (Dr.l928)'de eğitim gördü. ABD'de öğrenciyken Chase Manhattan Bank'da çalıştı. Harvard Üniversitesi’nde işletmede "master" yaptı. Rockfeller bursuyla Berlin Üniversitesi'nde, Cambridge Üniversitesi'nde çalışmalar yaptı. Cambridge rektörünün tavsiyesiyle CHP'ne girdi; Bilecik Milletvekilliği yaptı, Bayındırlık Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı, CHP Genel Sekreterliği görevlerinde bulundu.[802] 801 Baba Moon, bakireliğe çok önem verir 15 yaşındaki Koreli Samsoon Hong'u Amerika'ya getirir ve oğluyla evlendirir. Moon ailesi içinde 14 yıl yaşayan S. Hong, sonunda aileden uzaklaşmayı başarır ve "korkunç" olarak nitelendirdiği Moon'lu yılları bir kitapta anlatır. Moon'un oğluysa 2000mailto.christian.agneray@alcatel.fr yılında kendisini otel penceresinden aşağı atar. 802 K.Gülek, 1948 yılında Ulaştırma Bakanı iken, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'ye başvurur ve ABD Büyükelçi.si'nin yakın dostu olduğunu, kendisinin devlet bakanı yapılması durumunda ABD ile yardım anlaşmalarının daha olumlu gelişeceğini bildirir. 

Başbakan Hasan Saka, konuyu Bakanlar Kurulunda görüşerek Kasım Gülek'i Devlet Bakanı yapabileceklerini bildirir. Ne ki, daha bakanlar kurulu 1958 yılında Kuzey Atlantik Ansamblesi Başkanı (1957-1959) Albay J. J. Fens, Menderes hükümetinden Türk heyetinin bildirilmesini ister. CHP'den Nüvit Yetkin seçilir. Harekete geçen CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, Colonel (Albay) Fens'e mektup yazar ve Nüvit Yetkin yerine kendisinin çağrılmasını ister. Konu Zafer Gazetesi'nde manşet olur. Kasım Gülek, İnönü'ye böyle bir mektup olmadığını söyler. Bir gün sonra, gazete mektubun kopyasını yayınlayınca, İsmet İnönü, Kasım Gülek'e güvenemeyeceğini bildirerek, görevden ayrılmasını ister.[803] İnönü'nün 1950'den 1957'ye dek görevde tuttuğu Kasım Gülek ile çalışmasının nedeni Gülek'in yeteneklerinin yanı sıra, onun yabancılarla kurduğu sıkı dostluklarından yarar umması olabilir. Ne de olsa İnönü, onun Amerikan ilişkilerinden 1948'de yararlanmayı düşünmüştü. Kasım Gülek, Kore Birleşmiş Milletler Komisyonu Başkanlığı (1950-1953), Kuzey Atlantik Ansamblesi Başkanlığı (1968-1969), NATO Parlamenterler Konferansı Başkan Yardımcılığı ve Kontenjan Senatörlüğü yaptı. Kasım Gülek'in yaşamında en ilginç teklif General McArthur'dan geldi. MacArthur, Gülek'ten ABD'de kalarak senatör olmasını istemişti. 

Güleklerin ABD'de en yakın dostu, Senatör Javits idi.[804] Javits, 1973'de Başkanın askeri operasyonlarına Kongre onayı getiren yasa tasarısını desteklerken, aynı sınırlamanın CIA'in gizli savaşlarına da getirilmesine karşı çıkmıştı. [805] 1984 yılında bir akşamüstü kalıntı arayıcısı Ron Wyatt ve eski ay astronotlarından James Benson Irwin, Kasım Gülek'in Ankara'daki toplanmadan Radyolar Kasım Gülek'in Devlet Bakanı olduğunu iletince. Bakanlar kurulu üyeleri bu durumu kınayarak kasım Gülek'in Devlet Bakanı yapılmasına karşı çıkarlar. Kasım Gülek , yaptığından üzüntülü olduğunu ve özür dilediğini iletirse de Ulaştırma Bakanlığı'ndan da ayrılması sağlanır. Tanju Cılızoğlu, Anılarla Kamil Kırıkoğlu, s.39-40. 803 Tanju Cılızoğlu, Anılarla Kamil Kırıkoğlu, s.72-75. 804 Bütün Dünya, 2001/02 805 John Prados, a.g.k. s.332; I Javits, Amerikan senatosunda israil yanlısı grubun başını çekmekteydi. İsrail'e yardım kararlarıyla ilgili görüşmelerde devreye giren Javits, her seferinde yardımın artırılmasını sağlamasıyla ünlüydü. 

Ne ki, bazen uluslararası şirketler, ağır basıyor ve Javits, Suudi Arabistan'ı koruma konumuna düşebiliyordu 1976 1977'de, başta SoCal (Standard Oil Company of Calıfornia) ve Exxon olmak üzere, ARAMCO ortağı petrol şirketlerinin Suudi petrol kuyularında üretimi düşürdüğü, buna karşılık CIA'in sahte raporlarla üretim miktarını bir milyon varil/gün yüksek gösterdiği, aslında Suudi yönetiminin bildirdiği üretim miktarının altında üretim yapıldığı ve bu nedenlerle petrol fiyatlarının % 10 yükseldiği saptanmıştı. Bu suistimallerle ilgili olarak araştırma yapan Dışilişkiler Komitesi'nin Dış Ticaret Alt Komitesi, petrol şirketlerinden güçlükle alınan bilgilere dayanılarak hazırlanan raporun kamuoyuna -Suud ve dolayı sıyla ABD Dışişleri ve şirketlerin baskıları üzerineaçıklanmaması kararı alınıştı Aıaştırma komisyonunda en şaşırtıcı olan da, raporun açıklanmaması için çaba gösteren Javits'in tutumu olmuştu.

 Javits'le birlikte davrananlardan biri de, sonradan NED yöneti cisi olacak olan Senatör Lugar idi. S, Emerson, The American House of Saud,s127-147.evine gelir ve orada Orhan Başer ile Mine Ünler de vardır. Geceyi Kasım Gülek'in evinde geçiren Amerikalılar, Orhan Başer'in aldığı izinle Doğubeyazıt'a giderler ve Ağrı dağında Nuhun gemisini aramaya başlarlar.[806] Kasım Gülek de arkeolojik eser meraklısıdır. Iryvin'in "ay" yani gerçek moon ile tanışıklığıyla, Kasım Gülek'in de Mesih "Moon" ile ilişkisi tam bir kara mizah rastlantısı da sayılabilir. 1980'li yıllarda Sung Myung Moon'un Türkiye ilişkilerini yürüten Kasım Gülek, Unification Church'ü güçlendirmek için büyük çaba gösterdi. Örgütü, ABD Büyükelçisi Şükrü Elekdağ'a 'empoze' etmeye çalıştı. Kasım Gülek bu arada, Fethullah Gülen'le dostluğu ilerletti ve onu ABD Büyükelçisi Morton Abramoıvitz ile tanıştırdı. 

Kasım Gülek, yaşlılık yıllarında yeniden CHP ile ilişki kurdu. Kasım Gülek'in baldızı Aylin Radomisli, uzun yıllar ABD'de yaşadı; Amerikan ordusuna katıldı; Asya'da elçilik görevine atanacağı söylenirken, 19 Ocak 1995'de, evinin bahçesinde ölü bulundu. Ölümün nedeni araba kazası olarak kayıtlara geçirildi.[807] Aylin Radomisli'nin Türkiye'den ilginç konukları oluyordu. Yakın arkadaşı Aylin Gönensay (Eski dışişleri ve Devlet Bakanlarından Emre Gönensay'ın eşi) bunlardan biriyle tanışır. Ayşe Kulin'in kitabından okuyalım: "Cumartesi sabahı, Madison Avenue'nin köşesinde dikilip, Aylin'in yolladığı arabayı bekledim. Bir kaptıkaçtı durdu önümde. "Aylin Hanımefendisiniz değil mi?" dedi, arabayı kullanan adam. Türkçe konuşuyordu. Şaşaladım, bindim arabaya. "Siz Aylin Hanım'ın şoförü müsünüz?" diye sordum. (..)" Hayır, ben Nilüfer Hanım'ın ekibindenim. Zaman gazetesi için makineler almaya geldikti, ben dönemedim, kaldım. Burada ne iş olursa yapıyorum. Bazen Aylin Hanım'a servise gidiyorum. Nilüfer Hanım geldikçe de onun işlerine koşuyorum," dedi. (..) Cümle kapısı kocaman hole açılıyordu, duvarda 'Sevgili Aylin'e' diye0 imzalanmış George Bush'un kocaman bir resmi.."[808] Kasım Gülek'in kızı Tayyibe Gülek, Teyzesi Aylin Radomisli ile ABD'de yaşadı. Harvard'ı bitirdikten sonra, Türkiye iktisadını çok ama çok iyi yönetenlerin yuvası London School of Economics'te yüksek lisans yaptı. Türkiye'ye döndü. 

Engin deneyimlerine güven duyularak, Başbakanlık danışmanlığına getirildi. Türkiye'nin Baku - Ceyhan Boru Hattı Komitesi'nin sekreterliğini yürütürken, Ecevitlerin kontenjanından Adana milletvekili (1999) olarak TBMM'ye girdi.[809] 806 Noah's Ark Newsletter, part 3, August 1984, arkdiscoverv.com/finding the ark.htm 807 Ayşe Kulin, Adı:Aylin, s.322-3.; Aylin Radomisli'nin Calverton Cemetery'deki kabir taşında şöyle yazılıyordu: "Aylin Radomisli - LTC US ARMY - Persian Gulf, Jul 22, 1938- Jan 15 1995" 808 Ayşe Kulin, a.g.k. s.305. 809 Nuriye Akman, Bir demet umut, Sabah 17 Nisan 1999. Ecevit onu ABD gezilerinde hep yanında bulundurdu. Tayyibe Gülek, Temmuz 2002'de Kıbrıs'tan sorumlu devlet bakanlığı görevine getirildi.[810] ABD'lilerle 1920'li yıllardan beri içlidışlı olan Kasım Gülek, Unification Church elemanlarının da katıldığı ilk toplantıyı, 1982'de İstanbul'da gerçekleştirmiş. Bu toplantılarda Moon'un Ortadoğu Temsilcisi, Thomas Cromvvell başta olmak üzere Moon'un örgütlerinden ve yerlilerden birçok yönetici katılmıştı. [811] Toplantıların konuları da ilginç; 21 Yüzyıl Eğitimi ve Türk Yunan İlişkileri. Bu toplantılara katılan Türk büyükleri de ilginç kişilerdendi. Emre Gönensay, Sabahattin Zaim, Ekrem Akurgal, İlahiyat fakültelerinin dekanları, sanatçılar, ünlü belediye başkanlarından Gülay Atığ, Semra Özal. Diğer uluslararası toplantılara katılanlar arasında, Deniz Baykal, Hayri Erdoğan Alkin, Handan Kepir Sinangil gibi tanınmışlarda var. 

PWPA toplantılarında en sık görülenler ilahiyatçıların başında Salih Tuğ gibi İlahiyat Fakültesi dekanları geliyor. İlim Yayma Cemiyeti üyelerinden ve Aydınlar Ocağı eski başkanlarından Salih Tuğ, 1997'de Kanal 7 televizyonunda Fehmi Koru ile programa çıkıyor ve Moon'un Unification Church hareketini öve öve bitiremiyordu.[812] Bu toplantılara katılmış olan Yaşar Nuri Öztürk, Moon'un ilahiyatçılara 45 gün süren Amerika gezisi ayarladığını belirtiyor.[813] 1996 yılında yaptığı açıklamada, Y. Nuri Öztürk, bu toplantılarla ilgili olarak, "zaten onlarla 4-5 yıldır münasebetim yok," dedikten sonra "Kore ye sizi üç aylığına davet etmişler" denince, şu ilginç açıklamada bulunuyor: "Hayır, üç gün dahi kalmadım. Beni Fehmi Koru ile karıştırıyorlar. Güney Kore'ye de gittim. Ama Amerika'nın uzantısı olan çalışma dolayısıyla. Çünkü çalışma dinlerarası konferans ismiyle yapılıyordu ve programın bir(i) Güney Kore'deydi. (..) Grup halinde çağrıldık. İspanya, Amerika ve bir de Fransa. Mısırlılar vardı, İran'dan 4 molla ve hatta Hindistanlılar vardı. En son 1989 yılıydı. Ondan sonra bir daha vaktim olmadı zaten... Paris'deki toplantıda sanıyorum ki, onları rahatsız edecek çok şey söyledim. Ondan sonra da bir daha çağrılmadım zaten..."[814] 810 Ecevit, Tayyibe Gülek'i 3 Kasım 2002 seçimleri için Adana aday listesinin birinci sırasına koydu. 811 The Middle East Times, editörlüğünü de yapan Thomas Cromvvell, Kıpti, hristiyanlarla ilişki kurarak aayrırncılığı desteklemekle suçlanmış ve Kahire Hava Alan'ında gözaltına alındıktan sonra sınırdışı edilmiştir. 812 U. Mumcu, Rabıta, s. 184. 813 Numan Saruhan, "Amerika Merkezli Moon Tarikatı Türkiye'de ne yapmak istiyor?" Nokta, 25-31 Ağustos 1996, Yıl: 14, Sayı:3S. s.20-23 814 Numan Saruhan, a.g.y., s.23 Bu açıklamadan da görüldüğü gibi, ilk ilişkiler hep gizemli girişimler sonucunda gerçekleşiyor. Ama bu kendiliğinden de olmuyor. 

Ailesi tarafından 12 yaşında müritleştirilen ve Moon'un yakınında uzun yıllar kalan, daha sonra Moon'un isteğiyle eşinden ayrılan, uzun yıllar süren kölelikten kurtulmanın bir yolunu bulan Craig Maxim'e İstanbul'dan yollanan ileti, işlerin nasıl yürüdüğüne iyi bir örnek oluşturuyor. Okuyalım: "Ben misyoner olarak dokuz yıl Türkiye'de kaldım. Daha önce de üç yıl Bangladeş'de kalmıştım. (..) The Womens Federation for World Peace (WFWP), birkaç yıl önce (1994 olmalı) İstanbul'da bir konferans düzenledi. Mrs. Moon konuşacaktı. Üyeler (Moon'un Türkiye üyeleri) kesinlikle Türkiye'nin en etkin kadınlarının katılımını sağladılar. Sonra the Mother (Anne/ Moon'un eşi) konuştu. Konuşma hep Moon Hazretleri'nin mesihliği üstüneydi. (..) Bir fırsat kaçırılmış oldu!!! Ve ben Türkiye'de kaldığım sürece bu durumun yinelendiğini hep gördüm. Kilisede bulunduğum süre içinde Müslümanlarla çalıştım ve Türkiye'den birçok önemli kişiyi toparladım; fakat bu kişiler liderlik tarafından ayrımcı bir muameleye tutuldular. Bir kişiyi sufilik öğretimi vermesi için Barrytotvn'daki seminere yollamayı başardım. Bu kişi, gerçek toleransı kitlelere öğreten ve İslamın iletisini radikalliğe karşı öne çıkaran şimdi ülkede en etkin bir kişidir. Ne ki, oradaki (Barrytovun) fakülte tarafından küçük görüldü. 

Genç Oon Kim bana daha sonra şunları söyledi: Seminerde eğitim verecek bir Müslümana neden gereksinim duyuyoruz?" Şimdiden "Kimmiş bu toleransçı hoca?" diye sorabiliriz. Bu sorunun yanıtını herhalde Dışişleri biliyordur deyip de geçebliriz. Ama, mektup daha ilginç bir bilgi iletiyor: "Bir keresinde Father (Baba/ Moon) Barrytown'a geldi. Karlı bir gündü. Benim dostum (İstanbul'dan giden olmalı) onunla hiç karşılaşmamıştı ve tanıştırılmak üzere aşağıya inmişti. Babanın eskortları arabadan inen babaya yol gösterirken benim dostumu açık havada unuttular. Bu ikiyüzlülüğe karşı söylenecek bir söz bulamadım.. Şimdi artık, Tanrının bana söyleyecek bir şeyi varsa doğrudan yüzüme söyleyebilir. Artık (yaşamımda) ne Koreli ne de İncilci Yahudi "mesihler"e yer var."[815] Anlaşılıyor ki, Unification Church (Birleştirme Kilisesi), Hıristiyan ya da Müslüman ayrımsamıyor, önüne geleni birleştiriyor. Toleransçı Hocaefendi'yi, Belediye Başkanını, Cumhurbaşkanı'nın eşini, Devlet Bakanlarını ve daha nice ünlüyü yan yana getirebiliyor. Ayrı bir kitap konusu olacak denli geniştir Moon'un Türkiye ve Türkiyeli tarikatlarla ilişkileri. Şimdilik, Unification Church'ün yayınlarına göre toplantıları kısa bir listede toparlamak yararlı olabilir: 1982 815 www.geocities.com/craigmaxim/c-6a.html Roma: Kasım Gülek 1982 İstanbul Hazırlık toplantısı: Bu toplantıyı Moon'un sağ kolu Chung Hwan Kwak yönetiyor ve Kasım-Nilüfer Gülek Türkiye düzenlemesini yapıyorlar. 1984 Roma: Hayri Erdoğan İlkin (Konferans Başkanı olarak), Prof. Sabahattin Zaim 1986 İstanbul Hilton "21. Yüzyılda Eğitim" : Kasım Gülek, Sabahattin Zaim. PWPA'nın ABD başkanı Nicholas Kitrie ve Yunanistan'dan Evanghelos Moutsopoulos da katılıyor. 1986 İstanbul Hilton: "Türk-Yunan İlişkileri" Sabahattin Zaim, Ekrem Akurgal, Emre Gönensay (Sonra Başbakan Danışmanı, T.C Dışişleri Bakanı, Nilüfer Gülek'in kardeşi Aylin Radomisli'nin Amerika'dan yakın dostu)[816], Kasım Gülek. 1987 Chicago. Kasım Gülek 1988 Londra: Prof. Handan Kepir Sinangil (Robert kolej / Bosphorus Un.) 1991 İstanbul President Oteli. 1994 İstanbul the Marmara Oteli 1996: İstanbul ( 1-14 Haziran). Öteki katılımcılar: Deniz Baykal, Işılay Saygın, Mehmet Aydın (9 Eylül Üniv. İlahiyat Fak. Dekanı, Abant toplantıları yöneticisi, 18 Kasım 2002 AKP Abdullah Gül Hükümeti Devlet Bakanı), Sabri Orman, Ali Şafak, E. Ruhi Fığlalı, Gülay Atığ (Aslıtürk), Semra Özal, Nilüfer Narlı, Nevzat Yalçıntaş, Lütfü Doğan, Osman Zümrüt, Şerafettin Gölcük, Salih Tuğ, Fehmi Koru, Barış Manço, Ayseli Gürsoy. ABD'den İstanbul toplantılarına katılanlar arasında Moon'un has adamları Richard Rubinstein, Nicholas Kittrie'nin yanısıra Yunanistan'dan, Ürdün'den, Mısır'dan, Kore'den gelenler var. Kasım Gülek'in ölümü üzerine, PVVPA'nın Türkiye başkanlığını Prof. Dr. Hayri Erdoğan Alkin üstlendi. Hayri Erdoğan Alkin, eski adıyla Robert Kolej devamıyla Bosphorus University'de profesörlüğünün yanı sıra, Türk Ekonomi Bankası (TEB) yönetim kurulu üye ligi yapmaktaydı. İlkin, aynı zamanda NED'den büyük parasal destek alan ve Türk Dışişleri politikasını yönlendirmeye çalışan TESEV'in de danışmanıdır. Hayri Erdoğan Alkin, Moon'un kurduğu PWPA'nın yayınlarına yansıyan bilgiye göre, PVVPA'nın Avrupa toplantılarına katılmıştır. Yine Boğaziçi Üniversitesi'nden Handan Kepir Sinangil de, Avrupa toplantılarına katılmıştır. Anımsanacağı gibi, Hayri Erdoğan Alkin'in 816 Ayşe Kulin, a.g.k. oğlu ARI Derneği kurucuları arasında yer almıştır.[817]

 İSTANBUL'DA SEKAİ NİPPO 
Sung Myung Moon, son derece akıllı bir adam. Örgütünün yabancı ülkelerdeki şubelerinin başına bir yerli getiriyor, ama yanına da güvenilir adamını katıyor. Türkiye şubesinin sekreteri de, Yoshihiro Yamazaki. Yamazaki'nin İstanbul'daki işi aynı zamanda Moon'a ait Sekai Nippo gazetesinin temsilciliğidir. Mavi basın kartlı Yoshihiro Yamazaki, İstanbul'da ikamet etmekteydi.[818] Sekai Nippon'un merkezi Japonya'dadır. Gazetenin açılışını ABD başkanı George Bush yapmış ve dostu. Moon'a vefa borcunu ödemiştir. Amerika'da yazılan çizilene göre Bush ailesi bu destekleri karşılığında 500.000 dolar almışlar. Bazılarına göre bu tutar 2 milyon doları buluyor. 'Prezidan' Bush'un oğlu George Walker Bush (Jr.) da Moon'u destekleyenlerden. Moon da Bush Jr.'u ABD başkanlığı seçimlerinde destekledi. Bush Jr. Başkanlık yemini etmeden bir gün önce, 19 Ocak 2001'de, Bush için bir dua yemeği düzenledi. Bu toplantıya aralarında Hıristiyan Sağ kuruluşlarından National Evangelical Association başkanı Don Argue, Southern Baptist Convention Ethics & Liberty Commision başkanı Richard Land, henüz Başsavcılık görevine atanmamış olan John Ashcroft ve yaklaşık 1700 din bağlantılı kişiler, siyasetçiler katıldı. George Walker Bush Jr. da yardım kuruluşlarının şemsiye kurumu olan devlete bağlı AmeriCorps VİSTA (Volunteers in Service to America)'nın başına Moon örgütlerinden American Family Coalition örgütünün başkanı David Caprara'yı getirdi.

 Moon, 21 Mayıs 2002'de sahibi olduğu Washington Times için Washington Hilton'da bir gala düzenledi. Bu galaya da aralarında kongre üyelerinin, devlet görevlilerinin, dinsel liderlerlerin, işadamlarının bulunduğu 3.000 kişi katıldı. Bush Jr. da babasının yaptığı gibi bir başkan olarak Moon'u desteklediğini Washington Times'ın "seçkin bir bilgi ve fikir kaynağı" olduğunu belirten bir iletiyle gösterdi.[819] Moon'un dostları arasında NATO eski sekreteri Alexandre Haig'in oğlu Haig Jr. da yer alıyor. Bush Jr., başkan olur olmaz Akev'de bir "din esaslı girişim" komisyonu kurdu. Moon'un Birleştirme Kilisesi de bu komisyonda yerini aldı. Avrupa'dan yollanan genç müritlerin bir ayağı Türkiye'den eksilmiyor. PWPA’nın etkinliklerinden sonra, Moon’un kadınlara kanca atmak, diğer kadın örgütleriyle bağlar kurarak örgütlülüğünü geliştirmek üzere kurduğu WFWP (Women for World Peace/Dünya Barışı Kadınlar Federasyonu) İstanbul ilişkilerini sürdürüyor. 

Kadın 817 Deniz Som,-Düğün, Cumhuriyet, 27 Şubat 2001. 818 Türkiye sekreterliğine daha sonra Setsuo Sakurai getirildi. 819 Bill Berkowitz, "The GOP's man on the Moon", Workingforchnage.com /printitem.cfm?itemid=14455, 02.05.03 örgütünün 16-18 Mayıs 1997'de İstanbul The Marmara' otelinde düzenlediği toplantıya Semra Özal da katılıyor. Toplantının açış konuşmasını Bayan Moon Hazretleri yapıyor ve Unification Church hareketinin ideolojisini, Gerçek Baba Moon'un Mesihliğini anlatı yor. Her toplantı yeni bir ilişki doğuruyor. Örneğin Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Bakanlarından Işılay Saygın, Seul 1998 toplantısını onurlandırıyor. Mezhep, hatta din, ayırımı yapmayan Birleştirme Kilisesi adına Türkiye misyonerliğini Yamazaki'nin yanı sıra, Katsumi Date, Mitch Lavvrie, Marilee Zuercher ve Susan Fefferman yerine getirmişler.[820] 

GENEL BAŞKANDAN SEUL'DE TEBLİĞ 
Seul toplantıları çok şatafatlı oluyor. Bine yakın insan dünyanın dört bir yanından Seul'a getiriliyor. Açılış konuşmasını "True Parent/Gerçek Baba" Sun Myung Moon yapıyor. 26-28 Ağustos 1992 Seul toplantılarına Türkiye'den de ilahiyatçılar katılmış. Bu toplantının tanıtımınıysa katılımcılardan "Taha Kıvanç" müstear adlı gazeteci, Zaman Gazetesi'nde yapmıştı. [821] Türkiye'nin Cumhuriyet Halk Partisi Başkanı, eski Dışişleri Bakanı Deniz Baykal da, Aralık 1997'de Amerika'daki "gerçek AnaBaba" günleri kapsamında yapılan toplantıya katılınca, Türkiye kendileriyle ilgilenmiş ve Kuvay-ı Medya dergisinde bu konu Moon'un istihbaratçı bağlarıyla birlikte gündeme getirilince yer yerinden oynamıştı. CHP'nin parti meclisinde derin tartışmalar yapılmıştı. 'Din Hürriyeti ve Düşünce Özgürlüğü'nden taviz vermeyen Atatürk'ün koltuk mirasçısı partinin başkanı da, medyanın bu tutumuna bir anlam verememişti. Ne ki, partisindeki itirazlar da bir-iki hafta da sönüp gitmişti. Oysa Deniz Baykal, bir yıl önce 20-22 Ağustos 1996'da Seul'de gerçekleştirilen toplantısına da katılmış ve orada "Honarable (Şerefli) Deniz Baykal, Türkiye'de Cumhuriyet Halk Partisi Başkanı" olarak tanıtılmıştı. Baykal, Seul'de "Türk Perspektiviyle Jeo-Politik Konular" başlığını taşıyan tebliğini sunmuştu. Türkiye ilginç bir ülkedir. Deniz Baykal'ın 1996 toplantısına katılmasını görmezden gelirken, bir yıl sonra aynı Deniz Baykal'ı Amerika'daki toplantı çıkışında TV kameralarıyla tarihe kaydedivermişti.

 Baykal, 1997 katılımından sonra, kişilerin ilişkileri kimseyi ilgilendirmeyeceğini ve ABD'deki toplantının "Dünya Barış Konferansı olduğunu' yineliyor ve şu ilginç açıklamayı yapıyor: 820 Unification Church'le ilişkili örgütler ve şirketler listesi için bk. Ek 13. 821 Taha Kıvanç, "Kore'de ne işim var?", "Dini Nikah hem de toplu halde", "Kore'den başka izlenimler", "Seul Camii'nde Cuma namazı" , "Diyalog girşimi Müslümanlardan gelmeli" Zaman, 27-31 Ağustos 1992."Toplantıya katılanların altıda biri tarikat üyesiydi. Eski ABD Başkanlarından Gerald Ford, George Bush, Mihail Gorbaçov, Michelle Rochard gibi isimler de katıldı. Fransa İngiliz basını bunları soruyor mu?".[822] Kimse de kalkıp, bu altıda birin nasıl saptandığını, Unification Church'ün toplantısının uluslararası bir toplantı gibi gösterilmesinin gereğini ve ama hepsinden önemlisi, Baykal'ın herhangi bir kişi olmadığını, onun Cumhuriyet Halk Partisi gibi, cumhuriyetin temel ilkelerinin bekçisi olması gereken bir partinin Genel Başkanı olduğunu sormuyor ya da anımsatmıyordu. Bu arada, Amerika'daki toplantıya katılışıyla ilgili olarak bu denli açık bir davranış sergileyen Baykal, daha önce Seul'e gittiğini açıklamıyordu. Baykal, gazetecilere Moon'u tanımadığını açıklamıştı. Yaşam politikacı için çok zor olmalı. Çünkü 1996 Seul toplantısını her zaman yaptığı gibi, bizzat Sun Myung Moon açmıştı. Baykal toplu nikah kıyılan günlerde konferansa katılıyordu ama, Moon'u tanımadığını söylüyordu. [823] "Tanışmadım" demek istediyse, bu gerçek olabilirdi. Çünkü Moon Hazretleri ile tanışmak için sıraya girmek gerekirdi. Bu noktada ilginç bir çelişki çıkıyor ortaya. Genellikle CHP'liler seçim kayıplarından sonra halkın yanlış yaptığına inanırlar.

 ANKARA VE ÇANAKKALE'DE KİLİSE KAMPLARI 
Moon'un en kapsamlı Türkiye atağı "Unification Movement" gezisidir. 35 ülkeden toplanan 150 kişi, New York- Kudüs - İstanbul - Roma - Yeni Delhi - Katmandu - Bangkok - Pekin - Tokyo -New York yolculuğu boyunca, her kentte bir hafta kalarak işlerini gördüler. Sözde dinlerarası ilişkinin amacı, Moon'un hedefine uygun olarak adam örgütlemektir. Bu o denli açıktır ki, Moon'un örgütçüsü Dr. Joseph Bettis, "Heyetimiz içinde yer alanlar, bütün dünyada tek din olmasını amaçlıyorlar. Bu bizim ikinci turumuz. Bunu devam ettirmek istiyoruz," dedikten sonra örgütlerin geleneksel yayılma yöntemine uygun bir açıklamada daha bulunuyordu "Ancak tura katılanlar her yıl değişecek. (..) Bu yıl sekiz Türk’ün de bizimle gelmesine çok memnun olduk.” [824] Moon turcuları, örgüte bilimsel bir saygınlık görüntüsü vermek için üniversitelerden adam seçiyorlar. Bu katılımcıların Moon kilisesine bağlı olmadığını, salt ayrı dinlerin ya da üniversitelerin temsilcileri olduğu izlenimini vermeye çalışıyorlardı. Örneğin, turcular arasında Moon tarafından kutsal nikâhla evlendirilmiş olan en az on yıllık kilise üyelerinin örgüt bağlarından söz edilmiyordu. 822 Saffet Korkmaz, Baykal'a Moon tepkisi, Hürriyet, 7 Aralık 1997. 823 Kutsal nikah ayrıntısı için bk. "Milyonları evlendirdi" Savaş Süzal, Sabah Dış Haber, Pazartesi 01 Aralık 1997. 824 "Dünyada yeni bir akım: Tek Din" Yankı, s.28-29. Türkiye'yi temsil edenler arasında, “Dünya Dinleri Gençlik Semineri”ne katılan Türk heyetinde Ahmet Davutoğlu bulunuyordu.[825] Boğaziçi Üniversitesi'nin öğretim görevlisi olan Davutoğlu, masumane çalışmaların amacını şu ilginç sözlerle açıklıyordu: "Amerika'da kendi sahasında söz sahibi değişik dinlere mensup bir grup profesörün önderliğini yaptığı bu gezide, amaç bilfiil yaşayarak daha açık bir ifade ile 'gezici bir üniversite' şeklinde, dinler arasında diyalog ve fikir alışverişi temin etmektir, ilki geçen sene yapılan bu geziye Türk temsilciler bu sene katıldı. 

Gerek ABD'de gerekse Kudüs'te gerçekten çok değerli gözlemler yapma imkânı bulduk. "[826] Unification Church, birleştirme işinin gençlerle başlayacağının bilincinde. Bu nedenle gençleri örgütlemeye büyük önem veriyorlar. Bu işi uluslararası boyutta oluşturmak için RYS (Religious Youth Service / Dindar Gençlik Hizmeti) örgütünü kuruyorlar. Bu örgüt, dünyanın doğusuna ve güneyine kanca atıyor. İşin başına John Gehring adlı bir İsrailli getiriliyor. Çeşitli ülkelerden gençleri toplayıp, bir ülkede çalışma kampları kuruyorlar. Okul tamiratı, çevre düzenlenmesi gibi, hoşa gidecek işler yapıyorlar. Birleştirme işi elbette öyle dal-düz giderek yapılamazdı. RYS, Türkiye'den de eksik olmamış; 4 Temmuz - 6 Ağustos 1994 arasında Çanakkale'de ve Ankara'da iki ayrı yaz kampı kurmuşlar. Ankara Gölbaşı'nda bir kliniğin yemekhanesi ve odaları tamir edilerek boyanmış. RYS raporu bu işlerin yapım gerekçesi olarak "Türkiye'nin yoksulluğu"nu gerekçe gösteriyor. Bir başka çalışma kampı da Sincan da kurulmuş. RYS üyesi gençler, Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nin yurtlarında kalmışlar. Bu işlerin organizasyonuna, Gölbaşı, Sincan ve Ankara Büyük Şehir Belediye başkanları, Gazi Üniversitesi'nden profesörler destek vermiş. Çanakkale'de de benzer bir kamp kurulmuş. Bu işi Ganalı Kerim Tsene ve Çanakkale Belediyesi adına Rıza Özcan örgütlemiş. Rıza Özcan ve Gehring, çalışmaları bir rapor haline getirmişler.[827] RYS örgütünün Türkiye işlerinin danışmanlığını Kasım Gülek ve Nilüfer Gülek'in yanı sıra, Moon'un Türkiye sekreteri Yamazaki üstlenmiş. Ankara'daki kamplar Bengaldeş Büyükelçisi ve belediye başkanları tarafından da ziyaret edilmiş. Bu işlerde Moon'un "Dinlerarası Federasyonu"nun elemanları da büyük yarar sağlamış. Bunların en ünlülerinden İsrail Dinlerarası Eğitimin Tanıtım Cemiyeti genel sekreteri Jonathan Tsevi, Bengalli Dr. Kazi ve Azizun İslam, Kasım Gülek'e çalışmalarında yardımcı olmuşlar. Örgüt elemanları 825 Ahmet Davutoğlu, Kasım 2002'de kurulan AKP hükümetinin dışilişkiler başdanışmanı oldu. 826 "Islamiyeti Tanıtamıyoruz" Yankı, a.g.y. s.30. 827 Rıza Özkan and Rev. John W. Gehring, "The RYS Experience: A Turkish Delight," Articles From the September 1994 Unification News.ile Kasım Gülek, İstanbul Merit Otel'de iki gün birlikte olmuşlar. Kasım Gülek, son yemekte Moon ile geçmiş ilişkilerini özetleyen bir konuşma yapmış ve minnet duygularını şöyle açığa vurmuş: "On yıl önce Moon Hazretleri, Dünya Dinleri Gençlik Semineri gibi inançlar arası gençlik eylemi başlatmıştı. Onun görüşü bir birleştirme, barışın gerçekleştirilmesine yönelik yaşam alanlarının tümüne ulaşabilecek bir hareket başlatmaktı. RYS gibi projeler tüm dinlerin iyiliğini tanıtmakta ve başka benzeri hareketlerin önünü açmaktadır. Ülkemde hizmetler sunduğu için RYS'ye teşekkürler." 

BOŞ ALAN BIRAKILMAMALI VE SPORA EL ATILMALI 
Sun Myung Moon ya da Unification Church ilintili şirketlerin, satış merkezlerinin sayısı 500'ün üstündedir. Moon, toplumsal yaşamın her alanında yer almaktadır. Spor alanını da gözardı etmeyen Moon, 1988'de spor alanına girer ve WCSF ( The World Culture and Sports Festival/ Dünya Kültür ve Sporlar Festivali) Moon tarafından örgütlenir. Kilisenin okulu Sunmoon Üniversitesi spor işlerinin akademik merkezi olur. 1992'de ilki düzenlen festivalin 9'uncusu 2003 Temmuzunda yapılır. WCSF' nin yönetim kurulu başkanı Chung Hwan Kwak bir açılış konuşması yapar ve sporculara 2003 yılında yapılacak "Kutsal nikah"dan sözederken toplam 400 milyona yakın çiftin kutsanmış olacağını vurgular. Hatta, sporcuların gözünü de açmaktan geri durmaz. Moon'un en önemli adamı Kwak, festivalin giderek dünya spor etkinliğine dönüşeceğine, Olimpiyat oyunlarının ve Dünya kupalarının iç sorunlar yaşadığını, çok fazla ticari ilişkiler içine girildiğini anlatır.[828] Oysa Moon'cuların festivalinde yalnız barış(!) amaçlanmaktadır. Türkiye'de işi "Ne olacak canım, iyi niyetli bir spor etkinliği işte!" diye yansıtanları yalanlayan bir propaganda konuşmasıdır bu. Kitlelerin yoğun ilgisini çeken futbol geri bırakılmaz. Seul'de, her girişimin adında yer aldığı gibi, amaç "barış" olarak bildirilir. 10 Temmuz 2003 futbol turnuvasına Fransa'dan 0lympique Lyonnais, Güney Afrika'dan Kaizer Chiefs, Almanya'dan TSV 1860 München, ABD'den Los Angeles Galaxy, Hollanda'dan PSV Eindhoven, Uruguay'dan Club Nacional de Football ve Güney Kore'den de Seongnam Ilhvva takımları katılır. Türkiye'den de Beşiktaş Spor Kulübü Futbol Takımı turnuvada yerini alır. Birinciye 2 milyon dolar ve ikincinin de 500.000 dolar ödül verilir. Bu haber Türkiye'deki bazı gazetelerde kısaca yer alır. Ama "Moon tarikatının düzenlediği 828 Chung Hwan Kwak, "2003 World Culture and Sports Festival Welcoming Address; The Path to the Realization of a New World Culture of Peace" , FFWPU- The Family Federation for World Peace and Unification, ffwpui.org/view.asp? boardid?= 23& docid =535 turnuva" sözleri ve Moon örgütlenmesiyle ilgili kısa bilgiler yer alır. Bu durumda Din-Kilise-Futbol ilişkisi üzerine akla gelebilecek sorulara yanıt da Zaman gazetesinde yer alır. Fatih Üniversitesi öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Ali Murat Yel, kutsallık ile futbol ve din arasındaki ilişkinin teorik temellerini ortaya koyar. Öğretim üyesinin yazısındaki satırlar yeterince aydınlatıcı ve tarikat-futbol ilişkisini kötüleyenlere de iyi bir yanıt oluşturur: "(..) Futbol da birçok özelliğinden dolayı yeni bir dini hareket olarak görülebilir. "Para-religious - Din gibi" olarak da adlandırılan bu hareketlerde dini herhangi bir unsur olmamasına rağmen pek çok hususta dine benzer özelliklere rastlanılmaktadır.(..)"[829] Spor festivalinin simgesi içinden de Sun Myung Moon'un adındaki "Moon" yani "ay" da özel olarak anlamlandırılır: "Sunmoon Barış Futbol Vakfı'nın düzenlediği ve iki yılda bir yapılması öngörülen Barış Kupası'nın amblemi de futbol ve dinin ortak özelliklerine işaret etmektedir: Güneş, Ay ve insanın bir araya gelmesiyle oluşturulan amblemde futbolun evrenselliğine vurgu yapılmaktadır. Amblemdeki kırmızı renkteki güneş insanın hırs ve iştiyakı, sarı renkteki ay da futbolun evrensel bir festival olması ve iki elini açmış yeşil renkli insan figürü de barışı, daha doğrusu, futbol vasıtasıyla dünyadaki tüm insanları bir araya getirerek barışçı bir dünya yaratma isteğini temsil etmektedir." Öğretim üyesi, Moon tarikatının örgütlü yapısını görmezden gelerek onun amacının gerçek barış olduğunu anlatır: "Vakfın kurucusu Sun Myung Moon'un da inandığı ve umduğu gibi, Barış Kupası sayesinde insanlık din, ırk ve ideolojinin ötesinde birbirleriyle barışçı bir şekilde kucaklaşıp dünyaya barışı getirebileceklerine inanmak da en azından safdillik olarak algılanıp her biri kendisi için bir din olma özelliğinde olan futbol taraftarının geçmiş asırlarda tarih kitaplarına geçmiş "din savaşlarına benzer mücadelelere girmesi akla ve mantığa daha uygun gelmektedir." Moon'un örgütlediği etkinlikler, sağ-sol dinlemiyor. SHP'lilerle RP'lileri ve liberal profesörleri yan yana getiriyor. Bunca iş için epeyce para dökülüyor olmalı. Bu paranın kaynağında günlük 20 saatin üstünde Birleştirme Kilisesi'ne hizmet eden müritlerin payı büyük olmakla birlikte, Vietnam savaşında Kore CIA ve Amerikan CIA ile birlikte kotarılan işlerin ve Kore'ye Amerika'dan pirinç satışlarında elde edilen komisyonların, Japonya'nın çok özel işadamlarıyla kurulan ilişkilerin payı olmalı. "Gerçek baba" Moon'un, barış, dinsel birlik ve kardeşlik 829 Ali Murata Yel, "Futbol ve Din" Zaman, 09.07.2003adına kurulan ilişkilerle gelişen sanayi ve ticaret ağı ile önemli bir parasal katkı elde ediyor olması gerekir. Bu getiri o denli ölçüsüzdür ki, örneğin Washington Times gazetesinin yıllık zararı 50 milyon doları buluyor ama Moon gazetesini bırakmıyor. Önce okul, gençlik, eğitim, kadın, bilim, medya, vakıf örgütlenmeleri ve sonra politikacılarla, devlet adamlarıyla kurulan iyi ilişkiler, işin temelidir. Moon'un Amerikan başkanlarına yakınlığı bir düşünülürse, onunla dost olanın ufkunun nasıl açılabileceğini hesap etmek kolaylaşır. 

RP DESTEKÇİSİ LOUİS FARRAKHAN VE MOON EL ELE A
merika ile 'entegrasyon' ufuğunun insanı nerelere götürebileceğini görmek üzere, ABD'de dinlerarası olarak mı, yoksa örgütler arası olarak mı değerlendirilebilecek bir ilişkinin Türkiye'ye bulaşan ucuna bakmak gerekiyor. Sun Myung Moon, Ekim 2000 de ABD'de bir ilke daha imza attı ve Amerikan zenci Müslüman örgütlerinden "Nation of islam" ile birlikte "Million Family / Milyon Aile" yürüyüşünü gerçekleştirdi. Bu alan toplantısında, bir konuşma yapan Nation of İslam lideri Louis Farrakhan, sözü 'medeniyetler arası çatışma'ya getirip şunları söylüyordu: "Kosova' da etnik temizliğin nedeni nedir? Bir insanın bir baş kasını mahvetmeye ya da yıkmaya çalışmasının nedeni nedir ? Türk’ün Ermenileri mahvetmelerine neden olan nedir?"[830] Anımsanacaktır, o günlerde Ermeni soykırımı yasa tasarısı, ABD kongresinde görüşülmek üzeredir. "Nation of islam" ile "Unification Church"e bağlı "Dünya Barışı için Dinlerarası Diyalog" örgütü yan yana gelebiliyorlar ve Türkler aleyhine açıklama yapabiliyorlar. Olağan bir durum bu! Ne ki, Türkiye'den, Farrakhan'ın 'İslami dostlarıyla, Sun Myung Moon Hazretleri'nin medeniyetler arası diyalog dostlarından, "Ayıptır bu kadarı! Şunun şurasında, kadim kardeşliğimiz ve diyalogumuz var" gibisine, bir sitemli söz duyulmadı. Çünkü kardeşlerin kardeşleri koruması gerekir. Bu arada Farrakhan'ın Türkiye'de Refah Partisine destek için yaptığı gezileri de unutmamalı. Dünyada, kendisini yeni projelere ve yeni durumlara Sun Myung Moon'dan daha iyi uydurabilen bir kişi olamaz. "Project Democracy" operasyonunu, parasıyla, örgütsel gücüyle başından beri destekleyen Sun Myung Moon, NGO hareketine koşut bir dizi yeni örgüt oluşturdu. Bunların en önemlisi, din ve demokrasi projelerini birleştiren "Interreligious and International Federation for 830 Unification News for October 2000. World Peace (HFWP - Dünya Barışı için Dinlerarası ve Uluslararası Federasyonu)'dir. IIFWP, Moon'un öteki örgütleri FFWPU (The Family Federation for World Peace and Unification / Dünya Barışı ve Birleştirme için Aile Federasyonu), WWWP, YFWP, PWPA ile birlikte çalışıyor. IIFWP, 25-27 Mayıs 2001'de İstanbul'da, bir toplantı düzenledi Toplantının tanıtım adı, "Ulusa Hizmet, Dünya'ya Hizmet: Aileleri, Cemaatleri ve Ulusları Yenileyerek Barışı Yerleştirmek" idi. Konu, her zaman olduğu gibi 'bilimsel' olmasının yanı sıra, Müslümanlara daha da çekici gelecek bir içerik taşıyordu. Toplantılara Müslümanların yoğun olduğu ülkelerden katılım artıyordu. Örneğin Özbekistan, Moğolistan, Bengaldeş gibi. işin ilginç yanı, örgütün belgesine göre, bu toplantıları parayla destekleyenler arasında İslam Konferansı Örgütü'nün Arap Devletleri Birliği'nin ve Birleşmiş Milletler misyonlarının bulunmasıydı. Toplantıyı Moon'un sağ kolu Neil Albert Salonen bir konuşmayla açtı. [831] Salonen, Moon'un üç yıl önce satın aldığı Bridgeport Üniversitesi’nin rektörüydü. Ama daha da önemlisi, Salonen, Unification Church'ün ABD Başkanlığı'nın yanı sıra, yine kiliseye bağlı "Freedom Leadership Foundation" adlı vakfın da kurucu başkanıydı. Salonen, Moon ile siyasetçiler arasında sıkı ilişkiler kurulmasını sağlamıştı. Örneğin, Başkan Nixon'un başı Watergate skandalıyla belaya girince, Salonen'in önerisiyle Moon derhal işbaşı yapmış ve Nixon'u destekleyen gösteriler örgütlemişti. Salonen, daha sonra "Unification Church-KoreCIA" soruşturmasında Moon örgütünü kurtarmak üzere elinden geleni yapmıştı. [832] Unification Church, işte böylesine değerli kişilerce örgütlenen toplantılardan birini daha İstanbul'da gerçekleştirdi. IIFWP, WANGO (World Association of NGO's/ Hükümet Dışı Örgütler Dünya Birliği) ile birlikte, 13-15 Temmuz 2001'de İstanbul'da bir toplantı düzenledi: "International Leadership Seminar: New Vision for Peace"[833] Toplantının amacı, "IIFVVP'nin değişik dünya şubelerinin başkanlığını etkin olarak yürüten kişilere önderlik eğitimi vermek" idi. Toplantıya, Filistin, İsrail, Suriye, Lübnan, İran ve Türkiye'den "önderler" katıldılar. Toplantının açılışını Moon'un sağ kolu, Türkiye projelerini de yaklaşık yirmi yıldır yönetmekte olan Dr. Chung Hwan Kwak yaptı. Türkiye'de Nurcular tarafından düzenlenen konferansların müdavimlerinden ve Moon'un en önemli adamlarından IIFVVP Genel Sekreteri Dr. Thomas Walsh, Moon'a bağlı ve en yakın ailenin reisi WPI (World Peace Institute) müdürü Frank Kaufman'ın 831 IFFWP Nevvsletter, Summer 2001, Vol. 2, No:4. 832 Robert Boetcher - Gordob L. Freedman, "Gifts of Deceit - Sun Myung Moon Tonsung Park an the Koeran Scandal" s. 151, 309-312. 833 Uluslararası Liderlik Semineri: Barış İçin Yeni Ufuk yanısıra VVANGO müdürü Taj Hamad, Fulbright'ın Fas'daki Al Akavan Üniversitesi temsilcisi Prof. Kenneth Gray, yine Fas'daki Muhammed V Üniversitesi’nden Dr. Jeoung Myoung Kim, tebliğler sundular.[834] 1990’lı yıllarda Moon Hazretleri'nin PWPA örgütünün Türkiye etkinlikleri iyi bir örnek oluşturuyor. Medeniyetlerarası Diyalog, Bediüzzaman Said-i Nursi konferansları adı altında yapılan toplantılara Amerika'dan gelip, konuk olanlar çoğalıyor. Bu konferanslara İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin desteği görülüyor. Kocatepe camisinde mevlitli anmayla ve politik destekle başlayan toplantıların uluslar arası din hürriyeti kapsamında destek alması bambaşka boyutlar oluşturuyor. Yabancılarla ilgili övgüleri Aksiyon dergisinde, Zaman gazetesinde bolca bulmak olanaklıdır. [835] Ayrı bir kitap konusu olacaktır Unification Church'ün Türkiye etkinlikleri, Bu etkinlikler, salt kadın, bilim adamı, dünya barışı vb. örtü konferanslarıyla ya da öğretim üyeleriyle ilişki düzeyinde kalmayacaktı elbette. Dinsel bir ideolojiyi, ticari çıkarlar için kullansa da, bir örgüt sonunda dinsel temelli kalıcı odaklar yaratmak zorundadır. Yoksa kısa sürede, herhangi bir ticari ya da siyasal değişimle silinip gider. Buna karşılık müritler, her koşulda birer çekirdek olarak kalırlar. Bu satırlar yazılırken gelişen bir olay Unification Church'ün nerelere uzanabileceğine iyi bir örnek oluşturdu. Yakın geçmişten anımsayalım: 

755 YILLIK CAMİYİ YIKTILAR VE MOON - PRESBİTERYEN MÜRİTLERİ GELDİ
 Özellikle 2000-2002 yılları arasında dünya mirası, dinlerarası diyalog, din-inanç turizmi denilerek bizzat hükümet tarafından uygulanan projeyle cemaatsiz kiliseler kurulurken, antik kiliseler de yenilenmiştir. Aynı dönem içinde sayısız tarihi cami ise ya yıkıma terkedilmiş ya da bilerek ve istenerek yıkılmıştır. Bunun son örneği Türklerin 1211 yılında kurdukları Denizli kentinde yaşanmıştır. Denizli'de Türklerin ilk yerleşimde kurdukları ve sayısız 834 Prof. Eliezer Glaubach-Gal (Professors VVorld Peace Academy-lsrail), "New Vision for Peace" IIFVVP Nevvsletter, Summer 2001, Vol. 2, No. 4, s.7ve 14. 835 Said-i Norsi konferansları yıllar geçtikçe değerlenir, ilim ve Kültür Vakfı'nca 2004de düzenlenen 7. konferansta yabancı destek doruğa ulaşır. Vatikan Temsilcisi George Marovich, bir besmele çektikten sonra "Cevşen" duasını okur. N/irgtnıa International Universıty yönetcilerinden ve Nevada Üniversitesi öğreticilerinden prof. Dr Yunus Çengel de "Nur ışığında terörle mücadele ve kitle imha silahlarından atınma" tebliğini sunar Aynı konferans sonunda yoğun bir Said- Norsi övgüsü başlatılır. Liberal Düşünce Topluluğu Derneği kurucularından Cüneyt Ülsever, Saidi Nursi'nin antiterör savaşımına daha da geniş bir boyut katar ve "Türkiye'nin görevi: Said-i Nursi'yi anlamak/anlatmak" başlığını atar. Hürriyet, 2 Ekim 2004.depremden sonra onarıp açık tuttukları, 755 yıllık Ulu Cami ve tarihsel Selçuklu minaresi birbirini izleyen 2 gecede belediye ekiplerince yıkıldı. Bu yıkımın ardından yedi gün geçmeden yörede devlet eliyle yenilenen 11 kiliseden biri olan ve yüzlerce yıldır kullanılmayan, antik Pamukkale Kilisesi'nin yıkıntılarında ayin düzenlenmiştir. Ayini düzenleyen birinci grup Amerikan Presbiterian kilisesi mensuplarıdır. Bu grubun başında Amerikalı papaz Bruce McDowell ve Papaz İlhan Kekinöz bulunmuştur. İkinci 25 kişilik grup ise Unification Church bağlılarıdır. Ayinciler devlet yöneticilerinden vali yardımcısı Musa Uçar'ı ziyaret etmişler ve ondan hediyeler almışlardır. [836] "Bizans dönemi kalıntılarıyla Amerikalı papazın ya da Korelilerin ne tür bir dinsel ilişkisi olabilir? Onlar, kendi inançlarına uygun ayin yapacak bir yer bulamamışlar mıdır?" gibi ilginç soruların yanıtını verecek, laik rejime sahip çıkacak bir görevli herhalde vardır. Koreli misyonerler de deprem yıkımından yararlanarak sözde yardım diye yerleştikten sonra, dışı ev, içi kilise inanç merkezleri kurmayı başardılar. Örneğin Yalova yakınlarında, deniz kıyısında evkilise kuran misyonerler, üşenmeyip deprem bölgesini geziyorlar ve uzaklardaki Orhangazi'ye dek gidiyorlar, "A" köyüne uğrayıp, tatil yaptıracağız diyerek çocukları alıyorlar. Hafta sonları ver elini Zeytinburnu kilisesine turistik gezi...[837] Bir yandan misyonerlikle, bir yandan Gingsen çayından başlayan ticari ataklar ve kişilerle bağlanan siyasal ilişkiler derinleştiriyor. Her siyasal-dinsel örgütün yaptığı gibi çalışan Moon'un Birleştirme Kilisesi, 2002 yılında medyaya taşındı. Ne ki, bu taşınma çok boyutlu bir incelemeyle halkın bilgilendirilmesinden çok, örgütün hafife alınmasına, güncel deyişle "magazinleştirilmesine" yol açmaktadır. Bu tür yayınlarda Moon'un Kore-CIA'den, Anti-Komünist Birlik'e ve oradan ABD'nin Akevine ve Müslüman örgütlere ulaşan ilişkilerinden ve özellikle bir örnek-yapı (model) olarak taklit edilmesine değinilmiyor. İş böyle olunca da Cumhuriyet'in kurucusu siyasal örgüt bile geçmişi unutup gidiyor. Dahası, bu tür örgütlerin içyüzünü bilmeyenler, onun bazen dinsel, bazen barışsever, bazen bilimsel maskesine aldanıp, toplantılarına katılıyorlar ve örgütü meşrulaştırıyorlar. Meşrulaştırmakla kalmıyorlar, bilmeyerek de olsa, dolaylı da olsa, halkı, özellikle gençliği, bu tür örgütlere yönlendiriyorlar. Dikkat 836 "Pamukkale'de sabah ayini" Gündem (Denizli), 24 Haziran 2002. 837 Bilgisiz ve yoksul bırakılan köylülerimiz durumu öğrenince utanç duyuyorlar. Bağımsızlık savaşının önemli olaylarının yaşandığı bu köyün adını saklı tutuyoruz, İznik-Orhangazi arasındaki 12 köyde, dağda, tepedeen verimsiz toprakları, köylülerin yoksullaştırmasından da yaralanarak İstanbul'dan gelen birileri satın alıyorlar. Yörede inanç turizmi için kiliseler yenileniyor. Toprakları kim alıyor? Köylerin adları: Hacıosman, Kırkharman, Sarısu, Papazköy, Kutluca. Kırıntı, Elmalı, Sığırbasan, Üzendere... edilirse, Moon'un Türkiye'de hızlı örgütlenmesi, 12 Eylül darbesini izleyen ilk on yılda gelişmiştir. Politik yaklaşımlarının değişeceğini hesap etmeden yabancı devletlerin çıkarları ve karışık hesapları adına ulusun çocuklarına kıyıldığı bir dönemde misyonerlerin, mafya, siyaset ve din tüccarlarının önünü açılmıştır. Bunlar gelip geçti diyemeyiz kuşkusuz Çünkü açılan kapıdan girenler içeriyi mesken tutuyorlar. Ülkedeki dinsel örgütlenmeyi güçlendirerek dışardan gelenin önünü kesmek de bu işlerin önünü alamayacaktır. Bunun olamayacağı, aksine dışardan gelenin içerdekini elinden tutarak güçlendirdiği ve bu ilişkiyi yabancı devlete özellikle ABD'ye taşıdığı bir gerçektir. İçerdeki dinsel yapının, işlerin önünü kesemeyeceği örneğini, Türkiye'de 1998 öncesi ve Eylül 1999'dan sonra bir ekiple iş yapmış olan Moon görevlisi Raymond J. Mas'in iletisinden okuyalım: " Bir yıl sonra ekibimizle birlikte yeniden Türkiye'ye geldik. (..) Türkiye misyonerler için kolay bir yer değildi ve bizden önce gelenlerin inanç ve ruhunu almıştı. Bu zavallı insanları izlerken, ancak dayanılmaz bir sızı, üzüntü ve acı duyulabilir. Belki de bu deprem, bu ulusun geçmiş günahların üstesinden gelebilmesi için kaçınılmaz bir bedeldir.,,[838] 

MOON'CULAR İSTANBUL'DA
 Moon tarikatı görevlisi Raymond J. Mas'ın "Türkiye misyonerler için kolay bir yer değildi" demesi son derece yanıltıcıdır. Türkiye'de 28 Şubat kararlarını alanlar bile Moon toplantılarına aldırmamışlardır. Moon'cular Ankara'da konferanslar düzenlemekten çekinmemişlerdir. 2003 yılında ise 13 yıl önce İstanbul'da Dinci tur başlatan "Dinlerarası Federasyon" bir kez daha Türkiye Cumhuriyeti'ne gelmiş ve bir toplantı düzenlemiştir. Bu toplantıya devlete bağlı üniversitelerden dekanlar ve öğretim üyeleri katılmıştır. Toplantıyı, Tokyo'daki caminin imamı Nimetullah Halil İbrahim dualarla açmış ve 19 Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dekanı Prof. Dr. Osman Zümrüt yönetmiştir. Basına kapalı yapılan toplantıya katılanlardan bazıları ilginç bir mozaik oluşturmuştur: Prof. Dr. Ekrem Sarıklıoğlu (S. Demirel Ünv. İlahiyat F. Dekanı), Zihni Papakça (Marmara Ünv.), Tuğg. (e) Rıza Bekin (Doğu Türkistan Vakfı Başkanı), Fermani Altun (Ehli Beyt Vakfı kurucularından)[839] ve Seyhan Ekşi. Moon örgütleri "barış" sloganını kullansalar da söz konusu ABD olunca savaşın ön plana çıktığı görülür. İstanbul toplantısında 838 Raymond J. Mas, Message From Turkey, September 3, 1999, The Words of the Mas Family. 839 Tanınmış Alevi demekçilerindendir. Vakıf, Çorum'da bir Ehli Beyt camisi kurmuştur. Şiiliğe daha yakın bir Alevilik yorumu benimsedikleri ileri sürülmektedir. da durum değişmemiştir. Toplantıyı yöneten 19 Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dekanı Prof. Dr. Osman Zümrüt Irak’ın işgalini ve Irak'a Türk askeri gönderilmesini şu sözlerle desteklemiştir: "Gerçekten 11 Eylül'den sonra Afganistan ve Irak'ta başlayan savaş, ayrıca Kuzey Kore'nin nükleer silah geliştirmesi ile ilgili gerilim ve aynı zamanda Ortadoğu'daki Filistin sorunu asıl sorun değildir. Asıl sorun, insanların ve devletlerin düşünce ve inançlarıyla barış zihninde ve kalbinde istemesi gerekir. Amacı barış olan Türk askerlerimizin orada bulunması Irak halkının, ABD askerlerinin ve insanlığın güvende olmasına büyük katkıdır. Umarız ki, ABD bu konuda dünyayı ve herkesi memnun edecek. "[840] Moon-kilise-ticaret-siyaset sarmalında kurulan ağın ilmikleri ayrı bir kitap konusudur. Türk uyruklular ise "Günümüzde herkes hayatının bir bölümünde kişisel istek, beklenti ve toplumsal zorunluluk ya da baskı sebebiyle çok farklı dinin veya inancın içinde istese de istemese de bir şekilde kendini bulur. İşte bugün insanlık ve ulusunun özgürlüğü için bir tugay asker göndererek şehitler verdiğimiz Kore yarımadasından çıkan bir insan olan Rev. Sung Moon'un inançları ile bağlantılı olarak kurduğu bir sivil hareketin temsilcilerini İstanbul'da konuk ediyoruz" demektedirler. 840 "Amerika Mooncuları cepheye sürdü" Yeni Çağ, 29-8-2003. 

ABD'DE "GERÇEK YILDIZ
 "Şimdi resmen izin verilen din tedrisatı için hususi dershaneler açılmış, izin verilmesine binaen Nur Şakirdleri mümkün olduğu kadar her yerde. küçücük Dershane i Nuriye' açmak lazımdır.(..)Ümmetin beklediği, ahir zamanda gelecek zatın üç vazifesinden(..) üçüncü vazifesi, Hilafeti İslamiyeyi İttihad-ı Islama bina ederek, İsevi ruhanileriyle ittifake dip Dini İslama hizmet etmektir." Bediüzzaman Said Norsi.[841] Moon Hazretleri ile Türkiye'nin Hazretleri arasında, örgütlenme modellerindeki büyüklük yanında en önemli benzerlikse, birinin Mesihliğe, diğerinin ise İslam temsilciliğine soyunmalarıdır. Türkiye çıkışlı cemaat, Müslümanların bulunabileceği ülkelere giriyor ve sanki dünyada dinler arası savaş varmış gibi, dinler arası diyalog arayışı en yakıcı sorunmuş gibi, İslam temsilciliği görünüşü altında Hıristiyanların liderleriyle ilişkiye geçme girişimlerinin yoğunlaştırdığına tanık olunuyor. İdeolojik temel de hazır: "Hz. İbrahim, her üç dinin babasıdır." 1950'de Amerika'yı ilk keşfeden Said-i Kürdi (Norsi) olmuştu. Saidi Norsi, Amerika'ya yaslanabilmek için dinsizliğe ve komünizme karşı hareket adı altında ortak savaş önermişti. Kore'ye "beş binler Nur talebelerimle' savaşmaya gidebileceğini belirten mektuplar yazmıştı. [842] Zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar'dan bir yanıt alamayınca da, müritlerinden birinin eline Nur broşürleri tutuşturarak Kore'ye göndermişti. 1951'de Papa'ya da Nur broşürlerini gönderen Said-i Norsi, 1953'de Bayar ve Menderes'e bir mektupla başvurarak, Komünizme karşı Hıristiyan ve Müslüman dünyasının birlikte hareket etmesinin yararlarını anlatmaya çalışmıştı. Aradan yıllar geçtikten sonra, Saidi Kürdi'nin rüyası gerçekleşti ve onun talebeleri, Amerika'ya girmeyi başardılar. Katolik aleminin başı Papa ile dostluğu ilerlettiler. Önce mektupla "Üç büyük dinden liderlerin işbirliği ile ilki Washington DC'de olmak üzere muhtelif dünya başkentlerinde konferanslar serisinin gerçekleştirilmesini" ve Urfa'da 'üç büyük dine mensup gençlerin okuyacağı' bir ilahiyat okulu kurulmasını önerdiler. Mektuplaşmanın ardından Papa ile bizzat görüşme onuruna ulaştılar. Üç büyük dini birleştiren konferanslardan ilkinin Kudüs'te 841 Risalet Nur Külliyatından Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s.7,9. 842 Necmeddin Şahiner, Said Nursi, s.78 ; Bediüzzaman Saidi Nursi, RisalelerTairhçe-i Hayat, s.712. gerçekleştirilmesini önermemelerinin nedeni anlaşılır gibi değilse de son toplantının Washington D.C'de yapılmasının önerilmesi olağanüstü bir buluş olmalı. Doğrusu da budur. Son konferans, "Din Hürriyeti'nin kalesinde yapılmalıydı. Senaryonun Türkiye ayağı Urfa'da Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin de temsil edilmesiyle 2000 yılında gerçekleştirildi.[843] 

CSIS'DEN ÖNEMLİ DOSTLAR 
Talebelerin Üstad Saidi Norsi'nin açtığı yolda başarıya ulaştıkları kesin. Saidi Norsi'ye kalem müdürleriyle yanıt veren Vatikan Papası, yıllar sonra talebelere kapılarını açmak zorunda kaldı. Talebeler artık ABD'de İslamlığın çeşitli mezheplerine bağlı temsilcileri, Katolik Üniversitesi (Washington Proflarını toplamayı başarmış görünüyorlar. Amerikalı ilahiyatçıların arasında Sidney Griffith, Tanzanya kökenli Amerikan Müslümanı Şii önderlerinden Abdulaziz Sachedina, İbrahim Abu-Rabi bunların en ünlüleri. Bu kişiler ABD’de Kurulu Truestar (Gerçek yıldız) şirketinin merkezinde yayınlanan "The Fountain" dergisinin yönetim kurulunda da yer alıyorlar. 'Fountain' ise Sızıntı adlı derginin İngilizce çeşitlemesidir.[844] Abdulaziz Sachedina ve İbrahim Abu Rabi, CSIS adlı kuruluşun Ortadoğu Bölümü'nde görev yapıyor. CSIS, 1962'de Georgetown Üniversitesi'nde kurulmuş, Amerikan devletine ve özellikle petrol ve silah şirketlerine hizmet vermektedir. Dış ülke yöneticileriyle, bürokratlarıyla, Amerikan çıkarlarına dolaylı ya da dolaysız hizmet verecek akademisyenlerle bağlar kuran CSIS, bir devlet kurumu olarak işe başlamış, daha sonra dünya düzenine uyum sağlamak üzere şirkete dönüştürülmüştür. CSIS, Ortadoğu petropoîitik araştırmalarıyla da ünlüdür. Ortadoğu bölümünün içinde Türkiye'ye de ayrı bir bölüm açılmış. CSIS bölümlerinin yönetimlerinde istihbarat örgütlerinde ve yabancı ül kelerdeki diplomatik misyonlarda dünya deneyimi kazanmış eski devlet memurları bulunuyor. Üçüncü ülke adamları da bu şeflere raporlar hazırlıyorlar. CSIS raporlarını incelemeden, Amerikan dış politikasını ve bölge senaryolarını kavramak olanaksızdır. Bu raporlar Amerikan Milli Güvenlik Kurulu (NSC)'na önemli ölçüde yardımcı olmaktadır. Amerikan petrol şirketlerine raporlarla verilen hizmetin değeri de büyüktür. CSIS yabancı devletlerin görevlilerini de gerektiğinde ABD'de konuk edip, ilgili konularda konferans vermelerini sağlar. Bunların arasında Türkiye başbakanları da bulunmaktadır. Hatta 843 Bu ayine Devlet Bakanı Sadi Somuncuoğlu da katıldı. Fethullah Gülen'in ABD'den yolladığı ileti okundu ve alkışlarla karşılandı. 844 Bu dergi Almanya'nın Frankfurt kentinde "Die Fontaene" adıyla yayınlanmaktadır. Zürih'de "Sera Dergisi", Viyana'da "Çağlayan Dergisi" yayınlanmaktadır CSIS, Kafkasya petrol boru hatları ile ilgili toplantılarını Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığında gerçekleştirmiştir. Sonraları Başbakanlık danışmanlığına getirilen, DSP milletvekili ve Ecevit'in ABD gezilerinde en büyük yardımcısı, 2002 yılında Kıbrıs'dan sorumlu Devlet Bakanı, Harvard mezunu Tayyibe Gülek komitenin sekreteri olmuştu. 

AMERİKA'DA "TRUESTAR
"[845] 'Think tank' ya da düşünce topluluğu, sivil toplum örgütü, vakıf, enstitü ya da 'bağımsız şirket' olarak tanıtılan, örgütlerden CSIS'le ilişki demek, sağlam yere basmak demektir. Dahası yalnızca Amerika'da ve kendi ülkenizde değil, ABD'nin at koşturmak için her türlü çabayı gösterdiği Ortadoğu, Kafkasya, Asya ve Afrika ülkelerinde de işlerin kolaylaşması demektir. Bu ilişkiler kişilerle kurulur. Vatana' ve 'millete' dünyanın dört bir yanında hizmet uğruna, Moon'dan ABD'nin Türkiye'de görev yapmış elemanlarına, Afrikalı ilahiyatçılardan Türkiye'nin devlet adamlarına uzanan bir ağın içinde sabırla katlanılan eziyetlerin de bir karşılığı olmalıdır. "Truestar" Türkçesiyle "gerçek yıldız"ın Amerika'da kurmuş olduğu uluslararası üniversitede yetişecek olan süvariler de bu hizmetlere büyük katkı sağlayacaklardır kuşkusuz. Danışmanlık şirketi olarak tanıtılan "Turestar, Inc."nin kurduğu Virginia International University gelecek için umut veriyor. Üniversitenin mütevelli heyetinde yer alan ABD ünlüleri bu umudu güçlendiriyor: George Mason University başkanlarından George Johnson, Northern Virginia Community College (FVCC) kurucu başkanı Richard Ernst, Fairfax Belediye Başkanı eski Vietnam savaşçılarından Albay John Mason, Manchester University’den Christopher Davis, BDM International finans grubu başkanı Earl Williams, Dr. Yunus Çengel, Dr. İsa Saraç (VIU Başkanı) ve Claude Moore Foundation başkanı Jack Hamilton Lambert, FVCC yönetim kurulu başkanı James W. Wyke, Jr.[846] Çok sayıda ülkenin yanı sıra ABD'de de "lobby" oluşturmak gerekçesiyle okullar kurulması gazetede şu ilginç açıklamayla yer alıyordu: "Gülen’in şimdiki planı, ABD'de Türklere de Amerikalılara da eğitim verecek bir üniversite açmak. Virginia eyaletine bağlı 845 "True star" tapınması, doğaya tapınmanın bir türü olarak, astronomi ve astrolojinin en üst düzeye ulaştığı Mezopotamya'daki eski toplumlarda görülmektedir. Astronomide Hellenleştirmeden sonra "astral" dinler ve efsaneler dünya dinlerini etkilemiştir. 846 John Edward Wyke, 1950-1975'de İngiltere'de, 1957-1958'de Kıbrıs'da, 1963-1965'de Libya'da, 1969-1971'de Pakistan'da görev yapmıştır. küçük bir yerleşim birimi olan Staunton' da boşaltılmış bir hastane binasını devralan "Fethullahçı" grup, burada binden fazla öğrenci kapasiteli bir üniversitenin kurulması çalışmalarına başladı. Gülen, "Londra'da kolej açmış, matematik doktoru bir arkadaşlarının" Staunton Belediyesi ile anlaşması halinde, üniversitenin dünyanın her yanından gelecek öğrencilere "evet" diyeceğini söylüyor."[847] Virginia eyaletine bağlı küçük yerleşim yerinde açılan üniversite ve ABD'deki etkinliklerle ilgili bir haber, daha önce yakından tanımış olduğumuz, "Amerikan çıkarlarını koruma" üst tanıtımıyla çalışan MEF (Middle East Forum)'un yayın organı MEQ (Middle East Quarterly)'de yayınladı. Bu ilginç haber-yorumu okuyalım:[848] "Fethullah Gülen'in ardılları, tüm dünyada, Tanzanya'dan Çin'e çoğunluğu eski Sovyetler Birliği Türki cumhuriyetlerinde yer alan 200'den fazla okul kurdular. Bu okullar islam'dan çok Türk milliyetçiliğini esas alan bir felsefeyi yaymaktadır. "Balkanlardan Çin'e, Türkiye'yi model alan bir seçkinlerin oluşumunu görmek istiyor. (..) Bu kuruluşlar Müslüman olmayan öğrencileri kabul ediyorlar ve yüksek nitelikleri ve belki de İngilizceyi temel eğitim dili olarak kullanmaları nedeniyle, seçkinlerin çocuklarını çekmektedir. "[849] Şimdi, İngilizce dilinde eğitim yapmayı esas alan bu kurumların "Türk milliyetçiliğini" nasıl esas aldığı ya da nasıl olup da Tanzanya ya da Çin yönetimlerinin seçkin aile çocuklarının "Türk milliyetçiliğini esas alan" bir eğitimden geçirilmesine izin verdikleri, bu tür satırları yazanların sorunudur diyelim ve Indiana Üniversitesi’nden Bülent Aras'ın satırlarına dönelim: "Bunlar (Fethullah Gülen izleyicileri) Birleşik Devletler' de özellikle kuzeybatıda yaz kampları işletmektedirler ve 1998 sonbaharında Virginia International University açmayı amaçlamaktadırlar." Birleşik Devletler'deki faaliyetlerin iki sonucundan söz edilebilir: (1) Türkiye'de okulları, ışık evlerini, nur evlerini kapatabilirsiniz ama, ABD'ndekilere karışamazsınız. (2) Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı diyerek davalar açabilir, bazı okulları bitirenlere kısıtlamalar getirebilirsiniz, ama ABD'de yetişeceklere bir şey denemez. Bu tür sonuçlar, can sıkıcıdır. Eğitimi kayıtsız koşulsuz özelleştirmenin ve 'vakıf adı altında şu ya da bu amaçla örgütlenen cemaatlere, açık toplumculara teslim etmenin sonucunda atılacak 847 Milliyet, 2 Eylül 1997 848MEF ve MEQ için Bk. Bölüm: "Soykırım yasası" derken, Lozan raporu. 849 Bülent Aras, "Turkish Islam's Moderate Face" The Middle East Quarterly, September 199&, Volume V; Number: 3. www.meforum/article/404.her kısıtlayıcı adım, insan hakları, demokrasi ve din hürriyeti yönünden yabancı ülkelerce eleştirilecektir. Bu kesin bir sonuçtur çünkü, ABD'nin hazırladığı 'Din Hürriyeti' ve 'İnsan hakları' raporlarında açık hükümler ABD'nin desteğini göstermektedir. Özetle, siz "irtica" derken, onlar "hürriyet" demektedirler. Graham Edmund Fuller'in "nurculuk" araştırmasına başlamış olması yeterince açıklayıcıdır. Muhafazakâr ve liberal şebekenin en önemli kuruluşlarından Earhart Foundation, RAND Corporation'a Fuller'in "Türkiye'nin Nur İslamcı Hareketi" adını taşıyan kitabının hazırlanması için 30.000 dolar tahsis etmiştir.[850/ 851] Fuller'in Nurculuk raporu hazırlamasının anlamını kavramak için, onun on yıl önce "kimlik" araştırmaya başladığını, NED parasıyla desteklenen Ankara - Urfa konferanslarında "kimlik" anlattığını ve varılan kimlikli etnisite sonuçlarını anımsamak uyarıcı olabilir. Sırası gelmişken, belirtilmeli ki, bazı cemaatlere "irtica" diyerek kısıtlamalar getirmek ama, özellikle dış-iç ortak girişimlerle kurulan ultra-liberal cemaatlere, merkezleri dışarda "kulüp" adlı cemaatlere sonsuz özgürlük tanımak, ayrımcılığın ötesinde bir anlam taşımaktadır. Bu durumda, Cumhuriyet'in temel niteliklerini korumaktan, birlik ve bütünlüğün sürdürülmesinden söz ederken biraz daha düşünmek gerekebilir. 

HOŞGÖRÜLÜ "SİVİL İDARECİLER
" Dünyanın dörtbir yanındaki okullar zinciri ve ABD'deki gelişmelerin ışığında, Hoca Efendi'nin, DGM soruşturmasıyla ilgili olarak belirttikleri üzere "Korkarım ki; memleket zarar görecektir." Türkiye'de fiili hizmetlerini yerine getirdikten sonra Amerika'da İslamiyet'e ve devlete hizmet verme çabasında olanlar, Papa'ya yazmış oldukları mektupta ilginç sözlerle tanımlıyorlardı derin misyonu: "Dünyada iki tip insan vardır. Bazıları kendilerini topluma adapte etmeye çalışır. Diğer bazıları ise topluma uymaktansa toplumu kendi değerlerine adapte etmek ister. Toplum bütün ilerlemeleri bu ikinci tip insanlara borçludur."[852] Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı, CHP'nin eski Genel Başkanı Bülent Ecevit de, "Bir başbakan olarak mahkeme konusunda yorum yapamam. Ama bir insan olarak Sayın Fethullah Gülen'in mahkemede aklanmasını dilerim," diyerek, "adapte" işlerinin sağlamlığını -haklı olarak- açıklamışlardır. Hem ABD insan hakları 850 mediatransparency.org/all_in_one_results.php?Message=Turkey 851 Earhart Fdn, 9 Eylül Üniversitesinden Prof. Coşkun Can Aktan'ın George Mason Universitesi'nde konuk öğretim üyeliği (Ekim 1994-Ağustos 1995 ) masraflarına 11.750 dolarlık katkı koymuştur. 852 Zaman, 9 Şubat 1998.raporlarına adı mağdur ve “Islamic Leader" olarak geçirilmiş bir T.C yurttaşı hakkında Amerikan Dışişleri Bakanı Madeleine Korbel Albright'ın Yardımcısı, Din Hürriyeti Bürosu'nun patronu Kore kökenli Harold Hongju Koh'un sözleri de unutulmamalı. Zaman'ın Washington görevlisi, Kasım 1999 başında, Türkiye'ye gelmeye hazırlanan Harold Hongju Kon ile görüşmesinde, "sivil idarecilerin çoğu Gülen'in yaptıklarını takdirle yâdederken" diyerek, F. Gülen'in okullarını öven Başbakanın, Cumhurbaşkanı'nın ve Büyükelçilerin övgülerini anımsatmış oluyor ve "diğer bazı çevreler bu hareketi büyük bir tehdit olarak göstermeye çalışıyor" dedikten sonra yönlendirerek soruyor: "Bu konuda Türk makamları nezdinde herhangi bir girişiminiz oldu mu?" Zaman görevlisinin sorusu yeterince ilginçtir. Ona göre "Sivil idareciler" F.Gülen’den yana, "diğerleri" yani sivil olmayanlar F.Gülen'e karşı. Ama dahası, gazete görevlisi, yabancı devlet yetkilisinin Türkiye Cumhuriyeti hükümetinden F. Gülen ile ilgili olarak hesap sorup sormadığını öğrenme derdine düşüyor. Bunu asıl sözkonu "sivil idareciler" düşünmek durumundadırlar. Ne ki, yabancı devletin bakan yardımcısının yanıtı,"stratejik ortaklığın" eşitsiz yanını göstermekteydi: "Herhangi bir yerde dinlerarası diyalogu desteklediğini iddia eden bir sivil hareket eğer toplumu tehdit etmekle suçlanıyorsa, fikirlerle, inanan ifadesi ile topluma gerçek bir tehdit oluşturma arasındaki bağlantı nerede gösterilebilir?" Koh, "dinlerarası diyalog" senaryosunu bu sözleriyle açığa vurduktan sonra tam bir koloni yöneticisi tavrıyla, işi tehdide götürmüştü: "Bazı ülkeler biz falan grubun başını eziyoruz; çünkü onlar bir tarikat ya da mezhep diyor. Benim kanaatimce etiket koymak yetmez. Fikirlerin, inançların neşvünema bulmasına müsaade edilmeli. Eğer bu görüşlerin ve inançların ifası devletin altını oyma, ya da devleti alaşağı etme noktasına gelirse ancak o zaman bu bir cezai kovuşturma konusu olabilir. Ve bence devlete, söz konusu hareketin başını ezmeye ya da faaliyetlerini engellemeye başlamadan önce iddiasını ispat etme yükümlülüğü düşer. "[853] "Uluslararası Din Hürriyeti" senaryosunun ve "project democracy"nin derinliğini bu sözlerden daha iyi açıklayacak bir söz bulunamazdı. Ne ki, bulunmayan başka bir şey daha vardı. Yabancı devletlerden bazılarının yöneticileri hapşırsalar, sert demeçler veren yöneticilerin, iş ABD ve Batı Avrupa'ya gelince üstü örtülü de olsa, göstermelik de olsa, onurluya yakın bir yanıt vermektedirler. Böylesine, Damat Ferit dönemi dışında rastlandı mı(?) diye ne denli sorulsa yeridir. 853 Zaman, 3 Kasım 1999.Harold Hongju Koh ne derse desin, işin özü, toplulukların dinsel inançları kullanılarak oynanan oyun değişmiyor. Moon hareketi Mesih'e; Nurculuk hareketi de Mehdi'ye doğru ilerliyor. Her ikisinin yolu da "Amerika ile entegrasyon" projesine çıkıyor. Gelişmeleri, soruşturma raporlarını Türkiye ile sınırlı görmenin ne denli yetersiz olduğunu, Meclis'deki Amerikalı Müslüman hareketi göstermişti. Olayların uluslararası bağlantılarına bakmadan, yalnızca "irtica-tarikat-laiklik" bağlamında ele alınması son derece yanıltıcı oluyor. Hele hele Washington'u kıble belleyip gövdenin önünü Batıya, gözleri de Tahran'a döndürmek ve bağırıp çağırmak insanları bir süre için rahatlatabilir; ama gerçeklerle yüzleşmekten kurtaramaz. Bir yandan "irtica" tanımları yapıp, birkaç silahlı Örgütü çökertmekle övünç duyup, video gösterileriyle irtica tehdidi düşüncesini pekiştireceksiniz, öte yandan ABD'nin, haklı ya da haksız ama, kesinlikle kendi çıkarlarına uygun olarak belirlediği tehdit sıralamasını izleyeceksiniz. Aynı ABD’nin devlet üniversitesi Georgetown’da yaptığı işlere gözlerinizi yumacaksınız. Gerçeklerle yüzleşmekten kurtulmak zordur. ABD'nin dış ülke misyonları ve "sivil" örgütlerin yardımıyla hazırlanıp, 'İnsan Hakları' ve 'Uluslararası Din Hürriyeti' bürolarında son biçimini alan raporlarla Türkiye'de kovuşturduğunuz kişilere sahip çıkarken, suskun kalınırsa, "CIA okulu" olarak da ünlenen Georgetown Üniversitesi'ndeki etkinlikler karşısında da sessiz kalmak kader olur. 

"THE MAN AND HİS MOVEMENT" 
26-27 Nisan 2001 tarihlerinde, Georgetown Üniversitesi'nde CMGU'nun son konferansının konusu "F. Gülen: The man and his movement (Adam ve onun hareketi)" idi. Bu konferansta F. Gülen'in son elli yılda gelişen İslâmi hareketler içinde kurumlaşan tek hareket olduğuna dikkat çekildiğine ve eski CIA şefi Graham Fuller'in RAND şirketi adına Türkiye Nurculuğunu araştırmaya başlamış olduğuna bakılırsa, ABD ile "entegrasyon"'un. liberal olarak tamamlanmak üzere olduğu söylenebilir. CMCU konferansına katılanların kimlikleri ve deneyleri, Georgetown Devlet Üniversitesi'nin yanı sıra ABD yönetiminin ve Yahudi örgütleri ile Alman Stiftung'larının din ve ifade hürriyetine verdikleri değerin açık bir göstergesiydi. Toplantıya katılanların özellikleri işin ne denli ciddiye alındığını göstermekteydi:[854] Alan Makowsky: ABD Dışişleri istihbarat Bürosu eski şefi, Körfez savaşında ordu danışmanı, İsrail destekçisi WINEP (Washington Institute for Near East Policy) görevlisi. George Harris: ABD eski dışişleri görevlisi, eski Ankara B.elçisi, istihbarat uzmanı, Asya, Ortadoğu, Güneydoğu Asya 854 Zaman. 29 Nisan 2001, s.2 546 uzmanı. Roscoe Suddarth: Mali 1961, Lübnan 1963-65, Yemen 1967, Ürdün 1974-1990 istihbarat görevlisi, Middle East Institute başkanı. Graham Edmund Fuller: Yemen, Cidde, Uzakdoğu CIA görevlisi, ABD Hava Kuvvetleri'ne bağlı RAND şirketi yöneticisi. Şimdilerde Türkiye'deki Nurcu hareketini ve "hak, Bahreyn, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri'ndeki çeşitli 'Şii Müslüman Cemaatlerin gelecekteki politik rolleri'nin Rend Francke ile birlikte araştırıyor. Şii araştırması projesinin amacı, "Şiilerin özgürlüğü, siyasete ve yönetime katılımlarının geliştirilmesinin yollarını bulmak” olarak belirtilmektedir. Bekim Akal: WoIkswagen Stiftung, Almanya Osman Bakkar: Georgetown CMCU Malezya Seksiyonu İslâm Kürsüsü başkanı. Thomas Mitchel: Vatikan Cizvit Seksiyonu sorumlusu, İstanbul Bediüzzaman ve 'medeniyetler arası diyalog' konferansları katılımcısı. Mücahit Bilici: Sosyolog Boğaziçi Üniversitesi. Yasin Aktay: Prof. ODTÜ. Fahri Çakı: Sosyolog; İstanbul Üniversitesi'nden sonra Temple'da Nurcu Hareketin Sosyo-Ekonomik gelişmesi tezini hazırlıyor. Ahmet Kuru: Bilkent Üniversitesi, Fatih Üniversitesi. Utah Üniversitesi doktora öğrencisi. Zeki Sarıtoprak: ABD Rumi Forum Başkanı, Marmara İlahiyat Fakültesi, El-Ezher, Harran Üniversitesi. Şimdi Washington Katolik Üniversitesi'nde. Hakan Yavuz: Utah Üniversitesi. Elizabeth Özdalga: Prof. ODTÜ, CHP araştırmacısı, İsveç Enstitüsü müdürü, İslâm Konferansı örgütleyicisi, "Adsız Kahraman: Fethullah Gülen Cemaatinin kadınları arsında Bireysellik ve İçselleşmiş Yansıma" tebliği sahibi. Bayram Balcı: Fransa Milli İltica Bürosu, Paris Arap Dünyası görevlisi, Fransa Dışişleri Orta Asya Araştırmaları Enstitüsü'nde kadrolu eleman. Berna Turam: McGill Üniversitesi/Kanada ABD Dışişleri Bakanlığı Uluslararası Din Hürriyeti Bürosu'nca hazırlanan "Din Hürriyeti-Türkiye Raporu"nda "Islamic Leader" ve "Moderate Islamic Leader" olarak kayıtlara geçirilen F. Gülen'in hakları Amerikan devletince resmen savunulduktan sonra, ilginin boyutu genişletilmekte, Amerikan devletinin ünlü üniversitesinde akademik bir düzeye yükselmekte olduğu görülüyordu. Bu "bilmsel" toplantıyı CMCU ve "The Rumi Forum" düzenlemişti. Bu tür "bilimsel" toplantıların sonuçlarının resmi raporlara etkisi elbette olumlu olacaktı. ABD Dışişleri Bakanlığı'nın raporlarında "Ilımlı İslami Lider" olarak sıfat kazanan F. Gülen, 2002 yılı Din Hürriyeti Raporu'nda "Islamic philosopher and leader / İslam Filozofu ve Lideri" olarak nitelenmeye başlanmıştır. [855] ABD'de son toplantıysa 19-20 Nisan 2004'de Washington'daki John Hopkins Üniversitesi'nde “Abant in Washington - İslam, Laiklik ve Demokrasi: Türk Deneyimi" adı altında toplanacak. Toplantının programına göre, "hoş geldiniz" konuşmalarını Francis Fukuyama ve "Abant Platformu" başlığıyla Bilgi Üniversitesi'nden Mete Tuncay yapacak. Açılış konuşmalarını ise diyanetten sorumlu Devlet Bakanı Prof. Mehmet Aydın ile ABD Dışişleri Müsteşarı eski Ankara Büyükelçisi Marc Grossman yapacak. Türkiye Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nca çağrısı yapılan ve ATFA (American Turkish Friends Association - Fairfax) örgütlenen bu ilginç konferansın panellerine katılanları kısaca tanımak içerik üstüne bir öndüşünce oluşturulabilir. Türk İslamı: John Voli (Georgetown Ünv. Esposito'nun partneri, CMU); Carter Findley (Ohi,o Devlet Ünv.), Hakan Yavuz (Utah Ünv.) Türk Laikliği: Mete Tuncay (Bilgi Ünv.), John Lee Esposito (CMCU), Elisabeth S. Hurd (Northvvestern Ünv.), Heath Lowry (Princeton Ünv.) Türk Demokrasisi: Dale Eickelman (Darmouth College), Henry Barkey (Lehigh Ünv. ABD Dışişleri İstihbarat Bürosu eski memuru, eski CIA elemanlarından Leipson'un eşi), Cengiz Çandar (Tercüman Gazetesi), Jenny White (Boston Ünv.) Türkiye'nin İslam, Laiklik ve Demokrasi Deneyimi ve Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya İlişkisi Yuvarlak Masa Toplantısı: Kemal Derviş (CHP Genel Başkan Yardımcısı - Açılış konuşması), Elisabeth Özdalga (CHP eski danışmanı, TESEV danışmanı, İsveç Araştırma Enstitüsü), Cüneyt Ülsever (Liberal Düşünce Topluluğu Demeği, Hürriyet Gazt.), Sabri Sayarı (Eski RAND danışmanı, Georgetown Ünv.), Cemal Uşşaklı (TGYV), Hüseyin Gülerce ( TGYV), Kenan Gürsoy (Galatasaray Ünv.), Fehmi Koru (Yeni Şafak Gazt.), Kemal Karpat (Wisconsin Ünv.), Ruşen Çakır (TESEV), Mithat Melen ( İstanbul Ünv.) Şahin Alpay (Bahçeşehir Ünv.), Zeki Sarıtoprak ( John Caroll Ünv.), Adnan Aslan ( ISAM- İslami Araştırmalar Merkezi), Ömer Taşpınar (John Hopkins 855 Turkey- International Religious Freedom Report 2002, parag. 27. Aynı raporun 44. paragrafında, "Din Hürriyeti Tacizleri'başlığı altında; hakkında, ayrımcılık ve deprem olayını kulanarak bölücülük yaptığı savıyla - basında "Cüppeli Ahmet" olayı olarak yer alan - açılan soruşturma da "Ahmadi Muslims" cemaati olarak sahip çıkılmıştır.

Ünv. Brookings Inst.), Zeyno Baran (Nixon Center, Eski CSIS elemanı) [856], Cengiz Çandar (Sabah Gazetesi), Seda Çiftçi (CSIS elemanı), Hakan Yavuz, Henry Barkey, John Lee Esposito, David Calleo, Steven A. Cook, Svante Cornell, James Miller. Charles Fairbanks, Carter Findley, Hussain Haqqani ( Carnegie Endowment), Barry Jacobs ve Anatol Lieven (American Jewish Committee), Heath Lovvry, Zack Messitte (Saint Mary's College), Eric Hooglund (Filistin Araştırmaları)ve John Huisman (Heritage Fdn.) Toplantıya ABD eski Ankara Büyükelçisi ve Dışişleri Siyaset Planlama Müsteşarı Marc Grossman'ın yanı sıra Savunma Bakanlığı Müsteşarı Paul Wolfowitz'in de katılarak açılış konuşması yapacağı, eski Büyükelçisi ve NED yönetim kurulu eski üyesi Abramowitz, WINEP eski direktörü, 1990'da Ortadoğu'ya ABD askeri saldırısı sırasında danışmanlık yapmış olan, ABD Temsilciler Meclisi Personel Direktörü Alan Makowskı, Temsilcilerden Rober Wexler, John Hopkins Arap İşleri uzmanı Fuad Ajami'nin ve Frederick Star'ın da katılacağı duyurulmuştu. Ne ki, toplantıya on gün kala bu kişilerin katılmadığı görüldü.[857] Türkiye'de DGM'nin aradığı kişi, ABD'deki devlet üniversitesin de adına düzenlenen bilimsel toplantılarla onurlandırılıyor, ABD Dışişleri'nin katıldığı toplantılar düzenleniyor. Bir kişinin bir mahkeme tarafından aranıp aranmaması, haklılığı ya da haksızlığı önemli görülmeyebilir. Ne ki, uzun yıllar devlet yöneticilerince "stratejik ortak" olarak tanıtılan ABD'nin tutumuna kısa bir soruyla değinilebilir: ABD'nin ulusal güvenlik gerekçesiyle aradığı herhangi bir kişi için, örneğin Ankara Üniversitesi'nde onurlandırıcı bir konferans düzenlense, ABD Dışişleri ne yapar? Bunu bilmek için uzağa gitmeye gerek yok. Geriye dönüp, Peru'yu ve Venezuela'yı okumak yeter de artar bile. Amerikalara dek gidip kendi yurdunu konferanslara konu etmenin altında ideolojik bir geçmiş olabilir mi? Bu sorunun yanıtını vermek oldukça güç. Öyleyse Türkiye Cumhuriyeti'nin yasallığını tartışanların dayandıkları bakış, tarihsel bir değerlendirmeden ışık ya da "nur" alıyor olabilir mi? Bir kez anımsatalım. 

RİSALELERİN DERİNLİKLERİNDEKİ LOZAN 
Işık Süvarileri, Lozan Konferansı'na. Şeyhülislam Sabri Efendi'nin demesiyle, "Safi Mezhepli Saidi Kürdi"nin risalelerinden bakmayı öğrendiler. Süvari'nin durumunu anlamak için Emirdağ'da kağıda dökülen bildirinin 31. sayfasına bakmak yeterlidir: 856 Nixon Center Orta Asya projeleri sorumlusu Zeyno Baran, kısa süre sonra Türkiye'ye geldi ve televizyon söyleşilerinde "Abant in Washington" toplantısının yararlarını anlattı. 857 Habergazete.com, 11 Mart 2004"Konferansın birinci defasında Türk baş murahhası (İsmet Paşa) büyüğüne, yani Mustafa Kemal'e bildirmek zorunda olduğu için memlekete dönüyor... Bir arada ve daima baş başa, Mustafa Kemal ile ismet, beraber içtimaları ve karar: Din öldürülecektir. (..) İşte asıl bundan sonra ki, Türkler bir daha eski satuet ve şevketlerine kavuşamayacaklardı). Zira biz onları maneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz. Yani Mustafa Kemal ve İsmet’in verdikleri karar, Türk milletini islamiyet ve din cihetinde öldürmek kararıdır." Süvarilerin eğitiminde bununla da yetinildiğini sanmıyoruz. Risaleye göre Türk murahhasları İngilizlere ayrıca şöyle demişler: "Siz Türkiye'nin mülki tamamiyetini (egemenliğini-toprak bütünlüğünü) kabul ediniz. Onlara ben İslamiyeti ve İslam temsilciliklerini ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüt ediyorum." O zamanlar “dinler arası diyalog” ve "İbrahimi Dinler Projeleri" henüz yeşermediğinden olsa gerek, Bediüzzaman Saidi Kürdi, Yahudi parmağını da eksik etmemiş: "Hayım Naum, Türk murahhaslar heyetine sokulmanın yolunu bulmuş, yani Mustafa Kemal ve İsmet'i kendine dost bulmuş." Ve sonuç olarak; Hayım Naum nam Yahudinin aklıyla dini öldürme sözü verilmiş ve Lozan Anlaşması imzalanmış. Işık Süvarileri, Lozan'a işte buradan bakınca; Migdalowitz'in Türkiye'nin varoluş belgesi olan Lozan Antlaşması'nın yeniden değerlendirilmesi gerektiğini belirten raporuna tapınılması da kaçınılmaz oluyor. Sanılıyor ki, Lozan anlaşması tersine çevrilirse mezhepler, tarikatlar kurtulacak. Oysa, yabancı devletlerin koltuğu altında, iktisadi çıkarlar elde edilebilir, ama dinsel inançların güçlendiği, hele o devletlerin dümen suyunda giden Hıristiyan kurumlarıyla birleşilerek barış ortamının oluşturulduğu tarihte görülmemiştir. Bu nedenle, iyi niyetlerle bu yanıltıcı yola girenlerin er geç doğruyu bulacakları kesindir.

MERVE VE HİLLARY DİNİ - RUHANİ LİDERLER TOPLANTISINDA 
"insanların kalbine giden en emin yolu inançlarından geçer." Papaz Houston Smih[858] Merve Kavakçı'ya bir kez daha borçlu kalmıştık. O olmasaydı Amerika'da 27-31 Ağustos 2000 tarihlerinde gerçekleştirilen Dini ve Ruhani Liderler Toplantısı'ndan Türkiye'nin bilgisi olmayacaktı. Türkiye medyası bu toplantı başladıktan sonra yaptığı yayınlarda Birleşmiş Milletleri suçluyor: Toplantıya Merve Kavakçı çağrılmış da, Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı'nın çağrılmamış olmasını eleştiriyordu. Aynı çevreler Merve Kavakçı'yı da Amerikan delegesi olarak toplantıya katılmasını kınıyorlardı. Bu konuda, Devlet yönetiminden iki yanıt yansıdı. Dışişleri Bakanlığı "Bu bir NGO toplantısıdır, devlet çağrılmaz" dedi. Diyanet İşleri Başkanlığı Dış İlişkiler yetkilisi de Amerika'daki görevlilerini aradıklarını ve "Bu toplantının Birleşmiş Milletler tarafından düzenlenmediğini öğrendiklerini" açıkladı. Merve Kavakçı kendisini sıkıştıran Türk televizyon muhabirine yanıltıcı bir beyan vererek toplantıya Amerikan delegesi olarak değil Türkiye'yi temsilen katıldığını bildirmişti.[859] Merve (Kavakçı) Yıldırım, medyatikliği iyice öğrendiğini de göstermiş; kameraları görür görmez, kendisine kol kanat geren Türkiye Cumhuriyeti'nin 858 ABD Uluslararası Din ve Diplomasi Merkezi Programı. 859 Toplantıyı Düzenleyenlerce resmi bağlantılı kuruluş olarak adlandırılan "Beliefnet" te ya yınlanan listeye gore "USA İslam" delege listesi: Şeyh Halid Abdullah (Arab League Washington Temsilcisi), İmam Talip Abdürreşid, Şeyh Abdullah Latif Ali (İslamic Leadership Council üyesi), Feride Ali (President Muslim Education Council), Şerife El-Katip (North America Council for Muslim Women, President), Seydi Nahid Anga (Sufism InternationalAssociation), Emine Assalmi ( Eski Southern Baptist üyesi, sonradan MSA, Müslüman Öğrenciler Birliği Pensilvanya Üniversitesi Başkanı), Şeyh Abdulaye Dieye, Şeyh Nureddin Durke (Virginia Dar Al-İslam Vakfı Başkanı), Abdul Mecid Al-Kohei, İrfan Ahmed Han (Parliament of the World's Religion, illinois), Merve Kavakçı (Bilinmiyor), Abdul Malik Mücahid ( ICNA, Kuzey Amerika İslami Cemaati Başkanı, Soundvision Baş-kanı), Şamir Mobbir, Şeyh Seyyid Hüseyin Nasır (Tahran Üniversitesi, George Washington Üniversitesi İslami Araştırmalar Prof. Sally Oak Müslüman Hıristiyan Anlayışı Başkanı), Şeyh Ahmed Abdürraşid, Vahyeddin Şerif, Estes Teal, Şeyh Tallal Turfe. Toplantının genel sekreteri Hint kökenli Amerikalı Bawa Jain, Interfaith Center of New York, Religion and Diplomacy kuruluşlarnda etkin bir yöneticidir. hükümetine açıkça "Zorba hükümet" deyivermişti. "Zorba" nitelemesi pek ilginç olamamanın yanı sıra, nitelemeyi üstüne alacak olan koruyup kollayıcı görevlileri ilgilendirmeli. "Millenium (Binyıl) Dini ve Ruhani Liderler Toplantısı" üstüne yapılan açıklamalar ve yayınlar gösteriyordu ki; Türkiye bir yıldır hazırlıkları süren toplantıdan haberdar değildir. Yine bu yayınlara göre Merve (Kavakçı) Yıldırım, düzenleyicilerin yayınladıkları delegasyon listelerine karşın açıkça yalan söylemektedir. Bir ilginçlik de, Merve Kavakçı'nın ABD vatandaşı olduğunu gizleme çabasını sürdüren ve işin suyunu çıkarmakta hünerli olan medyacıların ve Türk Dışişleri Bakanlığı'nın toplantının düzenleyicilerini açıklamaktan kaçınmalarıydı. Merve Kavakçı'nın ABD vatandaşı olduğu ABD'nin Ankara Büyükelçisi Mark Parris tarafından aylar önce açıklanmışken, bir" toplantıya katılım listesinde Merve adının karşısına yazılmış olan "USA Delegate" sıfatını dile dolamanın nedeni anlaşılır gibi değil. Merve Kavakçı'nın bir Amerikalı olarak bu toplantıya katılma özgürlüğü ve Amerika'nın bir uyruğunu delege olarak toplantılara çağırma ve gönderme yetkisi vardır. Türkiye'nin çağrılmamasından yakınan medya, yanıltıcı ve olumsuz tavrını ne denli sürdürüyorsa, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri bakanlığı da o denli yanıltıcı açıklamalarda bulunuyordu. Dışişleri, Türkiye Cumhuriyeti'nde "Dini" ya da "Ruhani Liderlik" gibi makamlar yoktur, diyeceği yerde, "Dini ve Ruhani Liderler” toplantısına çağrı alınmamasını, "Bu bir NGO toplantısıdır" diye geçiştirme hakkına sahip değildi. Diyanet İşleri Dairesi'ni, bir 'Dini' ya da 'Ruhani' merkez ve Daire başkanını, yetkileri ve görevleri yasa ile belirlenmiş bir devlet memuru olarak değil de bir 'Dini Lider' olarak kabul ettirmeye çalışan ve Türkiye Cumhuriyeti devletine şurada burada dinsel misyonlar yükleme girişimlerinde bulunan zamane hükümetinin, A.B ve ABD'ye uyumluluk saplantısının bir yansımasıydı bu tutum. Bu konuda sızlanması gerekenler, Dışişleri Bakanlığı görevlileri değil, kendilerini "Dini Lider, Şeyh, Dede, Baba vb." olarak görenlerdi. Kendilerini ılımlı ya da ılımsız dinsel lider olarak ilan edenlerin, Amerikan örgütlerine başvurup, toplantıya katılan liderlerden ve NGO'lardan ne gibi bir eksiklikleri olduğunu sorma hakları olmasına karşın suskunluklarını korumuşlardı. "Dünya Dinleri Parlamentosu üyesi Merve (Kavakçı-Abu Shanab) Yıldırım, dini-ruhani Lider mi ki, liderler toplantısına ABD delegesi oluyor?" diye de sorulabilirdi. Ne ki, ABD'de Federal yönetimin, istediğini Büyükelçi, istediğini misyoner, istediğini de 'leader' ve hatta başbakan yapma - elbette ABD milli güvenliğine yararlı bulduğu sürece- yetkisini elinde bulundurduğu unutulmamalıydı.

CAPE TOURN'DA TEBLİĞ, GEORGETOWN'DA KONFERANS 
Dini ve Ruhani Liderler Binyıl Dünya Barışı Toplantısı'na katılan Merve (Kavakçı) Yıldırım'ın Amerika'ya yeniden hicretinden sonra Dini ya da Ruhani Lider sıfatını alıp almadığı sorgulanabilirdi. Ancak unutmamalı ki, bu durum Merve (Kavakçı) Yıldırım'ın sevenlerini ve onu bu toplantıya katılmasını sağlayanları ilgilendirir. Üstelik Merve (Kavakçı) Yıldırım, TBMM' ne yürüdükten sonra ününü giderek artırmış ve uluslararası toplantılara çağrılır olmuştu. Onun bu son toplantıya katılmasını yadırgayanların bu durumu bilmelerinde büyük yarar vardı. 2000 yılında, Waldorf-Astoria Hotel'de yapılan toplantıyı düzenleyenlerce, "Stratejik Ortaklar" olarak adlandırılan kuruluşlardan CPWR (Council for a World Parliament of the World's Religions / Dünya Dinleri Parlamentosu Konseyi)'nin 1999 Güney Afrika toplantısına katılarak tebliğ sunanlar arasında Merve Safa Kavakçı adına da rastlanıyor. O zamanlar, Merve Safa Kavakçı, Capetown toplantısının 3 Aralık 1999 Cuma günü yapılan birleşiminde "Müslüman Toplumda Kadınların Yetkilendirilmesi" ve bir gün sonra da "İslamiyet'te Kadının Toplumsal ve Politik Rolü" tebliğlerini sunmuştu. Dünya Dinleri Parlamentosu'nun bu toplantısında Merve Safa Kavakçı'nın yanı sıra, Kuzey Amerika İslam Cemaati ISNA'nın başkanı Muzammil Sıddıki de tebliğ sunmuştu. Anımsanacağı gibi; Merve Safa Kavakçı'nın babası Yusuf Ziya Kavakçı ISNA’nın şura üyesiydi. Yine anımsanacaktır ki; Merve Kavakçı Nisan 2000'de de Georgetown Üniversitesi'nde Hamas destekçisi Arap örgütü UASR ve CMCU (Müslüman Hıristiyan Anlayışı Merkezi)'nun düzenlediği toplantıda iki Türkiye kökenli kişiyle birlikte konuşma yapmıştı. [860] Merve Kavakçı, çalışmalarını Amerika'da sürdüreceğini belirttiğinde kimse aldırış etmemişti. Binyıl toplantısının hemen ardından Şikago'da başlayan İSNA 37. Yıllık Kongre kapsamında 3 Eylül 2000 Pazar günü Rosemont Convention Center'da "Müslüman Dünyasının Sorunları" panelinde konuştu. Panelin ana konusu: 'Müslümanlara uygulanan baskı ve şiddet' idi. Merve Kavakçı'nın orada bulunma nedeniyse her zaman olduğu gibi Türkiye'yi kötülemekti. Türkiye yönetimi ya da medyası, Merve Kavakçı’nın bu konuşmasını haber yaparak Türk ulusunu bilgilendirmedi. İSNA konferansında bir de İslami Fuar kuruldu. Bu tür işler parasız olmuyordu. Nerede konferans orada fuar. Bu fuarın genel direktörü 860UASR yuvarlak masa toplantılarına katılanlar arasında Graham Fuller ve Hacettepe Üniversitesi Liberal Düşünce Topluluğu kurucusu Prof. Atilla Yayla da bulunmaktadır. de önemli ve ünlü bir kişi olan Talat Othman (Talat Mustafa Osman) idi. Ürdün kökenli Talat Othman, Körfez petrol şeyhlerinin danışmanı, ISNA'nın NAİT gibi para piyasası şirketinin danışmanı, ABD Başkanı George Walker Bush Jr'un petrol şirketi Harken Energy'nin yöneticisiydi. 

ESKİ DOSTLAR OMUZ OMUZA 
27-31 Ağustos 2000 tarihlerinde gerçekleştirilen WaldorfAstoria Oteli toplantısında, Merve Kavakçı'nın yanında ISNA’nın cephedaşlarından Soundvision'ın Başkanı, aynı zamanda Kosova Geçici İşbirliği Koordinatörü ve Şikago Müslüman Cemaati Cuma İmamı, ICNA (Kuzey Amerika İslam Cemaati) yöneticisi Pakistan kökenli Abdülmalik Mujahid yer almıştır. Merve Kavakçı'nın USA delegesi arkadaşları arasındaki çok sayıda şeyhin yanı sıra ünlü bir bayan olan Şerife El-Katip de bulunmaktaydı. Şerife El-Katip, 1995 Pekin toplantısında ABD delegelerinin başkanıydı. Anımsanacağı üzere, bu toplantıda ABD Müslüman Kadınlar Ligi Başkanlığını sürdüren ve daha sonra ABD Uluslararası Din Hürriyeti Komisyonu üyeliğine getirilen Leyla al Marayati, Türkiye'yi suçlayan bir konuşma yapmış; bir yıl sonraki Varşova toplantısında da Lozan Anlaşmasının değiştirilmesi önermişti. Kuzey Amerika Müslüman Kadınlar Konseyi direktörü Şerife El Katip'in ünü Hillary Rodham Clinton'a yakınlığından geliyordu. William Jefferson Clinton'un eşi ve daha sonra ABD senatörü olan Hillary Rodham Clinton, 21 Ocak 1999'da Akev'de düzenlenen Ramazanı kutlama toplantısında yapmış olduğu açılış konuşmasında Şerife El Katip'in "çok değerli bir arkadaşları" olduğunu açıklamıştı. [861] Bu kutlamada bir başka tanıdık değerli kişi de bulunuyordu: Uluslararası Din Hürriyeti Büyükelçisi Yüzbaşı (e) Robert Seiple.[862] Sözün kısası Fazilet Partisi yöneticileri ne denli övünseler azdır. Abdullah Gül'ün eski danışmanı, Refah Partisi'nin IAP (Filistin İslami Birliği) ve ISNA toplantılarındaki sözcüsü Merve (Kavakçı) Yıldırım'ın yıldızı giderek parlamaktaydı. Katıldığı toplantılara, çoğalan ilişkilerine bakılırsa, gelecekte Amerika'ya çok önemli hizmetler sunacağı anlaşılmaktaydı. Ancak Merve Safa (Kavakçı - Abu Shanab) Yıldırım için bir handikap var. Amerika yabancı ülkelerde yanlış bilgilendirme, yönlendirme operasyonlarında, gerçekdışı bilgilendirmelere bayılır ama, Amerika'da yanlış bildirimler sıkıntı yaratır. Bu nedenle bir USA 861 "Eid Al-Fitr Celebration Remarks by First Lady Hillary Rodham Clinton" The White House January 21, 1999; Akev basın açıklaması. 862 Robert Seiple Türkiye'ye gelmiş ve başta Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli olmak üzere birçok yetkiliyle ve Fazilet partisi Genel Başkanı Recai Kutan'la da görüşmelerde bulunmuştu. Gazete Müdafaai Hukuk, s. 10-11 vatandaşı olarak Merve (Kavakçı) Yıldırım, özenli davranmak zorundadır. Örneğin, USA delegesi olmaktan utanırcasına, "Bir yanlışlık olmuş, ben aslında Türkiye adına katıldım," gibi açıklamalarda bulunarak, ABD'de yaptığı vatandaşlık yeminine aykırı davranışlar sergilememeliydi. Ayrıca adını listelere yazdırırken eksik bilgi vermemeli, Merve Yıldırım ya da en azından Merve Kavakçı Yıldırım olduğunu belirtmeliydi.[863] Bu tür olumsuzluklardan kurtulmanın yolu, yüksek ilişkiler ve her ne olursa olsun, vatandaşlık yeminine sadakatten geçer. Unutmamalı ki; her konuda olduğu gibi, ABD'nin 'İnsan Hakları' ve Din Hürriyeti örgütlenmesini belirleyen yasalarda da ABD'nin milli çıkarlarına uyumluluk, özellikle ve özenle belirtilen olmazsa olmaz bir koşuldur. 

DENİZ PİYADESİNİN YENİ MİSYONU 
'Binyıl’ gösterileri kapsamında düzenlenen ve yeni yıl kutlamalarını çoktan aşıp ABD'nin küresel egemenlik amacı doğrultusunda örgütlenmeler gerçekleştirmesine yardımcı hale gelen toplantılardan biri olan bu 'Dini ve Ruhani Liderler Binyıl Toplantısı' nın amacını anlamak için 'barış' ve 'inanç' gibi cilalan kaldırmak, bir süs ve evrensellik olsun diye örgütleyiciler listesine konulan kuruluşları bir yana bırakıp asıl senaryoculara bakmak gerekiyor. Toplantının yapımcıları Dünya Dînleri Parlamentosu, Ne w York Interfaith Center (İnançlar arası Merkez) ve ICRD (Uluslararası Din ve Diplomasi Merkezi)'dir. Bu üçlü örgütten en önemlisi, adından da anlaşılacağı üzere ülkelerin hem düzenlerine ve hem de insanların aralarındaki işlere din yoluyla karışmak üzere kurulmuş olan sonuncu şemsiye örgüttür. Dinsel inançları, diplomatik alanda, yani devletlerarası ilişkilerde kullanma fikrinin babası Douglas M. Johnston, CSIS (Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi)'in ikinci başkanıyken, ABD'nin dünyayı yönetme girişiminin en önemli ayağı olarak geliştirilen "Uluslararası Din Hürriyeti" projesine yeni açılımlar getirmiştir. U.S. Naval Academy (Amerikan Deniz Akademisi) ve Harvard 863 Merve Kavakçfnın "Bilgisayar Mühendisi" olarak bitirdiğini söylediği üniversitenin "Üniversitenizde 'Bilgisayar Mühendisliği' lisans derecesi alma olanağı var mıdır?" sorusuna University of Texas Dallas'dan David W. Rude (Enrollment Services)'un yanıtı, "No, Hovvever, UTD does offer Telecommunications Engineering /Hayır, ama, UTD Telekom Mühendisliği (derecesi) verir.." olmuştur. Oysa TBMM'ye verilen ve kayıtlara geçen bilgi şudur: "TBMM 21. DÖNEM Milletvekilleri/ Merve Safa kavakçı/ ANKARA-1968, Yusuf Ziya-Gülseren Gülhan-University of Texas at Dallas Eric-Johnson School of Engineering and Computer Science-Ingilizce-Bilgisayar Mühendisi-Bekar, 2 Çocuk."mezunu olan Douglas M. Johnston, bu tür işlerin başına getirilen her uzman gibi, asker kökenlidir ve devlet yönetiminde önemli deneyler kazanmıştır. Kariyerinde genç yaşta ABD nükleer denizaltı komutanlığı, ABD Başkanı'nın Acil Hazırlık Ofisi Planlamacılığı, Savunma Bakanlığı Planlamacılığı, Deniz Kuvvetleri Bakan Yardımcılığı gibi, görevlerin yanı sıra Harvard Üniversitesi Milli ve Milletlerarası Güvenlik Yürütme Programı'nın kuruculuğu var. Douglas M. Johnston, ICRD ( International Center for Religion and Dipiomacy) örgütünü, 1. Temmuz 1999'da çalıştırmaya başlıyor. Örgüt, ABD'nin resmi dış politikasının temel dayanağı olan dünya değerlendirmesine uygun bir strateji belirtiyor. Bu değerlendirmeye göre; çoğunlukla dinsel temele dayalı bir nefret döneminde yaşanmaktadır ve dinsel ayrılıklar çatışmalara zemin hazırlamakta ya da ulusal ve etnik ihtirasları harekete geçirmektedir. Görüldüğü gibi, dünya bir dinler çatışmasının ateşine düşmüştür ve çatışmaların, egemenlik kurma girişimlerinin, işgallerin temelinde asla ve asla petrol, gaz, askeri stratejik üs kurma gibi somut çıkarlar bulunmamaktadır. Oysa dinsel çatışma yokken, ayrılığı kışkırtmak üzere, Yugoslavya'da en etkin araç olarak dinsel çatışma körüklendi. Bu senaryonun gerçekçiliğini kanıtlamak isteyen her ABD açıklamasında, Bosna ve Kosova örnek gösterilmekte ve başka ülkelere karşı bir şantaj olarak kullanılmaktadır. Sudan petrollerinin peşinde olan ABD, Sudan'ın güneyindeki Hıristiyan ayrılıkçıları desteklerken de sorunun petrolden değil, dinsel ayrılıklardan kaynaklandığını ileri sürmektedir. Tıpkı, Başkan'ın güvenlik Brezinski'nin Afgan dağlarında İslamcı Mücahidlerin karşısında durup, kara gözlüğünün ardına gizlediği gözlerini gökyüzüne çevirip, "Size yardım edeceğiz ve siz kazanacaksınız" dedikten sonra işaret parmağını göğe kaldırıp, aynen "Allah is with you!" dediği günlerdeki gibi.

 LAİK YÖNETİMLER ETKİSİZLEŞTİRİLMELİ 
D. M. Johnston ve dahil olduğu 'sivil' örtülü resmi örgütlerin ABD'nin resmi politikalarına uygun olarak yaptıkları bu değerlendirme onların bilecekleri bir iş olmayıp tüm dünyayı ilgilendirmektedir. ICRD, bu ilgiyi ulusların iç ve dış işlerine karışmanın gerekçesini de şöyle açıklıyor: "Laik hükümetler vatandaşlarının meşru taleplerini karşılayamamaktadırlar."[864] Bu durumda Amerika dışındaki ülkelerde laik hükümetlerin beceremediğini kim yapacak? Her derdin devası olan ABD, laik yönetimlere uluslararası politik anlaşmaları resmi yollardan imzalatıp, 864 The Center for Religion and Diplomacy Program Attachment A. her türlü iktisadi kıskaçla ülkeleri çaresiz bırakırken, egemen devletlerle vatandaşları arasına da ICRD benzeri, sözde "Sivil" toplum örgütleriyle girecek ve devletleri kendi ülkelerinde kuklaya çevirecektir. Bunu anlamak için derin araştırmalara gerek yok! ICRD' nin "misyon" programında barışın kurulması için, politika ve din arasındaki ilişkilerin pekiştirileceği, çatışmalar başlamadan "dinlerarası timlerin duruma egemen" olacağı ve halklarla ulus-devlet arasında iyi ilişkiler kurulacağı belirtiliyor.[865] Burada "ulus-devlet" denilmesi yanıltmasın. Ulus-devlet ile halk arasına sözde uzlaştırıcı din adamlarının ve elbette onları Amerika'dan yönlendirecek olan eski istihbaratçı ve askerlerin yönetimindeki merkezi örgütlerin girmesinden sonra ulus-devlet olsa ne olur olmasa ne olur?! İşin amacı buradan belli değil mi? Bir ülkede devlet olacak, devletle halk arasında da bilmem hangi dinin bilmem hangi mezhebinin, bilmem hangi tarikatların başlarından oluşan konseyler bulunacak ve daha sonra bölgesel din kurullarıyla devletlerarasına girilecek. Cilayı kazıyınca, ortada devlet ya da devletler falan kalmıyor. "Tek dünya ve tek devlet" dedikleri, Akev patronlarının egemenliğinde, din ulemasının ve sözde Akademisyenlerin yönlendirmesinde, uluslararası şirketlerin, kartellerinin kucağında, medya cambazlarının ağında ve 'sivil' taşeronların oluşturduğu bir barış(!) ortamıdır. "

YEŞİL KUŞAK" TEZİ BİR ALDATMACADIR 
Bir kez daha belirtmekte yarar var: Fuller gibi CIA elemanlarınca yayılan, yanlış yönlendirme senaryolarında, ABD'nin "yeşil kuşak" uyguladığı gibi yanlış bilgilendirici stratejileri bulunuyor! ABD, tek (ideolojili) dünyanın tek egemeni (devleti) olmak üzere bağımsız ve egemen devletleri çatırdatarak onların içişlerine dini ya da ruhani ve ekonomik jandarmalarıyla hâkim olmak üzere, var gücüyle ilerliyor! ABD'nin Milli Güvenlik Uzmanı Douglas M. Johnston'un kurmuş olduğu ICRD bu yöntemi, Papaz Houston Smith'in sözleriyle açıklıyor: "İnsanların kalbine giden en emin yol onların (dini) inançlarından geçer." Yani, egemenlik uğruna, para uğruna, insanların inançlarını kullanmak, bizdeki yaygın deyişle, "Dini siyasete alet etmek!" Doğu'nun ve Güney'in aklıevvel 'uleması' bu ve benzeri toplantılara, kendilerine bir değer verildiği zannıyla koşuşturuyorlar. Ulusların temsilcilerinin yasal toplantıları 20. yüzyılda dünyanın geleceğine yön vermişti. Son onbeş yıldaysa, şeyhlerle şıhlar, hahamlarla Buda Rahipleri, yeniden din egemenliği kurulacak umuduyla koşuyorlar bu tür toplantılara. En Cumhuriyetçilerin 865 Dini ve Ruhani Liderler Toplantısı'nı düzenleyen ana örgütlerden biri de Interfaith Center of New York. Bu örgütün yönetiminde bir de T.C uyrukluyu rastlanıyor: Üner Kırdar. Üner Kırdar uzun yıllar Birleşmiş Milletler'de çalışmış bir eski Türk Dışişleri Bakanlığı görevlisidir. uyanması gerekiyor.[866] Bu uyanış için en önemli açıklama Prof. Dr. Necmettin Erbakan'dan gelmişti: "27 Mart (1994 Yerel Seçimleri) sonucundan sonra, adil düzene geçene kadar Türkiye'de huzur ve istikrar olmaz. Halk buna karar verdi. RP iktidara gelecek, geçiş dönemi sert mi olacak yumuşak mı olacak kanlı mı?..Türkiye'nin şu anda bir şeye karar vermesi lazım: Geçiş dönemi yumuşak mı olacak sert mi olacak; tatlı mı olacak, kanlı mı olacak? 60 milyon buna karar verecek." 866 Katıksız Cumhuriyetçi yayınlarda, birer CIA kuruluşu olan "overt-operator (açık operasyoncu)" şirketlerin ve enstitülerin raporlarını yayınlayan ve onların Türkiye'deki sözcüleriyle röportajlar yaparak etki alanlarını genişletmelerine bilerek ya da bilmeyerek yardımcı olanlardan, bu kuruluşları birer "Think Tank/Düşünce Topluluğu" olarak tanıtmakla yetinmemelerini bu kuruluşların geçmişlerini ya da hiç olmazsa "RAND Şirketi" gibi gerçek adlarını bildirmelerini beklenirdi. 

ABD'NİN LOZAN ANTLAŞMASI RAPORU VE ÖLÜMÜNE SUSKUNLUK 
"Her daim hizmete hazır ol... Verilen işleri yap...Sonunda hizmetlerinden vazgeçemeyecek duruma geleceklerdir, işte o zaman politikanı dikte edersin.. İlke olarak 'Sana hizmet ederek seni ölüme sürükleyeceğim' yaklaşımı." ABD Senatosu, KC1A1 I Unification ChurchSung Myung Moon soruşturması. ABD Kongresi bir rapor hazırlatıyor. Ermeni soykırım yasa tasarısına takmış durumdaki Türkler bu rapora ilgi göstermiyorlar. Hatta, her "soykırım yasası" kampanyasında karşı çıkan AmerikanTürk dernekleri ve ABD'deki Dışişleri görevlileri de bu rapor karşısında ölümüne suskun kalıyorlar. Türkiye'de ABD dolarlarıyla demokrasicilik oynayan küçük sivil örümceklerden böyle bir raporu görmeleri zaten beklenemez. Onların dışında kalan dernekler de susuyorlar. "Atatürk ilke ve inkılapları" demekten kendilerini alamayanlar, ABD yönetimi "Birinci tehdit uluslararası terördür" deyince "Birinci tehdit irticadır" diyerek kampanya başlatanlar da susuyor. Oysa bu rapor "soykırım yasa tasarısı'" ile yıkılacağına inandıkları o devletin yasal varlığını ortadan kaldırmayı amaçlıyordu. Washington'daki devlet yönetiminin dış kapıda mandal adamlarının ağızlarından çıkan en küçük fısıltıyı kaçırmayanlar şimdi "Bunu duymamıştık" diyebilirler. Washington Büyükelçiliği herhalde onlara bu raporu yollamıştır ama görmeyen duymayan Türkiye yayın ortamına inat aynı rapor Zaman gazetesinde övülmüştü. Raporun yayınlanmasından kısa bir süre sonra Gazete Mudafaa-i Hukuk'ta da raporu değerlendiren uzunca bir yazı yayınlanmıştı. [867] Bu durumda "Duymamıştık" gerekçesi boşa çıkıyor. Şimdi raporun yayınlandığı 2000 yılına dönelim ve önce ABD raporunun nasıl reklam edildiğini okuyarak başlayalım. ABD Kongresi'nin "Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Topluluğu Komisyonu (Helsinki Komisyonu olarak da biliniyor)" tarafından 867 M. Yıldırım, .Gazete Mudafaa-i Hukuk, hazırlanan "Din Hürriyeti: Seçilmiş AGIT Ülkelerinde Hukuksal Temel" adlı 212 sayfalık raporun ayrıntılarına girmeden, bu raporu Türkiye'de duyuran bir tek gazete oldu. Zaman'ın Washington'daki görevlisi, bu rapora "Dini Rapor" deyip geçiyordu. Zaman görevlisi, haberinin sonunda Türkiye'ye gözdağı vermekten kendini alamıyordu. Kâğıt üstündeki yasaların, hatta anayasanın ve anlaşmaların uygulanmadığını, "28 Şubat süreci," "başörtüsü meselesi" ve "azınlıklar sorunları" gibi "can sıkıcı konular bulunduğunu" belirterek, Amerikan raporuna ne denli güvendiğini belli ediyordu. Zaman'ın görevlisi bir bakıma, rapor yazıcıları adına meydan okumaktan da geri kalmıyor ve açıkça yazıyordu: "Varsa bir itirazınız, meydanı boş bırakacağınıza, bilim yoluyla gelen suallere, aynı şekilde karşılık verirsiniz." Bu durumda Zaman görevlisi açıkça Türkiye'yi sorguya çektiğine inanıyordu. Ne ki, aynı görevlinin, kime "siz" diyorsa onları bir de aşağılamaktan geri kalmıyor ve "Tabii verilecek cevabınız ve cevap verebilecek uzmanınız varsa..." diye yazıyordu. Böylece T.C'nin ne denli uzmansız ve ne denli aşağılarda bulunduğunu belirtmiş oluyordu. Aynı sayfada "Türk dostu" olarak nitelendiğini belirttiği Senatör Robert C. Byrd ile ilgili bir haberi de "Dini raporun perde arkası" haberinin yanına eklemişti. Bu haberde, Amerikalı Senatör Byrd'in Türkiye'ye yapacağı geziyle ilgili bir kokteyl örgütlendiği yazıldıktan sonra, kokteyl esprilerine açıklık getiren yorumlar da eklenmişti. Zaman görevlisi, yabancılaşmanın özgün bir örneğini de veriyor ve "Türkiye'de bir Amerikalı senatörün ölüsü bile iş görür!" diyordu.[868] Konumuz elbette rapor, ama onun Türkiye'de sunuluşu yöntemi de, propaganda anlayışını sergilemesi bakımından önemli. "Ne de olsa gazete haberi işte" deyip geçmemek gerekiyordu. Çünkü bir ABD'den senatörün ölüsünün bile iş görebileceği, yani Türkiye'de ölülerden daha canlı ve daha değerli kişi bulunmadığını T.C uyruklu bir kişinin yazması daha sonra değineceğimiz o önemli raporun içeriğiyle de amacıyla da ilişkili olmalı. Şimdi ölüsü iş görecek senatörü biraz tanımakta yarar var. Robert Byrd eski Ku Klux Klan (KKK)'cı olarak yazılıp çizilmiş bir kişidir. Onun değil ölüsünün iş görmesi, dirisinin bile Türkiye'de kabul görmesi söz konusu olamazdı. [869] Yaşı 83 olan bu Demokrat Parti senatörü, yıllar sonra bile Klan etkisini üzerinden atamamış ve aramızda "Beyaz zenciler" var diyebilmiştir.[870] 868 Ali Halit Aslan," Bir taşla iki 'Byrd'" Zaman, 24 Temmuz, 2000. 869 PhiJ Magness, What Goes Around Comes Around: Democrats and Reparations, houstonreview.com/summer2002/democrats. html 870 Michelle Malkin, "Democratic Sen. Robert Byrd, Ex-Klansman," Capitalism Senatör Byrd, uzun yıllar Demokrat Parti grubunu yönetirken kongre çalışanlarınca bir "tiran"' olarak görülmüştür. Senatör Byrd kendi eyalet devletinde (West Virginia) uygun olmayan yöntemler kullanarak yatırımlar yaptırtan "King of Pork" Türkçesi ile "domuz kralı" olarak da ünlenmiştir.[871] Byrd öylesine demokrattır ki, Carter döneminde, İran'a dek gidip, İran diktatörü Şah Rıza Pehlevi'ye destek vermek için elinden geleni yapmıştır.[872] Byrd'in durumu bir gerçeği unutturmamalı. Türkiye'de bazen Amerikalıların ölüsü bile iş görüyor ve TBMM ne girip milletin vekillerine "siyasi ahlak" konferansları veriyorlar, hatta anaysa değişiklikleri için TBMM komisyonu ile birlikte çalıştıklarını açıklıyorlar Lozan Anlaşması'nın yıl dönümünde, hem de ABD Kongre raporunun hemen ardından, "Lozan anlaşması yeniden değerlendirilsin" diye yazmalarına bakılırsa, söz konusu Amerikan raporu hedefi tutturmuş oluyordu. 

KONGRE RAPORU T.C'NİN TEMELİNİ YOK SAYIYOR 
Mayıs 2000 tarihini taşıyan raporun içindekileri, Amerikalıların bilimsel ve tarafsız görünsün diye sıkça başvurdukları okul ödevi dilinden sıyırarak maddeleştirirsek belki o zaman, son yirmi yılda başımıza gelenleri algılayabiliriz. Bu rapor, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin egemenliğinin bağıtlandığı Lozan Antlaşmasına iki yönden yaklaşıyor: (1) Türkiye azınlık hakları ve insan hakları-din hürriyeti konusunda anlaşmaya uymamıştır ve (2) Türkiye, 'Müslüman etnik azınlık' haklarını tanımamıştır. Rapor, Türkiye'nin kuruluş aşamasını dolaylı yoldan sorguluyor ve dahası gelecekteki sorgulamalar da kapı açıyor. Bağımsızlık Savaşı'yla ilgili kısa yorum, aslında Lozan Anlaşması'nı uzun yıllar onamamış olan Amerika'nın 2000 yılı yaklaşımını özetlemekle kalmıyor, Alman 'stiftung'larının danışmanlarınca ve ABD-İngiliz örgütlerinin parasal proje desteğini alan yerli "sivil(!)" örgütlerce ileri sürüldüğü gibi zorlama/yapay ulus denilmesinin kaynağı da ortaya çıkıyordu: "Yabancıların hırsları Türk milli direnişini körükledi. Mustafa Kemal (daha sonra Atatürk) milliyetçileri Sultan'ın kuvvetlerine karşı iç savaşı kazandılar ve Rumları Anadolu'dan sürdüler." 

Günümüzde ABD'den gelen her şeyi iyiye yormak bazı aydın(!) kişilerce ilke edinildiğinden, onların gözünü biraz olsun açmak için ABD dilini çevirmeliyiz. ABD raporu öz olarak diyor ki: Bağımsızlık savaşı yoktur! 1918- Magazine, 8-03- 2001. 871 Ronald Kessler, İnside Congress, s.21,28,65,91,147. King of Pork: Domuz Kralı. 872 Amir Taheri, Nest of Spies: America's Journey to Disaster in Iran. s.100. 1923 arasında sürdürülen o savaşım bir 'iç savaştır.' Rapordaki "iç savaş" tanımlaması aşağı yukarı şu demek oluyor: Bağımsızlık savaşı, istilacılara ve emperyalizme karşı gerçekleşmemiştir. Anadolu dört bir yandan istila edilmemiş, Yunan orduları Trakya'ya ve Batı Anadolu'ya, Fransızlar Hatay, Adana, Gelibolu yarım adası ve Antep'e, İtalyan'lar Antalya, Muğla, Söke ve Kuşadası'na, İngilizler, İstanbul, Kocaeli, Bandırma ve Çanakkale boğazına çıkmamışlar, ABD'nin desteklediği Ermeniler Kuzeydoğu Anadolu'ya girmemişlerdir. Mustafa Kemal'in önderliğinde, Osmanlı devletine karşı gerçekleştirilmiş bir 'iç isyan' vardır. ABD siyasal terimiyle buna "insurgency" deniyor. Bu tür bir değerlendirme öyle pek yeni değildir. İstanbul'a yerleşen işgal komutanları ile Osmanlı yönetiminin ortak cephesinin ulusal savaşçılara karşı halkı kışkırtırken sığındıkları yarı siyasi, yarı dinsel gerekçedir bu 'isyan' tanımlaması. İngiliz muhiplerinin "Kuvayı Milliye denen eşkıya" diye yazmaları da bu 'iç savaş' tanımlamasına dayanıyordu. Kurtuluş savaşı bir iç kalkışmadan başka bir şey olmayınca, Türkiye'de savaşın iki tarafı bulunmuş oluyor. Bir yanda isyancı 'Mustafa Kemal Milliyetçileri' ve karşı yanda da yasal Osmanlı Devleti ve o devletin yönetimine yardım eden medeni(!) Avrupalı ve Amerikalı güçler. Bu değerlendirme, Alman 'stiftung' elemanlarının ve federatif Türkiyecilerin açıklamalarıyla örtüşüyor. O derece örtüşüyor ki, günümüzde yapılan yayınlarda, Ulusal Savaş, "İhtilal" ve ulusal yönetime karşı İngiliz - Yunan desteğinde savaşa tutuşan, Kuvayı İnzibatiyeciler, Anzavur Ahmet'ler, İngiliz işgal yönetiminde açıkça görev almış olanlar "karşı ihtilalci" olarak nitelenmektedir.[873] Aslına bakılırsa terimler sonradan uydurulmuş değildir. ABD'nin ulusal çıkarlarına karşı çıkan her hareket, resmi tanımlamayla "insurgent" yani 'isyancı' ya da 'ihtilalci' oluyor. Buna karşılık olarak, ABD'nin çıkarları doğrultusunda davrananların, iç savaşı bastırmak için verdikleri savaşımın adı da yine resmi tanımlamayla "counter-insurgency" yani "karşı ihtilal" olmaktadır. Modern deyimlerle, iç savaş çıkartanlar "gerilla" ya da "terörist" oluyor, yasal devletin yanında yer alıp savaşanlar da "kontrgerilla" savaşçısı oluyorlar. 

ABD RAPORU: TÜRK BAĞIMSIZLIK SAVAŞI DEVLETE İSYANDIR 
ABD Kongresi raporunda Türk Ulusal Bağımsızlık savaşı 873 "Ançok Ahmet Anzavur(.) Gönen ve Manyas yöresindeki Kafkas göçmen köylerinden topladığı gönüllülerle Marmara yöresinde Kuvayı Milliye'ye karşı ilk karşı ihtilal hareketini başlattı." Sefer E. Berzeg.Çerkes Göçmenleri, s. 15.üstüne yapılan bu değerlendirme, günümüzde pek çoğuna rastlanan bir dahi derin tarih profesörünün düşünceleriyle sınırlı kalsa, sorun etmeye değmezdi. Ne ki, yabancı bir devletin resmi bir kurumunca hazırlanan rapor, işin ucunu Lozan Antlaşması'na bağlayarak T.C devletinin kuruluşunun yasal dayanağının bulunmadığını ileri sürmesiyle konu önem kazanıyor. Ve bu görüşler çeşitli uluslararası konferanslarda, "Lozan antlaşmasında Müslüman azınlık tanınmamıştır" denilerek dile getiriliyorsa ve Avrupa Parlamentosu'nda "Kemalizm reddedilmeli" paragrafları içinde Lozan Antlaşması örtülü olarak tartışılmaya başlandıysa önem daha da büyüyor. Rapordaki yeni satırlar bu önemi yaşamsal kılmaya yeterli olacaktır. 

Amerikan komisyonu, Bağımsızlık Savaşı'nın sonucunu da Türk ulusunun savaşım kararlılığının bir sonucu olarak görmüyordu: "Çeşitli uluslararası ve iç nedenlerle, büyük güçler Yunanlılara yardım edememişler, aralarında birlik oluşturamamışlar ya da Sevr koşullarını yeniden dirilen Türklere kabul ettirememişlerdir." Alman Stiftung, ya da RAND uzmanı eski CIA elemanlarının ve Kürt-Türk uzlaşmacıların belirttikleri gibi, Türk ulusu ortalarda yoktur. İşgalciler de yoktur. İşgalciler 'uluslararası güçler ya da güncel nitelemeyle 'koalisyon güçleri'dirler. Türk ulusunun değil, bu "uluslararası güçlerin" hatasıyla, 'Mustafa Kemal Milliyetçileri' yani bir azınlık, bir hizip, yasal devlet yönetimine karşı isyan edip iç savaşa soyunmuş ve yönetimi ele geçirmiş oluyorlar. Kısaca "Zafer bunun neresinde? 

Ulusal birlik neresinde bu savaşın?" demeye getiriliyor. Amerikan Kongre Komisyonu'nun raporunun adı yanıltıcıdır. "Din Hürriyeti'nin Yasal Dayanakları" raporu, azınlıkların yurtlarını yitirdiklerini de gündeme getiriyor. Azınlıkların önceden birer devletleri ve o devletlerin egemen olduğu vatanları varmış gibi yazılıyor. Bu durumda birkaç sorunun yanıtını bulmak gerekiyor. Örneğin: Rapor bunları neden yapıyor? "Lozan yeniden değerlendirilmelidir" diyenleri ya da "Lozan mübadelesi büyük zarar vermiştir.." ya da "Lozan mübadelesiyle eğitimli Rumlar gitti, onların yerine cahil köylüler geldi” diye romanlar yazanları neden mutlu ediyor? Bu soruların yanıtları raporun "ilimser” saptamalarında aydınlanıyor. Uzun alıntılar yapmak yerine rapordan özetleyelim: l)Lozan'da Müslüman olmayan azınlık haklarından söz edilmiş ama bu azınlıkların adları belirtilmemiştir. 2)Lozan'da Türk tarafı müttefiklerin Ermenilerin, Nasturilerin ve Süryani Hıristiyanların "vatanlarını" belirleme isteklerini de kabul etmemişlerdir. 3)Türkiye daha sonra Rum Ortodoksları, Ermenileri ve Yahudileri tanımıştır. 4)Lozan'da Müslüman etnik azınlıkların hakları anlaşmaya geçirilmemiştir.Bu değerlendirmenin dilini anlamak için uzman olmaya gerek yok. Özel görevli olmamak yeterlidir. 

Raporu Türkçesiyle tersten okuyalım: Türkiye'de çok sayıda azınlık bulunuyor, azınlıkların "vatan" sorunları var, üç azınlığı kabul etmeyi bilen Türkiye ötekileri de kabul etsin, Müslüman etnik, yani Gürcü, Çerkez, Arap, Kürt, Laz, Pomak, Balkan ve Asya kökenli Müslümanlar da "azınlık" olarak kabul görsün vb. Konuya demokrasi havariliğiyle bakanlar, "Ne var bunda?" diyebilirler. Ancak ülkelerin ve devletlerin varlıkları, egemenlikleri mantık ve çıkar hesaplarıyla ne sağlanabilir, ne de güvence altına alınır. Bu nedenledir ki; kurtuluş savaşları yapılıyor, mandacılarla bağımsızlıkçılar, aşiretçilerle ulusçular birbirinden ayrılıyorlar. Yoruma gerek olmayacak denli açık bu rapor. ABD Kongre Komisyonu demek istiyor ki, Türkiye'nin etnik ve dinsel içyapısı Lozan Antlaşması’nın yeniden görüşülmesini gerektiriyor. 

Rapor bu açık isteği, Lozan Konferansı'ndan bir müttefik sözcüsünün sözleriyle pekiştiriyor: "Türkiye doğum yeri, milliyet, dil, ırk ya da din farkı gözetmeksizin tüm nüfusun canını ve özgürlüğünü tamamiyle koruma yükümlülüğünü üstlenmiş olup, bu maddeyle her dinin ve inancın gereklerinin serbestçe uygulanacağına dair güvence vermiştir." Bu sözleri, egemenlik haklarından, tarihsel olaylardan, incelikle gizlenmiş emellerden kopararak anlamaya çalışacak olanlar, 'insan hakları' adına ayağa kalkacak ve işgalcilerin sözcüsünü alkışlayacaklardır. Oysa mantık basittir. Onlara göre, Lozan'da bir uluslararası antlaşma yapılmıştır ve Türkiye bu anlaşmaya uymak zorundadır. Antlaşmanın eksiklikleri daha sonra altına imza konulan uluslararası anlaşmalara da uydurulmalarıdır. 

Uydurulma işi için uzun süre beklenmedi. Kopenhag, Uyum paketleri derken ABD Kongre raporunun gereği büyük bir hızla yerine getirilmiş oldu. 2001 Baharı'nda ve 2002 Ağustosu'nda TBMM'de gerekli yasal değişikliklerle başlanıldı ve 2003'de hız daha da artırıldı. Irak'a saldırı kargaşası içinde meclisten üst üste yasalar çıkarıldı. Bu gelişmeler ayrı bir kitap konusudur. Şimdi yeniden rapora dönelim. Raporda T.C devletinin kuruluş yasallığı tartışmalı bir duruma sokulurken, din hürriyeti örtüsü altında* antlaşmanın geçersizliği savunulmaktadır. Raporda, Türkiye'nin yasalarının değiştirilmesi ve tekkelerin, zaviyelerin, manastırların açılması isteniyor. "Türkiye Lozan anlaşmasına zaten uymuyor mu?" diye sorulacak olursa, bunun yanıtı raporda tüm açıklığıyla yer alıyor. Rapordaki dolambaçlı anlatımı bir yana bırakıp, özetleyelim: -Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 24. maddesi din hürriyetini kısıtlıyor. Türk devleti, Ortodoks patrikliği gibi kurumların Türkçe dışı eğitim vermelerini, yabancıdindaşlarıyla ya da diğer din kurumlarıyla ilişki kurmalarını devletin bölünmez bütünlüğüne karşı bir tehdit olarak görüyor. -Türkiye'de çeşitli Müslüman mezheplerine bağlı insanların parasal ya da politik güç elde etmeleri engelleniyor. -Türkiye'de dinsel toplulukların başında bulunanların ya da müritlerinin unvanlarının kullanımı yasaklanmış, tekkeleri ve türbeleri kapatılmış. 

Oysa milli kahramanların türbeleri açık tutuluyormuş ve devlet bu yerlerin bakımını üstleniyor. -Dinsel giysilere yalnızca ibadet yerlerinde izin veriliyor. -Kanunlar ayni zamanda memurların iş yerlerinde, öğrencilerin okullarda giyim kurallarını belirliyor ve bu kanunlar nedeniyle 'başörtüsü' yasaklanıyor. -Türkiye, Hıristiyan kurumların mülk edinmelerini engelliyor. -Türkiye, Halkalı Manastırını kapatmıştır. Bu manastır açılırsa Müslümanlar dahil, diğer cemaatlerin de özel din okulları açmalarına olanak sağlanacaktır. -Lozan'da, zaten Osmanlının Müslüman olmayanlara tanıdığı dinsel haklar tanınmış oluyor da Osmanlı'nın tanıdığı diğer haklar tanınmıyor. -Yehova şahitlerinin bir din olduğu kabul edilmiyor ama temyiz (yargıtay) mahkemesinin kararıyla bu durum düzeltilmiştir. 

Raporun özü işte bu satırlarda görülüyor. Yukarıdaki olumsuz tümceleri olumlulaştırırsak, Türkiye'nin Lozan Antlaşması yasallığından kurtulması bir yana Cumhuriyet devletinin kuruluş evresinde kabul edilen tüm yasaların ortadan kaldırılmasının istendiği görülecektir. Şöyle ki; -Tarikat-ticaret bağlarına, şeyhlerin örgütsel destek için şirketleşmesine engel olunmamalıdır. -Şeyhler, Papazlar, Hahamlar, Hocalar vb. sözde dinsel kılıklarıyla ortalıkta dolaşarak toplum içinde kutsal giysilerine uygun bir ayrıcalık elde edebilmelidirler. -Okullarda ve işyerlerinde etnik kimliğe uygun giyim özgür olmalıdır. Turban altına gizlendiği açıktır. -Hıristiyanların, Musevilerin, her mezhepten Müslümanların, tarikatların ve böylece tüm etnik azınlıkların kendi bildiklerine okullar açarak, uluslaşama sürecini durdurmaları serbest bırakılmalıdır. Tıpkı 1923 öncesinde olduğu gibi. -Toplumsal düzen, yurttaşlık yasaları Osmanlı dönemindeki gibi olmalı; Tanzimat yasalarıyla Avrupalılara ve Amerikalılara tanınan eğitim, örgütlenme, misyoner merkezi oluşturma serbestliği yeniden tanınmalıdır.-Çeşitli dinlerin özgürce örgütlenebilmesi için hukuk elverişlidir. Yargıtayın Yehova Şahitleri ile ilgili kararı kullanılabilir. Rapor işte bunları istiyor. Din Hürriyeti Senaryosu bölümüne baştan dönüp olayları bir kez daha gözden geçirirsek, ABD raporuna uygun bir eylem planının yürütüldüğü kolaylıkla anlaşılacaktır. Bunun böyle olduğunu anlamak için ABD'nin ve onların destekçisi Avrupa'nın "project democracy" aygıtı ile Türkiye'de uluslaşama sürecinin en önemli ve vazgeçilmez ilkesi olan laik devlet düzeninin ve sonuç olarak T.C.'nin yıkılmak istendiği de görülecektir. Rapora bir kez daha dönelim. 

KONGRE RAPORU: ANLAŞMAZLIKLARIN KAYNAĞI LAİKLİKTİR 
Raporun satırları arasında yukarıda sayılan olumsuzlukların kaynağını bulmak zor değil. Rapor diyor ki; "Bugünkü anlaşmazlıkların ana kaynağı Osmanlı'nın yıkılması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuş ortamında oluşmuştur" Bu satırları yorumlamaya gerek yok. Rapor kargaşanın nasıl yaratıldığını şu sözlerle açıklıyor: "M. Kemal Atatürk, çağdaş ve laik Türkiye Cumhuriyeti'ni Osmanlı İmparatorluğu'nun yerine geçirmek istedi." Amerikan raporu, güncel operasyonu tarihsel nedenlere bağlamakta gecikmiyor: "Laikliğin kurumsallaştırılması Kemalistler ve çoğunlukla İslamcılar olarak adlandırılan muhafazakâr Sünni Müslümanlar arasında, günümüzde de sürmekte olan, bir gerilim yaratmıştır." Bu raporla ne yapmak istiyorlar(?) demez misiniz?! Kimileri şöyle diyecektir: "Rapor başımıza gelenleri ne güzel açıklıyor değil mi? El oğlu bile anlıyor çektiklerimizi." Bunun çirkin bir oyun olduğunu görebilecek olanlar da, karşı çıkma yerine susmayı yeğlemiyorlar mı? Toplumsal dayanışmayı ve birliği sarsmaya dönük, tarihsel gerçekleri ve olayların nedenlerini göz ardı eden rapora göre, devletin kuruluş aşamasında, 'Sünni Müslümanlar' ile 'laiklik kurucuları' arasında, bir çatışma yaşanmış oluyor. Hayır iş bu kadarla da kalmıyor. T.C devlet düzenini destekleyen halkın çoğunluğunun "Sünni" mezhebinden olduğunu saptadığından, yeni bir tanımlama yapıyor: "Muhafazakâr Sünni Müslümanlar." Böylece çatışmanın merkezine Osmanlı -T.C zıtlığını koymakla yetinmiyor, daha alt bölünmeler, daha doğrusu, Batı dünyasınca sahip çıkılması gereken bir toplumsal öbek daha yaratıyor.

Gerçekte halkın onaylamadığı bir sürtüşmeyi, gündeme taşımanın kimin işine yaradığını düşünmeye değer. Buradan çıkarak, ABD'nin amacını değerlendirebiliriz. Tarihsel bağlantıdan sonra günümüze atlayan rapor, "28 Şubat 1997 Ültimatomu"na geçiyor ve Refah Partisi'nin iktidardan uzaklaştırıldığını, "Hijab" ve "Başörtüsü" sorunu olarak nitelendirdiği "türban" olaylarını vurguluyor. Rapor, kadın öğretmenlerin işten atılmış olduğunu belirtiyor ve Merve Kavakçı'nın durumunu ayrıntılarıyla anlatıyor. Rapor, din hürriyetinin kısıtlanması kapsamında, "28 Şubat Ültimatomu" ile imam hatip "özel" okullarının kısıtlandığını saptıyor. Bu arada anımsatmalıyız ki, Merve Kavakçı'nın meclise doğru yürüyüşü olmasaydı, Türkiye'deki din hürriyeti konuları Amerikan devletinin resmi raporlarına bu yoğunlukta geçmeyecekti. Merve Kavakçı Mayıs 1999'da "Onları demokrasi testinden geçirdim. Sınıfta kaldılar" diye açıklama yaparken, bu katkısının bilincinde miydi? Sonraları Avrupa'da, Londra'da İngiliz parlamentosunda ve Georgetown Üniversitesi'nde aynı çizgide konuşmayı sürdürdüğüne ve Hamas'ı destekleyen Amerikan Müslümanlarının kurdukları örgütlerin ABD yönetimiyle görüşmeler yapmaları ve Türkiye’nin cezalandırılmasını istemelerine bakıldıkta, Merve Kavakçı’nın katkısının, daha doğrusu onun Din Hürriyeti senaryosundaki ve şu Lozan raporundaki değeri herhalde anlaşılmış olacaktır. 

ABD raporunda, uluslararası anlaşmaların kanun hükmünde olduğu ve üzerinde yasal bir denetim yapılamayacağı belirtiliyor. Bunun anlamını, Varşova-1998 konferansında ABD delegesi Leyla Al Marayati'nin söylediklerini, Lozan antlaşmasının ele alışındaki yaklaşımı, raporun yayınındaki zamanlamayı ve "Müslüman etnik azınlık" nitelemelerini yeniden gözden geçirmek yeterli olacaktır.[874] O günlerde, R.P milletvekili Oya Mughisuddin'in Avrupa'da yapılan bir konferansta "Müslüman azınlık hakları tanınmıyor" diye yakınmasını ve TOSAV danışmanlarından Prof. Baskın Oran'ın A.B ve İstanbul Barosu'nca düzenlenen "Türkiye'de Azınlık Hukuku" konferansında Lozan antlaşmasında yalnız Hıristiyanlara değil öteki etnisitelere de azınlık hakkı tanındığını söylediğini eklersek raporun öncesi ve sonrası kolaylıkla anlaşılabilir. 874 Zaman Gazetesi'nin Washington'daki görevlisi Ali Halit Aslan, "Washington Sütunu" adlı köşesinde, Lozan ile ilgili raporun hazırlanışı ile ilgili şu bilgiyi veriyor: "Raporun Türkiye kısmını hazırlama görevi Kongre Kütüphanesi'nin Türk asıllı uzmanı Belma Bayar'a veriliyor. Belma Hanım, temelde sadece kanuni ve hukuki belgelere bağlı kalarak konuyu irdelemek istiyor.(..) 
Helsinki Komisyonu ise özellikle Türkiye Cumhuriyeti'nde dini azınlıkların en mühim tarihi kavşağı olan Lozan Anlaşmast'nın sadece kağıt üzerinde bir belge olarak değil, günümüze kadar yansıyan uygulamaları ile incelenmesinin arzu ediyor.(..) Belma Hanım (..) taleplerini karşılamayınca, raporun Müslüman ve gayrimüslimlerin din özgürlüğü ile ilgili önemli ve güncel sorunlarını içeren son kısmı (..) Ortadoğu Uzmanı Carol Migdalowitz'e yazdırılıyor." A.H.Aslan, "Dini raporun perde arkası" Zaman, 24 Temmuz 2000.Daha önce de belirtildiği gibi "Project democracy" her kesimi birleştirir. Ortak paydanın adı çok kültürlülük için zenginleştirilmiş Amerikan tasarımlı demokrasidir. Din devleti yolunda yürüyenlerle, etnik azınlık milliyetçiliği yaparak yabancı egemenlerle ilişkilerden yararlanmak isteyen sözde aydınlar, ayrılıkçılar, para piyasası oyuncularının önünü açmak üzere "liberal enternasyol"e katılanlar aynı cephede birleştiler. Birleşenler, ABD'nin cumhuriyet devletinin kuruluşundan bu yana dayattığı Lozan antlaşmasının geçersizliği kurgusunun A.B'nce kabul ettirilen ve Türkiye'yi yönetenlerce canı gönülden kabul edilen değişimlerle başarıya ulaştı. 

T.C Başbakanlığı bünyesinde oluşturulan İnsan Haklan Komisyonu Lozan Antlaşmasında Müslüman azınlıklara haklar tanındığına, her türlü dilde eğitimin serbest bırakılarak dayatmacı 'Kemalist' rejimden vazgeçilmesinin gereğine hükmetti. Komisyonun raporundan önce işin temeli TOSAV in Türk-Kürt sorunu çalışmalarında biçimlendirdiği anaysa taslağıyla, A.B kuyruğuna girmiş olan TUSlAD'ın raporlarıyla, İbrahim Kabaoğlu'nun düzenlediği ve Yunanlıların büyük bir iştahla katıldığı Anaysa reformu panelleriyle atıldı ve çatısı da TESEV desteğiyle hazırlanan ve Prof. Dr. Baskın Oran imzasını taşıyan "Türkiye'de azınlıklar: kavramlar, Lozan, iç mevzuat, içtihat, uygulama" raporuyla kapatıldı. [875] Başbakanlık Komisyonda yer alan kuruluş ve kişilerin ABD hazinesinden NED kanalıyla ve A.B fonlarından aktarılan paralarla ve düşünsel(!) katkılarla kurulan ağla bağlanmalarının öneminin bir kanıtı gibidir. 

Söz konusu birleşmenin, hükümet edenlerin geçmiş açıklamaları ve ABD temasları da göz önüne alındığında, operasyonun ne denli kapsayıcı olduğu da anlaşılacaktır. Komisyon üyesi 73 kişi, dernek ve vakıftan birkaçının adını bile sıralamak bu yargımızı güçlendirecektir:[876] İbrahim Kaboğlu (Komisyon Başkanı) [877], Baskın Oran (D.K. Üyesi), İhsan Dağı, Yılmaz Ensaroğlu (MAZLUMDER), Kamil B. Raif ( TDV), Zafer Yavan (TUSİAD), Türkan Saylan (ÇYDD), Ayşe Berktay Hacımirzaoğlu (Kadının İnsan Hakları Vakfı), Levenet Korkut (Liberal Düşünce Topluluğu Derneği)[878], Şenal Saruhan 875 Baskın Oran, Türkiye'de azınlıklar: kavramlar, Lozan, iç mevzuat, içtihat, uygulama, TESEV Yayınlan, Haziran 2004. 876 Başbakanlık insan Danışma Kurulu "Azınlık Haklan ve Kültürel Haklar Çalışma Grubu" Raporu, Ekim 2004. 877 Gazeteci Emin Çölaşan, Kaboğlu'nun devlet araçlarını kullanmasına karşın ulaşım gideri gösteren belgeler sunduğunu ve ayrıca ödemelerden yararlandığını somut belgelerden szöederek yazdı. Hürriyet, 27 Ekim 2004. 878 Leven Korkut, Ankara üniversitelerinde, Türk kurtuluş savşımını aşağılayan, kaba bir yanlış bilgilendirme belgesi olan ve hiçbir referans gösterilmeden kaleme alınan II Cumhuriyetçi tezlerin el (Cumhuriyet Kadınları Derneği), Ali Doğan (Hacı Bektaş Veli A. K. Vakfı), Mustafa Şimşek (Birlik Vakfı), Handan Soğuk (İktisadi kalkınma Vakfı), Bülent Tanör (Helsinki Yurttaşlar Derneği).[879] 

Bağımsızlık ve egemenliği korumakta duyarlı davrananları "Sevr" sendromu yaşamakla aşağılayanların görüşleri bu raporda "tarihsel ve Siyasal neden: Sevr Sendromu" başlığıyla devletin resmi belgesine geçmiştir. "Yeni Zemin", "Yeni Sözleşme", "Uzlaşma Anayasası" gibi örümcek ağına tutulanlarca kullanılan örtülü adlandırmalar bir yana bırakılmış ve bu raporda "Türkiye Cumhuriyeti anayasası ve ilgili yasalar; özgürlükçü, çoğulcu ve demokratik bir içerikle ve toplumsal örgütlü kesimlerin katılımıyla yeni baştan yazıl malıdır" maddesiyle açığa vurulmuştur. 2004 yılı 'azınlık hakları' konusunda sürdürülen operasyonun başarılarına tanık oldu. Prof. Baskın Oran TESEV'in katkılarıyla bir azınlık raporunu kitap yaptı. Ayrıca, Azınlıklar Vakfı da kuruldu. Doğu Anadolu'dan çok sayıda belediye başkanının da aralarında bulunduğu yüzü aşkın kişi Herald tribune'de bir ilanla Kürdistana özerklik istediler. İmza sahipleri arasında ERNK'nin İslamcı kanadının başkanı Abdrraih Düre de yerini aldı. 

"Hem toplumsal ve hem örgütlü oları kesim kimdir?" sorusuna yanıt aramaya gerek yok. Şimdi biraz soluklandıktan sonra NED ve Avrupa Birliği kaşarlından beslenen örgütler listesine, Bodrum toplantısına, TOSAV'ın yabancı danışmanlarına, liberallerin enternasyonalist ilişkilerine yeniden göz atmak için kitabın başına dönmekte yarar olabilir. kitabı niteliğini taşıyan Eric Jan Zürcher'in Moderneleşen Türkiye kitabını ders kitabı olarak okunmasında öncülük etmiştir. 879 Lozan Antlaşması nasıl bağımsız Türkiye'nin temel belgesiyse, T.C Başbakanlığı bünyesinde oluşlturulan söz konusu komisyonun raporu da geleceği belirleyecek niyetlerin belgesi olduğundan hem raporu, hem de komisyon üyelerinin tümünü bu ekler bolu münde bulacaksınız 

ASIL RAPOR 1990'DA YAZILMIŞTI 
"ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Koh'un açıklamaları bağlayıcıdır." Osman Öcalan 9 Eylül 1999'da yayınlanan "Din Hürriyeti 1999 Türkiye Raporu" ve Ocak 2000’de açıklanan "İnsan Hakları 1999 Türkiye Raporu"nda işlenen temalar bu kez, ABD Kongre komisyonunun raporuyla, Türkiye'nin varlık kaynağı Lozan anlaşması kapsamında ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yasaları çerçevesinde ele alınıyor. 1995'den bu yana uluslararası toplantılarda Amerikan delegasyonunca dillendirilen istekler belli ki, artık hukuksal temellere oturtuluyor. Ortodoks Rumlar'ın Başpapazı'nın ekümenik haklarından, Heybeli manastırının açılması konusunda Amerikan Büyükelçisinin atağa kalktığına, Evangelist (İncilci) Hıristiyanlaştırma çalışmalarının serbest bırakılmasına, Müslüman etnik azınlıklara haklar tanınması için yasal zeminin hazırlanmasına, adını vermeden Alevilik haklarımın verilmesine bağlanan bir dizgenin ABD Kongre Komisyonunca açıkça ortaya sürülmesi karşısında Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yöneticilerinden hiçbir ses çıkmamasının nedeni bilinmiyor. 

Önceki "Din Hürriyeti" raporlarını da görmezden gelmişler ya da görmüş ve gereğini yapmaya karar vermişlerdi de gerçeği halktan gizlemekteydiler. Türkiye'yi yönetenler ve Cumhuriyet kurumları bu konularda ölümüne suskun kalmışlardı ve kalmayı da sürdürüyorlar. Ama bu raporları hazırlayanlarla ve hazırlatanlar Cumhuriyet yönetim makamlarımda oturanlar sıkça görüşüyor. Bu işlerden sorumlu Amerikalı Din Hürriyeti ve İnsan Hakları Bürosu'ndan sorumlu Bakan yardımcısı Türkiye'ye geliyor, hükümet yetkilileriyle, parti başkanlarıyla görüşüyor. Türkiye'dekiler de arayı soğutmadan Washington'a uzanıyorlar. Hatta zamanın Yargıtay başkanı bile oralara dek gidiyor, bu raporları hazırlayan bürolardan sorumlu ABD Bakan Yardımcısı'yla görüşüyor ve herhalde Anglo-sakson demokrasisi yolunda ilerlendiğini bildiriyor. Ama her nedense bu kişilerin hiçbiri, kongrenin hazırlattığı bu Lozan raporunu gündeme getirmiyordu. Lozan anlaşmasının 76. yıldönümünden on gün önce açıklanmış olan bu raporun o günlerde yükselen olaylarla bir ilintisi yoktur denemez. Türkiye medyasında birdenbire başlayan "Lozan yeniden değerlendirilmelidir" çağrılarıyla ve Abdullah Öcalan'ın "Mustafa Kemal'in 1924 öncesi politikalarını kabul etmeliyiz"türünden açıklamalarıyla akıllara bir güzel yerleştiriliyordu. 

Böylece Amerika'nın Türkiye'deki sesinin günlerce süren etnik mozaik, İslam ve demokrasi, Osmanlıya bakmak - tarihle barışmak, 'Büyük etnik göç' ve benzeri TV programlarıyla bir ilgisi yoktur denebilir mi? ABD'nin bu rapor atakları, beklenmedik gelişme olarak görülebilir miydi? Gelişen toplumsal olayların tarihsel bağları da düşünüldüğünde, Türkiye öyle kolayca masalara oturup Lozan'ı tartışamazdı. Her ne kadar cumhuriyeti kuran partinin yöneticileri bile üç, beş cümleyle anma gününü geçiştirip bu tür raporları görmese bile, Türkiye Cumhuriyeti'nde toprağa yakın duranlar henüz bitmediğinden, ince dokunan komplolar işte bu konuda hedefe kolayca varamazlardı. Ne var ki; Lozan Anlaşmasını yeniden masaya yatırmaktan söz etmenin ve bu işleri 'Din Hürriyeti' ne yaslamanın bir sonucu da olmalıydı. Bu tür girişimler, büyük işlemleri hızlandırmanın bir aracı da oluveriyordu. Bu işlemleri algılamak üzere yine on yıl geriye gitmekte yarar var. 

Çünkü raporlar raporlara bağlanmazsa, olayları da anlamak olanaksızlaşıyor. Türkiye'de "Sevr sendromu" ya da "Bölünme paranoyası" denilerek örtülmeye çabalanan ulusal uyarılara neden olan gelişmelerin altındaki girişimleri görme uyanıklığını "komplo teorisi uydurma" diyerek karalama kampanyasının dibinde zihin yanılsaması mı yoksa başka senaryolar mı var? Zaten işimiz 'sendrom' ve 'paranoya.' 'Sevr sendromu' nun yanı sıra, "sivil" örgüt TÜSES'in yayınında belirtildiği gibi, "Türkiye'nin, İran, Irak, Suriye gibi komşularıyla ilişkilerinde, gerek Kürt sorununda muhtemel bir 'Kürt Devleti' paranoyası içinde bulunduğu" Washington'dan Londra'ya, Paris'ten Berlin'e yayılan bir gerçek değil mi?![880] Bu soruların yanıtını bulmak için on yıl geriye dönmek gerekiyor. 

1990 yılında RAND Corp., Türkiye'deki İslami hareket ile devletin, partilerin, örgütlerin bu hareketle ilişkileri konusunda bir rapor hazırlatmış. Türkiye dinsel ortamını tarihsel gelişme değerlendirmesiyle ele alan bu rapor öncelikle dinsel hareketlerin, toplulukların kimliğini, Kürt hareketinin ideolojisini ortaya koyuyor ve sonra da yol gösteriyordu. Raporda özetle şöyle saptanıyordu: 
1.Militan Kürt gruplar Marksizm'den İslam’a yönelirlerse Kürtleri devlete karşı harekete geçirirler ve Islama hareket Türkiye'de daha etkin olabilir.. 
2.Türkiye ve İran, Kürt sorununda işbirliği yapıyorlarmış ve Türkiye ile İran'ın arası açılırsa İran Türkiye Kürtlerini desteklemeye başlarmış. Ancak Kürtlerin aşiret rekabetleri birliği önlü yor. 880 Gürsel, Seyfettin, Düzgören, Koray, Oran, Baskın, Üstel, Füsun, Keskin, Cumhur, Alpay, Şahin, Türkiye'nin Kürt Sorunu, TÜSES Türkiye Sosyal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı, İstanbul 1996, s. 19 
3Alevi-Sünni çatışmasının Türkiye'nin iç düzenini nasıl bozduğunun örneğini görmek için 1970'lerdeki çatışmalara bakmak gerekir. 
4.Türkiye’deki İslamcı uyanış ABD çıkarlarına bir tehdit oluşturmaz. İslamcı terör başlarsa Amerikan tesislerine saldırmazlar. Ancak İslamcı hareketin halka yönelik propagandası ABD'nin Doğu Akdeniz çıkarlarına zarar verir.
 5.Türkiye, ABD'nin bölgesel amaçlarının islam ülkeleriyle arasını açacağına inanırsa ABD'yi desteklemezmiş ve Körfez savaşında üslerin kullanımının sınırlandırılması buna örnektir. 
6.ABD, Türkiye'de laik rejimi desteklerse İslamcıları karşısına alır. Bu nedenle hassas bir politika izlemelidir. 
7.ABD, Türkiye'yi Batı'nın ayrılmaz bir parçası olduğuna inandırmalıdır. Bu nedenle Türkiye’nin AT(Avrupa Topluluğu)'na girmesi konusu desteklenmelidir. Yoksa Amerika'nın Doğu Akdeniz çıkarları tehlikeye girer. 
8. Ermeni iddiaları konusunda Türkiye kızdırılmamalıdır. 
9.Türkiye'de demokratik rejimin sık sık kesilmesi düzeni bozuyor ve Laik güçlerle İslamcı güçler arasındaki uzlaşma engelleniyor. 
10.ABD, Türkiye'deki İslami hareketi daha yakından tanımalı, onların ideolojileri hakkında daha çok bilgilenmeli ve diplomatlarını eğitmeli. 
11.ABD'nin İslamcı akımın ılımlı üyeleriyle resmi olmayan ve temkinli ilişkiler kurması yararlı olur. 12.ABD siyası ve diplomatik girişimlerinin yanında., eğitime önem vererek Türk demokrasisinin güçlendirilmesine yardım etmelidir.[881] 

ON YIL ÖNCEKİ RAPOR IŞIK TUTUYOR
 1990'da hazırlanan bu raporun gereklerinin yapılıp yapılmadığını test etmek isteyenler, son on yıldaki olayları, partilerin siyasi ve ideolojik yaklaşımlarındaki keskin değişimleri şöyle bir anımsarlarsa karar vermekte zorlanmayacaklardır. Örneğin; PKK’nın Kürt İslam politikasına yönelişi, Abdullah Öcalan'ın Sünni Kürtlerle Alevi Kürtleri birleştirmek üzere YDK 881 Prof. Sabri Sayarı, bu rapordan önce RAND adına : "Generational Changes in Terrorist Movements: The Turkish Case" belgesini hazırlamıştır. 1985 yılında "Document No: P-7124" ve 16 sayfa olarak hazırlanan belgede Türkiye'de solcu üniversite öğrenci hareketleri radikal olarak nitelerken Kürt hareketleriyle bağ kurmaktadır. (Kürdistan Dindarlar Birliği)'ni kurması, [882] İstanbul ve Köln'de "Kürt Sorununa İslamcı Çözüm" konferansları, [883] 'İslamcı' hareket önderlerinin Amerikan aleyhtarlığından dönerek Amerika'yı ikinci ev edinmeleri, Türkiye'ye demokrasi getirme sevdalısı sağcı, solcu, muhafazakâr, liberal, sosyal demokrat vakıfların "atölye" çalışmalarının dışardan desteklenmesi ve bu atölyelerin çok sayıda Amerikalı uzmanı konuk etmeleri... 

Ayrıca, Türk-Yunan dostluğu gösterilerinin neredeyse Kurtuluş savaşı nedeniyle Yunanlılardan özür dileme programlarına dönüşmesi, Atatürk ve Din konferansları, Türkçe ibadet kampanyaları, Atatürk'e söven ve yıllarca önce yayınlanmış yabancı gri propaganda kitaplarını Türkçe'ye çevirmekte yarışan etnik gruplar, anayasa değiştirmek bir yana, etnikler ve dinsel öbekler arası 'yem sözleşme' talep edilmesi, etnik grup dergilerinin nüfus anketleri düzenlemesi, yurdun dört bir yanında Nurcu Kürt hareketine ait vakıf şubeleri açılması ve İslam-Demokrasi yayıcısı Amerikalı Cizvit, İncilci (müjdeci) profesörlerin medeniyetler arası toplantılara çağrılmaları vb..[884] Dahası Hoca Efendilerin manastır açılmasına destek vermeleri, türban enternasyonali ve türban zincirleme eylemleri, Merve Kavakçı'nın meclise "Türk demokrasisini test etmek" üzere yürümesi, türban eylemlerinin sağ-sol eylem birliğine dönüşmesi, ABD hazinesinden desteklenen sözde enstitülerin, Alman "stiftung" örgütlerinin Türkiye vakıflarıyla anayasa değişikliği için ortak çalışmalar yapmaları... 

Yine aynı örgütlerin yerel yönetim 'atölye' çalışmaları ve Öcalan'ın teslim edilişi; petrol boru hatlarıyla döşenen Müslüman, 882 88? "Dine Devrimci Yaklaşım'' mı Kürt - İslam Sentezi mi?, Varyos Yayınları, İstanbul 1992, s 59. PKK din maskesini geniş bir şemsiyeye döndürmeyi son yıllara dek sürdürmüştür. Gaffar Okkanın öldürülmesini izleyen günlerde Diyarbakır'da "Islami Kürdistan" kurulacağını bildirerek "cihat" çağrısı yapan "Kürdistan İslami Hareketi" adıyla 128 sayfalık bir kitapçık dağıtılır. Bu kitapçıkta şu satırlara yer verilir: "Dünyada nerede Türk kalıntısı varsa, orada huzursuzluk ve kargaşa devam ediyor. Bosna-Hersek, Kafkaslar, Yunanistan, Bulgaristan, Kıbrıs, Afganistan, Iran. Irak ve özellikle Kürdistan buna örnektir. (..) Dinsiz Kemalizm'e karşı cihat ilan edilmiştir." Hürriyet, 2 Şubat 2001 883 Dava, Yıl: 1,Sayr.7, 1990 884 "Hayatımıza giren yeni kavramlar: 'Kimlik' , 'Azınlık' , 'öteki...' (..) Son yıllarda ise, sadece Kürtler bakımından değil, diğer azınlıklara ve halklar ve kültürel topluluklar bakımından da. resmi tarihin dayattığı "aynılığı" değil, eşitlik ve özgürlük ihtiyacının ortaya çıkardığı "farklılığı öne çıkaran bir kimlik istemleri ortaya çıkmaya başladı. (..) Kürtlerin kimlik talepleri bir yana, bu gün Kafkas kökenliler (Lazlar, Gürcüler, Çerkesler, Çeçenler vs.) ve Müslüman olmayan azınlıklar (Ermeniler, Yahudiler, Rumlar vs.) hem kendi kimliklerini / statülerini, hem de egemen olan "çoğunluk" ile ilişkilerini yeniden düzenlemenin, verili sistemle eskisinden farklı bir toplumsal-siyasal sözleşme yapmanın hazırlıklarını yapıyorlar." 

Editör (Editoıial Board: Özcan Sapan, Hüseyin Demirel) den, Kafkasya Yazıları 1997 Yaz Iki.Yıl: Bir, Sayı:İki, s.13.Musevi, Ortodoks, Katolik dinler arası ya da 'medeniyetler arası diyalog toplantıları... İstanbul'da ve yurdun değişik yörelerinde çoğunun toplumbilimcilikle ilgisi olmayan İngiliz ve Almanların "Alevi" araştırmalarının yoğunlaşması, İstanbul Gaziosmanpaşa'da bir gece kahvehanenin kurşun yağmuruna tutulmasının ardından, olayların genişlemesi, semte gönderilen polislere ateş açılması, polislerin ateşe ateşle karşılık vermesi, bir duvar dibinde siper alan eli tabancalı polis görüntüsünün televizyonlarda sürekli gösterilmesi, çatışmanın devlet - Alevi çatışmasına evrilmesi, güvenlik görevlilerinin yargılanması, sürtüşmenin canlı tutulması ve fakat kahveyi tarayarak olayları başlatanların asla bulunamaması, çatışmaya taraf olanların da bu tür bir araştırmaya girmemiş olmaları. Sivas'ta, Pir Sultan Abdal toplantısı, toplantıya yönelik tepki örgütlenmesi, örgütlenenlerin otelde kalmakta olan yazarlara, sanatçılara, folklorcu gençlere saldırmaları, güvenlik güçlerinin topluluğu dağıtmamaları, hükümet yöneticilerinin kayıtsızlığı, askeri birliklerin olayın üstüne sürülmemesi, otelin yakılması, insanların ölmesi, yakma eylemiyle ilgili kişilerin yargılanması, yargılananların RP milletvekillerince savunulması, asıl kışkırtıcıların, tepki örgütleyicilerinin bulunamaması, yıldönümlerinde protesto yürüyüşleri, yürüyüşlerde "Mollalar İran'a" diye bağırılması, yıllar geçtikçe yürüyüşlerde sloganın "Katil Susurluk devletidir"e dönüşmesi, çatışmanın "irticacı-ilerici" ve "Alevi-Sünni" çatışmasından "devlet-Alevi" çatışmasına doğru evirilmesi. 

Dahası olayların öncesinde örgütlenmenin ve ilişkiler ağının çözümlenmemiş olması. ABD İnsan Hakları ve Din Hürriyeti raporlarında, Türkiye'de 12 milyon "Alevi" bulunduğunu, bunların "Şii mezhebine" mensup olduğunu belirtip, işi "Türkiye'de önemli, sayıda Şii azınlık" bulunduğuna getirilmesi ve Alevilere sahip çıkılması, Almanya'da Alevi Din dersi kitapları hazırlanması...[885] Bu olayların tümü, birer rastlantıdır demek olanaksız. Raporlara bakılırsa yanıt basit: Oyunu yöneten, senaryoyu da kurguyu da hazırlar! 

İYİ RAPORU KİM HAZIRLAR? 
Kuşkusuz kimsenin rapor hazırlama hakkına karışılamaz. Ancak raporun muhataplarının rapor hazırlayıcıları tanıma ve bilme hakkı da saklıdır. Türkiye'deki İslami hareket ve ABD'nin izlemesi gereken yolu, yordamı anlatan 1990 raporunu hazırlayanlarla işe 885 "2000 Annual Report on International Religious Freedom: Turkey; Section. Government Policies on Freedom of Religion, Legal /Policy Farmework" Released by the Bureau of Democracy, Human Rights, and Labour U. S. Department of State, September 5, 2000. başlanması yerinde olur. 1990 raporunu hazırlayan RAND adlı şirket, 1948'de ABD Hava kuvvetleri tarafından kurulmuş. 600 personelle çalışan şirketin araştırma, inceleme, raporlama ve yayın etkinliklerinin üçte ikisi, Amerikan Milli Güvenlik konularıyla ilgilidir. 

Güvenlik konuları üç bölümde yürütülüyor: Hava Kuvvetleri Projesi, Orduya hizmet sunan Arroya Center, Savunma Bakanlığına, Genel Kurmay'a ve savunma ajanslarına çalışan Ulusal Savunma Araştırma Enstitüsü. RAND'ın geri kalan işleri arasında sağlık, eğitim, hukuk, nüfus incelemeleri ve uluslararası ekonomik konularla bulunuyor.. Türkiye bu RAND'ı son yıllarda tanır oldu. Amerikan politikalarına yön veren İslam ve Kürt tezlerini Henry J. Barkey ile birlikte hazırlayan, Türkiye ve Ortadoğu'ya yönelik propaganda ve yönlendirme kitaplarını imzalayan eski CIA şeflerinden Graham Edmund Fuller, Türkiye'de oldukça beğeni toplamıştı. Sosyal Demokratlar, Demokratik Solcular, Stratejik Araştırma vakıfları, dinlerarası diyalogcular, eski servisindeki kısaltılmış adıyla, Gary'i 1995 yılından bu yana konferanslara çağırıyorlar. 

Onun İslamDemokrasi vizyonundan, Atatürk'ün ve Türk milliyetçiliği devrinin sona erdiğini yayan gri-propagandasından ve bu nedenle İslam ve Osmanlıya dönme gerekliliğini belirten tezlerinden yaralanmakta yarışıyorlardı. Böyle ünlü bir kişiyle tanışmak insana büyük çevreleri tanıtıyor da olabilir. Nasıl olsa, bir kişinin görüşleri devletleri bağlamaz, üstelik bu kişi emekli olmuşsa, yaptıkları devletini hiç bağlamayacaktır. RAND'ın danışmanları arasında yer alan ünlü Prof. Sabri Sayarı, Boğaziçi'nin seçkinlerindendir. Sayarı, herhalde İslam, Ortadoğu, Türkiye Politikası uzmanlığından yararlanılmak üzere, ABD-Azerbaycan Ticaret Odası mütevelli heyetine alınmış olmalı. [886] Merkezi Washington'da bulunan bu Amerikan kuruluşunun amacı ABD şirketlerinin Azerbaycan pazarına girebilmeleri için şirketlerle Azerbaycan hükümeti arasında ilişkiler kurmak ve Azerbaycan ticaretini Amerikan pazarına bağlamak olarak belirtiliyor. Kuruluşun yönetim kurulunda Amerikan şirketleri temsil ediliyor. Mütevelli heyetinde ise Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi Başkan Yardımcısı ve Amerikan petrol şirketlerinin başkanları, başkan yardımcıları yer alıyor. Kuruluşun onur kurulu danışmanları ise çok daha ünlü: ABD Başkanı Carter'ın döneminde Milli Güvenlik Danışmanı olan Zbignieur Brezinski ve George Bush döneminde Akev kurmaylığı yapan John Sununu.

 MEF VE MEQ BULUŞMA YERİ Mİ? 
Sabri Sayarı, Ortadoğu uzmanı Daniel Pipes'ın yönettiği Middle East Quarterly adlı derginin yayın kurulunda yer alıyor. Bu 886 Announcing: The US-Azerbaijan Chamber of Commerce Spring 1996 (4.1) yayın, Middle East Forum (MEF) adlı kuruluşa bağlı. 1990'da kurulan MEF'in tanıtımını yapan "Web/Ağ" yayınında amaç şu ilginç tümceyle anlatılmaktadır: "Middle East Forum, bir 'think tank' olarak Ortadoğu'daki Amerikan çıkarlarını belirlemek ve savunmak için çalışır. Forum 1990'da kurulmuş ve 1994'de bağımsız bir örgüt olmuştur.(..) Forum, Birleşik Devletler'in bölgede (Ortadoğu) yaşamsal çıkarları olduğuna dayanmaktadır. Özellikle İsrail, Türkiye ve öteki demokrasilerle güçlü bağlar kurulmasının gerekliliğine inanır." MEF, bölgede insan haklan için çalıştığını, "dinsel radikal güçleri zayıflatmaya çabaladığını" belirterek, ülkelere müdahalenin ana örtüsünü öne sürdükten sonra, asıl amacı "(Forum) düzenli ve ucuz petrol sağlanmasının (yollarını) araştırır" diyerek açık etmektedir. MEF'in geniş bir yönetim kurulu bulunmaktadır. New York yönetim heyetinde Murat Köprülü de yer almaktadır. Murat Köprülü, ARI Derneği başkanı Kemal Köprülü'nün kardeşidir. Murat Köprülü ile MEF'in amaçları arasında ne gibi bir uyumluluk bulunduğu kimseyi ilgilendirmez elbette. Murat Köprülünün 2,5 milyar dolar cirolu MFI (Multilateral Funding International) adlı yatırım şirketinin Doğu Avrupa ve Doğu Akdeniz'de "broaker" olarak çalıştığı biliniyor.[887] MEF'e ait MEQ dergisinin yayın kurulunda başkaca ünlülerin bulunuyor olması, Sabri Sayarı'nın ne denli saygın bir konuma sahip olduğunu gösteriyor. 

Örneğin; RAND elemanlarından ve ABD Dış İlişkiler Konseyi (CFR) üyelerinden Fuad Acemi, Anthony Cordesman, David Fromkin, Robert B. Satloff, M. Zalmay Khalilzad ve Amerikan İstihbaratının seçkinlerinden James Phillips, Vietnam, Nepal, Haiti ve Pakistan (1986-1987)'da görev yapmış olan M. Michael Curtis, Sabri Sayarı'nın mesai arkadaşlarından birkaçı. Sabri Sayarı ile birlikte RAND ve Middle East Quarterly'nin yayın kurulunda bulunanlar arasındaki en ünlü ve en bildik kişi, Paul Bernard Henze'dir.. Paul B. Henze, Almanya'da, Habeşistan'da ve uzun dönem Türkiye'de İstihbarat şefliği yapmıştı. Türkiye, Henze'yi daha çok Abdi İpekçi suikastından ve Papa suikastından sonra yanlış bilgilendirmeye yönelik olarak başlattığı kampanya ile tanıyor. Paul Bernard Henze, Papa suikastının ardın da, Bulgaristan istihbaratının ve onların arkasında da KGB’nin bulunduğunu kanıtlamak üzere, epeyce ter dökmüştü. Bu çabaları Uğur Mumcu tarafından boşa çıkarılmıştı. 

Henze'nin bu görevi sonraki yıllarda The Rise and Fail of Bulgarian Connection (Bulgaristan Bağlantısının Yükselişi ve Çöküşü)" adlı araştırma kitabına konu olmuştu. Bu sonuç, Henze'nin kıymetini düşürmüyor. 887 "'Nicolas Bornozis, "This Turkey might yet fiy" Global Custodian, Fail 1997: Tlıo economy of TurkeyYanlış bilgilendirme operasyonlarının ömrü kısa oluyor ve "İnfluence Agent" yani yönlendirme ajanlarının kaderinde böyle şanssızlıkla) da bulunuyor. Ne ki, yalan propagandanın gerçek yüzü, yeterince gösterilmeyince, yalanın etkisi de kalıcı oluyor. Bu bakımdan yalan-propaganda sonuçları kestirilerek de yapılmış olabilir. MEQ (Middle East Quarterly)'nin danışmanları arasında İslam dünyasında ve Türkiye'de sıkça görülen John L. Esposito da bulunuyor. 

Onu Georgetown Üniversitesi'ndeki CMCU konferanslarından ve Homeyni Enstitüsü ile "İslam ve Laiklik" üstüne gerçekleştirdiği kapalı toplantılar düzenlemesiyle anımsıyoruz. Fethullah Gülenin Onursal Başkanı bulunduğu Türkiye gazeteciler ve Yazarlar Vakfı (TGV)'nın düzenlediği "Medeniyetlerarası Diyalog" konferansları ile TUSES Vakfının toplantılarına katılması nedeniyle belirli bir çevre dışında ünlenmemiş olan John Lee Esposito, Merve (Kavakçı) Yıldırım sayesinde birdenbire tüm Türkiye tarafından tanınır oIuvermişti. John L. Esposito, Merve (Kavakçı) Yıldırım'ı Georgetown Üniversitesi'ndeki konferansta konuşturmasaydı Türkiye'de bu denli ünlü olamazdı. Çünkü Türkiye, kendisine uzaktan gösterilene meraklı olup çıktı. İşte bu denli ünlü uzmanlarla bir arada bulunan Sabri Sayarı'nın "The prospects of Islamic Fundamentalismin Turkey" yani "Türkiye'de İslami Köktenciliğin Beklentileri" adını taşıyan o raporu RAND için yazdığı öne sürülüyor.[888] "Sevr sendromu" başlığıyla sürdürülen, psikolojik yanıltmaya yönelik propagandanın yeni 'Sevr' düzenini saklamaya yönelik olduğu bir parça anlaşılmış oluyor. Resmi girişimin yansımasını görebilmek için ABD Kongresi'nin hazırlattığı raporun açıklanmasının hemen ardında Türkiye medyasında yer alan "Lozan'ı tartışalım" manşetlerine ve yoğunlaştırılmış köşe yazılarına bakmak yeterli olacaktır. 888 Türkiye'de İslamcı Akımlar, Beyan yayınları, İstanbul 1990. 

ŞİMDİLİK BİTİRİRKEN...
* *Bu bölüm, ezberi şaşırtan, onurunu ve gururunu her koşulda koruyan gerçek gazetecilere adanmıştır. 'Ve intikama onun peşine takıldıysa onun kaçıp kurtulmasına olanak tanımaz; çünkü o komşusuna ihanet etmiş ve ondan nefret etmişti.' Joshua, XX.5[889] Operatörler, halkın zihnini denetim altında tutabilmek için "imaj" tasarımı oyununu oynamayı sürdürmüşlerdir. Yapılan işin anlamına denk düşen "göz boyama" kavramını kullanmaktan kaçınanlar halkın tek haber alma aracı olan basın ve görüntülü yayını denetim altına almayı başarmışlardır. Özellikle basın dünyasında görüş yayıcı ve görüş oluşturucu işlevi bulunan seçkin köşe yazarları, gazetelere müteahhit ve banker çevresinin egemen olmasıyla yükseltilen ücretlerle gazeteciliği ideal edinmiş genç gazetecilerden kopartılmış, özgün gazetecilik kimliğinden ayırdına varmadan uzaklaşmışlardır. Bu sürece, dış ülkelere uzun süreli geziler, içerde yabancı vakıfların parasal katkılarıyla gerçekleştirilen yatılı-yemekli seminerler, iyi otellerin iyi salonlarında yapılan gösterişli konferanslar eşlik etmektedir. 

Örneğin Alman Hıristiyan Demokrat Partisi’nin uzantısı Konrad Adenauer Stiftung, yerli gazetecilerle birlikte Anadolu’ya açılıyor ve seminerler (kursları) düzenliyor. Bir avuç gerçek gazeteci, bu gidişe direnmeye çalışıyor. Gazeteler ve televizyonlar, büyük şirketlerin yerlisine geçme aşamasını aşıp, dışardan hissedarlarla kurulan ortaklıklar sonucu, bir tür içerden yönlendirici kurumlara dönüşüyor ve ABD'de yaratılmış "manufacturing public perception" işini, yani halkın zihnine bir ön algılama süzgeci yerleştirmenin verdiği rahatlıkla hayasızca saldırıyorlar. "Project Democracy" operasyonunun dünyadaki uygulamalarına bakıldığında, Türkiye'deki uygulamanın kısa sürede amacına ulaşması ve başarı düzeyi şaşırtıcıdır. Türkiye'de kısa sürede darbeler yaşandı, iktisadi bunalım, borç şantajı derken, "siyasal istikrar" diye diye tahsilat yapanlar, bir anda partilerinden istifa ederek, hükümeti sarstılar. Ve iki yıldır bir türlü geçirilemeyen 889 "Tevrat'ta Goel olarak tanımlanan 'intikamcılık' geleneği son yıllarda Mossad ve ilgili bulunduğu diğer grupların yeniden dört elle sarıldığı bir kavram haline gelmiştir.(.) İntikamcı' adıyla bilinen kişi Yahudi geleneklerine göre, kendi adamlarından biri öldürüldüğünde onun intikamının alınması gerektiğini savunan kişiydi. Sığınak olarak kullanılan yerlerde bu tür korunma işlevinbi yüklenen kişiler vardı." Richard Deacon, İsrail Gizli Servisi, s.241. yasalarla, Lozan Antlaşmasının, azınlıkların eğitim hakkını tanımlayan 41. maddesi, ABD kongresinin raporuna koşutluk içinde değiştirildi, 
1936 yasasıyla sınırlanan azınlık vakıf örgütlenmesinin önünü açacak ve yeni toprak talepleri yaratacak vakıflar yasası değişikliği gerçekleştirildi. Aslında bunların olmaması şaşırtıcı olabilirdi. Çünkü bunca dolarla ve bunca siyasal-akademik-dinsel ilişkiyle desteklenen atölyeler boşuna çalışmamış, devletin bakanlıkları, adalet ve eğitim dahil, onca AB euro'suyla beslenen proje boşuna yapılmış olamazdı. 

Temmuz 2002'de birdenbire erken seçim kararı alındıktan sonra Kemal Derviş, hem bakanlığını yürütüp hem de hükümetin ana partisine muhalif yeni bir partinin kurulması çalışmalarına başlamıştı. Derviş, birdenbire ABD'ye, gidip 10 günlük çalışmanın ardından, ARI Derneği'nin önderi Kemal Köprülü'yle 4,5 saat görüştükten sonra, Ankara'ya gelip CHP başta olmak üzere partilerin Genel Başkanları ile siyasal görüşmeler yaptı. 

Daha sonra İstanbul'a dönen Kemal Derviş, 
TESEV kurucusu, Bilderberg üyesi Bülent Eczacıbaşı ile uzun uzun görüştü. Eczacıbaşı, TÜSİAD dünyasının duygularına tercüman olmak için mi bilinmez, "K. Dervişin arkasındayız" dedikten sonra, Ankara'ya dönen Kemal Derviş ilginç bir yemekte iş arkadaşlarıyla buluştu. Gazete haberini okuyalım: "Bir masada Kemal Derviş, Fikret Ünlü, Oya Ünlü, Kemal Köprülü (ARI), Haluk Önen (ARI), Damla Gürel (Genç ARI)..

 Öteki masada: İsmail cem ipekçi, Adıl Özkol, Osman Müftüoğlu, Mehmet Ali Bayar, Pars Kutay, Ömer Külahlı.. Bayar ve Cem ittifak kararını açıkladıkları günü akşamında.. Kemal Köprülü gençlik nezdinde, AB lobisi konusunda çalışmalarına hız verecekmiş. Ancak ARI hareketinden Haluk Önen, Bülent Taşar, Nail Yücesan ve (Zeynep) Damla Gürel, Kemal Dervişin yanında siyasete atılacakmış."[890] Haber her şeyi özetliyordu. Paul Wolfowitz'le Washington'dan tanıştıklarını söyleyenler, partilere dağılıyorlardı. Bayar, DYP'den aday oluyordu. Kemal Derviş ise CHP'ye yönelip, 

1. sıradan milletvekili adayı olurken, yanında Genç ARI'dan Zeynep Damla Gürel'i de götürüyordu. Genç ARI da, Mustafa Kemal'in Cumhuriyet Halk Partisi'nin devamı olma iddiasındaki partiden milletvekili adayı oluyordu. [891] Kemal Derviş Dünya Bankası'nda çalışırken onunla çalışan ve daha sonra da Devlet Bakanı Kemal Derviş'in yanında "asistan" 890 Funda Özkan, 'Mest' buluşması kaderin cilvesi, Radikal 10 Ağustos 2002. 582 891 DYP baraja kıl payı takılınca Bayar secilemedi. Derviş ve Zeynep Damla Gürel ise önce milletvekili oldular. Daha sonrada CHP Parti Meclisine üye olarak girdiler. Derviş aynı zamanda Genel Başkan Yardımcısı olarak seçildi. olarak bulunan Oya Ünlü ise, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın yardımcısı oluyordu. 

"Avusturya'da çok verimli çalıştık. Kendisini çok başarılı buldum. Onun sayesinde bir sürü randevu ve program gerçekleştirdik," diyen Deniz Baykal, Ünlü'nün hakkını verdikten sonra, 4 Kasım sonrasında hükümeti kurduklarında ekonominin başına Derviş'i getireceğini söyleyerek, "projecf'in başarısını ilan ediyordu.[892] Bu işlerde gazetecilerin payı pek de az değildir. Tam da bu aşamada CIA başkanının gazetecileri -Amerika dışındakiler de dahilkullanıp kullanmadıkları yönündeki soruya "naturally (doğallıkla)" diyerek verdiği yanıt yeterince anlamlı olmalıdır. Bu kitabın önemli bir parçasını oluşturması gereken medyanın ele geçirilişi ve yabancı ülkelerde gezilerden sonra yazarlardaki, örneğin "Como gölünden önce ve Como gölünden sonra" değişimleri sergileyecek gelişmeler, basın ve yayınla ilgili bilim kurumlarının lisansüstü ve doktora çalışmalarına konu edilecek derinliktedir. "Project democracy içinde medya ve medyacılar" gibi, başlı başına bir derinliği olan bu konuyu kitabın sonraki ciltlerine bırakırken, her öldürülüş yıldönümünde ağıtlar yakanları bir yana bırakarak, bağımsız, bağlantısız gazeteci, yarıda kesilmiş son sözün sahibi Uğur Mumcu'nun bir araştırmasına değinerek şimdilik bitiriyorum. 

KENDİSİNİ ÖLDÜREN PLASTİĞİN İZİNİ SÜRECEK
 Her yılın, 24 Ocak gününde Uğur Mumcu için toplantılar, gösteriler düzenlenir, ahlı-vahlı yazılardan geçilmez. Onun yakın arkadaşı olduğunu söyleyen gazeteciler, "Mumcu'nun bıraktığı dosyaların son sayfasını bir açalım ve yeni sayfalar ekleyelim, aydınlatılmamışları birazcık da biz ortaya çıkaralım," demezler. Hem dosyaların sararıp solmasına göz yumulur, hem de Uğur Mumcu'nun on yıl önce yazdıklarından alıntı yapıp, "Bak! O, bunu da yazmış," denilerek, işler kısa yoldan bitirilir. Hatta Mumcu'nun dosyalarında adından söz edilenler de anma gününde yürüyenlerin başını çekerler. 

Uğur Mumcu'nun dosyaları o denli boş olmalı(!) ki, o dosyalara yeni sayfalar eklemeyi düşünmemektedirler. Dahası, Uğur Mumcu için 'ahlar- vahlar' çeken politikacıların, yurt elden gidiyor diyenlerin çoğunun onun yazdıklarını okumadıkları da bir gerçektir. Politikacıları bir yana bırakırsak, okumaz-yazmaz keskinlerin tasasının, ezberledikleri yalan gerçeklerden kurulu sığınaklarının bir anda başlarına yıkılacağı korkusudur. Korkular, ağıtlarla ve keskin sloganlarla atlatılır atlatılmaz, yeni dünya düzenine uygun olarak yaşanmaya başlanır. 892 "

Tek başına CHP iktidarı 20 milyar dolara eşit" ve "Oya Ünlü ile iyi anlaştık" Hürriyet, 25 Eylül 2002, s.8, 20. Bu davranışların temel nedenini, Uğur Mumcu'nun öldürüldüğü günlere dönerek bulmaya çalışalım. O günlerde, tepkinin odağına İran yönetiminin ve yurtiçinde İslamcı olarak adlandırılan kesimin oturtulduğunu anımsayacağız. Ankara'da cenaze arkasından yürüyenlerin ve Anadolu'nun birçok yerinde gösterilere katılanların ortak sloganı da "Laik Türkiye! Mollalar İran'a!" idi. Uğur Mumcu, kuşkusuz Türkiye'nin laik devlet düzeninin korunması üzerine düşünceler geliştirmiş, yazılar yazmış, konuşmalar yapmıştı. Ama, onun yazılı olarak okurlara ulaşan araştırmalarında, dünyaya, bölgeye ve Türkiye'ye egemen olmak isteyen güçlerin oyunlarını ortaya çıkarmaya çabaladığı da görülmektedir. 

Bu oyunların aynasında devlet yönetimlerinin kirli operasyon örgütleriyle ilişkileri, bu örgütlerin doğrudan ya da dolaylı yönettiği ve yönlendirdiği daha alt örgütler, silah kaçakçıları, pis oyunların parasal kaynağını yaratan uyuşturucu kaçakçıları, altın kaçakçıları yer alıyordu. Kuşkusuz başka ülkelerde de bu tür araştırmalarla dünyayı uyandırmaya çabalayan, Uğur Mumcu gibi araştırmacılar bulunmaktadır. Ne var ki, Uğur Mumcu dünyanın en belalı, en kapsamlı dolapların çevrildiği bir bölgesinde ve o bölgenin en kilit konumdaki ülkesinde yaşıyordu. Bunun anlamı açıktır. En kapsamlı, en uzun süreçli, en pahalı komploların uygulandığı bir bölgede merkez konuma sahip bir ülkede, kirli işler ağının bir ilmiğini çekiştirmek, inatçı bir araştırmacıyı büyük komploların, büyük senaryoların odağına yaklaştırır. Bu araştırmacı, gerçeği ortaya çıkarmakta kararlıysa ve aydınlatma işini bireysel gönenci ya da ününe ün katmak için değil de, gerçeğin ortaya çıkarılması ve varsa adaletin yerine getirilmesi için yapıyorsa, komploculara vereceği zarar da o ölçüde büyük olacaktır. Uğur Mumcu'yu anlamak, onun izini sürdüğü konuyu gerçeğe ulaşıncaya dek bırakmadığını okuyucuya anlatmak için, kararlı araştırmacılığının birkaç örneğine, onun dosyalarındaki sararan yapraklarına ve onun bıraktığı yerden sonra ekleyeceğimiz birkaç ilmiğe bakmak yeterli olacaktır. 

YALAN BULUTUNUN DAĞITILIRI 
Papa suikastının ardından bir bilgilendirme kampanyası başlamıştı. Bu kampanyanın iddiası, suikastın KGB adına hareket eden Bulgar gizli servislerinin denetiminde gerçekleştirildiğiydi. Bilgilendirme kampanyası kısa sürede sonuç vermiş ve birkaç Bulgar memur İtalya'da Ağca ile birlikte yargılanmıştı. Ne ki, söz konusu bilgilendirme kampanyasının tutarlılığı batı dünyasında tartışılır olmuştu. Bu tartışmalar daha çok senaryo iddialaşması gibiydi. Kampanyanın yöneticisiyse, ABD Milli Güvenlik Kurulu görevlilerindendi. Kampanyada Papa'yı vuran Ağca'nın geçmişilişkilerinden söz edilmiyor ve Türkiye'deki bağları göz ardı ediliyordu. İşte bu noktada, Uğur Mumcu, yazılarıyla, kampanya sahibinin yanlış bilgilendirme çabalarını boşa çıkarmıştı. Papa'ya suikast davasının dosyalarını inceleyen Uğur Mumcu, her şeyden önce bu yönlendirme bilgilerini yayan Paul B. Henze'nin, 1974-1977 arasında Türkiye'de CIA İstasyon Şefi olduğunu, 12 Eylül darbesini savunduğunu yazarken, onun tetikçinin ilişkileri üstüne yayınlarında eksik bilgilendirme yapmakta olduğunu açıkladı. 

Burada hemen belirtmeliyiz ki, yönlendirme ajanlarının görüşlerini aktaran yayınlarda onların operasyon örgütlerindeki görevlerini görmezden gelindiğine sıkça rastlanır. Henze için de bu böyle olmuştur. Paul Henze'nin TV programlarında ve "Wall Street Journal" , "Christian Science Monitör" ve "Readers Digest" gibi yayınlarda, onun devlet görevi yaptığından söz edilmekle birlikte ClA'daki işi anılmıyordu. Yeri gelmişken Henze'yi biraz tanıtalım. Henze, 1952-1958 arasında ClA'nın llRadio Free Europe" yayınlarını yönetirken, Hitler'in yanlış bilgilendirme uzmanı Goebbeis'in tekniğini uygulayarak, deneyim kazanmıştır. 

Bu tür yönlendirme yayınlarını ise büyük usta Ailen Welsh Dulles örgütlüyordu. Henze, 1974-1977 arasında Türkiye İstasyon Şefliğinin ardından ABD Milli Güvenlik Kurulu kadrosuna (1977-1980) geçmiş ve Akev de, Türkiye dahil birçok ülkeden sorumlu CIA irtibatçısı olarak çalışmıştır. Henze, American Turkish Foundation'da yaklaşık 10 yıl mütevelli heyeti üyesi olarak bulunmuş ve 1990'dan sonra RAND Corporation' da danışmanlık görevini üstlenmiştir.[893] Henze'nin 12 Eylül yönetimini destekleyen yayınları dikkat çekmiştir. İşte Uğur Mumcu, böyle bir ustanın yönettiği yanlış bilgilendirme operasyonunu görmezden gelmemiş ve dava dosyalarındaki bilgileri, İtalya ve Mallorca'ya giderek yerinde yapmış olduğu araştırmalarla zenginleştirmiş ve Türkiye'de kargaşa ortamının arkasındaki silah ticaretiyle, beyaz zehir kaçakçılarıyla, İtalyan Gladio'su ve mafyasıyla ilişkileri yazmıştı. Bu yayın sonunda Washington kaynaklı yanlış bilgilendirmenin önünü alınmıştır. 

Yanlış bilgilendirme operasyonunun suikastla olan bağı çözülememiştir; ama Uğur Mumcu'nun bu derin araştırmasının sonunda yazmış olduğu "Papa, Mafya, Ağca" kitabı, Amerikalı araştırmacıların da gözünü açmıştı. Yanlış bilgilendirmenin bir maşası olan gazeteci Claire Sterling'in, CIA adına yazılar yazdığı ortaya çıkarılmış; suikasta ilişkin yanlış bilgilendirmeyi konu edine ve 1986'da yayımlanan "The Rise and Fail Of The Bulgarian Connection" adlı kitap Uğur Mumcu'nun açtığı pencereden bakılarak 893 Graham E. Fuller and lan O. Lesser with Paul B. Henze and J.F.Brovvn, Turkey's New Geopolitics From the balkans to VVestern China, s. 187 kurulmuştur.[894] Uğur Mumcu için bu konu, bir kitap yazmakla kapanamazdı kuşkusuz. 

Kitap 1984'te yayımlandıktan sonra da ağı ilmik ilmik çözmeye çabaladı. Onun hangi derin karanlıkları inatla karıştırdığına da iyi bir örnektir bu konudaki tutumu. Uğur Mumcu, 19 Haziran 1982de, suikast silahı ile ilgili olarak, dava dosyasından aldığı bilgileri yazıyordu. Tabanca, Belçika'da Fabrique Nationale Herstal firmasında üretilmiş, 1979'da Schroeder firmasına devredilmiş. Aynı tabanca, daha sonra 1980'de, İsviçre'nin Neuchatel kentindeki Grisel Petit Pierre firmasına gelmiş ve Avusturya'da yerleşik, Nazi yanlısı aileden gelme, silah tüccarı Horst Grillmayer adına Tinter Otto adlı kişi tarafından Nisan 1981'de satın alınmış. Grillmayer, gizli duruşmada devlet hesabına çalıştığını bildirdikten sonra ortadan kaybolmuştur.[895] Uğur Mumcu'nun dünyadan zamansız koparılışının ardından, ne yazık ki, Horst Grillmayer'in izinin sürülmesi yarım kalmıştır. 

Oysa, Horst Grillmayer adına son yıllarda uluslararası tabanca atış şampiyonalarında, örneğin 18-31 Ağustos 2000 Avustralya Olimpiyatlarında Avusturya atıcılık takımında rastlanmaktadır. Yine Uğur Mumcu'ya dönelim. Onun Papa olayını deşmesinin ardından on yıl geçiyor. Suikast magazin haberlerine ve M. Ali Ağca ile ilgili ruhanilik öykülerine konu edilip unutturulurken, Uğur Mumcu, gazetedeki köşesinde konuya bir kez daha dönüyordu. ABD'nin Ortadoğu ülkelerinin iç düzenlerini bozmasına değiniyor, İran'da, kendi ülkesindeki petrolden biraz daha fazla pay almak isteyen seçimle gelmiş Başbakan Dr. Musaddık'ın komployla devrilmesinde, zamanın ABD Dışişleri Bakanı J. Foster Dulles ile onun kardeşi CIA Direktörü Ailen Welsh Dulles'in paylarını gösteriyordu. 

Uğur Mumcu, bununla da kalmıyor, Dulles kardeşlerin yönettiği Sulivan-Cromulell şirketinin, aynı zamanda Anglo-Iran Oil şirketinin danışmanı olduğunu, bu petrol şirketine sermaye sağlayanın da, J. Henry Schroder Bankerlik firması olduğunu yazıyordu. Bununla da yetinmiyor. CIA yöneticisi Ailen Welsh Dulles'in aynı zamanda Schroeder'in New York şubesinde yönetim 894 Edvvard S. Herman , The Rise and Fail of Bulgarian Connection. 895 Grillmayer, Kanada polis grubunda deneme nişancısıydı. ABD savunma bakanlığı için çalışmış, Avusturya ordusuna katılmış, 1974 BM kuvvetlerinde onbaşı olarak yer almış ve Golan'da mayın arama çalışmalrına katılmıştı. 

1976'da Avusturya'ya dönmüş silah tüccarı lisansı almış ve Lübnan'a, Türkiye'ye ve Afrika'ya silah satmaya başlamıştı. "Grillmayer bir yasallık görüntüsü içinde , her çeşit kaçakçılık işini demir perde ülkelerinde bile sürdürme ve Avusturyalı, Alman, Amerikan ve İsrailli gizli servislerle yakın ilişkiler kurma yeteneğine sahipti. (..) Tintner, (..) Grillmayer lisansıyla İs-viçre'den yirmibir tane satın almıştı." Bu silahlardan 4 tanesini Nisan 1981 başında Ağca ve Oral Çelik'e sattı. Jean-Maıie Stoerkel, Mesih Papayı Neden Vurdu?, s.95-96. kurulu başkanlığı yaptığını ekliyordu.[896] Böylece suikast silahının izi boyunca görülen Schroeder Bankacılık'ın, ABD bağlantılarına ışık tutuyordu. Suikast silahının ve suikasta bulaşık kişilerin ilişkileri, mafya - İtalyan Gladiosu - CIA - Banker Calvi - Vatikan ilişkileri, P2 Mason Locası ve Amerikalı Kardinal Mercinkus'un Vatikan Bankası (lOR)'nda oynadığı rolleri, tek tek yazıya döküyordu.[897]

 Mumcu, karanlık suların altındaki ilişkilere el atmıştır. Bu kişilerden Dulles kardeşlere ve ABD şirketlerinin geçmişlerine kısaca değinirsek işin ciddiyeti de anlaşılacaktır. Sullivan-Cromwell finans danışmanlığı şirketi büroları, John Foster Dulles ve 1953'te ClA'nın başına getirilen Ailen Welsh Dulles (1894-1969) tarafından kullanılmıştır. Kendi eşi tarafından bile "köpekbalığı" olarak adlandırılan Ailen Welsh Dulles, II. Dünya Savaşı döneminde Amerikan askeri istihbarat örgütü OSS (Office for Strategic Services)'nin Bern (İsviçre) şubesini yönetmiş; Gestapo İstihbarat generali Gehlen'in ekibiyle -elbette evraklarıyla birlikteABD istihbaratına kazandırılması operasyonunda yer almış; daha sonra ClA'nın kuruluş yasasının taslağını hazırlamıştır.[898] CIA'in operasyondan sorumlu direktör yardımcısı olarak göreve başlayan Ailen Welsh Dulles, 1953'te CIA direktörlüğe getirilmiştir. Dulles'in Nazi ilişkileri oldukça eskidir.[899] Savaştan altı yıl önce, Eylül 1933'te Führer ile bir toplantıya da katılmıştır. 

Dulles (yani CIA) ile banker John Henry Schroder adlarına 1954'te gerçekleştirilen Guatemala operasyonunda da rastlıyoruz. Guatemala'da seçimle gelen yönetim, Sovyet tehdidi bahane edilerek, düzenlenen bir komplo sonunda devrilmişti. Oysa Sovyetlerin bu ülkede elçiliği bile bulunmuyordu. Welsh dönemi, ClA'nın, Kamboçya, Küba ve birçok ülkede iş tuttuğu dönemdir. Dulles, 1920'de Türkiye ve Körfez petrol bölgesi için, askeri ve 896 Petrol ve Siyaset, Cumhuriyet, 15 Aralık 1992. 897 Türk ve Kürt, Cumhuriyet, 10 Aralık 1992. 898 Nazi generali istihbarat şefi Gehlen, ABD saflarına katıldıktan sonra ClA'nın ilk kuruluş yıllarından sonra yeni elemanlar eğitti. ClA'de örtülü operasyon ve counterterror eğitim programlan onun yönetiminde geliştirildi. Gehlen çok sayıda Nazi, suçlunun ABD'ye geçişini sağladı. 

Gehlen'in elemanları arasında Kızılordu'dan SS kıt'alarına katılan Ruzi Nazar da vardı. Ruzi Nazar, ABD Ankara Büyükelçiliği'nde görev yaptı. Şimdi ABD'de yaşamaktadır. Gehlen eğitiminden geçenler, CIA'in MAH (MİT) ile doğrudan çalışmaya ve doğrudan para ödemeye başladığı dönemden sonra yönetici konumuna geldiler. Onların yetiştirdiği elemanlar da sonraki operasyonları ve işkence seanslarını yönettiler. Gehlen öğrencilerinden Paul B. Henze, Ruzi nazar, Graham Fuller ve Fuat Doğu (sonra MİT Müsteşarı) Türkiye'de birlikte çalıştılar. 

Soner Yalçın- Doğan Yurdakul, Bay Pipo, 134. 899 Anthony Sutton, "VValI Street and The Rise of Hitler" den aktaran Uri Dovvbenk, Nitro News 12-09-1999ekonomik istihbarat yapmıştır. Alman Baronu Kurt von Schroeder tarafından kurulan bankerlik şirketi, daha sonra Londra'da John Henry Schroder Ltd. ve New York'ta John Henry Schroeder Corporation adıyla kurulmuştur. Bu "Schroder New York"un danışmanı Sullivan-Cromulell şirketidir. 

Ailen Welsh Dulles, bu Sullivan-Cromvvell şirketinde etkin bir danışman olarak, 1926-1933 arasında Prusya'ya 30 milyon dolar hazine yardımını örgütlemişti. Schroder N.Y şirketi, Hamburg'daki şubesi aracılığıyla ITT firmasının parasını 1944'te Himmler'in SS örgütüne akıtmıştır. Amerikan ordusu Almanya'ya girmeden önce, Schroder'in Başkan Yardımcısı Bogdan, aceleyle Almanya'ya yollanmış ve böylece Nazi ilişkilerine ait belgeler açığa çıkmadan alınabilmiştir. Şimdi, Uğur Mumcu'nun adından sıkça söz ettiği, Vatikan bankeri olarak bilinen ve boynundan asılı olarak bulunan Calvi üstüne bilgilere biraz katkıda bulunalım. "Calvi" adı bizi Londra bankerlerine, eroin-kokain parası aklayan İsviçre bankalarının ilişkilerine götürür.[900] Aynı ad bizi, artık bize yabancı gelmeyen, "sivil" toplumcuların çok beğendikleri için İstanbul'a getirip konferans verdirdikleri, ulusal para piyasalarını altüst etmekle ünlü bir kişiye; Soros'a, Soros'un şirketlerine, Soros'un vakıflarına ve nihayet Londra bankeri Rothschild ailesine götürür. 
Soros dünya egemenliği operasyonu "project democracy"nin para kaynaklarından biridir. O'nun izlerine, Yugoslavya'da, Malezya'da, Ukrayna'da, Varşova'da, Moskova'da ve ayrıca içlerinde Türkiye'nin de bulunduğu 90 ülkede daha rastlanır. Dulles gibilerinin ilişkilerini bilerek yola çıkanlar, gerçeğe ulaştıracak bilgi ve belgeleri er ya da geç ele geçirirler. Geçirirler de, önleri kesilmezse. Uğur Mumcu bu tür sonu bilmiyor muydu? Kuşkusuz biliyordu, ama onun için önemli olan gerçek idi ve gerçeğe ulaşmaktan asla vazgeçemezdi. 

RAND RAPORU VE SONRASI
 Petrol çıkarları çevresinde örülen pis ağın ilmiklerini çekiştiren Uğur Mumcu, 1984'te yayımlanan kitabıyla yetinebilir ve bu konuları bir daha karıştırmayabilirdi. On yıl sonra, hem de Ortadoğu'da, Kürt Federe Devleti senaryolarının da uygulamaya konulduğu, devletlerin ulusal çıkarlarını koruma politikalarının tehdit olarak değerlendirip, devlet yetkesinin zayıflatılma operasyonun başlatıldığı bir anda, geçmişe dönüp iz sürmek, ancak Uğur Mumcu'ya has bir tutum olabilirdi. Ne para, ne pul, ne de şan ve şöhret onun umurunda olamazdı.. 

Uğur Mumcu, 1992 yılında, günümüzde "Avrasya Projeleri" olarak adlandırılan, Orta Asya ve Kafkasya'da egemenlik tezgâhlarını 900 EIR, November 1, 1996 da kurcalamaktan geri kalmamıştır. Henze'nin eşgüdümünde yapılan Türk cumhuriyetleri gezilerini, Kafkasya'yı karıştırma senaryolarını, Özal tarafından açılan Türk-Kürt federasyonu tartışmalarının dibini araştırıp yazmayı iş edinmiştir.[901] Uğur Mumcu'nun edindiği her iş, bir büyük komployu açığa çıkarmaktadır. Ancak bu komploların en büyüğünü 1992 sonunda ve 1993 başında, öldürülmesinden kısa süre önce açığa çıkarmaya başlamış olduğu anlaşılıyor. 

Türkiye üzerine geliştirilen, adı ne olursa olsun, merkezi egemenlik gücü zayıflatılmış bir devletin altında, her telden çalman çok etnikli, mozaik içinde mozaik bir ülke oluşturmaya yönelik operasyonun en önemli girişimine engel olmaya çabalamıştır. Mozaiğin en önemli parçası Ortadoğu ve Türkiye'nin güneydoğusunda kurulacak olan güdülebilir bir Kürt devletidir. Diğer parçalar ise Kafkas etnik kökenlilerce oluşturulmaya başlanacaktır. Son yıllarda ayyuka çıkarılan, dahası politik amaç olarak hedefe alınan, kimlik tartışmalarının, terörün tırmandırılmasının, din, mezhep, tarikat tartışmalarının yoğunlaştırılmasının, gelecekte sorun yaratacak büyük oyunun başlangıcı, Amerika'da CIA denetimindeki Amerikan Hava Kuvvetleri şirketlerinden USIP'in alt şirketi, RAND Corporation tarafından hazırlattırılan ve 1990'da yayımlanan rapora bağlanmaktadır. Uğur Mumcu'nun yazdıklarından, bu rapordan bilgisi olmadığı anlaşılıyor. 

Bilgisi olsaydı PKK hareketinin arkasını araştırırken konuyu daha geniş bir kapsamda ele alabilirdi. Bu onun karşılaştığı sonu değiştirmezdi belki, ama hiç olmazsa araştırmasını belli bir aşamaya da yükseltebilirdi. Çünkü işin bir irtica ya da Kürt- İslam ayaklanmasını aştığını, Türkiye üzerine oynanan "project democracy" oyununun sonuçlarının Ortadoğu ve Asya'ya bağlandığını bilerek bakabilirdi o dosyalara. RAND raporunda önerilen adımları bir kez daha gözden geçirirsek. 1992 yılında olan biteni ve bu rapordan söz etmese de Uğur Mumcu'nun bu gelişmeleri hiç olmazsa dinsel oyun temelinde durdurmak üzere giriştiği son araştırmayı kavrayabiliriz. 1990 yılında yayımlanan RAND Corporation Raporu, Türkiye'deki İslami hareketin, partilerin, örgütlerin devletle ilişkileri konusunda önemli saptamalar içermektedir. 

Türkiye dinsel ortamını tarihsel gelişim değerlendirmesiyle ele alan bu raporda, öncelikle dinsel hareketlerin ve toplulukların kimliği ile Kürt hareketinin ideolojisi ortaya konulmaktadır. Raporda, ABD politikacılarına, karar vericilere yol gösterilmektedir. Amerikan türü raporlardaki dolaylı anlatım bir yana bırakılırsa, raporun ülkemizle ilgili saptamaları ve yol göstericiliğini bu rapordan bir kez daha özetleyelim: -Militan Kürt gruplar Marksizmden İslam'a yönelirlerse, Kürtleri devlete karşı harekete geçirirler ve İslamcı hareket Türkiye'de daha etkin olabilir. 901 Uğur Mumcu, "Henze'nin İşi," Cumhuriyet, 17 Mayıs 1992.- Türkiye ve İran, Kürt sorununda işbirliği yapıyorlar. Türkiye ile İran'ın arası açılırsa; İran, Türkiye Kürtlerini desteklemeye başlar. Ancak Kürtlerin aşiret rekabetleri birliği önlüyor. - Alevi-Sünni çatışmasının Türkiye'nin iç düzeninin nasıl bozduğunun örneğini görmek için 1970'lerdeki çatışmalara bakmak gerekir.[902/ 903] - ABD, Türkiye'de laik rejimi desteklerse, İslamcıları karşısına alır. 

Bu nedenle ABD, hassas bir politika izlemeli. -ABD, Türkiye'deki İslami hareketi daha yakından tanımalı, onların ideolojileri hakkında daha çok bilgilenmeli ve diplomatlarını eğitmeli. Görülüyor ki, Uğur Mumcu'nun son araştırmaları, raporda belirtilen Kürt devleti projesine uygun olarak, Kürt milliyetçiliği ile İslami hareketin cephe birliğine evirilmesine ve mozaiğin en büyük parçasının oluşumuna engel olmak için çabaladığını göstermektedir.

 İlginç olan Uğur Mumcu'nun RAND raporunu bilmeden, salt yurtseverlik duyarlılığı ve araştırmacılığıyla bu işlere yönelmesidir. Uğur Mumcu öldürüldükten kısa bir süre sonra, zamanın Cumhurbaşkanı Özal, "federasyon tartışılmalıdır" demiş ve Mayıs 1993'te İstanbul'da, Kürt hareketini temsil edenler, Kürt Nurcuları, dinci parti danışmanları, bir konferansta buluşmuşlardır. Bu toplantıda, PKK’ya bağlı Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi (ERNK)'nin alt örgütü Kürdistan İslam Hareketi (KİH)'nin başkanı, Kürt İslam hareketi temsilcileri bir araya gelmiştir. Aynı toplantıda KİH Başkanı Kürt hareketinin birleştiğini ilan etmiş, eyalet sisteminin yararları anlatılmıştır. 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...