25 Şubat 2015

BİLİNMEYEN HİTLER

Bilinmeyen Hitler..

Hitler 20 Nisan 1889’da Bavyera yakınlarında bir köyde doğdu. Çok ilginçtir ki bu köy medyum ve falcılarıyla ünlü bir yerdir. Çok ünlü iki medyum olan Schnedeider kardeşler de bu köyde doğmuşlardı. Ayrıca Hitler’in dadısı ve kuzeni de medyumdur. Hitler daha genç yaşlarda kendini okültizme kaptırmış, dönemin gizemli dergisi “Ostara” elinden düşürmediği bir bilgi kaynağı olmuştur. “O zaman zaman kendinden geçer ve başkalarının göremediği ancak kendisine eziyet eden, dehşet verici varlıklardan söz ederdi. Bu kriz anlarında Adolf’u yatıştırmak kolay olmuyordu. 
1.Dünya Savaşı sırasında kafasının içinde yankılanan ve kendisiyle sık sık konuşan sesin varlığından söz ediyordu. Bir defasında siperlerde asker arkadaşlarıyla yemek yerken bu ses ona; “Yerinden kalk ve karşıya bak..” dedi. Ses o kadar net ve ısrarcıydı ki, Hitler sanki askeri bir emir almış gibi otomatik bir hareketle itaat etti. Yerinden kalktı ve siper boyunca 20 metre kadar yürüdü. Sonra yemeğine devam etmek için yeniden oturdu ve bu sefer kendini daha rahat hissediyordu. Ancak birkaç saniye sonra kulakları sağır eden bir gürültü ve korkunç bir ışıkla etraf sarsıldı. Arkadaşlarının arasında unutulmuş bir el bombası patladı ve zavallı askerlerden biri bile sağ kurtulmadı, tabii Adolf Hitler hariç.”
 BİLİNMEYEN HİTLER 
“Yakınlarının anlattıklarına göre Adolf Hitler geceleri çığlıklar atarak uyanıyordu; titreyerek anlaşılmaz sözcükler söylüyor, soluk soluğa yatağından fırlıyor, odanın ortasına dikiliyor, görmeyen gözlerle bakarak ‘işte o, buraya da gelmiş, işte o’ diye inliyor sonra yine anlamsız garip sözcükler mırıldanmaya başlıyordu. Zorla teskin edilip yatağına yatırılıyor ama yine fırlayarak ‘işte yine orada, köşede’ diye haykıracak tepiniyor ve çığlıklar atıyordu.” “Hitler Bana Dedi ki” adlı kitabında Herman Rausching, Hitler’le ilgili bu akıl almaz iddialarda bulunuyordu. Dünyayı titreten Nazi liderini korkutan ne olabilirdi? Hitler’in bu şaşırtıcı gücü nereden kaynaklanıyordu? 
Çok yazılıp çizilen siyasi ve askeri kişiliğin ötesinde Adolf Hitler kimdi? On iki yıl Hitler’in basın sözcülüğünü yapmış olan Otto Dietrich “Çılgınca milliyetçi düşünceleri olan şeytani bir adam” diyordu Hitler için. Hitler hakkında şu ana dek çok yorum yapıldı. Bu garip insanın dev bir ulusu neredeyse yok olmanın eşiğine getirmesinin nedenleri hâlâ bir sır olarak kalmaya devam ediyor. I. Dünya Savaşı’ndan gelen askeri ve siyasi nedenler, komünizmin aç, işsiz ve yenik Almanya’da hatalı örgütlenmesi yüzünden iç çatışmalarda bozulması, üstelik henüz SSCB’de bile bir fidan olan komünizm, varlığını ve amacını kanıtlamak bir yana, kendini Sovyet halkına bile anlatabilmiş değildi. Psikolojik yapısı çok farklı olan Alman ulusuna bu elbise uymuyordu ve asla uymayacaktı. 
Yenik bir ulusun kırılan gururu, açlıktan perişan bir milletin bilinçsizce umut arayışı, bir ırkın hedef gösterilmesi ve daha bir sürü sebep, Hitler’in kitleler üzerindeki etkisini ve büyüsünü açıklamaya yetmiyordu. Hitler’in bu gizemli konumuyla ilgili en önemli kaynaklardan biri Herman Rausching. Rahusching “Hitler Bana Dedi ki” adlı kitabında Hitler’le ilgili başka tanıklıklarda daha bulunuyor. “Hitler, sürekli olarak zamanın çok az kaldığı endişesindeydi ve sürekli korkuyordu. Sık söylediği şeyler arasında, ‘Evrenin Kesin Dönemeci’ sözü vardı ama eğitilmemiş olan bizler, gezegende olacak bir kıyameti tam anlamıyla kavrayamazdık. Kitle için ‘Ruhun yanlış yolu’ deyimini kullanıyordu. ‘Büyüsel Görüşe’ sahip olmak, insan tekamülünün amacıydı. Kendisi, o andaki ve gelecekteki başarıların kaynağı olan gizemli bilginin eşiğindeydi. İlkel dünyaya ait efsaneleri inceliyor, ilk toplumlar ve kitleleri etkileyen mitleri araştırıyordu. 
Doğa yasalarının değiştirilmesi için kullanılan büyüsel antik yöntemler hakkında bir kitap bile yazdı. Kendi gücünün, gizli güçlerden kaynaklandığına emindi. İnsanlığa yeni İncil’i bir an önce bildirmek hevesi içindeydi.” Rausching’in bu sözleri eğer doğruysa Hitler’in büyüyle olan ilişkisini açıkça görülüyordu. Nitekim ünlü Fransız bilim adamı Jacques Bergier “Büyü ve Politika” adlı çalışmasında, büyünün 20. yüzyılda birçok biçimde politikayı gizli olarak yönettiği düşüncesindeydi. Bergier, büyünün soyut olmadığını ve her şekilde ortaya çıktığını söylerken, çok gizli politik büyü gruplarının gizli bir savaş içerisinde olduklarını, bu savaşta hatanın kabul edilmediğini ve acımasızlığın ana ilke olduğunu belirtiyor. Artık bu akıl ötesi politik-büyü örgütleri, ulusların ötesinde, kendi çıkarlar, aldatılarak silinmekte ya da kurban edilmektedir.” Rausching’in kitabında, Hitler’le özel olarak görüşen bir yakının şu konuşmasına yer veriliyordu: “Führer’im, kara büyüyü tercih etmeyiniz, kara büyüyü seçerseniz, artık o yaşamınızdan ve kaderinizden asla bir daha çıkmayacaktır. Çamura bulanmış mahlukların sizi iyi yoldan çevirmelerine izin vermeyin.
” Bazı görüşlere göre Hitler, Nazi öğretisinden çok daha ürkütücü güçlerin kontrolü altındaydı. Hitler kendisinden çok daha büyük olan ve kendisini aşan öğretinin basitleştirilmiş, küçük bir kısmını halka açılıyordu. Zaman zaman bütün gezegendeki yaşamı değiştirmekle ilgili düşüncelerini Rausching’e ve diğer arkadaşlarına şöyle ifade ediyordu: “Hakkımda hiçbir şey bilmiyorsunuz. Parti arkadaşlarım, peşimi hiç bırakmayan hayaller ve öldüğüm zaman temelleri atılmış olacak olan o görkemli yapı hakkında ufak bir görüşe bile sahip değiller. Dünya bir dönüm noktasına ulaşmıştır. Sizler anlamayacaksınız ama gezegen altüst olacaktır. Olup bitenler yeni bir dinin oluşumunu çoktan aşmıştır.” İddialara göre Hitler, Germen mitolojisindeki Thule efsanesinden etkilenmişti. Thule efsanesi de tıpkı Atlantis gibi kayıp bir ülke efsanesiydi ve Hitler’in arkasındaki gizli ve büyülü güç de Thule örgütüydü. Bu örgütün en önemli ismin Münih Üniversitesi profesörlerinden Karl Haushoffer adlı bir bilim adamıydı. Karl Haushoffer’in kimliği de en az Hitler kadar ilgi çekiciydi. 
Haushoffer ile Hitler’i tanıştıran Rudolf Hess’ti. Thule grubunun yaşayan son üyesi Rudolf Hess barış görüşmeleri için silahsız bir uçakla İngiltere’ye gönderilmiş ancak beklenmedik bir şekilde tutuklanmıştı. Savaştan sonra da Hess Nazi savaş suçlularının kapatıldığı Spandau cezaevinde ömür boyu tutuldu. Diğer mahkumların bazıları idam edildiler ve cezalarını çekip tahliye oldular, ancak Hess yıllarca Spandau cezaevinin tek mahkumu olarak, İngiliz, Fransız, Amerikalı ve Ruslardan oluşan bir birliğin gözetimi altında kaldı. Hakkında birçok kitap yazıldı. Bunlardan birisi on yıl önce “Dünya’nın En Yalnız Adamı” ismi ile Türkçeye çevrildi. 
Hess, çok yaşlanmasına, aradan uzun yıllar geçmesine ve ötekiler kadar ağır bir savaş suçlusu olmamasına rağmen neden ölünceye kadar hapiste tutulmuştu? Hess’i farklı kılan savaşın farklı sebepleriyle ilgili olarak bildikleri, Hitler ve Haushoffer’e olan yakınlığıydı. Hitler iktidara gelişinden önce yaşanan ayaklanmadan ötürü hapse atılınca, Haushoffer onu her gün ziyaret ediyordu. 1869 doğumlu olan Haushoffer Hindistan ve Uzak Doğu’nun çeşitli yerlerinde uzun yıllar görevli olarak bulunmuştu. Japonya’ya gitmiş ve Japonca öğrenmişti. Ona göre Alman ırkının kökenleri Orta Asya’da idi. Haushoffer, en gizli Budist örgütlerinden birine alınmış ve görevinin başarısızlıkla sonuçlanması durumunda harakiri yapmaya yemin etmişti.
 1914 yılında genç bir generalken olayları önceden bilmesi ile dikkatleri üstüne toplamıştı. Düşmanın saldıracağı saati, top mermilerinin düşeceği yerleri, fırtınaları, yabancı ülkelerdeki siyasal değişimleri önceden biliyordu. Hitler de ordusunun Paris’e ilk gireceği günü, çeşitli cephelerde düşmanın ne kadar dayanabileceğini ve Roosevelt’in ölüm tarihini de önceden bilmişti. Nitekim “Bilinmeyen Hitler” adlı kitabında Wulf Schwartzwaller iddiaları doğruluyordu: “Hitler Landsberg hapishanesindeyken en düzenli ziyaretçileri Münih Üniversitesi Jeopolitik Enstitüsü Profesörü General Karl Haushoffer ile Rudolf Hess’ti. Hitler “Kavgam” adlı kitabını bu iki önemlin ismin yardımıyla yazmıştı. 
Haushoffer, Hitler ve Hess çok uzun söyleyişlere, müzakerelere dalıyorlardı. Haushoffer esoteric bilimlerin yanı sıra Zen Budizmi’ne de ilgi duyuyordu. Tibetli Lama Rahiplerinden ders almıştı. Dietrich Eckart’tan sonra Hitler’i etkileyen ikinci kişiydi. Berlin’de Berlin Luminous Locası’nı o kurmuştu. Haushoffer ünlü Rus büyücü ve metafizikçisi Gregor İvanovich Gurdyev’in öğrencisiydi. Gurdyev ve Haushoffer, dünyanın altında yaşayan ve insandan daha üstün dünya dışı bir tür ile ilişki içerisinde olduklarına emin oldukları Tibet Locası’na üyeydiler. Hitler, Alfred Rosanberg, Himmler, Goring ve Hitler’in hemen hemen yanından hiç ayırmadığı fizikçisi Dr. Morell de aynı zamanda Loca’ya üyeydiler.” 
(The Unknown Hitler, Wulf Schwartzeller, Berkeley Boks, 1990) 1925 yılında Nazi Partisi hızla büyümeye başladı. Almanya’nın ünlü şairi Everst büyük bir hevesle partiye yazıldı, çünkü Nazi Partisi’ni kara güçlerin en açık ifadesi olarak görüyordu. Partinin yedi kurucusu da kara güçler tarafından yönetildiklerine ruhen ve bedenen emindiler. Onları birleştiren yemin, enerji ve şans kaynağı bir Tibet efsanesine dayanıyordu. Araştırmacı-yazar Ergun Candan, “Gizli Sırlar Öğretisi” adlı kitabında bu konuyla ilgili son derece çarpıcı bulgulara yer veriyor: “II. Dünya Savaşı sonlarına doğru yıkılan Nazi karargahına girildiğinde, hiç akıllara gelmeyen bir şeyle karşılaşılmıştı. Yıkıntılar arasında oniki Tibetli rahibin cesetleri bulunuyordu. Bu duruma o yıllarda hiçbir anlam verilememişti. Aslında savaş atmosferi içinde bunu hiç kimsenin düşünecek hali de yoktu. Savaş bitip de de her şey normale dönmeye başladıktan sonra bu durum birçok kimsenin dikkatini çekmeye başladı: İddialara göre Hitler’in başka bir türle bağlantısı bulunuyordu. Nazi karargahında oniki Tibetli rahibin işi neydi?
 Bu soru uzun bir süre zihinleri meşgul etti. Naziler ile Tibetli rahipler ne gibi bir birlikteliği olabilirdi? İşte bu konu inceden inceye araştırılmaya başlandı. Ortaya çıkan sonuçlar bir hayli düşündürücüydü: Naziler bir yer altı uygarlığı olduğuna inanılan Şambala ile irtibatlıydılar! Herşey Thule efasnesiyle başlıyordu. Thule efsanesinin kökeni ise kayıp bir uygarlığa dayanıyordu. Bu da Nazizm’in temelini oluşturuyordu. Bu efsane etrafında birleşen bir grup, Thule adında gizli bir tarikat kurdu. Nazi Partisi’nin yedi kurucusundan biri olan Diettrich Eckardt, Thule tarikatının temel felsefesini şöyle açıklıyordu: “Thule’un tüm sırları, eski kayıp bir uygarlığa dayanır. İnsanoğlu ile ‘dış zekalar’ arasında bulunan bazı aracı varlıklar, bu sıralara erenlere büyük bir güç kaynağı oluşturmaktadır. Bu güç kaynağı Almanya’yı dünyaya egemen kılacaktır. Yine bu güç kaynağı geleceğin üstün insanının ortaya çıkmasını ve insan türünün değişimini sağlayacaktır.” İşte bu sözler özetle Nazizim’in de temelini oluşturmaktaydı. 
Gizli Thule tarikatının üyeleri arasında Rudolf Hess, Karl Haushoffer, Alfred Rosenberg ve Adolf Hitler, Alfred Rosenberg ve Adolf Hitler gibi önde gelen isimler bulunmaktaydı. Daha sonraları Hitler’in büyü çalışmaları da gerçekleştirdiği ortaya çıkacaktı. Bunlardan en belirgin olanı radyodan yaptığı konuşmalarda, “ses büyüsü” denilen bir yöntemdi. Bu yöntem büyük kitlelerini etki altına alınmasında büyük bir fonksiyon görmüştü. Ergun Candan’a göre bir başka ilginç nokta da Nazilerin bayraklarında kullanmış oldukları semboldü. Bu şekil öyle rastgele seçilmiş bir sembol değildi. “Gamalı Haç” insanlığın kullanmış olduğu en eski sembollerden biriydi. Dünyanın pek çok köşesinde bu sembole rastlanmıştı. Eski uygarlıkların en önemli sembollerinden biri olan bu sembolü daha da ilginç yapan özellik, bunun bir MU sembolü olmasıydı. Mu kültürüyle karşılaşan tüm eski uygarlıklar da, bu sembolü kullanmışlardı. Bu sembol daha sonraları gamalı haç şeklinde ifade edilmeye başlanmıştı. Hıristiyanların kullanmaya başladıkları haç sembolü da gamalı haçtan türetilmiş ve aynı sembolün stilize edilmiş haliydi. Ama asıl köken Mu tabletlerinde ilk bulunduğu şekle dayanıyordu. Bu sembol dünya üzerinde yüze yakın yerde bulunmuş ve Mu uygarlığı ile ilgili bilgi ve belgeleri ortaya çıkaran Niven ve Churchward’ın kayıtlarında da yer almıştı.
 Bu sembol Mu’nun gizli bilgilerinin en önemli sırlarından birini bünyesinde saklıyordu. Sembolün anlamı Eski Mısır ve Tibet’teki mabetlerde bulunan rahiplerce, büyük bir sır olarak saklanmış ve kimseye bu sırla ilgili bir açıklama yapmamıştı. Bu sembolün sırrını sadece gizli eğitimden geçen rahipler bilmekteydi. Kökeni Mu’ya dayandığı için bu sembol iki yer altı uygarlığı olan Agarta ve Şambala’da bilinen ve kullanılan bir semboldü. Nazilerin bu sembolü ele geçirmeleri de Tibet’teki gizli çalışmalarına dayanmaktaydı. Şambala üyesi bazı rahiplerden öğrendikleri sırlar arasında bu sembol de bulunmaktaydı. Böylece bu sembol Şambala’nın karanlık güçlerine hizmet eden Naziler tarafından dejenere edilerek karanlık amaçları doğrultusunda bayraklaştırıldı. Hitler, kendi liderliğindeki dönemde ateş çağının yaşanacağına, buz ve soğuğun yenileceğine inanıyordu. İddialara göre, Rusya’daki buz çöllerine askerlerini yazlık elbiselerle göndermesi bu yüzdendi. 
Kafkasya’ya girdikten sonra yüksek rütbeli üç SS subayı, yüksek bir dağın zirvesine gamalı haç kara tarikat bayrağını dikti. Stalingrad yenilgisinden sonra Nazi söylevcisi Gobels haykırıyordu. “Anlamıyor musunuz? Evrensel anlayış yenildi, ruhsal güçler yeniliyor. Hüküm saati geliyor, tüm insanlar acı çekecekler ve çekmeliler..” Hitler ekliyordu: “Yeterince kayıp verilmedi!” Hitler ve yandaşları korkuyorlardı. Karşıt güçler harekete geçmişti ve cezalandırılacaklardı. Son anda bile, Berlin düştüğünde, metroya sığınmış 300 bin Alman için Hitler çılgınca emir verdi: “Metroyu sular altında bırakın, herkes ölsün, bu bir ayindir ve kurban gerektirir, böylece yerdeki güçler yardımımıza koşacaktır.” Gerçekten çıldırmış mıydı yoksa öğretisini mi uyguluyordu? Nazi Sosyalist Partisi’nin yedi kurucusundan biri olan Eckardt ölüm döşeğinde yatıyor ve son sözlerini söylüyordu: “Hitler’i muhakkak izleyin, o benim müziğimle dans edecektir. Ona onlarla ilişki kurma yetkisini verdik.” Kimlerle? Bu ne demekti? Alman Genelkurmay toplantıları yoksa özel bir meditasyonla mı başlıyordu? Gerçekten de gizem ve inanç, Nazi yönetiminin her yerinde yaşıyor ve yaşatıyordu
Rausching’in kitabında konuyla ilgili son derece önemli ipuçları bulunuyordu: “Düşmanlarımdan çok şey öğrendim. Katoliklerden, Marksistlerden veya masonlardan. Masonlar hakkında bir rapor hazırlattım. Simgeler, esrarlı törenler. Bu adamlarda tehlikeli olan tek şey, benim de kullandığım tarikat sırrı yöntemidir. Bir tür ruhani aristokrasi oluşturuyorlar. Hiyerarşik bir örgüt kuruyor, simgeler kullanıyor ve ayrı ayrı ibadetler yapıyorlar, yani zekayı yormadan, alıştırarak simgelerin büyüsel etkilerini kullanıyorlar. İşte masonların en tehlikeli yönü budur. Dünyada birkaç örgüte yer yoktur. Ya masonlar ya biz…” “Zaman Gezmenleri” adlı kitapta da konuyla ilgili ilginç bazı ayrıntılar bulunuyordu: “Bilimsel tüm yasalara karşı amansız bir savaş açan Nazilerin şefi Adolf Hitler bu gücü nereden bulmaktaydı? Yeni bir bilim ve hayat görüşünü on sene gibi kısa bir zaman sürecinde ortaya konması imkansızdı. Adolf Hitler’in arkasındaki güç gizemli ve büyülü bir kimliğe sahipti. 
Bu gizli gücün ismi “Thule Örgütü” idi. Bu örgütün en önemli ismi Karl Haushoffer adlı bilim adamıydı. 1923 sonbaharında Münih’te, şair Dietrich Eckardt ciğerleri iperit gazıyla kavrulmuş olarak öldü. Komaya girmeden önce, “İşte benim Hacer-i esved’im” dedi ve astronomik bilimin kurucularından Prof Oberth’e miras bıraktığı siyah bir göktaşı önünde kendine özgü tapınarak dostu Houshoffer’e uzun bir el yazması postalamıştı. Ölüyordu ama içi rahattı. Thule örgütü yaşamaya devam edecekti; çok geçmeden hem dünyayı, hem de hayatı köklü şekilde değiştirecekti.” D. Eckardt’la aynı gizli örgütün üyesi olan mimar Alfred Rosenberg, 1920’lerde Hitler’i tanımışlar, üç yıl boyunca zorlu bir eğitime tabi tutmuşlardı. Adolf Hitler’e doğu bilgisinin gizemlerini, gizli dili ve konuşmayı öğreten Eckard’tı. Öğretisini iki ayrı planda yürütmüştü. Gizli öğreti ve propaganda planları. 1923 yılının Temmuz ayında kurulan Nasyonel Sosyalist Parti’nin yedi kurucu üyesinden biriydi. Thule tarikatının amblemi Kitaba göre Thule örgütünün ardında Cermen kökleri yatıyordu. 
Dünyanın gizli tarihinde kuzey kutup bölgesinde batmış bir ada olduğu rivayet ediliyordu. Kökleri Mu uygarlığına dayanıyordu. Öğretinin temel taşlarını “insan psikolojisinin bilinmeyen yanları” ve “zaman boyutları” oluşturmaktaydı. Eckardt ve dostları Thule’un dünyadaki temsilcileriydi. Amaçları dünyanın kaderini değiştirip üstün bir ırk meydana getirerek “üst zekalılara” diyaloğa geçmekti. Thule’nin temsilcileri Karl Haushoffer ve Dietrich Eckardt, medyum özelliğine sahip Adolf Hitler ve Rudolf Hess’i kendi amaçları için kullanmışlardı. 1926 yılında Berlin ve Münih’e küçük bir Tibet kolonisi yerleşti. Ruslar Berlin’e girişler sırasında cesetler arasında rütbesi olmayan 1000 kadar Tibet ölüm gönüllüsüne rastladı. Nazi hareketi başarıya ulaşır ulaşmaz Tibet’e heyetler göndermiş ve bunu 1943’e kadar kesintisiz devam etmişti. Thule grubu üyeleri uzlaşmayı bozacak bir hata işleyecek olurlarsa intihar etmeye yemin etmişlerdi ve 14 Mart 1946’da Karl Haushoffer, karısı Martha’yı öldürüp, Japon usûlü harakiri yaptı. Mezarına hiçbir anıt ya da haç dikilmedi. 
Oğlu, Hitler’e karşı düzenlenen suikaste karışanlardan biri olarak idam edildi. Ceketinin cebinde şiir şeklinde yazılmış olan şu yazı bulundu: “Babam kötülüğün sesi duymadı. Şeytan’ı dünyaya saldı.” Atatürk Uyarmıştı! İşin ilgi çekici yanı Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk eşsiz öngörü kabiliyetiyle Hitler ile ilgili şaşırtıcı ileri görüşlerde bulunmuştu. Ali Bektan’ın “Atatürk’ün Kehanetleri” adlı kitabında Atatürk siyasi ve askeri kimliğinden farklı olarak bu kez geleceğie dair öngörülerde bulunan, önsezi kabiliyetiyle inceleniyor. Kitapta Atatürk’ün sayısız ileri görüşlülere yer verildiği gibi olayları önceden sezmesiyle gelişmeleri etkilediği vurgulanıyor. Atatürk’ün bu kehanetlerinden biri de Hitler ile ilgili olanıydı: “O, yıllar öncesinden Avrupa’da olacak kanlı bir savaştan söz ediyordu. Hatta bununla da kalmıyor bu savaştan kimlerin karlı çıkacağını da açıklıyordu… O, bütün bu açıklamalarını, Almanya’da Nazilerin henüz daha iktidara gelmediği 1932 yılında yapıyordu. Atatürk, Mac Arthur ile olan bir görüşmesinde şöyle diyordu: “Versay Antlaşması I. Dünya Savaşı’na sebebiyet vermiş olan nedenlerden hiçbirini halletmediği gibi, dünün başlıca rakiplerinin arasındaki uçurumu büsbütün derinleştirmiştir. Zira galip devletler mağluplara sulh şartlarını kabul ettirirken, bu memleketlerin etnik, jeopolitik ve iktisadi özelliklerini asla nazarı itibara almamışlar ve sadece intikam hisleri ile hareket etmişlerdir. Böylelikle bugün içinde yaşadığımız sulh devresi sadece mütarekeden ibaret kalmıştır. 
Eğer siz Amerikalılar, Avrupa işleri ile ilgilenmekten vazgeçmeyerek Wilson’un programını tatbik etmekte ısrar etseydiniz, bu mütareke devresi uzar ve bir gün devamlı sulha müncer olabilirdi. Bence dün olduğu gibi, yarın da Avrupa’nın geleceği Almanya’nın alacağı vaziyete bağlı olacaktır. Fevkalade bir dinamizme sahip olan bu 70 milyonluk çalışkan ve disiplinli millet üstelik milli ihtiraslarını kamçılayabilecek siyasi akıma kendisini kaptırdı mı, er geç Vesray Antlaşması’nın tasfiyesine gidilecektir.” Atatürk Almanya’nın İngiltere ve Rusya hariç bütün Avrupa kıtasını işgal edebilecek bir orduyu kısa bir sürede oluşturabileceğini, savaşın 1940-46 yılları arasında başlayacağını ve sona ereceğini, Fransa’nın ise kuvvetli bir ordu yaratmak için lazım gelen nitelikleri artık kaybettiğini ve İngiltere’nin adalarını savunmak için bundan sonra Fransa’ya güvenemeyeceğini önceden bildirmişti. 
O yıllarda dünyanın büyük devletleri olarak kabul edilen ABD, İngiltere ve Fransa’daki yöneticiler I. Dünya Savaşı gibi bir savaşın asla olamayacağını iddia ediyorlardı. Atatürk ise yeni bir dünya savaşının çıkacağını ve bu savaşı da Hitler’in başlatacağını söylüyordu. “Savaşı o başlatacak, insanlığın başına bela olacak.” diyordu. Hitler’in Astrolojiye ilgisi Hitler’in ikinci adamı olarak bilinen Herman Georing’in yine Hitler’in en yakınında bulunan Nazi ideoloji ve aynı zamanda partinin resmi yayın organının yayın yönetmeni olan Alfred Rosenberg ile aynı günde doğmuş olması konunun araştırmacıları tarafından her zaman şüpheyle karşılanmıştı. Ama olayı daha da ilginç kılan her ikisinin de hemen hemen aynı anda 16 Ekim 1946 tarihinde intihar ederek ölmüş olmalarıydı. Bu durum Hitler’in astroloji ile yakından ilgilendiği ile ilgili yorumları da beraberinde getirmişti. 10 Eylül 1940 tarihli Look dergisi “Hiç Kimsenin Bilmediği Hitler” (The Hitler Nobody Knows) adlı bir makale yayınladı. 
Makalede Hitler ile ilgili şu ifadelere veriliyordu: “Hitler’in gizemciliğe ve astrolojiye duyduğu şaşırtıcı ilgisi, kabaca bilinen Hitler efsanesinin önemli bir kısmı haline gelmeye başlıyor. Hitler Bavaria’daki dağında bulunan özel gözlemevinde bulunan onca teleskoplar ve benzeri aletler Hitler’in astrolojiye tıpkı diğer insanların pul, madeni para ya da kelebek topladıkları gibi bir hobi olarak ilgilendiğini düşündürtüyor. Dahası Hitler’in farklı fal yöntemlerini uygulayan astrologların görüşlerini aldığı ve de onlara yüklüce para ödediği biliniyor.” (9-10-1940, Look, Hitler Nobody Knows) Hitler’in kendisini önceden belirlenmiş bir geleceğin uygulayıcısı olarak seçildiğini düşündüğü biliniyordu. “Kehanetler Kitabı” (The Book of Predictions) adlı eserde arkadaşlarına şu sözleri söylediği nakledilir: “Hakkımda çok şey duyacaksınız. Sadece vaktimin gelmesini bekleyin.” Hitler I. Dünya Savaşı sırasında oturduğu yerin birkaç dakika sonra havaya uçmasından önce “oturduğu yeri terk etmesini söyleyen” sözleri duyduktan sonra söylemiştir. 
Bu olay 1915’te, I. Dünya Savaşı sırasında da Hitler henüz bir onbaşı iken gerçekleşmiş, Hitler’in anlattıklarına göre kendisine oturduğu yerin 60 metre ötesine gitmesi söylenmiş, geride kalanlarsa ölmüştür. Bu olay Hitler’in özel bir amacı uygulamak için seçildiği düşüncesinin pekişmesine neden olmuştur. Kitab-ı Mukaddes’in Esinlemeler bölümünde Şeytan ile ilgili bilgiler verilirken Şeytan’ın sayısının 666 olduğu belirtilerek insanlar uyarılır. Hıristiyanlar söz konusu ayetlerden yola çıkarak bazı araştırmalara girişmiş, dünya politikalarını etkileyen bazı önemli şahsiyetlerin isimlerinin rakamsal karşılığının 666’yı verdiği ortaya çıkmıştır. 
Buna göre Hitler’in yanı sıra, Napolyon ve Stalin’in rakamsal karşılığı da 666’dır. Daha da şaşırtıcı olan ise Microsoft İmparatorluğu’nun sahibi William Henry Gates’in rakamsal karşılığının da 666 olmasıdır. William L. Shirer’e göre, Hitler 1940 Temmuzunda Paris’e gittiğinde Napolyon’un mezarına gitmiş ve neredeyse tam bir saat öylece mezara bakmıştır. İşin şaşırtıcı tarafı Hitler’in Paris’te sadece bir saat kalmış olmasıdır. (Alıntıdır)

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...