02 Mart 2015

TARİHU’L İSLAM..İmam Zehebi (İSLAM TARİHİ 17. BÖLÜM)


TARİHU’L İSLAM..İmam Zehebi (İSLAM TARİHİ 17. BÖLÜM)
naklediyor.474[8]
Enes b. Mâlik (r.a.) bu konuda derki: Rasûlüllah (s.a.v.)'in hakkında
"Allah'ın kulağını geri verdiği kimse şu zat1 dır" buyurduğu insan Zeyd b. Erkamdır. Bu haberî
Buharî Abdullah b. Fazl yolu ile Enes (r.a.)'ten nakleder.475[9]
Ebû Süfyan aracılığıyla Ameş, Câbir (r.a.)'tan şunları nakleder: - Nebî (s.a.v.) bir seferden dönmekte
idi. Medineye yaklaşınca bir ye! esmişki nerdeyse süvarileri diri diri kuma gömeyazmış. Rasûlüllah
(s.a.v.)'ın orada, "Şu rüzgar bir münafık'ın Ölmesi için estirildi" buyurduğu iddia ediliyor. Medineye
geldiklerinde münafık elebaşlarından birinin öldüğünü gördüler.
Bunu Müslim naklediyor.476[10]
Ebû'l Esved aracılığıyla Urve'nin şöyle dediğini nakleder: Rasûlüllah (s.a.v.) Umman yolundan gidip
konakladığında sığırlarını otlağa saldılar. Orada onları şiddetli bir yel yakaladı. İnsanlar dehşete
kapıldı, "Yâ Rasûlellah! Bu rüzgar ne istiyor?" dediler de Efendimiz: "Bu gün büyük bir münafık
öldü, bu rüzgar bunun için esmiştir, size bir zararı olmaz inşaallah" buyurdu. İşte bu olay Benî'
Mustalik gazvesinde olmuştu.
Yûnus, İbni îshâk'tan Mustalik kıssasını naklettiği şeyhlerinden bu konuda şunları ilave eder:
Dedilerki:
- Rasûlüllah (s.a.v.) geri dönmeye başladı, Buk'a denen yere geldiğinde (Burası Bakî'den ötede
Hicaz'da bir yerdir) çok şiddetli bir rüzgar esti, insanlar korkuya kapıldı. Rasûlüllah (s.a.)
"Korkmayın! Zîra bu rüzgar kafir ulularından birinin ölümü üzerine esmiştir" buyurdu.
Döndüklerinde, Rifaa b. Zeyd b. Et-Tâbût'un o gün ölmüş olduğunu gördüler. Bu herif, Kaynuka
oğullarından olup, görünüşte İslâm olmuş görünürsede Münafıkların sığınağı idi.
Bana Asım b. Ömer b. Katâde anlattı ki: Nebî (s.a.v.) Mustalikoğullan seferinden döndüğünde,
Abdullah b. Abdullah b. übeyy b. Selûl kendisine gelip: "Yâ Rasûlellah! Haber aldım ki sen Übeyy'in
katlini murad etmişsin. Böyle yapacaksan, bunu bana emret de babamı ben öldüreyim ve başını
sana kesip getireyim. Vallahi bütün Hazrec kabilesi bilir ki, babasına benden daha iyi davranan
kimse yoktur. Lakin ben, onu öldürmek için senin bir başka Müslümana emredip onunda babamı
öldürünce, bende kendimi alamıyarak, babam Abdullah'ı öldüren kimsenin yeryüzünde hayatta
kalmasına tahammül edemiyerek, onu öldüreceğimden ve böylece bir kâfir için, Müslüman
öldürmüş biri olarak cehenneme gireceğimden korkuyorum" dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah
(s.a.v.):
"Onu öldürme! Aksine onunla sohbeti daha da güzelleştir ve O bize sohbete devam ettiği süre ona
474[8] Buharî Tefsîr, Münafikûn Sûresi Taberî Tarih 2/ Taberî Tefsir.
475[9] Müslim 2782.
476[10] Müslim 2782.
daha merhametli davran" buyurdu.477[11]
İftira Olayı
Süleyman anlatıyor: Bize Hammâd b. Zeyd ile Nu'man b. Raşid, Zühri aracılığıyla Urve'den Hz. Aişe
(r.a.)'ın şöyle dediğini anlattı:
- Nebî (s.a.v.) bir yolculuğa çıkacağında hanımları arasında (kendi ile gelecek olanı belirlemek için)
kur'a atardı. Müreysî1 gazvesine çıkarken de aramızda kur'a çekmiş ve benim hisseme çıkmış idi.
işte bu yolculukta hakkımda dedikodu edenlerin bir kısmı mahvolmuş idi.
Nitekim İbni İshâk Vakidî ve diğerleri de iftira olayının Mureysî1 gazvesinde olduğu
görüşündedirler.478[12]
Abbad b. Abdillah'tan da "Anneciğim! Bana Müreysî' gazvesinde başından geçen olayı bana
anlatsan" dediği rivayet edilir.
(Zehebî derki): Ben Balebek şehrinde, Ebû Muhammed abdü'l-Halik b. Abdisselam'a kıraat yolu ile
okudum ki, o şöyle nakletti: Bize Abdürrahman b. İbrahim, ona Ebû'l Hüseyin Abdü'l hak el-Yûsufî,
Ebû Sa'd b. Hureyşten, onlara Ebû Ali Hasen b. Ahmed, Meymun b. ishâk'tan, onlarada Ahmed b.
Abdü'l Cebbar, Yunus b. Bükeyr'den, oda Hişam b. Urve'nin babası Urve aracılığıyla Hz. Aişe
(r.a.)'nin bu hadise hakkında şöyle anlattığını söyledi:
- Hakkımda yapılan iftira, olabildiğince konuşulmuş, yapılmış da benim hiç haberim olmamış. Allah
Rasûlü beraberinde ashabından birkaç kişi ile gelip benim zenci cariyeme durumu sormuşlar. Bu
kadıncağız bana hizmet ederdi. Ona, "sen Âişe hakkında bildiğin ne var ise bize haber ver?" dediler.
O da, "Vallahi ben onun şu anlatacağımdan
başka hiç bir ayıbını bilmiyorum. Hz. Âişe kuşluk vakti uyuya kalırda, evin koyunu keçisi
onun yoğurduğu hamuru yerdi. Ev halkı da dolaşır Hz. Âişe'ye sorarlardı da ancak durumu o zaman
anlardı."
İşte bu cariyeye gelip durumu sorduklarında bu kızcağız, "Sübhanallah, nefsim elinde olan Allah'a
yemin ederim ki, ben Hz. Aişe hakkında kuyumcunun has (som) altın hakkında bildiğinden başka
birşey bilmiyorum" dedi. Hz. Aişe derki: Bütün bunlar oluyorken ben hiç bir şeyin farkına
varmamışım.
Allah Rasûlü (bu sorgulama ve araştırmadan) sonra hitab etmek üzere ayağa kalkmış, Allah'a hamd
ve senasını ona layık şekilde yapmış ve sonrada şunları söylemiş idi.
- "İmdi. Sizler ailem hususunda bir takım ithamda bulunan kimseleri bana gösterin. Allah'a yemin
olsun ki, ben ailem hakkında şimdiye kadar asla kötü bir husus bilmiyorum. Onlara kim ile itham
ediyorlar. Vallahi ben o şahıs hakkında da asla bir günah yaptığını bilmiyorum. Ailemin yanına ben
477[11] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/365-371
478[12] İbni Hişâm 4/10.
yanında olmadan asîa girmemiştir. Herhangi yolculuk için Medine'den kaybolduğum her seferde, o da benimle beraberdi."
Bunları duyan Sa'd b. Muâz, "Yâ Rasûlellah! bana göre bu iftirayı yapanların boyunlarını vur" dedi. Bir başka hazreçli adam, (Ümmü Hassan ile Hassan onun kervanından idi) "vallahi yâ Sa'd sen doğru söylemedin. Eğer o itham eden adam Evs kabilesinden olaydı (yani Sa'dm kabilesinden olaydı) o zaman sen böyle demiyecektin" dedi. Bunun üzerine orada bulunan Evs ve Hazreç'liler arasında Mescidde neredeyse bir kavga çıkayazmış. Ben yine bımdanda hiç bir şey bilmemişim, hiç kimsede bunu bana anlatmamış idi. Nihayet o gün böyle geçmiş gece olmuştu.
Ben bir kaç kadın ile def-i hacet için dışarı çıkmış idim. Ebu Bekrin (babamın) teyze kızı Ümmü Mistahta bizimle beraber çıkmıştı. İhtiyacımızı göreceğimiz yere doğru gidiyorduk ki; birde Ümmü Mistah tökezleyince birden bire, "kahrolasıca Mistah" dedi. Ben de ona "ey ana!, sen kendi oğluna mı soğuyorsun" dedim de, bana cevap vermedi. Geri döndü tekrar tökezledi ve yine "kahrol ya Mistah!" dedi. Ben yine "ey ana! Sen Allah Rasûlünün arkadaşı olan oğlunamı kötü söylüyorsun?" dedimsede yine bana cevap vermedi. Üçüncü sefer tökezlediğinde yine "kahrol yâ Mistah!" dedi. Bende, "Ey ana! Sen Peygamberin arkadaşı olan kendi oğlunamı soğuyorsun?" dedim. Ümmü Mistah bunun üzerine, "Vallahi ben ona sadece senin için, sana dediği şeyler yüzünden ona sövüyorum" dedi. "Ben de, "hangi durumum için?" dedim, o da, "sen olanları duyup bilmedinmi?" dedi. "Hayır!" neler oldu?" dedim. Bunun üzerine şöyle dedî:
- Ben, hakkında yapılan dedikodudan berî' olduğuna ben şahit olurum, diyerek olan olayları anlattı. Ben artık eve geri dönmeye başladım. Evden çıkarkenki olan su dökme ihtiyacımdan az ya da çok hiç birşey kalmamış idi. Beni bir titreme aldı ve sıtma hastalığına tutuldum. Rasûlüllah yanıma girip vaziyetimi sordu. Bende, kendimi çok kötü hissediyorum, bana izin versende ana babamın yanma gitsem" dedim. O da bana izin verdi. Benimle beraber bir köle salarak, ona, "Âişe ile birlikte yürü!" dedi. Böylece çıkıp onlara vardığımda annemi aşağı evde buldum. Babamı da yukarı evde, namaz kılıyor buldum.
Anneme, "Anneciğim benim hakkımda ne duydun?" diye sordum. Meğer annem onu benden gizler imiş. Bana, "kızcağızım! Senin aleyhine bir durum yok. Kendisinin bir kaç tane kuması bulunup kocası tarafından savilen her güzel kadın hakkında böyle dedikodu edilir. Ben de, "peki bunları babamda duydumu?" dedim, "Evet" dedi. Ben, Yâ Allah Rasûlü (s.a.v.)'de duydumu?" dedim. O da, "Evet, Rasûlüllah da duydu" deyince ben ağlamaya başladım.
Babam ağıtı duydu da, "onun nesi var?" dedi. Annem de, "hakkında söylenenleri duymuş dedi. Bunun üzerine Ebû Bekir'in gözleri dalarak ağlamaya başladı ve bana, "Kızcağızım, haydi, evine geri dön" dedi. Ben evime döndüm ama anam ve babam da yanımda idiler. Nihayet ikindiyi kılmıştım ki, Rasûlüllah eve geldi. Ben ana babamın arasında idim. Biri sağımda diğeri solumda idi. Rasûlüllah layık olduğu şekilde hamd ve sena ederek dedi ki:
"Yâ Âişe! Eğer sen bir zulüm işledin veya hata ettin, yada bir günah işledin ise tevbe et; Allah'ın emrine müracaat et ve istiğfar et". Sonra bana nasihatta bulundu. Kapıda ensardan bir kadın vardı, gelip selam vermiş ve oda kapısının önüne oturmuştu. Ben; "sen, bana bunları söylerken haya etmiyormusun" derken o kadında duyuyordu. Peygamber sözünü bitirince ben babama elimle
dürterek "sen Peygambere, beni savunmak için birşey söylemeyecek misin?" dedim. Babam da, "Ben Râsülüllah'a ne diyeyim ki?" dedi. Bunun üzerine anneme dönerek "ya sen, ona birşeyler konuşmayacak mısın?" deyince o da; "ben ona ne diyebilirim ki?" dedi. Ben de layıkı üzere Allah'a hamd ve sena ettikten sonra;
- "İmdi!, Vallahi eğer ben, "bana isnat edilen şeyleri yaptım" diyecek olsam, Allah kesinlikle böyle birşey yapmadığıma şahittir ki, ben böyle birşey işlemedim. Fakat o zaman siz, kendi nefsine dönüp düşündü ve kendi diliyle ikrar etti diyeceksiniz.
Eğer ben size, "böyle bir günah yapmadım", diyecek olsam Allah kesinlikle benim doğru söylediğimi bilmekte ama siz beni tasdik etmeyeceksiniz. Zîra bu iftira içinize girip, aranızda yayılmış durumda.
Artık ben kendim için salih kul Yûsuf (a.s.)'ın babası (Ya'kub (a.s.)'un ki ben o zaman babasının adım bilmiyordum) nın "söylediği:
"Sabır ne güzeldir! Sizin vasfettiğiniz şeylere karşı Allah ne güzel yardımcıdır" (Yûsuf; 18) sözünden başka söyleyecek söz bulamıyorum" dedim.
İşte ben sözümü tamamladığım o saatte, Peygambere vahiy geldi. Vallahi ben Rasûlüllah (s.a.v.)'ın yüzündeki müjde alametlerini gördüm ki, henüz Rasûlüllaha bir şey kavuşmamıştı. Efendimiz alnını ve yanlarım silerek; "Müjde ya Âişe, Allah senin suçsuzluk beraatini göklerden indirdi" buyurup gelen âyetleri okudu.
Ben alabildiğine bir öfke içindeydim. Annemle babam bana, "Kalkta Rasûlüllah'a teşekkür et!" dedilersede ben, "vallahi, ben onun ayağına ne kalkarım, ne de ona teşekkür ederim, nede size teşekkür ederim. Ben sadece beni temize çıkaran Allah'a hamd ederim. Siz hakkımdaki bu iftirayı duyduğunuz halde onu ne red ettiniz, ne onlara karşı hasimane davrandınız, ne de müdafaa ettiniz" dedim.
Hakkında dedikodu edilmiş olan kişi (safvan) de bu benim suçsuzluğumu bildiren âyetin indiği haberini duyunca; "Nefsim elinde olan zat'a yemin ederimki, bu güne kadar hiç bir kadının gizli yerine bakmadım" demiş.
İftirayı atan Mistah, babası olmadığı için, Ebû Bekir'in bakımı ve beslemesi altında büyümüş bir yetim idi. Ebû Bekir vaziyet anlaşılınca, "bir daha Mistah'a yardım etmeyeceğine" yemin etti. Allah da "(arapça) sizden fazilet ve mal sahibi olanlar cimrilik etmesinler" âyetini "Allah'ın sîzi bağışlamasını istemezmisiniz" kısmına kadar indirdi. (Nur; 22)Ebû Bekir'de: Tabii Yârabbî Vallahi Allah'ın beni bağışlamasını isterim, diye gözleri dolup ağladı. Allah razı olsun.
İşte bu âli, hasen isnadh bir hadis olup Buharî bunu "Muallak" hadis olarak rivayet edip, "Ebû Üsame yolu ile Hişâm b. Urve'den yukardaki gibî, Hz. Âişe olmadan nakleder.479[13]
Leys ve İbnü'l Mübarek ikilisi -İfade Leys'indir- Yunus b. Yezîd -İbnü Şihâb ez-Zührî isnadıyla -Urve- Said b. Müseyyeb, Alkame b. Vakkas, Ubeydullah b. Abdillah'tan bu Hz. Âişe ile ilgili olarak.
479[13] Bu rivayet Zehebî'nin Âli bir isnadıdır. 10 ravi İle hadis Hz. Âişe'ye ulaşıyor ki 7 asırda bu kadar âli İsnad az görülür. Buharî ise aynı hadiseyi Urve'den verir ve Hz. Âişe'yi anmaz. Bak.
- Hz. Âişe'ye bu iftiracılar, atacağı iftirayı attığı zamana, Allah Hz. Âişe'yi bu iftiradan temizlediğinde, bu adı geçenlerden herbiri bu uzun hadisin bir bölümünü anlattılar. Birinin hadisi diğerininkini tasdik etmektedir. Gerçi onların kimisi, bu hadisi kiminden daha iyi ezberlemiştir.
Âişe devamla derki:
- Rasûlüllah (s.a.v.) bir sefere çıkmak isteyince hanımları arasında kur'a çekerdi. Hissesine hangisi çıkarsa yola onu birlikte götürürdü. Bir seferinde aramızda kur'a çekmiş ve bana isabet etmişti. Bende onunla yola çıkmıştım. Bu yolculuk Hicab (örtü) âyetleri indikten sonra idi. Ben bir devenin mahfel'ine bindirilip indirilerek gidiyordum. Allah Rasûlü bu gazvesini bitirene kadar yola devam ettik. Sonra yola koyulup Medine'ye yaklaştık.
Allah Rasûlü bir gece kafileye istirahat verdi. Konaklama izni verildiğinde bende kaza-i hacet için kalkıp, askerleri ileri geçinceye kadar yürüdüm. İhtiyacımı giderince deveme doğru yöneldim. Birde farkına vardım ki, Yemen'in Zifar şehri ma'mulu olan gerdanlığım kopup düşmüş. Hemen dönüp ona aramaya başladım. Lakin onu aramak beni yolumdan epey alakoymuş idi.
Bu sıra, benim hevdecimi deveye indirip bindiren işçiler vanp hevdecimi -farkına varmayarak- benim bindiğim deveye yüklemişler. Beni hevdecin içinde samyorlarmış, O zaman kadınlar, etli olmadıkları için pek hafif olurlardı. Zîra ancak doyacak yiyecek bulabiliyorlardı. İşte bu yüzden hevdeci kaldırırlarken onun hafifliğini hiç hissetmemişlerdi. O zaman ben yaşı pek küçük bir kadıncağızdım.
Kafile develeri sürüp yola çıkmışlar. Nihayet ben gerdanlığımı asker hareket ettikten sonra bulabilmiştim. Ordunun konak yerine geldim ki ne ses var nede cevap veren. Hemen ilk bulunduğum yere gelip oturdum ve ümid ettimki, onlar benim yokluğumu farkedip geri bana gelecekler. Ben oturup beklerken gözlerim ağırlaştı ve uyuya kaldım. Önce Benî Selemli, sonra Zekvanlı olan Safvan b. el-Muattal meğer ordunun (geriyi takib ederek, ordunun yiten eşyasını toplama görevlisi olarak) arkası sıra gelir imiş. Geceleyin yürüyüp sabah olunca benim olduğum yere gelmiş. Orada uyuyan bir insan karaltısı görüp yanıma gelince bakar bakmaz beni tanımış.
Hicab âyeti inmeden evvel beni görür ve bilirdi. Ben onun beni görünce söylediği "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi raciûn" sözüyle uyandım. Hemen yüzümü cilbabımla örttüm. Vallahi Safvan bana tek kelime dahi söylemedi, ben onun "İnna lillahi ve innâ ileyhi raciûn" deyişinden başka sözünü de duymadım. SafVân hemen devesine "ıh ıh" dedi. Deve ön ayaklan üzerine çöktü, ben de deveye bindim. Safvan da deveyi çekerek yola koyuldu.
Nihayet biz orduyu yetiştiğimizde öğle vakti olmuş ve onlar yorgun düşüp konaklamışlardı. O vakte kadar olan olmuş ve iftira edenlerden helak olanlar helak olmuştu. İşte orada bu iftira işini üstlenen Abdullah b. Übey b. Selûl olmuştu.480[14]
Böylece Medine'ye geldik. Medineye gelir gelmez ben bir ay hastalandım. Meğer insanlar bu iftiracıların hakkımda ortaya attığı dedikoduları yayıyorlarmış. Benimse bu olanlardan hiç haberim
480[14] İfk âyetinde ifade edilenler, "Abdullah b. Übey b. Selûl, Hamme bin. Cahş, Abdullah b. Cahş, Mistah, Yezîd b. RifSa ve onlara lafı yaymada yardımcı olan Hassan b. Sabit" idiler.
yoktu. Ancak bu hastalığım esnasındaki, Rasûlüllah'ın bana karşı davranışı beni şüpheye düşürüyordu. Zîra bu defa, daha önceki hastalandığım zamanlarda ondan gördüğüm iltifatı göremiyordum. Bu kere ise sadece bundan bir şübhe seziyordum, ama bir şer olduğunu hiç sezmiyordum. Hastalığım'ın iyileşmeye yüz tuttuğu bir gün çıktım. Mistah'ın anası da benimle çıkarak o vakit umumî tuvaletimiz sayılan etraftan bizim görünmemize engeli bulunan yere doğru yürüdük.
Bizler o zaman sadece geceleri tuvalete çıkardık. Henüz evlerimizin bitişiğine tuvalet yapma adetimiz yoktu. Bizde bu konuda -dini yeni bir tavır almayıp- daha arapların eski adeti üzere tuvalet yapar idik. Evlerin bitişiğindeki tuvaletlerin kokusundan nefret ederdik. Tuvalet ihtiyacımızı gidermiş, sonra da Mistah'ın anası ile evime doğru yürümeye başlamıştık ki, Mistah'ın anası eteğinin ucuna basarak tökezleyince "kahrolasica Mistah!" deyiverdi. Ben ona, "ne kötü söyledin, sen Bedir harbine katılan biri hakkında böyle küfurmü savuruyor-sun?" dedim. Oda bana:
- Bire kız! Sen Mistah'ın ne dediğini duymadın mı?" deyince, "ne söylemiş?" dedim. Bunun üzerine anası iftiracıların sözlerini aktardı. Artık hastalığıma bir hastalık daha katmış oldum. Evime girdiğimde Allah Rasûlü yanıma girdi, selam verip "nasılsınız?" buyurdu. Ben de:
- Anne ve babamın yanına gitmeye bana izin verimlisin? diye sordum. Duyduklarımın onlar tarafından doğrulanmasını istiyordum. Rasûlüllah (s.a.v.) bana izin verdi. Bende Ebeveyn'imin yanma gidip anneme; "anneciğim!. İnsanlar neyin dedikodusunu yapıyorlar?" dedim. Annem de, "kızcağızım! Sen kendine merhametli davran. Vallahi kocası tarafından sevilipte, eşleri olan bir kadının, aleyhine dedikodu edilmeyeni pek az olur" dedi. Bende, "sübhanallah! İnsanlar demek bunları konuşuyor öylemi?" diyerek ağlamaya başladım. O gece gözüme bir sürme çekimlik uyku girmeden ağlaya ağlaya sabahı ettim ki, nerdeyse kanım kuruyayazdı.
Bu arada vahiy konusuda kapalı kaldığından, ailesinden ayrılma konusuna görüşüp istişare etmek üzere Rasûlüllah (s.a.v.), Ali b. Ebî Tâlib ile Üsâme b. Zeyd'i çağırmış idi. Üsame, Allah Rasûlüne ailesinin bu tür kötülüklerden kesinlikle uzak olduğunu bildiğini ve kanaatine göre onlara olan sevgiden başka birşey bilmediğine işaret ederek: "Yâ Rasûîeİlah o senin eşindir, biz onun hakkında sadece hayır biliriz" dedi. Aîi ise:
- Yâ Rasûlellah! Allah sana dünyanı daraltacak değildir. Aişe'den başka çok kadın vardır. Eğer sen bu durumu onun cariyesi Berîre'ye soracak olursan sana doğruyu söyleyecektir, dedi. Bunun üzerine Nebî (s.a.v.) Berireyi çağırıp "Yâ Berîreî Sen kendine şübhe veren bir durum gördün mü?" diye sordu. Berîre'de:
- Seni Hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, hayır! Benim onda kusur olarak görebildiğim şey şudur; o ufak yaşta bir kadıncağız olup ailesinin hamurunu yoğururken uyuyakalır, koyun keçi gibi ev hayvanlanda gelip hamuru yerdi, dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah
- (s.a.v.) ashabı arasında kalkıp, minbere çıktı, Abdullah b. Übey b. Selûl'ün iftirasından kendini savunmak arzusuyla:
"Ey Müslümanlar! Ailem hakkındaki eziyeti bana ulaşan bir adam'ın dilinden beni kim kurtaracak.
Vallahi ben ailem hakkında ancak hayır biliyorum. Yine bir adam'ın adımda bu işe karıştırıyorlar ki, ben onun üzerine sadece hayırlı biri olarak tanıyorum, hem o zat benim ailemin yanma, ben yanında birlikte olmadıkça girmezdi" buyurdu. Bunu dinleyen Sa'd b. Muâz (r.a.) ayağa kalkıp;
- Yâ Rasûlellah! Seni onun dilinden ben kurtaracağım, eğer o iftiracı (benim mensubu olduğum) Evs kabilesinden ise onun boynunu vuracağım, eğer bizim Hazrec kabilesine mensub kardeşlerimizden birisi ise, sen emret senin emrini yerine getirelim, dedi. Bu söz üzerine Hazreçlilerin lideri durumunda olan Sa'd b. Ubâde -ki bundan önce çok salih bir zat idi- ayağa fırladı; bu kere milliyetçilik damarı kabarmış idi:
- Allah'a yemin ederim ki, sen yalan söylüyorsun sen onu ne öldürebileceksin nede onun katline gücün yeter, dedi. Sa'd b. Muâz'ın amca oğlu olan Üseyd b. Hudayr kalkarak:
- Vallahi sen yalan söylüyorsun, kesinlikle onu Öldüreceğiz, sende münafıkları savunan bir başka münafıksın, deyince iki kabile, Evs ve Hazreç yerlerinden fırladılar. Rasûlüllah minberde olmasına rağmen birbirlerini öldürmeye kalktılar. Rasûlüllah onları yatıştırmaya uğraşıp sonunda onların bağırmalarını susturdu ve kendiside konuşmayı kesti.
Hz. Âişe devamla derki: Ben o gün ve o geceyi ağlayarak geçirmiş olduğumdan, ne bir sürmeiik uyku uyudum ne kanun hareket etti. Artık annem ve babamda benimle idiler. Ben iki gece bir gündüz bir an uyumadan, hiç istirahat etmeden ağlamakla geçirmiş olduğumdan, bu ağıtın ciğerimi parçalayacağını sandım.
Ebeveynim yanımda, bende ağlamama devam ederken, Ensar hanımlarından biri yanıma gelmek için izin alıp girdi ve oturup benimle birlikte ağlamaya başladı. Biz bu halde iken Allah Rasûlü yanımıza girdi selam verip oturdu. Peygamber (s.a.v.), hakkımda dedikodu çıka-rılahdan beri hiç yanımda oturmamış idi. Bir ay geçmiş olmasına rağmen benim vaziyetim hakkında ona hiçbir vahiy gelmemiş idi.
Peygamber (s.a.v.) yanımıza gelip oturduğunda şahadet kelimelerini telaffuz etti, sonra da; "İmdi Yâ Âişe! Senin hakkında bana şöyle şöyle laflar ulaştı. Eğer suçsuz isen, Allah seni temize çıkara-caktır. Eğer bir günaha teşebbüs etmiş isen, Allah'a istiğfar edip, ona tevbe et. Zîra kul günahını itiraf edipte sonra da tevbe ettim i Allah tevbesini kabul eder" buyurdu. Rasûlü Ekrem sözünü tamamladığı zaman adeta kanım kaskatı kesildi, hatta vücudumda bir damla kan kalmadı hissine kapıldım. Babama dönüp, "Allah Rasûlüne, Öne sürdüğü şeylere karşı cevap ver" dedim. Babam ise, "Vallahi ben Allah Rasûlüne ne söyleyeceğimi büemiyorum" dedi. Ben anneme, "Allah Rasûlüne sen cevap ver" dedimse de, o da, "Ona ne diyeceğimi bilemiyorum" dedi. Ben o vakit yaşça çok küçük, Kur'andan fazla okuma adeti olmayan biriydim. Onlara dedim ki;
- Vallahi şimdi kesinlikle anladım ki, siz bu uydurma lafı duydunuz. Onu dinleye dinleye kalbinize yer etti ve bu iftiranın doğru olduğunu sandınız. Şimdi ben size, "Ben suçsuzum" desem -ki Allah, kesinlikle böyle bir suç işlemediğimi biliyor- siz bana inanmayacaksımz. Allah'ın suçsuz olduğumu bildiği böyle bir suçu yaptım desem beni doğrulayacaksınız. Vallahi ben hem kendim hem de sizin için, Yûsufun babasının söylediği oy od "Sabır ne güzeldir! Sizin vasfettiğiniz şeylere karşı -yegane- yardım dilenecek zat Allah'tır" âyetinden başka söyleyecek söz bulamıyorum, dedim. Sonra dönüp
yatağıma yaslandım.
Kesinlikle biliyordum ki, "ben suçsuzum, Allah benim suçsuzluk beraatimi verecektir." Lakin Vallahi, Allah'ın benim hakkımda tilavet olunacak bir vahiy indireceğini hiç tahmin etmiyordum. Bana göre, benim hakkımdaki bu durum, Allah tarafından Kur'an'da âyet olarak okunacak olan bir vahiy şeklinde söylenecek kadar büyük olamazdı. Ama ben, Rasûl-ü Ekrem'in rüyasında, Allah'ın beni berat ettirdiğini göreceğini umuyordum.
Vallahi daha ne Rasûlüllah yerinden kalktı, ne de evde bulunanlardan biri dışarı çıkmıştı, hemen o saat ona vahiy geliverdi. Derhal Rasûlüllah'ı vahiy hali bürüyüverdi. Öyleki kendisinden gümüş tane-cikleri gibi terler boşanmaya başladı. Kendine indirilen sözün ağırlığından çok ızdırabda kaldığı bir gün olmuş idi. Vahiy hali geçerken Allah Rasûlü gülümseyerek konuştuğu ilk söz "Yâ Âişe! Vallahi Allah seni beraat ettirdi" demek oldu.
Annem bana, "Kalk da Rasûlüllah'a teşekkür et!" dediyse de ben, "Vallahi ona teşekkür için yerimden kalkmayacağım. Ben Allah'tan başkasına hamd etmeyeceğim" dedim. Allah(cc) beraatım hususunda:
"O iftirayı yayanlar, içinizden bir topluluktur" diye başlayıp devam eden on âyetin hepsini indirdi.481[15]
Allah(cc) beraatım hakkında bunları indirince babam Ebû Bekir, hem akrabası hemde fakir olması sebebiyle nafakasını karşıladığı Mistah hakkında: "Vallahi Âişe'ye bu iftirayı yaptıktan sonra ebe-diyyen Mistah'a bir daha yardım etmeyeceğim" demişti. Bunun üzerine de:
"içinizden fazilet ve zenginlik sahibi olanlar, sakın akrabalara, miskinlere ve muhacirlere Allah yolunda birşey vermekten sakınmasın! Af edin ve iyi davranın Allah'ın sizi affetmesi hoşunuza gitmez mi" (Nur sûresi âyet; 22) âyeti indirildi. Bunu duyan Ebû Bekir, "tabi, tabî, Vallahi Allah'ın beni affetmesi çok hoşuma gider" diyerek hemen Mistah'a verdiği eski nafakasını tekrar vermeye başladığı gibi, "Vallahi bu yardımı ondan hiç bir zaman esirgemeyeceğim" dedi.
Hz. Âişe devamla şöyle anlattı:
- Meğer Rasûl-ü Ekrem benim başıma gelen bu işi Zeyneb binti Cahş'a sormuş. O da; "Gözümü ve kulağımı bu tür şeylerden sakınırım. Ben Aişe hakkında hayırdan başka birşey bilmem" demiş. Hal-buki Rasûlüllah'ın hanımları arasında benimle üstünlük yarışına giren sadece o vardı. Allah onu takvası sebebiyle iftiraya düşmekten korumuştu. Onun bacısı Hamne binti Cahş ise kendisi ile bu konuda "sen neye Aişe'ye iyi diyorsun" diye çekişmeye tutuşup, iftiracı gurupla birlikte kendi mahvını hazırlamıştı.
Bu haberi Buharî ve Müslim, Yûnus el-Eylî hadisi olarak rivayet etmişlerdir.482[16]
Ebû Ma'şar anlatıyor:
481[15] Âyet ve Mealleri şudur (Nur; 11-21):
482[16] Buharî Tefsîr-i Sürat in-Nûr Müslim 2770.
- Bana Eflah b. Abdillah b. Muğîre, Zührî'nin şöyle dediğini anlattı: "Ben Velîd b. Abdü'lmelik'in
yanında idim... diyerek Zührî bu hadisi, Urve, Said b. Müseyyeb, Alkame b. Vakkas ve Ubeydullah
b. Abdillah dörtlüsü aracılığıyla Hz. Âişe (r.a.)'den baştan sona nakletti. Bunu duyan Velîd, "bu hangi
seferde oldu?" diye sorunca, "Rasûlüllah (s.a.v.) Benî Mustalık seferine çıkarken hanımları arasında
kur'a çekmiş (Hz. Âişe derdiki o zaman bu kur'a) benim ve Ümmü Selemenin sehmine çıkmıştı.483[17]
Abdürrezzak, Ma'mer aracılığıyla Zührî'den naklediyor:
- Ben -Emevî Halifesi Velîd b. Abdü'lmelik'in yanında idim. Bana Kur'an'da "Onların arasından biri
kibrini omuzladı" diye bahsi geçen kişi Ali b. Ebî Talib'dir, dedi. Ben de, "hayır!, bana, Saîd b.
Müseyyeb, Urve, Alkame ve Ubeydullah dörtlüsünün hepsi Hz. Âişe (r.a.)'nin "Kibrini omuzlayan kişi
AbduIİah b. Übey idi" diye söylediğini duyduklarını haber verdi" dedim. Bunu işitince bana; "Peki
onun suçu ne imiş?" diye sordu. Bende, "Sübhanallahü Bana, bizzat senin kavminden iki kişi, Ebû
Seleme b. Abdürrahman ve Ebû Bekir b. Abdürrahman b. el-Haris b. Hişâm, Hz. Âişe (r.a.)'nin
"benim durumum hakkında müseîlim idi" dediğini duyduklarını haber vermişlerdi. Bu hadisi Buharî
haber vermiş idi.
Yûnus b. Bükeyr, İbni İshâk -Abdullah b. Ebî Bekr b. Hazm- Urve isnadıyla nakleder ki, Hz. Âişe (r.a.)
şöyle anlatmış:
- Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.) benim suçsuzluğumu belirten hükümlerin indiği kıssayı insanlara tilavet
ettiğinde hutbeden inip, Âişe hakkında dedikodu yayan iki kişi ile bir kadının yakalanıp had
vurulmasını emretmiş
idi. Hz. Âişe'ye bu iftirayı atanlar, Abdullah b. Übey, Mistah, Hassan ve Hamne bin. Cahş
idi.484[18]
Şu'be, Süleyman (b. Mu'temir) -Ebû'd-Duhâ isnadıyla Mesrûk'un, "Hassan b. Sabit bir gün Hz. Âişe
(r.a.)'nin yanına gelmiş ve kendisine ait olan şu beyitleri terennüm etmişti:
Bunu duyan Hz. Âişe, "sen bu sözü söyleyecek biri değilsin11 dedi. Bende Hz. Âişe'ye, "sen bunun
gibi kimselere yanına gelmelerine nasıl müsâde ediyorsun, halbuki Allah onun hakkında,
"Onlardan kibrini omuzlayan kimse varya, işte ona büyük bir azab vardır" (Nar; 11) âyetini
indirmişti," dedim. Hz. Âişe (r.a.)'da:
- Körlükten daha beter hangi azab vardır, dedikten sonrada, "ama, Hassan Nebî (s.a.v.)'yi müdafa
ederdi, dedi.
Bu haber muttefekun aleyh'tir.485[19]
Yine Yûnus b. Bükeyr, İbni îshâk yolu ile Muhammed b. İbrahim Et-Teymînin şöyle dediğini anlatır:
"Hassan, Hz. Âişe'nin başına gelen bu olay hakkında Saffan'a pek çok hücumda bulunup, hatta
483[17] Buharı Megazî 64/
484[18] İbni Hişaâm 4/12
485[19] Buharî Meğazî 64/ Hassaân b. Sabit, Divan sayfa 324. İbni Hişâm 4/13.
dolaylı yoldan:
"Garibler izzet buldu ve pek çoğaldılar. Füraya'nın oğlu bile memleketin bir tanesi (efesi) kesildi" diye ona tacizde bulunurdu.
Bir gece Hassan, Benî Sâide kabilesindeki dayılarının yanından dönerken, SafVan yolunu kesip kafasına kılıçla vurdu. Durumu gören
Sabit b. Kays, hemen üzerine saldırıp onun ellerini boynuna siyah bir iple bağlayıp, Harise oğulları yurduna kadar getirdi. Orada Abdullah b. Ravaha Sabit'e rastladı ve "bu da ne?" diye sordu. Sabit b. Kays da:
- Ne hayret edeceğin şey! Bu, Hassan b. Sabite kılıçla saldırdı. Vallahi eğer bunun saldırdığını görmeseydim onu öldürecekti, dedi.
Sabah olunca hepsi Peygamber (s.a.v.)'in yanma gidip olan hadiseyi ona anlattılar. Peygamber Efendimiz:
- Muattal'ın oğlu nerde? deyince SafVan ayağa kalkıp "İşte buradayım, yâ Rasûlellah!" dedi. Efendimiz ona:
- Seni böyle bir cürm yapmaya hangi âmil sebeb oldu? buyurdu. O:
- O bana işkence ediyor ve aleyhimde çok konuşuyordu. Susmaya bir türlü razı olmayıp, hicivlerinde dolaylı yoldan beni zina ithamına bile vardırdı da, öfkemi yenemez hale geldim. İşte huzurundayım. Benim üzerime geçmiş bir hak varsa onu al! Yâ Rasûlelîah! dedi.
Rasûlü Ekrem (s.a.v.) bunun üzerine, "bana Hassân'ı çağırın!" buyurdu. Hassan'ı getirdiler. Efendimiz:
- Yâ Hassan! Allah'ın kendilerine İslâm dinini hidayet olarak verdiği kavmimi sen, "gariban takımı" diye alayamı alıyorsun!. Yâ Hassan sen onların hayrını kıskandın. Sana isabet eden mal ve mülk ile ihsanda bulun" buyurdu. O da, "Onlar senindir yâ Rasûlellah!" dedi. Rasûlüllah onu Mısırlı Kıptî Sîrin'i verdi. Ondan oğlu Abdürrahman'ı dünyaya getirdi. Yine eskiden Ebû Talhaya ait bulunan ve Allah Rasûlüne hediye ettiği bir araziyi de ona verdi.486[20]
Yine İbni İshak derki: Bana Ya'kub b. Utbe'nin haber verdiğine göre, SafVan ona kılıç salladığında, o şu şiiri söylemiş:
Benim şu kılıç darbesinden kendini koru. Çünkü ben hicvedildiğim zaman, şair değil bir köle sayılırım.487[21]
Hassan, Hz, Aişe'ye şu şiiri söyledi:
(Şiiri kitaptan çek)
486[20] İbni Hişam 4/13; Taberî 2/618.
487[21] îbni Hişâm 4/13; Taberî 2/618.
1- Ben, seni asla gizli günah işlememiş, hür namuslu kadınlardan biri olarak tamdım, Allah sana mağfiret etsin.
2- Sen, asla şüphe edilemeyecek derecede namuslu ve vakarlısın. Sen günahsızların etini yemez (gıybet etmez) aç kalırsın,
3- Senin hakkında söylenen dedikoduya sen zaman boyunca asla layık değilsin. Aksine bu söylenen,
4- Size ulaştığı şekilde, sizi hicvetti isem sopam benim parmak uçlarımdan inmesin (ellerim kötürüm olsun)
5- Nasıl böyle sözleri sarfederim. Yaşadığım sürece muhabbet ve desteğim, mahfellerin süsü olan Rasûlüllah ailesine olacaktır.
6- Zîra onların öyle bir şerefi varki, insanlar onun yanında bu hususta pek kısa görünür. Onların izzeti her yüceliğe erişmiştir.
Yine şu beyitlerde bu anlamda söylediklerindendir.
7- O Allah'ın çadırlarım güzelleştirdiği Mühezzebe'dir. Onu Allah her batıl ve günahdan tertemiz kılmıştır.
8- Lüey b. Galib kabilesinde bir oymağın Akîlesidir, Mesaisi mü-kerrem şerefleri daimdir.488[22]
Hz. SafVan, İbni İshak'm izahına göre, hicri ondokuzuncu yılda, Ermenilerle yapılan savaşta şehit olmuştur.489[23] Onun hakkında Hz. Âişe şöyle söylerdi: "Safvan hakkında araştırma yapıldı. Onun kadınlara asla yaklaşmayan, ebedî bir bekar olduğu ortaya çıktı. Sonra Safvan şehîd olarak öldürüldü.490[24]
Hendek Savaşı
Vakidî der ki: Hendek savaşının diğer adı "Ahzâb gazvesi" olup, bu beşinci yılın Zilkade ayında gerçekleşmiştir.491[25] Nakilciler olayı şöyle anlatırlar:
Allah Rasûlü (s.a.v.), yahudi kabilesi Nadîr oğullarını yurtlarından sürdüğü zaman, onlar Haybere doğru yola çıktılar. Onların ileri gelenlerinden bir gurup insan da, Rasûlüllah (s.a.v.)'a karşı harbetmeye teşvik ve davet için Mekke'ye gitti. Onlarla bu hususta belirli bir vakit üzerinde anlaşma yapıp, sonra da Gatafan ve Süleynı boylarına bu daveti teklif için geldiler ve onlannda harb için muvafakatim aldılar.
488[22] İbniHİşâm4/I4
489[23] İbni Hişâm 4/14
490[24] İbni Hişâm 4/14; Taberî
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/372-389
491[25] Vakidî Meğazî 2/440
Kureyşliler kendileri harbe hazırlanıp kölelerini ve kendilerine bağlı olan çevre insanlarını da yanlarında topladılar. Dört bin kişi oldular. Deve hariç, beraberlerinde üçyüz atı sürüp geldiler. Başlarında komutanları Süfyan b. Harb ile birlikte harekete geçtiler.
"Merri-Zahran" denen yere vardıklarında yediyüzkişilik bir kuvvetle Süleym oğullan da gelip onlara katıldı. Ardından Talha b. Huveylid el-Esedî'nin yönettiği Esedoğulları onları yolda karşıladı. Fizara kabilesi de bin kişilik, develerine binmiş olarak geldi. Bunlara Uyeyne b. Hısn komuta ediyordu. Mes'ut b. Ruhayle komutasındaki yediyüz kişilik Eşca1 kabilesi de yola çıktı. Haris b. Avfm yönettiği, dörtyüz kişilik Mürrâ oğullan güçleri de yola çıktı. Bunları adı geçen Haris b. Avfın geri dönderdiği rivayeti varsa da doğru olan öncekidir.
Böylece Ahzab'ın (gurupların) toplamı on bin kişilik bir ordu oluşturdu. Hepsinin başkomutanı Ebû Süfyan idi.
Müslümanlar ise bu harb de üçbin kişiydiler.
Vakidî'nin bu konudaki görüşü işte budur.492[26]
İbni İshâk ise, Hendek gazvesinin Şevval ayında yapıldığı görüşünde olup sözlerini şöyle sürdürür:
- Bu hadise şöyle gelişmiştir: Selâm b. Ebî'l Hukayk -Huyey b. Ahtab- Kinane b. Rabî' ve Hevze, Rasûlüllah aleyhine, gurupları harekete geçirmiş olan Nadir oğullanndan ve Vâil oğullarından seçme bir gurup içinde yola çıkıp Mekke'ye geldiler ve Kureyş'i harbe çağırdılar ve onlara; "Muhammed'in kökünü kazıyıncaya kadar bizde sizlerle birlik olacağız" dediler. Kureyş kabilesi de onlara:
- Ey Yahudi topluluğu! Sizler kitab ehlisiniz. Bizimle Muhammed'in arasında ihtilaf ettiğimiz mevzuya dair ilminizde var. Doğru söyleyin bizim dinimiz mi yoksa Muhammed'in dini mi hayırlı? dediler. Yahudiler de:
- Sizin dininiz onunkinden daha hayırlı, hem siz hak'ka daha layıksınız, dediler. İşte bu yüzden bu yahudiler hakkında:
"Kendilerine Kitab'dan nasib verilen şu insanları gö'rmüyormusun, Tağut'a ve şeytan'a inanıyor ve kâfirlere; "şu kâfirlerin yolu iman edenlerinkinden daha hidayetlidir" diyorlar." (Nisa âyet; 51) âyeti indi.
Yahudiler böylece, Kureyş lehine söyleyeceklerini söyleyince, buna pek sevinip harbe coşku içinde hazırlığa başladılar. Sonra, bu yahudi gurup Mekke'den ayrılıp Gatafan kabilesine gelip, onları da da'vet ettiler, onlarda bunu uygun buldular.
Kureyş Mekke'den hareket etti. Gatafanlılarda harekete geçtiler. Uyeyne b. Hısn Fizâra oğullarına, Haris b. Avf da kendi kabilesi Mürra oğullarına, Mes'ud b. Ruhayle de kendi kabilesi Eşca'dan ken-dine uyanlara komuta ediyordu.
Mekke ve çevresindeki gurupların geldiğini duyan Rasûlüllah (s.a.v.), Medine etrafına hendek
492[26] Vakidî Megazî 2/440, 444.
kazdırıp, bizzat kendi elleri ile bu işde çalıştı. Hendek kazarken Müslümanların içindeki münafıklar
onlardan geri durup yardım etmediler. Müslümanlar kendileri çalışarak hendeği
sağlamlaştırdılar.493[27]
Hendek kazarken meydana gelen birtakım hadiseler bana kadar ulaştı. îşte bunlardan birisi şudur;
Bana ulaştığına göre:
- Ca'bir (r.a.) anlatmış ki; kazı esnasında külünkle parçalanama-yacak derecede sert bir kayaya
rastlamışlar ve durumu Allah Rasûlü'ne arzetmişler. Efendimiz (s.a.v.) de bir su kabı isteyip, onun
içine üflemiş, sonra Allah'ın dilediği duaları edip ardından bu suyu o sert kütlenin üzerine dökmüş
ve kaya adeta kum tepeleri haline gelivermiş.494[28]
Bana Saîd b. Mîna, Cabir b. Abdillah (r.a.)'ın şöyle dediğini anlattı:
- Hendek'te Rasûlüllahla beraber çalıştık. Bende bir oğlak vardı. Bunu Rasûlüllah'a yedirsem, deyip
hanımıma söyledim. O da arpa öğüttü ve bundan ekmek yaptı. Bu kuzuyu kesip kızarttım. Biz
gündüz hendek kazıp akşamleyin ailemize dönerdik. O gün akşam olup da Rasûlüllah dönmeyi
murad edince: "Yâ Rasûlellah! Ben şöyle şöyle yaptım. İsterim ki benimle gelesin" dedim. Ama ben
sadece Allah Rasûlünün gelmesini istiyordum.
Ben teklifimi yapınca o, "Evet" deyip sonrada bir dellal'a, "Haydin, Rasûllülahla birlikte hepimiz
Cabir'in evine gidiyoruz" diye duyuru yaptırdı. Ben kendi kendime "İnnâlillahi ve innâ ileyhi raciûn!"
dedim. Rasûlüllah ve ashab hareket etti, gelip evime oturdu. Biz hazırladığımız sofrayı önüne
koyduk. Bereketlenmesine dûa edip, "Bismillah" dedi ve yemeği yedi. İnsanlarda ondan yediler.
Evimiz ufak olduğundan bir gurup yemeğini yiyip çekiliyor diğer gurup sofraya oturuyordu. Öyle
bereketlendi ki, Hendek'te çalışanların hepsi yiyip doyundu.495[29]
Bana Saîd b. Mînâ'nın anlattığına göre; kendisine Beşîr b. Sa'd'ın kızı şöyle anlatmış: Annem Ravaha
kızı Amra, beni çağırıp bir mikdar hurmayı eteğime koydu ve "Kızım! haydi babanla dayın
Abdullah'a yemeklerini götür" dedi. Ben onu götürmüş babamla dayımı ararken Rasûlüllah (s.a.v.)'a
rastgeldim. Bana: "bu yanında taşıdığın ne?" buyurdu. Ben, "Hurma; annem babamla dayıma
yolladı da" dedim. Efendimiz (s.a.v.), "ver onları" buyurdu. Bende onları Peygamberimizin
avuçlarına boşalttım ama onları doldurmadi bile. Peygamber bir bez isteyip serildi. Sonra hurmayı
üzerine koyup bezin üstünü katladı ve yanındaki birine, "haydi!!, Hendek kazanlara; "yemeğe
buyurun" diye bağır" buyurdu. İnsanlar toplanıp hurmayı yemeye başladılar, hurma habire
çoğalıyordu. Oradakiler doyunup çekilmişler, ama hala bezin uçlarından hurma düşüyordu.496[30]
Yalancılıkla itham edemeyeceğim biri Ömer, Osman ve Ali (r.a.) devrinde de, ele geçen şehirler
fethedildiğinde Ebû Hüreyre (r.a.)'nin:
493[27] İbni Hişâm 4/259 ve devamı. Tabert İbni İshâk'tan naklen 2/.
494[28] İbni Hişâm 4/260.
495[29] İbni Hişâm 4/260.
496[30] İbni Hişam Sîre 4/260.
- Fetih müyesser olan yerleri fethedin! Ebû Hüreyre'nin canı elinde olan Allah'a yemin ederim ki,
fethettiğiniz ve kıyamete kadar fethedeceğiniz şehirlerin anahtarlarını Allah fethedilmeden önce
Muhammed (s.a.v.)'e vermiştir, dediğini nakletti.497[31]
Bana Selman'ı Farisî'nin şöyle dediği anlatıldı: Hendeğin bir tarafım kazarken külüngü çok sert bir
yere vurdum. Bana çok z or g elmişti. Efendimiz (s.a.v.) yakınımda idi. Benim vuruşlarımı görünce,
hendeğe inip külüngü elimden aldı ve bir darbe indirdiki, balyozun altından bir kıvılcım parladı.
Sonra bir daha vurdu, tekrar aynı yerden parladı. Sonra üçüncüyü indirdi yine kıvılcım parladı. Ben:
"Anam babam feda olsun Yâ Rasûlellah! bu ne?" dedim. "Yoksa gördünmü?" buyurdu. "Evet"
dedim. Efendimiz: "Birinci kıvılcımla Allah bana Yemen'in fethini, ikinci ile Şam ve Mağrib'in fethini,
üçüncü ile de Meşrık'ın fethini nasİb etti" buyurdu.498[32]
İbni İshâk sözüne şöyle devam ediyor:
- Rasûlüllah (s.a.v.) hendek kazma işini tamamlamıştı ki, Kureyşliler gelip Medine'deki El-
Cürüf ve Zeğabe arasındaki sel derelerinin birleşim yeri olan Roma499[33] mıntıkasına konakladılar.
Bunlar, Kureyş'in ileri gelenleri ile Kinâne oğullan, Tihame ve Gatafan kabilesinden, Kureyş'in
sözüne kanıp peşine düşen onbin kişilik bir ordu idi.
Gatafan kabilesi ile onlara takılıp gelen Necd ehli bir gurup insan, Uhüt dağı tarafına düşen Zeneb-i
Makama da konakladılar.
Allah Rasûlü de, Üç bin kişilik bir ordu ile bunlara karşı koymak üzere harekete geçip, sırtlarım
(Medine içinde sayılan) Sel'a dağına verdiler ve orada kamplarını kurdular. Böylece kazmış oldukları
hendek Müslümanlarla müşrikler arasında kalmış oldu. Müşriklerden Huyey b. Ahtab, yardım
dilemek üzere, yahudî Benî Kureyza kabilesinin antlaşma ve akd işleri ile yükümlü bulunan Ka'b b.
Esed el-Kurazî'ye gitti. Ka'b daha önce Allah Rasûlüne, kavmi hakkında anlaşma yapmış idi. Ka'b, bu
Huyey'in geldiğini duyunca kale kapısını kapattırıp açtırmadı. Huyey:
- Yâ Ka'b! Kapıyı aç! diye bağırdığında ona, "sen uğursuz bir a-damsın, ben Muhammed'e garanti
verdim, onunla aramızdaki anlaşmayı bozamam. Zîra ben bu güne kadar Muhammed'den sözüne
vefa ve sadakattan başka bir şey görmedim" dedi. Huyey de, "sana yazık olacak, açda bir
konuşalım" diye İsrar etti. Lakin Ka'b, "bunu yapamam" dedi. Bunun üzerine Huyey ona:
- Vallahi sen kapıyı başka bir sebeble değil, sadece Cüşeyşe dediğiniz, etli pilav yemeğinizi seninle
beraber ben de yemiyeyim diye kapadın, deyipte ısrar edince, Ka'b kapıyı açtı. Huyey de:
- "Yâ Ka'b sana yazık olacak! Ben sana hayatın en büyük şerefini ve dalgaları kabaran bir denizi
getirdim. Ben sana Kureyş kabilesini başlarında liderleri ile getirip, Roma mıntıkasındaki sel
yataklarının birleştiği yere konaklattım. Gatafanhları da liderleriyle getirip, Uhut tarafındaki Zeneb-i
Nakamada konaklattım. Onlar bana, Muhammed ve beraberindekilerin kökünü kazımadan buradan
497[31] Üst kaynak.
498[32] Urve Meğazî 185; tbni Hişâm Sîre 3/261.
499[33] Roma kuyusu.
ayrılmayacaklarına dair söz verip anlaşma yaptılar," dedi. Ka'b ise ona:
- "Vallahi sen bana hayatın en alçağım ve içindeki suyunu yıldırım ve şimşeğini boşaltıp, hiç bir yağmur Özelliği kalmayan bulutları getirdin. Yâ Huyey! Sen beni Muhammed'le yaptığım anlaşmam ile
başbaşa bırak. Zîra ben Muhammed'den doğruluk ve sözüne vefalı kalma dışında birşey görmedim" dedi.
Nihayet Huyey, Ka'bla uğraşa uğraşa sonunda "Eğer Kureyş ve Gatafanlılar, bu harpte Muhammed'e bir şey olmadan Medine'den geri dönecek olurlarsa, (Mekkeye gitmeyip) seninle birlikte kalene geleceğim ve sana bir bela ulaşacaksa banada ulaşacak" diyerek, onu ikna etti.
Bunu duyan Ka'b, ahitnameyi yırtarak, kendi ile Rasûlüllah arasında bulunan -karşılıklı korumadan- beri olduğunu ilan etti.500[34]
(İbni İshâk devamla der ki:)
Ka'bm, bu antlaşmayı bozduğu haberi Allah Rasûlüne ulaşınca, Ensar'ın lideri olan Sa'd b.- Ubâde ile Hazreç kabilesinin lideri olan Sa'd b. Muâz'ı yanlarına Abdullah b. Ravaha ve Havvat b. Cübeyr'i de katarak onlara yolladı ve:
Haydi gidip onlara varıp bir bakın. Onlar hakkında bizim duyduğumuz doğrumu değil mi? Eğer doğru ise onu öyle bir üslupla anlatın ki, sadece ben anlayayım diğerleri anlamasın. Müslümanlar arasında bunu yayipta maneviyatını bozmayın. Eğer anlaşmalarına hâla vefalı olup, bizimle aralarındaki sözde duruyorlarsa bunu insanlara anlatın" buyurdu.
Bunlar yola çıkıp, Benî Kureyzalıların olduğu yere kadar geldiler. Baktılarki, onların durumu kendilerinin duyduğundan dahada kötü. (Peygamber (s.a.v.)'e sövüp sayarak "aramızda anlaşma falan yok" dediler. Söze Sa'd b. Muâz (r.a.) başladı. Sa'd (r.a.) sert yapılı biriydi. O da onlara çok kötü sözler söyledi. Bunu gören Sa'd b. Ubâde ona, "sen onların bu kötü laflarına böyle cevap verme. Bizimle onlar arasında bir anlaşma bulunması -düşmanlık- bulunmasından daha karlı" dedi.
Böylece Rasûlüllah (s.a.v.)'m yanına geri geldiler. Selam verip: "Adal ve Kara halkı gibiler" diyerek, Racî faciasında Hubeyb (r.a.) ile arkadaşlarına tuzak kuran Adal ve Kara halkı gibi, ahdi bozup hiyanet etmişler, demek anlamına getirdiler. Rasûlüllah (s.a.v.) bunu duyunca;
"Allahü Ekber! Müjde ey İslâm topluluğu" buyurdu. İşte o bunu söylediği zaman korku her yeri sarmıştı.501[35]
İşte Allah (c.c.) bu durumu şöyle anlatıyor:
"Hani o vakit onlar (Gatafanlılar) üst tarafınızdan, (Kureyşliler de) alt tarafınızdan size (saldırmaya) gelmişlerdi ve gözler -korkudan- kaymış, yürekler de (çırpıntıdan nerdeyse) boğaz hançeresine
500[34] İbni Hişâm 3/261; Beyhakî Delâil 3/429.
501[35] Beyhakî Delâil 3/430; İbni Hişâm 3/261. :.
dayanmıştı. Sizler de Allah'a (şöyle böyle yapacak diye) birtakım zanlar yapıyordunuz. Orada
Mü'minler bir imtihana tutuldular ve şiddetli bir sarsıntı ile sarsıldılar." (Ahzâb âyet; 10, İl)502[36]
Kâfirlerin gurup gurup geldiğini gören münafıklar da homurdanmaya başlamışlardı. Hatta Amr b.
Avf oğullarından birisi olan Muatteb b. Kuşeyr adındaki herif; "Bir de Muhammed bize İran
Kisrası'nın hazinelerini yiyeceğimiz va'dini veriyordu, bu gün hiç birimizin tuvalete gidecek kadar
can güvencesi yok" bile demişti.503[37]
Resulallah (s.a.v.) ile arkadaşları ve müşrikler Hendekte yirmi gece kadar ikamet etmişler,
aralarında kuşatma ve karşılıklı ok atma dışında bir harp olmamış idi.504[38]
Sonra Rasûlüllah (s.a.v.) Uyeyne b. Hısn ile Haris (b. Avf a haber saldı. (Bu ikisi Gatafanhlann
liderleri idiler) Efendimiz bunlara, yandaki adamları ile birlikte Medineyi terkedip gitmeleri şartıyla
Medine'de o yıl yetişen meyvelerin üçte birinin kendilerine verileceğini söyledi. Hatta Efendimizle
aralarında birde sulh anlaşması yapıp, hatta bunun maddeleri de yazılmıştı. Ancak ne üzerine imza
atıldı ne sulh gerçekleşti, sadece bu konuda teşvikler yapılabildi.
Rasûlüllah (s.a.v.) bu anlaşmayı yapmak isteyince Sa'd b. Muâz iie Sa'd b. Ubadeye haber salıp
onlarla bu mevzuya istişare etti. Onlar:
- "Yâ Rasûlellah! Bu olay senin "böylesi daha güzeldir" deyip bizim de onu icra etmemizi istediğina
bir şeymi, yoksa, Allah'ın sana emrettiği ve bizim kesin uymamız gereken bir şeymi? veya senin bizi
kurtarmak için alıverdiğin bir kararın mı? diye sorduklarında Efendimiz:
Bu, benim sizin için yaptığım bir anlaşma olacak, vallahi bu anlaşmayı arablarm hepsinin toplanıp
size aynı yaydan ok attığını görmeeydim asla yapmazdım. Ancak ben bir kısmıyla anlaşarak onların
güçlerini sizden kırıp svazgeçirmek için yaptım, buyurdu.505[39] Bunun üzerine Sa'd b. Muaz da, şöyle
dedi:
- "Yâ Rasûlellah! Biz de, şu karşımızdaki düşman gurubu da, Allah'a şirk koşup putlara tapınan
kimseler idik. Allah'a tapmadığımız gibi onun hakikatim da bilmiyorduk. Şimdi bunlar bizden,
sadece misafire ikram edilen veya satın alma haricinde hiç bir şekilde birşey yiyemeyecekler. Allah
bize şimdi İslâm dinini ikram etmiş ve seninle, bize izzet bahsetmişken mi onlara malımızı
vereceğiz? Vallahi böyle bir şeye asla ihtiyacımız yok ve vallahi Allah onlarla aramızdaki kararını
verene kadar bu keferelere kılıçtan başka verecek hiçbir şeyimiz yok" dedi. Bunu duyan Nebî (s.a.v.)
"İşte sen busundur" buyurdu. Sa'd b. Muaz anlaşma yazılı bulunan kağdı alıp yazılarım sildi ve
ardından:
502[36] Buharî Meğazî 29 nolu babda Hz. Âişe (r.a.)'nin bu âyeti okuyarak "bu hadise Hendek savaşında olmuştu dediğini nakleder. Müslim haberi Tefsir bölümünde
3020 no ile verirken Beyhakî Delâil'inde 3/433'de nakleder.
503[37] Beyhakî Delâil 3/435; îbni Hişâm 3/262; Ibnİ Hişâm bu Muatteb'in münafıklardan olmayıp ancak etkilenerek böyle konuştuğunu yoksa onun Bedir harbine
katılmış bir zat olduğunu izah eder.
504[38] İbni Hişâm 3/262; Taberî 2/94.
505[39] Hadisin Sadece bu bölümünün Taberânîni Kebirinde (Cild: 3, Sayfa: 57) 2676 nolu uydurma bir hadisin arasına hiç münasebet almadan sıkıştırılmış, ne baş
ne son itibarıyla a-lakası da yok. Bilmem nasih'in hatası, şimdilik el yazma nüsha ile mukabeleye vakit bulamadım.
- Haydi güçleri yeterse gelsinler, dedi.506[40]
Rasûlüllah (s.a.v.) ve Müşrik gurupları (yirmi küsur gün) orada eğleştiler, ama aralarında savaş
olmadı. Ancak aralarında Amr b. Abdi Vûd, İkrime b. Ebî Cehl, Hübeyre b. Ebî Vehb ve Dırâr b. el-
Hattab'ında bulunduğu bir bölük süvari harb için elbiselerini giyip sonra atlarına binip yola çıktılar.
Hatta ta kinane oğullarına kadar geldiler ve onlara "haydin Kinane oğulları harbe hazırlanın. Bugün
gerçek meydan süvarisinin kim olduğunu siz de bileceksiniz" dediler. Sonra atları onları süratle
götürüp, Hendeğin başında durdular. Hendeği görünce:
- Vallahi bu öyle bir tuzak ki şimdiye kadar arablar böyle bir tuzak kurmayı bilmiyorlardı, dediler.
Hendek'te bulunan dar bir yere gelip atlarını karşıya sürüp hücuma geçtiler. Atları karşı taraftaki
Sel'a dağı ile hendek arasındaki çorak yere atladılar.
Hz. Ali (r.a.) yanma bir gurup Müslüman alarak müşriklerin gelip geçebileceği geçidin karşısını
tutarak, onlara mani oluyordu. Bu kere süvariler atlarını onlara doğru sürdüler:
Amr b. Abd-i-Vüdd, Bedir harbinde savaşıp yaralandığı için, Uhut harbinde bulunamamıştı. Hendek
savaşı günü kendinin yiğitliği görünsün diye kendine düaverlik alâmeti takınarak gelmişti. Atıyla
gelip Müslümanların karşısına durunca, "benimle kim düello yapacak?" diye sordu. Onunla Hz. Ali
düelloya çıktı. Hz. Ali ona, "Yâ Amr, sen, "kureyşten biri seni iki dostluktan birine çağırırsa mutlaka
onun birini alacağına dair Allah'a söz vermemişmiydin?" deyince; "evet" dedi. Bunun üzerine Ali
(r.a.):
- Öyleyse şimdi ben seni, Allah'a, Peygamberine ve İslâm dinine da'vet ediyorum, dedi. Lakin Amr;
"benim böyle bir şeye ihtiyacım yok" diye karşılık verdi. Hz. Ali tekrar:
- Öyleyse seni çarpışmaya çağırıyorum, deyince Amr; "Ey kardeşimin oğlu ne için çarpışalım.
Vallahi ben seni Öldürmek istemiyorum!" dedi. AH (r.a.) ona: "Ama vallahi ben seni Öldürmek
istiyorum" deyince, Amr öfkeye kapılıp, hiç düşünmeden atından atlayıp atını kesti, yüzünü yere
vurup sonrada Hz. Ali'ye saldırdı. İkisi çarpışa çarpışa dolaşmaya başladılar, Ali onu öldürdü. Onların
atları bozguna uğramış olarak geri dönüp, Hendek'ten atlayıp kaçtılar. O gün İkrime, mızrağını yere
attı ve yenik düştü. Bu konuda Hz. Ali şöyle diyor:
1- Akılsız görüşü yüzünden taşlara (putlara) yardım etti. Ben ise indirdiğim darbelerle
Muhammed'in dinine yardım ettim.
2- Onu (bir darbe ile) yere indirip, kum tepecikleri ile kumluk arasında yatan hurma dalı gibi yerle
bir ettim.
3- Ey (bize saldıran) guruplar, siz Allah'ın kendi dinini ve kendi Peygamberini rüsvay edeceğini
sanmayın.507[41]
506[40] İbni Hişâm 3/262.
507[41] İbni Hişâm 3/263; Taberî Tarih 2/94; Beyhakî Delâi) 3/436, 437. İbni Hişâm aynı beyti bazı kelime farkları İle vererek orada dördüncü bir beyit vardır.
Zehebî'nin almadığı bu beyit şudur;
4- Ben onun elbisesini almaya tenezzül etmedim. Halbuki vurulup yan üstü yatan ben olsaydım o benim elbisemi çoktan soyup ganimet diye almış olacaktı.
Ebû Leylâ Abdullah b. Sehl bana anlattı ki: Hendek harbi günü, Hz. Âişe (r.a.) Harise oğulları kalesinde imiş, beraberinde, aynı kalede Sa'd b. Muâz (r.a.)'ın annesi de bulunuyormuş. Burası Medine'deki kale bedeni sayılanların en sağlamıydı. Hz. Âişe derki; "Bu hadise daha bize hicab âyeti gelmeden önce idi. Rasûlüllah (s.a.v.) ve ashabı Hendeğe gidince çocuk ve kadınları kalelere gönderirlerdi.
Sa'd b. Muaz'm üzerinde kısaldığı için kolları dirseklerine kadar dışarı çıkmış bir zırhı vardı. Elinde bir ucunu yerde sürüdüğü bir harbe (mızrakçik) vardı ve şöyle dedi:
Azıcık eğleş bakalım o zaman harb Hamel b. Sa'dâne'yi görecek. Ecel yaklaşınca Ölüm'ün bir sakıncası olmaz.508[42]
Bunu duyan Sa'd'ın annesi, "oğulcağızım haydi, geç kaldın git de orduya katıl!" dedi. Hz. Âişe de ona: "Ey Sa'd'in anası, ben Sa'd'ın zırhının bundan daha uzun olmasını arzu ederdim" dedi.
Hz. Âişe zırhın kısalığını görünce, ok Sa'd'a değebilir diye endişe-lenmişti. Nitekim Savaşta Habban b. Kays b. Arika bir ok atmış ve bu ok Sa'd'ın kolundaki hayat damarına isabet etmişti. Habban bu oku atınca; "al benden bir ok. Ben Arika'mn oğluyum" diye övündü. Sa'd da ona, "Allah Cehennem'de yüzünü terletsin" deyip "Allah'ım! Eğer Kureyşle harb bİtmeyip daha devam edecekse beni o harbi görecek kadar yaşat. Zîra senin yolunda, senin Peygamberine işkence eden, onu yalanlayıp sonrada yurdundan çıkaran bir kavim ile harbetmekten daha fazla sevinebileceğim bir kavim yoktur. Allah'ım! Eğer sen onlarla bizim aramızda harbi bitireceksen, bu yarayı benim şehitliğime sebeb kıl. Kureyza oğullarından dolayı, gözüm aydınlanmadan benim canımı alma" diye dûa etti.509[43]
Efendimiz (s.a.v.)'in halası Abdü'îmuttahb kızı Safıyye (r.a.)'de Hendek günü -o vakit- Hassan b. Sâbit'e ait bulunan ve Fârî' adı verilen kalede idi. Yine orada beraberinde kadınlarla çocuklar vardı. İşte Hz. Safıyye -orada geçen bir olayı- şöyle anlatıyor:
- Hassan'da Kal'ede bizimle kadın ve çocuklarla beraberdi.510[44] Birde gördük ki, bir yahudi bizim tarafa uğradı ve kaleye yakın bir yere yerleşmeye başladı. Halbuki Kureyza oğulları (yahudiler) kendileriyle Rasûlüllah arasındaki anlaşmayı bozup ona harp ilan etmişlerdi. Yahudilerle bizim aramızda bizi savunacak kimse de yoktu.
Müslümanlar o esnada tam düşmanlarının karşısında olduğu için onları birakıpta bize gelemezlerdi.
İbni Hişam "Şiir otoritelerinden çoğu bu sözlerin Hz. Ali'ye ait olacağında şüphe etmektedirler" der.
Taberî'nin İbni İshâk rivayetinde bu beyitler yoksa da şu ilaveler vardır:
"Orada Amr ile beraber iki kişi daha öldürüldü. Münebbih b. Osmana ok isabet edip Mekke'ye dönünceye kadar yaşayıp varınca öldü. Diğeride Nevfel b. Abdullah b. el-Muğıre idi, Hendeği geçeceğim derken içine düştü. Müslümanlarda onu taşa tuttular. O da "Ey arablar, bundan daha iyi bir öldürme tarzı yokmu?" deyince Hz. Ali Hendeğe atlayıp onu öldürdü."
508[42] Süheylî'nin Ravdu'l Unf (3/280) adlı şerhinde bu beytin eski bir recez olup Sa'd'ın onu darb-ı mîsâi olarak getirmiş olduğu nakledilir. Haberin bu bölümü tbni Ebî Şeybe'nin Musannefinde 14/408 de geçer.
509[43] İbni Hişâm 3/263; Beyhakî Delâil 3/441; Taberî Tarih 2/95.
510[44] Burada Zehebî'nİn metninde takdim ve te'hir var, biz İbni Hişâm Taberî ve Beyhakî rivayetlerindeki metni esas alarak terceme ettik.
Ben Hassan'a: "Ey Hassan! Seninde gördüğün gibi, şu yahudi kaleye yakın bir yere konuyor. Vallahi ben onun bizim mahremlerimizi geride kalan yahudilere göstermeyeceğine güvenmiyorum. Rasûlüllah ve ashabı da şu anda bizden başka bir dert ile meşguller. Sen aşağı in de şu yahudiyi öldür" dedim. Hassan da bana; "Ey Abdimuttalib'in kızı, Allah sana acısın. Vallahi sende bilirsinki, ben bu işi yapabilecek bir adam değilim" dedi.
Bana böyle deyince, ben onda hiç yürek olmadığını anladım ve hemen izarımi belime toplayıp bağladım, sonra bir odun alarak kaleden ona doğru indim ve odunu öldürünceye kadar ona vurdum. İşini bitirip kaleye geri döndüğümde, "Yâ Hassan! İnde onun üzerindeki harp edevatını soyup al. Zîra beni, onun erkek oluşu soymaktan alakoydu" dedim.
Hassân'da, "benim onun üzerindeki harp eşyasını soyup almaya bir ihtiyacım yok" dedi.511[45]
İbni İshâk söze devamla derki: Düşmanların Müslümanlar aleyhine birleşip, hem yukardan hem aşağıdan gelmeleri sebebiyle Rasûlüllah (s.a.v.) ile Ashabı, Allah'ın Kur'anda bahsettiği korku ve şiddet içinde orada günlerini geçirdiler.512[46]
Bu hadisenin bir benzerini de Yûnus b. Bükeyr, Hişâm b. Urve aracılığıyla babası Urve b. Zübeyr'den nakleder.513[47]
İbni İshâk derki: Sonra Gatafan kabilesinden Nuaym b. Mesûd, Rasûlü ekremin huzuruna gelerek Müslüman oldu ve: "Benim kavmim Müslüman olduğumu bilmiyorlar. Bana yapabileceğim bir şey varsa emret Yâ Rasûlellah!" deyince Rasûlüllah (s.a.v.):
"Sen bize katılırsan aramızda sadece tek kişi olarak katılmış olursun. Ama sen kendi kavmiyin arasına git ve gücüyün yettiği kadar onları harbi terk etmeye zorla, zîra harb bir hileden ibarettir" buyurdu.514[48]
Nuaym yola çıkıp, cahiliye döneminde gayet iyi dostları bulunan Kureyza kabilesine geldi ve onlara: "benim size olan samimi dostluğumu bilirsiniz değilmi?" diye sorunca, "doğru söylüyorsun" dediler. O da:
- "Kureyş ile Gatafan asla size benzemez. Bu memleket sizin kendi yurdunuz, orada mallarınız, çocuklarınız ve hanımlarınız var. Binâen aleyh siz buraları bırakıpta başka yerlere gidemezsiniz. Kureyş ile Gatafan ise buraya sadece Muhammed ve ashabı ile savaşmaya geldiler. Sizde onlara bu
511[45] Taberî 2/96; İbni Hişâm 3/228; Beyhakî Delâil 3/443; Süheyli Ravdu'l Unfta (3/281) "bu rivayeti, bazı âlimlerin İsnadı munkatı'dır diye red ettiklerini, hem bu doğru olsa o zaman Hassan gibi korkakları hicveden bîr zat korkak olmuş olurdu ve diğer düşman şairler onu hicvederlerdi. Oysa hiçbiri Hassanı korkak diye tanımlamıyor" diye naklediyor. Derimki: Süheylî'nin bu talili doğru sayılmaz. Bîr kere haberin metninde "Hassân'ın korkudan gitmediği" gibi bir şey yok. Belkide onun o andaki vazifesi çocukları ve kadınları kale içinde korumak olduğu için dışarıya gitmek için kendini vazifeli görmemiş olabilir. Ayrıca bu haberi Yahya b. Abbad babası olan Abdullah b. Zübeyr (r.a.)'İn oğlu olan Abbad b. Abdillah b. Zübeyr'den naklediyor. Yahya Sika birisidir. Babası ile bu Ümmetin ikinci ku sağı olan Tabiîn'in en ileri gelen alimlerinden biridir. Hem İbni îshâk'm Yahya b. Abbad'dan hadis naklettiği bilinen bir gerçektir. Evet Abbad sahabe olmadığı için haber munkatı ise de bu onun doğru olmadığını göstermez Zîra Abbad'm babası Abdullah b. Zübeyr, hem babası hem kendisi sahabe üstelik Hz. Âişe'nin bacısı Esma (r.a.)'nın oğlu, yani Hz. Ebû Bekr'in de torunudur. Bu vesile ile Teyzesi Âişe yoluyla gelen haberleri en iyi bilenler o ailenin fertleridir. Diğer kardeşi Urve'nin Hz. Aişe'den nakilleri cümlenin malumudur. Ayrıca Hişâm b. Urve de bunu babasından nakleder.
512[46] İbni Hişâm 3/264; Taberî Tarih 2/96.
513[47] Beyhakî Delâif 3/443. Burada "Müşriklerden birini öldüren ilk Müslüman hanımı Safıyye olmuştur" ilavesi vardır.
514[48] Beyhakî Delâil 3/445; İbni Hişâm 3/265; Taberî 2/96. Hadisin "harb hiledir" kısmı pek çok kaynakta yer alır.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...