PKK Terör Örgütü-Phi Beta Kappa-Paflikyanlar (Paulicians)-Opus Dei Gizli Örgütü ve Vatikan-İnsan ve İlluminati-Gladio ve Ergenekon-Moon Tarikati- Molly Maguires-Masonluk ve Siyonizm-
1970'li yıllarda dünyada yükselen gençlik hareketlerinin Türkiye'ye yansıması nedeniyle ülkemizde birçok yasadışı terör örgütünü kurulmaya başlamıştır. PKK terör örgütünün temeli de bu dönem içerisinde atılmıştır.
1974'te "Ankara Yüksek Öğrenim Derneği" (AYÖD) isimli gençlik organizasyonu içerisinde faaliyet gösteren Abdullah Öcalan, Kesire Yıldırım, Haki Karaer, Cemil Bayık, Kemal Pir isimli kişiler Ankara'nın Tuzluçayır semtinde yaptıkları bir toplantıyla PKK'nın ilk temelini atmışlardır.
Örgüt kurucuları örgütün, her ne kadar o dönemin yaygın akımı Marksist-Leninist fikir çizgide olduğunu iddia ediyorlarsa da, PKK terör örgütü diğer yasadışı terörist örgütlerden çok farklı bir söyleme sahiptir. Yakın dönemde yaşanmış olan Vietnam, Angola, Kore, Cezayir, Mozambik ulusal mücadelelerinden ve KDP (Kürdistan demokratik Partisi)'nin Irak ve İran devletine karşı yaptığı mücadeleden büyük ölçüde etkilenerek yoğun bir tartışma, inceleme ve teorik faaliyet içerisine girmişlerdir. Bu tartışmalar sonucu, Kürtlerin Türklerden farklı bir halk olduğu ve Türk devletince siyâsal, ekonomik ve kültürel anlamda sömürüldüğüdür.
Sözde Kürdistan denilen bölgenin kürt parçası olduğunu ve en büyük parçanın da Kuzey Kürdistan olarak nitelendirilen Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgesi olduğu, amaçlarının da bu parçaları birleştirerek bağımsız birleşik Sosyalist Kürdistan kurmak olduğu. Hedeflerine ulaşmak için Güneydoğu ve Doğu Anadolu'ya gidip yöre halkına propaganda yaparak düşüncelerine inandırıp sözde Ulusal mücadele başlatmak gerektiği sonuçlarına varmışlardır.
Örgüt ilk faaliyet alanı olarak Diyarbakır, Şanlıurfa ve Gaziantep illerini hedef seçmiştir.
Özellikle bu şehirlerde yoğun faaliyette bulunmalarının nedenleri Diyarbakır'ın geçmişte birçok isyana merkez teşkil etmesi dolayısıyla isyancı bir geleneğe sahip olması, Şanlıurfa'da hâlen Feodal yapının kırılmaması, yoksul köylü halkıyla devlete yakın aşiret reislerinin arasında çelişkiler yaşanması, Gaziantep'i seçmelerinin nedeni de sanayinin gelişmesiyle yoksul İşçi sınıfının akın etmesi, örgütün bu gibi avantajları olan şehirlere yönelmesine sebep oluştur. Gaziantep alanına gönderilen Haki KARER bir süre faaliyet yürüttükten sonra yine kürt örgütlerden biri olan "Sterka Sor" (kızıl yıldız) tarafından öldürülmüştür. Bu olay grubu etkiler çünkü o güne kadar kadrolarından hiç kimse öldürülmemiştir. Grup bundan sonra daha sert ve daha dikkatli olmaya başlarmıştır; en önemlisi de bu olaydan sonra partileşme kararı alarak bunun çalışmalarına başlamasıdır. Örgüt gerekli parti tüzüğü ve programını bir kitapçık halinde çıkartarak partileşme çalışmalarını hızlandırmıştır.
27 kasım 1978'de Diyarbakır'ın Lice ilçesine bağlı Fis köyünde yapılan bir toplantıyla PKK (Kürdistan İşçi Partisi, Partiya Karkaren Kürdistan) ilan edilmiştir. Bu aynı zamanda PKK terör örgütünün 1.Kongre'si dir. PKK terör örgütü, parti ilanını duyurmak için Hilvan ve Siverek'deki Aşiret ağalarıyla sürdürdüğü çatışmaları daha fazla yoğunlaştırarak dikkatleri üzerinde toplamayı amaçlamıştır. Bu çalışmalar sonucu siyâsî yönden bazı kazanımlar elde etmişse de askeri yönden başarısızlığa uğramıştır. Çatışmalarda birçok militanını yanlış savaş taktikleri yüzünden kaybetmiştir. Bu durum terörist örgüt PKK içerisinde rahatsızlıklar meydana getirmiştir. Toparlanmak amacıyla Mardin tarafına çekilen militanlar daha çok verdikleri kayıpları kapatmak amacıyla Propagandaya ağırlık vererek, yeni kadrolar oluşturma yoluna girmişlerdir.
Phi Beta Kappa
Benazir Butto'nun Gizli Örgütü
Kabalacı bir Hukuk profesörü olan Adam Weishaupt, 1776'da Almanya'nın Münih kentinde, dünyanın en karanlık ve gizemli örgütü olarak bilinen İlluminati'yi kurarken aynı yıl Amerika'nın Harward Üniversitesi'nde de ilginç bir cemiyet doğuyordu. Adı "Phi Beta Kappa" idi. Phi, ezoterik (gizemli) örgütlerin en bilinen sembolüydü; Altın Oran! Beta ve Kappa ise Yunanca alfabesindeki 2. ve 9. harf.
Bugüne kadar hiç kimse, bunun anlamını çözemedi.
Phi Beta Kappa, Amerika'nın ilk gizli cemiyeti olarak tanındı. Zamanla garip ritüelleri olan bir «sır kardeşliği» olarak dikkatleri üzerinde çekti. Bütün gizemli örgütler gibi sadece üyelerin bildiği bir «gizlilik yeminleri» vardı.
1831'de Amerikan kamuoyunda, masonlara yönelik büyük bir tepki oluştu. Phi Beta Kappa cemiyeti de masonlukla suçlandı. Cemiyet, bu tepkiler üzerine 1831'de, «gizli yemini»kaldırdıklarını açıklamak zorunda kaldı.
Bundan 1 yıl sonra, 1832'de yine Amerikan tarihinin en tartışmalı diğer bir gizli örgütü, "Kurukafa ve Kemikler Cemiyeti" kuruldu. Bu yeni örgütün kurucuları, aynı zamanda Phi Beta Kappa üyesi olan William Huntington Russel ile Alphonso Taft'tı.
Phi Beta Kappa, kurulduğu günden itibaren, üye olabilmenin en zor olduğu cemiyetlerin başında geliyor. Asil ve zengin bir aileden gelmek ilk şartlardan biri.
Cemiyet'in internet sitesinde yer alan bilgilere göre; 2009 yılı üyelik başvuruları, 2006'da sona ermiş. Sadece başvuru formu bile 2000$. Başvurunuz dikkate alınırsa, sınava giriyorsunuz. Sınava giriş bedeliyse 10000$. Bu rakamları ödeseniz bile, üye olabileceğiniz anlamına gelmiyor. Son kararı cemiyet yönetimi veriyor.
Üyeleri de en az Phi Beta Kappa kadar ünlü oldu.
Amerikan Başkanları Theodor Rooswelt, Woodrow Willson, Jimy Carter, hâlen Amerikan Başkanı olan George W. Bush, Phi Beta Kappa üyesiydi. Telefonu bulan Graham Bell, ünlü fizikçi İsaac Newton da öyle. Sonra ünlü stratejist Henry Kissinger, dünyanın en zengin isimlerinden Nelson Rockfeller.. Başkan Adayı Hilary Clinton, Dışişleri Bakanı Condolezza Rice.. Hepsi Phi Beta Kappa üyesiydi.
Phi Beta Kappa'nın en ünlü üyelerinden biri, geçtiğimiz günlerde dünyayı sarsan büyük bir suikaste kurban gitti. 1973'te Cemiyet'in üyeliğine layık görülmüştü. 1988'de ise bir İslam ülkesinde Başbakanlığa kadar yükselen ilk kadın oldu. O, Benazir Butto'ydu!
Paflikyanlar (Paulicians)
Ermeni Kilisesi
Ermenistan'da Hıristiyan inancı, 2. ve 3. yüzyıllarda hızla ilerlemiş ve 3. yüzyılın sonlarında (287'de) ya da 4. yüzyılın başında (301'de), Hıristiyanlık resmi din olarak Ermeni ulusunca kabul edilmişti. Hıristiyan inancına bağlı akımlar, Kuzey-Batı yönünden «Helen Tipi» ve Güney-Batı yönünden «Suriye Tipi» biçimlerinde Ermenistan'a girip tüm 4. yüz yıl süresince yanyana var olmuşlardı. Ayrıca pagan inançlar da Hıristiyanlığın kabul edilmesinden çok sonralarına kadar etkisini sürdürmeyi başarmıştı. Öteden beri süregelen Zerdüştçü ve Mazdeist kurum ve gelenekler de bir anda sökülüp atılamamıştı.
Hıristiyanlığın tüm kültürel, sosyal ve politik gerekleriyle birden kabul edilmesinden sonra, Ermenilerin Batı'ya yönelmeleri kaçınılmaz olmuştu. Hıristiyan inancının korunması için eski inançlar zamanla Batılı bir yaklaşıma dönüştürülmüştü. Bu düzeni sürdürmek için Ermenistan'ın güçlü Hıristiyan komşuları sık sık Ermeni Kilisesinin yaşam alanına müdahale etmişler, dogmatik çekişmelerde çeşitli gerekçelerle kendileri için elverişli olan çözümleri sağlamak için baskı uygulamışlardı.
Bu gelişmelere rağmen, Ermeniler arasında artan Hıristiyan etki dalgasını dengelemek üzere politik ve dinsel akımlar ortaya çıkmıştı. Bir akım, pagan inançlarının yeniden canlanması için harekete geçerken, bir diğeri, Hıristiyanlığı denetimi altına almak isteyerek, Hıristiyan inançlarının en koyu bir biçimde savunmasını yüklenmişti.
Ermeni Kilisesinin başlangıç tarihi, çok sayıda dinsel akımla birlikte, ruhban sınıfı karşıtı çekişmeler ve aralarındaki ilişkilerin belirlenmesi çok zor olan tarikatler karmaşasını içerir. Bu tarikatlerin eğilimleri ya Hıristiyanlığın ahlâk öğretisini aşan, çarpıtan ve bu öğretiye karşı duran, ya da kilise uygulamalarından daha fazla bir tutuculuğu içeren aşırılıklara yönelmekteydi. Maniciler, Messalianlar, Montanistler, Tondraklar, Borboritler ve Paflikyanlar gibi çeşitli tarikatler Ermenistan'da verimli bir ortam bulmuşlardı.
Helenizm ve Gnosis
Hıristiyanlık, Kudüs'ün İ.S. 70'te yıkılmasından sonra kendini Yahudi etki alanından kurtarmış olarak, ancak çevresindeki Helenizmin inanç ve düşünceleriyle çelişki içinde bulmuştu. Bu yeni olgu, Hıristiyan inancını bozabilecek tehditler içeriyordu. İlk yılların Hıristiyan Kilisesinin ilk girişimi, kendini Helenizm ruhuna kolayca teslim etmemek için çabalamak oldu. Hıristiyanlık, Yahudi kalıbında kalsaydı yayılamayacaktı. Kolaylıkla Helen kültürünü benimsemiş olsaydı, yine günümüzdeki durumundan çok farklı bir konumda olacaktı. Gerçekleşen gelişim, erken Hıristiyan inancıyla Helenizm arasında beliren bir sentezdir.
Helen dünyasında oldukça yaygın olan Gnostisizm, İ.S. 80 ile 150 yılları arasında Hıristiyanlığın gizemci uygulamaları için kullanılmış bir ad olup, aslında Hıristiyan Kilisesinin en korkulacak rakibi durumundaydı. Gnostik akımın yandaşları, Kilise'nin basit inancını hiçe sayan gizli bir bilginin (Gnosis) sahibi oldukları savıyla ortalıktaydılar. Yeni-Platonculuk'tan, Helenleşmiş Zerdüşt inancından ve Yahudilik'ten aktarılmış sistematik bir öğreti durumuna ulaşan Gnostisizm, bir tür kozmolojik yaklaşım ortaya koymuştu. Bu yaklaşım, tinsel unsurların maddenin tutsaklığından zamanla kurtulması görüşünü içeriyordu. Bu düşünce, Basilides ve Valentinus'un kurduğu Gnostik gruplarda, İsa'nın insan biçiminde belirmesini reddetmeye kadar vardırılmıştı.
Gnostisizm, Ermeni tarikatleri üzerinde de önemli bir etkiye sahip olmuştu. Örneğin Messalianlar, Gnostisizmin etkisinde kalmış bir dilenci tarikatiydi. Önerdikleri köktenci inanç biçimi, dünyadan tümüyle koparak, insanın kurtuluşu sorunun çözümleneceği yolundaydı. Messalianizm, tam anlamıyla bu dünyaya ait her türlü çalışma ve etkinlik biçimlerinin inkarına dayanan bir dinsel akımdı.
Paflikyanlar
Manicilikten türemiş düalist sapkın bir Ermeni tarikatıdır Paflikyanlar. Paflikyan (Pavlikyan, Bavlikyan) ya da «Paulician» adının kökeni karanlıktır. Gibbon, bu adın «Aziz Pavlus'un öğrencileri» anlamına geldiğini belirtir. Paflikyanların bu havari için besledikleri özel ilgi ve tüm Paflikyan önderlerinin Aziz Pavlus'ün öğrencilerinden birinin adını almaları bu görüşü desteklemektedir. Ancak, Paflikyanların düşmanları tarafından kullanılan biçimiyle «Paulikianoi» adı oldukça ilginçtir ve bu terimin «Samsat'lı Pavlus'un izleyicileri» anlamına geldiği ileri sürülmüştür. Oysa Samsat'lı Pavlus'un öğretisiyle Paflikyanların hiçbir bağlantısı yoktur. Photius'un aktardıklarına göre ise, Samsatlı Kallinice adlı Manici bir kadın Pavlus ve Yohan adlı iki oğlunu bu öğretiyi yaymak üzere Ermenistan'a göndermiştir ve Paflikyanların adı işte bu Pavlus'den gelmektedir. Ancak, bunun sadece bir öykü olduğu ve bu kişilerin gerçekten var olmadıkları tarihçiler tarafından ileri sürülmüştür. Konunun uzmanlarından Ter-Mkrttschian, Paulician adının Ermenice'de «küçük Pavlus'un izleyicileri» anlamına geldiğini belirtmekte, ancak bu küçük Pavlus'un kim olduğu konusuna bir açıklık getirememektedir. Paflikyan adı ilk kez, 719'da Ermeni Kilisesinin Duin Sinod'unda kullanılmış ve bu Sinod'da«hiç kimse Paflikyan denilen kötü sapkınların evini ziyaret etmeyecek» biçiminde bir kural konulmuştur.
Paflikyanların Tarihi
Kendi adını Silvanus olarak değiştiren Mananali'li Constantine, Colonia yakınlarındaki Kibossa'da ilk Paflikyan topluluğunu bir araya getiren kişidir. Öğretisini yaymaya 657'de başlamıştır. Kendisi kitap yazmadığı gibi, tüm öğrencilerinin sadece İncil'i esas almalarını istemiştir. Constantine'den sonra Paflikyanların önderliğini Symeon-Titus üstlenmiştir. Aslında Bizans tarafından Paflikyanları yok etme göreviyle gönderilen Symeon, Constantine'i 684'te öldürdükten sonra inancını değiştirmiş ve Paflikyanlara katılmıştır. Ne var ki, 690 yılında Symeon-Titus da, Bizans görevlileri tarafından öldürülmüştür. Bundan sonra ciddi bir bocalama dönemi geçiren tarikat, 715'te Pavlus adlı bir kişinin önderliğinde Phanaroea yakınlarındaki Episparis'te yeniden toparlanmıştır. Akımın adının bu Pavlus'tan kaynaklandığı da ileri sürülmektedir. Pavlus ölünce iki oğlu, Gegnesius-Timothy ile Theodore, önderlik için kavgaya tutuşmuşlar ve Gegnesius, 717'de İstanbul'a giderek imparator 3. Leo ve patrik 1.Germanius'u kendisinin bir ortodoks olduğuna inandırmış, bir imparatorluk birliğiyle Mananali'ye geri dönerek Theodore'u yenilgiye uğratmıştır. Paflikyanların başına geçen Gegnesius bir süre sonra ölmüş, bu kez de onun iki oğlu, Zachary ve Joseph-Epaphroditius arasında kavga çıkmıştır. Kısa zaman sonra Zachary ve izleyenleri Müslüman orduları tarafından yok edilince, tüm Paflikyanlar yine Joseph'in önderliğinde birleşmişlerdir.
Joseph, tüm Anadolu'da Paflikyan toplulukları oluşturmayı başarmıştır. Ne var ki, Joseph'ten sonra başa geçen Vahan zamanında tarikat hem sayıca ve hem de etki olarak gerilemiştir. Bu dönemde ortaya çıkan Sergius-Tychius adlı bir kişi, Vahan'dan ayrılarak, Paflikyan tarikatını güçlendirmek ve reforme etmek için harekete geçmiştir. Paflikyanlar, «Vahanitler» ve «Sergitler» olmak üzere ikiye bölünmüştür. Sergitler, kısa süre içinde başarılı olmuşlar ve rakiplerini neredeyse tümüyle ortadan kaldırmışlardır. Bu dönemde Paflikyanlar, Bizans İmparatorluğu'nun bazen baskısı, bazen de koruması altında kalmaktaydılar. 4. Constantine ve 2. Justinian, Paflikyanlara şiddetli bir baskı uygulamıştı. 3. Leo ve onu izleyen «İkona Kırıcı» (Iconoclast) imparatorlar ise, genellikle Paflikyanlara sempati beslemişlerdir. 1. Nicephorus, Paflikyanları Phrygia ve Lycaonia yörelerinde asker olarak kullanmak istemiştir. 1. Michael, yeniden Paflikyanlara karşı şiddet uygulamasına başlamış, özellikle V. Leo, kendisinin de bir Paflikyan olduğu iddialarını yalanlamak amacıyla, müthiş bir Paflikyan avına çıkmıştır. Bu dönemde birçok Paflikyan, Bizans'tan kaçarak Müslümanlara sığınmıştır. Sergius 835'te öldürülmüştür. İmparatoriçe Theodora zamanında da baskı sürmüş, Karbeas yönetiminde isyan eden Paflikyanlar kitle halinde Müslüman topraklarına göç etmişlerdir.
Artık Bizans'ın kanlı düşmanı durumuna gelen Paflikyanlar, Müslümanlar tarafından desteklenmişlerdir. Tephrike'de (Divriği) bir kale kuran Paflikyanlar, sürekli olarak Bizans topraklarını yağmalamışlar, giderek etkilerini arttırarak politik bir güç durumuna yükselmişlerdir. İmparator 1. Basil zamanında, Paflikyan ordusu Anadolu'yu boydan boya geçerek Efes'e kadar gelmiş, İzmit'i işgal ederek neredeyse İstanbul'un karşı kıyılarına kadar ulaşmıştır. Ancak sonunda yenilgiden kurtulamamışlar ve 871'de Tephrike kalesi yerle bir edilmiştir. Bu durum tarikatın askeri gücünü yok etmiştir. Paflikyanlar Anadolu'nun çeşitli yörelerine dağılmışlardır. V. Constantine ve 1. Johannes, Paflikyanları kitleler halinde Trakya'ya, özellikle Filibe kenti ve çevresine göçe zorlamışlar ve Slavlara karşı askeri güç olarak kullanmışlardır. Dokuzuncu ve Onuncu yüz yıllar süresince Bizans yönetimi ve Kilisesi, Anadolu ve Trakya'daki Paflikyanlarla uğraşmış, onları Ortodoks inancına çekebilmek için sürekli çaba harcanmıştır.
Ermenistan'da Paflikyan hareketi, dokuzuncu yüz yılda Smbat adlı bir kişinin kurduğu «Tondrak» tarikatı biçiminde varlığını sürdürmüştür. Trakya'da ise zamanla yok olmuşlardır. Alexius Comnenus tarafından 1081'de Ortodoksluğa dönmeye ikna edildikleri ileri sürülmüştür. Onuncu yüz yıldan sonra, tarih sahnesinden çekilmişlerdir. Ancak, öğretilerinin izleri birçok yerde görülmüştür. Bulgaristan'daki Bogomil tarikatı Paflikyanların devamıdır. Bogomiller, Ortaçağ boyunca Batı'ya doğru öğretilerini yaymışlar, Katharlar (Albililer) ve diğer Manici akımları etkilemişlerdir. Ermenistan'da da Paflikyanlardan türeyen benzer tarikatlerin günümüze kadar varlıklarını sürdürdükleri kabul edilmektedir.
Yüz yıllar sonra, 1717'de Lady Mary Wortley Montagu, İstanbul'a gelirken Filibe'de durakladığında, aynen şunları yazıyor: "Filibe'de kendilerine Paulin adını veren bir tarikat buldum. Bunlar eski bir kiliseyi göstererek Aziz Pavlus'un burada vaaz verdiğini söylüyorlar. Pavlus, bunların en makbul azizleridir..."
Paflikyanların Öğretisi
Paflikyan öğretisinin temel görüşü, maddi dünyayı yaratan ve yöneten Tanrıyla tapılması gereken, ruhları yaratan göklerin Tanrısı arasındaki ayrımdır. Paflikyanlara göre tüm maddi varlıklar kötüdür. Bu yaklaşım Paflikyanların, Manicilikten etkilenen akımlardan biri olarak kabul edilmeleri gerektiğini ortaya koyar. Ancak, Paflikyan öğretisinde güçlü bir «Marcionist» etki de vardır. Eski Ahit'i kabul etmezler, İsa'nın yeniden doğacağına inanmazlar; Paflikyanlara göre İsa Tanrı'nın dünyaya gönderdiği bir melektir ve gerçek annesi göklerdeki Kudüs'tür; İsa'nın tüm eseri yaydığı öğretisidir; İsa'ya inanmak insanı son yargıdan kurtarır; gerçek vaftiz İsa'nın sözlerini duymakla olur. Paflikyanlar haça değer vermezler, yalnızca İncil'in bir kısmına inanırlar; İsa'yı reddettiği için Aziz Petrus'un mektuplarını dikkate almazlar; yalnızca Luka İncili ve Pavlus'un mektuplarına değer verirler. Tüm resim ve heykellere karşıdırlar. Maddi dünyaya ait herşeyin sadece simgesel bir değeri vardır. Bu bakımdan, Paflikyanlar Kiliseyi de, Kilisenin geleneklerini, dogmalarını, kurumlarını, ruhban sınıfını da reddemişlerdi. Onlara göre, herkes kutsal metinleri okuyup yorumlama hakkına sahiptir.
Paflikyanlar kendilerini kabul ettirmek için çok şiddetli bir misyoner etkinliği göstermişlerdi. Ayrıca korku duyulan savaşçılar olup, bu nitelik kuşkusuz bulundukları bölgenin coğrafyasından kaynaklanıyordu. Çünkü Paflikyanlar, dinleri ve uygarlıkları ayıran bir sınır üzerinde yer alıyorlardı. Akımın bu militan görünümü, toplumsal alanda da radikal bir ideolojiyle koşuttu. Yeryüzünde tüm tinsel yetkeyi reddetikleri için, dünyasal iktidar ve politik hakların varlık nedenini de inkar ediyorlardı. Böylece, dinsel düzeydeki eşitlikçiliğe, toplumsal düzeyde de bir eşitlikçi anarşizm eklenmekteydi.
Paflikyanlara göre, tüm Kilise hiyerarşisi kötüdür, aynı biçimde tüm ayinler ve kutsal eşyalar da reddedilmelidir. Örgütlenmelerinde en önde gelen kişiler, tarikatın farklı yörelerdeki kurucularıdır. Bu kurucu azizler, genellikle adlarını Aziz Pavlus'un öğrencilerinden alırlar ve onların yeniden dünyaya gelmiş ruhlarını taşıdıklarını ileri sürerler. Azizlerden sonra, bir konsil oluşturan «synechdemoi» (yoldaşlar) ile toplantılarda düzeni sağlayan «notarioi» gelir. Toplantılarını kiliselerde değil, «proseuchai»nde (dua evleri) yaparlar. Baskı altındayken inançlarını saklamanın ve hatta reddetmenin doğru olduğuna inanırlar. Bu yüzden de, dışardan Kiliseye bağlı bir görünüm sunarken, gizlice Paflikyan inançlarını sürdürebilmişlerdir. Ülküleri, tüm ırk ayrımlarını giderecek olan inananların tinsel birliğine ulaşmaktır. Düşmanları Paflikyanları sürekli ahlâksızlıkla suçlamışlardır. Hatta dua evlerinde bile ahlâksız davranışlarda bulundukları ileri sürülmüştür. Kendilerinin «Hıristiyan» adından başka bir adla çağırılmalarından hiç hoşlanmazlar. Harnack'a göre Paflikyanlar, «Katolik ve Ortodoks Hıristiyanlığı reddeden, hiyerarşi karşıtı düalist Puritanlardır».
Gibbon'dan beri Paflikyanlar, ilk ve saf Hıristiyanlığı sürdürmeye çalışan, düşmanları tarafından baskı ve acı altında yaşamak zorunda bıraktırılmış, İncil'e bağlı iyi insanlar olarak kabul edilmektedirler. Conybeare, Paflikyanları Adopsiyonistler'in devamı olarak nitelendirir. Adeney ise Paflikyanları «Protestanlıktan önceki Protestanlar» olarak değerlendirir.
Opus Dei Gizli Örgütü ve Vatikan
Papa 2. Jean Paul'ün ardından Vatikan'da yeni papa seçimi 18 Nisan'da başlayacak. Fakat tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de 'Derin Vatikan'ın masonik örgütü 'Opus Dei' ile ilgili tartışmalar başladı. Türkiye'nin en etkili haftalık haber ve aktüalite dergisi Tempo, son sayısında Vatikan'daki son gelişmeleri ve Opus Dei örgütünü mercek altına aldı. Vatikan uzmanı Doç. Dr. Ali Murat Yel, Tempo'nun sorularını yanıtladı.
Papalık seçiminde Vatikan'daki grupların çatışması etkili olur mu?
- Grupların sayısını kesin olarak söylemek biraz zor. Çünkü o kadar farklı Katolik grupları var ki. Bundan 20-30 yıl önce sorsaydınız Cizvitler ne derse o olur derdim. Çünkü Cizvitler, Katolik Kilisesi'nin elitleri olarak ele alınır. Hatta Cizvitlerin en baştaki isimleri eskiden 'siyah papa' olarak anılırdı. Fakat bugün öyle bariz bir şekilde bir grubun üstünlüğü olduğunu söylememiz çok zor.
Ölen Papa'ya Opus Dei örgütünün ciddi desteği olmamış mıydı? Şimdi nasıl olur?
- Öyle söylentiler var. Bunların hiçbirisi doğrulanamaz. Vatikan asla böyle bir açıklama yapmayacaktır.
Opus Dei'nin önemi nedir peki?
- Gizli bir örgüt, yapılanması farklı, masonik bir tarafı var. Ciddi bir finansal gücü var. Dan Brown'un 'Da Vinci Şifresi'nde yer alan bilgilerin %95'inin gerçek olduğunu düşünüyorum. Opus Dei, şu anda Katolik Kilisesi'nde oldukça etkin durumda. Muhafazakârlığıyla ve üst düzeydeki yöneticileriyle etkin durumda. Opus Dei'nin etkin olmasının en büyük sebebi de, iş âleminde etkin üyelerinin olması. Çok zengin bir tarikat. Fakat Papa seçiminde, bu kadar etkili olabileceklerini sanmıyorum.
Neden?
- Çünkü kardinallerin çoğunluğu Opus Dei'den değil.
Opus Dei'nin karıştığı skandallar var.
- Opus Dei hakkında konuşmak çok da doğru olmasa gerek. Tehlikeli bir durum. Duyabilirler, bizim aleyhimize çalışıyor denebilir. O yüzden Opus Dei'ye çok girmeyelim. Sadece genel hatlarını çizelim.
Opus Dei tehlikeli mi?
- Bütün örgütler için geçerlidir bu. Kendi çıkarları için böyledir.
Finansal gücü büyük mü?
- Tabii. Özellikle İspanya'da.
Vatikan'ın ve Opus Dei'nin parasal gücünü tahmin edebilir misiniz?
- Yok, hayır.
trilyon $ gibi olabilir mi?
- Kesinlikle evet. Hiç kimse bugüne kadar tahmin yapmadı. Dünyanın en zengin devleti, sermaye gücü.
Opus Dei'nin Türkiye'de bağlantıları var mı?
- Bildiğim kadarıyla yok. Opus Dei, Türkiye'de çok etkin değil. Fakat Cizvitler etkinler. Türkiye'deki Fransız okulları Cizvit okullarıdır. Çünkü Osmanlılar Cizvitlere çalışma imkânı tanımışlardı.
ÖRGÜT ÜYELERİ 'ÇİLE' ÇEKİYOR
Opus Dei, 2 Ekim 1928'de Kutsanmış Josemaria Escriva tarafından Madrid'de kuruldu. Günümüzde dünyanın çeşitli ülkelerinden yaklaşık 80000 kişi bu piskoposluğa üye. Escriva, 26 Haziran 1975'te öldü. Yerine yıllardır yanında bulunan Dr. Diez Sollano geçti.
Opus Dei'ye katılan üyelerden günlük olarak bazı şiddete yönelik uygulamalar da istenir. Opus Dei numerary'lerinin çile uygulamalarından bazıları şöyle:
a. Cilice: Kilisenin bayram ve pazar günleri hariç her gün iki saat boyunca bacakların üst kısmına dikenli bir zincir bağlanır. Opus Dei üyeleri bu uygulamayı enderen itiraf ederler. Bu çile insanın etinde deliklere yol açar ve bu sebeple Opus Dei üyeleri diğerlerinin yanında mayo giymezler.
b. Disiplin: Makrameye benzeyen bir kırbaç ile kalçalara ve sırta vurulur. Normalde haftada birgün yapılan bu çile, eğer üst yetkililerden izin alınabilirse daha sık yapılabilir.
c. Soğuk Duş: Numerary'lerin çoğu her gün soğuk duş alırlar.[1]
Kaynaklar
[1] Tempo Dergisi.
Opus Dei Tarikatı
İrem Ertürk
Opus Dei tarikatı Katolik kilisesi içindeki en gizemli ve en tartışmalı güçtür. Dan Brown'un Da Vinci Şifresi kitabını okuyanlarınız Opus Dei'yi, müridinin radikal tavırlarıyla öne çıkan bir dinî kurumsallaşma olarak hatırlayacaklardır. Kitapta Opus Dei aynı zamanda sağ kanat politik gündemini belirleyen bir güç olarak da verilmişti ki, bu da birçok kesimi oturduğu koltuklarında rahatsız etmeye yetmişti.
Opus Dei hakkında çok fazla konuşulan, fakat günümüz dinsel toplulukları içinde hakkında en az şey bilinen örgüttür. Gerçekten de CNN televizyonu için Vatikan analizleri yapan, BBC için Opus Dei belgeseli hazırlayan ve araştırmacı kimliğiyle Opus Dei'nin içine sızmayı başarmış isimlerden biri olan John Allen, kitabında tarikatın kuruluşundan günümüze kadar olan gelişimini, yapısını ve işleyişini geniş bir yelpazede gözler önüne sermiş.
Yazı boyunca, tarikatlar ve günümüzde yaşanmakta olan din gerçeğinin, toplumsal hayatta nasıl karşımıza çıktığını sorgulama fırsatı bulacağız, ve bizler farkına varmadan bu gerçeğin toplumları nasıl bir kaosa sürüklediğini hep birlikte irdeleyeceğiz. Bu noktada Opus Dei'nin, gerek yapısıyla gerek kanıtlanmış gerçeklikleri ve sayısal verileriyle üzerinden tartışabileceğimiz doğru bir örnek olacağı kanaatindeyim. Şimdi gelin Opus Dei'yi hep birlikte tanıyalım:
Opus Dei, 2 Ekim 1928 de Madrid'te sıradan bir papaz olan Jose Maria Escriva de Balaguery Albas tarafından kurulmuştur. İlk başlarda örgüt, idealist fikirlerle kurulmuş olduğu söylense de, iş ideolojiyi hayata geçirmeye geldiğinde tablo biraz karışmıştır. Escriva tarafından oluşturulan Opus Dei'nin temel fikri, sıradan bir işin kutsallığıdır. Opus Dei latince kelime anlamı olarak da zaten 'Tanrı'nın işi» demektir. İnanca göre kişinin Tanrı ya yakın olması ulaşması için illâki rahip olması gerekmemektedir. Kişi hukuk mühendislik ya da tıpla uğraşırken Tanrı'ya ulaşabileceği gibi, yaptığı işe Hıristiyanlık ruhunu getirirse çöp toplarken ya da postayı teslim ederken de tanrıya ulaşabilir. Bu görüşleri ve Tanrı'nın göreve çağrısının yolunu paylaşan, aynı vücudun parçaları olmak görünüşü 1940'ların dinî yapısına göre fazla yenilikçiydi. Opus Dei bırakın Katolik olmayı, Hıristiyan bile olmayan ortakları kuruluşa kabul etmek için 1950 yılında Katolik Kilisesinden izin alabilen ilk kuruluştu.Bu yüzden Escriva zamanın dinî otoriteleri tarafından sapkınlıkla suçlanmıştı. Escriva sonrasında kurum kilise etkisine çok fazla karşı koyamamış görünüyor, çünkü kurum günümüzde Katolik kilisesine paralel görüşler sergiliyor ki çağlar boyu alengirli yollarla dinî ve siyaseti avucunun içinde tutmayı başarmış Kilise için başka türlüsü düşünülemezdi.
Örgüt dışardan bakıldığında dinî ideolojilerin dayanışma içinde hayata aktarıldığı bir topluluk olarak gözükmektedir. Seküler dünyada Opus Dei, Kafatası ve Kemikler ya da Masonlar gibi seçkin ve gizli bir topluluğa benzemiştir denilmektedir.
ImageKurumun gündeminde vergi, terörle savaş ya da sağlık hizmetlerinin nasıl geliştirilmesi gerekir, gibi ana konular yoktur, genel olarak homoseksüellik ve kürtajın yasaklanması gibi konularla uğraşmaktadır. Burdan açıkça anlaşılacağı üzere kurum günümüzde Vatikan'la beraber düşünme ve gündem belirleme yetisine sahiptir ki zaten Papa 2. Jean Paul'ün de içinde bulunduğu Escriva hayranları, «bir aziz olmanın» her Hıristiyanın kaderi olduğuna ve birgün 2. Vatikan konseyi tarafından ilan edilecek «kutsallığa evrensel çağrı» nın gerçekleşeceğine inanırlar, yani diğer bir deyişle, birgün tüm dünyanın Hıristiyan olacağına inanırlar.
Opus Dei tarikatı üyelerinin uyması gereken kurallar yanında bir de her gün yapması gereken ibadetler vardır. Bunların içinde kalçalarına «cilice» denen çivili bir zinciri günde iki saat sıkıca bağlamalarını kapsayan uygulama da yer alıyor. Bu işlemi İsa'nın çilesini anlamak için gerçekleştirdiklerini belirtiyorlar. Çile tüm Opus Dei üyelerinin günlük rûhânî programlarının bir parçasıdır. Opus Dei' nin %30 unu oluşturan evlenmeme ahdi yapan üyeler her gün cilice ve okunan dualarla kendilerini kırbaçlama görevini yapmak zorundadırlar. Fakat evli kadın üyeler için farklı basit günlük çileler verilmiştir. Kadınlar sadece erkeği memnun etme ve çocuk bakma gibi hizmet görevleriyle yükümlü tutulurlar, evli erkeklerse evin geçimini sağlama ve tamirat işlerinden sorumludur. Sosyal anlamda aşırı muhafazakar bir yapıları vardır. Tüm bu bilgiler ışığında, John Allen' ın belirttiği gibi, Opus Dei' nin bir kökten dinci fabrikası olduğunu söylemek yerindedir.
Tüm bu görünen yüzünün yanında, Opus Dei'den ayrılan üyelerin görüşleri Opus Dei'nin sunduğu imajdan çok farklı bir tabloyu gözler önüne sermiştir. John Allen, ayrılan üyelerle yaptığı görüşmeler sonucu yansıtılandan çok farklı gerçeklere ulaşmış. Üyeler herşeyden önce dış dünyayla ilişkilerinin tamamen azaltıldığı, Opus Dei ve diğer otoritelere karşı mutlak bir boyun eğmeye zorlandıklarını belirtmişler. Ayrılanların çoğu Opus Dei' yi «Dini suistimal etmekle» ve birçok alanda insanlık haklarını ihlal ettiği için eleştirmekte. Onbinlerce mutlu Opus Dei üyesi bu iddiaları çürütmeye çalışırken, diğer bir kesim kurumu, kontrol ve gücü elinde tutan bir insan icadı olarak tanımlıyor.
Araştırmalar onu gösteriyor ki pek de haksız değiller. Tarikat dünya siyasetini tıpkı bir ahtapot gibi sarmakta. İngiltere Milli Eğitim Bakanı, Polonya hükümetinde görev yapan 3 bakan, Perulu 2 bakan, Amerika Anayasa Mahkemesi 'nin 2 yargıcı, Amerikan Kongresi 'nin onlarca üyesi, eski FBI Başkanı Louis Freeh ve Fox televizyonunun yorumcusu Robert Novak; Opus Dei müridi olduğunu gizlemiyor. Amerika'da kürtaj, eşcinsel evlilikleri ve kök hücre çalışmaları konusunda yönetimin muhafazakar tutum göstermesinin ardında Opus Dei' nin yattığı vurgulanıyor. Dünyanın en saygın meslek gruplarından birçoğu bu tarikata üye gözüküyor, işadamları, doktorlar, gazeteciler, yazarlar, avukatlar, mimarlar vb.
Bu noktada ilk akla gelen soru şu: Böylesine radikal fikirlerle yaygınlaşmış, dünya siyasetini böylesine sarmış bir örgütün başı kim, bu insanları kim yönlendiriyor ? Opus Dei tarikatının belirgin bir liderinden bahsedemeyiz ama satır aralarını okumayı bilenler bunu çıkarmakta pek zorlanmayacaklardır.
Opus Dei üyelerine göre Papa'nın kimliği, Kilise'nin de, Papalık Makamı'nın da üstündedir. Papa, Tanrı-Krallığı'nın kutsal önderidir. Böylesine yüce bir mertebeye erişebilen kişi de elbette Olağanüstü bir kişidir. Bu yüzden de Opus Dei, böylesine olağanüstü bir kişi tarafından temsil edilen Vatikan Devleti'ni yüceltir ve Kilise'yi ikinci planda görür. Dip not düşmek gerekirse, şu anki Papa geçtiğimiz sene, Papa 2. Jean Paul un ölümünün ardından San Pietro Meydanı'nda düzenlenen bir törenle resmen Katolik Kilisesi'nin başına geçen Papa 16. Benediktus'dur. Papa'nın kimliğinin Opus Dei tarikatı için bu kadar önemli olduğu düşünülürse, « Papa 16. Benediktus' u yakından tanımakta fayda var.
ImagePapa 16. Benediktus, Alman adıyla Joseph Alois Ratzinger, kadın haklarına, kürtaja, homoseksüelliğe, diğer dinlere ve hatta Avrupa birliğinin genişleme sürecinde Türklere sert tepkisiyle Vatikan'ın ün yapmış isimlerinden biri, Papa II Jean Paul'ün de 20 yıllık danışmanıydı. Almanlar da dahil olmak üzere birçok katolik kesim, daha evrensel değerlere sahip anlayışlı Papa adayları varken Ratzinger'in seçilmesine bir anlam veremediğini açıkça belirtmekte.. Ratzinger, namı diğer Papa 16. Benediktus, Papa seçilmesinin öncesinde İslam karşıtı görüşleriyle ve hoşgörüden uzak açıklamalarıyla da seceresi kabarık bir isim.Dolayısıyla da Yahudilerin de içinde bulunduğu birçok din adamının zaman zaman sert eleştirilerine hedef olmuş bir isim.. 14 yaşındayken Hitler'in gençlik koluna üye olmasını ve Nazi ordusuna hizmet etmiş olmasını o zamanki dışsal faktörlerin bir zorlaması olarak belirtse de, Ratzinger kendi ülkesi Almanya'da bile ırkçı olarak tanınmaktan ve tepki toplamaktan kurtulamamış. Tüm bu gerçekler ışığında, bilinmeyen sebeplerle yine de Katolik kilisesinin başına gelebilmiş ve Papa 16. Benediktus olabilmiş. Kanımca bu seçim, Vatikan kimliğini açıkça gözler önüne seren ve dünya politikasındaki yerini ve duruşunu, amacını açıkça belirten bir göstergedir.
Neanderthal İnsan ve İlluminati
Dr. Noel Huntley-Çeviri; Saffet Güler
[Ana referans : Voyagers II, new edition, by Ashayana Deane.]
Bilimin, eğitimin ve medyanın arkasındaki otoriteler, insanın Neandertal'den tekamül ettiğine bizi ikna etmek için sürekli olarak gayret ediyorlar. İroni şu ki, gerçekte biz bu ilkel formdan tekamül etmemiş olmamıza rağmen, herhangi biri gezegenimizde çalışan/işleyen İlluminati'nin Neandertal'den tekamül ettiğini söyleyebilir!
Guardian'ın materyaline göre, eğer M.Ö. 150, 000 yıllarına geri dönersek, Anunnaki (Nibiru gezegeninden-12nci gezegenimiz) altın çıkarmak için köle ırk olarak Neandertal insanı yarattı. Onlar insanları kullanmaya niyetliydiler, ancak insanların çok zeki olduklarına karar verdiler. Anunnaki beyaz toz halindeki altının, bozulan DNA'ları üzerinde pozitif rejeneratif etkileri olduğunu keşfetti. Hatta bunu kendi atmosferlerine koydular. Ancak, en sonunda bunun uzun vadede DNA'larında ve bilinçliliklerinde daha büyük bozulma yaratmakta ciddi yan etkileri olduğunu keşfettiler. Bugün bireylerin bu beyaz tozu keşfetmiş olduğuna ve onun rejeneratif güçlerine inandıklarına dikkat edin.
Neandertal insan Anunnaki ve maymun genlerini içeren bir genom'a sahipti; ayrıca birkaç diğer küçük türler. Guardian (Koruyucu) ET'lerin, DNA'ların ıslah edilmesi için iyiliksever bir hibritleştirme (melezleştirme) araştırma programı vardı ve kendi taraflarından ayrılan düşmüş ET'lerin bazıları bu bioregenesis (bio- yeniden oluşum) programını istiyordu. Guardianlar Neandertal insanı kullanmaya karar verdiler, çünkü Neandertal insan zaten uyuşabilir genlere sahipti. Onlar, Guardianlar, Neandertalleri geliştirdiler, bunlar sonradan Lulcus, Luhari ya da Cro-Magnon-1 olarak biliniyordu. Sonra daha ileri gelişerek E-Luhli-Levi Cro-Magnon-2 ve daha da ileri gelişerek, birçok insan genlerini içeren ve şimdi insanlardan ayırt edilmesi olanaksız olan yeni bir beden formuna sahip homosapienler-1 oldu. Bioregenesis (Bio-yeniden-oluşum) bu düşmüş ET'lerin bu bedenlere enkarne olmalarına, DNA ipliklerini birleştirmelerine izin vermeye olanak sağladı ve deneyim ve yapıcı/olumlu yaşama vasıtası ile, onların mutasyona uğramış ve ters kodlanmış DNA'larını ıslah etti/iyileştirdi. İnsan-tipi bedenlerdeki bu insan-olmayan ruhlar Anu-Melchizedek Leviathan'lar olarak adlandırıldılar.
Ne yazık ki, asi, istilacı ET'ler bu fırsatı kendi dünyaya-hükmetme programlarını ilerletmek için gasp ettiler. Onlar bu bedenlerin/DNA'ların uyuşabilir genler içerdiğini ve Dünya üzerinde fiziksel olarak işlem görmek için enkarnasyonlar için kullanılabileceğini ve dünya işlerini daha direkt olarak kontrol edebileceklerini anladılar. Sonuç olarak sayısız Anunnaki, Drakonian'lar ve uyuşabilir hibridler bu insan bedenlerine doğdular, ama yetersiz duygusal yapı, merhamet eksikliğiyle ilgili olarak, fakat büyük zihinsel yetenekleri ile, insanlardan çok farklı bir bilinçlilikle bedenlendiler. Adlandırıldıkları gibi, aile soyları Atlantis'ten günümüze dek genişleyen bu Leviathan'lar İlluminati'yi oluşturdu. M.Ö. 10, 000 civarında Leviathan'ların sayısı önemli miktardaydı - DNA'nın restorasyonu ve gezegensel yeniden hizalanma misyonunda olanlardan sayıca daha fazlaydı. Leviathan'lar, hem direnme grubu hem de bioregenesis grubu, kendi dünya dışı daha iyi durumlarından (avantajlı mevkilerinden) düşmüş olan kişiler, kukla üstatlar tarafından çok kolayca yönlendirildiler. Böylece İlluminati, onların kim olduklarını ya da kendilerine sadece bilmeye gereksinim duydukları bilginin verildiğini bilmiyor. Bundan başka, ET ırklarının rekabet eden grupları/hizipleri olması gibi, bunlar İlluminati'nin aynı (karşılık gelen) gruplarıdır. İronik olarak, insanların Neandertal'den tekamül etmediğini, İlluminati'nin Neandertal'den tekamül ettiğini söyleyebiliriz. Ancak, buradaki önemli nokta bedenlere giren ruhların doğasıdır ve İlluminati'nin durumunda bu ruhlar insan-olmayan düşmüş ET ruhlarıdır. Dünya üzerinde, iki başlıca rakip, Anunnaki ve Drakonian'lar tarafından tesis edilen birçok aşılama network sistemleri (etkili/yürürlükte olarak yeraltında) vardır. Bir çok İlluminati'nin, insan ırkının köleleştirilmesinin istilacıların son gündemi olduğunu düşünmelerine rağmen, durum hiç de bu değildir. Anunnaki, ilk fırsatta, İç Dünyaya patlatma/tahrip ile portallar açmak için Dünya'da skalar-puls güç santralleri kurmaya niyet ediyor. Bu sadece gezegensel sistemin yönetimini ele geçirmeye değil, son hedefe, onların yüz milyonlarca yıldır planlamakta oldukları, zaman matrisinin (evrenin bir kesimi/bölümü) tam asimilasyonuna (sindirilmesine) doğru büyük bir adım olurdu. İçsel Dünya portalları zaman matrisimizin yüksek boyutlarına gider (açılır) ve onların yetersiz frekans modellerinden dolayı bu portallar boyunca fazla uzağa gidemezlerse bile, onlar hizalanmaları tersine çevirerek ve değiştirerek düşük seviyeleri korumak için gelen yüksek enerji kaynaklarını yine de önlemiş olurlardı, böylelikle Anunnaki en azından daha düşük boyutları sindirebilirdi. Onların yavaş karadelik bozulmalarını/çürümelerini durduracak olan basitçe gıdadır (enerji). Yükseliş ve portal erişimi için gezegensel ve yıldızlara ait hizalanma sadece her 26, 556 yıllık gezegensel zaman döngüsünde, daha düşük ve daha yüksek boyutlar geçici olarak birleştiğinde, gerçekleşir, bu hizalanma 2012-2017 ye kadar şimdi gerçekleşmektedir.[1]
Bugünlerde, hükümetlerde, bilimde, dinde ve eğitimde, istilacı ET'lerin kontrolü altında çalışan birçok İlluminati Anu-Melchizedek Leviathan'lar vardır. Ayrıca astral etiketlenmenin (aşıların) bir şeyden kuşkulanmayan kurbanları olan ya da psikotronik zihin kontrolüne hedef olan ve bilinçlilik/DNA süzülmesiyle uzlaşan (uyuşan) genelde iyi insanlar vardır. Mümkün olan yerlerde, insanın bazı obsesif (saplantılı) dinî dogmalara ya da Tanrı fikirlerine ya da inanç sistemlerine ve bilim ve siyaset vs ile ilgili motivasyonlara itildiği -gözde' kontrol dogmaları istismar edildi; başka bir deyişle, insanlar -kutsal olmayan- roller oynaması için kandırıldı.
Atlantis zamanında, ilgili kontrolcü ET'ler tarafından motive edilen farklı hizipler Dünya üzerinde değişik jeografik bölgelerin sahipliğini ele geçirdiler ve Dünyanın ızgara sistemine gömülmüş sivri uçlu çubuklar yerleştirdiler. Bunlar foto-sonik pulslar aracılığıyla dünyanın kabuğunun derinliklerine sokulan kristalin metallerden tohum aşılamalardır. Sivri uçlu çubuklar alıcı ve yayın yapıcı olarak işlev yapar. Bu, ızgara çivilenmesi olarak bilinir ve toplumu köleleştirmek için bir aşılama networkü (ağı) yaratmanın bir yöntemidir. Sivri uçlu çubuklar aktive edildiğinde, onlar Bermuda Üçgeninde büyük ana phoenix kurt yeniğine uzanan (giden); ayrıca Nibiru'ya, Wormwood'u (gezegen X) kontrol eden Anunnaki gezegenine uzanan çok sayıda mini-kurt yeniklerini yaratır. Gezegenimiz, elektromanyetik koridorları, portal sistemleri, önemli bir evrensel yıldız kapısı ve 6 değişik boyutsal kapılar içeren Amenti'nin Küresi (Cennetin İnci Kapıları) ve bir frekans değiştirme portalı olan Amenti'nin Asasıyla kalbura çevrilmiştir.
Yaklaşık M.Ö. 10, 000'den beri, hükümet binaları ve tapınak yerleri sivri uçlu çubukların üzerinde inşâ edilmiştir. Toplum, binlerce yıldır ET'ler tarafından kontrol edilen bu İlluminati Leviathan ailesi soyu tarafından işlendi /yetiştirildi.
Drakonian'lar aynı bölgede, Bermuda Üçgenindeki Kendi Falcon kurtyeniğiyle Phoenix kurtyeniğini -kopyaladı'. Sık sık Anunnaki Falcon'u kapadı (bloke etti) ve sonra Drakonian'lar onu uçurdu-sürekli savaşlar vardı. Bu kurtyenikleri, bu rekabet eden ET'lerin aşılama arabirim sistemlerinin parçasını oluşturdu ve ızgara sivri uçlu çubukları ve hatta HAARP hükümeti gibi diğer destek sistemleriyle birleşmesi için dizayn edildi.
Bu büyük aşılama network sistemleri, yükseliş döngüsü yıldızsal aktivasyonlar tarafından destek almaya gereksinim duyar, ancak onlar yeterli küresel örtülebilen sahayla sürekli bir bağlantı sistemine ihtiyaç duyuyorlar ve aktive edilmeleri gerekiyor. 1943'teki Philadelphia Deneyi, Falcon'u aktive ederek kendi arabirim sistemlerini tamamlamak için Zeta-Drakonian'lar tarafından tesis edildi. 1983'te Zeta'lar daha ileri bir deney için İlluminati'yi tekrar kontrol/idare ettiler ve Falcon'u, Necromiton networkuna bağladılar.
2000'de Phantom Matriks Anunnaki, Drakonianlar ve Necromitonlar bir birlik oluşturdular : UIR (Birleşik İstilacı Direnişi). İki kurtyeniği tüm gezegeni Phantom Matriksine çekecek yeterli gücü yaratacak son network'u artırmak için harmanlanacaktı. -Büyük' Anunnaki ve Drakonianlarin ayrı Wesa matrisinden geldiğine dikkat edin (Wesedak (Anunnaki); Wesedrak (Drakonian'lar). Bu -karanlık lordlar' inanılmaz -Canavar' teknoloji yarattılar.
Phoenix-Falcon -harmanı- deneyi, -- başlıca İndigolar ve yıldızsal yükseliş aktivasyonları vasıtasıyla --, 12-kod puls'un kritik bir kitlesini yaratan (yani, bir D12 akımı) gezegensel bilinçlilik nedeniyle çalışmadı; Guardianların 12-boyutsal akım olarak söz ettikleri, Kaynak ya da İlahi mavikopyayla tamamen hizaya geçmiş olan akım. UIR teknolojisi ve bilinçliliği D12'de işleyemez-onların DNA'ları, sadece 10 ve 11 ipliğe (boyutlara) gider ve herhangi bir durumda aslında ters kodlamada işler.
Anu-Melchizedeklerin çoğu, onların istilacılara karşı olmalarına neden olabilecek olan DNA'larında yükseliş-periyodu spontane değişiklikleri gerçekleşmeden önce istilacı ET'ler tarafından motivasyona -uyandırılmalıydı'. Zamana karşı bir yarış var. Bu ET'lerin daha ileri güçlü bir aletleri, saldırıya/incinmeye açık olan, auralarındaki kırmızı bir çizgi tanınan Anunnaki -Magenta (kırmızı)' ırkını yaratmak için kendi DNA'larını paylaşarak onların DNA'larını ıslah etmelerinde Nefilime (Anunnaki-insan hibridleri/melezleri) yardım etmeyi kabul eden İndigo tip 3'leri programlamaktır.
Montauk-Phoenix kurtyeniği ızgara-çivileme networku, 2001 de aktivasyon için uygundu. Bu, normalde, skalar sonik pulslar aracılığıyla başarılır. Bu sub-sonik pulsların tehlikeli bir yayılması olduğu bilinir. Sonuç olarak, ikiz kuleler ve Pentagon gibi başlıca sivri uçlu çubuklar üzerine kurulu olan önemli binaların çökmesi bekleniyordu. Bununla birlikte binaları yıkmak büyük planın parçasıydı ve terörist örtüsü, daha büyük ihtilafı/savaşı, kitlesel psikolojik korkuyu ve özellikle Anti-Terörizm Koalisyonu ile aynı tarafta olsun olmasın ülkeleri birbirine düşürerek başka bir savaşı harekete geçirmek amacına hizmet etmesi için düzenlendi. Bu sub-sonik skalar pulslar şunlar tarafından yaratılır :
1. Birbiriyle özel açılarla birleşmiş kalibre edilmiş elektromanyetik dalgalar,
2. Bunları, mionlar (protonlara karşılık gelen ve protonların temelini oluşturan 4 boyutlu parçacık) yaratan, özel bir elektrik yükü ile kıvılcımlandırmak
3. Mionlarin sonraki subspace sonik pulslarını hedefe yönlendirmek (bu ışından İncil'de borazan olarak söz edilir); ve
4. Rezonans kuvvetlendirilmeden önce hedefe bindirme ve form-kilitlenmesi, maddeyi küle çevirir.[2]
Neanderthal Man and Illuminati (English)
The authorities behind science, education and the media endeavor relentlessly to convince us that the human has evolved from the Neanderthal. The irony is that although we, 'in fact, did not evolve from this primitive form, one might say that the Illuminati running our planet did!
According to the Guardian's material, if we go back to around 150, 000 years BC, the Anunnaki (from planet Nibiru-our twelfth planet) created Neanderthal man as a slave race for mining gold. They intended to use humans but decided they were too intelligent. The Anunnaki discovered that gold, 'in its white powder form, has positive regenerative effects on their deteriorating DNA. They even put it'in their atmosphere. However, they ultimately discovered its serious long-term side effects'in creating greater distortion'in the DNA and their consciousness. Note that today individuals have discovered this white powder and are convinced of its regenerative powers.
Neanderthal man had a genome consisting of Anunnaki and ape genes; also a few other minor species. The Guardian ETs had a benevolent hybridization research programme for the rehabilitation of DNAs, and some of the fallen ETs who had defected to their side were requesting this bioregenesis programme. The Guardians decided to utilize Neanderthal man since it already possessed compatible genes.
They, the Guardians, upgraded the Neanderthal, known then as Lulcus, to Luhari or Cro-Magnon-1. Then further to E-Luhli-Levi Cro-Magnon-2 and further to homo-sapiens-1, containing many human genes and now a body form indistinguishable from humans. Bioregenesis involved permitting these fallen ETs to incarnate into these bodies, combining DNA strands and through experience and constructive living, rehabilitate their mutated and reverse-coded DNA. These non-human souls'in human-type bodies were called the Anu-Melchizedek Leviathans.
Unfortunately the rebellious, invader ETs seized this opportunity to further their world-domination programme They realized that these bodies/DNAs contained compatible genes and could be used for incarnations to thus operate physically on Earth and control world affairs more directly. As a result, countless Anunnaki, Drakonians, and hybrids who were compatible were born into these human bodies, but with a far different consciousness from humans regarding their deficient emotional structure, absence of compassion, but great mental abilities.
These Leviathans, as they were called, with their family lines extending from the Atlantis period to the present day, formed the Illuminati. By around 10, 000 BC the number of Leviathans were considerable-outnumbering those on mission for planetary realignment and restoration of the DNA. The Leviathans, both the resistance group and the bioregenesis group, were easily directed by their puppet masters, the fallen ones, from their extraterrestrial vantage point.
Thus the Illuminati don't necessarily know who they are or that they are given information only on a need-to-know basis. Moreover just as there are competing factions of ET races, there are corresponding factions of the Illuminati. Ironically, we could say that although humans didn't evolve from Neanderthal man the Illuminati did. However, the important point here is the nature of the souls that enter the bodies, and'in the case of the Illuminati these would be non-human fallen ET souls.
Many implant network systems (effectively underground) are present on Earth, set up mainly by the two principal competitors, the Anunnaki and the Drakonians. Although many Illuminati might think that enslavement of the human race is the final agenda of the invaders, this is not remotely the case. The Anunnaki, at the first opportunity, intend to install scalar-pulse power plants'in Earth to blast open the portals to Inner Earth. This would be a major step towards a take-over of not only the planetary system but the final goal, the complete assimilation of the time matrix (a sector of the universe), which they have been planning for hundreds of millions of years.
The Inner Earth portals lead to higher dimensions of our time matrix, and even if they can't get far through these portal systems due to their deficient frequency patterns they would nevertheless prevent higher sources of energy entering to protect the lower levels by altering and reversing alignments, thus enabling them at least to assimilate the lower dimensions. It is simply food (energy) to them to stop their slow black hole decay. The planetary and stellar alignments for ascension and portal access only occur every planetary time cycle, 26, 556 years, occurring now until 2012 to 2017 when lower and upper dimensions temporarily merge.
Currently, there are many Illuminati Anu-Melchizedek Leviathans under invader ET control running governments, science, religion and education. There are also good people'in general who are unsuspecting victims of astral tagging (implants) or targetted with psychotronic mind control, and compromised by consciousness/DNA infiltration. Where possible 'pet' control dogmas are exploited'in which the human is pushing some obsessive religious dogma or ideas of God, or belief systems and motivations related to science and politics, etc; 'in other words, humans tricked into playing 'unholy' roles.
During Atlantis, different factions, motivated by corresponding controlling ETs, attained possession of different geographical territories on Earth and installed spikes that are embedded'in the Earth's grid system. These are seed implants of crystalline metals inserted deep into the crust by means of photo-sonic pulses. The spikes act as receivers and broadcasters. This is known as grid spiking and is one method of creating an implant network for enslaving the society. When the spikes are activated they create a myriad of mini-wormholes which run to the large main phoenix wormhole'in the Bermuda Triangle; also to Nibiru, the Anunnaki planet controlling Wormwood (planet X). Note that our planet is riddled with electromagnetic corridors, portal systems, a principal universal star gate, and the Sphere of Amenti (Pearly Gates of Heaven), containing 6 different dimensional portals, and the Staff of Amenti, a frequency conversion portal.
Since around 10, 000 BC, government buildings and places of worship have been built over the spikes. Society has been cultivated by these ET-controlled Illuminati Leviathan family lines for thousands of years.
The Drakonians 'copied' the Phoenix wormhole with their Falcon wormhole'in the same area, Bermuda Triangle. Frequently the Anunnaki would cap (block) the Falcon, and then the Draks would blow it off-there was continuous warring. These wormholes formed part of the implant interface systems of these rivaling ETs and were designed to be merged with other support systems such as the grid spikes and even the government HAARP.
These large implant network systems need to be boosted by the ascension cycle stella activations, but they need a continuous linkage system with sufficient küresel coverage, and have to be activated. The Philadelphia experiment'in 1943 was set up by the Zeta-Draks to complete their interface system by activating the Falcon. In 1983 the Zetas again controlled the Illuminati for a further experiment and linked the Falcon to the Necromiton network.
In 2000 the Phantom Matrix Anunnaki, Draks and Necromitons formed an alliance: the UIR (United Invader Resistance). The two wormholes were to be blended to augment the final network, creating sufficient power to pull the whole planet into the Phantom Matrix. Note that the 'big' Anunnaki and Draks come from the separate Wesa matrix (consisting of Wesedak (Anunnak), and Wesedrak (Drakonians)). These 'dark lords' created the incredible 'Beast' technology-see cosmic map article.
The Phoenix-Falcon 'blend' experiment didn't work due to planetary consciousness-through Indigos mainly and stellar ascension activations-creating a critical mass of the 12-code pulse, that is, a D12 current; what the Guardians refer to as a 12-dimensional current fully aligned with the Source or Divine blueprint. The UIR technology and consciousness can't work at D12-their DNAs only go to 10 and 11 strands (dimensions), and'in any case are essentially operating on reverse coding.
Many of the Anu-Melchizedeks have to be 'awakened' into motivation by the invader ETs before the ascension-period spontaneous changes'in their DNA occur, which could cause them to turn against the invaders. There is a race against time. A further powerful tool of these ETs is the programming of Indigos type 3-who are vulnerable, having agreed to aid the Nephilim (Anunnaki-human hybrids)'in rehabilitating their DNA (by sharing it)-to create the Anunnaki 'Magenta' race; recognizable by a red streak'in the aura.
The Montauk-Phoenix wormhole grid-spiking network became due for activation'in 2001. This is normally accomplished by means of scalar sonic pulses. These sub-sonic pulses are known to have a dangerous spread. As a result, prominent buildings, such as the twin towers and the Pentagon which had primary spike sites under them would be expected to collapse. Nevertheless to destroy the buildings was all part of the greater plan and the cover of terrorists was set up to serve the purpose of stirring up further conflict, mass psychological fear, and another war, 'in particular, pitting countries against one another regarding whether they sided or not with the Anti-Terrorism Coalition. These sub-sonic scalar pulses are created by:
1. combining calibrated electromagnetic waves at specific angles to one another
2. sparking these with a special electrical charge, creating mions (the 4D particle corresponding and underlying protons)
3. directing the subsequent subspace sonic pulses of mions to the target (this beam is the trumpet referred to'in the Bible)
4. entrainment on the target and form-locked before resonance is amplified, turning matter into ashes
[Main reference: Voyagers II, new edition, by Ashayana Deane.] [3]
NATO'nun Gizli Orduları: Gladio ve Ergenekon
Aziz Üstel, Star Gazetesi
İtalya'da 3 Ağustos 1990'da, dönemin Başbakanı Giulio Andreotti, şifre adı Gladio (Kılıç sözcüğünün Latincesi) olan bir gizli ordunun varlığını açıkladı.
Başbakan'ın, İtalya Senato Alt Komisyonunda yaptığı açıklamalar İtalyan toplumunu kökünden sarstı... Andreotti, bu gizli Gladio Ordusu'nun Savunma Bakanlığı içinde, Askerî İstihbarat Kuruluşu SMSI'nın şemsiyesi altında görev yaptığını söyledi.
Askerî İstihbarat Kuruluşu SMSI'nın eski Başkanı, General Vito Micelli, Andreotti'nin bu sırları açıklamasına inanamadığını söyledi:
'Ben, bu olağanüstü gizli örgütün varlığını açıklamamak için hapis yattım. Andreotti ne yaptı? Tuttu bütün bu sırları Parlamentoya anlattı!
İtalyan İstihbarat Örgütünce 1959'da hazırlanan bir belgeye göre, 'gizli orduların' bir başka deyişle 'geride kalanlar birliği(The Stay Behind Group)'nin 2 amacı vardı:
1. Sovyet işgali sonrası ülkede direnişi örgütleyip başlatmak.
2. 'Acil durumlarda' ülke içinde operasyonlar düzenlemek!
Acil durumu, İtalyan İstihbarat Örgütü, her geçen gün gücü artan İtalyan Komünist ve Sosyalist Partilerle mücadele olarak algıladı. Bu gizli ordu, teröristlere silah, bomba verdi... Suçu İtalyan soluna yükledi. Bu cinayetleri işleyenleri de polisten kaçırdı, onları korudu...
Vincenzo Vinciguerra, sağcı terörist, Andreotti'nin herşeyi Parlamentoya açıklamasını sağlayan Yargıç Felice Casson'a, şöyle ifade vermişti:
'Sivillere saldırmak zorundasınız... Halka.... çoluk, çocuk, kadın, erkek ayırımı yapmadan. Nedeni çok basit. Halk, bombalar patlayıp silahlar atıldıkça, devlete dönecek... Kurtar bizi, diyecek. Daha geniş güvenlik önlemleri al!' İtalyan Senatosu, 2000 yılında sonlandırdığı soruşturmada, şöyle bir açıklama yapmıştı:' Suikastlar, bombalamalar, askeri darbeler, İtalyan devlet yapısının içinde yuvalanmış kişilerce gerçekleştirildi. Bunların Amerika İstihbarat Birimleriyle iç içe çalıştıklarıysa ortaya çıkarılmıştır.'
Şu ana kadar sadece İtalyan, İsviçre ve Belçika Parlamentolarında, bu 'ulusal gizli orduların' ortaya çıkarılması amacıyla soruşturma komisyonları kuruldu ve aylar hatta yıllar süren araştırmalardan sonra, bu soruşturmaların raporları halka açıklandı. Ancak 'NATO'nun Gizli Orduları, Almanya, Fransa İspanya, Portekiz, Hollanda, Lüksembourg, Belçika, Danimarka, Norveç, İtalya, Yunanistan ve Türkiye'de de kuruldu.' Bunların eş güdümünü (koordinasyonunu), adına Müttefik Gizli Komite (Allied Clandestine Committee-ACC), Gizli Planlama Komitesi (Clandestine Planning Committee CPC) denen kuruluşlar yürüttü. Ve bu 'gizli ordulara şifre adları' verildi. Danimarka'da Absalon, İsviçre'de P26, Norveç'te ROC, Belçika'da SDRA8... Kimi ülkelerde bu örgütler hiçbir zaman eyleme geçmezken, kimi ülkelerde terörün kaynağını oluşturdu, iktidarları değiştirdi.
'Türkiye'de Kontr-Gerilla, hem iç terör hem işkence olaylarını yürüttü. Yunanistan'da LOK (Koyun Postu), Sosyalistlerin iktidara gelmesine engel olmak için 1967 askeri darbesini gerçekleştirdi. İspanya'da, Faşist Diktatör Franko'ya destek verirken gizli ordu, Almanya'da 1980 Münih terör olaylarını hem tasarladı hem uyguladı.'
Avrupa Parlamentosu, sorunla ilgili karar tasarısında şunları söylemek zorunda kaldı: 'Avrupa Topluluğuna üye birçok ülkede gizli, paralel istihbarat ve silahlı eylem örgütlerinin 40 yıldır var olduğu Avrupa hükümetleri tarafından ortaya çıkarılmıştır. Dahası, kırk yıldır bu örgütlerin demokratik denetimden kurtulduğu ve Amerika gizli servislerince yönetildiği anlaşılmıştır...'
Zamanında adına kontgerilla ya da özel savaş dairesi denen, bugünse Ergenekon olarak bilinen bu örgütün, Türk demokrasisinin var olabilmesi için açığa çıkarılması gereğini herkesin anlaması ve kabul etmesi gerek. Bu işin Tayyip Erdoğan'la, Ahmet'le, Mehmet'le ilgisi falan yok.. Bu iş çok ciddidir... Ta ellili yıllardan bu yana, Türkiye'de faili meçhul cinayetlerin, bombaların, sözde sağ-sol çatışmalarının artık aydınlanması gerekmiyor mu? Gerekmiyorsa, bunu açık açık söyleyin, biz de lay lay loma devam edelim!! [1][2]
Kaynaklar
[1] Center for Security Studies-Zurich; NATO's Secret Armies, yazan Dr Danielle Ganser, Centre de recherche sur la mondialisation.
[2] tarihonline.org/2008/07/natonun-gizli-ordular-gladio-ve.html
Moon Tarikati
Amerika Medya organlarında, 'Rahip Sun Myung Moon'un Birleştirme Kilisesi, Amerika'da sarsıntı geçiriyor olsa da, özellikle başkent Washington ve çevresinde yayılan şirketleriyle giderek kuvvetleniyor' yorumu yapıldı. Yapılan belirlemelere göre, Moon Hareketi, bu bölgede 300.000.000$dan (58 trilyon lira) fazla ticari, politik ve kültürel faaliyeti kontrolü altında bulunduruyor.
Washington Times Gazetesi'nin de sahibi olan Moon hareketinin mal varlıkları bununla da kalmıyor. Japonya'da bilgisayar, Alaska'da deniz mahsulleri, Kore'de silah fabrikaları, Amerika'nın Conneticut Eyaleti'nde bir üniversitesi, Manhattan'da bir kayıt stüdyosu ve turizm şirketi, Teksas'ta hara, Kaliforniya'da ise golf tesisleri var.
Washington Post Gazetesi'nde, Birleştirme Kilisesiyle ilgili yayınlanan dizi yazısının bir bölümünde de, şöyle deniliyor:
'Moon, kendisine inananların Kilise'ye akıttığı paranın bir bölümünün, kültür, eğitim ve dinî yatırımlara gittiğini söylüyor. Ancak bazı eski kilise mensuplarına göre Birleştirme Hareketi'nin kaynaklarının büyük bölümü politik etkinlik kazanmak amacıyla kullanılıyor.'
Moon, rüyasında gördüğü İsa Mesih'ten emir almış
6 Ocak 1920: Sun Myung Moon, Kuzeybatı Kore'de dünyaya geldi.
1935 Yortu Pazarı: 15 yaşındaki Moon, Kore'nin şimdi Kuzey Kore olan bölümünde bir dağda dua ederken, kendi iddiasına göre İsa Mesih'i gördü. İsa, Moon'dan misyonunu tamamlamasını ve dünyada Tanrı'nın egemenliğini sağlamasını istedi.
1945: 25 yaşına gelen Moon, Kore'deki Hıristiyan gruplara görüşlerini aktarmaya başladı ama büyük bir tepkiyle karşılaştı ve tutuklandı.
1945-1971: Moon'un Kore'deki yaşamı tutuklamalar, evlenmeler ve boşanmalarla geçti. Bu arada müritleri de arttı.
1971: Moon, Amerika'ya gelerek yerleşti.
1975: Japonya'da Sekai Nippo Gazetesi'ni yayınlamaya başladı.
1976: Moon, bir yandan kilisesini ve müritlerini yaygınlaştırırken, bir yandan da Amerika'yı şeytanların işgal ettiği ve kendisinin ülkeyi kurtarmak üzere Tanrı tarafından gönderildiği propagandasını yaymaya başladı.
1982: Vergi kaçırmaktan 18 ay hapse mahkûm oldu.
1985: 13 ay hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı.
1985'ten beri: Moon, Kore'de, öteki ülkelerde ve Amerika'da iş alanlarını giderek genişletirken, her yıl binlerce kişiyi evlendirme törenleri düzenliyor. Bu törenler sırasında 'Dünya Barış Konferansı' adı altında yabancı sanatçı, politikacı ve işadamlarını bir araya getiriyor.
Moon Tarikatı'nın Lideri Rahip Sun Myung Moon'un kıydığı toplu nikâhlar, ilginç görüntülere sahne oluyor. Tarikatın topluma ve Tanrı'ya hizmet amaçlı, dünya barışını sağlamak için kıydığı toplu nikâhlar Seul Olimpiyat Stadı ya da New York'taki boks maçlarının yapıldığı Madison Square Garden gibi büyük spor sahalarında düzenleniyor. Evlenen çiftlerin sayısı 1000'in üzerinde olduğu için böyle büyük alanlara ihtiyaç duyuluyor.
Japon ve Koreliler'in çoğunluğu oluşturduğu çiftlerin çöpçatanlığını Rahip Moon yapıyor. Nikâh gününe ya da birkaç gün öncesine kadar birbirini tanımayan kadın ve erkekler evlendiriliyorlar. Birbirine 'Tanrı adına' güvendiklerini söyleyen çiftler, rahip tarafından üzerlerinde cinsiyet, tabiyet, kişisel tercihler, yaş, eğitim derecesi yazılan fotoğraflarına bakılarak eşleştiriliyor. Evlenmek için bir de doğum kağıdı ve sağlık belgesi gerekiyor. Bazı gelinler törene gelemeyen müstakbel kocalarının resimlerini ellerinde tutarak evleniyorlar.
Toplu nikâhlarda 100'den fazla ülkeden insan evlendiği için bazen aynı dili konuşmayan bir kadın ve erkek de eşleştirilebiliyor, onlar evliliklerinin ilk günlerinde tercümanla diyalog kurmaya çalışıyorlar. Nikâhı kıyan Rahip Moon'un 'Evlenmeyi kabul ediyor musunuz?' sorusuna 4 kez 'evet' diyen çiftler o andan itibaren evli sayılıyorlar.
Tarikatın geleneğine göre yeni evlilerin 40 gün cinsel ilişkiye girmeleri yasak. Bu 40 günde birbirlerini ruhsal açıdan tanıyan çiftler sonra fiziksel olarak ilişkiye giriyorlar. Tarikat üyeleri, bunun da tarikatın evlilik anlayışının günümüz evlilik anlayışlarından farklı, seksi çok önemsemeyen temeller üzerine kurulu olmasından kaynaklandığını söylüyorlar.[1]
Kaynaklar
[1] Tercüman Gazetesi
Molly Maguires
Molly Maguires, İrlandalı gizli bir örgüttür. Tarihçilere göre «Mollie»lerin ABD Pennsylvania'daki kömür madenlerinde Amerikan İç Savaşından itibaren 1876 yılında başlayan davalarına kadar örgütlü oldukları düşünülmektedir. Molly Maguires örgütünün bu dönemdeki madenlerde yaşanan suç teşkil eden olaylardan, adam kaçırmalardan vs sorumlu oldukları, bir tek Pinkerton ajanının şahitliğiyle iddia edilmiştir. Diğer örgüt üyelerinin ifadeleri ve itiraflarının baskı altında alınmış olması kuvvetle muhtemeldir.
Suçlamalara dayanak olarak bir takım İrlandalı madencinin suç işlemek için biraraya gelmiş olabileceği iddiasının doğru olabileceği mümkündür ancak mahkemelerde tüm suç olaylarının arkasında Molly Maguires örgütü olduğuna dair kuvvetli bir basınç oluşmuştur. Bunun sebebi işçiler arasındaki ekonomik mücadelenin içinde çekirdek halinde militan işçilerin bulunuyor olması olarak açıklanabilir. Bahsedilen tarihsel dönemde şiddetin çok yaygın olduğu da unutulmamalıdır. Soruşturmanın, duruşmaların ve infazların bazı ayrıntıları çok nahoştur. Bölgedeki en güçlü sanayici için ajan olarak çalışan Pinkerton mensubu, yürüttüğü takip sırasında Molly Maguires üyesi olduğundan şüphelendiği işçileri elinde delil olmaksızın takip ettirmiş, pusuya düşürmüş ve hatta öldürmüştür. Bu takiplerden ve cinayetlerden işçilerin aileleri de kurtulamamıştır. Molly Maguires örgütünün çökertilmesiyle ekonomik kazanç sağlayacak olan sanayici patron, davalarda bir savcı olarak yer almıştır. Molly tarihi, kişisel intikam peşinde olan bir gizli örgüt tarihi olarak veya patronlara karşı örgütlenen işçilerin mücadelesi olarak farklı şekillerde anlatılır. Örgüte üyeliğin gizli bir sendikaya üyelikten ne kadar farklı olduğu bilinmemektedir. Örgüt, kendisi hakkında arkasında yazılı hiçbir belge bırakmamış olduğundan dolayı örgüte dair bilgiler sınırlıdır ve örgütle ilgili olarak yazılan akademik yazıların neredeyse tamamı taraflıdır.
İrlanda'da Molly Maguires
Örgüt İrlanda kökenlidir, İrlanda'da 18.yüzyılda itibaren Whiteboys, Peep O'Day Boys gibi gizli örgütler kurulmuştur. Molly Maguires ile ilgili akademik bir araştırma yapan tarihçi Kevin Kanny örgütün geçmişini Ribbonmen ve daha önceden ise Defenders adlı örgütlere bağlar. Diğer bir örgüt olan Ancient Order of Hibernians (AOH) ise Molly Maguires ile sürekli ilişkilendirilmiştir. Bu örgüt ABD'de kurulmuştur ve bir dayanışma vakfı gibi çalışmaktadır. Bu farklı örgüt isimlerinin tek bir örgütün farklı isimlendirilmesi olduğu da iddia edilmektedir. İrlanda kökenli örgütlerin çoğu gizlidir ve bazıları da şiddete başvurmaktadır. Ribbonmen ismi bir örgüte ait bir isim olmakla beraber kırsal İrlanda'da bu isim gizli örgütün uyguladığı şiddeti temsil etmektedir. Kırsal alandaki isyanlar toprak kullanımına dair anlaşmazlıklara kadar indirgenebilir. Küçük ölçekli patates tarımı yapan aileler, mera alanlarını çitle çevirdikleri için hayvancılığa karşı doğrudan bir tehdit olarak algılanmıştır. Kırsal çıkar çatışmaları çoğunlukla çitlerin parçalanması, ekili alanların harap edilmesi bazen de küçük ve büyükbaş hayvanların telef edilmesi şeklinde olmaktaydı. Molly Maguires örgütü ve onun gibi örgütlerin varoluş sebebi ise toprak ağalarının uyguladığı zorbalığa karşı çıkmak olagelmiştir. Toprak ağasının sistemine polis ve mahkeme de dahil olduğundan doğal olarak bu kurumlar da hedef alınmaktaydı. Molly Maguires ve öncesindeki örgütler zaman zaman toprak ağalarının topraklarını da ele geçirip yoksul köylülüğe veriyorlardı. Molly Maguires örgütünün hakim olduğu önemli bölgelerden Donegal'de ele geçirilen topraklar orada daha önceden çalışan köylülerin isteklerine göre dağıtılmıştır. Bu anlaşmalar yazılı olmadığı için hatırlandığı sürece geçerliydi. Toprak ağaları bu toprakları hayvancılık için kullanmaya başladığında ise direniş başlıyordu. Birçok toprak sahibi ve onların ajanları Protestan iken Molly Maguires örgütü Katoliklerden oluşmaktaydı. Bu da ayrı bir karmaşıklık katıyordu duruma. Tüccarlar, değirmenciler ve diğer meslek sahipleri çoğunlukla tehdit ediliyor, fiyatları düşürmeleri isteniyor, karşı koyanlar dövülüyor, bazen de öldürülüyordu. Yerel Molly Maguires liderlerinin bazen kadın kılığında dükkânlara gidip yardım istedikleri, dükkân sahibinin olumsuz cevabı üzerine diğer örgüt üyelerinin hemen olaya müdâhil olup dükkândaki mallara zorla el koyup, bunları halka ücretsiz dağıttıkları anlatılır. Örgütün ismine dair de yerel efsaneler mevcuttur. Molly parasız olduğu için evinden atılan bir dul kadındır, komşuları onun öcünü almak için gizli bir şekilde örgütlenmişlerdir. Diğer bir efsaneye göre ise Molly yerel bir meyhane işleten bir kadındır. Başka bir efsanede ise Molly geceleri gizli örgüt üyelerine kırsalda yol gösteren genç ve cesur bir kadındır.
ABD'de Molly Maguires
Birçok tarihçiye göre ABD'ye yoğun olarak gelen İrlandalı göçmenler buraya Molly Maguires örgütünü de bir şekilde getirmişlerdir. Çoğunlukla kömür madenlerinde çalıştıkları için Pennsylvania'ya bağlı Lackawanna, Luzerne, Columbia, Schuylkill, Carbon ve Norhumberland gibi kentlerde örgütlüdürler. İrlandalı maden işçileri daha önceden toprak ağalarına karşı uyguladıkları baskı, gözdağı ve şiddeti buradaki maden şirket patronlarına karşı kullanacaklardır. Ancak bölgedeki patronlar da gizli bir örgüt hayaletinin varlığını kullanmışlardır. Sanayici patron Franklin Gowen hakkını ısrarla arayan militan bir işçinin Molly Maguires olmaktan suçlanarak rahatlıkla asılabileceğini belirtmiştir.
Sektörün Durumu
1870'lerde demiryolları ve kömür madenleri büyük ve güçlü finans kurumlarınındı. Maden şirketleri yurtdışından getirdikleri ucuz işçileri ABD'de servet kazanmak vaadiyle ülkeye getirmekteydi. Hayvanlar gibi demiryolları ve gemilerle istiflenerek taşınan işçiler, çoğunlukla İngilizce bilen işçilerin yerine işe alınmışlardı. İngilizce bile bilmeyen göçmen işçiler çok zor koşullarda çalışırlardı ve çoğunlukla korkunç kazalarda can verirlerdi. Schuylkill County, Pennsylvania'daki kömür madenlerinde 22 bin kömür işçisi çalışmaktaydı. Bu işçilerden 5500 tanesinin ise yaşları 7 ile 16 arasında değişmekteydi. Bu işçiler günde 1 ila 3 dolar gibi ücret kazanmaktaydılar. Maden işçisinin sıradan bir günü sürekli lambasının loş ışığı altında ve pis sular içinde sürünerek etrafındaki kömürleri kazmayla çıkartmaya çalışarak geçmekteydi.
Felaket
Ücretler çok azdı, çalışma koşulları çok kötüydü ve ölümlü kazalar her yıl yüzlü rakamlarla ifade ediliyordu. 6 Eylül 1869 tarihinde Luzerne'deki bir madendeki yangında 110 madencin yanarak ölmüştü. Kurbanların aileleri maden şirketini ikinci bir çıkış açmadığı için suçlamıştı. İkinci bir çıkış kapısı ve havalandırma sistemleri pahalı ama kesin sonuç veren güvenlik önlemleri olduğu için patronlar tarafından sürekli reddedilmiştir. 7 yıllık dönemde sadece Schuylkill County'de 565 madenci ölmüş, 1655 işçi de ciddi şekilde yaralanmıştı. İşçilerin karşılaştığı sorunlar sadece bunlarla kalmıyordu. İşçilerin geldiği ülkeye göre de ayrımcılık yapıldığı için ülkeye ilk gelen İrlandalılar aşağılanmış ve cinayete varan fiziksel saldırılara maruz kalmışlardı. Molly Maguires örgütünün bölgede güçlenmesinde bu tutumun da payı büyüktür.
Ekonomik Kriz, İşçileri Vurur
1873-1879 yılları arasındaki ekonomik kriz ülkenin tarihindeki en derin krizlerdendir. Aşırı ekonomik büyümeyi takip eden borsanın çöküşü para arzında küçülmeyi tetiklemiştir. 1877 yılına gelindiğinde çalışabilen her 5 işçiden 1 tanesi tamamen işsiz, 2 tanesi sadece 6 ay iş sahibi, 1 tanesi de yarı zamanlı işlerde çalışabilmektedir. Ancak krizi sadece işçileri vurmaktadır, demiryolu patronları zengin kompartımanlarda seyahat etmeye devam etmekte, aç işsizlerin kızgın bakışlarını görmezden gelmektedir.
James McParland
Maden Patronları, Molly Maguires'e Karşı
Philadelphia ve Reading Demiryolları şirketi başkanı Franklin Gowen, Molly Maguires ile başa çıkmak için Pinkertonlarla anlaşır. Pinkerton Ajansı ise ajan olarak işçilerin arasına adamlarını sokacaktır. Ajanlarının adı James McParlan, James McKenna takma adını kullanacak ve zamanla örgüte girerek, kıdemli bir yönetici olacaktır. Ajanın amacı polise gerekli delilleri toplayıp tüm örgütü çökertmektir. Uzun bir süre bir ilerleme kaydedemeyen McParlan umutsuzluğa kapılsa da sendikalar güçlenecektir. Patorn Gowen ise saldırmaya hazırlanmaktadır. Molly Maguires'in gizlilik sebebiyle Ancient Order of Hibernians örgütünü paravan olarak kullandığı iddia edilmektedir. Parlan'a göre Schuylkill bölgesinde 450 Molly Maguires üyesi vardı. Goewn güçlene işçi örgütlenmesinin ve Molly Maguires'in gücünü kesin olarak kırmak için ücretlerde indirim yaptığını açıklar ve sonunda maden işçileri 1 Ocak 1875 günü greve giderler. Hibernians üyesi ve sendikacı Edward Coyle 2 ay sonra Martta öldürülür. Örgütlülüğe karşı başka cinayetler de yaşanır. Patronların amacı kendilerine bağlı paralı silahlı grupların işçilere saldırmasıyla Molly Maguires'in sahneye çıkacağını öngörürler. Bu saldırıları McParlan yönlendirir ve Molly Maguires üyesi olduğundan şüphelendiği işçilerin aileleri de dahil olmak üzere saldırılar düzenler. Parlan ihbar ettiği evlerdeki kadın ve çocukların da ayırt edilmeden öldürüldüğünü görünce istifa mektubunu Pinkertonlara gönderir, istifası reddedilir. Grevci işçilerin önderleri sadece sendikacılık yaptıkları için hapsedilirler ve saldırılar sonucu işçilerin morali bozulur. Ayrıca patron yanlısı ajan provokatörler tarafından kundaklanan madenler vb gibi korku salıcı eylemler Molly Maguires'e atfedilince kamuoyu da buna inandırılır. Grevdeki işçilerin aileleri de açlıkla karşı karşıya kalmıştır. Sonuçta 6 aydan sonra maden işçileri ücretlerindeki azalmayı kabul ederek yenişmiş bir şekilde işe dönmeyi kabul ederler. Ancak az da olsa bir grup direnmeye devam eder. Molly Maguires örgütüne katılımlar hızlanır. Grevden önce Molly'lerin yüzüne bakmayan Parlan'ın anlatımlarına göre şimdi onları içtenlikle karşılayıp beraber iş yapmak istediklerini bildirmekteydiler. Mahkeme ve yargı süreci İrlandalı bir işçinin gözünden bakıldığında oyalayıcı, geciktirici ve hiç de adil olmayan bir sistemdir. Dahası tüm yargı sisteminde hiç İrlandalı yoktur, hep Galler, Almanya ve İngiltere'den gelenler önemli mevkilere yükselmişlerdir. Düzenin adalet sisteminden ümidini kesen işçiler adalet için Molly Maguires'e gelirler. Militan işçileri de öldüren patronlar artık rahat değillerdir.
Parlan, Örgütte Yükselir
Grevden sonraki dönemde artık neredeyse her gün bir Mollie öldürülüyor, diğer çarmıha geriliyor, bir grev kırıcı öldürülüyordu. Postane yakılıyor, tren raydan çıkartılıyor, madende yangın çıkıyordu. Parlan ise yavaş yavaş örgütte yükselmekte ve Mollie düşmanlarını öldüren örgüt üyelerini saklamaktadır. Öldürüleceğini öğrendiği bir maden patronunun hayatını kurtarmaya çalışsa da başarılı olamayacaktır. Örgütü tümden çökertmeye yetecek delilin elde edilip edilmediği düşünüldüğü bir sırada kimliği açığa çıkar.
Mahkemeler
Schuylkill Bölge Savcısı Franklin Gowen aynı zamanda Pinkertonları kiralayan demiryolları şirket sahibidir. Molly Maguires örgütünün işlerini son derece engellediğini belirten Goewn dava sürecine aktif olarak dahil olacaktır. İlk mahkemedeki sanıklar McGeehan, Carroll, Duffy, James Böyle ve James Roarity, Mayıs 1876 tarihinde Benjamin Yost'u öldürmekten yargılanırlar. Sendikacılara karşı isnat edilen suçlamaların asılsız olduğu ve şahit olarak duruşmaya getirilen patronun adamı Kerrigan'ın cinayeti işediği açığa çıkınca dava düşer. 2 ay sonra dava yeniden görülür, Kerrigan serbest kalır ve 5 mahkum da suçlu bulunarak idam cezasına çarptırılırlar. Tom Munley'in davası ise ilginçtir. Kendisi madenci formen Thomas Sanger'i öldürmekle suçlanmaktadır. Ancak tek şahit Pinkerton ajanı Parlan'dır. Parlan cinayeti gören bir şahidin olduğunu ve ona göre suçlunun Munley olduğunu iletir. Şahit ise Munley'i teşhis edemez. Buna rağmen mahkeme Parlan'ı dikkate alır ve Munley'i suçlu bularak idama mahkum eder. McParlan'ın şahitliğiyle toplam 10 madenci Molly Maguires üyesi olduğu iddiasıyla asılır. Savunma sürekli McParlan'ın bir ajan provokatör olduğunu, bilgisi olmasına rağmen bazı insanları uyarmayarak cinayetlerden sorumlu olduğunu belirtir. Parlan ise Hibernians ve Molly Maguires örgütünün bir ve aynı olduğunu, sanıkların tamamının suçlu olduğunu dile getirir. Parlan'ın maden sendika liderlerini de hapse atma planı ise suya düşecek ve sendika yönetimi aklanacaktır.
İnfazlar
21 Haziran 1877 tarihinde altı kişi Pottsville Schuylkill Hapishanesinde, dört kişi de Mauch chunk Carbon County Hapishanesinde asılarak idam edilir. İnfazlardan önce askeri birlikler süngü takarak hapishane etrafında güvenliği sağlar. İnfaz saatlerinde her yandan gelen işçiler ve aileleri sessiz bir şekilde infaz edilenlere son kez desteklerini verirler.
Yargı Sürecine Eleştiriler
Dava süreçlerinden sonra infazlarla sonlanan süreç hakkında çok yorum yapılmıştır. Carbon County hakimlerinden John Lavelle daha sonra yaptığı açıklamalarda yargı sürecin devlet egemenliğinin özel şirketlere teslim edildiği bir süreç olduğunu, soruşturmayı özel bir şirketin gerçekleştirdiğini, sanık oldukları iddia edilen kişileri özel güvenlik şirketinin tutukladığını ve maden şirket yöneticilerinin savcı olduklarını, devletin ise sadece idam sehpasını sağladığını belirterek tüm süreci eleştirir.
Popüler Kültüre Etkileri
* Amerikan beysbol ligindeki Cleveland takımının adı 1912-1914 yılları arasında Cleveland Molly McGuires olmuştur.
* Yaşanan olayları anlatan ve başrolde Sean Connery'nin oynadığı The Molly Maguires filmi 1970 yılında çevrilmiştir.
* Sherlock Holmes'in The Valley of Fear adlı macerası kısmen Molly Maguires'e bağlıdır.
* İrlandalı folk grubu The Dubliners Molly Maguires adlı şarkılarını örgüte ithaf etmiştir.
Mithracılık, Hıristiyanlık ve Masonluk Bağıntıları
İran'daki Köken
"Mithra ayinleri, zamanla Dionysos-Sabazius gizemlerinin yerini alırken, Mithra'nın "mağara"ları da, Babil'den İngiltere'ye kadar yayılan bir alanda, eski tanrıların yeraltı tapınaklarının yerine geçiyordu." [1]
"Geç Helenistik dönem kötümserliğin egemen olduğu bir çağdı. Bu çağda hem Helen akılcılığı, hem de Doğu'nun otoriter din kurumları iflas etmişti. Her ikisi için de tek çıkar yol, kurulu yasaları yok sayan, akıl ve mantık üstü bir kurtarıcı bulmaktı."
"Batı'daki Mithra'nın köklerinin, İran'daki Zerdüşt Mithra'sı inançlarında değil de, Mezopotamya ve Anadolu'da tapınılan "daevic" Tanrı kültünde bulunma olasılığı daha fazladır. Batı'nın Mithra'sı, kurtarıcı tanrılar çağında, bir kurtarıcı tanrıydı." [2]
"Mithra kültü, eski Ari'lerin Ahura-Mazda tapımlarından türemiş ve yaklaşık olarak Milattan Önce 15. yüzyılda eski İran'da ortaya çıkmıştır. "Mihr" (Mithra'nın Farsça karşılığı) yalnızca "güneş" anlamına gelen bir sözcük olmakla kalmaz, aynı zamanda "dost, arkadaş" anlamını da taşır. Bu pagan tanrıya özgün tapımın, yani hem güneş tanrısı, hem de sevgi tanrısı olarak tapılmasının, asıl nedeni belki de bu anlamlardan kaynaklanmaktaydı. Milattan Önce 3. yüzyıl başlarında, Pers İmparatorluğu'nun Batı sınırlarında bulunan askeri yönetimler Mithra'ya "ilahi savaşçı" olarak tapmaya başladılar. Mithra, artık sevgi dolu güneş tanrısı olmaktan çıkıp, gücün dostu, askerlerin "yenilmez" tanrısı haline gelmişti." [3]
"Eski Ermenilerin inançları arasında en evrensel olanı Mithra kültüydü. Mithra bir yandan güneş, yani Helios ile, diğer yandan Apollon ve Hermes ile eşdeğerdi. Özgün olarak bu tanrı, Ahura-Mazda'nın yandaşı olarak savaşan bir ışık kaynağı, bir tür melek biçiminde kabul edilmişti. Mithra'nın savaşçı niteliğini daima koruduğu anlaşılmaktadır...Mithra bayramları, Mithrakana'lar, İran'da her yıl yedinci ayın 16. gününde kutlanırlardı. Bu bayram, değişiklik geçirmiş haliyle, İslam'ın doğuşuna kadar devam etmiştir." [4]
"Mithra'nın Ahura-Mazda'nın gözü olduğuna ve dünyayı onun yönettiğine inanılırdı. Bu kültün inançlarına göre, en yüce tanrının yerine Mithra geçmiş, İyi ve Kötü arasındaki büyük mücadeleye katılmış ve zaferle sonuçlandırmıştı. Mithra, kendi zaferini güven altına almak için, doğanın prototipi olarak kabul edilen, büyük bir boğa kurban etmişti. Bu kurban edilen boğa sayesinde, doğa verimliliğe kavuşmuştu." [5]
"Mithra'cılık Pers ordularının fetihleriyle yayıldı. Pers'lerin muhteşem savaş makinası Suriye, Kalde ve Küçük Asya'ya doğru genişledikçe, Mithra'nın ünü ve etkisi aynı ölçüde gelişiyordu. Ünlü Pers general ve yöneticisi, Darius'un ölümünden sonra bile, Helen kültürünün rekabetine rağmen, Mithra'cılık halkın ilgisini çekmeye devam etti."
"Mithra'cılık hiçbir zaman Yunanistan'da değerli bulunmadı ve kabul görmedi. Bu ilgi eksikliği, Helen'lerin Pers'lere karşı hissettiği antipatiden ve iki ulusun aralarındaki unutulmaz savaşlardan kaynaklanıyordu. Ancak, bu antipati yalnızca Helen'lere özgü olarak kaldı; çünkü Hıristiyanlığın başlangıcında, Mithra inancı, Doğu'da İndüs vadisinden, Batı'da Karadeniz'e kıyılarına kadar yayılmış durumdaydı. Mithra'cılık Anadolu yaylasında büyük ölçüde kabul görmüştü.
Roma'lılar, Mithra'cılık ile, Aziz Paul'un memleketi Kilikya'da tanıştılar."
"...Roma'lı askerler kısa sürede Mithra inancını başkentlerine taşıdılar. Helenistik dönemde, Doğu'nun dışında pek fazla tanınmayan Mithra'cılık, böylece tüm İtalya'ya yayıldı." [6]
"Mithra kültü, Romalı lejyonerlerce büyük ilgi ve hevesle karşılandı. Mithra'cılık lejyonerlerle birlikte İran'dan Roma'ya, Tunus'a, Ren nehri boylarına ve ta Londra ve Hadrianus surlarına kadar yayıldı. Mithra, insanları Hıristiyanlığa yönlendiren hemen hemen aynı gereksinim ve dürtüleri tatmin etmekteydi, çünkü rütbe ve karşılıklı sorumlulukların, yerleşik toplumsal statüye göre değil, kapalı bir çevrenin gizli bağlarına göre oluştuğu bir kardeşlik topluluğuydu. Mithra'cılık, Roma İmparatorluğu'nun toplumsal yapısının içine yayılmış ve güçlü sadakat gerektiren bir yeraltı şebekesiydi." [7]
Kült Uygulamaları
"Diğer gizem dinlerinin aksine, Mithra'cılık yalnızca erkeklere açıktı. Bu yüzden de, hiçbir bakımdan evrensel bir inanç olarak değerlendirilmesi olası değildir. Mithra, yenilmeyen ve hiçbir zaman da yenilmeyecek olan güneşi (sol invictus) temsil etmekte ve askerlerin cesaret, başarı ve özgüvenini simgelemekteydi. Kültün etik değerleri, bir asker için gerekli olan özdenetim ve benzeri erdemleri içermekteydi. Bu değerler, Mithra'cılığın Roma ordusunda yaygınlaşmasının ana nedeniydi. İmparatorların koruyuculuğu da oldukça etkin olmuştu. İS 2. yüzyıldan başlayarak, Roma İmparatorları "invictus" unvanını takınmışlardı." [8]
"Mithra'cılık, tanrısal bilginin yedi derecede düzenlendiğini kabul ediyordu. Üyelerin bir dereceden bir sonrakine geçmeleri, her dereceye özgü özel bir inisiyasyon töreni, cesaret ve dayanıklılık sınavlarıyla gerçekleşmekteydi. Yedi bilgi derecesi, yedi gezegene karşılık geliyor, dereceleri tırmanmak ruhun gezegen katmanlarını aşarak Cennet'e doğru yükselmesini simgeliyordu." [9]
"Yeni üyenin ölümünü ve bambaşka bir insan olarak yeniden doğumunu simgeleyen inisiyasyonun en düşük derecesi "Sacrement" (dinsel tören) olarak adlandırılırdı." [10]
"Liturgy of Mithra" (Mithra Ayini) adlı, Hermetik Gnostizm'in etkisinde olan bir metinde şu sözler yer alır:"Bugün, senden yeniden doğan kişi, ölümsüzlüğe kavuşan sayısız kişilerden biridir..." ve "Yaşam veren doğumun yinelenmesi için yeniden doğan..." [11]
"Yükseliş, her biri bir gezegen tarafından yönetilen, yedi inisiyasyon derecesiyle simgeleniyordu: Kuzgun (Merkür), Gelin (Venüs), Asker (Mars), Aslan (Jüpiter), Pers (Ay), Güneşin Habercisi (Güneş) ve Baba (Saturn). En son amaç, kozmosun tüm düzeylerini aşmak ve durağan yıldızlara, sonsuzluğa ulaşmaktı." [12]
"Mağaralarda gizlice düzenlenen ayinlerde, her bir derece için ayrı bir maske ve giysi giyilirdi."
"Adaylar, Mithra kültüne 12 ayrı sınavdan başarıyla geçerlerse kabul edilirlerdi. Bu sınavlar arasında ateş, su, açlık, soğuk, kırbaçlanma, dağlanma ve kan akıtılması gibi zorlu denemeler vardı. Adayları neredeyse tüketen bu sınav süreci yedi hafta kadar sürerdi. Başarılı olanlar, dinin gizemlerini saklayacaklarına and içerler ve ondan sonra vaftiz edilirlerdi."[13]
"Adaylar gizlilik andı içtikten sonra, yalnızca kült üyelerinin bildikleri kutsal sözcükleri öğrenirlerdi. Adaya sivri bir başlık, üzerinde takımyıldızların resimleri bulunan bol bir tünik ve burç simgeleriyle süslü bir kemer giydirilir, eline bir çoban değneği tutuşturulurdu. Göğsüne takılan altın bir yılan adayın bir Mithra müriti olarak inisiye olduğunu kanıtlardı."
"Mithra törenlerinin arasında en dikkat çeken uygulama, adayın sahte bir ölüm deneyimi yaşamasıydı. Ölüm, yaşamın yenilenmesinin ve tüm manevi değerlerin baştan oluşturulmasının mantıklı bir hazırlığı olarak düşünülüyordu. Mithra'cılıkta ölüm, yeni bir yaşamın başlangıcıydı. Ölüm ve yeniden doğuş özelliği o denli inandırıcıydı ki, İmparator Commodus, ritüelin uygulamasında gerçek bir cinayet işlemekten kendini alamamış ve töreni lekelemişti." [14]
"Mithra'cılığın başlıca töreni "taurobolium" idi. Ritüelik olarak bir boğanın kurban edildiği bu törende, Mithra'nın ilk eylemi yinelenir ve anısı kutlanırdı. Adaylar, boğa kanıyla vaftiz edilerek, boğanın yaşam veren özelliklerini kendilerine aktarırlardı. Törenin bu bölümünün, Küçük Asya'nın Büyük Ana'sı olan Kybele kültünün ayinlerine çok benzediğine dikkat etmek gerekir." [15]
"Boğayı öldürdükten sonra Mithra ve Sol, boğanın etini paylaştıkları bir ziyafet ile dostlıklarını kesinleştirirlerdi. Bu sırada, hayvan maskeleri takmış kişiler onlara hizmet ederlerdi. Şölenin sonunda, iki Tanrı Sol'un arabasıyla Cennet'e yükselirlerdi. Bu şölen, inisiyasyon düzeylerini gösteren maskeler takmış bulunan iyilik yandaşlarının hep beraber paylaştıkları bir ortak sofra paradigması oluşturmaktaydı. Aynı biçimde, Mithra'ya iman edenler, boğanın etini yemek ve kanını içmekle, yeniden doğacaklarına ve Mithrayla birlikte güneşin göklerdeki evine yükselerek, ölümsüzlüğe kavuşacaklarına inanırlardı." [16]
"Günümüzdeki gizli örgütlerden bazılarının kökeninde bulunması olası olan Mithra'cılığın, bu tür örgütlerin esasını oluşturan birçok öğeyi içerdiği görülmektedir. Mithra kültü, mensuplarının üzerinde, yüce bir varlıkla gerçek ya da kurgusal bir ilişki kurma deneyimini yaratmaya çabalayan bir eğitim sistemidir. İnsanoğlunun gücünü aşan bazı olayları sağlamak için birtakım sözcüklerin kudretine inanmak, Mithra'cılıkta bulunan büyüsel yönü göstermektedir."
"...Dinin gizli öğretisi, kendi bedeninin üzerinde kudret kazanmak için kendini fiziksel olarak dizginlemekti. Cinsel arzuyu psişik alanlara yönlendirme eğitimi özünde Mithra'cılığın da, tüm mistik akımlarda bulunan disiplin sayesinde ruhsal güç kazanma yöntemini izlediğini göstermektedir. Bu bakımdan Mithra kültü, tüm tapımları ayrım gözetmeyen cinsel düşkünlük ve toplu ahlâksızlıktan ibâret olan, daha ilkel ve daha önemsiz akımlardan kesin çizgilerle ayrılmaktadır." [17]
Mithra'cılık ve Hıristiyanlık
"Mithra dinî ve ayinleri hakkında yeterince bilgimiz olmamasına karşın, Paul'ün mektuplarında kullandığı anlatım tarzının, İncil'lerden çok Mithra kültünün terimlerine yakın olduğunu açıkça görebilmekteyiz." [18]
"Mithra'cılıkta kıyamet, yargı günü, diriliş ve Mithra'nın bizzat kötülük ilkesini alt ettiği ikinci gelişi dinsel gerçekler olarak kabul edilmiştir. Bir mağarada dünyaya gelen Mithra'ya çobanlar hizmet etmişler ve armağanlar getirmişlerdir." [19]
"Tıpkı Hıristiyanlar gibi, Mithra'cılar da kurtarıcılarının göklerden yere indiğine, 12 yandaşıyla son yemeğini paylaştığına, kendi kanını saçarak insanlığı günehlarından kurtardığına ve öldükten sonra yeniden canlandığına inanırlardı. Boğa kanıyla olsa bile, geçmiş günahlardan arınmak için yeni inananları vaftiz ederlerdi." [20]
"Mithra'nın simgesi olan güneşin doğuşu ve batışı, İsa'nın ölüm ve dirilişini anımsatır. Üstelik, güneş tanrının doğuşunun kutlandığı Mithra bayramı, İsa'nın doğum günü olan 25 Aralık'tadır. Her iki dinde de, vaftiz ile ekmek ve şarabın kutsanması törenleri vardır." [21]
"Benim bedenimi yemeyenler ve kanımı içmeyenler, böylece benimle birleşmeyenler kurtulamayacaktır." [22]
"Onlar yemek yerken İsa ekmeği alıp kutsadı. Sonra bölüp öğrencilerine verdi. "Alın, bedenimdir bu" dedi. Ardından bir bardak aldı, teşekkür sunduktan sonra onlara verdi. Hepsi içtiler. İsa, "Bu birçokları için akıtılan antlaşma kanımdır"dedi." [23]
Matta İncilinde, İsa'yı Mithrayla eşitleyen son yemek sahnesi yer almaktadır, ancak rahiplerin "Baba" ve başrahibin de "Babaların Babası" biçiminde adlandırılmasıyla ilgili Mithra'cı adet reddedilmiştir." [24]
"Fakat sizler Rabbi diye çağrılmayın. Çünkü Öğretmeniniz tektir, hepiniz de kardeşsiniz. Yeryüzünde hiç kimseye baba demeyin. Çünkü Göksel Babanız tektir. Size yönetici demelerine de izin vermeyin. Çünkü Yöneticiniz birdir: Mesih." [25]
"Mithra'cıların Kutsal Baba'sı (başrahip) kırmızı başlık ve giysi giyerdi, yüzük takar, bir çoban değneği taşırdı. Hıristiyanların başı da, aynı unvanı aldı ve aynı biçimde giyindi. Hıristiyan rahipler, aynı Mithra rahipleri gibi, İsa'nın kesin yasaklamasına karşın, "Baba" (peder) adını kullandılar."
"...Mithra rahipleri, görevlerinin simgesi olarak, uzun bir başlık takarlardı. Hıristiyan rahipler de bu başlığı benimsediler. Mithra'cılar, güneş-tanrının yükselişini anmak için, "mizd" adı verilen, üzeri Mithra haçı kabartmalı, güneş biçiminde bir çörek yerlerdi. Bu çörek de Hıristiyanlığa uyarlanmıştır. Katoliklerde, mayasız ekmek güneş biçimini hala korumaktadır."
"Julius Caesar'dan Gratianus'a kadar tüm Roma İmparatorları tanrıların "pontifex maximus"u (büyük rahip, papa) unvanını taşımışlardı. Theodosius, bir Hıristiyan olarak bunun kendi statüsüne uygun olmadığını düşündü ve unvanı reddetti. Bunun üzerine, Roma başpiskoposu bu unvanı kendisine aktardı." [26]
Mithra'cılık ve Masonluk
"Mithra'cılığın masonlar için büyük önemi vardır, çünkü bu eski gizem dini, masonluğun simgelerinin birçoğunu içermektedir. Mason bilgeliğinin bazı yönlerinde Mithra'cılığın katkısının bulunması pek olasıdır." [27]
"Mithra'cılık kutsal masonluktur." [28]
"Mason yazarlar, masonlukla Mithra'cılık arasında birçok benzer noktalar bulunduğunu açıklamışlardır. Bir keresinde, Albert Pike, Masonluğun eski gizem dinlerinin modern mirasçısı olduğunu söylemiştir. Bu benim pek onaylamadığım bir iddiadır. Eski gizem dinleriyle bizim kardeşliğimiz arasında benzerlikler vardır, ancak bu benzerliklerin çoğu yüzeysel niteliktedir ve içerikten çok, örgütlenme ve rit uygulamaları gibi dış özelliklerdedir"
"...Yine de, masonlukla Mithra'cılık arasında bulunan benzerlikler şaşırtıcıdır." [29]
"Mithra inancına bağlı Roma lejyonları Almanya, Fransa ve Britanya Adalarına doğru yayılırken köprüler, yollar ve kaleler inşâ etmek için mimarları ve duvarcı ustaları yanlarında götürmüşlerdi. Masonluk ile Mithra'cılığın bazı yönlerden benzerlikler içermesi, buradan kaynaklanıyor olabilir." [30]
"Mani'cilik, Mithra'cılığın küllerinden doğmuştur. Roma Katolik kilisesi ve teolojisini düzenlemek için çok çaba harcamış olan Aziz Augustine, önceleri ateşli bir Mani'ciydi. Bu yüzden, Aziz Augustine sayesinde eski Mithra inancının pek çok özelliği Hıristiyanlığa aktarılmıştır. Mani'cilikten Paulisianizm, Paulisianizm'den de Orta Çağın güçlü kültleri olan Kathar'lar, Patari'ler, Waldenses'ler ve Hugenot'larla daha birçok benzer gelişmeler kaynaklanmıştır. Bu farklı kanallar vasıtasıyla Mithra'cılık Avrupa'da sürüp gitmiştir. Sıkça ileri sürüldüğü gibi, bu eski kültün izlerini Mason tören ve simgelerinde bulmak olasıdır. Ancak, bu tür kuramların belirsiz ve kanıtlanması zor olmaları kaçınılmazdır; üstelik bu kuram üzerinde fazlaca tartışılacak kadar öneme sahip de değildir." [31]
"Masonluk, değişime uğramış Mithracılıktır...ve onun gizli inisiyasyon törenlerinin kalıntılarına sahiptir." [32]
Kaynaklar
[1] M. P. Blavatsky, Isis Unveiled.
[2] Richard N. Frye, The Heritage of Persia.
[3] Quest for the Past.
[4] Barney and Lang, The People of the Hills.
[5] Ninian Smart, The Religious Experience of Mankind.
[6] Harry Kenison, The Mystery of Mithra.
[7] John Romer, Testament.
[8] Ninian Smart, a.g.e.
[9] Ancient Wisdom and Secret Sects.
[10] Arkon Daraul, Secret Societies.
[11] Mircea Eliade, Rites and Symbols of Initiation.
[12] An Encyclopedia of Archetypal Symbolism.
[13] Quest for the Past.
[14] Harry Kenison, The Mystery of Mithra.
[15] Ninian Smart, a.g.e.
[16] An Encyclopedia of Archetypal Symbolism.
[17] Arkon Daraul, a.g.e.
[18] E. Wynn-Tyson, Mithras.
[19] Baigent, Leigh and Lincoln, The Messianic Legacy.
[20] Quest for the Past.
[21] Ancient Wisdom and Secret Sects.
[22] J. M. Vermaseren, Mithras, The Secret God.
[23] Markos 14:22-26.
[24] William Harwood, Mythologies Last Gods: Yahweh and Jesus.
[25] Matta 23:8-10.
[26] William Harwood, a.g.e.
[27] Harry Kenison, a.g.e.
[28] Sir Samuel Dill, Roman Society'in the Last Century of the Western Empire.
[29] H. L. Haywood, Mithraism: Freemasonry and Ancient Mysteries.
[30] Harry Kenison, a.g.e.
[31] H. L. Haywood, a.g.e.
[32] Ursus Major The Mithraism-Freemasonry Connection.