26 Şubat 2015

Sır (Secret, Çekim Yasası)



Sır (Secret, Çekim Yasası)

"Sırların sırrına ermek için, sende anahtar vardır." 
(Sezai Karakoç, Sürgün Ülkeden Başkentler Başkenti'ne.)
"THE SECRET" Yani sır ve evrenin çekim yasası
Rhonda Byrne'nin Secret Adlı Kitabı üzerine...
Başınıza gelen her şeyi, hayatımıza biz çekiyoruz ya da oluşan olaylar, bizim düşüncelerimizdeki kurgulardan dolayı gerçekleşiyor. Tıpkı bir mıknatıs gibiyiz ve ne düşünürsek, onu kendimize çekiyoruz.
İlk kez bu konularla ilgilenmeye başladığımda, ne kadar ilginç gelmişti bana bunlar Oysa, bu öğretiler yeni değilmiş. Ta Babillerden beri bilinen ve uygulanan bir bilgelikmiş. (Bknz.Paulo Goelho, Simyacı, Çekim yasası. Herkesin kişisel bir menkıbesi vardır. Bir şeyi çok isterseniz, fakat çok çok isterseniz, bütün evren, o dileğinizi gerçekleştirmek için işbirliği yapar.)
Buna göre, düşünmeyi öğrenmemiz gerekiyor. İstediğimiz şeyi zihnimizde netleştirmek. İşte bu noktadan sonra, evrenin en güçlü yasası işlemeye başlıyor; çekim yasası.
En çok neyi düşünürseniz, onu kendinize çekersiniz ve o hale gelirsiniz. Bu prensip 3 basit kelimeyle açıklanabilir:
1. Düşünceler nesnelere dönüşür;.
2. Her düşüncenin bir frekansı vardır.
3. Düşünce, ölçülebilir.
Bir düşünceyi tekrar tekrar düşünürseniz ya da sürekli hayalini kurarsanız: (İstediğiniz yeni arabayı almak, ihtiyacınız olan parayı bulmak, ya da ruh eşinizi bulmak); o düşünceyle ilgili olan frekansı uygun bir temele yerleştirirsiniz.
Düşünceler etrafa manyetik bir sinyal yayarlar ve bu sinyaller tekrar size dönerler. Sorun şu ki; çoğu insan istemediği şeyi düşünür! Ve başlarına olumsuzlukların niye tekrar tekrar geldiğini merak eder. Çekim yasası sizin bir şeyi iyi ya da kötü algılamanızla ya da olmasını isteyip istememenizle ilgilenmez!
Sadece düşüncelerinize cevap verir. Eğer kendinizi berbat hissediyorsanız, yolladığınız sinyal budur: "Kendimi berbat hissediyorum." Çekim yasası da, bu düşünceye cevap verir ve uygun şeyleri size getirir. İstemediğiniz bir şeye baktığınızda ve ona "Hayır!" diye bağırdığınızda onu uzaklaştırmaz, aksine onunla ilgili düşünceyi harekete geçirirsiniz ve bu defa çekim yasası o düşünceyle ilgili şeyleri önünüze getirmeye başlar. O anda frekansınız devreye girer. Söylenen sözler 2. plandadır.
Oluşum her an devam ediyor. Her anın kendi düşüncesi ya da sürekli bir kuantsal düşünce şekli vardır. Çekim yasası: "Neyi düşünür ya da odaklanırsan onu alırsın" der. Ondan yakınıyor olman, yakındığını sana daha çok yaklaştırır. Çok pozitif bir bakışımız olabilir ve pozitif kişi, olay ya da durumları kendimize çekebiliriz. Ya da tam aksi; negatif yönelimli ve kızgın olabiliriz, bu durumda da olumsuz kişi ya da şartları kendimize çekeriz.
En çok hasta olan, hastalıktan en çok bahsedendir. Bolluktan en çok bahseden, bolluk içindedir. Aslında algılanan her şeyi akıl şekillendirir. Anlamamanız, reddetmeniz anlamına gelmez.
2 şeyden uzak olmalısınız:
Zaman tamponu olan bir gerçeklikte yaşıyoruz ve bu gerçekten işimize yarıyor. Düşüncelerinizin anında gerçekleştiği bir çevrede yaşamak istemezdik, öyle değil mi? Düşüncelerinizin ortaya çıkışı biraz zaman alır ve bu iyi gerçekten iyi bir şeydir!
"Güç"leri olmadan koştular, çünkü "sır"rı çok az insan biliyordu.
Yasaları olan bir evrende yaşıyoruz; mesela yerçekimi yasası, eğer bir binadan düşerseniz, iyi insan ya da kötü insan olmanız hiç fark etmez, yere düşersiniz.
Hayatınızdaki her şeyi -yakındıklarınız dahil- hayatınıza siz çektiniz! İlk bakışta bunu duymaktan nefret edeceğinizi biliyorum; diyeceksiniz ki: "Trafik kazasını ben çekmedim". "Bu durumu ben çekmedim" ya da yakındığınız herhangi bir şeyi çekmediğinizi iddia edeceksiniz. Bu noktada söylemeliyim ki; evet hepsini biz çekiyoruz. Bu anlaması en zor olan kavramdır. Fakat bir kez kavranırsa, hayatınızı değiştirir.

Duygularınız, duygusal rehberlik sisteminiz ne düşündüğünüzü anlamanızı sağlar. Düşünceleriniz, duygularınızı oluşturur. Duygularımız, neyi kendimize çektiğimizi anlamamıza yardım ederler.

Bize göre 2 duygu vardır: İyi hissettiren ve kötü hissettiren. Her durumu bu 2 duyguyla değerlendiririz.

Olumsuz hisler; suçluluk ya da öfke ya da kırgınlık gibi bunların hepsi aynı iyi hissetmeme duygusunu yaşatırlar. Tüm bu hisler, bize o anda düşündüğümüzün istediğimiz türden bir şey olmadığını söylerler.

Bunlara "kötü frekans" ya da "kötü titreşim" vb. de denebilir. İyi hisler; sevgi, mutluluk, umut gibi bize düşüncemizin isteyeceğimiz türden şeyleri getireceğini söylerler.

Yani "Şu anda neyi kendime çekiyorum?" sorusunun cevabı hislerinizdir. Eğer iyi hissediyorsanız, devam edin doğru yoldasınız.]

Pozitif olma ve kuantum hakkında kimi çalışmalarım vardı. Fakat üstünde yoğunlaştığım bu konuyu sizlerle paylaşmadan edemedim.
Ortak Aklın İzleri
Prof. Mvr. Beyan Kardiç
Somutlaştırma
İnsanın birçok özelliği vardır. Fakat insanı farklı kılan onun manevi yönünün olmasıdır. İnsanın hayatını şekillendiren onun manevi yönüdür. Çoğu hareketimiz aslında bilinçsizce gerçekleşmektedir. Ortaya koyduklarımız, manevi birikimimizin somutlaştırılmasından ibârettir. Örneğin, ölen bir kişiye neden mezar yapılır? Biz bunu bilmeyiz, bu bize maneviyatımızın yaptırdığı bir şeydir. Orada o kişinin anısı somutlaştırılmaktadır. Bir mezar taşının bile simgebilim dünyasında derin anlamları vardır. Bu yüzden simgeler bize çok şey anlatır. Ortaya koyduğumuz sanat eserleri, yapıtlar ve daha nicelerinin arkasında bir saik vardır ve o saik bize maneviyatımızın gönderdiği simgelerin eseridir. Bundan dolayı bir ressama, bu resmi neden şu şekilde değil de bu şekilde yaptın demek mantıksızdır. Çünkü kelimelerin kifayetsizliğinin kanıtıdır kimi şeyler! Bu yüzden insanoğlunun oluşturduğu çoğu şey, içteki o gizli birikimin somutlaştırılması, dışa vurulmasıdır.
Aidiyet
Kişileri etkilen en önemli unsurlardan birisi de aidiyet duygusudur. İçinde bulunulan toplum, aile, cemiyet gibi kişi birlikleri kimi durumlarda insanları öylesine etkilerler ki, onların iradesinin üstünde bir üst irade oluştururlar. Dolayısıyla “hür düşünce”den bahsedildiğinde, aslında çok sınırlı bir alandan bahsedilmektedir. Şairler, mimarlar, yazarlar çoğunlukla ait olduğu topluluğun üst iradesinin etkisindedirler ve bu üst iradenin izlerini eserlerine yansıtırlar.
Simgeler
Simgeler simge bilimde ipuçlarıdır. Yapıtlara ya da yapılara hâkim olan üst iradeyi ele verirler. Bu manada simgeler haindir, oyunu, niyeti ve gerçeği yansıtır. Yapıtları ortaya koyanların özgür olmadığı, maneviyatının ve aidiyet duygusunun esiri oldukları gerçeğini simgeler ortaya koyar. Başka bir anlatımla simgeler zihin kodlarının somut âleme yansımasıdır. Bu yüzden gerçek hem gün gibi ortadadır hem de gizlidir; hem göz önündedir hem de dikkat çekmemektedir. Gerçekler, bu yönüyle, güneşi satan adam hikâyesindeki güneşe benzerler. Fark etmezsiniz fakat hep karşınızda durur.
Sırlar Öğretisi
Evet dostlar, buraya kadar kısa kısa bilgiler vermek ve teorik boyutu özetlemek durumundaydık. Bilmekteyiz ki, okuyucular bizden “aksiyon” beklemektedirler. Fakat bizim“aksiyonumuz” içi boş, teorisiz, reflekse dayalı bir kavram değildir. Bizim ortaya koymaya çalıştığımız bazen bazılarının binlerce yıldır içinde tuttuğu gizin iz düşümleri, bazen de kendi gerçeğimizdir. Şüphesiz bunu teorisiz yapmak savunduklarımıza ihanet etmektir. Çünkü tüm bu teorik kısımla ulaşılmak istenen amaç, bazılarının ortaya koydukları yapıt ya da yapıların ne kadar “biz”den olmadıklarının ve ne kadar içlerinde sakladıkları sinsi duygularının eseri olduklarının gösterilmesi değildir. Aksine sırlar öğretisinin amacı bir“özgüvensizlik” operasyonuna tabi tutulan büyük bir ulusun izlerinin ne kadar kalıcı olduğunu ve söylenilenin tam aksine ne kadar “aslî” olduğunu göstermek olmalıdır. Sırlar öğretisi bu yönüyle aslında gerçekleri aramaktadır ve “fırka-i hakikât”in hizmetindedir. Sırlar öğretisi etkinin karşısında “tepki” olarak konumlandırılırsa “öğreti” olma özelliğini yitirir. Dolayısıyla bu öğreti yoluyla uyutulmuşları uyandırmak, büyük uyanışı sağlamak amaçlanmaktadır. Büyük uyanışı özleyenlerin ve kendine dava edilenlerin süreci meşakkatli bir süreçtir. Çünkü zahirî olanın gerçek olmadığını iddia etmek güç, ispatlamaksa sancılıdır.
Görecelilik
Etrafımıza bakıyoruz, gördüklerimizin ne kadar izafi (göreceli-rölatif) olduğunaysa hiç dikkat etmiyoruz. Işık çok yatay bir açıdan vurduğunda küçük bir biblonun gölgesinin nasıl bir dev olduğunu düşünmüyoruz. Işık tepeden vurduğunda kocaman bir gökdelenin gölgesinin ise ancak birkaç metre uzunlukta olabileceğini aklımıza getirmiyoruz. Buradaki ışık oyununu yapanlar gerçekleri gizleyenlerdir. Bunlar kendilerini olduklarından kat kat büyük gösterip gerçeklerin üstünü örtenlerdir. Bu şekilde, bir biblo bile bir gökdelenden büyük gösterilebilmektedir.
Türkiye'de yapılan da yıllardır budur. Küçük, örgütlü, niteliksiz azınlık ve cemaatler bu topluma ve hatta dünya uluslarına tahakküm etmekte, her tarafa izlerini bırakmaktadırlar. Buna bizler bilinçli ya da bilinçsiz olarak izin vermekteyiz. Bu olayın içinde suçlu aramak hatadır. Çünkü güç boşluğu elbette bir şekilde doldurulacaktır. Bu, genelde örgütlü azınlığın örgütsüz, ailesiz, çoğunluğa hükmetmesi şeklinde gerçekleşir, ki kimileri de buna “demokrasi” adını takmakta ve durumu meşrulaştırmaktadır. Ne demokrasi ne de insan hakları bize anlatılanlarla örtüşmektedir. Şu an yapılmakta olduğunu iddia ettiğimiz şey, insanların bilinçaltlarında yatan ve onlara yön veren manevî boyutlarının “format”lanmasından ibârettir. Göz bağcıların bu yolla kendi kültür, sanat, estetik, ahlâk anlayışlarını ailesiz ve örgütsüz çoğunluğa dayattığını söylememekteyiz. Çünkü yapılmak istenen bu değildir. Yapılmak istenen bu değerlerin tahrip edilmesidir. Bu yolla güç boşlukları yaratılacaktır (kaotik nizamdan daha önce bahsetmiştik). Bilim, sanat ve estetikte, ahlâkta boşluk yaratılacaktır. Kesinlikle kendi anlayışları bizlere dayatılmayacaktır. Başkalarına dayatılan bizlere dayatılacaktır. Planlar bittiğindeyse birileri her yerde izlerini bırakmış olacak ve niteliksiz insan kitlelerini onların kontrolünde olan fakat “demokratik” hükümetlerle yönetiyor olacaklardır.
Gizemi Görmek
İz bulmak bir sanattır, iz bulmak korkutucudur. Birileri bir yerlere kendi izlerini bırakmaktadır. Bu, bazen bilinçli bazen de bilinçsiz olarak yapılır. Bilinçli olarak yapılır çünkü, bunu yapanlar bir yerlere damga vurmak isterler; bilinçsiz olarak yapılır, çünkü kimi duygular içlerinde o kadar yer etmiştir ki, farkında olmadan kendilerine ait sembolleri bir yerlere koyuverirler. Bizler de bunu yaparız. Yaptığımız da olmuştur. Eğer ortada haince bir plan varsa, bu plan “var olmamıza” karşı bir plandır. Zihin kodlarımız çözümlenmekte, ahlâkî değerlerimizle oynanmaktadır. Zihin kodları yüzlerce yıllık bir ortak aklı ifade etmektedir. Bu “ortak” akıl bizim, şiirimizde, görünümümüzde, romanımızda, yapılarımızda, kısacası “biz”in olduğu her mecrada varlık göstermektedir. Eğer “yok olmak” varlığın anlamsızlaştırılması ise, öldürmek yok edici değildir. Önemli olan izlerin ve değerlerin silinmesidir. Atalarımız, birbirinden belki de habersiz olarak, farklı farklı yerlere aynı izleri bırakmıştır. Başka bir deyişle “bizim” olana “biz” mührü vurulmuştur. Yüzlerce varlık kanıtımızdan birisini de “sekiz köşe” oluşturmaktadır. Bursa'daki Koza Hanı Mescidi 8 köşe üstünde yükselmektedir. Yine İzmir'de Konak Meydanı'ndaki cami 8 köşelidir. Bursa Ulucami'deki çeşmeler 8 köşelidir. Birçok pâdişâhın resminde bir yerlerde 8 köşeli yıldız görülmektedir. Konya Ereğli'de Karabaş Veli Külliyesi, Beyşehir'deki eserler, Bergama'da Şadırvanlı Cami, Antalya'da Ömer Paşa Cami, hat sanatının eşi bulunmaz örnekleri ve daha niceleri “sekiz köşe” ile mühürlenmiştir. Konya'da, Antalya'da, İzmir'de Bursa'da her yerde “iz” bırakılmıştır. Bu izler ulusumuzun varlığının kanıtıdır. İşte ışık oyunuyla bizim için “barbar” ve “göçebe” tanımlaması yapanlara küçücük kanıtlardır bunlar. Daha yüzlerce “iz” sayısız eserin üstünde, binlerce şiirin, türkünün içinde durmaktadır. Fakat garip olanı bunların bizden gizlenmesidir.
Oyunu bozmak, ezberi bozmaktır ve zor bir iştir. Fakat bu ulus tarihin birçok noktasında oyunu görmüş ve bozmuştur. Bu sefer asıl hedef, zikrettiğimiz “bilinç”tir ve sahte bilgiler üzerine yeni bir “ezber” kalıbı oluşturulup özgüveni olmayan insanlar yaratılmaktadır.
Ezber bozmak, haince oynanan oyunu bozmaktır. Önüne çıkan her taşı toza çevirmiş ve her yokuşu yüksek debisiyle ikiye bölmüş bir nehir gibi olan bu ortak akıl ise “büyük uyanış”ın teminatıdır. Şimdi sen de bu ortak akla katılmak mı istiyorsun? O zaman “iz”leri takip et. Dağa taşa vurulmuş her mühür yol göstericindir.
Kutsal Merkezler
Yazan Dion Fortune-Tercüme Eden Kemal Menemencioğlu
Bu yazı, Dion Fortune'nin "Aspects of Occultism" kitabındaki makalelerden birinin tercümesidir.
"Kurşun ve kalay dünyadan değil... bir pınardan gelir ve başlarında bir melek durur." (Enoch'un [Hz. İdris] Kitabı)
Kimi yerlerin insanlar üstünde kuvvetli etkisi olduğunu sanırım hiç kimse inkar etmez.
Görünüşe göre bu yerler arasında en iyi bilinen Mısır'dır, çünkü oradan dönen çoğu kişi belirli bir deneyim geçirdiğini söyler. Sürekli hareket halinde olan Sahra Çölünün kumlarının ürettiği elektriğin insandaki normal titreşimleri değiştirip şuur genişlemesine neden olduğu söylenir. İş böyleyse, bu durum her bireye göre farklı sonuç vermeli, örneğin tamamen maddeci biri için, psişik hassas birine göre daha farklı bir etki söz konusu olmalıdır. Maalesef, bu konuda sürekli duyduğumuz psişik hassas insanların muğlak görümleri yerine, bize daha ilginç ve yararlı gelecek normal insanların tepkisine ender olarak karşılaşmaktayız.
Her ülkede bu merkezler vardır, ancak ne yazık ki Hıristiyan döneminden beri bunlar kilise tarafından gasp edilmiştir ve her ne kadar etkileri her zaman "azizce" de olmazsa da en hayatî olanların başına "Aziz" unvanı konulmuştur. Böylece etkisi konusunda bir ipucu verecek eski ismi silinip eski geleneksel bilgi kaybolur, çünkü kilise sadece belirli bir deneyim tanımaktadır. O da en duygusal ve ilkel deneyim olan dinî coşkudur. Dini coşku da, sırf bu nedenden dolayı sıradan insanlara harika gibi gözükür, çünkü kendinden geçme halidir. Dolayısıyla bencil ve kişisel bir deneyimdir, bireyin belirli bir yönde gelişmesiyle ilgilidir ve fiziksel açıdan neredeyse hep verimsizdir, çünkü bilinçsizdir. Fiziksel etkiyi vurguluyorum, çünkü onun diğer bir planda gizleri ya da şuur halleri nedir sadece bulanık bir şekilde algılanabilir. Ruhun tekamülüne nasıl bir etkisi olacağı da pek anlaşılır değildir.
Kilise tarafından bu kapıları açanlara gösterilse de, pek az yol gösterilir, çünkü yüksek dinî duyguları tatmak herkesin harcı değildir ve değerlerin yeni düzenlenmesi yerine şuurun daha da genişlemesi ve maddenin kimi perdelerinin aralanmasına yol açar, bu etki daha önce belirttiğim gibi verimsizdir, çünkü eğitimsiz ve hazırlıksız zihne etkisi o denli yıkıcıdır ki yaşama karşı normal bakış açısını altüst eder.
Ayrıca bu deneyimlerle ilgili farklı bir yön vardır ve bu konuda pek bir şey söylenmez. Klipotların [Not: Kabalada "kabuklar" anlamına gelen kötü güçler, K.M.] yeraltı saraylarına giden karanlık kapılardan giren ve yolları artık normal insanlardan ayrılan kişiler kötülüğe karşı ön yargıları yoğunlaşmış bir şekilde dönerler.
Eski Mister Okullarında [Not: Eski çağlarda ezoterik inisiyatik okullar] her bir inisiye dikkatle denetlenip rehberliği yapılırdı. Böylece deneyimler beyhude olmuyordu, yıkıcı olmaları yerine yeniden yapılandırıcı olmaları sağlanıyordu. Bu tür yerlere gidiyoruz ve ne tür deneyim yaşayacağımız bize söylenmiyor. Bunun dışında dinî bir tarikatla ya da doğayla (muğlak bir terim) temas söz konusu olacaktır. Dolayısıyla negatif/alıcı bir yaklaşımla oraya gidiyoruz, irade ve akıl hazırlıksızdır, dolayısıyla gerçek değer bir duygusal fırtına içerisinde kaybolmaktadır.
Daha önce belirttiğim gibi, yayılan etkinin sırrı eski isimlerde bulunduğunu ve bunun da temeli fiziksel olup yerin derinliklerinde yatan kontaktta yattığını inanıyorum.
Majikal yazılarda her metalin kendine has gezegeni olduğunu, her insanın belirli bir gezegenin etkisi altında olduğunu okuyoruz ve belki bunun arkasında yarın, öbür gün bilim insanları tarafından bilimsel dille ifade edilecek bilimsel bir olgu vardır.
1928 yılının güneş tutulmasında Dr. Kolisko altın, gümüş, kurşun ve kalay solüsyonlarıyla kimi deneyler yapmıştı. Güneş tutulmasından önce, sonra ve sırasında çekilen fotoğraflar faaliyetlerinde olağanüstü değişimler göstermekteydi. Bu da semavi hareketlerin bu solüsyonlar üstünde bir etkisi olduğu, hatta çarpıcı bir etkisi olduğunu göstermektedir.
Kilisenin atadığı değerler dışında, jeolojik açıdan bu merkezleri, eski isimleri ve özelliklerini inceleyip merkezleri enerjilendiren belirli gücü tespit etmek ve bu gücü amacımıza doğru yönlendirme olasılığını görmemiz ilginç olur.
Bu bağlamda çalışarak insanoğlu yeryüzünde fiziksel odaklama noktaları bulunan semavi güçlerle işbirlik yapabilir ve sağlık, güç ve bilgide çok şey kazanabilir.
Her ülkede bir Beyin ve Kalp merkezi vardır, yoksa Ruhsal merkezi mi desek? Bunların da başka ülkelerin benzeri merkezleriyle bağları vardır. Bu bağlar arasında bazen ilginç şekiller ortaya çıkarır. Beyin merkezini tespit etmek kolaydır, çünkü bu doğal olarak o ülkenin başkentidir. Fakat kalp ya da ruhsal merkez daha belirsizdir ve sadece oldukça bir azınlık tarafından bilinir. Bir ülkede beden de olduğu kadar fazla merkez olması da mümkündür, çünkü bir ülkenin belirli bir yaşamı ve ruhu vardır.
Sırf dinî açıdan ele alınacak bir örnek vereyim: İngiltere'nin büyük katedralleri [büyük baş kiliseleri] Durham, Chester, Lincoln, Wells, Winchester ve Canterbury aralarında bir çift üçgen, heksagram [altı köşeli yıldız] oluşturmaktadır. Fakat bu merkezler çok eskidir ve Hıristiyan öncesi dönemlerde pagan tapınakların yerleriydi. Bunların etkilerini yeniden ulaşmak için eski isimlerini ya da bu isimlerin anlamını çıkarmak gerekir. Böyle farklı merkezler temelde aynı etkiyi yayamaz, ancak olası olarak sadece Hıristiyan etkilere açık olup bu seviyeden daha derine inemeyenler sadece bu belirli titreşimle ilişki kurabilir.
Mineral ve metal âlemi, dünyanın en eski ve en yoğunudur ve mutlaka ki birçok sır saklamalıdır. Eğer bunların bilinciyle ilişki kurabilirsek insanlığa büyük yarar getirebilir.
Eski Druidlerin gezegensel ve fiziksel madde arasındaki bağlantıyı bildikleri taş çemberlerinden bellidir. İngiltere'nin güneyinde Silbury Hill tepesini dünya olarak ele aldığımızda gezegenlerin yörüngeleri doğru olarak saptadıklarını görürüz. Venüs'ün yörüngesi Wintbourne Basset'teki taşlarlardan oluşan çember olup, Güneş ve Ay tapınakları tepenin tam kuzeyindedir ve güneşin yörüngesi çevrelemektedir. Mars'ın yörüngesi Marsden'dedir; Merkür'ün yörüngesi Walken Hill tepesindedir; Jüpiter'in ki de Casterly Camp'te ve Satürn'ün ki de Stonhenge'dedir. Ayrıca İrlanda'nın 7 kilisesi; Stowting, Kent'teki 5 kilise (gelenekler 2 ek merkezden söz eder) ve daha birçok vardır. Bunların hepsi eski pagan tapınaklarıydı.
San Augustine 597 yıllında Papa Gregory'e yazıp çok sayıda pagan tapınaklar konusunda ne yapılması gerektiğini sorduğunda, aldığı yanıt şöyleydi: "Mümkünse bunları kullanmak gerekir, çünkü insanlar alıştığı yerlere daha sık gelirler."
İngiltere Birleşik Krallığın her tarafında böyle yerler vardır, çünkü Druidler hiçbir şeyi bilgisiz inşâ etmezler ve Lewis Spence'in eseri "İngiltere Gizemleri" (Mysteries of Britain) eserinde kanıtları verilen Druidlerin eski bilgeliğini tekrar ortaya çıkarmak için gayret sarf edileceğini umarız.
Geçmiş, Şimdi ve Geleceğin sırları açıklanmaya beklediği dünya bilinçaltısıyla kontak kurabilmenin yöntemlerinin bulunduklarına ikna edilmiş bulunuyorum. Druidlerin eğitimleri uzun ve zor olduğu kesindir, çünkü hem bir inisiye, hem de inisiyatör olan bir öğretmenle çalışma şansına sahip herhangi biri, düzenli bir çalışmanın insanın potansiyel güçlerini ortaya çıkaracağını çok iyi bilmektedir. Fakat eminim ki sadece öğretmen değil, aynı zamanda zaman ve mekanı da hesaba alınmaktaydı.
Bu harika dünyanın sanki bir parçası değil, ayrı birer yaratıkmışız gibi davranmaktayız. Oysa biz dünyayız ve içimizde her parçasını taşımaktayız, dolayısıyla onunla ilgili her şey tarafından etkilenmemiz gerekir. Taş ve metal kütlelerinin manyetik özellikleri, hayvan ve bitkilerin yaşam güçleri, hepsinin rolleri vardır, fakat aklımızın bize yardımcı olmasını sağlayabilir miyiz? Beklentilerimizin ötesinde sonuçlar elde edebileceğimiz konusunda eminim.
Eski majisyenler, Druidler ve sonradan Gül Haçlılar gibi başkalarıyla işbirlik yaparak güçlü topluluklar kurmadıkları sürece, yalnız çalışmaları gerekirdi, çünkü az çok toplumdışı olarak görülürlerdi.
Modern majisyenler uzmanlaşmıştır, örneğin teknisyenler, doktorlar ve çeşitli bilim insanları. Bütün bunlar eğitimli okültistlerdir ve Üstatlık yolunda çok iyi ilerlemişlerdir. Bir bütünün parçaları konusunda çok etkin ve iyi eğitilmiş uzmanlardır. Bir araya getirildiğinde yaşadığımız dünya hakkında bilgi ediniriz, çünkü onlar sıradan insanın ötesinde bir şuur genişliğine ulaşmıştır ve eğitimleri eski hemcinsleri kadar zor ya da daha zor olmuştur.
"Başka bir sürünün koyunları da vardır" Yuhanna 10. 16.
Bize benzemeyen birçok varlığın mekan ettiği dünyamız ile kesişen görünmeyen birbirinden ve insandan habersiz birçok varlık planı vardır. Bunun nedeni onların değişik titreşimlerine dayanır. Çok kaba bir örnek vereceğim, bir elektrik vantilatör pervanesi yavaş döndüğünde açıkça görülür, fakat hızı artıkça sadece 1 bulanıklık görülür.
Bu örnek sadece görme olarak bir duyu için geçerlidir, fakat diğer duyulara da uzatsak ve yoğunlaştırsak birkaç yaşam türünün aynı yerde birbirinden habersiz mekan edebileceğini anlayabiliriz.
Bu aynı zamanda değişik insanların aynı yerde nasıl değişik deneyimler yaşayabileceğini ve psikometride değişik sonuçlar alabileceğini göstermektedir.
Hepimizin kendimize has titreşimleri vardır, dolaysıyla her birimiz temel titreşimlerden biriyle rabıtada olmamız gerekir. Belki de günün birinde ve o gün fazla uzak olmayabilir, titreşimlerimizi istediğimiz yaşam titreşimine değiştirebiliriz. Böyle bir şeyin gelecekte mümkün olabileceği Profesör Low tarafından yazılan bir makalede ima edilmiştir. Telepati konusunda yazdığı bu makalede: " Düşünce elektrik bir olgudur ve aynen onun gibi aktarma yapabilmelidir: böyle bir aktarmayı gerçekleştirmemiz belki yüzyıllar sürer fakat olacağı kesindir.
Dolayısıyla gelecekte bütün duyumuzla şimdiye kadar bilinmeyen bu görünmez âlemlerin sakinlerinin bilincine varabiliriz.
İnsanın bu yerlerde üretilen enerji kaynaklara çekilen tek varlık türleri olmaları pek olası değildir. Başka varlıklar aynı nedenlerden dolayı buraya gelebilirler.
Dünyamızda "Doğu" terminolojide "Tatwas" denilen farklı sürelerde birçok gelgit devreleri vardır, bunlar binlerce yıl ve birkaç dakika arasında farklı farklı sürelere dağılırlar. Büyük olanları sadece geçmişe bakıp uygarlıkların yükseliş ve düşüşleri ve yeryüzündeki büyük değişikliklere baktığımızda görürüz. Bunlar bir ya da birkaç Kuzey yıldız topluluğun yönetimi altındadır, fakat birçok daha ufak gelgit de vardır. Bunlara kimi merkezlerimizin kullanılmama durumuna geçişi ve diğerlerinin tekrar açılışına addederiz. Geçmiş yüzyıl içerisinde birçok tanrıları ve inançlarıyla birçok gömülü şehir ve birçok büyük uygarlık gün ışığına çıkmıştır.
Ne zaman bir yere dualar ve yoğunlaşmış arzular yönlendirilmişse orada güç toplayan bir elektrik girdap oluşur ve bu bir süre için insanlar tarafından hissedilen ve kullanılabilen somut bir bedendir. Bu güç bedenleri etrafında tapınaklar, tapınaklar ve daha sonra kiliseler inşâ edilir. Bunlar her bir planda odaklanmış kozmik rahmeti toplayan kaselerdir.
Bu konularda çok az öğretiler bulunmaktadır ve daha az bilenen ve daha ilkel olan psişik merkezler konusunda biraz söz etmekte fayda olduğunu düşünüyorum. Böyle bir tehlike olduğu Druidler ve Romalılar tarafından bilinmekteydi, çünkü onlar ormandaki elemental doğa varlıklara adaklar veriyor ve sunaklar inşâ ediyorlardı ve bu bir gönlünü alma ve teskin etme eylemiydi. Çünkü vermediğinde onlar alırdı ve ne yazık ki alacakları şey sizin için vazgeçilmezdir. Bu şey de yaşam gücüdür, çünkü onlar hep insana yaklaşmaya, onlarla iç içe olmayı ve onun Tanrı payını almaya eğilimlidirler, çünkü denilir.
İlahi Hükümlerin Kozmik Boyutları
DUA
Hz. Muhammed, duayı "müminin silahı, kul olmanın esası" diye insanlığa duyururken; Yaratıcı, "Ben, sizleri kulluk edesiniz diye yarattım." derken kulluğun esası "duadır" demek mi istiyor acaba?...

Çünkü bizim programımızı en iyi bilen O, bize "Dua edin kabul edeyim" derken insandaki güce dikkati çekerek diğer yaratıklardan farklı olarak insanın beyin-düşünce sahibi olduğuna vurgu yapıyor.

O diyor EY İNSAN, BEYİN GÜCÜNLE KAİNATI EMRİNE AL VE İSTEDİĞİN GİBİ YÖNLENDİR... Bugün beynin bu yönlendirmeyle dünyamızın geldiği nokta ortada..Beyin gücümüzü hayırlı noktada kullanırsak yapabileceğimizi düşünün...

Kozmik bilinçle dünyaya bakarsak insan beyninin dalgaları, dünyayı yöneten en üstün bilgisayar donanımından daha da üstündür. Çünkü onu icat eden insan beynidir. Yaratıcı, duayla beyin gücünün nasıl kullanılabileceği hakkında bize kapı açmaktadır.
EY DÜNYA İNSANLIĞI, BU KAPIYI AÇ, GİR VE NELER YAPABİLECEĞİNİ GÖR!.. YARATICININ MESAJINI İYİ ANLA...
TOKALAŞMA
Kozmik bilimine göre parmakların ellerin kadın ya da erkek olduğu şekliyle enerjilerinin N ya da S olduğu ölçülebiliyor.Farklı enerjili insanlar tokalaşırı zaman birbirlerini çektiği için 2 arada bir enerji dönüşümü oluyor..Veya tam tersi itici oluyor.yayılan enerjiler farklılaşıyor..
11 sayfalık bir rapora göre, beyinden geçen düşüncelere el birleşmesi göz birleşmesi ve daha sonraki birleşimlere göre de enerji değişimleri ilahi emirlerin doğruluğunu tasdik edercesine olmaktadır.
Kadın kadına ya da erkek erkeğe tokalaşıp öpüşmek itici etki yaparken muhataplar farklılaştığında çekici etki yaptığı ilmen tespit edilmiştir..N, N'yi iter N, S'yi çeker...
Gereklilik halinde konuşulursa hürmetle müspet yaklaşılırsa beyin dalgalarında menfi bir sonuç oluşmuyor. Bunun dışında beyinde menfi fikirler olursa enerji değişmesi oluşuyor. Menfi bakılırsa menfi enerji boşaltımı menfi enerji boşaltımı olur. Menfi enerji gönderilmesi, müspet olma olayı oluyor. Menfilerle ve düşüncesini bilmediklerimizle tokalaşmak gerekli.. Günümüzde mikrobik oktarımlar ve daha neler neler tokalaşma yoluyla olabilmektedir..

YARDIM ETMEK
Kozmik bilime göre bir insan beyniyle kendi iradesiyle ilahi emirler ve yasaklar doğrultusunda ve güzel düşünceyle "sadaka veriyorum, yardım ediyorum" dediği ve verdiği zaman yapılan enerji ölçümlerinde, bütün organlarında yüzde oranı yüksek olmak kaydıyla bir anda hücrelerinde faaliyet ve müspet düzelme gözleniyor..Enerjilerinin arttığı tespit edilebildiği gibi insan kendisi de bu durumu fark edebiliyor..
Damarların çalışması, şeker ve tansiyon rahatsızlıkları prostat ve bedenin genel durumunda, kısacası hücre düzeyinde müspet değişiklikler olabilmektedir... Bu farklılıklar, ancak müspet enerjili ve yaratıcıyla bağlantısı iyi olanlarda gözlenebilmektedir.. Yaratıcı'nın emrine uymayıp "PAYLAŞMAYANLAR" vermeyenler atan ve itenlerin kötü düşüncelerin durumunda tersi olsa gerek... Verenlerden olmak dileğiyle... Sağlıklı yaşamak için neyiniz varsa verenlerden olun.. İlim, mal, kuvvet vs.

İBADET
İlahi gücün yüzden çok tekrarla emrettiği NAMAZ Yaratıcı'ya lazım olmayıp yaratılana gerektiğini yine kozmik bilimde ölçerek bu emrin ilahiliğini teyit etmiştir. Namaza durulduğunda anten hükmünde alıcı görevi gören bedenimizle çevremizdeki MÜSPET ENERJİLER çekilir, toplanır ve beden ısınır.bedendeki menfileri atmak için de rükû ve secde denilen hareketler yapılarak enerji yönlendirir.. Alın burun el diz ayakların sivri uçlarından birçok kez yere temas edilen secde haliyle bedendeki MENFİ ENERJİLER toplanarak atılabilir.
Yapılan ölçümlerde namazlı namazsız görüntüler çok büyük farklar ortaya koymaktadır... Namaz sonunda selam verildiğinde yani devre kapandığında insan enerji alanının parladığı hem ölçülerek hem de ekstrasenslerce görülerek doğrulanmıştır..."Sizin Yaratıcı'ya en yakın olduğunuz anınız, secde anıdır." derken acaba enerjinin membaından dolayımı bunu diyor?
Bundan da secde halinde alın ve ayaklar toprakla devreyi tamamlar. İnsan yaratıldığı toprakla böylelikle uyum sağlar. Fakat secde anında başa lazım olan temiz kan gönderilir ve beyin beslenmesi sağlanır. Yani beden gerekli alış-verişini yapar. Tabii KİTABI MÜSLÜMAN olarak aşağıdaki kuralı rehber edinmeniz gerekir. Namaz emredildiği için kılınır.esas olan yaratıcıyı tanımaktır. O'na kul olmaktır
..Kozmik bilimin ilim fen noktasındaki bu açıklamasıysa akılları gözlerine ya da midelerine inenler içindir. Namazın bütün bu boyutları avam için olup bir de namazın miracı mertebelerinde vardır. Melekut âleminde O'na kılınan namazlar gibi

SELAM
Kozmik bilime göre yaratıcının adıyla ilahi selam verilince çıkan dalga boyunun gücüyle menfi bloğu kırılır müspet enerji oluşur.Araya menfi enerjiler giremez."Selamı yayınız." hükmü, kozmik bilime göre ölçülmüş ve teyit edilmiştir...

EZAN
Kozmik bilime göre ezanda olağanüstü sırlar tespit edilmiştir.mesela sadece HAYYE ALES-SALAH lafzında büyük enerji boyutu. HAYYE ALEL FELAH'taysa insanlığa yollanan yoğun bir enerji tespit edilmiştir. Ezanı tekrar etmenin bedendeki enerji boyutu çok büyük olmaktadır. Yeni doğan çocuklara (kulağına kulak ana rahmindeki çocuk şeklidir)ezan okumanın faziletini buradan algı edebiliriz.

BESMELE
Kozmik bilime göre her şeyin başı besmeledir. O'nun adıyla yapılan her işte menfi güçler, enerjilerde bulunmakta; O kelime anıldığında anahtar açılarak her şey aydınlanmakta;enerjinin ışığıyla yollar emniyetli yani menfi boyutlardan ancak ve ancak bu ritimle, dalga boyuyla destur alınarak arındırılmakta ve yol gösterilmektedir. Onun adı anılmadan kesilen bitki ve hayvani gıdalar çok çabuk bozulmakta bitkiler çürüyüp etler kararmaktadır. Kainatta her yaratılanın O'nu besmeleyle tanıdığı da kozmik bilimce yapılan materyal ölçümleriyle tespit edilmiştir...

İSİMLER
Kozmik bilime göre her adın her kelimenin harfin bir diğeri bir enerji boyutu kodu frekansı ve gücü vardır.. Hiçbir isim, tesadüfen verilmemelidir. Verilmez de Çünkü tesadüf yoktur. Her ismin EBCED cifir-harf hesabına göre değeri vardır. Doğan insanların anne ve kendi adları bilinmesiyle yapılmayacak hiçbir şey yoktur. Kuralları ve ilmini bilen için tabi
İsim vermenin kaide ve kuralları vardır. Çünkü ilahi boyutta isimler, ahret günü müspet enerji boyutlu ise şefaate neden olabilecek. Çünkü her ismin lafzını size bize taşıyan farklı boyutlu enerji ve hizmetçiler vardır.. Bilen için tabii... İbadet göstergeleri gibi

ELLER
Kozmik bilime göre "Sağ elle yiyiniz, şeytan solla yer içer." ilahi hükmü incelendiğinde sağ elin müspet enerji verdiği, yani ele alınan maddeleri olumsuzluklardan arındırdığı; sol elin ise menfi boyutunun yüksek olduğu; ancak bu boyutun olumsuzlukları yok ettiği olumlu elma, armut gibi gıdalardaki müspet enerjiyi bloke ettiği tespit edilmiştir. Bir şey yerken içerken posa yemek istemeyenlere ve ilim insanlarının araştırmasına ithaf olur..

ÖFKE & ŞEYTAN
"Öfke, şeytandır" ilahi hükmünün boyutu kozmik bilime göre öfkenin MENFİ ENERJİ boyutu olmasındandır. Bir örnekle açıklayalım. Kozmik bilimde normal insan enerjisi 6(HZ) ise, öfkelendiğinde 15(HZ)öfke şiddetlendiğinde 20(HZ) vuruş seviyesinde 30(HZ)lere kadar çıkabiliyor.kızgınlık derecesine göre menfi enerji seviyesi de yükseliyor. Hüküm "kızgınken abdest alınız" yani kendinizi suyla nötürletin..Tesirattan kurtulun, ya da YATIN yani bedeninizi toprakla birleştirin. Nötürleyin, enerji 18(HZ) "MÜMKÜNSE UYUYUN" yani enerjilerinizi alfa seviyesine minimuma 6(hz) ya düşürün, ibadet gibi diyelim..O öfke sizi enferktüs ya da beyin kanaması denen kanamalara hatta ölüme yol açabilir. Buna şeytanın gücü mü diyelim yoksa bir tabir diyerek ilmi zaviyeden bir bakalım mı ne diye
Boyutlar ve Maddeleşmeler
Kenan Keskin
hologramk@yahoo.com İstanbul-29.11.2005
21. yüzyılda olmamıza, bilim ve teknoloji verilerinin artık fizikötesi dediğimiz birçok şeyi açıklar hale gelmesine rağmen hangi sınıftan yer alınırsa alınsın, etiket ne olunursa olunsun; Allah, Allah sistemi ve dolayısıyla âyet ve hadislerin bildirdiklerinin anlaşılamamasının en önde gelen nedenlerinden biri, Boyut Kavramının yeterince ya da hiç kavranılamamış olmasıdır. Boyut kavramı derken de, acaba neyi kastetmekteyiz? Devasa alanları, hacimleri, büyüklüklerini mi? Maddenin katmanları olan molekül, atom, çekirdek, kuark, enerji boyutlarını mı ya da bizim maddenin paraleli olan diğer big bang noktalarının açılımından, patlamalarından oluşan evrenleri mi? (ki o boyutlarda enerji boyutu itibariyle bulunduğumuz ortamda aynen bulunmaktadır). Ya da maddenin ikiz boyutu olan ve bu anlamda paralel evrenler olan (ve kendi boyutları içinde de sonsuz boyutları içeren) "Nâr" ve "Nûr" boyutlarını mı?. Yoksa yaratılmışa ait Bilinç ya da yaratılmamışa ait Soyut boyutlarını mı?
Örneğin, bu boyutlarla ilgili bir soru da yer ve gök semalarıyla ilgili olandır. Bu semalar nerededir? Bunların Güneş sistemi ve planetleriyle nasıl bir ilgisi bulunmaktadır?. Bugünün bilimiyle bağlantı noktası neresidir? İnsanın aslında yok, var olanın sadece mutlak varlık olduğu düşüncesini oturtmaya çalışan İslam'daki verilerin dünya ve güneş merkezli bir evren anlayışını sunmamasına karşın neden bu türden açıklamalar yapılmıştır?. Görüldüğü üzere soruların ardı arkası kesilmiyor.
Yeryüzü Semaları, içinde bizimde yaşadığımız boyutta olmak üzere atmosfer tabakalarıdır. Fakat bunu, küre şeklindeki dünya ve bu küreyi saran gaz katmanları biçiminde değil, her bir katmana, kendince maddesel karşılık gelen boyutlar olarak düşünmeliyiz ve her bir boyut da sonsuzluğa uzanır. Kısacası Sema kelimesi, şartlandığımız gibi makro kozmosa doğru uzanan yönsel ve mekansal bir kavram olmak yerine, mikro kozmosa, parçacık- enerji altı boyutu itibariyle ele alınması gereken bir kavramdır. Örneğin yaşadığımız maddesel boyut 7. kat olarak en alt düzeyde bulunur ve yukarı doğru çıktıkça da 6, 5, 4,,1 diye sıralanır. Dolayısıyla biz yedi kat yerin (Arz'ın) altında yaşamaktayız. Bizim yaşadığımız maddesel boyut da bildiğimiz gibi sadece dünyayla sınırlı olmayıp içine Ayı, Güneşi, gezegenleri, yıldızları, galaksileri...ve tüm sonsuz- sınırsız evreni yani madde ve katmanlarına ait evreni kapsamaktadır. Aynı şekilde atmosfer tabakalarıyla işaret edilen diğer Arz katmanlarını da, her birine ayrı, ayrı karşılık gelen bu maddesel yapıların ikizleri (paralelleri) şeklinde, sonsuza yayılan boyutlar olarak düşünmeliyiz ki bunlar aynı zamanda Afaki Boyutlardır. Ayrıca yer semaları, bizim yaşadığımız boyutun tüm yasalarından tamamen farklı yasalara, yapılanmaya sahip olsa da bu boyutta yaşayan varlıklarda da tıpkı bizim gibi maddesel olarak algıladıkları beden ve o boyutun yaşamına kayıtlı olma, birimsel egonun tatmini,...vb negatif özellikler bulunmaktadır. Kısacası buradaki belli özellikler, o boyutlarda farklı şekillerde de olsa yine bulunmaktadır. Bununla birlikte öze doğru giden boyutları da bir boyutun bir üst boyuta göre alınmış bir kesiti olarak değerlendirmeliyiz. Örneğin, ölüm ötesi boyut olan ruh boyutuna göre yaşadığımız boyutun, hem mekansal hem de zamansal olarak bir hiç hükmünde olması gibi. 7 farklı boyuttaki yedi sınıf olan Cinlerin yaşadığı boyutlarla ölüm ötesi berzah boyutları bu yeryüzü sema boyutlarıdır. Yani Nar boyutları. Berzah boyutu, bu yedi yer semasını içine alan boyuttur. Bunlardan 2. katta yaşayanların, bu sınıfın en zayıfı olmakla birlikte, insanların tefekkür, düşünce sistemine etki ederek çeşitli blokajlar oluştururken 6. ve 7. arz semasında yaşayanlarına da, hiçbir insan söz geçiremez. Çok güçlü ve çok zeki olan ve Hz. Süleyman 'ın kıssasından hatırladığımız ifritler de 5. arz semasında yaşamaktadırlar. 3. katta olanların ise, insan suretine bürünüp insanlar arasında dolaştığı ve bunun da ancak velayet olgunluğuna sahip olanlarınca bilindiği, anlaşıldığı da mistik kaynaklarda bildirilmektedir. Fakat, bu varlıklar çok güçlü beyine sahip üst düzey velilerin bulunduğu yere (yerlere), bölgelere girememekte girdikleri anda da bu beyinler tarafından yayınlanan güçlü ışınlarla onlara zarar verilip gereğinde de yok edilebilmektedirler.
Gök Semaları ise, dünya merkez kabul edilerek dünya semasının yıldızı Ay ve yörüngesi 1. sema (ki tüm yeryüzü semalarını içermekte) ve diğerleri de sırasıyla Merkür, Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter ve 7. sema olarak da Satürn ve yörüngesi yer alır. Uranüs, Neptün, Plüton... ise 7. sema olarak geçer yani 7. sema içindedir. Güneş sistemi dışındaki diğer yıldız, galaksi...vs olan mekansal genişlemeler de yine mekansallık yerine, katman- katman öze doğru giden boyutsal genişlemelerdir. Bütün madde, hayvanlar, bitkiler, insanlar ve diğer varlıklar; Ay semasının Rûhâniyetinden (bu meleğin adı Rukyail olarak bilinmekte) meydana gelmiştir. Aynı şekilde tıpkı Arz kavramında olduğu gibi, Sema katları da planet, (planet ve yıldız kelimeleri genel anlamda kullanılıyor, fakat gerçekte ise, Ay bir uydu, Güneş bir yıldız, diğerleri de bir gezegendir) ve yörüngeleriyle işaret edilen Mana- Bilinç boyutlarıdır. Her bir planet ve yörüngeleri, sonsuz- sınırsız Evrenin Mana- Bilinç ve bunlara karşılık gelen daha doğrusu bunların oluşturduğu madde boyutlarını ifade etmektedir. Bununla birlikte Gök Semaları, Afaki boyutlar değil, Enfüsi boyutlardır. Bu yüzden planetlerde yaşadığı söylenen Resul ve Nebilerin mesela, Hz. Adem 'ın Ay, Hz. Nuh 'ın Merkür, Hz. Yusuf 'ın Venüs, Hz. İdris 'ın Güneş, Hz. Yahya'yla İsa Mesih 'ın Mars, Hz. Musa 'ın Jüpiter, Hz. İbrahim 'ın da Satürn- Uranüs- Neptün- Plüton'da yer alması, bunların onlara ait olması demek, onlar orada yaşıyor, bulunuyor anlamında değildir. Bunun anlamı, bu planetlerle işaret edilen boyutların ihtiva ettiği ya da o planetlerin ikizlerinden (ruhlarından) yansıyan anlamlara ağırlıklı olarak sahip oldukları, bu anlamları yansıttıkları anlamındadır. Fakat bunun yanında o planetlerin daha doğrusu tüm planetlerin ikiz boyutlarına da gidebildikleri doğrudur. Fakat, dünyanın enerji yapısından meydana geldiklerinden tekrar dünyaya geri dönerler. Çünkü berzah boyutunun, dünya atmosferiyle sınırlı olmadığını, bunun boyutsal bir durum olduğunu bu yüzden de diğer planetlere kadar uzandığını az önce belirtmiştik. Aynı şekilde Cinler de güneş sistemi içindeki planet ve uydularının ikizlerinde yerleşik olarak yaşamakta, bunların arasında yolculuk edip buralarda bulunabilmektedirler. Güneş sisteminin dışınaysa çıkamazlar. Fakat bu da bu planetlerle ifade edilen Bilinç boyutlarında yer alıyorlar anlamında değildir. Bunun için Melek olmaları gerekirdi. Elbette bunlar bizim güneş sistemi içinde yaşayanlar. Bu türün bizim güneş sistemi dışında yaşayanları da bulunmaktadır. Dolayısıyla Hz. Muhammed Efendimizin miraçta, gök sema katlarında Resul ve Nebilerle görüşmesi olayı da tamamıyla boyutsal müşahedesiyle ilgili bir olaydır. Ölümü tadan insanlar da ruh bedeniyle ya dünyanın atmosferi içinde yedi kat yerin (arzın) altında hapis kalmakta (ki büyük çoğunluk böyledir) ya da dünyada elde ettikleri güç nispetinde berzah boyutunda güneş sistemine ait planetlerin ikizlerine yükselebilmektedirler.
Bununla birlikte, birtakım insanlar, yeryüzü semalarını maddesel olarak ele aldıkları için doğal olarak cinlerin atmosfer dışına çıkamayacağını, bu nedenle de atmosfer üstünde görülebilecek UFO'ların tamamıyla gerçek uzaylılar olacağını belirtmektedirler ki, bunun da kesinlikle doğru olmadığını böylece açıkça göstermiş olduk.
“ Ey cinler ve insanlar topluluğu! Arz ve Arz semalarından (melekî boyuta) çıkmaya gücünüz yetiyorsa çıkın. Fakat Allah'ın vereceği bir kuvvet olmadıkça asla bunu yapamazsınız” (55-33)
“ Gecenin son üçte birinde Rabbim dünya semasına iner de dua edenlerin dualarını kabul eder” hadis
ifadeleri de aynı şekilde ayette, Bilinç de ki Afâktan Enfüse, hadiste de Enfüsten Afâka (özden dışa doğru) olan boyutsal geçişleri, açığa çıkışları anlatmaktadır. Keza Hz. Muhammed de Miraç olayında önce dünya semasına çıkmış ve “ dünya semasının kapısında...” ifadesiyle ruh boyutuna, ruhlar âlemine geçiş yapmıştır. Dolayısıyla bu yeryüzü seması içindeki berzah boyutunda birtakım ruhların, insanların yaşadıkları azabı müşahede etmiştir. “Ölümü tadan her kişi gözünü miraca diker” hadisi de buna işaret eder.

Yakın gök ifadesi de, 1. gök seması olan Aya kadar uzanan (ki bu 2 boyut arasındaki sınırdır) dünya ve dünya semasıdır. 
Cinlerin başı olan İblisin ilk önceleri Cennet muhafızı ve Yakın Göğün Sultanı olması bu boyutlar itibariyledir. Böylece, İblis yeryüzü semasında yani, maddeye, Afaki boyutlara dönük değerler ve anlamlar dünyasında yaşamakta, tebasını, onu kabul etmiş, ona bağlı olanları da bu doğrultuda yaşatmaktadır. Bu yüzdendir ki insanların, en geniş anlamda Allah'a ayna olabilme üstün kapasitesiyle yaratılmış olduklarını (halife olma özelliğini) hazmedemeyen Cinler, insanı mevcudiyetindeki melekî güçleri, dolayısıyla Hakikatini, Allah'ı keşfetmesini engellemek için daima insanları, yeryüzü sema boyutlarına yani, dışa dönük algılamalara, maddesel anlayışa, değerlendirmelere, uzayın Afaki boyutlarına yönlendirmekte ve bu boyutların en son noktalar olduğunu onlarda oluşturarak o boyutlarda kayıtlanmalarını sağlamaktadırlar. Sonucunda da onlar için Öze, Enfüse giden yollar ebediyen kapanmış olmaktadır. Bu tür konulara meyilli olan birçok kişinin Enfüsi boyutlara ramak kala bu yüzden bloke olup alt boyutlara düştükleri bilinmektedir.

Cinlerin sema katlarındaki meleklerden, melekî boyutlardan önceleri haber alıp daha sonra bunu başaramamaları, alamamaları olayı ise, bildiğimiz anlamda bir mekandan ayrı bir mekana, gökyüzünde yaşayan meleklerin yanına gidip daha sonra o mekanlar arasındaki bir şeyle taşlanmaları nedeniyle bir daha gidememeleri şeklinde düşünmemeliyiz. Burada da olay tamamıyla bilincin o boyutlara yönelip, o boyutlardan ilgili bilgileri önceden alabilmelerine karşın daha sonra astrolojik etkiler, kozmik ışınlar (manyetik bulutlar) sonucu o boyutlara yönelememe, o boyutları algılayamama yada algılayıp da bunu iletememe durumudur. Çünkü bunları yaptıkları ve buna direndikleri taktirde üzerlerine gelen bu ışınlar tarafından yok edilip öldürülürler. Şunu da kesinlikle belirtmek gerekir ki, daha önceleri bu haberleri alma durumu da cinlerin melekî boyutların içine girme, o boyutta yer alma şekliyle kesinlikle olmamaktadır, olamaz da. Çünkü melekî boyutlara giremezler. Nasıl ki, bir kişi bir yere gitmeden de o şeyin sesini duymakla ya da uzaktan o şeyi görmekle de ondan haberler alabiliyorsa, cinler de aynı şekilde dünya semasının sınırından daha özde bulunan gökyüzü semasına yani, melekî boyutlara boyutsal yönelerek bu bilgileri alabilmekteydiler.

Bilindiği üzere şeytânî vasıflı cinler, önceleri sahip oldukları özellikler dolayısıyla melekî boyutlardan gayba dair haberleri işiterek daha doğrusu o boyutlara zumlama yaparak, geleceğe dönük elde ettikleri çeşitli bilgileri falcılara, büyücülere, kısacası Cincilere... aktarıyorlardı. Elbette onlar çok büyük birer yalancı olduklarından bu taşıdıkları bilgilere de oldukça çok yalanlar katıyorlardı. Fakat İsa Mesih 'ın doğumundan sonra 5, 6, 7, katlardan, Hz. Muhammed'in Risâlet görevini aldıktan sonra da tüm semalardan kovulmuşlardır. Yani artık o bilgileri dünya semasının yakınlarından alamaz olmuşlardır. Bununla birlikte, burada ya da astrolojide geçen kozmik ışınlar ise, bizim madde boyutuna ait çeşitli düzeylerdeki parçacık enerjiler (plazmalar) değil, maddenin ikiz boyutlarından gelen ışınlardır ki bunların varlığını da oluşturan yine meleklerdir.

Algıladığımız maddeye dönük olarak, Nurani yapılarıyla her an etkilemekte olan ve kendini bilmeyen (dolayısıyla sadece verilen görevleri sistemde yerine getiren) melekler yeryüzü melekleri ismiyle anılırken, aynı şekilde diğer yeryüzü semalarını devamlı etkileyen melekler de bulunmaktadır. Bunlardan farklı ve bunların çok daha ötesinde, çok çok üstünde, Hakikatini Bilen ve bunun gereği olarak Kendinden oluşumlar meydana getiren melekler de vardır ki bunlara da Sema Melekleri adı verilmektedir.Bu konuya Enerji-Melek isimli yazımızda oldukça değinmiştik.
(Bkz. Ruh, İnsan, Cin /Kendini Tanı /Hz. Muhammed Neyi Okudu /Muhammed Mustafa 2 /Evrensel Sırlar /Tekin Seyri Ahmed Hulusi, /Atmosfer- Ahmed Fevzi Yüksel- sufizmveinsan.com, /A dan Z ye Astroloji I- Nuran Tuncel,/ İnsanı Kamil- A. K. İ. El Ceyli


Yin ve Yang
Yin ve yang Çinliler açısından evrenin dengeleyici, uyum sağlayıcı etmenleri olarak görülür. Zıt enerjiler olup, biri öteki olamadan varlığını sürdüremez. Aslında yin enerjisi her zaman yang'ın; yang da yin'in içindedir. Popüler yin-yang simgesinde beyaz leke yin'in ve siyah leke, yang'ın içindedir. Lao Tzu, "Tek başına bir yin doğamaz ve tek başına bir yang büyüyemez." demiştir.
Yin ve yang genellikle Taichi'nin bütünlük simgesini yaratan bir daire içinde resmedilirler. Yin, yang ve daire simgenin bir olan 3 elementidir. Taichi 'en üst, en yüce' anlamlarına gelir, tai ve chi sözcüklerinden türemiştir. Tai en büyük ve chi en son anlamlarına gelir.
Yin ve yang sözcüklerinin etimolojisi de ilginçtir. Yin bir tepenin gölgelikli kuzey yanını, yang da güneşli güney yanını tanımlar.
Yin ve yang birlikte Tao'yu meydana getirirler. Tao 'yol' anlamına gelir. Evrendeki her şey yin ve yang enerjilerinden türemiştir. Her zaman birbirleriyle etkileşim halindedirler.

Yang etken, eril, baskın ve olumludur. Güç ve enerji doludur. Yin alıcı, dişi, doğurgan ve negatiftir. Destekler, besler, tutar. Yang gün, yin gecedir. Yin ve yang'ı anlatmak için gök ve yer, gündüz ve gece, siyah ve beyaz, eril ve dişi gibi başka örnekler de kullanılabilir. Biri öteki olmadan var olamaz.
Örneğin gece olmadan gündüz, ölüm olmadan yaşam söz konusu değildir. Çinlilerin zıtların birliğinden aldıkları zevk, yin ve yang enerjilerini temsil etmektedir. Çinliler bu işten hoşlanırken abartılabileceğinin de farkındadırlar elbette. 'Yin yi tou, Yong yu tou' ('bir yüz yin'de, bir yüz yang'da' şeklinde çevrilebilir. Kişinin gerçek amacını gizlemesi anlamına gelir) ve 'Yin yang guai qi' (tuhaf yin-yang havaları şeklinde çevrilebilir. Tuhaf davranmak anlamına gelir) Çinlilerin sıkça kullandığı 2 deyiştir.
Eski bilgeler yin ve yang kavramlarını tam anlamıyla açıklamaya girişmemişlerdir, şiirsel söyleyişlerle yetinmişlerdir. Ch'i enerjisi yaşamın gücüdür ve yin yang ikiliğini yaratmıştır. Bu kadar basit işte. Ne yin ne de yang mutlak iyi ya da kötü olabilirler. Sadece vardırlar.
Feng shui'de tepeler, dağlar ve öbür yüksek alanlar yang enerjisini temsil eder. Vadiler ırmaklar ve kaynaklar da yin'dir. Dümdüz bir toprakta çok fazla yin vardır. Sulak ve bitkisel alanları olmayan tepelik bir arazi de fazla yang'dır. Hoş, yuvarlak hatlı, sulak kırsal alanlarda yin ve yang dengelidir.
Feng shui'yi kullanarak yin ve yang arasında denge sağlayabiliriz. Örneğin düz bir araziye bitkiler, kayalar ve binalar ekleyebiliriz. Fakat bunu yaparken dikkatli olmak gerekir, çünkü örneğin küçük ağaçlar büyüdükleri zaman mekânın feng shui'si de değişir.
Yin ve yang kavramları ölüm için de geçerlidir. Yin evi ölüm, yang evi yaşam evidir. Ataları anmak Çin yaşamının önemli bir parçası olduğundan feng shui'nin biri öldükten sonra da uygulanmasına şaşırmamak gerekir. Mezarın yerinin doğru olmasının torunların başarısı üstünde etkisi olduğuna inanılır.
Örneğin Çinliler yüzyılın başında Sun Yat-Sen'in kazandığı şaşırtıcı başarının annesinin mezarının kusursuz feng shui'sine bağlı olduğuna inanırlar. (Yin yang simgelerinin kökeni bilinmemektedir. Kimi yetkililer Chou Tun-Yi tarafından yaratıldığını iddia eder. Oysa çok daha eski, Taoist kökenli olmalıdır.) Chiang Kai-shek'in inanılmaz başarısı da yine annesinin mezarının konumuna atfedilir. Komünistler mezarı kazdıkları zaman çöküş dönemi de başlamıştır.
Feng shui yalnızca en iyi mezar yerini değil, cenazenin kaldırılacağı en iyi zamanı belirlemek için de kullanılır elbette. Mezar yeri ejderha sırtı gibi dalgalı olmalıdır. Ejderha Üst Yaratık'ın simgesidir. Düz alanlar 'sahte ejderha'nın sembolüyken dalgalı alanlar 'gerçek ejderha'yı temsil eder.
Mümkünse mezar güneye bakmalıdır. Çinliler ölünün soluk alacak havaya ihtiyacı olduğunu düşünürler ve güneye bakan mekânlar 'kozmik yaşamın soluğu'nu temsil eder. Çinliler bu kozmik soluğun yokluğunun ölünün torunlarını etkileyeceğine inandıkları için, uygun mezar yerinin seçimi son derece önemlidir
Son olarak da mezar doğru yönlendirilmiş olmalıdır. Bu, ölen kişinin doğum tarihine göre belirlenir. Bir luo-pan'a ya da fal pusulasına bakılarak, doğru yön belirlenir.
Torunların iyi şansının devam etmesi için mezara iyi bakılmalıdır. Kutsal günlerde mezarlar ziyaret edilir ve temizlenir. Mezarın renk değiştirmesi kötüye işarettir. Kararması bir felaket, renginin açılması da aile içinde yas anlamına gelir. Bu tür kararma ya da renk açılmalarının önlenmesi için mezarların üzerine genellikle kırmızı bir toz serpilir.
Taoist evren simgesi 8 trigramla kuşatılmış yin-yang'dır. Pa-kua adıyla tanınan bu simge, Uzakdoğu'da son derece popülerdir; tapınaklarda, evlerde, saraylarda ve dükkânlarda rastlanır.(Yerliler için gömülecekleri yerler önemli bir ihtiyaç olduğu gibi çoğu Çinli kendi memleketinde gömülmek ister. Sonuç olarak, dünyanın 4 bir yanından Hong Kong'a cenaze gönderilir.
Hong Kong'da toprak, aşırı derecede pahalıdır ve az bulunur. Bu yüzden de, mezarlıkların çoğu, toprağını 7 ila 10 yıllık periyotlarla kiraya verir. Bu süre dolduğunda, kalanlar mezardan çıkarılır ve özel bir törenle yakılır. Bu, Feng shui uygulayıcılarını işlerini yapmaktan alıkoyar ve bugünlerde çabalarının çoğu feng shuinin yaşam analizi üzerinedir.)
Wiccalık'taki Koruyucu Semboller
Agrippa'nın pentagramı
5 köşeli yıldız içerisinde aynı şekli almış erkek figürü. Yüksek benlikle iletişimi artırmak için ve hem görünür, hem de görünmez saldırılardan korunmak için kullanılırdı.


Bast
Genelde siyah bir kedi olarak betimlenirdi. Antik Mısır'da Bast (yada Bastet) evi ve aileyi negatif güçlerden koruma amaçlı kullanılırdı.
Yengeç
Astrolojik olarak yengeç sembolü astral saldırılardan korunma amaçlı kullanılmıştır.
Kelt Haçı
Çember içinde eşit köşeli haç temel alınmak üzere birçok farklı dizaynı vardır. Her tür spritüel saldırıdan korunma amaçlı olarak kullanılır.


Şeytan Tuzağı

Çember içerisine içeri doğru yazılmış spiral şekilli (saat yönünün tersine) İbranice yazılardan oluşur. Demonları içerisine hapsettiğine inanılır. Asur orjinli bir semboldür.


Köpek
kuzey Amerika Kızılderilileri için bedensizlerden korunma tılsımıdır. Köpeklerin öteki dünya ile aramızda olan kapıda durduklarına ve yaşayanları ölülerin gazabından koruduklarına inanırlar.

Elk
Psişik saldırılar için kullanılan bir tür rün'dür (Algiz) üzerinde taşındığında ruhlara kaşı defans saladığı gibi bilinmeyenle yüzleşirken cesareti artırdığına inanılır.
Horus'un gözü: Mısır'ın nazardan ve kötü gözden korunmak için olan önemli tılsımlarından biridir.
Üçgen içinde göz
Horus'un gözüne benzer olarak kötü gözden ve kıskançlıktan korunmak için olan bir tılsımdır.


Şahin
Bir Kuzey Amerika sembolüdür. Yüksek spritüelliği sembolize eder ve astral yetenekleri güçlendirdiğine ve astral boyuttaki negatif varlıkları uzaklaştırdığına inanılır.

Gaia
Bir tanrıça figürü. Genel olarak auradaki negatif enerjileri temizlediğine ve enerji toplamamıza yardım edeceğine inanılır.

Balık
Kuzey Amerika Kızılderili kültüründe balık, bir başkasının büyü gücüne karşı çıkmayı simgelerdi.

Kurbağa
Kuzey Amerikada medyumluğu sembolize ederdi. Aurayı temizlediğine ve güçlendirdiğine inanılırdı.

Hagal
İnanca göre, "H" harfine benzeyen bu rün, astral saldırılar da dahil olmak üzere birçok saldırıyı engeller.
Ingwaz

Bu rün, elmas şekline benzer. Kötü gözlerden korur.


Jaguar
Maya sembolü olan jaguar, insanı kötü düşünce formlarından koruduğu gibi şaman güçlerini yükseltmek için de kullanılırdı.


Şanslı El
Kültürden kültüre farklılık göstermesine karşılık Şanslı El genel olarak avucu açık, avucunun içinde pentagram, göz, ve/veya Zodyak sembolü olan bir el dir. Bedensizlerin saldırılarından koruduğuna inanılır.


Griffin
Griffinlerin fiziksel görünümü aslan vücutlu ve kartal başlıdır. Bazı versiyonlarında kanatlıdır. Antik yunan kaynaklı mitolojik bir varlıktır ve karanlık güçlere karşı koruma sağladığına inanılır.


Mannaz
Bu koruyucu rün "M" harfine benzer. Yaratıcı ile aradaki bağı temsil eder.
"Om" Sembolü
Meditasyon yaparken de seslendirilen «om" sesinin Sanskritçe yazılmış halidir. Aurayı temizlediğine ve psişik saldırılardan uzak tuttuğuna inanılır.


Pentagram
"Druidlerin ayağı" olarak da bilinir. Genel olarak kötü enerjiyi gönderene geri göndermek ve kötülüklerden korunmak için kullanılır.


Kuzgun
Kuzey Amerika Yerlileri Kara büyüden korunmak için kullanmıştır.


Sagittarius
Psişik vampirlerin enerji emmesine engel olduğuna inanılan astolojik bir okçu sembolüdür.
Akrep

Cadı büyülerine karşı kullanılan astolojik bir semboldür.


Güneş
Karanlığın karşı sembolüdür. Hemen hemen bütün kültürlerde vardır.

Thor'un çekici
Kötü şansa ve kötü göze karşı bir korumadır.

Kaplumbağa
Astral boyutta diğerleri tarafından görülmemek için kullanılmış bir semboldür.


Uruz
Norveç rünlerinden bir tanesidir. Ters «U" şekline benzer. Yüksek benlik ile bağlantıyı kuvvetlendirir ve astral saldırıları engeller.


Virgo (başak):
Astrolojik sembol olarak başak, covenleri korur (ruhsal özgürlükleri açısından)
Kurt
Kuzey Amerika Yerlileri tarafından Bedensizlere karşı koruma sağladığına inanılırdı.
Venüs ve Mars Sembolleri
Venüs Sembolü
Kadını simgeleyen cinsiyet simgesidir. Merkür'ün astrolojik simgesi, geleneksel olarak cinsiyet değiştiren kişilerin sembolü olarak kabul edilir. Yunan mitolojisinde Hermes (Roma mitolojisindeki Merkür'ün karşılığı) ve Afrodit, Hermafroditus adını verdikleri bir çocuk sahibi olurlar. Bu çocuk, hem erkek hem kadın organlarına sahiptir. (Hermafrodit terimi de buradan gelir) Simgede, üstteki hilâl erkeği, alttaki artı işareti kadını, halkaysa her 2 yanında birbirini dengeleyen birer cinsiyetin bulunduğu bireyi temsil eder.[1]
Bu sembolde tin'i, sonsuzluğu (daire) maddeyi ya da maddi şartları temsil eden sembol olan haçın üstünde görüyoruz. Bu durumda madde daha önemsiz bir konumda bulunuyor. Fakat bunu Venüs'ün fonksiyonunun bütün bedensel arzuları ve maddi çekicilikleri bir kenara atmak şeklinde düşünmemeliyiz. Bu sembolü alıcı, feminen, kendine doğru çeken olarak kabul edebiliriz. Venüs bir şeyi beğendiğinde, o şeyi gidip alan Mars'tır.
Biyoloji ve tıpta Venüs sembolü, feminen'in sembolüdür.
Bu sembolün tanrıça Venüs'le ilişkilendirilen "kibir ve gösterişin aynası"nı temsil ettiği söylenmektedir. Ayna daire, aşağıdaki haç da aynanın sapıdır. Ayrıca Mısırlıların Ankh'ı olduğu iddia edilmektedir. [2]
Mars Sembolü
Mars sembolü (Unicode: ♂), Mars gezegeninin, Roma tanrısı Mars ve Yunan tanrısı Ares'in ve biyolojide erkek cinsiyetinin simgesidir. Simyadaysa demirin simgesi olup erkekliğin karşılığıdır. Sembol, tanrı Ares ve Mars'tan esinlenilerek ok ve kalkan şekillerinde yapılmıştır.[3]
Bu sembolde bir daireden 45o açıyla sağa doğru çıkan bir ok görüyoruz. Eskiden Mars'ın sembolü Venüs sembolünün tam tersiydi. Madde tin'in, sonsuzluğun (daire) üstünde duruyordu. Şimdiki sembolün grafik olarak Yunan savaş tanrısı Ares'in kalkanını ve mızrağını tariflediği söylenmektedir. Kendini ortaya koyan, maskülen Mars sembolünün ereksiyon halindeki erkek cinsel organını simgelediğini söylemek de olasıdır. Bu fallus simgesine eskiden yaygın biçimde doğada üretken gücün sembolü olarak tapılmaktaydı. Şimdi de tıpta ve biyolojide maskülen prensibi göstermek amacıyla kullanılmaktadır. Bu glif hem kadında hem erkekte bulunan ifadenin fiziksel ve duyusal fonksiyonunu sembolize etmektedir. Objektif ve bir hedefe doğru yönelmiştir. Enerji potansiyelini tanımlamaktadır.[4]
Kaynaklar
[1]htr.wikipedia.org/wiki/Venüs_sembolü
[2] astrolojidergisi.com/giris_venus.htm
[3] tr.wikipedia.org/wiki/Erkek_(insan)
[4] hermetizm.com/mars-sembolu-t-936.html



Uzaya Yansıyan Gizli Semboller (Nazca Çizgileri)
Hale Karaarslan 
Eğer uzaylılar varsa ve dünyamıza gelseler önce uzaya yansıtılan bu garip şekilleri görecek ve kültürümüz hakkında ilk bu şekillerle yorum yapacaklar. Şekillerde neler yok ki... Siyon Yıldızları, Gamalı Haçlar, tarlaya yazılan küfürler, ekin çemberleri ve daha neler neler... Dünya geçtiğimiz yıl aylar boyunca bu şekilleri izledi ve tartıştı. Görüntüler kimi internet yazılımlarının reklamını da yapıyor inceden inceye fakat olsun o kadar kusur kadı kızında da olur diyebilirsiniz.. Hatta bu görüntülerin içinden özel seçilip farklı kurgularla yayınlanan videolar da yok değil. Özellikle Siyon gözü ve Siyon yıldızı şekilleri ayıklanarak, Googleearth'ta Siyonist propaganda yapıldığının altını çizen videolar da var fakat biz size hepsini birden sunalım istedik...
Detaylı incelemek istediğiniz şeklin enlem ve boylamlarını alarak Google Earth üstünden inceleyebilirsiniz... İşte size aylarca tartışmaya yetecek malzemenin bir arada bulunduğu o görüntüler. Diyelim ki beğenmediniz yine kaybınız yok. Çünkü görüntülere eşlik eden müzik mutlaka sizi etkileyecek türden...



Nazca Çizgilerinin Sırrı 

Bilim dünyası Amerikalı arkeolog Paul Kosok tarafından resimleri çekildiğinden beri şu soruların cevaplarını arıyor: Bu dev şekilleri kimler, nasıl ve hangi amaçlarla çizmiş olabilir? Bu gizemli çizgilerin fonksiyonu ne olabilir?
Dünyanın belki de en büyük sanat eserleri arasında sayılabilecek ve aynı zamanda en zor görülebilen sanat eseri Nazca'daki desenlerdir. Fakat bu söylem, Peru'nun Nazca çizgileri için kullanılabilir. Erich von Daniken 1968’de kaleme aldığı "Tanrıların Arabaları" adlı araştırma kitabında, bu dev şekillerin uzaylı zekâsının ürünü olduğunu öne sürdü.
1926'nın eylül ayında, Prof. Julio C. Tello önderliğindeki bir arkeolog ekibi, Peru'nun güneyindeki bir çölün uzantısında yer alan Nazca Düzlüğündeki Cantallo'da kazı yaparken, ekipteki 2 üye o bölgedeki bir tepeye tırmandılar ve olağandışı şaşırtıcı bir keşifte bulundular. Nazca'daki çölün sanki dev bir cismin ya da varlığın yapabileceği büyüklükte çizimlerle dolu olduğunu gördüler. Çölde, binlerce düz, kıvrımlı çizgil, geometrik şekiller ve hayvan çizimleri vardı. Fakat bunlar o kadar büyüktü ki sadece yüksekten bakıldığında seçilebiliyordu. Bu desenlerin çöl bölgesinin içinden geçen Pan Amerikan Otoyolu yapılırken bile kimse farkına varmamıştı. Fakat 1930'larda, bu muhteşem çizimlerin üstünden uçan Peru Hava Kuvvetlerinin pilotlarının çektiği fotoğraflarla arkeologların keşfi doğrulandı.
İnsanlık bu geoglifleri, 1939’da Peru'nun başkenti Lima'nın 400 kilometre güneyindeki Nazca ovası üstünde gözlem uçuşu yapan Amerikalı arkeolog Paul Kosok'un ilk fotoğrafları çekmesi üzerine görmüş ve tanımış oldu. Soruyu araştıran bilim dünyasında, o günden bu yana çok değişik savlar ortaya atıldı. Bu çizgilerin, başlangıçta "Kristof Kolomb-öncesi Latin Amerika"da düzenlenen ilk olimpiyatların atletizm pistleri olduğu iddia edildi.
Astroloji dünyası da durmadı ve Maymun, kuş ve fok gibi hayvan şekillerinin dev bir yıldız falı olduğunu söylediler. Onlara göre, bu dev hayvan şekilleri, günümüz burçlarına benzer nitelikteydi. Birçok bilim insanı ise, bu çizgilerin nazca bölgesinde yaşayan uygarlığının yürüyüşü çok sevdiğini ve tesadüfü oluştuğunu söylemiştir, fakat bu tez de arkeologların araştırmalarınca çürütüldü.

Nazca Keşifçisi Maria Reiche
Nazca için ilk bilimsel açıklama, Alman matematikçi Maria Reiche'den geldi. 1946’da Nazca yakınlarındaki San Pablo kasabasına yerleşti ve yaşamını Nazca çizgilerinin sırrını bulmaya adadı. Bilimsel kariyerini geogliflerle yapmak isteyen Maria sayesinde Nazca'nın dev şekilleri,1983’te UNESCO tarafından "Dünya Mirası" kategorisinde koruma altına alındı. Maria Reiche, öncelikle bu çizgilerin nasıl çizildiği sorusuna bir açıklık getirdi. Ona göre, kumun daha koyu olan üst tabakası kazınmış ve böylece alttaki daha açık bir tabaka ortaya çıkarılmıştı. Ona göre, şekiller Güneş'in, Ay'ın ve kimi yıldızların pozisyonunu yansıtıyordu. Ve insanlara ne zaman ekinlerini ekmeleri, ne zaman tarlalarını sulamaları ve ne zaman ekini toplamaları gerektiğini anımsatıyordu. Ne var ki, daha kuşkulu bilim insanlarına göre bu sav, bir bakıma dev okları ve düz çizgi biçimindeki şekilleri açıklıyordu, fakat özellikle hayvan figürlerinden oluşan görüntüler konusunda yetersiz kalıyordu. Düz çizgiler de hemen bütün yönlere kaydırılmıştı. Daha sonra bilgisayar aracılığıyla yapılan hesaplar, şekiller ve çizgilerin sadece %20'sinin astronomik pozisyonlara uygun düştüğünü gösterdi. Maria Reiche'nin kuramı belki olayın bir yönünü aydınlatıyordu, fakat acaba tümünü aydınlatmaya yetiyor muydu? Bu tüm bilim insanlarının her zaman merak konusuydu.
Nazca'nın sırrını popülerleştiren ve belki de ilham yoluyla hissettiğini kitabında yazarak, okuyucularını bambaşka düşüncelere sevk eden isim, Alman "new age" yazarı, Erich von Daniken oldu. 1968’de kaleme aldığı "Tanrıların Arabaları" adlı araştırma kitabında, bu dev şekillerin uzaylı zekâsının ürünü olduğunu öne sürdü. Daniken'e göre, yamuk biçimindeki ana şekiller, basit bir biçimde uzay gemilerinin iniş pistleriydi. Ve uzaydan gelen ve gelişmiş bir teknolojiye sahip bu yabancılar, yerel halk tarafından "tanrılar" olarak kabul görmüşlerdi. İşte o nedenle, daha sonra bu gökyüzünden gelen tanrılarla iletişim kurmak için kumun üzerine, büyük çoğunluğu hayvan figürlerinden oluşan dev şekiller çizmişlerdi. Bu İzler, 1300 kilometre karelik bir alanı kapsamaktadır. Nazca ovasında toplam 26 çizim vardır. Bu izlerin bulunduğu yerden çıkarılan çanak çömlekler Milattan Önce 300 ve M.S. 540 yılları arasında yapıldığı düşünülmektedir.
Nazca'da yapılan kazılar ve araştırmalarda geogliflerin 12 kilometre kuzeybatı yönünde ortaya çıkarılan kazılarda (Cahuachi kazıları), çok sayıda eşya gün ışığına çıktı. Bu bölgede yapılan kazıları koordine eden İtalyan mimar ve arkeolog Guiseppe Orefici, ayrıca burada 24 kilo-metre kare genişliğinde dev bir nekropol ortaya çıkardı ve buraya tahminen 20000 ile 30000 kişi gömülmüştü. Ortaya çıkarılan çok sayıda mumya, süs eşyası, müzik aleti gibi eşyaların arasında bulunan 2 şey İtalyan arkeologun dikkatini çekmişti. Üstlerinde geogliflerdeki çizgilere benzer şekillerin bulunduğu seramik vazolar, çanak çömlekler çıkarıldı. Bu eşyaların üstünde de Nazca'daki yere çizilen desenlere benzer şekiller vardı. Ve bir o kadar önemli olan bir mezarda ortaya çıkarılan ölü töreni mantosuydu... Bu 2000 yıllık mantonun kenarlarına 500 tane küçük bebek işlenmişti. Bu bebeklerin bir kısmı müzik aletleri çalıyor, diğerleri de ellerini havaya açmış bir şekilde dans ediyorlardı. Her bebeğin yaptığı hareketi bir başkası izliyordu. Bebeklerin davranışları bir ölü gömme ritüelini çağrıştırıyordu. İşte bu noktadan hareket eden İtalyan arkeolog, Nazca geogliflerinin dinsel bir ritüeli simgelediği tezini geliştirdi.
Ayrıca bu eşyalar, karbon 14 testiyle M.Ö. 5. yüzyıldan M.S. 6. yüzyıla kadar tarihlendirilebiliyordu. Ve burada büyük bir uygarlık yaşamıştı. Bu uygarlık tam 1000 yıl boyunca varlığını sürdürmüştü. Bölgenin çöl topraklarını kendilerine yerleşim bölgesi olarak seçen bu topluluk, günümüzde "Nazcalılar" diye anılıyor.
Guiseppe Orefici'nin savına göre Nazcalılar, barışçıl, fakat koyu dindar bir topluluktu. Mumyaların arasında, bir tane bile düşman mumyasına rastlanmaması, onların savaşçı olmadığının somut bir göstergesiydi. Yazıyı, büyük bir olasılıkla tanımıyorlardı. Fakat, sanatta ve en önemlisi, geometri konusunda çok ileriydiler. Hem de, kenarları 110 metre uzunluğunda ve 20 metre yüksekliğinde piramitler inşâ edecek kadar ustaydılar.
Yapılan kazıların ortaya çıkardığı bir başka ilginç nokta ise, bulunan tüm eşyalarda ortak paydanın su olmasıydı. Kurak, hatta çöl denecek bir iklimde varlıklarını sürdüren Nazcalılar için su çok önemliydi. O nedenle, sarmal biçimde kuyular oluşturarak gelişmiş bir su iletişim ağı oluşturmuşlardı. Şebekeden, kimi civar köyler ve kasabalar bugün bile yararlanıyorlar. Bu noktadan hareket eden Guiseppe Orefici'ye göre, Nazcalılar'ın bütün dinsel ritüellerinin su ve bereket kavramları oluşturmuştu.
Ve bu savdan sonra Guiseppe Orefici geoglifleri 3 farklı kategoriye ayırdı. (sarmal şekiller, hayvan figürleri, dev düz çizgi ve oklar) kesin, fakat farklı dönemlere karşılık geliyordu. İlk olarak, Nazcalılar'ın, M.Ö. 500’lü yıllarda sarmal şekilli geoglifleri oluşturdukları düşünülüyor. Bunlar göreceli olarak değişiyordu. Daha büyük çizgilere, kuş, örümcek, fok, maymun gibi hayvan şekillerine geçiyorlardı. İtalyan arkeologa göre, bu hayvanlar Nazcalılar'ın tanrılarını simgeliyordu, tümü suyla yakından ilişkiliydi... Bu dönem, aynı zamanda Nazca uygarlığının altın çağları olarak gösterilebilirdi... İlk kentlerini, nekropollarını inşâ ediyorlar. M.S. 3. ve 4. yüzyılı kapsayan bu dönem, And Dağları'ndaki büyük fayın yol açtığı büyük bir deprem ile sona eriyordu. Doğal bir afet karşısında tanrılarına duydukları güveni yitiren Nazcalılar, kurdukları kentlerin üstünü kum ile örtüp göç etmeye hazırlanıyorlardı. İşte bu sırada, gidecekleri yönü gösteren ok ya da düz çizgi şeklindeki son dönem geogliflerini çizmiş olabilecekleri düşünülüyor. Çünkü onlar, artık hayvan figürleri biçimindeki tanrılarını terk etmiş bulunuyorlar. Fakat, yeni göçtükleri topraklarda da onları mutlu bir son beklemiyor. Öce, 6. yüzyılda Huariler tarafından özümseniyorlar. 1000’lü yıllarda, Huariler'i yıkan Chinchas'ların egemenliği altına giriyorlar. Son olarak da İnkaların içinde eriyip tarihin içindeki muhteşem yerlerini alıyorlar.
Peki ama, büyük çoğunluğu sadece uçaktan görülebilen bu dev şekilleri Nazcalılar nasıl çizmiş olabilirler? Guiseppe Orefici bu konuyu fotoğrafçılıkta kullanılan "agrandisman" yöntemiyle açıklıyor. Ona göre, önce ana şeklin en küçük parçasının şeklini çizdiler ve daha sonra da, basit basamak hesaplarıyla daha büyüklere geçtiler. İtalyan arkeologun düşüncesi başka bir olayı daha açıklıyor: kimi geogliflerdeki temel hesaplama hatalarını...
İtalyan arkeolog, bu kuramını bir süre önce Perulu ilkokul öğrencileriyle gerçekleştirdiği bir deneyle kanıtladı. Öğrencilerle birlikte, direkler, ipler ve kimi temel geometri kurallarını kullanarak, bu dev şekillerden bir tanesinin benzerini yarım gün içinde gerçekleştirdi.
Fakat, İtalyan arkeolog Guiseppe Orefici'nin kuramında açıklanamayan noktalar var. Kazılarda ortaya çıkarılan eşyaların, özellikle de vazoların üstündeki şekillerle geoglifler arasında birebir bir ilişki görülmüyor. Örneğin yamuk, düz ok ve çizgi gibi kimi tipik geoglif şekillerine bu tür eşyaların üstünde hiç rastlanmıyor. Aynı topluluğun, toprakta farklı, günlük yaşam eşyaları üstünde farklı motifleri işlemiş olması kimi sorular yaratıyor. Öte yandan, bugün bilim insanlarının sık sık kullandığı tarihlendirme yöntemi olan "karbon 14 testi" kaya ve tahta için olumlu sonuçlar verirken, toprak konusunda kuşkular taşıyor!
Nazca uygarlığına bu çizimleri nasıl yapacakları bir şekilde öğretildi. Ayrıca insanın aklına ilk gelen soru şu oluyor; bir uygarlık ya da kabile neden sadece havadan görülebilecek bir şey yapsın? Yani en azından o zaman için yaşayan insanların görmeyeceği bir şeyi neden yapsın? Ayrıca bu çizimler insana hitap etse, bir halk, neden bu çizimleri yere yapsın? Pekala kayalara, taşlara duvarlara, mağaralara yapabilirlerdi. Bu çizimleri acaba Eric von Daniken'in de kitabında yazdığı gibi orada yaşayan halk uzaylılara mesaj göndermek için yapmış olabilir mi? Ki bu çizgilerin arasında havaalanı pisti de bulunmuştur.
Nazca çizgilerinin üstündeki sır, tam olarak kalkmış değil... Bu bilim dünyası için hala araştırma konusu, fakat insanı alıp o zamanlara götürüyor! Neler yaşanmış olabileceğini düşünmeye, hayal etmeye, fantastik bir macera kurgulamaya itiyor.

Türk Boylarının Tamgaları ve Sembolleri

BOYLARIN SEMBOLLERİ
Kınık kavmi: Cürre karcığay, yani çakırdoğanın erkeği (Farsça cürre = kuşların erkeği)
Kayı kavmi: Sungur (Reşidüddin'in listesinde şahin olarak geçer), yani şahinlerin en büyüğü olan akdoğan.
Bayındır kavmi: Laçin (Reşidüddin'in listesinde şahin olarak geçer), gezgin şahin.
Yuva kavmi: Tuygun, yani yaşlı erkek çakırdoğan. Prof. Bazin Özbekçedeki karşılığını bulmuştur: kari erkek karciyağ.
Salur kavmi: Bürgüt, yani kral kartal.
Afşar kavmi: Çure-Laçin, yani erkek
Begitli kavmi: Bahri, yani küçük balıkçıl kartal ya da balık-kartal.
Büdüz kavmi: İtalyu (tam olarak köpekleri alan anlamındadır), av için yetiştirilen dişi ya da kutsal doğan.
Bayat kavmi: Ükü, yani grandük.
Yazgır kavmi: Turumtay (Reşidüddin'inde çakır olarak geçer), yani bozdoğan.
Eymür kavmi: Adı bilinmeyen bu kuşa yani delicedoğan denebilir.
Karabölük kavmi: Küyenek sarı, yani küçük sarı kerkenez (küye'nin nek'le kısaltılmışı).
Akbölük kavmi: Küyenek, yani kerkenez.
Iğdır kavmi: Karcığay, yani çakırdoğan.
Yüregir kavmi: Biku, yani gecekuşu.
Tukirka kavmi: Kızıl karcığay, yani kızıl çakırdoğan.
Ulanyundluk kavmi: Yağalbay, yani gece çakırdoğanı.
Tüger kavmi: Küçügen, yani kuzuların büyük çakırdoğanı.
Becenek kavmi: Ala toğunak,yani haşarat yiyen boz saksağan.
Culavdar kavmi: Buğdaınık. Kononov'un bunu Humay olarak yorumlaması yanlıştır. Bu kuş da humay gibi Kırgız halkbiliminde yer alan efsanevî bir kuştur. Adı buğdaykuşu olduğu düşünülüyor.
Çepni kavmi: Humay. Farsçası hüma olan efsanevî bir kuştur. Bir önceki kuşta olduğu gibi yine bir hata yapılmıştır, fakat bu kez hatayı Ebulgazi yapmıştır. Efsanevi kuşların burada yeri yoktur. Gerçekte ongon'ları kumay, yani kar çakırdoğanıdır.
Carukluk kavmi: Sarı karcığay, yani sarı çakırdoğan.
Karkin kavmi: Sü büğürti, yani balıkçılkartal, akkuyruklu kartal.
Yaşar kavmi: Kirğu, yani atmaca [1]
Kaynaklar

[1] DİVAN-I LÜGATI TÜRK

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...