05 Mart 2015

CEMAATIN CILKI ERDOĞANIN ÇARKI ERBAKAN’IN FARKI BİRİNCİ BÖLÜM


CEMAATIN CILKI ERDOĞANIN ÇARKI ERBAKAN’IN FARKI
AHMET AKGÜL
2
İÇİNDEKİLER
Önsöz: Kuklaların Atışması, Hükümet Cemaat Çatışması ...........................................................4
 Milli Çözüm Ekibinin Kafa Yapısı ve Bilgi Kaynağı
Ayetlerle Döneklik Siyaseti ve İsrail’in Türkiye Stratejisi .........................................................18
Cemaat-Hükümet Kavgası: Rabb Rızası mı, Rant Hesabı mı? .......................................... …..31
Fetullah Gülen’in Yahudi Aşkı ve Sn. Recep Erdoğan’ın Şaşkınlığı ................................ …..38
AKP'nin ve Cemaatin Ortak Tahribatları ve Gezi Kışkırtmalarının Perde Arkası
Diyarbakır Buluşması ve Hükümet-Cemaat Kapışması ........................................................... 45
Erdoğan’a İnanmak, Amerika’ya Aldanmaktır! ...................................................................... 52
Gezi Kışkırtmaları ve Erdoğan'ın Palavraları! ........................................................................ 57
Gezicilerin Haltı, AKP’nin Rantı! ............................................................................................. 66
Cemaat ve İktidarın Ortak Tahribatları .................................................................................... 74
Fetullah Hoca Niye Erdoğan’a Hakaret Yağdırmıştı? ............................................................. 82
Suriye Tuzağı ve Hükümet-Cemaat Kapışması: “Tencere Dibin Kara, Seninki Zift Katran!” .. 88
AKP Dağıtılacak; CHP+Cemaat Koalisyonu mu Kurulacaktı? ............................................... 93
ABD’nin Mısır Üzerinden Türkiye Mesajları Recep Bey’in ve Gülen’in Son Çırpınışları ...... 101
Darbeler mi, Yoksa “Demokrasi Derebeyliği” mi Daha Tahripkârdı? ..................................... 108
“Siyonizm’in; Öcalan’la da, Erdoğan’la da İşi Tamamlanmıştı!” .......................................... 124
AKP ve Cemaatle İlgili Tenkitlerimiz Milli ve Manevi Mesuliyetimiz İcabıdır ........................ 131
Abdülhamit, Mustafa Kemal ve Erbakan'ın Milli Tavırları
Cemaat’ın Çılkı, Erdoğan'ın Çarkı, Erbakan'ın Farkı ........................................................... 141
IMF Palavrasının Aslı: Erbakan Yaptı, Erdoğan Sattı! ........................................................ .147
Rahmetli Erbakan'ı Önlemek İçin, Diğer İslamcı Hareketlerin Desteklenip Öne Çıkarılması ... 154
Açılım Senaryolarına Erbakan’ı Bulaştırma Sahtekârlığı ...................................................... 161
Abdülhamit, Atatürk ve Erbakan’ın Ortak Tarafları ve Ilımlı İslamcıların Çifte Standardı .... 168
Atatürkçülük ve Milli Görüşçülük Çok mu Aykırı? .................................................................. 179
Milli Mücadelenin ve Milli Görüşün Ortak Amacı .................................................................... 192
İslam Düşünceli, Müspet Milliyetçi ve Erbakan Takipçisi Olmak ............................................ 201
Milli, Görüş'ün Marazlı Takımı ve Erbakan'ın Tarihi Atılımları
Başbakan’ın Tutarsızlıkları ve İslam Süfyanı ......................................................................... 209
Erbakan Devrimi Devam Ediyor: Tarihi Devran Yakındır! .................................................... 214
Siyonizmin Son Çırpınışları ve Erbakan Korkuları
Soner Yalçın'ın "ERBAKAN" Kitabı: İltifat Kılıflı İftiraları ................................................. 222
Türkiye'nin Son Şansı ve Erbakan'ın Memleket Sevdası ....................................................... ..231
Sonsöz: Suriye'nin Karıştırılması ve Büyük Hesaplaşmanın Yaklaşması ................................ 237
Ahmet Akgül ve Kitapları .......................................................................................................... ..246
3
“Din istismarı yapanlar ve dünyalık kazanmak için kutsalını pazarlayanlar; parasıyla fuhuş yapan
kadınlardan ve karısını-kızını satanlardan daha aşağı ve bayağı mahluklardır. Açıkca Dine ve İlahi düzene düşmanlık yapanlar ise, insan suretli şeytanlardır”
Hz. İsa (AS)
(Barnabas İncilinden) Okumayan cahil, anlamayan gafil, öğrenip uygulayan ise kâmil insandır. Doğruları ve yararlı olanları yazanlar ve yayınlayanlar, toplumun olgunlaşmasına ve onurlu yaşamasına en önemli katkıyı sunmaktadır. ÖNSÖZ Kuklaların Atışması Veya 
HÜKÜMETLE CEMAATIN ÇATIŞMASI 
Yolsuzluk Operasyonuyla Lağımlar Deşiliyordu! AKP’li dört bakanın oğullarının, belediye başkanlarının, yandaş iş adamlarının, banka patronlarının ve yüksek bürokratların da aralarında bulunduğu yaklaşık 70 (yetmiş) kişinin yüz milyonlarca dolarlık hırsızlıklara bulaştıkları, haksız ve haram kazanç sağladıkları, devleti ve milleti büyük zararlara uğrattıkları iddialarıyla ilgili yolsuzluk operasyonları
başlayınca, üzeri dindarlık ve demokratlıkla sıvanan lağımlar ortalığa saçılmıştı.
Hükümet kendisine “siyasi komplo” hazırladığı palavralarına sığınmaya çalışmış,
Cemaat ise cuntacılık oynamaya kalkışmıştı. Her iki oluşumu da önce bir araya getirip, Milli
Görüş’e hıyanet karşılığı iktidara taşıyan, şimdi de biri birine kışkırtıp iki tarafı da dengeleyip
dizginlerini elinde tutan aynı odaklardı. Genç neslin eğitim ve öğretimine ağırlık veren
manevi bir hizmet rehberi değil de, sanki uluslararası bir istihbarat şefi ve cunta lideri gibi
davranan Fetullah Gülen ve takımı da; bunca soygunlarını ve yolsuzluklarını, mağduriyet
edebiyatı ve komplo tezgâhıyla örtmeye çalışan AKP iktidarı da, artık ülkemiz için en
öncelikli ve tehlikeli sorun halini almıştı. Ancak yüzde beşlik kısmı oluşturan Cemaatin ve Hükümetin üst yönetim kadroları
dışındaki talebe ve takipçilerinin büyük çoğunluğu iyi niyetli ve istikametli insanlarımızdı.
Ama artık bunların da uyanmaları, ülkemize yönelik tezgâhların farkına varmaları lazımdı.
AKP’nin iz’an ve insaf sahibi Milletvekillerinin ve teşkilat üyelerinin hemen ayrılıp,
Muhalefetin vicdan ehli vatanseverleriyle birlikte yeni bir Milli Çözüm Hükümeti kurmaları
ve ülkemizi yaklaşan kaostan kurtarmaları lazımdı ve bu belki de hepimizin son şansıydı.
Artık CEMAAT=CIA+MOSSAD olduğu, Hükümetin ise şahsi ikbal ve iktidar hırsına ve
Haçlı AB’ye kuyruk olma hatırına, maalesef milli ve manevi duyarlılıklardan soyunduğu
açıktı. Mustafa Kemal’in “Gençliğe Hitabe”sini okumanın ve sorumluluklarımızı
kuşanmanın tam da zamanıydı. Eğer Sn. Başbakan ve kurmayları kendi yakınlarının,
yandaşlarının ve bürokratlarının bütün bu hırsızlık ve haksızlıklarından ve polis Müdürlerinin
komplo hazırlıklarından haberdar oldukları halde, bunlara izin vermişlerse kendileri de suç
ortakları sayılırdı. Yok eğer “hiç ilgimiz ve bilgimiz olmadı” diyorlarsa kendileri şuurlu
ve sorumlu bir iktidar değil, sadece “vitrin kuklaları” konumundaydı. Suçluları yakalamak ve
hesap sorulmasını sağlamak yerine, operasyonları yürüten Valileri, Emniyet Müdürlerini ve
Polis şeflerini görevden alıp, sanki rezaletlerin üstünü kapatıyor ve kendilerini bu şekilde
aklamaya çalışıyor gibi davranmak, yoksa suçüstü yakalanmanın telaşı mıydı?
Hükümet ve Cemaatin din ve devlet tahribatına dikkat çektiğimiz gizli ve kirli ilişkilerini
irdelediğimiz için MİLLİ ÇÖZÜM Ekibini “Ergenekon’un Dinci Kanadı” diye yaftalayıp, bizi
suni ve sinsi tezgâhlarla tutuklatıp, Fetullahcı ve AKP yandaşı medyada aleyhimize aylarca linç
kampanyası başlatıp… Daha önce yüzlerce komutanımıza, subayımıza ve aydınımıza böylesi
bahanelerle sataşıp ve içeri aldırıp; “Ülkenin bağırsaklarını temizliyoruz ” şeklinde sahte
kahramanlık pozları atanların akıbetlerinin böyle olacağı açıktı ve ilahi adalet elbette yerini
bulacaktı.
Giderek horoz kavgasına ve Hacivat’la Karagöz kapışmasına dönüşen Hükümetle
Cemaat çatışması, tarafların tıynetini ve etkinlik rekabetini yansıtmaktaydı. “Kendi
kuklalarını kapıştırarak onları dengeleyip daha rahat ve rantabl kullanmak” Yahudi
5
Lobilerinin klasik bir kuralıydı. İrtibat ve ittifakları gibi, ihtilaf ve itirazları bile, küresel güç
odaklarının talimatıyla şekillenen, sadece şahsi etkinlik, yetkinlik ve zenginlik konusunda
özel ve yerel projeler üretebilen Cemaat’in, Fetullah Gülen’in vicdani kanaat ve kararlarıyla
yönlendirildiğini sanmak elbette saflıktı. Dershaneler savaşı yüzünden Cemaate: “İsrail
hizmetcisi, ABD işbirlikçisi” demeye başlayan ve doğruları yansıtan AKP yalakalarına
hatırlatmak lazımdı: 11 yıldır aynı Fetullahcılarla birlikte yaptığınız tahribatların hesabı
kimden sorulacaktı?
Bütün talebeleri, takipçileri, bunların aileleri ve yakın çevreleriyle taş çatlasa ancak
%0,3’lük bir taraftar kitlesine… Bu oluşumun kendi sinsi hesapları doğrultusunda kullanan
menfaat grupları, istismar odakları ve diğer bütün çarpanlarıyla ancak %1’lik bir oy
potansiyeline sahip Cemaati, daha yüksek oranlarda gösterip yerel seçimler öncesi
Hükümeti hizaya sokmak hesapları yapılmakta, açılım ve Yeni Anayasa konusunda daha
cesur(!) adımlar atmaya zorlanmaktaydı.
Onursal başkanlığını Fetullah Gülen'in yaptığı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın,
kamuoyunda sözde 11 maddelik yanıtı böyle okumak lazımdı. Hizmet Hareketi hakkında
gündeme getirilen konularla ilgili açıklamada; son dönemde medyada Gülen Cemaati
aleyhine yapılan karalama ve yanlış bilgilere dayalı yönlendirme kampanyalarına dikkat
çeken Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, “vesile olduğu hizmetlerle 150'ye yakın ülkede takdir
gören Hareket'in bugüne kadar hiçbir yerde, hukuk, demokrasi ve insan haklarına zıt bir
tavrın içerisinde olmadığını vurgulayarak” desteğini aldıkları küresel odaklarla rakiplerini
korkutmaya mı çalışmaktaydı?
İşte Fetullahçıların bildirisindeki yalanlar ve yanlışlar:
1. iddia: “Gezi parkı eylemlerinin arkasında Hizmet Hareketi vardı.”
“Hizmet Hareketi, insanların şiddete başvurmayan barışçıl protesto hakkına demokrasiye
saygının gereği karşı değildir. Ancak, bu tür protestoların istismara açık olmaları sebebiyle Hizmet,
kendisine gönül vermiş olanların bu tür protestolara katılmalarını teşvik etmez.
Protestoların tamamen çevreci duyarlılıkla ve barışçıl olduğu ilk günlerde, üstelik hükümete
yakın çevrelerden de olmak üzere toplumun her kesiminden bireylerin katıldığı bu protestoya,
Hizmet’e sempati duyan bazı kimselerin çevreci duyarlılıklarla ve kendi şahsi iradeleriyle ilk günlerde
olumlu bakmış olmaları, topyekûn Hizmet Hareketi’nin bir tür komplo içinde olduğu anlamına gelmez.
Nitekim eylemcilere ‘çapulcu’ denmemesi gerektiğini belirttiği konuşmasında Onursal
Başkanımız Sayın Fetullah Gülen, masum taleplerle başlayan eylemin daha sonra bazı art niyetli
çevreler tarafından istismar edildiğinin ve bazı uluslararası medyanın da olumsuz algılanacak bir tavır
içinde olduğunun altını çizmiştir.
Gezi eylemlerinin en başındaki çevre duyarlılığına hak veren ve göstericilere karşı ilk günlerde
alınan sert tutumla ilgili her çevreden tepkiler olmuştur. Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün
‘Sandık her şey değildir’, Başbakan Vekili Bülent Arınç’ın ‘özür dileriz’, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer
Çelik’in ‘Mesaj alındı’, Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın ‘Bütün muhalefeti birleştirdik’, Avrupa Birliği
Bakanı Egemen Bağış’ın New York Times gazetesindeki yazısında Gezi Parkı eylemleri
‘Çoğulculuğun ve demokrasinin bir yansıması’ olarak tasvir etmesi ve son olarak AK Parti Milletvekili
Prof. Dr. İdris Bal’ın Gezi olaylarına ilişkin raporundaki ‘Hükümetin Gezi olayında stratejik hata
yaptığı’ tespiti Hizmet’in bu konuya yaklaşımından farklı değildir.” Yanıtı, iddiaları yalanlamaktan
ziyade doğrular bir yaklaşımdır. Bu sözler “Gezi eylemleri masum ve makul amaçlarla başladı, dış güçler ve
faiz lobileri kışkırttı gibi komplo teorileri yanlıştı ve Erdoğan’ın kırıcı ve kızıştırıcı tavrı olayları çığırından
çıkarttı” anlamı taşımaktadır.
2. iddia: “Gezi Eylemcilerini Hizmet’e yakın savcı ve hâkimler tutuklamayıp
salıvermiştir.”
6
“Bütün savcı ve hâkimler kamu görevlisi olup HSYK’nın yetkilendirme ve denetimine tabidir.
Şayet yapılan görevin ifası konusunda yanlışlıklar varsa, sorumluluk Adalet Bakanlığı ve HSYK’ya
aittir” sözleri bunların kaypak ve istismarcı tavrını ortaya koymaktadır. Çünkü etki altına aldıkları
bürokrat ve yargıçların hukuk dışı tasarruflarının kârını Cemaat, şayet ortaya çıkarsa zararını
Hükümet çekmiş olacaktır.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın:
“Kaldı ki, son dönemde medyada sıklıkla yer alan bazı haber ve yazılar sayesinde Hizmet’e
yakın olduğu iddia edilen yargı mensuplarının zaten tasfiye edildiği de kamuoyunun bilgisi
dahilindedir.
Ergenekon davalarını gayrimeşru hale getirmek için yakın geçmişte vesayetçi çevrelerin
dillerine doladığı ‘Cemaatçi yargı’ ithamının, şimdi (Erdoğan’a yakın A.A.) başka çevreler tarafından
gündeme getirilmesi ve bunların bir tepki görmemesi de son derece düşündürücüdür.” Sözleri ise,
itiraz görünümlü bir itiraftır ve Cemaat suçüstü yakalanmıştır.
a) “Hizmete yakın Yargı mensuplarının zaten tasfiye edildiği kamuoyunun bilgisi dâhilindedir”
ifadeleri, Cemaate yakın ve yatkın yargı mensuplarının…. Cemaatle irtibatlı olan Hâkim ve
savcıların varlığını itiraf ve ikrardır.
b) Demek ki Cemaat ile Hükümet kavgası da yaşanmakta ki, yukarıdaki itiraflara göre,
hükümet Cemaatçi yargı mensuplarını tasfiye edip etkisiz bırakmıştır.
c) Bu açık ve net beyanlar “Şecaat arz ederken sirkatini söylemek - yani kahramanlık
taslarken hırsızlığını deşifre etmek” cinsinden bir ahmaklıktır ve tabi “Cemaatçi Yargı
mensuplarının” varlığının kuru bir iddia ve iftira değil gerçek olduğunun ifşası ve ispatıdır.
d) Bu noktada, asıl sorun ve Türkiye için acil durum; Bir savcı ve hâkimin hukuka, kanunlara
ve vicdanına göre değil de, herhangi bir cemaate, tarikata, partiye veya imtiyazlık kesime yakın
olması, dolayısıyla bunlara karşı olanlara da peşinen önyargılı bulunması, hukuken yasak,
vicdanen sakat ve ahlaken zaaftır ki, bu ülkemizdeki adalet sisteminin iflası anlamındadır ve baş
suçlusu da Cemaattir. Ve acaba Cemaatin, kendilerini himayesine alan ve Fetullah Gülen’ce
sığınılan ABD derin devleti (Yahudi Lobileri) ve küresel fitne merkezleri sayesinde böylesine
palazlanıp şımardığı” yolundaki tartışmalar böylece haklılık mı kazanmaktadır?
Şimdi soralım:
• Hani yargıda, emniyet teşkilatında ve diğer devlet kurumlarındaki Cemaat
yapılanması iftiraydı?
• Hani bu yapılanma nedeniyle, iktidarın kendi yetki alanının daraltılmasına karşı
çıkması ve Fetullahçıları tasfiye çabası yalandı?
• Hani Cemaat, iktidarın yetki sınırlarına karışmaz ve tasarruflarından gocunmazdı?
• Hani Cemaatin siyasi hedefleri ve ABD adına sisteme müdahil olma gayretleri
olamazdı ve bunlar kasıtlı ve asılsız iddialardı?
3. iddia: “Hizmetle bağlantılı polisler, eylemcilerin çadırlarını yakarak ve Gezi
eylemlerine sert müdahale ederek eylemlerin büyümesini sağladı.”
“Nitekim olayların ilk başladığı andan itibaren bütün müdahale talimatlarının Hükümet’ten
geldiği ve çadırları belediye zabıtasının yaktığı daha sonra ortaya çıkmıştır.
Başbakan Sayın Erdoğan da emniyet güçlerine talimatları kendisinin verdiğini ifade etmiş,
emniyet güçlerine destek çıkan açıklamalar yapmış ve nihayet onları olaylardaki performanslarından
dolayı ödüllendirmiştir.” Tespitleri, Gezi olaylarında iktidarı ve özellikle Başbakan Erdoğan’ı
kusurlu, hatta suçlu ve sorumlu gösterme çabalarıdır.
Şu anda Recep T. Erdoğan’ın şahsi marka değeri, AKP’nin kurumsal rağbetinin bile çok
üzerine çıkmış durumdadır. Bu ise dış güçlerin memnun kalmadığı, Başbakan’ın kontrolden
çıkması ihtimalini taşıdığı için kaygılandığı bir sonuç olmaktadır. Yani, ABD ve AB’yi kullanan dış
7
güçler (Yahudi Lobileri) kendi elleriyle yeni bir Frankeştayn ortaya çıkarma sorunuyla karşı
karşıyadır. İşte Fetullah Gülen üzerinden ve Cemaat örgütlenmesiyle, Recep T. Erdoğan’ı
dizginleme ve disiplinize etme çabaları bu nedenle yoğunlaşmıştır. Recep Bey’in popülaritesinin ve
aşırı güç ve güven zehirlenmesinin törpülenmemesi ve dengelenmemesi halinde, Hitler misali
handikaplar yaşanacağından kuşku duyulmaktadır.
Fetullahçı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfının 11 maddelik açıklamasını medyadan öğrendiğini
söyleyen Başbakan Erdoğan’ın: “Bu tür hatırlatmaların gazeteler aracılığıyla yapılmasını
doğru bulmadığını” belirtmesi, “Cemaatin arkasındaki güç odaklarının Yazarlar Vakfı
üzerinden gönderdikleri uyarı mesajlarını aldığını, adımlarını ona göre ayarlayıp atacağını,
ancak bu tavsiyelerin kamuoyuna yansıtılmadan direk kendisine yapılması ve karizmasının
yaralanmamasının daha iyi olacağını” vurgulama kasıtlıdır. Çünkü ucuz kahramanların öyle
“Allah rızası, ahret hazırlığı, ülke çıkarı, milletin yararı” gibi dertleri yoktur; tek düşünceleri
makam ve koltukları ve suni karizmalarıdır.
4. iddia: “Cemaat Mısır’daki darbeye karşı çıkmıyor.”
“Mısır’da meşru ve seçilmiş Cumhurbaşkanı Mursi’ye karşı yapılan müdahale bir darbedir ve
hiçbir şekilde tasvip edilmesi düşünülemez.
Fetullah Gülen Hocaefendi, Mısır’daki olaylar üzerine bir konuşma yapmış ve açıkça
‘Demokrasi bir kere daha darbe yedi’ demiştir.” Doğru, Erbakan’ın Refah-Yol Hükümeti aleyhine
açıkça kampanya başlatan ve 28 Şubat darbe değirmenine su taşıyan Fetullah Gülen’in, şimdi
demokrasi kahramanı kesilip Mursi’ye sahip çıkması, sığındığı ve sahip çıkıldığı ABD derin
devletine rağmen olamayacağına göre, acaba bu tavrının altında hangi sinsi hesaplar ve talimatlar
yatmaktaydı? Yoksa Mısır’ın fiilen parçalanması için bir iç savaş çıkarılması, bu nedenle birilerinin
General Sisi’yi alkışlarken, birilerinin de Mursi’yi ve İhvan’ı Müslümin’i kışkırtması mı planlanmıştı?
Daha önce Mavi Marmara saldırısında açıkça İsrail’in küstahlık ve katliamını haklı gören Fetullah
Gülen’in bu demokrasi kahramanlığı başka nasıl yorumlanırdı?
Şimdi dış güçlerin ve hıyanet cephesinin bütün gayesi ve gayreti; İhvanı silah kullanmaya
mecbur bırakıp kendilerine-darbecilere mazeret ve meşruiyet kazandırmaktır. Hatta Mursi
yanlılarının bazı polis karakollarını basıp silahlarına el koydukları ve nefsi müdafaa cinsinden,
gerekirse silah kullanacakları yolundaki haberler, asıl korktuğumuz iç savaşı başlatacak ve Mısır’ı
parçalanmaya taşıyacaktır. Yani Sisi’nin darbeye destek için halkı sokaklara çağırması kadar,
Mursi’nin, haklı bile olsa, taraftarlarını direnişte inatlaştırması, sonuçta maalesef Siyonistemperyalist
merkezlerin sinsi hesaplarına zemin hazırlamaktadır. Oysa Mısır’da yapılması
gereken, bu kavga ve kaos ortamından bir an evvel çıkılması, adil ve milli bir anayasanın derhal
hazırlanıp, özgür seçimlere varılmasıdır. Yoksa, güya Müslümanlar El-Kaide gibi radikalleşip
aşırılığa kaymasın diye, demokratikleşip siyaset ve seçimlere katılmasını isteyen batı, işte bu yolu
tercih eden İhvanı Müslimini, Türkiye’de Milli Görüş Hükümetini darbe ile devre dışı bıraktıkları ve
şimdi Suriye’de El-Kaide’ye bizzat silah sağlayıp kışkırttıkları gibi, yarın bir iç savaş patlayınca,
birbirlerini kırsınlar ve meydanı İsrail’e bıraksınlar diye, İhvan mensuplarına da Amerika ve Avrupa
silah sağlamaktan sakınmayacaktır. Temelde yularları ABD Yahudi Lobilerine bağlı olan iktidar ve
yandaşlarının, darbe karşıtı ve Mursi taraftarı rolü oynamalarının, aslında bu kamplaşmayı kanlı bir
hesaplaşmaya dönüştürme ve sonunda Mısır’ı bölüştürme planlarına, ucuz kahramanlık kılıflı bir
figüranlık olduğu açıktır. Yani “Oh be, Müslümanları devre dışı bıraktı, Şeriatçıları kaçırdı!” diye
Mısır’da darbeleri alkışlayan bizdeki Darwinist Ulusalcılarla, girmek için can attıkları AB (ve ABD)
tanrıları darbeyi desteklerken kendileri demokrasi havarisi kesilip Mursi’ye arka çıkan iktidar ve
yandaşları, görünüşte aykırı cephelerde, ama gerçekte aynı Siyonist hedeflere hizmet mi
sunmaktadır?
Kahire’deki meydanlarda gasp edilen haklarına sahip çıkmaktan başka günahı bulunmayan
8
silahsız ve savunmasız insanların üzerine tanklarla, makinalılarla saldırıp yüzlercesini katleden,
binlercesini yaralayan zalimlerin bu vahşeti bile, aslında aklı ve vicdanı terk edip, izan ve insafı
bırakıp, halkı kardeş kavgasına ve intikam duygusuna kaptırma provokasyonlarıdır! Bu katliamlar
sonucu Mısır’daki darbe hükümetinde çatlaklar oluşup, Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve askeri
yönetimin meşruiyet yaması Muhammet Ali Baradey bile istifa edip ayrıldığı halde, sözde Mursi
destekçisi ve demokrasi havarisi AKP hükümetinin, büyükelçisini geri çağırmayı en sona
ertelemesi ve Cuntayı tanımama gayreti bile göstermemesi, münafıklık ve riyakârlığın daniskasıydı.
Oysa Suriye’deki karışıklık bahanesiyle büyükelçilerini derhal geri çekmiş bulunuyorlardı. “Eh, ne
yapsın, bunlar talimatla çalışan, emir kullarıydı!” denilemeyeceğine göre bu çifte standart tavrı
niçin takınılmaktaydı?
İsrail’in sinsi kışkırtması!
“İsrail’in, darbeci General Sisi’nin başında bulunduğu Mısır ordusunun askeri operasyon için
Sina’ya girmesine izin verdiği” iddiaları bile yalan bir propagandadır ve Mısır’daki kamplaşmayı
keskinleştirip iç savaşı kızıştırma propagandasıdır. İsrail Kanal 2 televizyonunun haberine göre
İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu Mısır ordusunun Sina’ya girmesine izin verdiği açıklaması
bu amaçladır. Mısır ve İsrail tarafından bu konuda henüz resmi bir açıklama yapılmamıştır. İsrail
Mısır arasında Sina’nın askerden arındırılmış bölgesine operasyon yapabilme anlaşmasını 1979
yılında imzalamışlardı.
Bu arada İsrail hükümeti, 26 Filistinli esiri serbest bırakmıştır. Özgürlüklerine kavuşan
Filistinliler, Gazze ve Batı Şeria’da coşkuyla karşılanmıştır. Yaklaşık 20 yıldır hapishanelerde
bulunan tutukluların Ayalon hapishanesinden gece yarısı otobüslerle çıkarılmıştır. Filistinlilerin
serbest bırakılması, tarafların, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin arabuluculuğuyla başlayacak
müzakereler kapsamındaki anlaşma gereği yapılmıştır.
5. iddia: “Alternatif iktidara giden yol Pennsylvania’dan geçer. İktidara alternatif
arayanlar gidip Gülen ile görüşüyor.”
“Toplumun her kesiminden insanın saygı duyduğu bir sivil kanaat önderinin insanlar
tarafından ziyaret edilmesinin alternatif bir iktidar arayışı olarak sunulması ve böyle bir algı
oluşturma çabasına girilmesi hem yanlış hem yanıltıcıdır.” Beyanı abartılı bir yalandır ve
riyakârlıktır.
Örneğin bizler ve nice şuurlu ve onurlu kesimler:
• Yüce Dinimizi ılımlaştırıp yozlaştırdıkları, “Şeriatsız ve cihatsız bir İslam ve emperyalizmle
uyumlu Müslüman” hazırladıkları
• Bakara: 120, Maide: 51-52, Mücadele: 22, Mümtehine: 1 gibi onlarca ayeti kerime ve hadisi
şeriflerle kesinlikle yasaklandığı halde Siyonist Yahudi odaklar ve emperyalist Haçlılarla gizli ve kirli
ilişkiler başlattıkları
• Münafıkların sinsi faaliyetlerini ve tahripçi fikirlerini aynen taşıdıkları
• Ve ülkemizin parçalanmasına yol açacak açılımlara ve TSK’yı yıpratma çabalarına destek
çıkmaları ve demokrasi kılıflı demokratur rejimine mazeret ve meşruiyet kazandırmaları nedeniyle
biz Allah için, Cemaatin tahrif ve tahribatını sevmiyoruz ve saygı duymuyoruz.
“Hayatı boyunca toplumun her kesimiyle diyaloga açık olmuş ve kapısını herkese açık tutmuş
olan Sayın Gülen’in…..” iddiaları da asılsızdır, gerçeğin saptırılmasıdır. Örneğin Sn. Fetullah Gülen
Rahmetli Necmettin Erbakan’la ve Milli Görüş Hareketiyle asla diyaloga yanaşmamış, en haklı ve
hayırlı amaç ve icraatlarına bile kesinlikle arka çıkmamış, tam aksine her fırsatta çelme takmaya
çalışmıştır. Ve bunların çoğu bizzat kendi itiraflarıdır. Oysa Erbakan’a ve Milli Görüş davasına;
Başta Siyonist ve Haçlı Merkezler, tüm Barbar Batılı güçler, Masonik mahfiller, faizci ve rantiyeci
kan emiciler, bütün İslam düşmanı kesimler, ahlak ve maneviyat mahrumu çevreler de şiddet ve
nefretle karşıydı! Sn. Fetullah Gülen’in ve Cemaatinin bunların safında yer almasının sebebini ise
9
aklı ve vicdanı olanlar artık araştırsın ve anlasındı.
6. iddia: “Hizmet, bürokrasi üzerinden vesayet kurmak ve iktidara ortak olmak
istiyor.”
“Demokratik bir sivil toplum hareketi olan Hizmet Hareketi’ni, iktidar üzerinde vesayet kurmak
ve iktidara ortak olmakla suçlamak açıkça abesle iştigaldir.” Sözleri tam bir palavradır. Çünkü
“demokratik ve sivil toplum hareketlerini güçlendirip, onlarla işbirlikçi iktidarları denetleyip
yönlendirmek Siyonist merkezlerin bir planıdır.
Ve zaten Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı:
“Seçilmiş meşru iktidarların her an denetim ve gözetimi, Türkiye’nin üye olmak istediği Avrupa
Birliği normları çerçevesinde, katılımcı demokrasinin en tabii bir gereğidir. Toplum, bu hak ve hatta
sorumluluğu sivil toplum örgütleri, muhalefet partileri ve özgür ve eleştirel medya aracılığıyla yerine
getirir.” İfadeleriyle bu gerçeği açığa vurmaktadır.
Ve hemen ardından:
“Ancak, geçmişten bugüne olageldiği gibi, ‘vesayet oluşturma’ ve ‘iktidara ortak olma’
iftiralarıyla, bürokratik katmanlarda belli toplumsal kesimlerin tasfiye edilmesi ve dışlanması amacı
varsa, bu hukuk ve demokrasinin en temel ilkelerine aykırıdır. Halkın iradesiyle seçilmiş iktidarların
idari tasarruflarına tabii ki saygılı olunmalıdır; ancak yaygın iddialara göre, insanların Hizmet
Hareketi’ne nispet edilerek anayasal bir suç olan fişlenmesi ve sonra da tasfiye edilmesi demokratik
değildir.” sitemleriyle bu özel görevlerinin gereği olarak iktidar uyarılmakta ve bir nevi şantaj
yapılmaktadır.
7. iddia: “Hizmet, Kürt sorununun çözümü sürecine karşı.”
“Onursal başkanımız Gülen’in fikir ve tavsiyeleriyle ilham verdiği Hizmet Hareketi çözüm
sürecini en başından beri desteklemiştir. Sayın Gülen’in, hem çözüm sürecinin çok öncesinden, hem
de çözüm süreci başladıktan sonra yaptığı açıklamalar çok açıktır, nettir ve hükümetin Kürt
sorununun çözümü konusunda bugüne kadar takip ettiği çizginin ilerisindedir. Bunu çeşitli
sohbetlerinde ve en son Erbil’de yayımlanan Rudaw gazetesine verdiği röportajda da açıkça ortaya
koymuştur. Sözgelimi, zikredilen röportajda Gülen, anadilde eğitim konusunun bir insan hakkı
olduğunu ve siyasi pazarlık konusu yapılamayacağını net dille ifade etmiştir.
Vakfımız, Kürt sorunu ile ilgili bugüne kadar Diyarbakır ve Erbil şehirleri de dahil olmak üzere
pek çok toplantı yapmıştır. Hizmet gönüllülerinin açmış olduğu okullar, Irak Kürdistan’ında zaten 20
yıldır Kürtçe eğitim yapmaktadır. Türkiye’nin ilk yasal özel Kürtçe televizyonu da yine Hizmet
Hareketi’ne gönül vermiş müteşebbisler tarafından açılmıştır.” Sözleri, çözüm süreci diye
Türkiye’nin çözülmesini amaçlayan ve ertelenen SEVR’i gerçekleştirmeye çalışan ABD, AB ve
İsrail’in sözde Kürt sorununu halletme hedefleriyle, Cemaatin bu yöndeki demokratik hizmetlerinin
tıpatıp uyuşması bir tesadüf değil, tam bir tevafuk (gâvurlarla uygunluk) davranıştır.
Selahattin Demirtaş’ın 14 Ağustos 2013 akşamı NTV’de Şirin Payzın’a söylediğine göre,
Abdullah Öcalan kendisine: “Beni yakalayıp cezaevine koyanların sayesinde, PKK ve Kürtler
üzerindeki etkinlik ve saygınlığım katbekat artmıştır. Dışarıda-dağda ve örgütün başında
kalsaydım bu pozisyonumun onda biri kadar yetkin ve etkin olamazdım!” itirafında bulunmuş
ve güya bu konumu her iki halkın barışması ve özgürlüğüne kavuşması yolunda değerlendirmek
istediğini açıklamış ve zavallı Apo’nun, bu durumu kendisini yakalayıp hapse koyanların
ahmaklığına bağladığı anlaşılmaktadır. Oysa kendisini Suriye’den çıkmaya mecbur bırakıp, Rusya,
İtalya, Yunanistan dolaştırıp, sonra Kenya’ya taşıyıp, orada paketleyerek, “idamı kaldırıp
cezaevinde barındırmak ve bu günkü pozisyonlara ulaştırmak” şartıyla O süreçteki Ecevit-MHP
Hükümetinin kahraman görevlilerine teslim eden bizzat Amerika’dır; Büyük İsrail amacına, Özerk
Kürdistan’ı kurma projesinde kendisine figüranlık yaptırılmaktadır. Aynı açılım senaryosundaki
diğer rol arkadaşı da BOP eşbaşkanı Sn. Recep T. Erdoğan’dır!.. Dahası, şu anda Fetullah Gülen’i
10
Pennsylvania’daki çiftlik köşkünde misafir eden ağırlayan ve etkinliğini artıran odaklarla, Abdullah
Öcalan’ı İmralı’da tutan ve Türk-Kürt barışı kılıflı Türkiye’nin ayrışması planının mimarı rolü
oynatan odakların aynı olduğu iddialarının araştırılması lazımdır. Bu gerçeği fark etme ferasetinden
mahrum kesimlerin Ulusalcılıkları da, İslamcılıkları da, sadece Amerika’nın işine yaramaktadır.
8. iddia: “Hizmet 7 Şubat’ta Başbakanı tutuklayacaktı.”
“Kendisine yakın medya ve sivil toplum örgütleriyle ülkedeki her türlü demokratikleşme
çabasını ve derin yapıların ve ilişkilerin ortaya çıkarılmasını destekleyen, Ergenekon soruşturması ve
davalarına da bu yüzden destek olan Hizmet Hareketi’ne yakın bazı medya organlarının, KCK
bağlantılı MİT soruşturmasını da bu süreçlerle bağlantılı görerek, olumlu bakması, Başbakan’a karşı
bir komplonun içinde olunduğu iddiasını asla doğrulamaz.
Hizmet Hareketi’ne gönül verenler, AK Parti’deki hukukçu vekillerin ve yöneticilerin bu art
niyetli iftiraların devam etmesine neden göz yumduklarını bir türlü anlayamamakta ve gönül kırgınlığı
yaşamaktadırlar.” Sözleri ve sitemleri de, Erdoğan’a yönelik komploların ve karalama
kampanyalarının dolaylı bir itirafıdır.
9. iddia: “Hizmet, seçimlerde bazı parti ve kişiler ile ittifak yapacak.”
“Hizmet Hareketi, bugüne kadar hiçbir parti ile ittifak yapmadığı gibi bundan sonra da hiçbir
parti ya da kişi ile ittifak yapmayacaktır” şeklindeki savunmaları bir paragraf aşağıda;
“Hizmet Hareketi, siyasi partilerle ittifaklar yapmamakla birlikte, demokrasi, çoğulculuk, insan
hakları, inanç özgürlüğü, adalet gibi temel ilkelerine uygun politikaları ve uygulamaları hangi parti
tarafından yapılırsa yapılsın, partizan olmadığı için, destekler. Bu sadece demokratik bir hak değil,
aynı zamanda ülkeye ve gelecek nesillere karşı sorumluluğun gereğidir. Hareket, tersi durumlarda,
yine partizan olmadığı için, siyasetteki uygulamaları eleştirmekten ya da tavsiyede bulunmaktan
çekinmez. Bu, ülke menfaatlerini gözeten, prensipler doğrultusunda olan ve siyasi partiler üstü bir
yaklaşımdır.” Kendi beyanlarıyla yalanlanıp boşa çıkarılmaktadır. Boğazına kadar güdümlü
siyasetin ve Siyonist stratejinin çirkefine batmış bir hareketin, hala çıkıp “biz partiler üstüyüz”
iddiaları samimiyetten uzaktır ve halkı ahmak yerine koymaktır.
“Alternatif iktidara giden yol, Pennsylvania’dan (Fetullah Hoca’dan) mı geçiyor?” diye
soran, Sabataist Mehmet Barlas bile Sabah’taki köşesinde:
“28 Şubat Darbesi sürecinde bir müddet Zaman’da yazdığını, ama (Mason) Mesut
Yılmaz’ı eleştiren yazılarının Cemaat kurmaylarınca makaslandığını, o dönemde Mesut
Yılmaz’a gösterilen muhabbet ve hoşgörünün, bugün Erdoğan’dan esirgenmesini bir türlü
anlayamadığını” yazmaktadır. Oysa Sn. Barlas’ın Cemaatin de Hükümetin de, Siyonistlerin ve
Sabataistlerin güdümünde olduklarını ve küresel tahterevallide yöresel denge rolü oynadıklarını
herkesten daha iyi bilmesi lazımdı.
AKP ve Cemaat gibi gafleti uzun olanların devleti kısa, akıbeti hüzün olacaktır. Mısır’da
“dinciler devrildi, dinsizler sivrildi” diye bayram edip korkunç katliamları meşru sayan ve her
fırsatta İslam’a kin kusan ulusalcı solcuların ve Pakradun (Yahudilikten Ermeniliğe, oradan da
Darwinist sosyalistliğe geçen) Devrimbazların din istismarcısı ılımlı İslamcılardan ne farkı vardır?
Emperyalist Amerika ve Avrupa’nın tezgâhlayıp arka çıktığı Mısır darbecilerine alkış tutan
ulusalcıların bu sahtekârlığı sırıtmakta ve boyalı maskeleri yüzsüz yüzlerinden akmaktadır.
11. iddia: “Fetullah Gülen neden Türkiye’ye dönmüyor? ABD’de olduğu için
ABD etkisinde.”
“Bu, Sayın Gülen’e yapılan çok açık bir hakaret ve iftiradır. Zaten, bu iftirayı dile getirenlerin
çoğu, aynı şeyleri Hocaefendi Türkiye’de yaşıyor iken de çok eski yıllarda da dile getiriyorlardı.
Bu iddia ve iftiraları dile getirenlerin çoğunluğu zaten aynı zamanda ABD’nin dünyanın her
yerine hâkim olduğunu da dile getirmektedirler. Sayın Gülen onların anlayışına göre, Türkiye’ye
dönse de bu etkiden nasıl kurtulmuş olacaktır? Zaten aynı zihniyet ABD’ye hayatında adımını bile
11
atmamış kişilere de aynı yaftaları ellerinde hiçbir delil olmadan takmaktadır. Hatta ilk kurulduğu
zamanlarda AK Parti’ye bile ABD projesi diyenler olmuştur.
Sayın Gülen’in, Türkiye’ye neden dönmediğine dair defalarca açıklamaları olmuş ve Türkiye’ye
dönüşünün, ‘demokratik kazanımları tersine çevirmek için bazı çevreler tarafından kullanılacağı
endişesini taşıdığını’ dile getirmiş dolayısıyla ‘Türkiye’ye dönmeyi çok arzu etmekle birlikte
endişelerim izale oluncaya kadar dönmeyi düşünmüyorum’ demiştir.”
Sözleri de tam bir safsata ve saptırmacaydı; suçluluk psikolojisinin bir telaşı ve vicdan
bastırma edebiyatıydı. Şimdi herkesin şu konular üzerinde kafa yorması lazımdı:
Fetullah Gülen’in, ABD’nin Derin Devleti olan Yahudi Lobilerinin himayesinde olduğu ve
Siyonist stratejistlerce defalarca ve açıkça sahip çıkılıp savunulduğu kesin miydi? Evet!.. Acaba bu
zalim ve hain kesimler mi insafa ve İslam’a gelmiş, yoksa Fetullah Gülen mi onların safına
geçmişti?
Hem, Fetullah Gülen’in Türkiye’ye gönderilmesi ve tüm dünyadaki Ilımlı İslamcılık projesinin
ruhani lideri ve Yeni Osmanlıcılık kılıflı, sinsi psikolojik hareketin Halifesi ilan edilmesi ABD’nin ve
Yahudi Lobilerinin bir hedefiydi, Cemaat’in ve Sn. Gülen’in de en tatlı hayaliydi..
Ancak… Ne ABD’nin ne de Cemaatin buna güçleri yetmemekteydi! Çünkü Türkiye’de bu
arzularını kursaklarında koyan ve Gülen’in ülkeye gelmesine fırsat tanımayan milli ve hamiyetli
manevi bir merkez, buna izin vermemekteydi!... Ve o merkez, başta ABD ve İsrail, tüm Batılı
güçleri hezimete uğratıp hizaya getireceği Melheme-i Kübra (Tarihi Hesaplaşma) için stratejik bir
sabırla, son hazırlıklarını görmekteydi!
Yoksa, Süper Güç Amerika’sı ve Avrupa’sı arkalarında, iktidarları ve bürokratları
yanlarında, onlarca gazete ve televizyonları yayında, bir sürü bankaları, fabrikaları, Mason
Locaları ve sivil organizasyonları kendilerine destek yarışında olmasına rağmen, Fetullah
Gülen’in vatan hasreti ve Halifelik hevesiyle yanıp tutuşmasına sebep olan engel neydi?!
Defalarca söyledik yine söylüyoruz, haydi gücünüz yeterse getirin!
Evet, çok ama çok az kaldı. Biraz daha bekleyin.. Siyonizm’in sömürü ve zulüm
saltanatının çökeceği, ABD ve AB’nin hezimete uğratılıp hizaya getirileceği, İslam ve
insanlık âleminin huzura erişeceği Türkiye merkezli bir Adil Düzen devrimi mutlaka
gerçekleşecek, böylece Kur’an’ın vaadi, Resulüllah’ın müjdesi, tüm müminlerin ve mazlum
milletlerin dua ve ümidi Allah’ın izniyle ve Erbakan’ın hazırlayıp ilgili birimlere emanet ettiği
teknoloji harikaları sayesinde yerine gelecek ve asırlardır ağlayan insanlık artık gülecektir.
Müjdelenen bu kutlu ve mutlu akıbete imanı ve aklı yetmeyen, İslam ve insanlık adına
“Yahu inşallah!” bile diyemeyen ve Deccalizmin dinsizlik düzeni içinde ılımlı İslamcılık
oynamayı yeğleyen sünepeler de, hizmet ne imiş, İslamiyet ne imiş, herkes gibi görecektir!
Bu arada:
AKP'li İdris Bal'ın 'Başbakan yanlış yönlendirildi' diyen Gezi olayları raporu, parti içinde
tartışma yaratmış, Partinin tepe yönetimi Bal için 'Yolun sonuna geldi' yorumunu yapmıştı.
Başkanlığını AKP Kütahya Milletvekili Prof. Dr. İdris Bal’ın yaptığı Avrasya Global Araştırmalar
Merkezi (AGAM) tarafından hazırlanan ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Gezi eylemleri
konusunda yanlış bilgilendirildiği vurgulanan “Taksim Olayları Analizi” başlıklı rapor, AKP içerisinde
bile tartışmalara yol açmıştı. Raporda, Taksim ve Gezi Parkı protestoları konusunda AKP’nin
“stratejik hata” yaptığı ve projenin halka danışılmadan hazırlandığı hatırlatılmıştı. Raporda yer alan
bu ifadeler, Gezi eylemlerinin “darbe provası” olduğu düşüncesinin hâkim olduğu AKP yönetiminde
rahatsızlık yaratmıştı.
Gezi eylemcilerine sert müdahale edilmesi ve Başbakan’ın kışkırtıcı söylemleri AKP içindeki
liberal isimlerde ciddi sıkıntılar meydana getirdiği ve bunların cemaat tarafından desteklendiği ortaya
çıkmıştı. Fetullahçı çizgide yayın yapan Taraf gazetesinden Hüseyin Özkaya’nın haberine göre,
12
AKP’de, eylemler boyunca müdahalelere yönelik eleştirilerini Twitter üzerinden kamuoyuyla paylaşan
ve bu durumu, hükümet kanadında “memnuniyetsizlikle” karşılanan İzmir Milletvekili Ertuğrul Günay
gibi düşünen 50’ye yakın ismin bulunduğu açıklanmıştı.
Erdoğan’a bağlı kurmayların ise, eylemlerin başından bu yana, kamuoyu anketleriyle
birlikte geniş kapsamlı değerlendirmeler yaptıkları ve bu değerlendirmeler sonucunda,
partideki ağırlıklı görüşün: “Gezi eylemlerinin demokratik bir tepki olarak ortaya çıktığı,
ancak kısa bir süre içerisinde, AK Parti iktidarına karşı ayaklanmaya dönüştürüldüğü,
eylemlerin ön sıralarında yasa dışı örgütlerin yer aldığı, eylemlerin arkasında dış mihrakların
saptandığı” şeklinde kanaatlerin ağır bastığı anlaşılmıştı. Bu arada, eylemlerin akabinde partinin
oylarının 4-5 puan bandında düştüğü ancak bir süre sonra yeniden % 50 puan bandına geldiği de
hatırlatılmıştı.
15 Ağustos PKK’nın Zafer Bayramı!
Kimisi “süreç yürüyor, sıkıntı yok” diyordu; kimisi de “süreç tek taraflı yürümez”, “Apo tek başına
yürütüyor bu işi” diye sitem ediyordu! Masaya oturulup müzakereler yaşanmış, sıkı pazarlıklar yapılmış ve
“süreç” denen ve ne menem bir şey olduğu hala bilinmeyen bir sinsi projenin peşinde bir millet uyutuluyordu.
Bir tarafta koskoca Türkiye Cumhuriyeti, tüm “stratejik derinliği”, “model ortaklık kimliği” ve “eşbaşkanlık”
gömleğini giyinmiş kahraman bir hükümeti dururken, öte tarafta ise gözümüze neredeyse “özgürlük müjdecisi
ve barış havarisi” olarak sokulacak bir terör örgütü lideri bulunuyordu.
Bu arada, “akil insanlar” denen bir sürü zevat, kendileri de ne yaptıklarını çok fazla bilmeden sahaya
sürülüyor ve adeta vatandaşı bir şeylere ikna etmeye uğraşıyordu. Birtakım hassasiyetlerin törpülenmesi,
toplumun daha önce konuşulmayan bazı hususlara yavaş yavaş alıştırılması gibi bir durum söz konusu
oluyordu. Mesela, “özerklik”, “federasyon”, “Apo’nun koşullarının iyileştirilmesi / salıverilmesi” gibi konu
başlıklarına insanlar yavaş yavaş ısınıyor, benimsiyordu.
Ortadoğu coğrafyasında müthiş bir hareketlilik yaşanırken, tüm kırmızıçizgilerinden arınmış ve bunu
da marifet belleyen Türkiye olan biteni sadece izliyordu. Bir zamanlar Irak’taki yapay bir Kürt devleti
oluşumunu “kırmızıçizgi” sayan Türkiye, bugün Suriye’de kurulması gündeme gelen “Batı Kürdistan”a da ses
çıkarmıyor, hatta dolaylı destek sağlıyordu. Hedef ortaya konmuş ve Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki Kürt
bölgelerinde kurulacak olan devletlerle teşekkül edecek bir “Büyük Kürdistan”dan söz edilirken, AKP
Türkiyesi tam bir “şaşkın ördek” gibi, talimatlar doğrultusunda kahramanlık edebiyatı üretiyordu!
Elbette burada söz konusu edilen ve mahsurlu görülen olgu, Kürtlerin devlet kurmasından öte bir
durumu yansıtıyordu. Göstermelik olarak bölgede kurulacak Kürt devletleri olarak dursa da, ardında beliren
gerçeğin Büyük İsrail’e giden yola taşların döşenmesi olduğu artık ayan beyan seziliyordu. Gerçi, BOP’u bile
hala bir komplo teorisi sanan salaklara bunu anlatmak zordan da öte imkânsız görülüyordu.
Ortadoğu coğrafyasında Türkiye dışında hemen her aktör ciddi bir hesap kitap içerisindeyken, “süreç”
masalları ile uyutulan Türk kamuoyunun 15 Ağustos’unu da kutlamak (!) gerekiyordu. Şimdilerde “özgürlük
gerillası” olarak kabul gören PKK, malum olduğu üzere 15 Ağustos 1984’te Eruh’ta düzenlediği ilk silahlı
saldırısını Batman, Derik, Van, Iğdır, İzmir, Doğubayazıt, Güçlükonak, İdil, Mazıdağı, Yalım, Midyat,
Dargeçit, Nusaybin, Bismil ve Kızıltepe’de düzenlenen şölenlerle(!) kutluyordu! Yani, Eruh katliamıyla
başlayan terör, 15 Ağustos’un bir bayrama (!) dönüştürülmesiyle taçlandırılıyordu!
Bu arada, AKP yönetimindeki koskoca Türk devleti ne yapıyor; “süreç” masallarıyla kamuoyunu
uyutmaya devam ederken, PKK’nın Suriye uzantısı PYD’nin liderini yeni müttefiki olarak ağırlamakla meşgul
bulunuyordu!?1
Tuncay Güney’le Abdurrahman Dilipak’ın Bilgi Kaynağı
Abdurrahman Dilipak’ın TGRT Haber Basın Odası’nda Hadi Özışık’a, Ergenekon
davası, Cemaat-Hükümet kapışması ve kaset savaşları ile ilgili çarpıcı itiraflarını ve
1 15 Ağustos 2013 / Milli Gazete / Burak Kıllıoğlu’ndan özet alıntı
13
şimdi Kanada’da Hahamlık yapan Tuncay Güney’in açıklamalarını dikkatlerinize
sunuyoruz. Ve tabi bu birbirine benzer gizli ve kirli bilgilere nasıl ulaştıklarını ve neyi
amaçladıklarını da merak edip soruyoruz:
1- Ilımlı İslam bir ABD projesi ise Cemaat de bir ABD hizmetçisi miydi?
2- Ergenekon meselesi ABD’ye itiraz edenleri hizaya sokmak üzere tertiplendi
ise, AKP’yi kimler yönetmekteydi?
3- Bazı AKP’li Milletvekillerine şantaj yapmak ve güdümlerine sokmak üzere,
özel kadınlarla ilişkilerini belgeleyen kasetleri Cemaat hazırladı ise, iktidarın
emrindeki TMSF’nin elinde nasıl ve niçin bekletilmekteydi?
4- Sn. Dilipak ve Tuncay Güney bu çok özel bilgilere nasıl erişmekteydi?
5- Ergenekon yapılanmasının(!) en açık icraatı(!) olarak gösterilmeye çalışılan
Danıştay saldırısının baş suçlusu ve sorumlusu olarak önce müebbet hapse
mahkûm olan, sonra kökten serbest bırakılan ve “beni salıvermezlerse, artık
konuşacağım ve her şeyi açıklayacağım” tehditlerinin bu kararda etkili olduğu
savunulan… Ve dahi Savcı Zekeriya Öz tarafından “Osman’ım!” diye hitap olunan
Osman Yıldırım aklanıp dışarı bırakılırken; Genel Kurmay Başkanlığı ve Kuvvet
Komutanlığı yapmış kurmayların müebbet yemesi, Abdurrahman Dilipak’a göre,
Türkiye ve AKP’nin mi, yoksa ABD’nin mi marifetiydi?
Lütfen aşağıda yazılanları dikkatle okuyun ve üzerinde kafa yorun. Artık yorum
sizin…
Abdurrahman Dilipak Hadi Özışık’a 20.08.2013 Tarihli TGRT Haber
Basın Odası Programında Şu İtiraflarda Bulunuyordu:
“ABD, AB ve İsrail, Mısır’daki İhvan direnişi karşısında panik içerisinde. Şimdi bu işi çözmek
için Sisi’yi harcayacaklar. Sisi’nin halkına karşı yaptığı baskı ve zulümleri bahane edip kendisini
görevden alacaklar. Sonra “Mısır’da demokrasiyi rayına oturtuyoruz, Mursi’yi hapisten çıkartıyoruz,
ama ev hapsine koyuyoruz deyip halkı oyalayacaklar” şeklindeki bilgilere nasıl ulaşmıştı?
Tahrir’de “Mübarek Gitsin” diye gösteri yapanlar da şaşkındı!
Acaba AKP niye, “Mısır’da darbenin arkasında İsrail var” diyordu? 14 Ağustos’ta cunta
olağanüstü hal ilan ediyor ve ardından Baradey istifa edip ayrılıyordu. Birkaç gün sonra “2 Haziran
2011 tarihinde çekilen videoda İsrail Eski Dışişleri Bakanı ve MOSSAD ajanı Tzipi Livni ile Fransız
yazar Bernard-Henri Lévy'nin bir oturumdaki konuşmaları bugün gerçekleşen Mısır darbesini kimlerin
planladığını ortaya koyuyor.” diyerek video medya ve internete sızdırılıyor ve sonra Türkiye’de
Başbakan ve hükümet yandaşları aniden bu “işin arkasında İsrail var!” demeye başlıyordu. Yoksa
Başbakan’ın tavrı ana plana uysun ve tabanı da uyusun diye mi yapılıyordu? Yani Sisi’nin İsrail’in
adamı olarak tanıtılması işi bizimkilere mi havale ediliyordu. Eğer planları işler ve içeriden bir
darbeyle Sisi alaşağı edilirse bu yeni darbeciler; 1- İsrail’in Sisi’sini alaşağı etmiş kahraman gibi
tanıtılacaklar, 2- Mısır Halkını Sisi’nin zulmünden kurtarmış rolü oynayacaklar, 3- Böylece “darbeyi
İsrail yaptı” iddiaları unutturulacak ve asıl yeni Siyonist darbeye meşruiyet kazandıracaklar, 4– Bu
ekip Müslüman âleminde de, Sisi’nin zulmünden Mısır’ı ve halkını kurtaran kadro gibi gösterilip, asıl
Siyonist darbeyi beğenilir hale sokacaklar. 5- Darbeyi beğenmeyip sokağa çıkan olursa hepsini
terörist ilan ederek, rahatlıkla vuracaklar! Planları buydu ama, onlar Sisi’ye darbe yaparak Mursi’yi
hapisten çıkarıp ev hapsine alma hesapları yaparken; Sisi Mübarek’i hapisten çıkarıp ev hapsine
gönderince apışıp kalmışlardı! Herhalde, kimlerin hangi merkezlerin adamı olduğu ileride
anlaşılacaktı!
Dilipak’ın şu itirafları da kafa karıştırıcıydı!
“Şu an içerde tutuklu bulunan Ergenekonculardan %25’i doğrudan değil, emir komuta zinciri ve
mecburiyetiyle olaylarla dolaylı ilişkisi vardı. Ama dışarıda içerdekilerden birkaç katı var ve serbest
14
bulunuyorlar. Yani birilerini içeri alıyorlar, diğerlerine de “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla”
cinsinden, bak sizi de bu hale getiririm diye ürkütüyorlar. Bir güç dışarıdakileri kendi emir komuta
zinciri içerisinde tutmak ve almak istiyor.”
“ABD ve uluslararası sistem bunları kendi kontrolüne almaya çalışıyor. ABD ılımlı İslamcılarla
yola devam etmek istiyor ve laik Kemalist cuntanın bir takım adamları içeri alınıyor. Yani ABD’nin
kontrolü dışındaki unsurlar ve ABD’nin politikasını desteklemeyen insanlar içeri alınıyor. Dışarıda
kalanlar ise ılımlı İslam politikasını destekliyor. Karşı çıkabilecek olanlara da “durumunuz onlar gibi
olur ha!” diye gözdağı veriliyor.”
“Cem Uzan gittikten sonra bir evini buldular ve oradaki kasasına ulaştılar. Kasayı açınca da,
kasadan para değil kasetler çıktı. Bunu herkes hatırlıyor… O kasetler şimdi;
1- Emniyet istihbarat’ta
2- TMSF’nin elinde bulunuyor.
O kasetlerin kopyalarına gelince, tabi o kasetleri oraya koyanda mutlaka kopyası vardır. Yani o
kasetleri servis eden kişi siyasi pazarlık da yapacaktır. Kasetler Türkiye’de her zaman iş yapmıştır.
Hadi Özışık soruyor: Ama (Uzan’a karşı) o operasyonu yapan şu anda işbaşındaki iktidardır,
yani kasetler iktidarın kasasında mı, çünkü TMSF iktidarın tayin ettiği bir bürokrattır?
Dilipak: İktidar içerisinde bir sürü unsurlar bulunmaktadır!
Özışık: Yani Ahmet Bey TMSF’nin başındaki kişi olarak bunlardan haberdar mıdır?
Dilipak: Tamam da her şey Ahmet Beyden ibaret sanılmasın... Yani onun memurları uğraşır.
Özışık: Mevcut (AKP) Milletvekilleri ile ilgili de kaset var mıdır?
Dilipak: Ben size önemli bir kaynak söylüyorum, bu kaynak hem milletvekillerine, hem
bürokratlara, hem belediyelere, hem de iş adamlarına zaten bilerek bu tezgâhı hazırladılar. Birileri bu
dönem içerisinde ısrarla birilerine kadın gönderdi. Israrla para ilişkilerine girdi.
Özışık: Milletvekillerine mi?
Dilipak: Herkese… Milletvekillerine, bürokratlara, belediyelere, işadamlarına. Kadın her zaman iş
yapıyor. "İşadamlarına kadın gönderiyorlar. Ben Müslüman olmaya geldim diyenler var. Başörtülüsü de var
başı açık olanı da. Geliyorlar sonra bir süre sonra işadamlarıyla kendi ülkelerine gidiyorlar ve hamile
kalıyorlar. Çocuk doğduktan sonra avukata gidiyor. Bu işadamına bir protesto çekiyor. Benim müvekkilime
tecavüz etmişsiniz diyor. Bu 3 yıldan 5 yıla kadar hapis gerektirir diyor. Ama siz saygın bir işadamısınız ve
müvekkilimin çocuğunun da babasısınız. Sizin eşiniz var çocuklarınız var diyorlar. Yatırımlarınıza bloke
koydururuz diyorlar. Şirketin yüzde 25 hissesini ver diyorlar. Böyle bir olayın varlığını yazdım. Bunu birileri
profesyonelce yapıyor. Herkesin kapısını çalıyorlar.
Özışık: Bunlar kimdir biliyor musunuz, çok mu var böyle?
Dilipak: Evet biliyorum, bir sürü var böyle.
Özışık: Bu 50 kadar Milletvekili ayartma işinde başarılı olacaklarını ve bu ayartma işinde cemaatten
bahsediyorsunuz?
Dilipak: (Korkup kıvırarak) Ben Cemaatlerden bahsediyorum.
Özışık: Cemaatlerden bahsedildiği zaman malum cemaat olarak algılanıyor. Şimdi bunlar 50
milletvekilini (AKP’den) koparma noktasında hala çalışıyorlar mı?
Dilipak: Dini grupların siyasetçilerle her zaman pazarlık yaptığını biliyoruz. Ecevit’le de yapıyorlardı,
MHP ile de yapıyorlardı. O partinin listesinden aday gösterirler, o cemaatin tabanı da o partiye oy verir. Böyle
yaparak birileri pay istiyor iktidardan. Kaldı ki “ılımlı İslam” unsurları bürokrasiye enjekte olunacaktı. Tayyip
Erdoğan’ı Başbakan, Deniz Baykal’ı Cumhurbaşkanı yapacaklardı. Evdeki hesap çarşıya uymadı. Baykal
rolünü iyi oynayamadığı için bir kasetle cezalandırıldı” diyen Dilipak:
a- Ergenekon dalgalarının bir Amerikan planı olduğunu
b- Fetullahcı Cemaatin de, yine ABD derin devletinin güdümünde bulunduğunu
c- Hükümet ve Cemaatin biri birine sarılmasını da, kapışmasını da, Yahudi
15
Lobilerinin tertipleyip sahneye koyduğunu, böylece itiraf mı ediyordu?
Tuncay Güney Ne Demek İstiyordu?
275 kişinin yargılandığı ve çok ağır cezalara çarptırıldığı Ergenekon
davasındaki uyduruk bilgi ve belgelerin kaynağı Tuncay Güney, Kanada’nın Toronto
kentinde yaşadığı, yıllık kirası 15 bin dolar olan evinin kapılarını ilk kez neden
Hürriyet’e açmıştı. Kendisini “Ergenekon’un soğuk mührüyüm” diye tanımlayan
Güney, şehir merkezinde, giriş ve çıkışları özel güvenlik kameralarıyla denetlenen
1.500 dairelik bir sitede, bir oda bir salon, mutfak, banyo ve balkondan oluşan bir
evde yaşamakta ve yatak odasında asılı duran İsrail bayrağı altında uyumaktaydı.
Güney, Toronto’da Beth Israil Center adlı bir Yahudi okulunda haham olarak
Tevrat dersleri okutmaktaydı. Burası aslında MOSSAD’ın “Underground
haham”larının yetiştiği bir istihbarat okulu olmaktaydı. İçeride fotoğraf çekmek
yasaktı. 20 kadar öğrenciye ders veren Güney’in yetiştirdiği öğrenciler 8 ay ile 1 yıl
arasında sıkı bir eğitim almaktaydı.
2001 yılından beri yurt dışında yaşayan Güney, Kanada’da vatandaşlık aldığını,
oturma ya da seyahat sorunu olmadığını söylüyordu. Allah’a inanıyor, ama hangi
dine mensup olduğu sorulduğunda, “Elhamdülillah Müslüman değilim. Ben
Tanrı’nın İsrail’i için çalışıyorum. Ruhta Yahudi’yim” diyordu. Boynunda,
İsrail yazılı altın kolye, kolunda da “Daniel” yazılı künye taşıyordu. Üzerinde şık
giysiler ve pahalı takılarla dolaşıyordu. Kolunda seramik kordonlu saatinin değerinin
5 bin dolar olduğunu ve bunun gibi 20 saati daha olduğunu belirtip övünüyor ve en
pahalı markalardan giyiniyordu. Nasıl geçindiği sorulduğunda, “Tanrı’nın
yardımlarıyla” yanıtını veriyordu. “Arkamda bir CIA, MOSSAD, MİT yok. Ama
paralar geliyor, nereden geldiğini ben de bilemem” deyip çıkıyordu.
Kirası çalıştığı kurum tarafından ödeniyordu. Salonunu, deri koltuk takımı, üzerinde Mısır
mitolojisini anlatan kedi figürlü firavun heykeli, sehpada köpeklerin üzerinde duran yılanbaşlıklı
bıçak, duvarda çamurlu bir el içindeki Davut yıldızı fotoğrafı süslüyordu. Mutfakta, yemek ocağı ve
üzerinde “Şabat”larda mum yakılan bir Yahudi Şamdanı bulunan bir buzdolabı ile duvarında mantar
pano bulunuyordu. Yatak odasında ise başucunda “Altında uyumak başka bir mutluluk dediği”
İsrail bayrağı asılı duruyordu. Kapının dışında, bütün Yahudi evlerinin girişinde bulunan “Mezuza” atlı
Yahudi duası göze çarpıyordu. Toronto’da yaptığı işin karşılığı olarak ayda 5 bin dolar alan ve
kendisine özel şoförlü bir de araç tahsis edilen Güney, rahat bir hayat yaşıyordu.
“Tehdit aldınız mı hiç?” sorusuna, tehditle yanıt verip meydan
okuyordu:
“Bana karşı fiziki bir saldırının bedeli herkes için çok acı olacaktır. Bunu karşılıksız bırakmayız.
Kralı bile bana dokunamaz. Biz de onların buradaki kendi adamlarına öyle bir saldırıda bulunuruz ki,
evlerindeki tüllerinin arkasından bakamazlar. Böyle bir saldırının ne getireceğini kendileri de bilir”.
Ergenekon davasının sonuçlarını değerlendiren Tuncay Güney,
şunları söylüyordu:
“Bu beklenen bir şeydi. 5 yıl yattılar, bir 5 yıl daha yatarlar. Bu insanları müebbet olarak
hapislerde tutamazsınız. Eğer savunma yapmasalardı halkın gözünde kahraman olurlardı. Mahkemeyi
kilitlemelisiniz. Hiçbiri savcılıkta ifade vermeseydi, dosya mahkemeye gitmezdi. Mahkemeyi
kilitleyebilirdiniz... Zaten yatacaksınız. Savunma yapsan da yatıyorsun, yapmasan da. Türkiye’de
adalet aramak, genelevde bakire kız aramaya benzer. Neyin adaletini arıyorlar bilmiyorum.
Ergenekon bir terör örgütü değil, sistemin, rejimin kendi teşkilatı. Bu sistem kendi
mitolojisini, efsanesini yargıladı. Cezalar tabii ki ağır. Zaten bekliyorduk. Benim için sürpriz olmadı.
16
İnsanlar sorguluyor, çünkü neyin ne olduğunu bilmiyor. Halk bu olayın yüzde 1’ini, mahkeme yüzde
5’ini biliyor. Mahkeme bilmediği bir şey üzerine müebbet verdi zaten. ‘Bu Ergenekon neydi?’ deyin,
hiçbiri bir açıklama yapamayacak. ‘Ergenekon bir terör örgütü’ demek bir haksızlık.
Ergenekon bitti demek de bir hayalperestlik. Bazıları zafer sarhoşluğunda. Buzdağının
görünen bir kısmı sadece. İçeridekiler için tamamen haksızdırlar diyemem. Beni önce kara kutu diye
servis yaptınız, sonra maçtan çıkardınız. Beni diskalifiye ettiler. Sistem beni çıkarmak istedi.
Ergenekon’dan yargılananların ve Ergenekon’a karşı olanların hemfikir olduğu bir şey vardı: Tuncay
Güney’i maçtan çıkaralım. Ve çıkardılar. Sonuç müebbetti, müebbet oldu işte. Ben tanık olmadım.
Gizli tanık da olmadım. ‘Sen bize tanıklık için başvur’ dediler. ‘Uluslararası Tanıklık Yasası’nı
uygulayın o zaman’ dedim, uygulayamadılar. Eğer uygulamış olsalardı, bugün cezaevindekiler içeride
olmamış olabilirlerdi.”
“1 numara yoktu Başbuğ’u bulup koydular!” iddiasında bulunuyordu!
“İlker Başbuğ’un neden yargılandığını bilmiyorum. Daha doğrusu, Ergenekon
mahkemesi neyi aydınlattı? Faili meçhul cinayetler çözüldü mü? Bu insanları da neden
yargıladıklarını da bilmiyoruz. Ergenekon’un ortada 1 numarası yoktu. Üst düzeyde birisi
yoktu. İlker Başbuğ’u koydular. Okey tamamlanmış oldu. Ergenekon’a lider lazımdı. Aldılar
Genel Kurmay Başkanı’nı, adamın başını yaktılar. Ergenekon bir Batı Çalışma Grubu da
değildir. Ergenekon, rejimin ve sistemin kendisidir. Ergenekon, Ergenekon’la gizlenmiştir,
Ergenekon deşifre edilmemiştir. Ergenekon, reforme etmiştir kendini. Ergenekon’un bir
kolu suça günaha bulaşmıştı. Miadı dolmuştu. O kolu kestiler. Bu, buzdağının sadece
görünen kısmı. Şimdi vesayet değişti. Yargı (kendi) mitolojisini, yani hukuk, (kendi)
efsanesini cezalandırdı.”
Tuncay Güney kimdir?
Farklı medya kuruluşlarında gazetecilik yapan 41 yaşındaki Tuncay Güney, 02
Mart 2001’de çalıntı bir aracı İstanbul’da satmaya çalışırken, İstanbul Emniyet
Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şubesi’nce yakalanmıştı. Şubenin o
dönemki müdürü Adil Serdar Saçan ve ekibi tarafından sorgulanan Güney’in evinde
yapılan aramalarda, Ergenekon davasının temelini oluşturan 6 çuval belge çıkmıştı.
Belgeler arasında, örgütün şeması vardı. Emniyette kamera karşısında verdiği
ifadelerde başta Veli Küçük olmak üzere birçok asker, siyasetçi ve bürokratı
Ergenekon’a üye olmakla suçlayan Güney, bu iddiaları, katıldığı birçok televizyon
programında da tekrarlamıştı. Güney, Ergenekon davası kapsamında ifadeye
çağırılınca, 2009 yılında Kanada’ya kaçmıştı. Halen Kanada’da hahamlık yapan
Güney, daha sonra emniyette verdiği ifadelerin doğru olmadığını ve Adil Serdar
Saçan ile ekibinin kendisine işkence yaptığını ortaya atmıştı. Ergenekon davasının
kara kutularından biri olan Güney hakkında, “CIA ajanı, MİT çalışanı, Cemaatin
elemanı, İsrail’in adamı olduğu” şeklindeki iddialar sık sık gündeme taşınmıştı.
Hürriyet’in yaptığı bu röportajla, bütün bunlar “iddia” olmaktan çıkmış, haklılık
kazanmıştı. Evet, Tuncay Güney, Yahudi asıllı (sonradan Yahudiliğe girmek ve kabul
görmek imkânsızdı) MOSSAD ajanı, Fetullah Cemaatinin adamı ve MİT’le irtibatlı
karanlık ve kiralık bir figürandı.
Gizli Dünya hükümetinin ve ABD Derin Devletinin başı Siyonist
Yahudi işadamı Rockefeller’ın bazı açıklamaları, Rahmetli Erbakan’ı haklı
çıkarıyordu!
“Atatürk yüzünden, planlarımızı yarım yüzyıl ertelemek zorunda kaldık” diyen ABD’li bankacı, iş
adamı David Rockefeller’ın çok uzun ve ayrıntılı (10 sayfa) “itiraf açıklamaları”ndan bazı notlar:
“Türkiye’ye, Adnan Menderes zamanında “Marshall yardımı” ile el attık ve kontrol altına aldık.”
17
“1980 darbesi bizim isteklerimiz doğrultusunda yapıldı, (ama sonra kontrolümüzden çıkmaya
başladı)”
“Binlerce Türk gencini, uydurma ideolojiler uğruna birbirine kıydırdık”
“Turgut Özal, isteklerimiz doğrultusunda kapıları sonuna kadar açtı. Türkiye’de para
putlaştırılmaya, arkadaş, dost, aile gibi kavramlar ve kutsallar unutulmaya başlandı.”
“Kürt Devleti projesini” hayata geçirmek için önce örgüt yarattık. (PKK).”
“Türkiye bizim için (İsrail adına) çok önemli... Su kaynaklarının önemli bir kısmı burada
bulunmaktadır”
“Medeniyetin beşiği olarak Türkleri kabul edemezdik, bu mirasa el koymalıydık. Zaten bu
maksatla Osmanlı’yı yıkmak zor olmadı.”
“Hitler, bizim tarafımızdan iktidara taşındı, çünkü buradaki Yahudiler, İsrail devletini kurmaya
yardımcı olmadılar.”
“Atom bombası, Yahudilerin yaşadığı Almanya’ya atılamazdı, bu nedenle Japonya kışkırtıldı ve
oraya atılarak gücümüz ve kararlığımız ispatlandı”
“İsrail Devleti, Rotschild Ailesi’nin cömert mali desteği ile kuruldu. Rockfeller sayesinde ayakta
kaldı”
“Sovyetler Birliği’ne yeteri kadar ülke bırakılmış, Komünist ihtilali için mali destek sağlanmıştı”
Çin, henüz tamamen kontrol edemediğimiz bir ülke ama ABD (Yahudi) ekonomisine katkısı
büyük olmaktadır”.
“Vietnam, Kore, Kamboçya, Tayland, Endonezya, Afganistan, İran-Irak ve Yugoslavya’daki
çatışma, işgal ve bölünmeler savaş sanayimizin deneme ve gelişmesine yaramıştır.”
“Zaire, Çad, Yemen, Guatemala, Şili, Brezilya, Dominik, Somali, Panama, El Salvador, Bolivya,
Ekvator, Peru, Uruguay, Angola’daki savaşlar ve darbeler bizim planlarımızdı.”
“Bütün ülke yönetimlerini kontrol altında tutuyoruz, aksi halde terör olaylarını devreye
sokuyoruz.”
“Dünyada hiçbir yerde büyük çaplı mafya ve kaçakçılık olayları bizim iznimiz olmadan
yapılamaz.” 2
Bütün bunlardan sonra Abdurrahman Dilipak’ın şu konuları da açıklaması ve kuşkuları dağıtması bekleniyordu:
• Sn. Recep T. Erdoğan’ın, Eşbaşkanı olduğunu tam 32 yerde açıkladığı BOP ile
Arap Baharının ve Kürt açılımının bir irtibatı var mıydı?
• Erbakan’a bir yıl bile dayanamayan ve iktidarını post modern darbe ile yıkan
Amerika, şimdi Sn. Recep T. Erdoğan’a gücü mü yetmiyordu, yoksa AKP’nin böyle
davranması -yani görünüşte ABD ve İsrail karşıtı tavır takınıp gerçekte onların
projelerine hizmet sunması- mı işlerine geliyordu?
• Sizler gibi İslamcı aydınlar ve yayıncılar da; bir yandan ABD ve İsrail’i suçlayıp
sataşarak, öte taraftan Türkiye’nin Siyonizm’in güdümündeki AB’ye girme çabasını,
demokrasi adına tarihi adım olarak alkışlayarak, halkın tepkilerini törpülemeye ve
siyasi ferasetlerini körletmeye mi çalışmaktaydı?
• AKP iktidarının, sizler gibi İslamcıların ve ilahiyat hocalarının Kur’an’a ve
Sünnete dayalı evrensel İslami projeler ortaya koymaya ve uygulamaya, akılları ve
bilgi dağarcıkları mı yetmiyordu, yoksa cesaret fukarası olarak imanları ve vicdanları
mı yetersiz kalıyordu?
Ve zaten Siyonistlerin beyin takımı, topunuzun bir Erbakan etmediğini çok iyi
bildikleri için, Onun yolunu tıkıyor ama sizlerin önünü açıyordu!
2 Yeniçağ / 10 08 2013 (Yeniçağ –Hulki Cevizoğlu’nun notları, aslıyla karşılaştırılıp bazı düzeltme ve eklemeler
yapılmıştır.) 18
 



Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...