24 Şubat 2015

MUSSOLİNİ'NİN SİYONİSTLERLE İLİŞKİLERİ


MUSSOLİNİ'NİN SİYONİSTLERLE İLİŞKİLERİ
Siyonizm yalnızca Alman antisemitleri, yani Naziler ile ittifak yapmakla kalmadı. Hareket, Avrupa'nın, hatta dünyanın dört bir yanındaki Yahudileri Filistin'e götürmek istiyordu. Bu nedenle 1930'lu ve 1940'lı yıllarda Almanya dışında daha pek çok ülkede Siyonistler ile aşırı sağcı/faşist güçler arasında gizli ilişkiler kurulmuştur. Bunun en ilginç örneklerinden biri de, Hitler'in en önemli müttefiki olan Mussolini'dir.
1920'lerin başında İtalya'nın başına geçerek "Faşizm" adını verdiği aşırı sağcı totaliter bir sistem uygulamaya başlayan Mussolini, Akdeniz'le ve dolayısıyla Ortadoğu'yla yakından ilgileniyordu. Habeşistan'ı işgal etmesinin nedenlerinden biri, eski Roma İmparatorluğu'nun toprakları üzerinde yeni bir İtalyan etkinliği oluşturmaktı. Bu noktada Mussolini'nin Filistin sorununu görmezlikten gelmesi mümkün değildi. Öyle de oldu. Faşist diktatör, Filistin'le de ilgilendi ve Siyonistlerin safından yer tuttu. Siyonizmin önemli bir güç olduğunun farkındaydı ve bunun hamiliğini İngiltere'den devralmayı hesaplıyordu.
Lenni Brenner, Zionism in the Age of Dictators'da, Mussolini ile Siyonizmin her iki kanadı arasındaki ilişkileri ayrıntılı olarak anlatır. Buna göre, ilginç noktaların başında, Mussolini'nin partisindeki Yahudiler vardır. Faşist hareketin kurucuları arasında 5 İtalyan Yahudisi yer almaktadır. Mussolini ilerleyen yıllarda İtalyan Ticaret Bankası Banca Commerciale Italiana'nın başına da bir Yahudiyi getirmiştir. Mussolini'nin Dışişleri Bakanlığı'nı yapmış olan iki isim, Sindey Sonnino ve Carlo Schanzar da Yahudi asıllıdırlar.
1920'li yılların ikinci yarısında Dünya Siyonist Örgütü (WZO) temsilcileri ile Mussolini arasında bazı görüşmeler yapılmıştır. Ancak bu görüşmelerle ilgili açık tutanaklar yoktur. Mussolini ile görüşmeler yapan Weizmann da bu konuyu ört-bas etmeye çalışmıştır. Lenni Brenner, Weizmann'ın anılarında Mussolini ile ilgili bilgilerin "kasıtlı olarak örtülü ve hatta yanlış yönlendirici" olduğunu söyler. Ancak Mussolini ile Weizmann'ın oldukça iyi anlaştıklarına kuşku yoktur. 17 Eylül 1926 günü Weizmann Roma'ya "Duce" ile görüşmeye çağrılmış, Mussolini görüşmede Siyonistlere Filistin'de ekonomik yardım sözü vermiş, hemen ardından da İtalyan basınında Siyonizmi öven yazılar yayınlanmıştır. Bir ay sonra bu kez WZO'nun ikinci adamı Nahum Sokolow İtalyan diktatör ile görüşmüş ve Mussolini'nin Siyonizme olan desteğini bir kez daha vurgulamıştır.
Mussolini, bir kaç yıl sonra bir başka Siyonist heyetle görüşmesi sırasında, Weizmann'la yaptığı görüşmelerin verimini ve Siyonizme olan desteğini şöyle ifade eder:
Bir Yahudi Devleti kurmalısınız. Ben kendim bir Siyonistim ve bunu Dr. Weizmann'a da söyledim. Gerçek bir devletiniz olmalı. İngilizlerin size lütfettiği milli bir ev değil. Bir Yahudi Devleti kurmanızda size yardım edeceğim.77
Mussolini'nin Revizyonistlerle olan ilişkileri ise daha da kapsamlı ve verimliydi. Brenner, hem Zionism in the Age of Dictators hem de The Iron Wall: Zionist Revisionism from Jabotinsky to Shamir adlı kitaplarında bu ilginç ilişkileri anlatır. Buna göre, Revizyonistler, WZO'dan ayrıldıklarında İngiltere yerine kendilerine yeni bir müttefik aramışlardı. İtalya bu iş için en uygun adresti. Jabotinsky, İtalya ile ittifak içinde yeni bir Akdeniz düzeni hayal ediyordu. 1935'te verdiği bir demeçte, "Biz bir Yahudi İmparatorluğu istiyoruz, Akdeniz'de bir İtalyan İmparatorluğu olduğu gibi doğuda da bir Yahudi İmparatorluğu olmalıdır" demişti... Bu "Yahudi İmparatorluğu" Filistin ile beraber Ürdün'ü de içerecek, Mısır'ı ve Irak'ın da kısmen kapsayacak sınırlara sahip olacaktı. Kendisini Mazzini ya da Garibaldi'nin yahudi versiyonu olarak görüyordu.
Mussolini, Hitler'in en büyük müttefikiydi. Aynı aşırı sağ ideolojiyi savunuyorlardı. İki faşistin Siyonizm konusundaki politikaları da birbirinin aynı oldu. Mussolini de, aynı Hitler gibi Siyonizm'i destekledi. Öyle ki Siyonist Betar örgütünün militanları, "Duce"nin Karagömlekliler denen faşist birlikleri ile birlikte askeri eğitim yapmışlardı. Sağda, Mussolini kurmayları ile birlikte ünlü "kazayağı" yürüyüşünü yapıyor. Solda ise, Hitler ve Mussolini, İtalya'daki görüşmeleri sırasında.
Mussolini de Revizyonistlere büyük sempati duyuyordu. Onları "Siyon'un faşistleri" olarak tanımlamıştı. Kasım 1934'te, Mussolini'nin emriyle, Faşist partisinin milis gücü olan Karagömlekliler'in Civitavecchia'daki askeri eğitim merkezinde, Revizyonistlerin milis gücü olan Betar'a özel bir bölüm ayrıldı. Betar militanları bu askeri merkezde Karagömlekliler'le birlikte uzun süre eğitim gördüler ve daha sonra Irgun saflarında savaşmak için Filistin'e gönderildiler.
Revizyonistler Faşizm'e iyice ısınmışlardı. Hareketin önde gelen isimlerinden Abba Achimeir ve Wolfgang von Weisl, Jabotinsky'nin kendi "Duce"leri olduğunu söylüyorlardı. Jabotinsky, ilk Revizyonist Siyonist Kongre'nin Faşist İtalya'nın Trieste kentinde yapılmasını istemişti; bunun Batı kamuoyundan fazla tepki toplayacağı düşünüldüğü için vazgeçildi. Mussolini, 1935'te sonradan Roma başhahamı olacak olan David Prato'yla konuşurken şunları söylemişti: "Siyonizmin başarıya ulaşması için bir Yahudi devletine, Yahudi bayrağına ve Yahudi diline ihtiyacınız var. Bunu en iyi anlayan kişi ise sizin faşistiniz, Jabotinsky." 78
Bu arada Revizyonistlerin Hitler'e ve Naziler'e büyük hayranlık duyduklarını da not etmek gerek. Abba Achimeir bir konuşmasında şöyle demişti: "Evet, biz Revizyonistler Hitler'e karşı büyük hayranlık besliyoruz. Hitler Almanya'yı kurtarmıştır. O olmasa, en geç dört yıl içinde ülke yıkılırdı." 79



Hitler ve Mussolini'nin desteğiyle İspanya iç savaşını kazanan Franco, Avrupa'daki faşist cephenin yeni bir üyesi olmuştu. Bu durumda doğal olarak Siyonistler de Franco'dan yana tavır aldılar. Bu tavırda, belki de, diktatörün gerçekte bir İspanyol Yahudisi (sefarad) olmasının da bir payı vardı. Üstte, Franco (ortada) iç savaş günlerinde falanjistlere komuta ederken.
Revizyonistlerin Nazi sempatisi dış görünüşlerine de yansıyordu. Betar üyeleri kendilerine üniforma olarak Hitler'in SA'larının giydiği kahverengi üniformanın aynısını yaptırmışlardı. 1931 yılında Amerika'daki Revizyonist yayın organı Betar Monthly şöyle yazıyordu: "Bize, Revizyonistlere ve Betar üyelerine 'Hitlerciler' dendiğinde hiç rahatsız olmuyoruz... Eğer Herzl bir faşistse ve Hitlerciyse, eğer Ürdün'ün her iki yakasında da bir Yahudi çoğunluğu istemek Hitlercilikse, öyleyse hepimiz Hitlerciyiz." 80
Siyonizmin kötü polisleri olan Revizyonistler, bu şekilde açık açık Hitlercilik oynuyorlardı. İyi polis WZO ise, önceki sayfalarda incelediğimiz gibi Naziler'le olan bağlantılarını son derece gizli ve örtülü bir biçimde sürdürdü. Aynı şey Mussolini için de geçerliydi.
Bu arada Siyonistlerin Hitler ve Mussolini ile eşzamanlı olarak kurdukları ilişkiler, bir üçüncü bağlantı daha doğurmuştu: Francisco Franco. Solcu cumhuriyetçilerle yaptığı iç savaş sonucunda 1936'da İspanya'da iktidarı ele geçiren ve Falanjizm olarak bilinen kendi Faşizm versiyonunu uygulamaya koyan Franco, Hitler-Mussolini ikilisinden büyük destek görmüştü. Bu durumda doğal olarak Siyonistler de Franco'nun yanında saf tuttular. Franco'ya karşı savaşan cumhuriyetçiler arasında çok sayıda Yahudi olduğu bilinir; ama bunların hepsi asimilasyonist Yahudilerdi. Oysa, Lenni Brenner'ın vurguladığı gibi Siyonistler hiçbir zaman Franco'ya karşı savaşan Yahudileri desteklememiş, aksine bu Yahudilere şiddetle karşı çıkmışlardır. Bunun bir nedeni de Franco'nun kimliği olabilir: Türk Yahudilerinin gazetesi Şalom, 29 Nisan 1992 tarihli sayısında Franco'nun gerçekte Yahudi asıllı olduğunu, bir "converso" (İspanya'daki Yahudi dönmelerine verilen ad) ailesinden geldiğini yazıyor. Amerikalı tarihçi Eustace Mullins de The World Order adlı kitabında Franco'nun yanısıra onun en büyük finansörü olan Juan March'ın da bir converso olduğunu yazmaktadır.81
Tüm bunlar, Hitler-Mussolini-Franco triosu ile Siyonistler arasındaki gerçek ilişkinin resmidir. Ancak Avrupa'daki aşırı sağcılar Hitler ya da Mussolini'den ibaret değildi. İspanya'dan Avusturya'ya, Polonya'dan Romanya'ya pek çok Avrupa ülkesinde kendilerine Hitler'i ya da Mussolini'yi örnek alan ve giderek de güçlenen faşist güçler vardı. Bu, Siyonizm için yeni müttefikler anlamına geliyordu.
Avusturya, Romanya ve Japon Antisemitleriyle İttifaklar
Avusturya'da Yahudilerin nüfus içindeki oranları ancak % 2.8'di. Ancak yine de bu ülkede I. Dünya Savaşı sonrasında güçlü bir antisemitizm gelişti. Yahudilerin çoğunluğu Sosyal Demokratlara oy veriyorlardı. Buna karşın Avusturya sağında, özellikle Hitler'in de etkisiyle, güçlü bir antisemit eğilim hızla gelişti. Hıristiyan Sosyaller adlı sağcı partinin lideri ve de Başbakan olan Engelbert Dollfuss ve onun 1934'teki ölümünden sonra yerini alan Kurt von Schuschnigg, Naziler'e paralel Yahudi aleyhtarı kanunlar çıkardılar. Asimilasyonistler bu uygulamalardan fazlasıyla rahatsız olmuşlardı. Siyonistler ise tahmin edilebileceği gibi Avusturya'da antisemitizmin güçlenmesinden çok memnundular. WZO lideri Nahum Sokolow, antisemit Başbakan Dollfuss için "Siyonizmin Yahudi-olmayan dostlarından biri" ifadesini kullanmıştı.82
"Siyonizm dostu" Dollfus, 1930'ların ortalarından itibaren antisemit kanunlar çıkarmaya başlamıştı. Yahudilerin hükümet kademelerinde ve üst düzey resmi görevlerde bulunmaları yasaklandı. 1935 yılında hükümet bundan böyle okullarda Yahudi çocukların hıristiyanlarla birlikte eğitim göremeyeceklerini açıkladı. Asimilasyonist Yahudiler doğal olarak bu gettolaştırma kararına tepki gösterdiler. Avusturya parlamentosuna seçilebilmiş tek Yahudi ve Siyonist hareketin de liderlerinden biri olan Robert Stricker ise karardan dolayı Siyonistlerin ne denli sevindiklerini hükümete bildirmişti. Tüm bu olaylar üzerine asimilasyonistler Batı kamuoyunun dikkatini çekebilmek için ülkede tehlikeli bir antisemitizm geliştiğini duyurdular. Ancak kısa bir süre sonra Avusturya Siyonist Federasyonu'nun yayın organı Der Stimme "Avusturya'da Yahudilere baskı yapıldığı iddialarını kesinlikle yalanlıyoruz" diyerek antisemit hükümete arka çıktı. Brenner'ın yazdığına göre, Avusturya hükümeti, Yahudiler üzerine yeni hukuki kısıtlamalar getirdiği günlerde, Siyonistlerin desteği sayesinde ihtiyaç duyduğu bazı ekonomik yardımlara kavuşabilmişti.
Benzer şeyler Romanya'da da yaşanmıştı. Yahudiler nüfusun % 5.4'ünü oluşturuyorlardı. Ülkede oldukça eskilere dayanan bir antisemitizm geleneği vardı ve II. Dünya Savaşı öncesi atmosferde bu Yahudi düşmanlığı iyice kabardı. 1920'lerde antisemitler Yahudilere fiili saldırılar düzenleyecek kadar ileri gitmeye başlamışlardı. 1933'te Hitler'in iktidara gelişiyle birlikte ise antisemitler tümüyle saldırgan bir eğilim içine girdiler.
Romanya'daki antisemitizm, liderliğini Corneliu Codrenau'nun yaptığı Archangel Michael Lejyonu adlı faşist parti tarafından körükleniyordu. Partinin Demir Muhafızlar adı verilen bir milis gücü vardı. Demir Muhafızlar 1929 ve 1932 yıllarında Yahudilere karşı çeşitli sokak saldırıları düzenlemişlerdi. Hitler'in iktidarının etkisiyle de güçleri giderek arttı. Bu noktada Yahudi liderlere düşen şey, antisemitizm aleyhinde ciddi bir kampanya başlatmak ve anti-faşist güçlerle siyasi ittifak yapmaktı. Oysa hiç de öyle olmadı. Yahudi liderlerin çoğu Siyonistti. Ve Brenner'ın yazdığına göre, "Romanya'daki Siyonist hareketin hiçbir kanadı, antisemitizme karşı hiçbir mücadele vermedi." 83 Aksine, WZO liderleri antisemitizmin ülkede iktidara gelmesinin faydalı olacağını, bu sayede Ha'avara'nın bir benzerini de Romanya'da uygulayabileceklerini düşünüyorlardı. Antisemitler "Jidanii in Palestina!" (Yahudiler Filistin'e!) sloganını dillerine dolamışlardı. Aynı sıralarda ise WZO liderleri, "Romanya'ya, sınırları içindeki çok fazla sayıdaki Yahudiden kurtulması için yardımcı olmak"tan söz ediyorlardı.84 1941 yılında Demir Muhafızlar Bükreş'te Yahudilere karşı kanlı bir saldırı düzenlediler. 2 bin Yahudi öldürüldü. Bunların 2 yüz tanesinin boğazı kesilmişti. Ama Siyonistlerden yine de hiçbir tepki gelmedi.
Avusturya, Romanya gibi örneklerin yanısıra, Siyonizm-antisemitizm ittifakı Uzakdoğu'ya kadar uzandı. Uzakdoğu'nun en önemli faşist gücü, I. Dünya Savaşı'nın hemen ardından yayılmacı politikalar izlemeye başlayan ve bir süre sonra da Hitler-Mussolini paktına katılan Japonya'ydı. Japon rejimi ile Naziler'in arası o kadar iyiydi ki, Hitler bu Uzakdoğulu ırka "fahri Aryan'"lık ünvanı bile vermişti. Hitler'in Avrupa'da kurmayı hayal ettiği Yeni Düzen'in Uzakdoğu versiyonunu da Japonya kurma iddiasındaydı.
Siyonistlerin Japonya ile ittifak aramalarına neden olan şey ise Japonya'nın 1931'de Çin'in Mançurya bölgesini işgal etmesiydi. Mançurya'da büyük bir Yahudi cemaati yaşıyordu ve Siyonistler, Hitler ile yaptıkları ittifakın bir benzerini Mançurya Yahudilerini göç ettirebilmek için Japonlarla yapabileceklerini düşünmüşlerdi. Öyle de oldu, Japonya'nın işgal altındaki Mançurya'da kurduğu "Mançukuo" rejimi, Siyonizmin Uzakdoğu'daki işbirlikçisine dönüştü.
Lenni Brenner, Japon yönetiminde, özellikle orduda yaygın bir antisemitizm olduğuna dikkat çekiyor.85 Japon generalleri, tüm dünyayı saran bir "Yahudi komplosu" olduğuna inanıyor ve yerel Yahudileri de bu komplonun ajanları olarak algılıyorlardı. Bu nedenle Mançurya'daki Yahudilerden bir an önce kurtulmak istiyorlardı. Çözüm olarak da Hitler'le aynı yolu izlemeyi, yani Siyonizme destek olmayı düşündüler.
Avusturya'nın antisemit diktatörü Engelbert Dollfuss, Dünya Siyonist Örgütü lideri Nahum Sokolow tarafından "Siyonizmin Yahudi-olmayan dostlarından biri" olarak tanımlanmıştı. Solda, Dollfuss'un cenaze töreni.
Mançurya'da kurulan Japon kuklası Mançuko hükümeti, Siyonistlerin ilginç antisemit müttefiklerinden biriydi. Sağda, Mançukuo'nun "İmparatoru" Pu Yi.
1937 yılının Aralığında Mançurya'nın Harbin kentinde Uzakdoğu Yahudi Konseyi tarafından bir konferans toplandı. Konferans, asıl olarak Harbin'deki Siyonistlerin lideri olan Abraham Kaufman tarafından organize edilmişti. Duvarlarda Japon, Mançukuo ve Siyonist bayrakları yanyana asılıydı. Jabotinsky'nin kurduğu Siyonist Betar örgütüne bağlı bazı yöneticiler de "şeref misafiri" olarak toplantıya katılmışlardı. Şeref misafirleri arasında Japon İstihbarat Servisi'nden General Higuchi, antisemit Beyaz Muhafızlar örgütünden General Vrashevsky ve Mançukuo'daki Japon kuklası yönetimin üst düzey yetkilileri de vardı. Konferans sonucunda önemli bir karar alındı ve dünyanın dört bir yanındaki büyük Yahudi örgütlerine duyuruldu. Kararda Mançurya Siyonistlerinin "Asya'da Yeni Düzen'in kurulması için Japonya ve Mançukuo yönetimleri ile işbirliği" yapacakları yazılıydı. Japonya buna karşılık Siyonizmi ulusal Yahudi hareketi olarak tanıyacak ve destekleyecekti. Nitekim kısa bir süre sonra Mançukuo yönetimi ile Betar arasındaki ilişkiler iyice gelişti Betar üyeleri, antisemit rejimin hemen her davetinde ve kutlamasında boy gösteriyorlardı.86 Asya'daki Yeni Düzen de, diğer "Yeni Düzen"ler gibi Yahudi önde gelenleri ile işbirliği içinde gelişiyordu.
Mançurya'daki bu ilginç ittifakın sonucunda çok büyük bir şey elde edilemedi. Ancak çok az sayıda Mançurya Yahudisi Filistin'e transfer edilebildi. II. Dünya Savaşı'nın sonlarında Kızılordu Mançurya'ya girdiğinde diğer Japon işbirlikçileri ile birlikte Kaufman'ı ve diğer bazı Siyonistleri tutuklayarak Sibirya'ya sürdüler.
Polonya Antisemitleri ve Siyonistler
1920'li yıllarda Polonya'da 2.8 milyon Yahudi yaşıyordu. Avrupa'nın en büyük Yahudi cemaatini barındıran ülkede, Siyonizm de oldukça etkin ve güçlüydü. Ancak ülke nüfusunun % 10'unu oluşturan Yahudilere karşı bir de oldukça yaygın ve fanatik bir antisemitizm vardı ve o yılların atmosferinden güç bularak gittikçe yükseliyordu. Güçlü bir Siyonizm ve güçlü bir antisemitizm... Bu ikili, artık bir kural olduğu üzere, birbirleriyle işbirliği yapma durumundaydılar.
Lenni Brenner Polonya antisemitleri ile Siyonistler arasındaki ilişkileri ayrıntılı olarak anlatıyor. Buna göre, ilk temas, 1925 yılında antisemit Başbakan Wladyslaw Grabski ile ülkedeki Siyonist hareketin iki önemli ismi Leon Reich ve Osias Thon arasında gerçekleşmişti. Temaslar sonucunda Ugoda adı verilen bir pakt anlaşması imzalandı. Paktı imzalayan kişi, yani Siyonistlerin yeni müttefiki, antisemit Başbakan Wladyslaw Grabski idi. Grabski Amerika'dan ekonomik destek bulma ümidindeydi ve Siyonistlerle yaptığı anlaşmanın bu konuda kendisine yardımcı olacağını düşünmüştü. Siyonistler ise kendilerince önemli kazançlar elde etmişlerdi. Ordudaki Yahudiler için özel koşer mutfaklar kurulacak ve okullarda Yahudi öğrenciler cumartesi günleri yazı yazmak zorunda bırakılmayacaklardı. (Yahudi dininde cumartesi günü iş yapmak yasaktır). Lenni Brenner, antisemit Başbakan ile yaptıkları bu anlaşma nedeniyle Reich ve Thon'un bazı Yahudilerce hain olarak görüldüğünü yazıyor.87
Ancak bu pakt uzun ömürlü olmadı çünkü Mayıs 1926'da iktidar askeri bir darbe ile değişti. İktidara el koyan Josef Pilsudski bir dikta rejimi kurdu. Pilsudski de önceki lider gibi bir antisemitti ve yine Siyonistlerle yakın ilişkiler kurdu. 26 Ocak 1934'de Pilsudski Hitler ile on yıllık bir barış ve dostluk anlaşması imzaladı. Siyonistlerle olan dostluğu ise 12 Mayıs 1935'teki ani ölümüne kadar sürdü. Pilsudski'nin ölümü üzerine Siyonist hareketin önde gelenlerinden Osias Thon ve Apolinary Hartglas Filistin'de diktatörün anısına bir "Pilsudski Ormanı" kuracaklarını ilan etmişlerdi. Filistin'deki Revizyonistler ise diktatörün adına bir göçmen merkezi kuracaklarını açıkladılar.88
Pilsudski'nin ölümünden sonra ülkedeki antisemitizm daha da gelişti. Ordudaki albaylar arasında güçlü antisemitik eğilimler vardı. En fanatik antisemitler ise Naras (Nasyonalist Radikaller) adlı Nazi hayranı aşırı sağcı partide toplanmıştı. 1930'ların son yıllarında Yahudilere Naras tarafından organize edilen saldırılar başladı. Solcu asimilasyonist Yahudi örgütü Bund, Naras'a karşı mücadele etmek için sokak birlikleri oluşturuyor ve bir yandan da propaganda yolunu kullanıyordu. Oysa Siyonistler hiçbir zaman Naras'a karşı herhangi bir tepki göstermediler.
Çünkü Naras'ın söylediği şeyler işlerine çok yarıyordu. Naras militanlarının en sık kullandıkları sloganlardan biri, "Moszku idz do Palestyny!", yani "Yahudiler Filistin'e!" şeklindeydi. Lenni Brenner, Polonya'daki Yahudilerin Siyonizme ilgi göstermeyişlerinin en önemli nedenlerinden birinin, Siyonizmin Naras tarafından teşvik edildiğini görmeleri olduğunu yazıyor. Brenner, ayrıca ordudaki antisemit albayların da en az Naras kadar "philo-Zionist" (Siyonizm taraftarı) olduklarına dikkat çekiyor.89
Antisemitlerin Siyonizm taraftarı olduğu kadar, Siyonistler de antisemitizm taraftarıydılar. Ülkedeki en önde gelen Siyonist liderlerden biri olan Yitzhak Gruenbaum Polonya'da "bir milyon kadar fazla Yahudi yaşadığını" ve bu Yahudilerin "ülkeye fazla yük" olduklarını söylemişti. Filistin'deki Revizyonist hareketin önderlerinden biri olan Abba Achimeir ise daha da ileri giderek günlüğüne şu inanılmaz cümleyi yazmıştı: "Bir milyon kadar Polonya Yahudisinin öldürülmesini çok isterdim. Belki bu sayede bir getto içinde yaşadıklarının farkına varabilirler." 90
Stern Çetesi'nin Naziler'le Askeri İttifak Girişimi
Önceki sayfalarda Revizyonist Siyonizme değinmiştik. WZO'da hakim olan sol eğilime karşı sağcı, hatta aşırı sağcı bir ideolojik taban üzerine kurulan Revizyonizm, 1930'lu yılların sonlarından itibaren Filistin'deki silahlı faaliyetlerini artırdı. Silahlı mücadele, hem Araplara hem de kısmen Yahudi göçüne sınırlamalar getiren İngiliz manda yönetimine karşıydı ve Irgun adlı silahlı Revizyonist örgüt tarafından yönetiliyordu. Ancak II. Dünya Savaşı'nın patlak vermesiyle birlikte Irgun içinde iki ayrı fraksiyon belirdi. Jabotinsky'e bağlı olan birinci grup, onun direktifleri üzerine, savaş boyunca İngiltere'ye karşı askeri bir mücadele yapılmayacağına, bunun ancak savaş sonrasında yürütülebileceğine karar vermişti. Daha küçük ve radikal olan ikinci grup ise her durum ve şart altında, egemen bir Yahudi Devleti kurulmasına izin vermedikçe, İngiltere'ye karşı mücadeleyi savunuyordu. Avraham Stern'in liderliğini yaptığı bu grup Eylül 1940'da Irgun'dan ayrıldı ve kendi örgütünü kurdu. Stern Çetesi adıyla bilinen bu en radikal Siyonist grup, daha sonra kendisine seçtiği LEHI (Lohamei Herut Yisrael-İsrail'in Özgürlüğü Savaşçıları) ismiyle de anılır.
Örgütün oldukça iddialı hedefleri vardı. Avraham Stern'in 18 prensibinde belirtildiğine göre, hedeflerin başında; Eski Ahit'in Tekvin bölümünde belirtilen topraklar-yani "Nil'den Fırat'a" kadar-üzerinde kurulacak bir Yahudi Devleti, bu topraklardan Arapların sürülmesi ve Kudüs'teki Hz. Süleyman Mabedi'nin yeniden inşa edilmesi geliyordu.
Stern İngiltere'ye karşı mücadele kararında olduğu için, bir an önce İngiltere'nin düşmanlarıyla ittifak yapmayı düşündü. Eylül 1940'ta, Irgun'dan ayrılmalarından yalnızca bir-kaç hafta sonra, Kudüs'teki bir İtalyan ajanı ile bağlantıya geçtiler ve Mussolini'nin bir Yahudi devleti kurulması hedefine aktif olarak yardım etmesi karşılığında, faşist İtalya ile askeri ittifak yapmayı önerdiler. Ancak İtalyanlar örgütün gücünü pek önemsemedikleri için somut bir sonuç alınamadı. Bunun üzerine Stern, örgütün önde gelenlerinden Naftali Lubentschik'i Beyrut'a Almanlar'la görüşmesi için yolladı. Lubentschik burada Rudolf Rosen ve Otto von Henting adlı iki Nazi ile bağlantı kurdu ve Lubentschik Naziler'e oldukça kapsamlı bir askeri ittifak önerisi sundu.
Lubentschik'in Stern örgütü adına Naziler'e yaptığı bu teklifin metni, savaş sonrasında Türkiye'deki Alman Büyükelçiliği dosyalarında bulundu. Bu nedenle belgeye "Ankara Belgesi" denmiştir. Ankara Belgesi'nin bir kopyası, daha sonra III. Reich'ın gizli arşivlerini araştıran Alman tarihçi Klaus Polkhe tarafından da ortaya çıkarıldı. Buna göre, 11 Ocak 1941 tarihinde, Siyonist Stern Örgütü, Nazi yönetimine resmi bir askeri antlaşma öneriyordu. Belgede özetle şunlar yazılıydı:
1- Yahudi kitlelerin Avrupa'dan çıkarılması Yahudi Sorununun çözümü için ön koşuldur; ancak bunun gerçekleşebilmesi, bu kitlelerin Yahudi halkının anavatanı olan Filistin'e yerleştirilmesine ve tarihi sınırları içinde bir Yahudi devletinin kurulmasına bağlıdır. Dolayısıyla Alman düşüncesine uygun olarak Avrupa'da kurulacak olan Yeni Düzen ile, Yahudi ulusal hedefleri arasında ortak çıkarlar oluşturulabilir.
2- Yeni Almanya ile İbrani alemi arasında bir işbirliği mümkündür.
3- Ulusal ve totaliter temelde tarihi bir Yahudi Devleti'nin Alman Reich'ıyla yapılacak bir anlaşma çerçevesinde kurulması gelecekte Ortadoğu'daki güçlü Alman çıkarları açısından da gereklidir. 91
Bu düşüncelerden yola çıkarak Filistin'deki Ulusal Askeri Örgüt (Stern-Irgun Örgütü), İsrail Özgürlük hareketinin yukarıda belirtilen ulusal hedeflerinin Alman Hükümeti tarafından tanınması koşuluyla, savaşta Almanya'nın yanında aktif olarak yer almayı teklif eder.91
Aralık 1941'de Stern, bu kez örgütün önemli isimlerinden Nathan Yalin-Mor'u Naziler'le kontak kurması için Türkiye'ye yolladı. Ancak Yalin-Mor yolda tutuklandı ve planlanan görüşme gerçekleşmedi. Brenner'ın belirttiği gibi Naziler'in bu teklife nasıl bir cevap verdiğine dair arşivlerde herhangi bir bilgi bulunamamıştır. Büyük olasılıkla Naziler, Stern'i küçük ve etkisiz bir örgüt olarak görmüş ve öneriyi fazla dikkate almamışlardır. Ancak burada önemli olan, Siyonist bir örgütün Naziler'e, hem de "Yahudi soykırımı"nın başlangıç tarihi olan 1941 yılında, askeri bir ittifak önerebilmiş olmasıdır. Naziler'in kurmak istedikleri Yeni Düzen ile Yahudiler arasında önemli ortak çıkarlar olduğunu söyleyen Stern'in mantığı, kuşkusuz atlanmaması gereken bir noktadır. Yalin-Mor, örgütünün Naziler'le işbirliği aramasının ardında yatan mantığı, 1942'de, savaşın en kızgın olduğu günlerde şöyle özetlemiştir: "Yahudileri yığınlar halinde göçe razı etme projemiz, Almanya'nın hedeflerinden biri olan, Avrupa'yı Yahudilerden temizleme amacına uygun düşüyordu." 92


Siyonist kamp içindeki en radikal fraksiyon olan Stern, yalnızca Arapları değil, İngiliz manda yönetimini de hedef alıyordu. Yanda bunun bir örneği; yıl 1947, İngiliz askerleri Stern'in bombaladığı bir binanın enkazını temizliyorlar. İngiltere'ye karşı yürüttüğü bu mücadele ve aşarı sağcı ideolojisi, kısa sürede Stern'i Naziler'le askeri ittifak arayışına yöneltti.
Bir diğer önemli ve ilginç nokta da Ankara Belgesi'nin Naziler'e verildiği sıralarda Stern'in en üst bir kaç yetkilisinden birisi olan bir kişinin kimliğidir:
Yitzhak Şamir!... Evet, Naziler'e askeri ittifak öneren örgütün başında, 1977-1992 yılları arasındaki Likud iktidarı sırasında İsrail'de önce Dışişleri Bakanlığı sonra da Başbakanlık yapacak olan Yitzhak Şamir vardır. 1940'lı yıllarda, aynı hocası Menahem Begin gibi eli kanlı bir terörist olan Şamir, Ankara Belgesi'nden bir kaç yıl sonra da İngiliz ve Arap hedeflerine düzenleyeceği kanlı saldırılar ile adını duyuracaktır.
Şamir'in Stern'in Naziler'le ittifak çabalarındaki rolünün ne olduğu kuşkusuz önemli bir konudur. Şamir yıllar sonra Ankara belgesinin ortaya çıkmasıyla birlikte kendisine yöneltilen soruları cevapsız bırakmıştır ama konuyla ilgili hemen her kaynağın kabul ettiği gibi Stern'in Naziler'e yaptığı teklifin arkasındaki bir kaç önemli beyinden birisi odur. Lenni Brenner, Adolf Hitler'in müttefiki olmaya çalışmış bir kişinin Yahudi Devleti'nde Başbakanlık koltuğuna oturmuş olmasının tarihin ilginç çelişkilerinden biri olduğunu söylüyor.
Yitzhak Şamir'in bu kirli sicili, ilk defa 1989 yılında kendi yurttaşları tarafından da öğrenildi. Ankara Belgesi ile ilgili öykünün İsrail'in en büyük gazetelerinden biri olan Jerusalem Post'ta yayınlanması tam manasıyla bir şok yaşanmasına sebep oldu. Bu "sakıncalı" ilişkiler üzerine konuşma yasağı, ilk defa delinmiş oluyordu. Hem de bir Yahudi basın organı tarafından. Jerusalem Post'un bu haberi, 11 Mart 1989 tarihli Zaman gazetesi aracılığıyla bizim basınımıza da yansımıştı. Haberin başlığı, "İsrail'de Gerçeğe İlk Adım, Şamir-Nazi İşbirliği Ortaya Çıkarıldı" idi. Zaman'ın Jerusalem Post'u ana kaynak olarak gösterdiği bu haberde, önemli bazı bilgiler yer alıyordu: Örneğin, Siyonizm-Nazizm işbirliğinin ilk defa yazılı olarak 1989 yılında ortaya konabildiği, bu tarihe kadar, bu konudan bahsedilmesinin, yani Siyonistler ile ileri gelen Nazi devlet adamlarının arasındaki işbirliğini gündeme getirmenin İsrail Devleti tarafından yasaklanmış bir konu olduğu yazılmıştı.
Bugün konuyla ilgili kitapların önemli bir kısmında Ankara Belgesi'nden söz edilir. Ancak çoğu yazar, en başta da Yahudi yazarlar, Stern-Nazi ilişkisinin tarihin anlaşılamaz cilvelerinden biri olarak yorumlar. Örneğin İsrail ordusundan emekli subay Yehoshafat Harkabi Israel's Fateful Hour adlı kitabında, bu olayı "Yahudi tarihinin anlaşılamaz bir kesiti" olarak tarif eder. Oysa olayın hiçbir yönü "anlaşılamaz" değildir. Bu tür yorumlar yapılmasının nedeni, çoğu kişinin Nazi-Siyonist ittifakı ile ilgili olarak yalnızca Stern'in girişiminden haberdar oluşudur. Çünkü bir tek Stern dosyası kamuoyuna açıkça anlatılmıştır. Önceki sayfalarda incelediğimiz WZO-Nazi ilişkileri ise hala çok kimse tarafından hiç duyulmamıştır. Bu sayede İsrail liderleri ya da çağdaş Siyonistler Ankara Belgesini "ilginç bir paradoks" diyerek geçiştirebilmektedirler. Çünkü ne de olsa Stern aşırı radikal ve Naziler'e sempati duyması doğal karşılanabilecek kadar aşırı sağcı bir örgüttür. Siyonizmin kötü polisidir bir başka deyişle. Oysa aynı geçiştirmeyi "sosyalist" WZO için, iyi polis rolü oynayan Weizmann, Ben-Gurion ve benzerleri için söylemek mümkün değildir kuşkusuz.
Biz, önceki sayfalarda incelediklerimiz sonucunda, en "solcu" Siyonistin bile aslında faşist eğilimli olduğunu, çünkü Siyonizmin kendisinin bir tür faşizm ve ırkçılık olduğunu ve dolayısıyla yalnızca Stern gibi radikal bir fraksiyonun değil, tüm Siyonist hareketin Naziler ve benzeri faşistlerle işbirliği yaptığını biliyoruz. Stern, buzdağının yalnızca görünen kısmıdır.
Buzdağının görünmeyen kısmını önceki sayfalarda incelemiştik. Bu konuda göz atılması gereken son bir kaynak, aynı Brenner gibi "anti-Siyonist" bir Yahudi olan Hannah Arendt'in Eichmann in Jerusalem adlı kitabıdır. Arendt, Adolf Eichmann'ı merkez alarak Nazi-Siyonist işbirliğinin daha önce değinmediğimiz bazı yönlerine değinir çünkü.
Adolf Eichmann'ın Öyküsü
Hannah Arendt'in yazdığı Eichmann in Jerusalem: A Report on the Banality of Evil (Eichmann Kudüs'te: Şeytaniliğin Basitliği Üzerine Bir Rapor) adlı kitap Siyonist-Nazi ilişkilerinden söz eden kaynakların en önemlilerindendir. Kitap önemlidir, çünkü yazarı Bayan Arendt, Amerikan Yahudi toplumunun önde gelen isimlerinden biri ve ünlü bir siyaset bilimcidir.
Arendt, kitabında asıl olarak, Nazi Subayı Adolf Eichmann'ın (ya da ona benzer bir figüranın), 1960 yılında Mossad ajanları tarafından Arjantin'de yakalanıp İsrail'e götürülmesiyle kurulan mahkemeyi ve Eichmann'ın mahkemedeki ifadelerini konu edinir. Önceki sayfalarda da bir kaç kez değindiğimiz Eichmann çok önemli bir isimdir, çünkü Gestapo şefi Heydrich'in emri altında "Yahudi Sorunu"nu çözmekle özel olarak görevlendirilen kişidir. Yahudi soykırımında büyük bir rol oynamıştır. Ancak Adolf Eichmann'ın ilginç bir hikayesi vardır ve bu hikaye, İsraillilerin propagandaları ile hiç mi hiç uyuşmamaktadır.
Arendt, kitabında sık sık resmi tarihin kabullerini tekrar etse de, zaman zaman bazı ilginç gerçeklere de değinir. İlk olarak, kitabın hemen girişinde, Naziler'in 1935'te yayınladıkları Nuremberg Kanunları'ndaki ilginç hükme dikkat çeker: Kanunlar, önceki sayfalarda değindiğimiz gibi Yahudileri Alman toplumundan tümüyle izole etme amacına yöneliktir. Arendt, bunun "İsrail Evi'nin birliğini korumaya çalışan" Yahudiler açısından hiç de olumsuz bir şey olmadığını söyleyerek, İsrail'de de bugün aynı kanunun yazılı olmasa da geçerli olduğunu, bir Yahudinin bir "goyimle" (Yahudi olmayan) evlenmesi ya da ilişkiye girmesinin yasak kabul edildiğini hatırlatır.93

Nazi Subayı Adolf Eichmann, SS Güvenlik Servisi SD'nin "Yahudi işleri sorumlusu"ydu. Naziler'in Siyonistlerle yaptığı ittifakın da en önemli mimarlarından biri oldu. "Amacım, Yahudilere, ayak basabilecekleri sağlam bir toprak verebilmektir" diyordu.
Arendt, ilerleyen sayfalarda Eichmann'ın geçmişinden söz ederken de ilginç bilgiler vermekte, onun gençliğinde hiçbir zaman antisemit olmadığını, hatta bazı Yahudilerle çok yakın ilişkileri olduğunu (örneğin Avustrian Vacuum Oil Company'nin müdürü olan Yahudi Bay Weiss'le) anlatır. Arendt'in bildirdiğine göre Eichmann, masonluğa da ilgi duymuş, bir süre Schlaraffia Locası'na gidip-gelmiştir.
Ama Eichmann'ın asıl görevi, 1934 yılında SS'ler içinde kurulan özel ve gizli bir bölüm olan SD'ye girmesiyle başlar. SS şefi Himmler'in kurdurduğu SD, bir istihbarat servisidir ve Gestapo şefi Heydrich tarafından yönetilmektedir. Eichmann, kısa süre sonra servisin "Yahudi departmanı"na girer ve zamanla da bir "Yahudi uzmanı" olur. Eichmann bu yıllarda Almanya'daki Siyonist liderlerle ilk görüşmelerini yapar.94Arendt, o dönemde Eichmann'ın bir de Theodor Herzl'in yazdığı Der Judenstaat (Yahudi Devleti) adlı kitabı okuduğunu, kitaptan çok etkilendiğini ve böylece Siyonizmi benimsediğini şöyle anlatıyor:
Eichmann, Albert Speer'in kendine verdiği Der Judenstaat'ı okuduktan sonra Siyonizme bağlandı. O tarihten sonra, sık sık Yahudi sorununa 'siyasi çözüm' aranması gerektiğini savunmaya başladı ve 'amacım, Yahudilere, ayak basabilecekleri sağlam bir toprak verebilmektir' dedi. Bu düşüncelerini de, broşürler dağıtarak ve sözlü telkinlerde bulunarak diğer SS'ler arasında yaymaya başladı. İbranice öğrendi. Daha sonra Siyonizmin temel eserlerinden biri olan Adolf Böhm'ün History of Zionism adlı kitabını da okudu. Hayatı boyunca gazeteden başka bir şey okumamış biri için oldukça büyük bir başarıydı.95
Eichmann'ın Siyonizme olan bu yakınlığı, Siyonistlerin hedefleriyle Nazi amaçları arasındaki paralelliği görmesinden kaynaklanıyordu. Siyonistler de aynı Naziler gibi tüm Yahudileri Reich sınırlarından çıkarmak istiyorlardı. Bu Naziler için Reich'ın Judenrein ("Yahudiden arındırılmış") olması anlamına geliyordu; aynı şey Siyonistler için bir Yahudi Devleti demekti. Eichmann, bu nedenle Yahudi Devleti'nin kurulmasına destek vermenin önemini vurgulayarak, "amacım, Yahudilere, ayak basabilecekleri sağlam bir toprak verebilmektir" diyordu. O dönemde, önceden de değindiğimiz gibi Almanya'da Yahudi liderler arasında iki ekol vardı: Siyonistler ve asimilasyonistler. İkinci grup, Yahudilerin Filistin'e gitmesine karşı çıkıyor ve Alman toplumu içinde asimile olmalarını savunuyorlardı. Ve Eichmann, Siyonistleri çok sevmiş, asimilasyonistlerden ise nefret etmişti:
Eichmann'ın yakın ilişki kurduğu Yahudi liderlerin hepsi dönemin ünlü Siyonistleri'ydi. Söylediğine göre, 'Yahudi sorunu'na bu kadar yakından eğilmesinin nedeni kendi 'idealizmi'ydi; ve bu Siyonist Yahudiler de aynı onun gibi 'idealist' idiler. Buna karşılık asimilasyonistlere hep antipati ile yaklaşıyordu... Eichmann'ın ilişki kurduğu en 'idealist' Yahudi ise Dr. Rudolf Kastner olmuştu. İkisi, Macar Yahudilerinin yasal olmayan yollardan Filistin'e göç etmesi için işbirliği yapmışlardı...96
Aslında Eichmann'ın Siyonistlerle paylaştığını söylediği ve "idealizm" diye adlandırdığı şey, ırkçılıktı. Her iki tarafın da ırkçıları, Almanların ve Yahudilerin bir arada yaşamalarını istemiyorlar ve bu nedenle de çok iyi bir asgari müşterekte anlaşıyorlardı. Naziler'in Filistin'e Yahudi göçü için büyük destek vermesi, buna dayanıyordu.
Eichmann, Siyonistlerle böyle yakın ilişkiler kurduğu dönemlerde bir yandan da Alman Yahudilerini tedirgin edecek eylemler düzenliyordu. Bağlı olduğu SS Güvenlik Servisi SD (Sicherheitsdienst), Yahudilerin dükkanlarının yağmalanmasıyla patlak veren Kristallnacht (Kristal Gecesi) gibi ayaklanmaları kışkırtıp organize ediyordu. Amaç, Yahudileri asimilasyondan kurtarmak ve göçe ikna etmekti.
1938'de Anschluss gerçekleştiğinde (yani Almanya ve Avusturya birleştiğinde) Reich'ın, dolayısıyla da Eichmann'ın gücünün sınırları daha da büyümüştü. Ve "Yahudi işleri sorumlusu" Eichmann, "idealist" uygulamalarına bir yenisini eklemekte gecikmedi. Anschluss'un hemen ardından yeni bir zorunlu göç kanunu yayınlattı ve "tüm Yahudilerin, kendi istekleri ya da vatandaşlık hakları göz önünde bulundurulmaksızın göç etmelerini" emretti. 1938 Martı'nda, Avusturya'nın Viyana kentinde, Eichmann kanalıyla SD komutanına, ilk Zorunlu Yahudi Göç Merkezi kurma izni verildi. Daha sonra da, çeşitli yerlerde ve Almanya'da benzer göç merkezleri kuruldu. Tüm bu Yahudi Göç Merkezleri'nin yönetiminde Eichmann vardı ve Gestapo komutanı başdanışman olarak görev yaptı. 18 aydan kısa bir süre içinde Avusturya'dan 150 bin Yahudi sürüldü; çoğu aşamalı bir göçten sonra Filistin'e yöneldi. Eichmann bu arada, Siyonist liderlere Yahudilerin göç işlemleri için kolaylıklar gösteriyordu.97 "İdealist" Nazi, Yahudileri göç ettirme operasyonu ile ilgili olarak daha sonra şunları söyleyecekti:
Ben her iki tarafı da memnun edebilecek bir çözüm arıyordum... Çözüm, dediğim gibi Yahudilere üzerine basabilecekleri sağlam bir toprak bulmaktan geçiyordu, böylece kendilerine ait bir toprakları olacaktı. Ve ben bu yönde çalışıyordum. Bu yönde işbirliği yaptım, çünkü bu hedef, aynı zamanda Yahudi halkının arasındaki bazı hareketlerce de aynen benimseniyordu. Bu yüzden, bunun en uygun çözüm olacağı kanısına vardım. Ülkeden çıkmak Yahudilerin de yararınaydı; belki bazıları bunu anlamıyorlardı ama öyleydi. Birisinin onlara yardım etmesi, bu işi organize etmeye çalışan aktif Yahudi gruplarına destek vermesi gerekiyordu; ben de bunu yaptım.98
Eichmann'ın bu cümlelerini aktaran Arendt, şöyle diyor: "Sözkonusu 'aktif Yahudi grupları', Eichmann gibi 'idealist' olanlar, yani Siyonistlerse, gerçekten de Eichmann, onlara saygı gösterdi, isteklerini dinledi, destek istemelerini kabul etti ve onlara verdiği sözleri tuttu." Arendt, bunlara rağmen, kitabının aynı sayfasında, İsrail mahkemesinin Eichmann'ın Siyonistlerle olan ilişkileri üzerinde hiç durmadığını da bildiriyor. Yahudi yazar, Nazi politikasının Yahudi liderlerce benimsenmesine dair şunları da ekliyor:
Hans Lamm, 'Nazilerin Yahudi politikasının, ilk başta Siyonizme uygun düştüğü tartışılmaz bir gerçektir' diyor. Gerçekten de bu yıllarda Eichmann böyle düşünmektedir. Bu düşüncelerinde yalnız da değildir. Bazı Alman Yahudileri, toplumlarının
içinde bulunduğu asimilasyon sürecinin, Naziler'in başlattığı 'disimilasyon' süreci ile kırılabileceğini düşünmektedirler...
Hitler'in iktidarı ele geçirişi, Siyonistler tarafından 'asimilasyonun sona erişi' olarak görülmüş ve sevinçle karşılanmıştır. Dolayısıyla Siyonistlerle Naziler arasında çeşitli işbirlikleri kurulmuştur. Siyonistler düşünmüşlerdir ki, Nazilerin başlattığı 'disimilasyon' politikası ve Filisitin'e göç bir arada olduğunda onlar için çok yararlıdır ve bu nedenle de 'Yahudi kapitalistleri' de devreye sokarak, iki taraf için de karlı bir çözüm oluşturma yoluna gitmişlerdir.99

Naziler'in, Siyonistler tarafından da desteklenen politikası, ülkedeki Yahudileri mümkün olduğunca rahatsız ederek göçe zorlamaktı. 9 Kasım 1938 gecesi Yahudi ev ve dükkanlarının yağmalanmasıyla gerçekleşen ve kırılan camlar nedeniyle Kirstallnacht (Kristal Gecesi) olarak anılan saldırı, bunun bir örneğiydi. Yanda, Kristallnachft'tan geriye kalan bir Yahudi dükkanı.
Arendt, Siyonistler'in "Yahudi kapitalistleri devreye sokmaları"ndan söz ederken, önceki sayfalarda yoğun olarak incelediğimiz bir gerçeğe, yani Hitler'in büyük Yahudi finansörlerden aldığı dev yardımlara işaret ediyor.
Hannah Arendt, ayrıca Nazi politikasının Alman Yahudilerini Siyonizmi kabul etmeye hızla ittiğini vurguluyor ve o dönemlerde Siyonist yayın organı Jüdische Rundschau'nun tirajının beşbinden kırkbine çıktığına dikkat çekiyor. Arendt, ayrıca Eichmann ve diğer Nazilerin, yalnızca WZO'ya bağlı olan Yahudi Ajansı'yla (Jewish Agency) değil, bağımsız bazı Siyonist gruplarla da çok iyi ilişkiler kurduklarını, "Gestapo ve SS'lerin Siyonistlere çok yardımcı olduklarını" söylüyor.100 Aynı sayfada bildirdiğine göre, sözkonusu Siyonistler, Eichmann'ın kendilerine karşı oldukça "kibar" davrandığını söylüyorlar. Hatta Eichmann, bir keresinde, "genç Yahudilere eğitim alanı" açmak için bir manastırda yaşayan rahibelerin tümünü kovuyor, manastırı boşaltıp Siyonist gruba veriyor. Bir başka olayda ise Nazi Subayları bir Siyonist gruba, "eğitim alanlarına" rahat gidebilmeleri için bir tren tahsis ettiklerini söylüyor. (Arendt, Siyonist grubun ne "eğitim"i aldıklarını söylemiyor ama anlaşılan silahlı bir eğitim sözkonusu.)
Evet, bu ilişkiler aynı önceki sayfalarda incelediklerimiz gibi inanılması zor, hayret verici, şaşırtıcı ilişkilerdir. Ama hepsi gerçektir. Kuşkusuz kendisi de bir Yahudi olan Hannah Arendt'in bunları kabul etmesi ve yazması da son derece önemlidir.
Savaş Yılları ve Nazi Himayeli Otonom Yahudi Devletleri!...
Hannah Arendt, Eichmann in Jerusalem'de, savaşın başladığı günlerde, yani 1939'da Naziler'in Yahudi politikasındaki birinci evrenin bittiğini söyler. Bu birinci evre, Arendt'in deyimiyle "sürgün" evresidir; Naziler Siyonistlerle işbirliği içinde Yahudileri Almanya ve Avusturya'dan sürmüş, Filistin'e yollamışlardır. Arendt'e göre, savaşla birlikte ikinci evre başlamıştır, çünkü artık birinci evredeki yöntemin, yani Yahudileri Filistin'e sürmenin imkanı kalmamıştır. Nedeni, Almanya'nın İngiltere'yle savaşıyor olmasıdır; artık hiçbir Alman gemisi, İngilizlerin hakim olduğu denizlerde Filistin'e yolcu taşıyamaz. Hem ayrıca Filistin de bir İngiliz mandasıdır. Arendt, bu yeni durumu şöyle özetliyor: "Yahudi Sorununun resmi çözümü 'zorunlu göç'tü, ancak bu artık mümkün olamıyordu." 101 Bundan dolayı Nazi politikasının değiştiğini söyleyen Arendt, ikinci evrenin "toplama" evresi olduğunu söyler. Yani Yahudiler Avrupa'da bir araya getirilip tecrit edileceklerdir. Bu evrenin ardından üçüncü evre, yani "Nihai Çözüm" (Final Solution) evresi gelecek ve toplanmış olan Yahudiler imha edileceklerdir.
Nazilerin Yahudi Devleti kurma yönündeki ilk denemeleri, Arendt'in de yazdığına göre, Nisko Planı'dır. Plan, Nazilerin Polonya'yı işgali üzerine Eichmann ve onun bir üstü olan Franz Stahlecker tarafından geliştirilmiştir. Polonya'nın yalnızca bir bölümü Nazilerce işgal edilmiştir (kalan kısım Rus işgalindedir) ve bu kısımda yaşayan bir milyon Yahudinin ne olacağı da Naziler tarafından düşünülmektedir. İşte bu anda Eichmann ve Stahlecker, sözkonusu Nisko Planı ile ortaya çıkarlar. Plan, Polonya'nın Nazi işgali altında olan ama asıl Reich topraklarına dahil sayılmayan Genel Hükümet (General Government) bölgesinde Nazi himayesinde otonom bir Yahudi Devleti kurulmasını öngörmektedir!... Arendt şöyle diyor: "Bu, Eichmann'ın, 'Yahudilere, üzerine basabilecekleri sağlam bir toprak bulma' hedefinin geçici bir süre için de olsa gerçekleştirilmesiydi." 102 Arendt, ayrıca planın öteki hazırlayıcısı olan Stahlecker'den de söz ediyor ve onun "Viyana'dayken Siyonist liderlerle sıkça el sıkışmaya alışmış birisi" olduğunu söylüyor.103
Eichmann ve Stahlecker'in planı Heydrich'ten de destek görür ve bir milyon Polonyalı Yahudi, ülkenin "otonom" bölgesinde toplanarak devletin çatısı atılır. Bölgede Naziler'in himayesinde "Yahudi Yaşlılar (Bilgeler) Meclisi" kurulur ve Eichmann da özel bir "göç merkezi" organize eder.104 SS'ler, otonom bölgeye giden Yahudilere şöyle derler: "Führer, Yahudilere onlara yeni bir yurt vereceğine dair söz verdi." Ama savaş şartları nedeniyle Plan fazla etkili olmaz ve gerçek bir Yahudi Devleti kurulamaz. Ama Yahudiler bir kez tecrit edilmiş ve bir araya getirilmişlerdir; savaş sonrasında bunları toplayıp Fiistin'e götürmek Siyonistler için çok daha kolay olacaktır. Arendt'in bildirdiğine göre, bu tür otonom Yahudi devletleri, Reich'ın başka bölgelerinde de kurulmaya çalışılır.
Eichmann'ın bir Yahudi Devleti kurma yolundaki ikinci girişimi ise 1941 yılında gelir. Bu girişim, Madagaskar Projesi olarak adlandırılır; çünkü Avrupa'dan dört milyon Yahudinin Madgaskar'a götürülmesini ve adada Nazi himayesinde bir Yahudi Devleti kurulmasını öngörmektedir. Bu proje, aslında İngilizler'in daha önceleri gündeme getirdikleri Uganda Projesi'ne benzer. Uganda Projesi, İngilizler'in bir "Yahudi vatanı" isteyen Siyonistlere Filistin yerine Uganda'yı önermesiyle gündeme gelmişti. İngilizler, Filistin'deki Arapların yaratacağı sorundan çekinerek böyle bir öneri getirmişler, ancak bu Siyonistlerce reddedilmişti. Şimdi aynı şeyi Naziler denemeye çalışmaktadır. Filistin kendi ellerinde olmadığına göre, orayı önerme şansları yoktur; ancak eski bir Fransız kolonisi olan Madagaskar'ı ele geçirmişlerdir ve Siyonistlere bu yeni ilginç teklifi götürmektedirler.
Naziler'in Avrupa içinde otonom Yahudi Devleti kurma çabalarına bir örnek de Heydrich'in Eichmann'ın yardımıyla Bohemya ve Moravya'da yaptığı denemedir. Arendt'in anlattığına göre, Heydrich, kendisine Bohemya ve Moravya'nın yönetimi verildiğinde, ülkeyi sekiz haftada Judenrein yapacağına söz verir. Bu işi nasıl yapabileceği Eichmann'a sorduğunda, Eichmann, ülkede otonom bir Yahudi Devleti kurulmasını önerir. Heydrich kabul eder ve Theresienstadt bölgesindeki tüm yerli Çek nüfusun boşaltılmasını emreder. Boşalan yere ülkedeki Yahudi nüfusunun büyük bölümü aktarılır.
Başka ilginç bilgiler de vardır. Mark Weber'in "Zionism and the Third Reich" adlı makalesinde yazdığına göre, 1942 yılında bir gözlemci, Almanya'da resmi izinle çalışan ve Filistin'e gidecek Yahudi göçmenlere eğitim veren Siyonist bir "kibutz" olduğunu rapor etmiştir. Weber, bu Siyonist merkezin muhtemelen 1942'den sonraki yıllarda da aktif olduğunu yazıyor. Bir başka deyişle, savaş öncesi dönemde Nazi-Siyonist ilişkisinin temelini oluşturan Yahudi göçü politikası, savaş yıllarında da mümkün olduğu ölçüde devam etmiştir. Siyonist-Nazi ittifakı hiç bir zaman sona ermemiştir.
Bir başka deyişle, milyonlarca masum Yahudinin Nazi toplama kamplarında zulüm ve işkence altında yaşadığı, milyonlarcasının acımasızca katledildiği bir dönemde, Siyonistler ile Naziler arasındaki işbirliği sürmüştür.
Sözünü ettiğimiz Yahudi soykırımı, 20. yüzyılın ve hatta belki de insanlık tarihinin en büyük zulümlerinden biridir. Naziler, 1941 yılından itibaren, gerek toplama kamplarında gerekse işgal ettikleri bölgelerde, Yahudiler, Çingeneler, Slavlar, özürlüler gibi farklı insan gruplarına karşı sistemli ve acımasız bir soykırıma girişmişlerdir. Bu vahşetin en çok hedefi olan Yahudiler, toplam 6 milyona yakın masum kurban vermiştir.
Bu olayın en garip yönü ise, baştan beri anlattığımız gibi, Yahudi soykırımının sorumluları olan Nazilerin, Yahudi halkının sözde liderleri olan Siyonistler ile işbirliği içinde olmalarıdır. Bir diğer deyişle Siyonistler, İsrail Devleti'ni kurabilmek adına, kendi halklarını Nazi canavarlığına kurban etmişlerdir.
Bu bölümün başında, Nazi partisinin Tapınakçı geleneği koruyan bir örgüt olduğunu, Kabalistik ve masonik okült derneklerinin Naziler'in gerçek kimliğini oluşturduklarına değinmiştik. Ve bir mason locası niteliğindeki Nazi Partisi'ndeki Yahudi düşmanı görüntünün, Tapınakçı/mason geleneği ile çeliştiğini söylemiştik. Şimdi rahatlıkla böyle bir çelişkinin olmadığını, çünkü Naziler'in Tapınakçı geleneğe uygun olarak Yahudi önde gelenleriyle (Siyonistler) işbirliği yaptıklarını söyleyebiliriz.
Naziler ile Siyonistler arasındaki bu işbirliği, Hitler'in kurma iddiasında olduğu "Yeni Düzen"in, gerçekten de bölümün başında değindiğimiz gibi Yahudi önde gelenleri-mason ittifakı tarafından kurulan Yeni Seküler Düzen'in (Novus Ordo Seclorum) bir türevi olduğunu gösteriyor. Dini otoriteye karşı ortaya çıkan her seküler düzen gibi Naziler'in Yeni Düzen'i de, son tahlilde Yahudi önde gelenlerine ve onların yürüttüğü Mesih Planı'na hizmet için var edilmiştir.
Bunların yanısıra, Nazizmin Tapınakçı kökeni, belki Naziler'in adeta bir "homoseksüeller kulübü" oluşuna da ilginç bir açıklama ge-tirebilir. 2. bölümde incelediğimiz gibi Tapınakçılar'ın belirgin özelliklerinden biri, homoseksüel oluşlarıydı ve bu özellik Tapınakçı geleneği koruyan örgütler tarafından ısrarla sürdürülmüştü. Tapınakçı gelenekten doğan Nazi partisi ise gerçek ten de az önce dediğimiz gibi bir "homoseksüeller kulübü" görünümündedir: Hitler'in homoseksüel eğilimleri ve başka cinsel sapkınlıkları olduğu bilinmektedir. Ayrıca Ernest Roehm, Hermann W. Goering, Rudolf Hess, Von Neurath, Von Fritsch gibi Nazi önde gelenleri de homoseksüeldir.108
Bu arada, Siyonistler ve Naziler arasındaki işbirliği, Siyonistlerin, kendi ırklarına karşı şiddet ve baskı uygulamaktan, onları yurtlarından sürmekten ve hatta soykırıma uğramalarına dolaylı destek olmaktan çekinmediklerini göstermektedir. İlginç olan, Siyonistlerin kendi ırklarına karşı uyguladıkları bu zulme, Kuran'da da dikkat çekilmesidir. Bakara Suresi'nde, İsrailoğulları'nın "birbirlerini öldürmekte ve birbirlerini yurtlarından çıkarmakta" ısrarlı davrandıkları şöyle anlatılır:
Hani sizden (İsrailoğullarından) 'Birbirinizin kanını dökmeyin, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayın' diye söz almıştık. Sonra sizler bunu onaylamıştınız, hala da buna şahitlik ediyorsunuz. Sonra yine siz, birbirinizi öldürüyor, bir bölümünüzü yurtlarından sürüp çıkarıyor ve günah ve düşmanlıkla aleyhlerinde ittifaklar kuruyor ve size esir olarak geldiklerinde onlarla fidyeleşiyorsunuz. Oysa onları (yurtlarından) çıkarmak size haram kılınmıştı. Yoksa siz, Kitab'ın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkar mı ediyorsunuz? Sizden böyle yapanların dünya hayatındaki cezası aşağılık olmaktan başka değildir. Kıyamet gününde de azabın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir. (Bakara Suresi, 84-85)
Nazi-Siyonist ilişkisi ile ilgili bilgileri daha geniş bir bakış açısı ile incelediğimizde ise Nazi vahşetinin, gerçekte kitabın başından beri işleyişini konu edindiğimiz Mesih Planı'nın bir aşaması olduğunu görbiliriz. Çünkü Nazi kartı sayesinde gerçekleştirilen şey, Vaadedilmiş Topraklar'a dönüş projesidir. Vaad- edilmiş Topraklar'a dönüş ise Kabalacılar'ın önceden incelediğimiz yorumuna göre, Mesih'in gelişinin ayak sesidir.
77 Meir Michaelis, Mussolini and the Jews, s. 131.
78 Lenni Brenner, Zionism in the Age of Dictators, s. 117.
79 Ibid., s. 125.
80 Ibid.
81 Eustace Mullins, The World Order: Our Secret Rulers, s. 144.
82 Lenni Brenner, Zionism in the Age of Dictators, s. 162.
83 Ibid., s. 170.
84 Ibid., s. 171.
85 Ibid., s. 184.
86 Ibid.
87 Ibid., s. 189.
88 Ibid., s. 190.
89 Ibid., s. 195.
90 Ibid.
91 Ibid., s. 267.
92 Nathan Yalin-Mor, Israel-Israel, Histoire du Groupe Stern 1940-1948, Paris: Presse de la Rena-issance, 1978, s. 98.
93 Hannah Arendt, Eichmann in Jerusalem: A Report on the Banality of Evil, New York: The Viking Press, 1963, s. 5.
94 Ibid., s. 36.
95 Ibid., s. 37.
96 Ibid.
97 Ibid., s. 41.
98 Ibid., ss. 51-52.
99 Ibid., ss. 53-54.
100 Ibid., s. 55.
101 Ibid., s. 67.
102 Ibid., s. 69.
103 Ibid., s. 68.
104 Ibid., s. 69.
108 Hitler'in homoseksüel eğilimleri ile ilgili bilgiler, Walter C. Langer'in Ruhsal Çözümlemelerle Hitler: Melek mi, Şeytan Mı?adlı kitabında aktarılır. Aynı kaynakta ve Louis L. Snyder'ın Hitler's Elite: Biographical Sketches of Nazis Who Shaped the Third Reich, (1.b., London: David & Charles, 1990) adlı kitabında Nazi partisi önde gelenlerinin çoğunun homoseksüel eğilimlerinden söz edilmektedir. 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...