05 Mart 2015

İKİNCİ BÖLÜM MİLLİ ÇÖZÜM EKİBİNİN KAFA YAPISI VE BİLGİ KAYNAĞI Ayetlerle Döneklik Siyaseti Ve İSRAİL’İN TÜRKİYE STRATEJİSİ


 İKİNCİ BÖLÜM 
 MİLLİ ÇÖZÜM EKİBİNİN KAFA YAPISI VE BİLGİ KAYNAĞI
Ayetlerle Döneklik Siyaseti
Ve
İSRAİL’İN TÜRKİYE STRATEJİSİ
“Müminin niyeti ve gayesi, amelinden hayırlıdır; münafığın ise, gösterişli gayretleri ve
girişimleri niyetinden hayırlıdır” (Hadis-Camıüs-Sağir)
Dikkatlerinize arz edeceğimiz ayeti kerimelerde, muteber tefsirlerin ve Türkçe
meallerin bir özeti verilmiş, parantezli açıklamalarda “Yahudi ve Hıristiyanlar”
karşılığı “Siyonist ve Emperyalist merkezler” tercih edilmiştir. Dış güçlerin işgal
orduları göndermek yerine demokratik manipülasyonlarla iktidara getirdikleri
işbirlikçi adamları eliyle ülkeleri kontrol etme ve sömürme taktikleri daha risksiz ve
daha etkilidir. Evet, kendi halkına ve milli davalarına hıyanet ederek zalim ve kâfir
lobilerle gizli işbirliğine girişen dönek ve ödlek karakterli, ama vitrin mankeni ve şov
yetenekli tiplerin gerçek niyetini ve tıynetini bu kadar net şekilde ortaya koyması,
Kur’an’ın bir mucizesidir. İşte genellikle “cesur ve akıllı adam ve demokrasi
kahramanı” diye reklam edilen bu kişilerin psikolojik kodlarını çözen ve bozuk ruh
haritalarını deşifre eden ayetlerin ilmi izahlı mealleri:
(Münafık döneklerin halini bilin ve onlara söyleyin:)
“…. Sonra pek azınız hariç (Hak davanızdan ve sadakat iddianızdan) dönüp
(hıyanet ettiniz). Siz zaten (hala yüzünüzü ve yönünüzü Haktan çeviren) dönek
kimselersiniz!” (Bakara: 83 son kısım)
“Her kim kendisine 'dosdoğru yol' apaçık belli olduktan (Hidayet ve hakikati
bilip tanıdıktan, Hak ile Batılın farkına ve şuuruna vardıktan) sonra, (dünyalık makam
ve menfaat hırsıyla) elçiye muhalefet edip (haklı ve hayırlı hareketten ayrılırsa) ve
mü'minlerin yolundan başka bir yola (Siyonist ve Haçlı İttifakına ve Şeytani
kurallarına) uyarsa, onu döndüğü (ortam ve ortaklıkta) bırakırız (bu hıyanet ve
hakaretinden dolayı tekrar hakka ve hidayet yoluna dönmesine fırsat tanımayız ve
hidayetini karartırız) ve (ahrette de) cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!..”
(Nisa: 115)
“İnsanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri (kahramanlık
gösterileri, başarılı girişimleri, kolaycı ve çıkarcı projeleri) hoşuna gidecektir ve
(böyleleri) kalbindekine (münafıklık ve menfaatçilik düşüncesine) rağmen Allah'ı
şahit getirir (yeminler ederek dine ve davaya sadık ve samimi olduğunu belirtir);
oysa o (gizli ve tehlikeli) azılı bir düşman (yerindedir).” (Bakara: 204)
“(Bu tipler), iş başına (iktidara) geçti mi veya (Hak davadan döneklik ederek)
sırtını çevirip gitti mi (ülkesinde ve) yeryüzünde (barış kılıflı) bozgunculuğa
girişmeye, ekini ve nesli helak etmeye çaba gösterir (Genleri ve GDO’ları bozulmuş
İsrail tohumları ile bitki ve hayvan türlerini ve bebeklerin-gençlerin geleceğini
tahribe yönelir). Allah ise, (fitne ve fesadı) bozgunculuğu sevmeyendir.” (Bakara:
19
205)
“Bunlara: "Allah'tan kork" (bu hıyanet ve tahribatlarından vazgeç) denildiğinde,
büyüklük gururu (ve sapkınlık durumu) onu (daha da kuşatır ve) günaha sürükler.
Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o.” (Bakara: 206)
(Oysa) “İnsanlardan öylesi vardır ki, Allah'ın rızasını ara(yıp kazan)mak
amacıyla nefsini (hevasını, dünyalık rahatını ve menfaatini) feda etmekte (zulme ve
hıyanete karşı tek başına direnmekte ve her türlü baskı ve barbarlığa göğüs
germekte)dir. Allah, kullarına karşı (Rauf) şefkatli ve sahiptir. (Münafık ve menfaatçi
tipler ise, dinlerini ve davalarını satıp dünyalık makam ve menfaat elde etmektedir).”
(Bakara: 207)
“Ey iman edenler, hepiniz topluca "barış ve güvenliğe (Silm'e, İslam'ın selamet
ve saadet düzenine) girin ve şeytanın (Siyonist ve emperyalist odakların) adımlarını
izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.” (Bakara: 208)
Görünürde İsrail, ABD ve AB karşıtı pozlar takınıp halkına hava atan ve
toplumun havasını alanlara, gerçekte ise dış güçlerin sinsi ve Siyonist planlarına
taşeronluk yapanlara, hem Müslümanları, hem malum odakları idare etme
münafıklığını:
“Yoksa bunu kendilerine saçma-akılları (ve hayali kurguları) mı emrediyor?
Yoksa onlar azgın bir kavime (mensubiyetleri dolayısıyla mı böylesi hile ve
hıyanetlere girişebiliyor?)” (Tur: 32)
“Öyleyse sen onları (ilahi bir inkılâpla tepetaklak yıkılacakları ve darbeye)
çarpılıp derbeder olacakları günlerine kavuşuncaya kadar bırak.” (Tur: 45)
“Böylece bütün Nebilere (ve Hak dava elçilerine), insan ve cin şeytanlarından
bir düşman kıldık. Onlar birbirlerini aldatmak için yaldızlı sözler fısıldaşır (Elçilerle
yakın çevresindeki Şeytaniler, sanki birbirlerine güveniyormuş tavrıyla sahte
iltifatlar yağdırır). Rabbin dileseydi (izin vermeseydi) bunu yapmazlardı. Öyleyse
onları (Hak davaya sızmış insan suretli Şeytanları) yalan olarak düzmekte
olduklarıyla baş başa bırak.” (Enam: 112)
“Bir de ahirete inanmayanların kalpleri ona (marazlı münafıklara) meyletsin de
ondan (bu yaldızlı ve saptırıcı iddia ve iftiralardan) hoşlansınlar ve yüklenmekte
olduklarını (suçlarını ve sorumluluklarını) yüklenedursunlar (diye Allah C.C. bu
fırsatı onlara tanır).” (Enam: 113)
“Şimdi o, size Kitabı açıklanmış olarak indirmişken ve kendilerine Kitap
verdiklerimiz(in sadıkları da), bunun gerçekten Rabbinden hak olarak indirilmiş
olduğunu bilmekteyken, (ben kalkıp) “Allah'tan başka bir hakem (ve Kur’an’dan-
Resulüllah’tan başka mihenk) mi arayayım? Şu halde, sakın kuşkuya (ve
umutsuzluğa) kapılanlardan olma.” (Enam: 114)
Ortadoğu ve İslam coğrafyasının bugün içinde bulunduğu perişanlığın ve
parçalanma senaryolarının ipuçları ve arka planı 1982’de hazırlanmış bir raporda
tüm ayrıntılarıyla yer almaktadır. “YİNON” denen Siyonist plana göre Büyük İsrail
için bölge ülkelerinde küçük devletler kurulacak ve Türkiye parçalanacaktır.
Yinon Planı ve İsrail’in Türkiye hesapları!
Oded Yinon’un hazırladığı raporda, “İsrail’in varlığının İslam ülkelerinin parçalanarak küçük
yapay devletlere bölünmesine bağlı olduğu” vurgulamaktadır. Raporda, İsrail’in stratejik yapılanmasının
ancak Türkiye ve Ürdün’ün yardımlarıyla gerçekleşebileceği, bunun ön koşulunun da Refah-Yol Hükümeti’nin
bir an önce görevden uzaklaştırılması gerektiği hatırlatılmıştır.
Oded Yinon tarafından Şubat 1982’de Dünya Siyonist Teşkilatı yayın organı Kıvunım (Yönelişler)’da
20
yayınlanan, “Bin Dokuz yüz Seksenlerde İsrail Stratejisi” (A Strategy for Israel in the Nineteen Eighties)
adlı makalede etnik, dini ve mezhep ayrışmalarıyla irili ufaklı parçalara ayrılmış yeni bir Ortadoğu’nun,
İsrail’in varlığı için gerekli olduğu üzerinde durulmaktadır. 1996’da Neocons’lar (Neo-Conservative),
Benjamin Netanyahu’ya sundukları Oded Yinon doğrultusundaki “A Clean Break” adlı raporda, İsrail’in
stratejik hedeflerinin ancak Türkiye ve Ürdün’ün yardımlarıyla gerçekleşebileceği belirtilip bu planın
kusursuz bir şekilde işleyebilmesi için Türkiye’deki Erbakan Hükümeti’nin bir an
önce görevden uzaklaştırılması tavsiye olunmaktadır.
Siyonist Wolfowitz, 2003’te açıklamıştı!
Refah-Yol’un görevden uzaklaştırılması için büyük çaba gösteren ve başını ünlü Siyonistlerden
Douglas J.Feith, Eric Edelman, Morton Abramowitz, Alan Makonsky, Richard Perle, Paul Wolfowitz ve
Harold Rhoda’nın çektiği Neocon Üst Şahinler (Neocon Uber Hawks), Ortadoğu haritasının
değiştirilmesi için hala da büyük çaba harcamaktadır. Hatırlanacağı üzere, Paul Wolfowitz, 2003’te
yaptığı bir açıklamada, Suriye’de de Irak’ta olduğu gibi değişiklik olacağını ve iç savaş çıkacağını
açıklamıştı.
Mısır’da ortaya çıkan kargaşa, Irak ve Suriye’deki kaos, Tunus ve Libya’daki iç kavga, yıllar
önce Oded Yinon’un ortaya konulan ve Amerikalı Siyonist Şahinler tarafından şekillendirilmeye
çalışılan yeni Ortadoğu planının adım adım işlediğinin kanıtıdır. İran ve Türkiye’nin parçalanmasının
da plandaki hedefler arasında olduğunu belirtmemiz lazımdır.3
1995’te Washington Enstitüsü Yakın Doğu Politikası (Washington Institute for Near East Policy)’na
bağlı Türk Araştırma Programı (The Turkish Research Program) direktörü Alan Makovsky liderliğindeki ekip
tarafından, Ortadoğu’daki yeni siyasi yapılanmalar planı çerçevesinde hazırlanan “Refah ve Erbakan” adlı
çalışmalar ve bu kuruluşun geçici direktörü Helene Kane Finn tarafından kaleme alınan Türkiye’nin önde
gelen politik, askeri ve akademik yöneticilerine yönelik kapsamlı araştırmalar üzerinde, nedense yeterince
durulmamıştır.
Neoconslar, Irak’ta Saddam Hüseyin sonrası ortaya çıkarılan Sünni-Şii ayrışması ve Kuzey Irak
Bölgesel Kürt Bölgesi benzerinin Suriye için de uygulamaya konulması için büyük çaba harcamaktadır. Keza,
İran’da Kürt, Arap, Azeri ve Belucîler arasında ayrışma sağlanmasıyla, İran’daki mevcut rejimin
çökertilmesinin daha rahat gerçekleşebileceği vurgulanmaktadır.
1982’de İsrail plan yapmış, tuzak hazırlamış, Müslüman coğrafyayı yok etmek için inceden inceye
düşünmüş taşınmış ve bu coğrafyayı etnik köken ve dini mezhep temelinde ayrıştırıp parçalamak için Kurt
Kapanı tasarlamıştır. Suriye beşe, Mısır dörde, Irak üçe parçalanmalı, bunun için her şey yapılmalı diye
yazmıştır ve bugün Müslüman coğrafya İsrail’in dediği gibi giderek ayrışmaktadır. Ve işte büyük bir
hıyanetle Erbakan’dan koparılan ve “dindar kahraman” kılıfıyla iktidara taşınan AKP’ye bu Siyonist
planlara maalesef (bilerek veya bilmeyerek) taşeronluk yaptırılmaktadır.
Dünya Siyonist dergisi Kivunim'de, 1982'nin Şubat ayında sessiz sedasız bir makale yayınlanmıştı.
Makalenin adı; "1980'lerde İsrail İçin Strateji". Yazarı; Yahudi bir diplomat olan Oded Yınon, destekleyicisi
ise Yahudi düşünce önderlerinden biri olan İsrael Shakak’tı. Makalede ele alınan temel strateji ile bugün
Türkiye'de tanık olduğumuz "Alevi-Sünni" ve "Türk-Kürt" kışkırtmalarıyla, demokrasi ve insan hakları adına
yapılan "Kürtçülük" tartışmalarının temelindeki etnik-dini ayrıştırma stratejisi bire bir uyuşmaktaydı. Bu plan
şimdiye kadar Türkiye'de hiç gündeme taşınmamıştı.
Bu makalenin önsözü Siyonist Stratejist İsrael Shakak tarafından yazılmıştı: “Bu plan Arzı
Mev’ud içindeki İslam ülkelerinin küçük eyaletlere/bölgelere bölünmesini ve mevcut tüm Arap
yönetimlerinin yok edilmesini amaçlamıştır.”
Oded Yınon sinsi Siyonist planında şu tespitlerde bulunmaktadır: Bir taraftan petrol zengini
olan, ancak diğer taraftan parçalanmış bulunan Irak İsrail’in hedeflerine uygun konumdadır. Bizim
3 27 Temmuz 2013, Milli Gazete
21
için Irak’ın parçalanması, Suriye’nin dağıtılmasından bile daha anlamlıdır. Kısa vadede İsrail’in en
büyük tehdidi Irak’ın gücü bir Irak-İran savaşı ile parçalanacak ve bize karşı geniş bir cephede
çatışma organize etmesine imkân vermeden çökmesine sebep olacaktır. Araplar arasındaki her türlü
çatışma kısa vadede bize yardımcı olacak, Suriye ve Lübnan’da olduğu gibi önemli bir hedef olan
Irak’ın parçalanması yolumuzu kısaltacaktır. Osmanlı döneminde Suriye’de olduğu gibi Irak’ta da
etnik/dini bazda bölgelere bölünme yaşanmalıdır. Üç büyük şehir etrafında üç (veya daha fazla) eyalet
var olacaktır: Basra, Bağdat ve Musul ve güneydeki Şii bölgeler Sünni ve Kürt kuzeyden ayrılacaktır.
Mevcut İran-Irak çatışmasının kutuplaşmayı derinleştirmesi olasıdır.
Mısır nasıl parçalanacaktı?
Oded Yınon: Mısır birçok otorite merkezine ayrılmalı ve parçalanmalıdır. Eğer Mısır
parçalanırsa, Libya, Sudan ve hatta daha uzaktaki devletler mevcut şekilleri ile varlıklarını
koruyamayıp çöküşe katılacaktır. Mısır’ın yukarı bölümünde Hıristiyan Kıpti bir devlet ile birlikte
merkezi bir hükümet olmadan bölgesel güçleri ile bir kaç zayıf devlet düşüncesi tarihi gelişimin
anahtarıdır ve barış anlaşması ile sekteye uğramış olsa bile uzun vadede kaçınılmazdır.
Lübnan’ın dağıtılması
Oded Yınon: Lübnan’ın beş bölgeye bölünmesi Mısır, Suriye ve Irak da dâhil olmak üzere tüm
Arap dünyası için bir başlangıçtır. Irak’ın ardından Suriye’nin parçalanması Lübnan’da olduğu gibi
etnik ve dini bölgelere ayrılması İsrail’in uzun vadede Doğu cephesindeki bir numaralı amacıdır.
Sırada Suriye vardı!
Oded Yınon: Suriye etnik ve dini yapısına istinaden tıpkı bugün Lübnan’da olduğu gibi birkaç
eyalete ayrılmalı ve kıyıda Şii-Alevi bir eyalet, Halep bölgesinde Sünni bir eyalet, Şam’da Kuzey
komşusuna düşman olan bir diğer Sünni eyalet kurulmalı ve Dürziler de belki bize ait olan Golan’da,
mutlaka Havran’da Kuzey Ürdün’de başka eyaletler oluşturmalıdır. Arap yarımadasının tamamı iç ve
dış baskılar sebebiyle çözülmeye adaydır ve özellikle Suudi Arabistan’da bu sonuç kaçınılmazdır.
Petrole dayalı ekonomik gücünün baki kalması veya uzun vadede azalmasından bağımsız olarak, iç
ayrışmalar ve kırılmalar mevcut politik yapının doğal ve açık bir sonucu olarak ortaya çıkacaktır.
Önce Irak, ardından Libya, sonra Mısır ve şimdi Suriye, adım adım parçalanmakta ve sıra Türkiye’nin
kapısına dayanmış bulunmaktadır. Demokrasi getiriliyor bahanesiyle, Irak’ta 1.5 milyon Müslüman
boğazlanmış, 3 milyon Müslüman ise göçe zorlanmış, ülke parçalanmıştır. Şimdi iç savaşla boğuşan Irak’ta
koca bir uygarlık yakılıp yıkılmıştır. Kudüs Hebrew Üniversitesi profesörü İsrael Shakak bir yazısında
uygulaması istenen Siyonist stratejinin temel özelliğini de ortaya koymaktadır; bölgeyi etnik köken, dini
mezhep temelinde ayrıştırmak lazımdır!
“İsrail stratejik düşüncesinde, tüm Arap devletlerinin daha küçük parçalara bölünmesi hep
tekrar tekrar görülen bir kavramdır. Örnek vermek gerekirse, Ze’ev Schiff, Ha’aretz’in askeri muhabiri
(ve muhtemelen bu konuda İsrail’de en çok bilgiye sahip kişi), bir yazısında Irak’ta İsrail için
olabilecek en iyi şeyin: “Irak’ın Şii ve Sünni devletler ve Kürt tarafının ayrılması” (Ha’aretz 6/2/1982)
olacağını yazmıştır. Aslında planın bu yüzü oldukça eskiye dayanmaktadır”4
Dinler tarihi bir yana, bu kitapta İsrail’i, “PKK-Barzani-Talabani-Irak” çerçevesinde ele aldığımız
için, özellikle Irak’ın geleceği için uygulaması düşünülen stratejiyi yakından görmemiz gerekmektedir.
Çünkü ilk hedef Irak gösterilmekte ve ardından Irak’ın parçalanarak Kürt devletinin hayata
geçirilmesinden söz edilmektedir. Shahak’ın, “Planın bu yüzü oldukça eskidir” derken anlatmak
istediği ise "1920’nin Sevr projesidir". Çünkü Irak’ta Kürt devleti demek; Sevr projesinde geçen
“Kürdistan” demektir.
Acaba, AKP politikaları ile İsrail (Yahuda) Planlarının bu denli
uyuşması tesadüfen mi olmaktadır?
4 Bak: İsrail’in Küresel Rolü: Baskı İçin Silahlar
22
İsrail, Müslüman coğrafya ile kuşatılmıştır. İsrail’in tüm çevresi Müslüman ülkelerle çepeçevre
sarılmıştır. Bu coğrafyada yabancı ve Yahudi tek devlet olan İsrail, ancak İslam ülkeleri içinde Yahudilerin
çokluğu sayesinde ayaktadır. Bu durumda, İsrail’in yaşayabilmesi için iki temel strateji ortaya çıkmaktadır;
birincisi, bölgedeki Müslüman ülkeleri parçalayarak güçsüz hale sokmak ve kendine tehdit olmaktan
çıkarmaktır. İkinci ise, bölge ülkeleri içerisindeki gerek Yahudi gerekse Hıristiyan unsurları kullanarak,
Müslüman ülkelerin yönetimine işbirlikçileri taşımaktır. Her iki halde de İsrail bölgede yaşama şansı bulacak
ve kendini güvenceye alacaktır. İsrail’i bölgesel hatta küresel projeler çerçevesinde değerlendirirken, bu
durumu dikkate almalıdır.
Yahudi kâhinler ve stratejistler çok uzun yılardır İsrail için bir yaşam stratejisi belirleme çabasındadır.
Çünkü bir İslam coğrafyasında bir Yahudi devletini yaşatmak gerçekten zordur. Bu coğrafyada can derdine
düşen bir İsrail’in varlığını korumak, bölge ülkelerini zayıflatmak ve parçalamakla mümkün olacaktır.
Şimdi Yahudilerin Türkiye için Şeytani hazırlık ve hesaplarını birlikte okuyalım;
“Arap’lar gibi, diğer Müslüman devletler de benzer bir durumla karşı
karşıyadırlar. İran nüfusunun yarısı Farsça konuşan bir gruptan oluşur ve diğer
yarısı da etnik olarak Türk bir gruptur. Türkiye’nin nüfusu ise, Türk-Sünni Müslüman
bir çoğunluk (%50 civarı) ve iki büyük azınlıktan oluşmaktadır; 12 milyon Şii Alevi ve
6 milyon Sünni Kürt bulunmaktadır. Afganistan’da 5 milyon Şii nüfusun üçte biri
kadardır. Sünni Pakistan’da 15 milyon Şii devletin varlığını tehdit eder boyuttadır.
Fas’tan Hindistan’a ve Somali’den Türkiye’ye uzanan ulusal etnik azınlık haritası,
istikrarın bozulacağına ve tüm bölgenin hızlı bir şekilde dejenere olacağına işaret
sayılmaktadır. Bu tablo ekonomik tabloya eklendiğinde tüm bölgenin nasıl ciddi
problemlere karşı koyamayacak kâğıttan bir kule şeklinde inşa edildiğini ortaya
koymaktadır.”
Oded Yınon’un yazdığı, İsrael Shahak’ın destek verdiği, gözden kaçırılmış ve ülkemiz
gündemine hiç taşınmamış olan bu plan, İsrail’in yeni sınırlarını da çizmektedir;
“Gelecekteki tüm politik durumlar ve askeri paktlar (NATO) hesaba katılarak
yerli Arap’ların sorununun çözümü, ancak İsrail’in Ürdün nehrine ve ötesine kadar
olan bölgede var olması halinde sağlanacaktır. Bu içinde bulunduğumuz nükleer
çağda var olmak için ihtiyacımızdır. Artık Yahudi nüfusunun dörtte üçünün nükleer
bir dönemde büyük bir tehlike yaratan ve yoğun bir şekilde yerleşilmiş olan kıyı
şeridinde yaşaması imkânsızdır ve Arz-ı Mev’ud’a mutlaka sahip olmalıdır.”
Erdoğan’ın Ak siyasetinin görmezden geldiği bu kara plan, İsrail’i dünya Yahudileri için tek ve
son sığınağı saymaktadır. Haçlılarca da destek çıkılan; “vaad edilmiş topraklar”da bir Yahudi
devletinin kurulması fikri, geçmişi yüzyıllara dayanan bir plandır ve küresel çaplıdır. Bu fikir,
İngiltere’nin, 1917 Balfour Deklarasyonuyla, Birinci Dünya savaşı sonunda Filistin’de bir Yahudi
Devleti’nin kurulacağını açıklaması üzerine hayata geçirilmiş bulunmaktadır. Açıklamayı yapan
İngiltere olmasına karşın, projeyi Amerika uygulamış ve 1948’de İsrail devletinin kurulmasıyla adımını
Ortadoğu’ya atmıştır. İsrail ABD’yi yöneten derin güç odaklarının kutsalıdır. Evet, bir yanda “Nil’den
Fırat’a kutsal toprakları” ele geçirmeyi düşleyen bir İsrail vardır, öte yanda ise İran ve Irak’ı tarihsel
bir öç için hedef seçmiş bir İsrail vardır ve Türkiye’nin Güneydoğusu bu Siyonistlerin nihai amacıdır.5
Bir ömür boyu bu gerçekleri haykırdığı; ülkemizi, bölgemizi ve insanlık âlemini bu Siyonist
tehlikeden kurtarmak için tarihi projeler hazırlayıp atılımlar başlattığı için, aynı Şeytani odaklarca
hedef alınan ve Refah-Yol iktidarı yıkılarak AKP’nin önü açılan Rahmetli Erbakan Hoca’nın kıymetini
anlamayan, hatta her fırsatta O’na saldıran bazı zavallıların şimdi bu gerçeklerin farkına varması ve
savunması, yine de olumlu ve onurlu bir aşamadır.
5 Erdal Sarızeybek, 26 Ekim 2010
23
Erbakan’ın teknoloji harikaları ve barbar Batı’nın hezimete
uğratılması!
Kocaeli Büyükşehir Belediyesine Bağlı İZSU’nun Gebze şubesinde çalışan bir Milli Görüşçü
kardeşimiz, başından geçen çok ilginç bir olayla ilgili şu bilgileri bizlere aktarmıştı.
İkamet ettiği evin su abonelik işlemleri ile ilgili İZSU Gebze şubesini ziyaret eden ve daha önce
ASELSAN’da çalışan şimdi TÜBİTAK’ta görevli bir Elektrik-Elektronik Mühendisi ile aralarında şöyle bir
diyalog yaşanır:
İşlemi yapan arkadaşımız abonelik müracaatında bulunan kişinin ASELSAN’da çalışan bir mühendis
olduğunu öğrenince, Erbakan hocanın ESAM toplantısında bahsettiği ileri teknolojilerinden haberi olup
olmadığını kendisine sorar.
Erbakan Hoca bazı konuşmalarında “İsrail’den İstanbul’u vurmak için gönderilmiş bir füzenin
kontrolünü bilgisayarınızın başında oturarak çok ucuza mal olan ama yüksek teknolojilerle
oluşturulan Elektro manyetik dalga boyutları (bir nevi küçük karadelik kuyuları) sayesinde ele
geçirmeniz, imha etmeniz veya füzenin gönderildiği adresin koordinatlarını füzeye tekrar yükleyerek
İstanbul yerine İsrail’e geri göndermeniz mümkündür” şeklinde açıklamalar yapmıştı. Bu konuların
uzmanı olduğunuza göre, sizce de böyle bir teknolojinin imkânı, altyapısı ve fiili hazırlığı gerçekten
Türkiye’de var mıdır?
Arkadaşımızın bu sorusu üzerinde Elektrik- Elektronik Mühendisi şu
ilginç itiraflarda bulunmuşlardır:
“Ben Ortadoğu Teknik Üniversitesi Elektrik-Elektronik bölümünden mezun olduktan sonsa stajımı 2 yıl
ABD NASA’da yaptım. Çok başarılı bulunduğum için NASA’da kalıp çalışmam teklif edildi ise de
yanaşmadım. Çünkü ideallerim uğruna yapılan bütün maddi olanakları reddedip Türkiye’ye geri döndüm ve
ASELSAN’da çalışmaya başladım. Aileden aldığım kültür mirası ile CHP tandanslı ama devletine, ülkesine
bağlı bir insandım. ASELSAN’da çalışmaya başladıktan sonra Erbakan gerçeği ile tanıştım. Ülkemizdeki
silah sanayi ile ilgili ileri teknoloji ürünü olan bütün çalışmaların altında Erbakan’ın imzası olduğunu görünce
önce şaşırmış ve hayranlığım artmıştı.
Hatta ASELSAN’da ileri teknoloji ile ilgili yapılan çalışmalarda görev alan biz mühendislerin karşısına
çözmekte zorlandığımız ve tıkanıp kaldığımız bir sorun çıktığı zaman bu sorunu yetkililere aktarırdık.
Yetkililerde ise bizim içinden çıkamadığımız konuları bir şekilde ve dosya halinde Erbakan’a taşırlardı. Bu
dosyaları inceleyen Erbakan Hoca, tıkanıp kaldığımız hususlardan daha ilerisine varmamıza neden olacak
çözüm yollarına yönelik formülleri yazarak bize ulaştırırdı. Erbakan’ın gösterdiği istikamette ilerlediğimizde
tıkanıp kaldığımız teknolojik sorunları aştığımıza defalarca şahit olmuşuzdur. ASELSAN benzeri ileri teknoloji
üretimi yapan kurumların idarecileri ile Erbakan arasındaki bu samimi ilişkiyi ilgili ve yetkili olup da bilmeyen
yoktur.”
Erbakan’ın bahsettiği bu harika sistemlerden daha ötesini yine
kendilerinin ürettiği çok yüksek bir teknolojiyi sana anlatayım!
“Bugün, Türkiye’nin bütün hava sahası, dışarıdan yapılacak her türlü nükleer füze saldırısına karşı
gözle görülemeyen bir Elektromanyetik dalga sistemi ile koruma altına alınmıştır. Öyle ki, dışarıdan herhangi
bir ülkenin bu manyetik koruma kalkanını delmesi ve ülkemize nükleer saldırıda bulunma ihtimali
kalmamıştır. Çünkü bu manyetik koruma kalkanının çalışma sistemini bozarak etkisiz hale getirecek bir
teknoloji şu anda dünyanın hiçbir ülkesinde bulunmamaktadır. Bu manyetik koruma o kadar etkilidir ki,
ülkemizde patlamak için gönderilen bir Atom Bombası bu manyetik koruma alanına girdikten sonra
patlamadan ve tahribata yol açmadan sadece bir metal yığını olarak yere düşüp kalmaktadır. Ülkemizi,
milletimizi bu manyetik koruma kalkanı ile her türlü hava saldırısına karşı koruyan bu üstün teknolojinin
mimarı da elbette Erbakan’dır!”
Bazı hadislere dayanılarak nakledilen “Ahir zamanda ve Mehdi-Deccal çatışmasında, barut
24
patlamayacak, böylece Deccal’ın silahları boşa çıkacak ve işe yaramayacak!” şeklindeki rivayetler de
bu gerçeği doğrulamaktadır.
Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın ESAM Yeni Dönem Konferansı
(24.10.2007)
Irkçı Emperyalizm hangi süreçler ve hangi yöntemlerle dünyaya hâkim olmuşlardır?
Dünyanın bulunduğu noktayı ve nereye gittiğini tespit etmek için geriye bakmak lazımdır. Nerden
geliyoruz, neredeyiz ve nereye gidilmesi amaçlanmıştır? Hemen şunu ifade edelim ki, üç asırdan beri etkin
güç ırkçı emperyalizmdir, dünyanın gündemini o etkileyip yönlendirmeye çalışmaktadır. Öyleyse bizim
bugünkü dünya sistemini tanımamız için yapacağımız iş ırkçı emperyalizmin tarihine kısaca bir bakış
yapmaktır. Nerden gelmiş, ne yapıyor, nereye gitmek istiyor? Bunu bileceğiz ki, biz de ona göre onların
tahribatını, onların ifsadını önleyecek şekilde insanlığa saadet getirmenin yollarını tespit edelim ve vazifemizi
yapalım.
Irkçı emperyalizmin tarihçesi: Biliyorsunuz mikroba göre tedavi yapılır. Mikrobu tanıyacağız,
hastalığın hangi noktada olduğunu anlayacağız, yani doğru teşhisi koyduktan sonra, doğru tedavi için
elimizden gelen gayreti ortaya koyacağız.
Irkçı emperyalizmin tarihçesini 9 devir halinde çok özet olarak
takdim etmek istiyorum.
Birinci Devir (1760 yıl)
M.Ö. 3760. Bu günden tam 5767 sene öncesinde Kabala’nın yazılmasıyla bunların tarihçeleri
başlamaktadır. Mısır’da yaşıyorlardı, Beniisrail Firavunların zulmü altındaydılar, onlara cesaret ve metanet
kazandırmak için Kabala adlı Yahudi bir kitap yazdı. Bu sihir ve şifreler kitabı onların temel dayanağıdır.
Firavunların zulmü altında iken Hz. Musa A.S. geldi onları bu zulümden kurtardı ve Hak kitap Tevrat’ı onlara
tebliğ etti, ama onlar Tevrat’ı Kabala’ya göre tahrif ettiler. 1. devir budur. M.Ö. 3760’dan yani bugünden
itibaren 5767 seneden itibaren M.Ö. 2000 yılına Musa A.S.’ın geldiği tarihe kadarki 1760 yıllık 1. devirde
yaptıkları önemli olaylar bunlardır. Bu önemli olaylar esnasında aksiyonlarının asıl hedefi Kabala’ya
bağlılıktır. Kabala’nın amentüsünün esaslarının benimsenmesi ve gerçekleştirme çalışmasıdır.
Kabalanın amentüsünün 4 esası vardır:
1- Bugünkü Yahudilik ırkçı bir inanıştır. Beniisrail üstün ırktır. Güya Cenabı Hakkın asıl kullarıdır, onlar
insan olarak yaratılmıştır, diğer bütün ırkların hepsi maymun olarak yaratılmış, sonradan Yahudilere hizmet
için insana dönüşmüş bulunmaktadır. “Biz efendi olacağız, başkaları bizim kölemiz olacaktır”, Yahudi
inanışının temeli buraya dayanmaktadır. Ve kendilerini Cenabı Hakkın asıl kulları saymaktadırlar ve bugünkü
Tevrat’ın içine Kabala’dan alınan “Ey Beniisrail sen öyle bir yüce ırksın ki, Allah’ı bile yendin” cümlesi
yazmaktadır.
2- İnsanlar bizi çekemediler, çeşitli devirlerde çeşitli hükümdarlar dünyanın çeşitli yerlerine sürgüne
gönderdiler. Mesela Romalılar, biz Sina’da iken bizi aldılar, dünyanın çeşitli yerlerine sürdüler. Bizim
amentümüzün 2. maddesi şudur: “Biz efendiyiz, diğerleri kölelerimizdir” prensibi sadece nazariyatta
kalmayacak, mutlaka gerçekleşecektir”, bunu yaşayacağız.
3- Bunun gerçekleşmesi için bizim üç şey yapmamız lazımdır:
• Çeşitli yerlere sürgüne gönderilmiş olan bütün bu Beniisrail’i şimdi tekrar Kudüs’te toplayacağız. Bu
toplama esnasında İsrail kurulurken Türkiye’den 80 bin Yahudi gitmiştir. İlk gidiş Fas’tan başlamıştır. 230 bin
Yahudi gitmiştir 1954-1955 yılına kadar. Cezayir’den 130 bin kişi, Tunus’tan 130 bin kişi, Mısır’dan 66 bin
kişi, Irak’tan 125 bin kişi, Rusya’dan 80 bin Yahudi gitmiştir. Bütün bunlar İsrail’de toplandılar, çünkü
Amentülerinin üçüncü maddesi: “Dağılmış olan Beniisrail’i Kudüs’te toplamaktır.”
• Sonra Büyük İsrail’i kuracağız. Arz-ı Mev’ud’a, Fırat ve Nil nehri arasında Güneydoğu Anadolu’muzu
ve Kıbrıs’ı içine alan topraklara sahip olacağız. Amerikan üssü Kafkaslara kurularak İsrail’in korunması
amaçlanmıştır. Arz-ı Mev’ud bütün Ortadoğu’yu kuşatmaktadır. Hatta Medine (Yesrip)’te Arz-ı Mev’ud’un
içinde sayılmaktadır. Bütün İsrail Cumhurbaşkanlarının söyledikleri bir söz vardır, bizim iki türlü haritamız
25
vardır, biri duvarda asılı olan harita, bir de kalbimizdeki Arz-ı Mev’ud haritasıdır. Dünyadaki Yahudileri
Filistin’de toplayacağız, Büyük İsrail’i kuracağız, bunun güvenliğini sağlayacağız ve Süleyman Mabedini
yeniden yapacağız Mescidi Aksa’nın bulunduğu yere. Bu imanlarıdır, inançlarıdır.
• Büyük İsrail’in güvenliğinin sağlanması için ne yapacağız? O da açıktır. Fas’tan Endonezya’ya kadar
28 ülkenin yönetimi elimizde olacak ve Anadolu’da 19 Haçlı seferini püskürtmüş olan Selçukluların,
Osmanlıların mirasçısı bağımsız bir devlet kalmayacak, Türkiye dağıtılacak!.. Neden bahsediyorum ben
size? Irkçı emperyalizmin dininden bahsediyorum. Planı değil, projesi değil, şartı değil, anlaşmasının
maddesi değil; Siyonizm bunların dini, inancı ve kutsalı amacıdır! İsrail’in güvenliği için Türkiye’nin ortadan
kaldırılması şarttır.
4- Biz bunları başarırsak; yani Yahudileri topladıktan, Büyük İsrail’i kurduktan, onun emniyetini
sağladıktan ve Süleyman Mabedini yaptıktan sonra, yeryüzünü bizim Mesih’imizin gelmesine hazırlamış
olacağız. Beni İsrail’in Mesih’i, İsa A.S. değil, güya Davut A.S.’ın tahtına Yahudi kralı olarak oturacak ve
onların ebedi dünya hâkimiyetini sağlayacak.
İşte amentülerinin dört maddesi bunlardır:
1- Biz üstün ırkız
2- Öyleyse bütün insanlığı kendimize köle yapacağız
3- Bunu yapmak için üç vazifemiz vardır:
• Yahudileri Filistin’de toplayacağız
• Büyük İsrail’i kuracağız
• Süleyman Mabedini yapacağız ve Büyük İsrail’in emniyetini sağlayacağız
4- Bizim Mesih’imizin gelmesine zemin hazırlayacağız ve ebedi dünya hâkimiyetimize ulaşacağız,
böylece yaratılış gayemizi yerine getirmiş olacağız.
1760 senelik 1. devirde bütün Beniisrail’e bu fikri yaymak, bunlara inandırmak için çalıştılar ve Musa
A.S. geldikten sonra onları kurtardı, ama hemen arkasından onlar Tevrat’ı tahrif edip bozdular ve Kabala’yı
tekrar inanç kitabı olarak orta yere koydular. 1. devir böylece kapandı. Kabala’ya bağlı Beni İsrail gibi bir
belayla insanlık karşı karşıya bulunmaktadır.
İkinci Devir (3683 yıl)
İkinci dönem M.Ö. 2000’den M.S. 1683’e yani İkinci Viyana Kuşatmasına kadar tam 11 asır
İslam’ın dünyaya hâkimiyet çağlarıdır. Bu dönemde Beniisrail’in en önemli aksiyonları İspanya’da
başlamıştır. Irkçı emperyalizmin mürşitleri M.S. 1425’te meşhur Endülüs toplantısında, şu
münakaşayı yapmışlardır. “Acaba bizim Beniisrail’i toplamamız, Büyük İsrail’i kurmamız, Mesih’imizin
gelmesi gibi büyük olayları kışkırtmamız Cenabı Hakkın tespit ettiği takdirlere mi bağlıdır, yoksa
bizim çalışmamıza mı bağlıdır? Yani bizim kaderi zorlama imkânımız var mıdır? Vazifelerimizi bir an
önce yaparsak, vaad edilen dünya hâkimiyetine bir an önce ulaşır mıyız? Kısaca bekleyip duracak
mıyız, yoksa bunların gerçekleşmesi için kolları sıvayacak mıyız?” Günlerce bu münakaşaları
muharref Tevrat’ın cümlelerine göre yaptılar ve ittifakla şu karara vardılar ki, bu bize bağlıdır. Biz
Yahudileri ne kadar çabuk toplarsak, ne kadar çabuk Büyük İsrail’i kurarsak, ne kadar çabuk
Süleyman Mabedini yaparsak Mesih’imiz o kadar çabuk gelecektir, O’nun gelmesi bize bağlıdır.
Öyleyse ne duruyoruz, kolları sıvayalım. Tarih 1425, Endülüs İslam devleti var, fikir hürriyeti var,
Müslümanlar da, Yahudiler de çok gelişmiş durumdalar, her bakımdan serbestlik var. Bu kararı
uygulamak için ne lazım? Önce Yahudileri Kudüs’te toplamak lazım. Yahudileri Kudüs’te toplamanın
en zor kısmı o gün Hindistan’daki Yahudilerin Filistin’e taşıması… Çünkü Marco Polo 11. asırda Çin’e
gitmiş, bir seyahatname kitabı yazmış, bütün Avrupa bununla çalkalanıyor. Ne diyor Marco Polo Biz
Çin’e giderken diyor, birdenbire Orta Asya’da Himalaya Dağlarına rastladık. Bu dağları aşmamız
mümkün olmadı. Aşsaydık Hindistan’a gidip dünyanın en zengin ülkesinde yakutlara, altınlara,
mücevherlere, baharata, ipeğe ve her tür zenginliklere kavuşacaktık, fakat aşamadık. Oraya kadar
gitmişken bari Çin’e girelim dedik, vadiden İpek Yolundan Çin’e gittik. Hindistan’a karadan gitmek
26
imkânsızdır. 1425 yılında Yahudiler de diyorlar ki: şimdi biz Hindistan’daki Yahudileri nasıl
getireceğiz? Bu çok zor. Hâlbuki bir müddet evvel Müslümanlar Hindistan’a denizden bir yol açtılar.
Amerika’yı Hindistan zannediyorlar. Denizden bir yol açtılar, öyleyse bizde aynı bir yolu açalım ve
denizden getirelim Hindistan’daki soydaşlarımızı. Nasıl yapacağız bu işi? Deniz demek okyanusa
açılmak demek, okyanusta ise 30 metrelik dalgalar var, korsanlar var, bunları aşmak kolay bir iş
değil. Heyetler kurdular, uzmanlar araştırdılar, en meşhur gemici olarak Venedik’te oturan Kristof
Kolomb adlı Yahudi’yi buldular, Ona dediler ki, sen deniz uzmanısın, biz bu denizden Müslümanların
gittiği yolu nasıl bulacağız? Dedi ki Venedik’e bütün Müslümanların kitapları, eserlerin haberleri gelir.
Biliyorum evet Müslümanlar bu yolu açtılar, ben de açarım. Ancak bu işi yapabilmem için bana şu
kadar adet gemi, yedeklerle beraber, şu kadar personel, şu kadar yıllık yiyecek ve korsanlara karşı
kendimizi korumamız için silahlanmış asker hazırlayacaksınız. Alt alta yazdılar Kristof Kolomb’un
isteklerini, bir hesap yapıp baktılar ki bunu ancak Endülüs’ün bütçesi karşılar. O zaman bu kadar
parayı nerden bulacaklar? Yahudiler bugün gibi zengin değil, dünyanın parası ellerinde değil. Bu
imkânsız bir şey, bu hayalden vazgeçelim demiyorlar, işte inanç buna derler, bu amacı
gerçekleştirmek için gelin dediler İspanya’yı dağıtıp bir parçasını Fransızlara satalım, bir Yahudi’yi
maliye bakanı yapalım, o Yahudi’den Endülüs’ün bütün bütçesini alalım muvakkaten kullanalım,
Kolomb zenginliklerle döndükten sonra borcumuzu kapatalım… Sen şu plana bak yahu. Tuttular
Endülüs’ü parçaladılar, Fransızları davet ettiler, Yahudi bir maliye bakanı koydular, o maliye
bakanlarına anlattılar projelerini, hazine kendilerine muvakkaten borç olarak verildi, aldılar, gemileri
hazırladılar, Kristof Kolomb Hindistan’a gidiyorum derken Amerika’ya çıktı, Kristof Kolomb öldüğü
zaman dahi Amerika diye bir kıtaya gittim zannediyordu. Oysa Amerika’da bir de baktılar ki
Kızılderililerden, çıplak arazilerden ve ormanlık bölgelerden başka bir şey yok. Krifstof Kolomb her
tarafı dolaştı. İki sene üç sene araştırdı, sonra yanındaki tayfalar isyana kalkıştı. Mecburen döndüler,
durum maliye nazırına anlatıldı, O da krala aktardı. Kral ne yaptı? Bütün bunların hepsinin idamına
karar aldı. Sizi hainler sizi alçaklar, siz beni aldattınız, bütün paramı alıp gittiniz ve harcadınız, şimdi
gelip bu şekilde kapatmaya çalışıyorsunuz. Hayır, hepiniz idam edileceksiniz. Sene kaç 1495.
Amerika’ya 1492’de gitti Kristof Kolomb, iki üç sene araştırdı, eli boş dönmek zorunda kaldı. 1495’te
dünyada en büyük devlet kim, Osmanlı, başında kim var, 2. Beyazıt, son derece şefkatli bir adam.
Kralın “Yahudileri katledin” emrini duyunca bunları katliamdan kurtarayım, gelsinler Selanik’e ve bazı
Osmanlı bölgelerine yerleşip yaşasınlar diye sahip çıktı. Şimdi onlar 500. Yıl Vakfını Osmanlının
kendilerini kurtarmasına karşılık şükran için kurdular. Bu sırada dünyaya Müslümanlar hâkim
durumdadır. 2. Viyana Muhasarasına kadar. 2. Viyana Muhasarasında bildiğiniz gibi Tatar Ağasının
ihaneti yüzünden Merzifonlu Kara Mustafa Paşanın planları tutmamış, biz Viyana’yı kuşatmışken
Viyana’dakiler bizi arkadan sarıp vurmuşlardır. Tatar Ağasının köprüyü açmaması, koruması
lazımken rüşvet alıp açmıştır. İçerideki Haçlı askerleri Osmanlıyı arkadan sarmıştır. Biz de kuşatmayı
terk etmek zorunda kaldık, bu 1683 insanlık tarihinin önemli bir dönüm noktasıdır. Böylece
Osmanlının ilerleme dönemi kapanmış ve artık Siyonizm para gücü ve insan organizasyonu
vasıtasıyla, Batı hâkimiyeti ele geçirmeye başlamıştır.
Üçüncü Devir (107 Yıl)
Üçüncü devre 1683’den 1790’a kadardır. Viyana Muhasarası başarıya ulaşmayınca bu sefer Siyonist
güdümlü Haçlılar karşı taarruza başlamıştır. Şu söylediğimiz 1790’a kadar iki türlü taarruz vardır: 1-
Cephelerden taarruz, birçok muharebeler yapılmıştır, 2- Kültür taarruzu, kültür emperyalizmi yoluyla bütün
imkânlarla Osmanlının gücünün kırılmasına çalışılmıştır. Osmanlının ilk batılılaşma hastalığının aksiyon
haline gelmesi 1790’a rastlamaktadır.
Dördüncü Devir (107 Yıl)
Dördünü devir, 1790’dan 1897’ye kadardır. Bu dönemin önemli olayları; Tanzimat Fermanının ilanına
kadar 1839’da Osmanlının manevi tahribatının hızlandırılması ve etkiledikleri insanlar ve Masonik odaklarla
27
Tanzimat Fermanının ilanı, İngiltere’den borç alınması, Kırım savaşları, Osmanlının büyük borca sokulması,
Berlin Muahedesi ile Osmanlı topraklarının kopartılması, Rusların Osmanlıya musallat edilmesi. Bu 107 yıllık
dönemde Osmanlının manen ve maddeten yıkılması için Siyonistler her türlü imkânı kullanmış, kültür
emperyalizmiyle halkın uyuşturulması ve özüne yabancılaştırılması, devletin Batılılaşma adımlarının atılması,
para ile Filistin’de toprak alınması teşebbüsü 1897.
Beşinci Devir (26 Yıl)
Böylece Basel konferansıyla beşinci devir başlamıştır. Teodor Herzl Sultan Abdülhamit’ten parayla
Filistin’de arazi almak istediği zaman “Şehit kanıyla alınan vatan toprağı parayla satılmaz, defol!” diye
kovulunca gidip, Basel’de kendi mürşitlerini toplayıp: “Beni Sultan Abdülhamit’e gönderdiniz, yanına
kadar çıktım kendisiyle konuştum, fakat bu adam bildiğiniz gibi değil, bizim bütün planlarımızı biliyor.
Sakın ha bu adam hayattayken fazla ileri gitmeyin, çok büyük zayiat verirsiniz” deyince onlar
kendisine: “Sus be korkak herif, senin kuşkuların yüzünden biz dinimizi mi terk edeceğiz? Biz bunları
yapmaya mecburuz, çünkü dinimiz bunları emrediyor! Efendim Osmanlı sultanı müsaade etmiyorsa,
Sultan Abdülhamit’i tahttan uzaklaştırırız, yerine geçen sultan da müsaade etmezse Osmanlıyı
yıkarız… Kurduk İsrail’i, etrafında Müslümanlar bir gün birleşip kovmaya çalışırsa yüz senede İslam’ı
ortadan kaldırırız” dediler ve Siyonist önderler bu kararları bütün Batı emperyalizmine kabul ettirmek için
1897 Basel Konferansını yaptılar ve üç tane karar aldılar. Nedir bunlar: 1- Sultan Abdülhamit tahtından
uzaklaştırılacak, 2- Osmanlı yıkılacak, 3- Yüz senede İslam ortadan kaldırılacak! Elbette İslam’ı muhafaza
eden Cenabı Allah’tır, İslam’ı Cenabı Allah yaşatacaktır, vaadi vardır, sonunda zafer İslam’ın olacaktır, biz
onların planından bahsediyoruz. İşte Basel konferansı böylece bir önemli dönüm noktasıdır, yeni bir devrin
başlangıç noktasıdır. Burada alınmış olan kararları uygulamak için Emanuel Karaso seçildi, İtalyan Baş
hahamı ve Mason Localarının başkanı. 1903’e kadar 5 yıl plan yaptı bu adam. Dedi ki ben Osmanlı’nın
Selanik bölgesine yerleşmek istiyorum, orada beni tutacak insanlar bulacağım. Her şeyi tanıyor, Osmanlı’nın
bütün ailesini incelemiş, Osmanlı topraklarını incelemiş, her şeyi biliyor, planını yapmış, geldi Selanik’e
yerleşti, planı uygulamak için. Orada İttihat ve Terakki’yi önce dernek olarak kurdu, insanları etkiledi ilk
Mason Locasını açtı Osmanlı toprağında ve birtakım etkilerle Hareket Ordusunu Sultan Abdülhamit’in
üzerine gönderdi, İkinci Meşrutiyet’in ilanını asker zoruyla gerçekleştirdi. 1908 İkinci Meşrutiyet Hareket
Ordusu tarafından ilan edildi. Sultan Abdülhamit 1878 geldiği zaman neden Meclisi kapatmıştı, çünkü devlet
İslam devleti, ama Mecliste çoğunluk gayrimüslimlerde, Yahudi, Rum ve Ermeniler çoğunluğu teşkil
ediyordu, böyle İslam Meclisi olmaz dedi. Çünkü Anadolu insanı karasaban peşinde koşuyor, onlar
milletvekili oluyor, bir de siz bizi seçtiniz diyorlar, bana bak, bu oyunu kime yutturuyorsun sen, biz seçsek
böyle mi seçeriz.
Sonunda Emanuel Karaso Selanik Milletvekili olarak Meclis’e geldi, bir yıl içerisinde Sultan
Abdülhamit’in halline karar aldırdı, Sultan Abdülhamit 1909’da sürgüne gönderildi, Selanik bölgesine. Sonra
ne oldu? 1911’de Libya İtalya’ya verildi, 1912’de Balkan Harbi kışkırtıldı, 1914’te Cihan Harbi çıkartıldı,
1918’de Sevr imzalatıldı, Sevr demek Büyük İsrail demektir. Güneydoğu Anadolu’muz dâhil bütün bu
toprakların hepsinde Büyük İsrail kurulacaktı. Fransızlar Kahramanmaraş’ı kendilerinin olsun diye değil,
burası Büyük İsrail’in parçasıdır, alacağız İsrail’e vereceğiz diye almışlardı. İngilizler Filistin’e kendilerinin
olsun diye değil, İsrail’i kurmak için çıkmışlardı. Büyük İsrail projesidir Sevr. Fakat bunu uygulamaya
kalkıştıkları zaman başaramadılar. Neden? Anadolu’da imanlı insanlar vardı. 1919’da milli kurtuluş
faaliyetleri başladı, Fransızlar Kahramanmaraş’tan kovuldu, Yunanlılar İzmir’den atıldı, 1920’de Türkiye
Büyük Millet Meclisi toplandı, topyekûn Anadolu Milli Görüş şahlanması yapıldı ve 1923’te mecburen Lozan
Anlaşması imzalandı. Türkiye’nin uluslararası resmi tescilli tapusu alındı. Ancak Mısır Hahamı Haim
Nahum’un özel aracılığıyla gizli maddeler dayatıldı. Onlara göre Sevr esastır, Lozan moladır, “time out”tur.
Özetle bu dönemde Sultan Abdülhamit tahttan indirildi, Osmanlı yıkıldı, Haim Nahum doktrinine bağlandı,
Amerika’da Evangelist tarikatı kuruldu ve üyelerinin hızla artırılmasına çalışıldı. Beşinci devir budur, 26 sene
sürmüştür.
28
Altıncı Devir (22 Yıl)
1923’ten sonra 1945’e kadar bunlar diktatörleri bertaraf etmek için uğraştılar, Siyonizm’in arzu ettiği
şekilde yeni bir dünyanın kurulması için çalıştılar. 1945’te Yalta Konferansını bunun için yaptılar. Bu süreçte
Türkiye’de emperyalizmin arzularına uygun davranılmadı, milli hedefler için çalışıldı. Hitlere Karşı Cihan
Harbi yapılması ile İkinci Cihan Harbinin ırkçı emperyalizmin arzu ettiği sonuca bağlanmasıyla bu dönem
1945’te 1. Yalta Konferansıyla neticeye bağlandı, Siyonizm artık kendi dünyasını kurmuş olmaktaydı.
“Demokrasiye dayanan yeni bir dünya oluşturacağız” iddiası bir aldatmacadır, böylece dünyanın
kontrolünü ele geçirmek amaçlanmıştır. Bir Birleşmiş Milletler kuracağız, Güvenlik Konseyi olacak, 5 tane
daimi üyesi olacak, bu üyelerin içerisinde bir tanesi de Amerika; yani Büyük İsrail olacak, veto hakkı
bulunacak, onun istemediği bir şey yapılmayacak. Bu nasıl Dünya? 1945’ten beri işte bu oyunun içindeyiz.
Ne yazık ki 60 tane Müslüman ülke bu oyunun içerisinde oynayıp duruyor, ben kaç defadır sesleniyorum,
niçin bu Birleşmiş Milletlere gidiyorsunuz, ayrılın, kendi Birleşmiş Milletlerinizi kurun bir an evvel,
niçin bu oyuna alet oluyorsunuz? Böyle Birleşmiş Milletler mi olur? İsrail aleyhine 500’den fazla karar
alınmış, hiçbiri uygulanmıyor, Bosna’da senelerce Müslümanlar katledilmiş sesi çıkmıyor, ama ne
zaman Müslümanlar üstünlüğü elde ediyorsa, şimdi müdahale edeceğim diye çıkıp geliyor.
Yedinci Devir (45 Yıl)
1945-1990 arası Soğuk Harp dönemini kapsamaktadır. 1945’te ırkçı emperyalizm kendi dünya
düzenlerini kurmuşlardır. Herkesi köle yapmak üzere hileli bir şekilde Birleşmiş Milletler, Dünya
Bankası, IMF, UNESCO, bunların hepsi ırkçı emperyalizmin ifsat kuruluşlarıdır. Şimdi bu 45 yıllık
dönemde soğuk harp döneminde 1. Yalta Konferansıyla yeni dönem başlamıştır. İlk iş, Birleşmiş
Milletlerin bir numaralı kararı 1948’de İsrail’in kurulmasıdır. 1950’de Türkiye’ye dendi ki, çok partili
hayata geçeceksiniz, Hitler gibi diktatörlük olursa sözümüzü dinlemiyorlar. Ancak bu çok partili hayat
demokrasi olmayacak, demokratur diye bir ayrı rejim olacak. Bu kelime çok önemli bir kelimedir,
inanıyorum ki Türkiye’nin gündemine oturacaktır ve herkes Alman kardinalin ileri sürmüş olduğu bu
tabirin ne olduğuna dikkatle bakacak ve birçok meselelerin farkına varacaktır. Bu tabir Alman
kiliselerinin iki numaralı adamının ortaya koyduğu bir tabirdir. Demokrasi başka, demokratur
başkadır. Şimdi onlar 1950’de demokratura geçeceksiniz dediler, Demokrat Parti kuruldu, fakat kısa
bir süre sonra Demokrat partinin politikasını kendi emirlerine uygun bulmadılar, Rahmetlik
Menderes’in bir takım tavırları onların işine gelmedi. Bu sefer maddi yardımı kestiler, ambargo
koydular, Türkiye devalüasyon yaptı ve 1. askeri ihtilalle Demokrat Parti dönemine son verildi.
Yeniden demokratur’a geçiş yapıldı, Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak için her türlü tedbire başvuruldu,
bir yandan Türkiye’nin ırkçı emperyalizmin planlara uygun olarak ABD’nin kontrolüne alınmasına
çalışılmıştır, diğer yandan Rusya’nın dağıtılıp komünizmin iflas ettirilmesi sağlanmıştır. ABD’de
“Evangelist Tarikatı” üye adedi hızla artırılarak 90 milyona ulaştırılmıştır. Evangelist Tarikatı ırkçı
emperyalizmin kurduğu bir tarikattır. Irkçı emperyalizmin yürürlüğünün İngiltere’den alınıp ABD’ye
verilmesi bu döneme rastlamaktadır.
Bu arada Türkiye’de MİLLİ GÖRÜŞ HAREKÂTI’ da ortaya çıkmıştır. Milli Görüş’ün 1969’da
ESAM’ın kurulması ve İslam Konferansı Örgütü’nün kurulması aynı yıllara rastlamaktadır. 1970’de
Milli Nizam Partisi kuruldu, 1971’de askeri ihtilal yapıldı, Milli Nizam partisi kapatıldı. 1972’de Milli
Selamet Partisi kuruldu, 1973 seçimlerinde Milli Selamet büyük başarı kazandı CHP ile koalisyon
hükümeti kurdu. 1974’te Kıbrıs Barış Harekâtı yapıldı. 1974-1978 Ağır Sanayi Hamlesi başlatıldı.
Ancak 1977 seçimlerinin erkene alınması, 1978 Güneş Motel oyunları. 1980 üçüncü askeri ihtilal
süreçleri yaşandı.
Sekizinci Devir (17 Yıl)
Bunun arkasından 1990 yılında sekizinci dönem başlamıştır. Bu 20. Haçlı seferi dönemini Margaret
Thatcher İskoçya’daki NATO toplantısında açıklamıştır. “Rusya çöktü diye NATO’yu dağıtacak mıyız?
Hayır, dağıtmayacağız, çünkü düşmanı olmayan ideoloji yaşayamaz, bu güne kadar Rusya
29
düşmanımızdı yıkıldı, ama bize yeni bir düşman lazım, bunu aramamıza lüzum yok, bu zaten
İslam’dır” deyip çıktı. 1990-1995’te 5 yıl boyunca 20. Haçlı Seferini hedefine nasıl ulaştıracaklar, Büyük
İsrail’i nasıl kuracaklar, dünya hâkimiyeti nasıl sağlayacaklar, bunun planı yapıldı. Bu planda en büyük engel
Refah partisiydi. Bizde Haim Nahum planının uygulanması başladı, ta 22 Temmuz 2007’ye kadar. Bağdat
Basra bütün Irak işgal edildi, Filistin, Lübnan’ın işgaline teşebbüs edildi. Haim Nahum doktrini ne demektir?
Lozan imzalanırken Clemenceau ve Lloyd George ile yaptığı görüşmelerde Haim
Nahum onları şöyle ikna etti. “Siz Lozan’ı yalancıktan imzalayın, asıl olan Sevr’dir,
bir mola alın. Bakın 5 sene Cihan Harbi yaptınız, 5 sene de Anadolu’da savaşa
katıldınız, planı uygulayamadınız, 10 senedir yerine getiremiyorsunuz vazifenizi,
mola verin. Neden başaramıyorsunuz, çünkü Anadolu’da inançlı insanlar var,
öyleyse geliniz, biz 5767 yıldır bekliyoruz, 30-40 sene kadar daha beklesek ne çıkar,
bir mola verelim bu mola esnasında, Türkiye’yi işsiz bırakın, aç bırakın, borca
batırın, dininden uzaklaştırın, yumuşak lokma yapın, savaşla değil, bu yolla,
yumuşak lokma haline getirip parçalayın… Haim Nahum doktrini budur. Bu doktrini
Refah Partisinin arkasından uygulanmaya koymuşlardır. İkiz Kuleler tertibi
tezgâhlanmıştır, bunlar tamamen ırkçı emperyalizmin kendi oyunlarıdır. Türkiye’de
AKP iktidara taşınmıştır. Ana aksiyon nedir: 20. Haçlı Seferidir, maksat nedir?
Yıkımın tamamlanmasıdır. Osmanlı’nın yıkımının tamamlanması, Türkiye’nin
yıkımının tamamlanması, İslam’ın laytlaştırılıp etkisiz kılınması, böylece. Büyük İsrail
Projesinin uygulanması ve 20. Haçlı seferinin bu defa mutlaka hedefine ulaştırılması.
Tarih boyunca bugüne kadar 19 Haçlı seferi yapıldı, bunun sonuncusu 1. Cihan
Harbidir, hiçbirinde hedefe ulaşılamadı, ama bu sefer ulaşacağız, diyorlar ve işte 8.
Devir 17 yıldan beri böylece çalışarak bu güne vardılar.
Dokuzuncu Devir (Yeni Dönem)
Bundan sonra ne yapmak istiyorlar? Rant Corporation hepimizin bildiği gibi ırkçı emperyalizmin beyni
sayılmaktadır. Şimdi bunlar yeni dönem için bir plan hazırladılar ve 4 tane karar aldırdılar:
Birincisi: Bütün Müslüman ülkelerde bir ılımlı Müslüman ağı oluşturalım. Böylece Müslümanları,
yeryüzünde Hak ve adaleti hâkim kılma şuurundan ve sorumluluğundan uzaklaştıralım.
İkinci: 11 Eylül’ü yaptık, Müslümanları darmadağınık etmek için şimdi ne kadar başarıya eriştiğimizin
ve eksiklerimizin tespitini yapalım.
Üçüncüsü: “Sivil demokratik İslam” kılıflı, ama bizimle irtibatlı Müslüman ülkelerdeki işbirlikçilerin
halkasını genişletmeye çalışalım.
Dördüncüsü: Etkin polis devleti oluşturalım. Senin kimlik numarana girdikleri zaman, artık öyle bir
bilgisayar ağı kurulacak ki, nerde ne paran var, kimsin, nesin ne iş yapıyorsun, nereden nereye gittin, istediği
zaman bilgisayardan derhal bunları görecek ve takibe alacaklar. Siyonistler diyor ki, bugün biz bu parayı
kontrol ediyoruz, ama bu yetmiyor, yine de bir takım yardımlaşmalar yapılıyor, bunları önlemek için dünyada
bir polis devleti kuracağız, herkesin her hareketini gözleyip duracağız.
Özetle: Ilımlı Müslüman ağları oluşturmamız, bütün Müslüman âleminde
ılımlıları çoğaltmamız lazımdır. Ilımlı ne demek? Cihat şuuru olmayacak, düzene
karışmayacak, Yahudi kölesi olacak, ama namaz kılacak, oruç tutacak, bütün
sistemleri Yahudi tanzim edip ayarlayacak. Sen Yahudi’nin demokrat kölesi
olacaksın, kazancının yarısını Yahudi’ye ödemeye mecbur kalacaksın, düzene
karışmayacaksın, sadece namaz kılacaksın, oruç tutacaksın ve fırsat bulunca
umreye koşacaksın!? Ilımlı demek; cihat şuuru taşımayacaksın, yani insanların
saadetine ve adalet düzenine ilgi duymayacaksın, sömürüye ses çıkarmayacaksın,
Yahudi’ye kölelikten şeref duyacaksın… Böyle düşünen Müslümanları artıralım,
bunlara para ve imkân sağlayalım, bunları teşvik edip reklamlarını yapalım,
30
aralarında irtibat zinciri kuralım, destekleyip öne çıkaralım, bunları iktidara taşıyalım
ve Müslümanlık budur diye tanıtalım, onun için de Kur’an-ı Kerim bastırılıyor, cihat
ayetleri çıkarılıyor içinden.
Zaten, Müslümanlığı ortadan kaldırmanın üç tane yolu vardır: bir tanesi
yasaklamak, ikincisi “din vicdan meselesidir” deyip hayattan dışlamak, üçüncüsü
ise değiştirip yozlaştırmaktır. Bunlar Ilımlı İslam Müslümanlığı değiştirerek yok etme
metodudur.
Şimdi bu yeni dönemde Rant raporunda belirtilen hedeflerin süratle
tamamlanması amaçlanmıştır. 20. Haçlı Seferinin hedefine ulaşması çalışmasıdır.
Bunun içinde:
• BİP (Büyük İsrail Projesi)’nin daha hızlı uygulamaya konması
• Haim Nahum doktrininin noksansız uygulanması
• İslam âleminin parçalanması
• Ilımlı İslam örgütlenmesinin sağlanması
• Şuurlu hareketlerin engellenip devre dışı bırakılması
• Sivil Demokratik girişimlerin devreye sokulması ve etkinlik kazandırılması
•Polis Devleti Projelerinin uygulanması, Milli orduların zayıflatılması, daha sıkı
tahakküm ve kontrol mekanizmalarının oluşturulması. Onların bu dönemde yapmak
istedikleri planları bunlardır.
31
Cemaat Hükümet Kavgası:
RABB RIZASI MI, RANT HESABI MI?
Erdoğan yandaşlarına göre:
“Dershaneler konusu siyasi bir projenin sadece bir ayağını oluşturuyordu. Bu işin hedefinde
Cumhurbaşkanlığı seçimi ve Erdoğan’sız AKP projesi yatıyordu. Edep ve erdem timsali(!) Fetullah
Gülen’in: ‘Şaşırmış Erdoğan’, ‘Firavunlaşmış insan’, ‘Kalplerimizi kırdın bari param parça etme be
adam!’ şeklindeki çıkışları, Cemaatin tabanını Başbakan’dan uzaklaştırmayı amaçlıyordu. Gönül
köprüleri bunun için yıkılmak isteniyordu. Önce, ‘Anti-Erdoğan’ duygusunu oluşturmak, sonra
Cumhurbaşkanlığı seçiminde bunu Erdoğan karşıtı ‘Ortak paydaya’ taşımak planları yapılıyordu.”
Fetullahçılara göre ise:
2004’teki MGK kararı, Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül (dönemin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri
Bakanı), Abdüllatif Şener, Abdülkadir Aksu ve Cemil Çiçek gibi MGK üyesi bakanların imzalarını taşıyor olsa
da günün polemiğinde ‘fatura’nın adeta sadece Tayyip Erdoğan’a kesilmesi haklı bir nedene dayanıyordu.
Çünkü, 2004’te ‘yok hükmünde kabul edilmiş’ olan ve ‘hiçbir işlem yapılmamış’ olan o kararın içeriğine uygun
bir uygulama bugün yapılıyor, bunu Tayyip Erdoğan yapıyor ve yaptırıyordu. Abdullah Gül, ‘Dershanelerin
kapatılması’ konusunda hükümet ile aynı dalga boyunda gözükmeye bile gerek duymuyordu.
“Tayyip Erdoğan, güç zehirlenmesine uğrayınca sürekli hata yapıyordu. Onu ‘Aziz’
mertebesinde gören izleyicilerinden başlayarak, çıkarlarını onun ‘Büyük Usta’ olarak Türkiye’nin
tepesinde oturmasını gören ‘Neo-Kemalistler’in yeni türevlerine uzanan yelpazedeki kişiler, onun her
siyasi adımı ya da söylevlerinde bir ‘hikmet’ arıyorlar ve bulunamayacağı durumlarda akla zarar
‘rasyonalizasyon’ yoluna gidiyorlar ama güneş balçıkla sıvanmıyordu. Tayyip Erdoğan, zincirleme
hata yapıyordu.” diyen eski yandaş Cengiz Çandar’dan; Moskova’da Putin’den “Bizi Şanghay’a alın,
AB’den kurtarın” ricasında bulunduğu için “hangi ‘müttefik’ ülke, Tayyip Erdoğan’ın başında
bulunduğu bir Türkiye’ye ‘stratejik dostluk’ hesaplarıyla yaklaşabilir?” diye soran şaşkın yalakalara
kadar birçok yazar ve yorumcu saf değiştirmiş bulunuyordu.
Maskeli maskaralık ve münafıkça riyakârlık!
Bir zamanlar Fetullah Hoca ve yandaşları Erdoğan’a ve AKP iktidarına övgüler diziyordu! Sonunda kirli
çamaşırlar ortaya döküldükçe yıllardır yaşanan ama pek anlaşılmayan “maskeli hayat” açığa çıkıyordu.
Birbirleriyle sanki “çok iyi dostmuş” gibi görünenlerin aslında birbirlerinin “kuyularını nasıl kazdıkları” netlik
kazanıyordu! Hâlâ birbirlerini “suçlamalar” devam ediyordu ve ama hiçbiri kendilerinde “kusur” aramıyordu!
“Biz aslında dost olmadığımız halde, dostmuş gibi göründük; bu ayıp bize yeter” deme cesaretini
gösteren bile çıkmıyordu. Hem bolca Müslümanlıktan söz ediliyor hem de Müslüman olmanın gereklerini
yerine getirmekten özenle kaçınılıyordu. Ortaya dökülen “kirli çamaşırlar” gösteriyordu ki: Allah için
sevişmeyen ve manevi hizmet gayesi gütmeyenler nefsi ve dünyevi hevesler için bir araya geliyor, sonra
gün gelip menfaatleri çatışınca da “gerçek yüzler” ortaya çıkıyor ve birbirlerine demedikleri laf kalmıyordu.
Biri ötekini “sandıkta boğmaya” çabalıyor, öteki de berikinin “can damarlarını keserek” ortadan kaldırmaya
uğraşıyordu.6
AKP yalakası yazar Cemile Bayraktar: “Polis Koleji imtihanlarında Cemaatin
yetkili ve görevlilerin, kendi yandaşlarına soruları ve cevaplarını önceden
dağıttıklarını” içeriden bir itirafçıya dayanarak Kanal A, “Manşetlerin Dili”
programında ve “Hocam, bizde kırılacak kol kanat kalmadı!” yazısında belirterek
Fetullah Gülen’e: “Bu imtihanlarda hakkı yenen ve mağdur edilen öğrenciler hiç mi
rüyanıza gelip vicdanınızı sızlatmadı?” sorusunu yöneltmişti. Şimdi biraz canları
yanınca Cemaate “İsrail işbirlikçisi, ABD hizmetçisi” diyen ve doğru söyleyen AKP
6 Bak: Zeki Ceyhan, Milli Gazete
32
şakşakçıları, 11 yıldır fiilen irtibat ve ittifak halinde oldukları Cemaatin bütün tertibat
ve tahribatlarının suç ortağı değiller miydi? Şimdi pek çok kirli ve çetrefilli iddianın
Cemaatin tertibi ve ABD’nin teşviki olduğunu belirten AKP borazanları, acaba
“Bakın işte, orduyu nasıl hizaya getirdik!” edebiyatıyla kahramanlık taslayıp oy
avcılığı yaptıkları Ergenekon ve Balyoz davalarının da, aynı Fetullahçı medyanın ve
medyunların “bilgi, belge ve manşet”leriyle başlatılıp nice komutanların mahkûm
edildiğini, şimdi bunların da yeniden tartışılması ve perde arkasının araştırılması
gerektiğini bilmezler miydi? Bu AKP, muhabbet fedaisi geçinen Fetullahçıların,
Erbakan’a karşı nefret ve hakaret dili geliştirdikleri 28 Şubat darbesinin gayrimeşru
meyvesi değiller miydi?
AKP’li yazarın dolaylı itirafı!
AKP’nin en gözde kalemşörlerinden Abdulkadir Selvi, Recep Erdoğan taraftarlığıyla
Fetullahçılara seslenip: “Eğer 2004’ten sonra bu Hükümet sizi bitirmeye çalıştıysa söyleyin
bakalım:
• 2004’ten önce kaç valiniz vardı, şimdi kaç valiniz bulunuyor?
• 2004’ten önce kaç hâkiminiz vardı, şimdi kaç hakiminiz bulunuyor?
• 2004’ten önce kaç bakanınız ve milletvekiliniz vardı, şimdi kaç milletvekiliniz bulunuyor?
• 2004’ten önce kaç dershaneniz ve üniversiteniz vardı, şimdi kaç üniversiteniz bulunuyor?
• 2004’ten önce kaç şirketiniz vardı, şimdi kaç şirketiniz bulunuyor? Erdoğan’ın sayesinde en
az on beş kat daha büyüdünüz!”7
Şeklinde sorular yöneltip, Cemaatin AKP döneminde ve Erdoğan sayesinde
katbekat gelişip güçlendiğini dile getirmekteydi. Bu ifadeler, aynı zamanda “şecaat
arz ederken sirkatin söyleyen Kıpti: yani kahramanlık taslarken hıyanet ve
hırsızlığını deşifre eden Çingene” misali bir itiraf gibiydi. Bir ülkede sözde dini
gayretli bir sivil organizenin, kendisine bağlı valileri, hâkimleri, milletvekilleri,
belediye reisleri varsa ve sayıları giderek artıyorsa, yahu Türkiye’yi Cemaat mi,
yoksa AKP mi yönetmekteydi? Cemaatin siyasetten bürokrasiye, yargı sisteminden
ekonomiye, emniyetten eğitime bu denli güçlenmesine izin veren AKP iktidarı o
zaman bunların bir numaralı suç ortağı yerindeydi. Daha önce can-ciğer kuzu
sarması olan Fetullahçılarla Erdoğancılar, şimdi hangi şahsi hırs ve hesaplarla
birbirlerine düşmüşlerdi? Sn. Başbakan ve yalakaları, bütün bu işleri zavallı Fetullah
Gülen’in kotaramayacağını, Onun arkasında Amerikan derin devletinin sırıttığını,
kendilerinin de aynı odaklarca öne çıkarıldıklarını bilmezler miydi? Acaba bütün bu
hırçınlıklar yeterince kullanılıp yıpratıldıktan sonra, artık gözden çıkarılmanın telaşı
ve tedirginliği miydi? Yoksa toplum bu kuru kahramanlık tepişmesiyle oyalanırken
Türkiye daha büyük felaketlere mi sürüklenmekteydi?
MGK belgesi niye ortaya çıkarılmıştı?
2004 yılındaki MGK kararında, “Nurculuk Faaliyetleri ve Fetullah Gülen grubuna” ait kurumların
faaliyetlerinin engellenmesi için, “Ağır yaptırımlar getiren yasal düzenlemeler yapılmalıdır, eylem planı
hazırlanmalıdır” dayatması vardı. MGK kararının altında, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer,
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve Dışişleri Bakanı olan Abdullah
Gül’ün yanı sıra, beş ayrı bakanla, dönemin MGK üyeleri Aytaç Yalman, Özden Örnek, İbrahim Fırtına, M.
Şener Eruygur’un da imzası yer almaktaydı.
Başbakan Erdoğan’ın Başdanışmanı Yalçın Akdoğan, “Ama bunun gereği yapılmadı ki…” diyerek
belgeyi doğrulamıştı. Oysa bu AKP’li ucuz kahramanlar ve Fetullahçılar, malum 1997 MGK kararlarını
7 Yeni Şafak, 02.12.2012, (Cemaat ve Dershaneler)
33
imzalamadığı halde “Erbakan korkup imzaladı!” diye propaganda yapmışlardı. Hatta aynı isimlerin imzasıyla,
Milli Görüş Hareketini bitirmekle ilgili de ayrı bir MGK kararının olduğu konuşulmaktaydı.
Peki, bunların şimdi sızdırılmasını ve gündeme taşınmasını nasıl
okumak lazımdı?
1) Bu ataklar, 2014 yılında yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerine dönük kapışmalardı. Hemen
her Köşk seçimlerinden önce o güne kadar açılmayan dosyalar, defter aralarında kalan sarı sayfalar ortaya
çıkarılırdı.
2) Daha önce “Fetullah Gülen ve AKP’yi Bitirme Planı” hangi odaklar tarafından sızdırıldıysa, bu belge
de aynı odaklar tarafından ama bu kez farklı hedefler doğrultusunda sızdırılmıştı.
3) Şayet Milli Görüş hakkında da böyle bir belge hazırlandıysa bu belgenin altında imzası olanlara
bunu neden ve hangi hedefle imzaladıkları sorulmalıydı.
4) Kararda imzaları bulunan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve dönemin Dışişleri Bakanı, şimdiki
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül neden suskunlardı? Başbakan Erdoğan, TSK’dan “irtica bahanesiyle” atılan
personel hakkındaki Yüksek Askeri Şura (YAŞ) Kararlarına her defasında “şerh” düşerken, bu kararı neden
imzalamıştı?
Milli Gazete’den Adnan Öksüz’ün anlattığına göre; 2013 Şubat’ında, TRT İstanbul Radyosunda “Dört
Dörtlük Portreler” programına Taraf yazarı Mehmet Baransu’yu çağırmış ve Baransu’nun “AKP
dönemindeki devlet ihalelerinde korkunç vurgunlar ve soygunlar yapılmaktadır ve bunların hesabı
elbette sorulacaktır!” sözlerine çok kızan Başbakan Erdoğan tarafından görevinden alınmıştı.8 Ve
bekliyoruz, hala Sn. Erdoğan’dan bir yanıt veya yalanlama ulaşmamıştı.
Hükümet yetkilileri, “2004 Ağustos MGK’sı yok hükmündeydi, uygulamadık”
deseler de ortaya çıkarılan belgeler, kararların bir kısmının uygulandığı yolundaydı.
Fetullah Gülen’in yaptığı açıklamalar da buna dayanmaktaydı. Daha önce Ergenekon
davalarına delil sayılan Taraf’ın belgeleri ortaya çıkarmasıyla birlikte, iktidar ve
yalakaları “TCK ve TMK’da düzenleme yapıp, Gülen’i yargılanmaktan biz kurtardık”
demeye başlamıştı. Bunun anlamı “Cemaatle Hükümetin suç ortaklığıydı”
Zaman yazarı cemaate kızıp ayrılmıştı
Zaman gazetesinin son dönemdeki yayınlarının nefret içerikli olması bir bayan yazarı isyan
ettirmiş ve yazmayı da bırakmıştı. Uzun yıllardır olduğu söylenen ancak ortaya dökülmeyen hükümet
cemaat kavgasının kızışması ve “muhabbet fedaisi” Cemaat yazarlarının açıkça iftira ve küfretmeye
başlaması üzerine “nefret ederek hak arandığını” söyleyen Zaman yazarı Leyla İpekçi
'Nefret eden yüzlere bakmak istemiyorum' diyerek Zaman'da yazmayı bıraktığını açıklamıştı.
İlker Başbuğ’un MGK isyanı!
• İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 05 Ağustos 2013 günü davaya ilişkin nihai kararını
açıklamıştır. Mahkeme, kararını Başbakanlık Müsteşarlığından istediği ancak dosyaya gelmeyen
direktif ve kararları incelemeden almıştır. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinden istenilen
“Bölücü Faaliyetlere Yönelik Eylem Planı-2006"nın 45 nolu tedbiri ile Genelkurmay Başkanlığı’na
internet faaliyetlerinde bulunma görevinin verildiği dikkate alınır ise, eksik inceleme ile verilmiş olan
kararın vahameti net olarak ortaya çıkmaktadır.
• Bu durum; adil yargılamanın yapılmadığını bir kez daha ortaya koyması açısından çok
önemlidir, hayatidir. İnsanlar hakkında müebbet hapis cezası dahil en ağır cezalar verilmiştir.
Mahkemenin kararını açıklamasından neredeyse, dört ay geçmesine rağmen “Gerekçeli Karar" hala
ortada değildir. Söylentiler, gerekçeli kararın çıkması için bir dört ay daha geçeceğini göstermektedir.
Ancak, insanların cezaevlerinde tutuklulukları devam etmektedir.
• Bu vahim tablo karşısında; yetki ve sorumluluk taşıyan: Hâkimler ve Savcılar Yüksek
8 Bak: 1 Aralık 2014, Milli Gazete
34
Kurulu’nun, Yargıtay Başkanlığı’nın ve Anayasa Mahkemesi’nin ne düşündüğü merak edilmektedir?
Kulaklarını tıkayıp, sessizliklerini koruyacaklar mıdır? Yoksa, duruma müdahale ederek, vicdanları
kanatan, Türkiye’de adalet sistemini yerle bir eden, bu gibi durumlara karşı tavır mı alacaklardır?”
diyen E.GKB İlker Başğbuğ’un itiraz ve iddiaları hep yanıtsız mı kalacaktı?
Beyler, bu mevki ve mertebelere hangi merkezler ve marifetler sayesinde
geldiyseniz, yine aynı sistem ve sebeplerle gidersiniz. “Cezaen vifaga: (işlediklerine
muvafık) Denk ve uygun bir ceza olarak” (Nebe: 26) karşılık görülmesi ilahi adaletin
gereğidir. Hangi Hak davaya hıyanet girişimleriyle ve hangi bavul belgeleriyle
yükseldiyseniz, aynı tür tertiplerle ezilip silineceksiniz! Erhan Tuncel’in: “Hrant Dink
cinayetinin asıl sorumlusu ve organizatörü (E. Emniyet istihbarat şeflerinden ve
Fetullahçı bilinen A.A.) Ramazan Akyürek’tir” açıklamalarıyla, çorap gibi sökülecek
kirli ve çetrefilli ilişkilerinizle deşifre edileceksiniz!
Kılıçdaroğlu Washington’da icazet mi arıyordu?
AKP Genel Başkan Yardımcısı Salih Kapusuz, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun
Washington ziyareti üzerine 1 Aralık günü tam 17 tweet atmış ve şunları yazmıştı: “Her fırsatta
‘anti-emperyalizm’ ve ‘Anti Amerika’ söylemlerini dilinden düşürmeyen Kılıçdaroğlu
son 1 aydır ABD ziyareti için çabalıyor ve amacına ulaşıyordu. CHP, iktidara gelmek
için projelerini ve programını millete değil de ABD’ye anlatma ihtiyacını hissediyorsa
oradan icazet alıyordur... Bu ABD ziyareti, CHP’nin klasik ‘Türkiye’yi şikâyet’
ziyaretlerinden ziyade; Yahudi lobisi ve ‘Derin ABD’ ile işbirliği ziyaretlerine
benziyordu!”
Eh, ABD derin merkezlerinde yani Yahudi Lobilerinde “iktidar icazeti nasıl alındığını” en iyi
AKP’liler biliyordu!
Cemaat-CHP yakınlaşmasını Yahudi Lobileri ayarlıyordu
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu Yahudi Lobilerinin etkin kuruluşlarından sonra Washington’da
Türki Amerikan Birliği (TAA) temsilcileriyle kahvaltı yapıyordu. 2010 yılı Mayıs ayında ABD çapında
200’ü aşkın kuruluşun bir araya gelmesiyle Washington’da kurulan TAA’nın, Fetullah Gülen
cemaatine yakın olduğu biliniyordu. Yine cemaatin Washington’daki ana kuruluşu olan Rumi Forum,
CHP heyetinin en genç isimlerinden Bursa Milletvekili Aykan Erdemir ile farklı düşünce
kuruluşlarından bir grup Amerikalıyı öğle yemeğinde bir araya getiriyordu. Milli Çözüm Dergisi aylar
öncesinden, “Cemaat+CHP koalisyonu” hazırlandığını yazdığı için “Komplo teorileri üretiyor,
Cemaate iftira ediliyor” diyenlerin, şimdi yüzleri bile kızarmıyordu.
Türkiye ekonomik iflasa ve siyasi kargaşaya doğru sürükleniyordu!
Financial Times’da yayımlanan ‘Türkiye Özel Raporu’ çok şey anlatıyordu. Örneğin, Daniel Dombey’in,
‘Büyük Şef’in (doğru çevirisi ‘Büyük Usta’ olmalı) ‘Türkiye’yi pusulasız sulara sürüklediği’ne dair bir başlık
kullandığı çok dikkate değer yazısı, Başbakan’ın Türkiye’yi 2023’te ‘dünyanın en büyük 10 ülkesinden biri
yapma’ ihtirasından söz ediyordu. Bu hedef, yılda yüzde 15 büyümeyi gerektiriyordu. Oysa daha kısa süre
önce, büyüme hedefi yüzde 4’ün bile altına çekilmiş bulunuyor. Ayrıca, Türkiye’nin büyük baş ağrısı olan cari
açık geçen yıl gayri safi milli hâsılanın yüzde 10’una denk düşerken, büyüme hızı yüzde 7 civarında olması
ekonominin doğasına aykırı bulunuyor. Cari açığın sadece yüzde 15’i doğrudan yabancı yatırımlar ile
karşılanıyor ki, doğrudan yabancı yatırım rakamının 2007’nin altına indiği biliniyordu.
Türkiye’de 19 milyon ailenin sadece 1/4’ü (Dörtte biri)nin aylık veya yıllık geliri,
asgari giderlerinden daha fazla görülüyordu. Yani geri kalan 15 milyon ailenin geliri
giderini karşılamıyor ve toplumun büyük kısmı geçim sıkıntısı içinde kıvranıyordu.
Geliri giderinden fazla olan yaklaşık 4 milyon aileden ise asıl pastayı 500 (beş yüz)
aile kapışıyor ve bunların önemli kısmını dönmeler ve Yahudiler oluşturuyordu.
“Dershane savaşları şimdilik büyük ölçüde medya üzerinden yürüyor ve cemaat bu konuda net
35
bir şekilde hükümeti zorluyor. Bunun altında cemaat medyasının bu tür kapsamlı kampanya yürütme
konusunda daha deneyimli olması yatıyor. Öte yandan tartışmanın dershanelerle ilgili kısmında
hükümetin argümanlarının çok zayıf, cemaatinkilerininse daha kuvvetli olması dikkatlerden kaçmıyor.
Bir başka husus da, her ne kadar dışarıdan isimlere kapılarını açmış olsalar da cemaat medyasının
kilit noktalarında Gülen hareketine çok erken yaşta bağlanmış insanlar bulunuyor. Onlar bu sürece
bir "dava" gibi bakarken hükümet yanlısı medyada çalışanların önemli bir kısmı için bireysel
çıkarların öne çıktığı görülüyor.” tespitlerine de hak vermek gerekiyordu.
“Kemalistlerle AKP’nin ortak yanları” yazısında:
MGK’da 25 Ağustos 2004 tarihinde alınan karardan geçen yıl Taraf yazarı Alper Görmüş söz ediyor,
şimdi de yine Taraf’ta Mehmet Baransu kararı ayrıntılarıyla gündeme getiriyordu.
Dershanelerin kapatılması girişimi acaba MGK’da verilen, altında Özden Örnek, İbrahim Fırtına
ve Şener Eruygur dâhil generallerin ve Başbakan Erdoğan ile (o sıra Dışişleri Bakanı) Abdullah
Gül’ün imzalarıyla alınan bu karara mı dayanıyordu? Daha doğrusu dershanelerin kapatılması ile su
yüzüne vuran “Fetullah Gülen cemaatini bitirme planı”, Kemalistlerle bugün AKP’ye hâkim olan
çevrenin zihniyet ortaklığını mı yansıtıyordu? diye soran Zaman Yazarı Şahin Alpay, dolaylı
biçimde “Milli derin devletin” değil, kirli dış güçlerin (ABD ve Yahudi Lobilerinin)
tarafında olduklarını da deşifre ediyordu.
Cengiz Çandar, 2004'teki bir görüşmede dönemin Emniyet İstihbarat Daire Başkanı'nın Perinçek için
"Jitem'in sözleşmeli personeli" dediğini aktarmıştı. Halil Berktay da Perinçek için "Atatürk hakkında
'puttu, yük oldu' diye yazılar yazmışken şimdi ultra Kemalizme rücu etti" tespitini yapmıştı. Gazeteciler
ve Yazarlar Vakfı Başkan Yardımcısı Erkam Tufan Aytav’ın kaleme aldığı, ‘Aydınlık’tan Kaçanlar’ adlı kitap
Ufuk Yayınları’ndan çıkarılmıştı. O tarihlerin hızlı Maocuları’nın neler düşündüklerine ve neden döndüklerine
ışık tutan kitap, Cengiz Çandar, Şahin Alpay, Halil Berktay, Oral Çalışlar, Gülay
Göktürk, Ethem Sancak ve Büşra Ersanlı’nın anlatımlarından oluşuyordu.
Bir zamanlar koyu İslam düşmanı ve Darwinist-Maoist kafalı, şimdilerde ise Cemaat
yanlısı ve Amerikan şakşakçısı Şahin Alpay, Cengiz Çandar, Oral Çalışlar ve Gülay
Göktürk gibi “parayı verenin düdüğünü” çalan tipler, eski arkadaşlarını satarak ve
sık sık onlara sataşarak göze girmeye çalışıyordu. Yani katı ulusalcıları da, ılımlı
İslamcıları da aynı odaklar kullanıyordu. Oysa bir zamanlar bu yandaşlar Beka
vadisinde “komünist dünya cenneti” için eğitiliyordu.
Hatırlayınız; Genelkurmay bünyesinde Fetullah Gülen hareketi ve onunla birlikte Adalet ve Kalkınma
Partisi’ni ‘bitirme planı’ hazırlandığı haberini ilk yazan, 12 Nisan 2009 tarihli Taraf gazetesinde Mehmet
Baransu olmuştu. Haberdeki iddianın birden fazla önemli boyutu bulunuyordu. İlk olarak, bir yıl önce,
2008’de iktidardaki AKP aleyhine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından açılmış kapatma davası
iddianamesindeki suçlamaların bir kısmının bu amaçla ‘içeride’ üretildiği kuşkusunu doğuruyordu. Anayasa
Mahkemesi AKP’yi kapatmıyor, ama ‘Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak’ suçundan mahkûm ediyordu.
Albay Dursun Çiçek ve ‘ıslak imza’ tartışmalarını hatırlayalım... Nitekim Baransu’nun bu tartışmaları takiben
o zaman Beşiktaş’taki adliyeye giderek teslim ettiği bavul dolusu belge, bir darbe girişimi sayılan Balyoz
davasının açılmasında büyük pay sahibi olmuştu. İkincisi, Genelkurmay bünyesinde açılıp işletildiği yazılan
‘sahte’ ya da ‘tuzak’ internet siteleri söz konusuydu. Genelkurmay’ın başına, 30 Ağustos 2008’de görevi
Yaşar Büyükanıt’tan devralan İlker Başbuğ getiriliyordu. Başbuğ, Büyükanıt ile birlikte, bir önceki dönemde,
yani 2002-2006 döneminde Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ü AKP’ye laiklik müdahalesinde bulunması
için baskı altına alan komuta heyeti üyelerine karşı Özkök’ü fiilen koruyan isim olarak biliniyordu.
Asıl soru şuydu: Ergenekon ve Balyoz davalarında, belki gerçekten suçlu ve
sorumlu komutanlar vardı; bu tiplerin İslam’a ve dindar halkımıza karşı olumsuz
tavırları aşikârdı. Ancak bu bahanelerle bütün TSK’yı töhmet altına alıp yıpratmak ve
milletimizin ordusuna olan güvenini yıkmak için hazırlanan kurgu ve komploları
36
Amerika, asıl Fetullahçılar eliyle mi, yoksa Erdoğan ekibiyle mi uygulamıştı?
Milli Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi “Dershane Kapışmasıyla” ilgili:
Bu kavga kesinlikle dershane kavgası değildir. İşin içinde başka işler vardır. İşin içinde ABD vardır.
İsrail ve Siyonizm vardır. Papalık ve Hıristiyanlık vardır. (Erdoğan’a karşı) Sivil darbe teşebbüsü vardır. On
milyarlarca dolarlık bir pasta vardır. Dinlerarası diyalog vardır. Serbest seçimlerle iktidara gelmiş
Başbakan’ın seçimsiz düşürülmesi hesapları vardır. Münzel=indirilmiş gerçek İslam’ı değiştirip, onun yerine
uydurulmuş ve türetilmiş yeni bir İslam getirmek vardır. Tesettürü zaruriyat-ı diniyeden çıkartıp ayrıntı haline
getirmek vardır. İslam’ın Allah katında tek hak din olduğu temel inancını yıkıp, o inancın yerine zamanımızda
üç hak İbrahim din bulunduğuna dair batıl inancı koymak vardır. Dershaneler buzdağının su üzerinde
görünen onda biridir. Bendeniz bugünkü kavganın içine girmem ve taraf tutmam. Lakin kavga mı savaş mı,
her neyse asıl sebeplerini aramaya, öğrenmeye çalışırım. Çok akıllı, cin fikirli olmasam da, bu savaşın
dershane savaşı olduğuna inanacak kadar ahmak ve salak değilimdir.
Burnuma çok acayip kokular geliyor. Darphane makinalarının seslerini işitiyorum. Hafızam gerilere
gidiyor. Hani 2004 yılında Mardin’de tarihî Kasımiye medresesinde Dinlerarası Diyalog festivali yapılmıştı ya.
Patrikler, papazlar, bir de Diyanet müftüsü… Çanlar çılgınca çalarken ezan okunmuş ve oradaki ruhbanlar
hep birlikte havuzun üzerindeki derme çatma salaş köprüden kara cüppeleriyle yel yeperek yelken kürek
merasimle geçmişlerdi. Akıllarınca üç İbrahim din mensupları böylece Sırat Köprüsünden geçerek Cennete
duhül edeceklerdi. Bendeniz Ehl-i Sünnet ve Cemaat dairesi içinde naçiz bir Müslümanım. Dinlerarası
Diyalog doktrinini reddederim. Allah katında tek hak dinini İslam olduğuna kesin şekilde inanırım.” diyerek
tarihi bir uyarı yapmıştı.
Taraf yazarına göre dershane dalaşı aslında “Halife kim olacak?”
kavgasıydı!
Taraf gazetesinin sert çıkışları ile dikkat çeken yazarı Namık Çınar, dershane polemiği ile başlayan
AKP Gülen Cemaati arasındaki gerilimi çok farklı bir şekilde yorumlamıştı. Çınar'a göre Gülen ve Erdoğan
arasındaki kavga aslında "Halife kim olacak?" kavgasıydı. Ona göre: "Tahttan indirilen Kemalist
laikçilerin vesayet savaşları bitince, demokratikleşme görüntüsüyle onların yerini bu sefer de ılımlı
İslamistler almaya başlamıştı. Çünkü çıkar ve iktidar pastası çok büyüktü ve iştah kabartıcıydı!
Ve zaman zaman ucuyla muhaliflere dürtmeye de yarayan bıçak kimin elindeyse, buraları
demokratik olmadığı için pastayı o kesip paylaştıracaktı. Meselâ, eğer bir şirketiniz var da
Başbakan’ın uçağında yer kapmışsanız, kolunuzdan tutup götürdüğü ve kefil olduğu o diyarlarda
ürünleriniz rahatça pazarlanacaktı. Biat etmenin ve rüsumunu ödemenin dışında, ne AR-GE’ye, ne
pazarlama departmanına ihtiyacınız vardı. Kimi İslâm ülkelerinde en dorukta oturan din büyüğü
Ayetullahların hilafet sancağı altındaki gibi bir siyasi modele mi evrilecektir; yoksa Osmanlı’daki gibi
sultanın politikalarına hizmet için, onun denetimi altındaki bir şeriat düzenine mi kayılmaktaydı?”9
Bu itiraz ve itiraflar “ABD güdümünde olacak ve İslam dünyasını avutup
avucuna alacak göstermelik bir halife olma yarışının, Erdoğan’la Fetullah’ı karşı
karşıya getirdiğini” ortaya koymaktaydı.
Yeni Akit gazetesi yazarı Mehtap Yılmaz, kaleme aldığı yazısıyla
Fetullah Gülen'e demediğini bırakmamıştı.
AKP iktidarı ile Gülen cemaati arasında yükselen dershane gerilimini köşesine taşıyan Yeni Akit
gazetesi yazarı Mehtap Yılmaz, cemaati ve lideri Gülen'le ilgili ağır ithamlar sıralamıştı.
"Türkiye'de bir tek (dini) lider Fetullah Gülen mi? Bir sürü İslami cemaat vardı! Şimdi
soruyorum! Hangisinin bankası vardı? Hangisinin istihbaratı vardı? Hangisinin bu kadar basın yayın
organı vardı? Hangisinin HSYK'da, TSK'da, MİT’te, bürokrasinin en kilit noktalarında, bu kadar adamı
kadrolaşmıştı? Hangisi kurbanla, fitreyle, zekâtla topladığı paralarla bankacılık sektörüne bulaşmıştı?
9 29.11.2013, Taraf
37
Hangisi kurbanla, zekâtla, fitreyle, zorunlu dergi gazete aboneliklerinden edindiği ekonomik güçle
Vatikan'a eğilip bağlanmıştı?
Hangisinin lideri Papa'ya biat edip Peygamber huzurundan ayrılıyor gibi geri geri adım atarak
tazime kalkışmıştı? Hangisi Yahudilere ağlayıp, Mavi Marmara'yı dağlamıştı? Hangisi dış politikasını
İsrail'e ayarlı geliştirmediği için Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'na cephe almıştı? Hangisi sırf
İsrail'in istenmeyen adamı diye Hakan Fidan üzerinden mevcut iktidara darbe planı hazırlamıştı?
Hangisi Gezi'cilere "çapulcular" dediği için Başbakan'a ayar çekmeye kalkışmıştı?
Hangisi iktidara muhalif basın mensuplarını makamında ağırlayarak Erdoğan'ı "diktatör"lükle
suçlamıştı? Hangisi, elemanlarını “şu saatlerde Twitter'da protesto eylemi yapın” diye kışkırtmıştı?
Hangisi Risale-i Nur'un lisanını öykündüğü halde Risale-i Nur'ların varislerinin isyanına rağmen onları
tahrif yoluna sapmıştı? Fetullah Gülen başörtülü Merve Kavakçı'ya saldıran Ecevit’le tam da o
dönemde can ciğer olmamış mıydı? Şefaat hakkım olsa, Ecevit’e şefaat ederim buyurmamış mıydı?
Aynı Fetullah Gülen, Emine Erdoğan'ı hedef alan sarhoş CHP vekiline niye ağzını açmamıştı? Hiç
kusura bakmayın... Başbakan'a “Firavun, tımarhanelik” diyen de bu insandı!”
Recep T. Erdoğan’ı, AKP kadrolarını ve yandaş yazarlarını da, Fetullah Gülen’i
ve Cemaatini de aynı güçlerin palazlandırdığı, yani Siyonist Yahudi Lobilerinin
parlatıp iktidara taşıdığını unutmuş gibi davranan Akit yazarlarının bu tespit ve
tenkitlerini okuyunca:
“Yahudiler: “Hıristiyanlar (hakikat ve hidayetle ilgili) hiçbir şey üzerinde
değillerdir” dediler. Hıristiyanlar ise “Yahudiler (hakikat ve hidayetle ilgili) hiçbir şey
üzerinde değildirler” dediler” (Bakara: 113) ayetini hatırlamıştık. Çünküsü her iki
taraf ta, birbirleriyle ilgili söyledikleri doğru şeylerdi, çünkü hiçbirisi istikamet ve
hizmet üzerinde değildi.
Cemaatle iktidar çekişmesini, Rahmetli Erbakan’la Esat Coşan
muhalefetine benzetenler de vardı
Oysa, Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan’ın bu konuyla ilgili hataları sadece teorik boyutla ilgili kalmamış,
uygulamada da, ne yazık ki, savunduklarının tam tersini yapmıştı. Coşan âlim olmakla şeyh olmayı birbirine
karıştırmıştı. İkincisi, lidere biat ile şeyhe intisabı karıştırmıştı. Fıkhî hükmü muallimlik ve mürşitlik olan
şeyhliği, halifelik (devlet ve hizmet liderliği) gibi göstermeye çalışmıştı.
Ancak, kendi söylediklerini bizzat kendisi uygulamamış, tam aksi yönde davranmış, “Bütün işlerin
başına âlimlerin geçmesi gerektiğini” savunduğu halde bizzat kendisine bağlı işlerin başına, “Bu benim
yakınımdır, sırdaşımdır” diyerek, ilmi olmayan birini oturtmuşlardı. Coşan, bütün işlerin başına âlimlerin
geçmesi gerektiğini söyleyerek Erbakan’a sataşmıştı, fakat bir eğitim ve öğretim faaliyeti olduğu için esas
itibariyle ilme en çok muhtaç olan şeyhlik makamına, ilmi olmayan birini bırakmıştı. Böylece, bir bakıma,
reklamlarda “Hüseyini” göstermiş, teslimatta işi “Yezid”e bağlamıştı.” diyenler haklıydı.
Coşan, Erbakan’ı “laiklik”e sığınmak ve şeraitten sakınmakla suçlarken, varisi olarak ortaya
çıkanlar, açıkça hem de yanlış ve haksız laikliği savunmaya başlamıştı. “Adil Düzen” ve “Millî Görüş”
diyerek bizzat İslâm’ı savunan Erbakan’ın aksine, bunlar, açıkça İslâm’ı bir kenara bırakmıştı. Ve
zaten Milli Görüş siyaset sahnesine çıkıncaya kadar Nurcu, Süleymancı ve Tarikatçı kovalatan güçler,
bu sefer “sakın Erbakan’a kaymasınlar” diye dini cemaatleri destekleyip öne çıkarmaya başlamıştı.
38
 



Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...