ALLAH’A DAVETTE PEYGAMBERLERİN METODU
(DERSLER VE İBRETLER)..
NUH
ALEYHİSSELAM
Nuh Aleyhisselam'm Gönderilmesi
Allah'ı birleme ve O'na hiç bir şeyi şirk koşmama
ilkesi, yeryüzünde Âdem aleyhisselam'la birlikte başlamıştır. Yeryüzünde Allah'a
şirk koşan hiç kimse yoktu. Sahih-i Buhari'de geldiğine göre, Tev-hid, Âdem
Aleyhisselam'dan sonra on asır devam etmiştir.
"Âdem ile Nuh'un arasında on asır vardır, hepsi de İslam
üzeredir."[1]
Eğer buradaki "Gurun"dan maksat yüz sene ise, tıpkı insanların çoğunun aklına
geldiği gibi, o zaman kesinlikle Âdem ile Nuh'un arasında bin sene var demektir.
Fakat İbn-i Abbas'ın genele itibarla hepsini İslam'la kayıtlaması bir zıtlık
teşkil etmez. Çünkü mümkündür ki Âdem ile Nuh'un arasındaki son asırlardaki
insanlar İslam üzere olmayabilirler. Fakat Ebi Ümâme'nin [2]
hadisi sadece on asırla sınırlıdır. İbn-i Abbas ise onların hepsinin İslam üzere
olduğunu bize fazladan bildirmektedir. Bu rivayet, Ehl-i Kitab'dan olan
tarihçilerin ve diğerlerinin; "Kabil ve oğulları ateşe taparlardı" sözlerini
reddetmektedir. En iyisini Allah bilir.[3]
Bu salih asırlardan sonra gelen nesil yavaş yavaş
Tevhid'den uzaklaşıp putlara tapmaya başladılar. Bunun sebebini
Buhari Sahih'inde, İbn-i
Cü-reyc'den, O da Ata'dan O da İbn-i Abbas'tan nakille Cenab-ı Hakk'm "Ve
(küfür kodamanları halka) dediler
ki: Sakın mabutlarınızı bırakmayın.
Hele, Vedd'den, Suva'dan, Yeğus'tan, Ye'uk'tan ve Nesr'den asla vazgeçmeyin"[4]
ayetinin tefsirinde rivayet etmektedir.
Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle
buyuruyor:
"Nuh'un kavmindeki putlar daha sonra Arap-larda
olmuştur. Vedd'e gelince o, Cendel vadisindeki hurmalıktaki Kelp kabilesinin
idi. Suva, Hüzeyl'in idi. Yeğus'a gelince o da Muratlılar'mdı, daha sonra
Sebe'de Cüruf bölgesindeki Ğutayf oğullarının oldu.
bidir", dedi. Adam dedi kr."O'nunla Nuh arasında ne
kadar vardır? "Ra-sulullah da," on asır vardır", dedi.
Ye'uk'a gelince o da Hamedanlılar'ındı. Nesr ise Â'li
zil Kila'nm (başı ayağı kirli savaşçı bir toplum, demektir, Himyerliler'in idi.
Bunlar Nuh kavminden salih insanların isimleridir. Ne zaman ki öldüler, Şeytan
onların kavimlerine; onların oturdukları yerlere heykellerini dikin ve o
heykellere kendi isimlerini verin diye fısıldadı, iğvâ verdi. Onlar da
yaptılar. Fakat o heykellere ibadet olunmuyordu. Ne zaman ki onları yapanlar
öldü ve ilim yok oldu, onlara ibadet olunmaya başlandı."[5]
İbn-i Cerir şöyle diyor:
"Onlar (yani, Yağus ve Ye'uk) salih insanlardı . Âdem
ile Nuh Aleyhisselam arasında yaşamışlardı. Kendilerine tabi olanlar vardı. Ne
zaman ki öldüler, onlara tabi olanlar dediler ki, bunların suretlerini yaparsak,
onu görüp hatırladığımızda daha bir şevkle ibadet yaparız. Bunun üzerine onların
suretlerini yaptılar. Onlar ölüp de başkaları gelince Şeytan onlara hile yapıp
dedi ki: "Onlar (önceki nesil) bunlara ibadet ediyorlardı, onlar vasıtasıyla
yağmur yağar." Bunun üzerine bunlar da (sonraki nesil de) onlara ibadet etmeye
başladılar."[6]
Ve ne zaman ki bela umumîleşti, fesat yayıldı ve
insanlar Allah'tan başka putlara ibadete tamamen koyuldular, Cenab-ı Hak, kulu
Nuh Aleyhisselam'ı seçti ki, kavmini azapla korkutsun. Buhari ve Müslim'de
sabit olduğu üzere, Nuh aleyhisselam Cenab-ı Hakk'm yeryüzü ahalisine gönderdiği
ilk Rasûl'dür. Buhari ve Müslim'de yer alan ve Ebu Hayyan'dan, O da Ebu
Hureyre'den, O da Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem'den rivayet ettiğine
göre:
"...Nuh'a gelip şöyle diyorlardı: Ey Nuh, sen yeryüzü
ehline gönderilen Rasûllerin ilkisin. Allah seni çok şükredici bir kul olarak
isimlendirdi. İçinde bulunduğumuz halimizi görmez misin? Başımıza gelenleri
görmez misin? Rabb'ine karşı bize şefaat etmeyecek misin?..."[7]
Bu demektir ki, Adem ve İdris Rasûl değil, Nebi
idiler.
Kur'an-ı Kerim'de Nuh aleyhisselam'm zikri kırk üç yerde
vârid olmuştur. Araf, Hûd, Mü'minûn, Şuarâ, Kamer ve Nuh surelerinde ise kıssası
detaylı olarak zikredilmiştir.[8]
Nuh kavminin putlarının adlarının Araplara nasıl geldiği
ise; Araplara Hindlilerden veya Şeyta'nm Araplara verdiği vesveselerden sirayet
etmiş olabilir. Bu konuda sahih bir delil yoktur. [9]
Şirk Nasıl
Başladı?
Buhari'nin Sahih'inde tahriç etmiş olduğu İbn-i Abbas
hadisinde pek çok dersler ve ibretler vardır. Bunların en önemlilerini şöyle
sıralayabiliriz:
1- Şeytan'm Nuh
kavmine yaptığı süslemeler (aldatmalar): Salih insanların ölümlerinden sonra
Şeytan'm Nuh'un kavmine, ölen salihlere tazim etmelerini gerekli kılması,
salih insanların heykellerini oturdukları yerlere dikmek için Şeytan'm Nuh
kavmine vesvese vermesi. Buradaki "insâb" nasb'ın çoğuludur. Bundan murat ise,
bu salih insanların suretleri üzere onların putlarını şekillendirerek
oturdukları alanlara dikmeleri ve o putları bu salih insanların isimleriyle
isimlendirmeleridir.
Nuh kavminden başkaları geldi, Şeytan onlara; "sizden
öncekiler bu putlara ibadet ederlerdi" diyerek vesvese verdi. Bunun üzerine
onlar da putlara tapmaya başladılar.
Şeytan Nuh kavmini alaya
aldı, onlar da Şeytan'a itaat edip onun ordusunda askerleri oldular. Şeytanın
hizbinde çalışan birer üye oldular. Oysa onların üzerine farz olan, Şeytan'dan
yüz çevirmeleriydi. Çünkü Şeytan onların ap-açık bir
düşmanıdır.
Allahu Teala şöyle buyuruyor: "....Şeytan'm, adımlarını
takip etmeyin. O size apaçık bir düşmandır. O, size kötülük ve hayasızlığı ve
Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder."[10]
Allah'a ibadetin Şeytan'a isyan demek olduğunu
bilmeleri, onların üzerine farzdı. Vesvese olarak iğva ettiği her şeye de
muhalefet etmelerinin kendilerine mutlaka gerekli olduğunu
bilmeliydiler.
Cenab-ı Hak bu konuda muvahhid kullarından söz
almıştır.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Ey Âdem oğulları! "Şeytan'a tapmayın" diye sizden söz
almadık mı? Muhakkak ki o sizin ap-açık bir düşmanınızdır. Ve "bana ibadet edin
işte, doğru yol budur" diye emretmedim mi? Şeytan sizden birçok kimseyi
saptırmıştır. O vakit niçin akıl edenlerden olmadınız?"[11]
Yine Allahu Teala buyuruyor:
"Hakikaten Şeytan size düşmandır. Siz de onu düşman
edinin. O ancak kendi taraftarlarını Cehennemlik olmaya davet eder."[12]
2- Hadis'te
geldi ki: "Onlara ibadet olunmuyordu (yani putlara). Ta ki, bunlar (yani o
putları i*k yapan nesil) ölüp ilim ortadan kalkınca, onlara ibadet olunur
oldu."
(Tensehu) Nesh'dendir, yani "zail oldu, ortadan kalktı"
demektir. Keşmîhini'de şöyle yazılıdır-"Neshu'l İlmi" yani alimlerin yok
olmasıyla ilmın eserlerinin yok olması, cehaletin her tarafı
kaplamasıdır.
Hatta öyle ki,
Tevhid ile şirkin arasını dedemez oldular. Dolayısıyla Allah'ın
katında kendilerine fayda verir zannıyla şirke düştüler."[13]
Demek ki Şeytan bin sene zarfında hedeflerinden tek
birini dahi gerçekleştirmeye güç yetirememiştir-Çünkü Şeytan'm hileleri alimleri
bağlayanuyor, onlarm arasında Şeytan'm malına rağbet olunmuyordu. Çünkü onlar
yeni olan her şeyi Allah m Şeriatına arzederler, yeni meselelerini Allah'ın
hükmüne göre çözümlerlerdi. Onlar indinde ibadet, ancak Allah'ın meşru kıldığı
şekliyle mümkündü.
Ne zaman ki cehalet umumileşti ve alimler oldu, Şeytan'm
emirleri yerine getirilir ve sözleri dinlenir oldu.
Bundan dolayı Nebî ve Rasûllerin sonuncusuna ilk inen
ayetler; "Yaratan Rabb'inin adı ile oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı.
Oku! Rabb'in sonsuz kerem sahibidir. O Rabb'in ki, kalem ile (yazmayı)
öğretti. İnsana bilmediğini öğretti" ayetleridir.[14]
Ve Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem, Erkam bin
Ebi Erkam'm medresesinde Sahabelerine öğretmeye ve onları terbiye etmeye
başladı. Bu yüce medreseden öyle ilim erleri çıktı ki, Şeytan onlara yaklaşmaya
cesaret bile edemiyordu.
Zaman bir biri ardınca dönüp duruyordu. Öyle oldu ki
ilim ve alimler azaldı. Medrese ve üniversiteler çoğaldı.
Şeytan kendi askerinden nefer olarak hizmetçi edindi.
Başladılar metodlar koymaya ki bu me-todlarda Şer'i ilim yok, sadece ismi
vardır. Bu hastalıklı metodların gölgesinde de sapıklık davetçileri çoğaldı,
müslümanlarm beldeleri tahripçiler için birer mera oldu. Bid'at ve heva ehli
için birer sığınılacak yer, hariçten gelen her fikir ve düşünce için bir
tecrübe meydanına döndü.
Putlara ibadet tekrar geri geldi. Fakat bu putlar çağdaş
ve yenidirler. Bu putları yeni kahinler bir takım yeni şekil ve üsluplarla
takdim etmişlerdir.
Bu putların başta gelenleri ise; Milliyetçilik,
Ulusçuluk, Sosyalizim, Demokrasi, Laiklik ve Varoluşçuluktur
(Eksistansiyalizm, vahdeti vücut olduğuna inanma).
Ve her gün yeni yeni put isimleri işitmekteyiz ki, o
konuda Cenabı Hak hiç bir delil de indirmemiştir. (Yani bu putların öyle
zannedildiği gibi herhangi bir fonksiyonları, selahiyetleri de
yoktur.)
3- Şeytan Nuh
kavminden birden bire Allah'tan başkasına ibadet etmelerini istememiştir. Eğer
böyle yapsaydı hiç kimse ona icabet etmezdi. Onlara yavaş yavaş yaklaştı. Bu
yaklaştığı yer de Şeytan'm o salih insanları sevdiği iddiasıydı. Şeytan, ebedi
hatırlanmaları için onların heykellerini yapmaları gerektiğini onlara
fısıldadı.
Geriye kalan alimlerin de yok olmasından sonra, gelen
cahillere; kendilerinden öncekilerin bu putlara ibadet ettikleri yolunda vesvese
verdi. Onlar da icabet ettiler. Şeytan'm vesileleri konusunda ibn-i Kayyım
rahmetullahi aleyh bize çok güzel sözler anlatmaktadır. Ehemmiyetine binaen
aşağıya naklediyorum.
"Şeytan sürekli olarak kabirlere ibadet edenlere;
Peygamberlerin ve salihlerin kabirlerine türbe yapmayı, oralara sürekli gidip
gelmenin, oralarda ibadet etmenin onları sevmekten ileri geldiğine dair vesvese
verir. Kabirlerin yanındaki duaların makbul olduğunu onlara fısıldar. Sonra bu
merhaleden, kabirlere dua etmeye onları sevkeder. Allahu Teala'ya karşı
kabirlerle yemin etmeye onları iletir. Çünkü "eğer Allah dilerse kendisine karşı
yemin edileni üstün kılar veya kendi yaratıklarından birisiyle dua edilince onu
kendi katında yüce tutar" diye vesvese vermiştir.
Bu merhale onlarda yerleşince, kabirlere dua ve ibadet
etmeye sevkeder. Bu da yerleşince onları Allah'tan başkasından şefaat istemeye
yöneltir.
O salih insanın kabrini put edinmeye, onun üzerinde
kandiller yakmaya ve bir takım bezler bağlama mertebesine nakleder onları.
Kabir, tavaf edilir, istilam edilir, öpülür, haccedilir ve orada kurban kesilir
bir hale gelir. Bu merhale de onlarda yerleşirse, bundan sonra, insanları kabre
ibadete ve orasını bayram ve ziyaret yeri edinmeye çağırma derecesine nakleder.
Onlar da bu durumu kendilerine hem dünyaları, hem de Ahiretleri için faydalı
görmeye başlarlar.
Bütün bunların tamamı, İslam dininde zaruri olarak
bilinir ki, Allah'ın Peygamber ile gönderdiği Tev-hid'in neşv-ü nemasına ve
"Allah'tan başkasına ibadet olunmaz" esasına tamamen
zıttır.
Bu merhale de onlarda tamamen
yerleşince, bu defa Şeytan onları, bu gibi şeyleri nehyedenlerin, bu yüce
derecelerin kıymetini düşürüyor, onları mertebelerinden düşürüyor zannına ve
onlar için hiç bir hürmet ve kıymetin kalmadığı düşüncesine
nakleder.
Bundan dolayı da müşrikler (şirk özelliklerini
menedenlere karşı) gazaplanır ve kalpleri onlara karşı tiksinti duyar. Tıpkı
Cenab-ı Hakk'ın şu ayet-i kerime'de buyurduğu gibi:
"Allah, bir olarak zikredildiğinde Âhiret'e iman
etmeyenlerin kalpleri tiksinir. Fakat Allah'tan başka mabutları zikredilirse o
zaman sevinirler."[15]
Bu durum pek çok cahil ve ahmakların nefislerine
sirayet etmiştir. Kendisini ilme ve dine nis-bet eden pek çoğuna bulaşmıştır.
Öyle ki Ehl-i Tev-hid'e düşman olmuşlardır, hakaretler yağdırmakta ve insanları
onlardan nefret ettirmektedirler. Buna mukabil Ehl-i Şirk'i dost edinmekte ve
onları üstün tutmaktadırlar. Onların Allah dostları olduklarını, Allah dininin
ve Peygamberinin yardımcıları olduklarını zannediyorlar. Allah ise bundan
tamamen beridir.
"Onlar onun (Mescid-i Haram'ın) yardımcıları
değillerdir. Onun yardımcıları ancak muttakilerdir."[16]
Yakın tarihimizi tetkik ettiğimizde görürüz
ki,
Şeytan'm askerleri, ilk liderleri Nuh kavmine karşı
çizdiği planın aynısını tatbik etmektedirler. Buna delilimiz ise; her işlerinde
ümmetimizin içinde bulunduğu bozukluklar ve İslam'dan uzaklaşmaların birden
bire meydana gelmeyişidir. Bunlar nice merhalelerden sonra tamamlanmıştır. Buna
örnek olarak kadın meselesini ele aldığımızda, göreceğiz ki, İslam düşmanları
ilk önce kadının öğrenimini slogan olarak ortaya atmaktadırlar.[17]
Bu yerleşince; bu defa istedikleri metodları koyup erkek ve kadın hocalar
getirip onların nezaretinde eğitim yaptırıyor, arkasından, müslüman kadınların,
batılı kadınların sapıklıklarını taklit etmeleri ve onları kendilerine örnek
almalarını güzel göstermeye başlıyorlar. Bu da kökleşince bu defa örtünün
çıkartılma naraları atmaya başlıyorlar. Çünkü örtü onların zannma göre bir tür
tutsaklık ve İslam dininde de aslı yoktur. Bu da yerleşti mi, bu defa kadın
erkek eşitliğini, kadının erkeğe, siyasette, mirasta ve devlet işlerindeki
idarede kısaca hayatın her safhasında eşit ve beraber olması gerektiğini
aşılıyorlar. Bu da yerleşince, arkasından eğer kadın zina yapsa, ona ceza
verilmemesine dair kanun çıkartırlar.
4- Bugün İslam
beldelerinde Şeytan'm geniş bir hakimiyeti vardır. Şeytan kendisine tabi
olanlara evliyaların kabirleri üzerine büyük ve görkemli kubbeler yapılmasını
süslü göstermiştir. O kabirlerin bulunduğu yerleri yüksek ve süslü yapmalarını
Şeytan onlara öyle ziynetli göstermiştir ki, hayattaki pek çok insan o yerlerin
kendileri için birer mesken olmalarını temenni etmektedirler. Yine Şeytan,
sapıkların bu yerlere tazim için davete çalışmalarını ve o makamlarla tevessül
için gayret sarfetmelerini onlara çok süslü göstermiştir-
Bu durumda insanlar o ziyaret yerlerini haccetmeye
başlarlar. Onların etraflarında tavaf eder ve oralarda kurban keserler. Onların
vasıtasıyla dua eder ve şefaat isterler. Kabir sahiplerinden öyle şeyler
isterler ki, bunlar sadece Allah'tan istenir.
Şair Hafız İbrahim bazı kabirleri ziyaret edip, oralarda
bir çok malın sarfedildiğini garipseyerek şu beyitleri
söyler.
Canlılarımız bir dirhemle
rızıklanamaz,
Ölüler binlercesiyle rızıklamr.
Denilir ki, bu Kutupdur, Mustafa'nın
kapısıdır
Ve kendisiyle ihtiyaçların giderildiği
vesiledir.
Ben ise hayatta her şeyden
mahrumum;
Ey dünya yiyecek bir avuç unum dahi yoktur! Bu
makamların (türbelerin) en önemlileri şunlardır:
Mısır'da Bedevi, Hüseyin ve Zeynep. Şam beldelerinde
İbn-i Arabi ve Zeynep. Irak'ta, Geylani, Ali ve Hüseyin. Yemen'de ise,
îydrus'dur. Bunlar hayalî türbe ve makamlardır. Ali'nin, Zeyneb'in ve
Hüseyin'in buralara defnolunduklarına dair en küçük bir delil
yoktur.
Oysa bunların dışında Sahabilerden pek çoğu fiilen bu
beldelere defnolunmuşlardır ama, bu bid'at ve dalalet ehlinin indinde bu
Sahabeleri hatırlamak için hiç bir şey bulamayız.[18]
Bunların hepsinin ötesindeki de, kabirlere ibadet
edenlerin zalim ve tağutlar nezdinde en üstün dini vazifelerde yer almalarıdır.
Onlara çirkin bir sırdaş olmuşlardır. Allah'a davet edenlerin öldürülmeleri ve
sürülmelerinin farzlığma dair fetvalar çıkartıyorlar. Efendilerinin her
yaptıkları işleri güzel gösteriyorlar. Bunların içinde pek çok fesat ve küfür
olsa da.
Üzücü olan şu ki, bu kabirlere ibadet edenlerin tabileri
ve yardımcıları vardır. Hala onlara hüsn-ü zan besler, onları Allah'a davetçi
zannederler. Onların birtakım içtihatları da vardır ki, o konuda görüş ayrılığı
olsa bile hürmet edilmeleri farzdır. Ve işte bu gibi sisli havalarda
münafıkların ticaretleri adetâ çiçek gibi açar, genişler. Bu münafıklar ki, kötü
alimlerin yanında pek çok menfaat ve çıkar sağlarlar. Şu dünyada insanların en
sefili, münafıklara karşı münafıklık yapanlardır. Onlar kendi nefisleri üzerine
yolu kısaltmaya güç yetirememek-tedirler.
5- İslam,
suretleri (heykel, resim, fotoğraf) haram kılmıştır. Çünkü putlara ibadet etmeye
sebep olmaktadırlar. Daha önceden gördük ki, Nuh aley-hisselam'm kavmi, salih
insanların resimlerini yaptılar, onlar öldükten sonra arkalarından gelenler de,
bu resimlere ibadet ettiler ve onları kendilerine putlar
edindiler.
Sadık ve Masduk (Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem)
Kıyamet günü insanların en şiddetli azaba uğrayanlarının musavvirler (heykel,
resim v.s. yapanlar) olduğunu bize haber vermiştir.
Ebu Hureyre'den radıyallahü anh gelen rivayette
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
Allahu Teala şöyle buyuruyor:
"Benim yarattıklarım gibi yaratmaya kalkışandan daha
zalim kim vardır.
Madem öyle, onlar bir zerre veya bir buğday tanesi ya
da bir arpa tanesi yaratsalar ya."[19]
Aişe radıyallahü anha'dan: "Allah Rasûlü benim yanıma
geldiğinde ben de üzerinde resimler olan bir perdeyi kilere asmıştım. Onu aldı
ve parçaladı. Yüzü kızarmıştı. Şöyle buyurdu: "Ey Aişe! Kıyamet günü Allah
indinde azaba uğrayan insanların en
şiddetlileri, Allah'ın yarattıklarına benzer şeyler yapanlardır.
(Yaratma konusunda Allah'a benzemeye kalkışanlardır)." Aişe
radıyallahü anha dedi
ki; bunun üzerine ben de onu parçalayıp bir veya iki yastık yaptım."[20]
Said bin ebi'l Hasan'dan: "Bir adam İbn-i Abbas'a geldi
ve dedi ki, "ben şu resimleri yapan biriyim. Bu konuda bana fetva ver." Bunun
üzerine İbn-i Abbas ona dedi ki; "bana yaklaş." Adam da O'na yaklaştı. Sonra
İbn-i Abbas "bana yaklaş" dedi, o da yaklaştı; ta ki elini adamın başına
koyuncaya kadar yaklaştı. Sonra dedi ki; "sana Rasûlullah'tan işittiğimi haber
vereceğim. Allah Rasûlünün şöyle dediğini işittim: "Bütün musavvirler (heykel,
resim v.s yapanlar) Cehennem'dedirler. Yapmış olduğu her resme can verilir de
onlar ona Cehennemde azap verirler." Daha sonra İbn-i Abbas adama dedi ki: "Eğer
mutlaka resim yapacaksan ağaç resimleri ve ruhu olmayan şeylerin resimlerini
yap."[21]
İbn-i Abbas'tan, radıyallahü anh: "Allah Rasûlü'nün
şöyle dediğini işittim: "Dünyada kim herhangi bir resim yaparsa Kıyamet'te ona
can vermekle mükellef tutulur, o da can verici değildir."[22]
Bu hadislerden, şekilleri ve çeşitleri ne olursa olsun bütün resimlerin
haramlığını öğreniyoruz. Bu ha-ramlılık konusunda gölgesi olanla (heykel)
gölgesiz olanın (fotoğraf) arasında hiçbir fark da yoktur. Yine resim
yaptırmanın da haramlığını öğreniyoruz. İster el ile, isterse alet vasıtasıyla
olsun, aynıdır.
Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem Ali'yi
rahmetullahi aleyh gördüğü her resmi yok etmesi için
göndermiştir:
Ebi'l-Heyyâcı'l Esedî'den: "Ebu Talibin oğlu Ali bana
dedi ki: Allah Rasûlü'nün, Sallallahu Aleyhi Vesellem, beni gönderdiği şey üzere
göndereyim mi? Ki, o da: Hiç bir resmi
bırakmayıp hepsini yok etmen ve yükseltilmiş hiç bir kabir bırakmayıp he-pisini
düzeltmendir."[23]
Resimlerin haramlığmı zikrettikten sonra İmam Nevevi
(Allah O'na rahmet etsin) şöyle diyor:
"...Ve bu konunun tamamında gölgesi olanla göl-gesiz
olanın arasında hiçbir fark da yoktur. Mezhebimizin bu meseledeki özü budur:
Sahabe, Tabiin ve onlardan sonraki
alimlerin çoğunluğu da bu görüş doğrultusunda söylemişlerdir.O görüş Sevri'nin, Malik'in,
Ebu Hanife'nin ve diğerlerinin yoludur. Seleften bazıları demişlerdir ki, ancak
gölgesi olan nehyolunmuştur, gölgesi olmayan resimler için herhangi bir sakınca
yoktur. Bu görüş yanlış bir mezheptir. Çünkü bütün resimler hakkında mutlak
olarak gelen hadislerin yanı sıra Allah Rasûlü'nün, Sallallahu Aleyhi Vesellem,
perdedeki resimleri reddetmesi, bunların da mezmum (haram kılmış) olduğunda
hiç kimse şüphe etmez. O perdedeki resimlerin gölgeleri yoktur."[24]
Ez-Zührî şöyle diyor:
"Resimdeki nehiy umumidir. Üzerinde resim bulunan bir
şeyi kullanmak ve içinde resim bulunan eve girmek de öyledir. Bu resmin, elbise
üzerine basilmiş (rakam, nakış ve resim) olmasıyla olmaması birdir. Bu resmin
duvarda olması veya elbise üzerinde olması ya da çiğnenen, basılan bir yaygı
veya çiğnenmeyen bir yaygı üzerinde olması da far-ketmez. Bu umumi nehiy
hadislerin zahirleriyle amelen elde edilmiştir. Özellikle Müslim'in zikrettiği
En-Nemruka (üzerine dayanılan yastık) hadisi bu umumi nehye delâlet etmektedir.
Bu görüş kuvvetlidir."[25]
Hafız İbn-i Hacer El Askalani, yukarıda zikri geçen İmam
Nevevi'nin özetlediği sözlerini zikrettikten sonra diyor
ki:
"Ahmet İbni Hanbel'in tahriç ettiği Ali rah-metullahi
aleyh'den gelen hadis; gölgesi olanı da gölgesi olmayanı da, umumen hepsini
kapsadığı görüşünü kuvvetlendirmektedir. Bu hadiste Allah Rasûlü Sallallahu
Aleyhi Vesellem şöyle buyurmaktadır:
"Hangi biriniz Medine'ye gidip, orada hiçbir put
bırakmadan hepsini kıracak ve hiç bir resim bırakmadan onları yok edecek?" bu
hadiste "Kim bundan herhangi bir şeyi yapmaya tekrar dönerse o kişi Muhammed'e
indirileni inkar etmiştir"[26]
ibaresi de vardır.
Ve Hafız İbn-i Hacer, Aişe hadisi üzerine konuşma
esnasında diyor ki:
"Muhakkak ki bu resimleri yapanlar Kıyamet günü azap
olunacaklardır" Devamla diyor ki: "Buradan anlaşılır ki; resmin haramlığmda, o
resmin gölgeli veya gölgesiz olması, yağlı boya veya nakışlı olması, yontma veya
dokunmuş olması arasında hiçbir fark yoktur..."[27]
Bu asırda bazı âlimler tasvirin (fotoğrafın) ca-izliği
görüşündedirler. Bu görüşleri konusunda hiçbir delil yoktur. Bilakis deliller
fotoğrafın ha-ramlığmı te'kit etmektedir (kuvvetlendirmektedir). Çünkü Allah
Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyuruyor:
"İçerisinde resim bulunan eve Melekler girmez." Burada
resmi mutlak olarak zikretmiştir. Resmin muayyen bir çeşidiyle
tahsislememiştir.
Şeyh Mustafa El Hamami'nin fotoğraf olan resimlerin
mübahlığını söyleyenlere karşı söylediği sözü, beni hayrete
düşürmüştür:
"Muhakkak, elle yapılan resimler menedilmiştir. Bu bana
göre tıpkı yırtıcı aslanı salıp da öldürdüğünü öldüren veya elektrik düğmesini
açıp da kendisine dokunan herkesi yok eden ya da yemeğe zehir koyup da ondan
yiyen herkesi helak eden kimseye benzemektedir. Çünkü kendisine öldürmek
ithamı tevcih edildiğinde, der ki: Ben öldürmedim. Zehir, aslan ve elektrik
öldürdü. Arkasından delil olarak da şu sözünü sıralar: Öldürmek ancak el ile
olandır. Ben ise elimi bu ölülere asla uzatmadım. Peki onları öldürmek nasıl
olur da bana nisbet edilir?
Böyle diyene şu şekilde söylenir: Şüphesiz, ölüm,
öldürme vasıtalarından herhangi biriyle ruhun çı-kartılmasıdır. Zehir, elektrik
ve yırtıcı hayvan da öldürme vesilelerindendir. Buna göre kim bu vesileleri
kullanırsa o kişi öldürme suçunu işlemiştir. İsterse elini hiç uzatmamış olsun.
İşte resim de böyledir. Resimden murad, sureti icad etmektir. Bütün bela
resimdedir.... v.s.
Eğer istersen, cihazla çekilen resmin günahının elle
yapılandan kat kat fazla olduğunu söyleyebilirsin. Bilakis cihazın bir anda
çektiği resmi, ressam eliyle ancak senelerce uğraşarak yapar. Azap ise ne kadar
resim meydana geldiğine göredir. Buradan da kesinlikle anlarsın ki, bir resmi
yapmak büyük bir masiyettir.
Buna ikinci resim de eklenirse masiyet de ikinci defa
olur.
Böylece resim her çoğalışında o resmi yapanın günahı da
hep çoğalmaktadır. Ve sen biliyorsun ki,.
azap da günah miktarıncadır. Buna göre resim çoğaldıkça
azap da çoğalır, şiddetlenir ve uzar."[28]
Bütün tafsilatı geçenlerin dışında olarak, kendisinde
gerçekten faide bulunan ve zaruret bulunan tasvirlerin caizliği müstesna
olunmuştur. Şeyh Nasuru'd-Din El-Albânî şöyle diyor: "...Sözleri bitirmeden
önce, şuna dikkat çekmeyi de ihmal etmemeliyim: Muhakkak biz her türlü resmin
haramlığı görüşündeyiz. Bunda da kesin azim halindeyiz. Fakat bununla beraber
kendisinde mutlak bir faide olan ve herhangi bir zarara yakın olmayan resimde
de bir mani yoktur. Bu faide de aslı mubah olan bir yol ile
olmalıdır.
Tıpta, coğrafyada kendisine ihtiyaç duyulan resim,
suçluların yakalanmasına yardımcı olan resimler, suçlulardan korunmak için
onların tanınmasını sağlayan resimler ve bunun gibileri caizdir. Hatta bazen
olur ki o resimlerden bazısını yapmak vacip olur. Bu konuda delil olarak iki
tane hadis-i şerif vardır.
İlki: Aişe
radıyallahü anha'dan.
"Ben oyuncak bebeklerle oynardım, Allah Rasûlü de benim
kız arkadaşlarımı benimle oynamaları için bana getirirdi."[29]
Ve yine O'ndan gelen bir rivayette de: Kendisinin
oyuncak bebekleri olduğu ve Allah Rasûlü geldiğinde onları elbisesiyle örttüğü
vardır. Ebu Avane diyor ki, örtmesinin sebebi, oyuncak bebeklerden menolunmasm
diyedir.
Bunu ibni Sad tahriç etmiştir. Senedi
sahihtir.
Bu hadisten çocuk oyuncakları ve oyuncak resimleri
edinmenin cevazına delil olunur. Kız çocuklarının bu oyuncaklarla oynaması
içindir. Bu, resim edinmenin genelde nehyedilmesinden hu-susileştirilerek cevaz
verilmiştir. Kadı İyâd da, buna hüküm vermiş ve cumhurdan da böyle nakletmiştir.
Buna göre, cumhur; kız çocuklarının eğitimi, terbiyesi, küçükten ev işlerine
alıştırılmaları ve evlatlarını terbiyeye hazırlıkları için oyuncak bebeklerin
alış verişine cevaz vermişlerdir.
ikincisi:
Rabii binti Muaz'dan. Dedi ki: Nebi Sallallahu Aleyhi
Vesellem aşura yemeğini Medine'nin köylerine gönderdi (Medine'nin etrafındaki
köyler). Ve "kim oruçsuz olarak sabahladıysa geri kalan gününü de oruçsuz olarak
tamamlasın, kim de oruçlu olarak sabahladıysa o da orucuna devam etsin" dedi.
Rabii binti Muaz devamla şöyle dedi: Biz sonradan oruç tutardık, çocuklarımıza
da oruç tuttururduk (küçük çocuklara) ve mescide giderdik, onlar için boyanmış
yünden oyuncaklar yapardık (ve o oyuncakları beraberimizde götürürdük). Çocuklardan
biri eğer yemek için ağlarsa bu
oyuncakları ona verirdik, ta ki iftar vakti gelsin diye (böyle yapardık). Başka
bir rivayette de: "Bizden yemek istedikleri zaman oyuncakları onlara verirdik
ki, onların oruçları tamam oluncaya
kadar oyuncaklarla oynasmlar"
ibaresi
vardır."[30]
Bu iki hadis-i şerifte, eğer arkasından nefsi eğiten,
kültürel eğitimine yardım eden terbevî bir maslahat var ise, resme cevaz
verilmiş ve hoş görülmüştür. Buna İslam'ın ve müslümanlarm resimdeki ve resim
edinmedeki maslahatları da eklenir (dahil edilir).
Bunun dışındaki ise
aslı üzere bakidir, o da haram oluşudur. Şeyhlerin, liderlerin,
arkadaşların ve benzerlerinin resimleri ki, bunlarda hiçbir faide yoktur.
Bilakis bunlarda putlara tapan kafirlere benzeme vardır. Allah en iyisini
bilendir.[31]
Bununla beraber, Peygamber efendimizin hadislerinden
bir kısmı, bazı yeni ve eski alimlerin, muhakkiklerin sözleri de dahil
olunmuştur. Bundan murâd, şirke götüren bütün vesilelerin haram kı-lınışmdaki
İslam'ın hikmetini beyan etmeyi kas-detmemizdir.
Diğer taraftan da Şer'i ilimlere mensup bazılarının
irtikab etmiş olduğu hatanın büyüklüğüne dikkat çekmeyi murâd ettik. Onlar kendi
resimlerinin kitaplarda, dergilerde, İslamî ve gayri İslamî gazetelerde
yayımlanmasına şiddetli bir hırs göstermektedirler.[32]
Hatta bazıları başarılı pozları seçmekte mahir olan fotoğrafçıları tercih
etmektedirler. Ve o fotoğrafçılar değerli üstadın özel elbiseler giymesini
isterler. Tıpkı onların nasıl oturacaklarını (poz vereceklerini) ayarladıkları
gibi. [33]
Nuh
Aleyhisselâmın
Daveti
Nuh Aleyhisselam kavmini, Allah’ın vahdaniyetini
itirafa, O’na hiçbir şeyi şirk koşmamaya ve Allah ile birlikte puta, heykele ve
tağuta ibadet etmemeye çağırdı.
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Muhakkak Biz Nuh'u kavmine
Peygamber olarak gönderdik. "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin. O'ndan başka
ilâhınız yoktur. Doğrusu sizin için büyük bir günün azabından korkuyorum"
dedi."[34]
"Doğrusu biz, Nuh'u kavmine Peygamber olarak gönderdik.
O kavmine: "Şüphesiz ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Ancak Allah'a ibadet
edin. Ben sizin için can yakıcı bir günün azabından korkarım" dedi.[35]
"Yemin olsun ki, biz Nuh'u kavmine göndermiştik de onlara: "Ey kavmim, Allah'a
ibadet edin. Sizin O'ndan başka hiçbir ilahınız yoktur. Hâlâ korkmayacak mısınız?" demişti."[36]
"Gerçekten biz Nuh'u kendilerine elem verici azap
gelmezden evvel uyar diye kavmine gönderdik. "Ey kavmim, ben sizin için ap-açık
bir uyarıcıyım. Allah'a ibadet edin, O'ndan korkun ve bana itaat edin" dedi."[37]
Nuh Aleyhisselam'ın dokuzyüz elli sene zarfındaki
kavmini daveti, Cenab-ı Hakk'm şu kavliyle özetlenir: "Ey kavmim, Allah'a
ibadet edin. Sizin için O'ndan başka ilah yoktur." Özellikle bu, bütün Allah
Nebilerinin yoludur.
"Senden önce hiçbir Peygamber göndermedik ki ona;
"Benden başka ma'bud yoktur, sadece bana kulluk edin" diye vahyetmiş
olmayalım."[38]
Hayatlarında ve ölümlerinde; bütün işlerinde Allah'a
boyun eğmedikleri ve O'na itaat etmedikleri müddetçe şu dünyada insanlığın
işleri asla düzelmez. Sadece Allah'a ibadet edilmediği ve O'ndan başka ibadet
olunanların tamamı reddedilmediği müddetçe; bu teslimiyet ve boyun bükmenin
hiçbir manası yoktur.
Nuh Aleyhisselam kavmini helaktan kurtarmaya çok
düşkündü. Onlar için hayırdan başka bir şey temenni etmezdi ve de onlardan
hiçbir ücret ve mu-kafaat beklemezdi.
Bundan dolayı onlara hitapta çok yumuşaktı. Onları
davet etmede her yola başvururdu. Bunlardan en meşhurları
aşağıdakilerdir.
1- Nuh Aleyhisselam'm kavmine karşı olan
muhabbeti ve şefkatim gösteren delillerden bazıları, Nuh'un lisanı üzere
Cenab-ı Hakk'm şu ayetidir.
"Sizin üzerinize Kıyamet gününün acıklı azabından korkarım."
2- Nuh Aleyhisselam işleri gerçek yerlerine
koyuyor.
"Ben size; "Allah'ın hazineleri benim yammdadır"
demiyorum. Gaybı da bilmem. Bir melek olduğumu da söylemiyorum. Gözlerinizin hor
gördüğü mumm kimseler hakkında, Allah onlara hiç bir hayır vermez de diyemem.
Onların içlerindekinı en iyi bilen Allah'tır. Şayet ben bunları söylersem
şüphesiz zalimlerden olurum."[39]
Nuh Aleyhisselam, kavmine cevaben: Muhakkak ki ben gaybı
bilmiyorum. Mü'minlere mal veya makam vaadetmiyorum. Çünkü onların mükafaatı mal
ve evlatların hiç bir fayda vermediği günde sadece bir tek olan Allah'a aittir.
Hatta ben kerim bir meleğim de demiyorum. Ben sadece bir beşerim. Allah, bana
Peygamberlik ikram etti. Ne zaman ki kavmi, Nuh'a karşı çıktı ve eğer
sadıklardan ise vaadetmiş olduğu azabı kendilerine getirmesini istediler; o da
azabı getirenin ancak Allah olduğunu vurgulayarak karşılık verdi. Zira O
Allah'ın kendisine Peygamberlik ikram ettiği bir kuldur. Ne bir zarar ne de bir
fayda verir.
Allahu Teala şöyle buyuruyor:
"Nuh: "eğer azabı dilerse, size ancak Allah getirir. Ve
siz Onu bundan aciz bırakamazsınız. Eğer Allah sizi helak etmek isterse, ben
size nasihat etmek istesem de benim nasihatim size fayda vermez. O,
Rabb'inizdir ve sonunda Ona döndürüleceksiniz" dedi."[40]
Bu ebedi, Rabbani yola davetçilerimiz ne kadar da
muhtaçtır.... Gayba iman üzerine gençlerin terbiyesine, ecri sadece Allah'tan
beklemeye da-vetçilerimizin nasıl da şiddetle ihtiyaçları var. Şeyh-den veya
liderden herhangi bir idari vazife veya liderin kendilerine vaadettiği makam ve
mallar beklenmektedir ki, belli bir süre sonra bu vaadler gerçekleşmeyince, bu
sefer gençler şeyhlerine düşman olurlar.
3- Nuh
Aleyhisselam kavmine, onların arasında sıdk ve emanetiyle bilinen birisi
olduğunu hatırlatıyor. Onlardan herhangi bir ecir veya mal da istemiyor.
Hiçbir sevap ve mükafaat da beklemiyor. Sadece ecri ve sevabı Allah'tan
bekliyor.
"Eğer yüz çevirirseniz (siz zararlı olursunuz); ben
sizden herhangi bir ücret de istemedim. Benim mukâfaatım ancak Allah'a aittir.
Ben müslümanlar-dan olmakla emrolundum."[41]
"Ey kavmim! Bundan (bu tebliğden) dolayı sizden herhangi
bir mal istemiyorum. Benim ecrim ancak Allah'a aittir. Ve ben iman edenleri
kovum değilim. Onlar Rab'lerine kavuşacaklardır. Fakat sizi cahillik eden bir
kavim olarak görüyorum."[42]
"Nuh'un kavmi Peygamberlerini yalanladılar. O vakit
kardeşleri Nuh onlara; "Allah'tan korkmaz mısınız? Ben size gönderilmiş emin
bir Peygamberim"
demişti."[43]
4- Bazen de
onların nazarlarını, Allah'ın ne-fislerdeki ve âfaktaki ayetlerine çekiyordu.
Onlara Allah'ın kullan üzerindeki nimetlerini sayardı ki Allah'ın vahdaniyetine
hidayet bulsunlar, hiçbir zarar veya fayda vermeyen şeylere ibadet etmekten
vazgeçsinler:
Allahu Teala şöyle buyuruyor:
"Size ne oluyor ki, Allah'ın yüceliğine inanmıyorsunuz?
O, sizi gerçekten türlü türlü merhalelerden geçirerek yaratmıştır. Allah yedi
göğü tabaka tabaka nasıl yarattığını, o tabakalar içinde ayı bir nur, güneşi de
nasıl bir kandil yaptığını görmez misin? Allah, sizi yerden nebat gibi bitirdi.
Sonra sizi yine oraya iade edecek ve tekrar oradan çıkaracak. Geniş yollarında
gezip dolaşasınız diye. Allah yeri sizin için halı gibi serip döşedi."[44]
5- Nuh
Aleyhisselam asla Allah'ın rahmetinden ümitsizliğe ve ye'se kapılmazdı. Bundan
dolayı da geceyi gündüze katarak, gizli açık her zaman davet
ederdi:
Allahu Teala şöyle buyuruyor:
"Nuh dedi ki: Ey Rabbim! Ben, kavmimi gece gündüz davet
ettim. Fakat benim davetim onlarda ancak (imandan) kaçmayı artırdı. Doğrusu ben,
onları mağfiret edesin diye her davet edişimde, onlar parmakları ile
kulaklarını tıkadılar. Ve elbiselerine hüründüler ve küfürde ısrar ettiler, son
derece kibir gösterdiler. Sonra onları açıkça davet ettim. Sonra da onlara ilan
ettim ve gizli olarak da söyledim."[45]
Nuh Aleyhisselam Allah'a davette dokuzyüz elli sene
geçirdi. Hiç bir yorulma, usanma ve bıkma olmadan bunu sürdürdü. Her zaman
daveti kavmine sunar, her seferinde de sunuş üslûbunu değiştirir, başka bir
üslûp kullanırdı. Bu demektir ki kendini murakabe ederdi. Eğer kavmi alenî
davetten yüz çevirirse, döner sırrî (gizli) bir şekilde tebliğ ederdi. Her
durumda da onlara karşı yumuşaktı ve Kıyamet günü onların üzerine gelecek büyük
azaptan korkardı.
Nuh Aleyhisselam sabırda yüksek bir derecedeydi.
Yumuşak huylulukta Allah'ın ayetlerinden bir ayetti. Geniş kalpli, Ciddiyet,
gayret ve musibetlerde başlı başına bir ümmet idi. Tevazu sahibi idi. Enâniyeti
inkarda tıpkı yüce bir dağ idi. Bunlardan öte O, kavminden hiçbir ücret veya
mü-kafaat istemezdi. Davetini mal biriktirmeye ve kazanç elde etmeye vesile
kılmazdı.
Acaba kendilerini hemen umutsuzluk kaplayan davetçiler
bunlardan bir ders aldılar mı? Halbuki onlar, toplumlarına karşı kötü zan (su-i
zan) beslemektedirler.
Dolayısıyla onlara zalimane
hükümler çıkartmakta acele etmektedirler. Herhangi bir direnç karşısında
ise hemen yenilgiye uğrarlar.
Acaba kendilerini yüce görenler bunlardan bir öğüt
alıyorlar mı? Oysa onlar, kendi kardeşlerinden herhangi bir nasihat veya tenkit
kabul etmezler. Onlar, ücret almadan Allah'a davet etmezler. [46]
(El-Mele’)
İleri Gelenlerin Tavrı
El-Mele’: Onlar zalim idarecilerin sırdaşları ve
yardımcılarıdır. Menfaat ehli olanlar, zenginler, konforlu yaşantı sahipleri,
münafıklar, kabile ve yörelerin liderleridirler.
Allah’ın mahlukatında değişmeyen bir yasası da; Allah’ın
Peygamberleriyle çarpışanların başında bu grubun yer almasıdır. Çünkü onların
nefisleri mal ve makam sevgisiyle dolmuştur. Kalplerini ise, Allah’ın dinine
çağıran herkese karşı nefret kaplamıştır. İşte bunlar hakkında Allah Teala şöyle
buyuruyor:
“Biz hiçbir memlekete uyarıcı bir peygamber göndermedik
ki, oranın zenginleri, “Biz sizin gönderildiğiniz şeyleri inkar edicileriz”
demesinler.”[47]
İşte bundan dolayı, Nuh’un kavminden ileri gelenler
(El-Meleu) O’na karşı amansız bir harbe giriştiler. O’na karşı vahşice saldırıya
geçtiler. Yeryüzünde fesat çıkarmak için planlar uyguladılar. Yeryüzündeki
birinci Peygambere karşı pek çok vasıtalar ve birbirine zıt propogandalar
kullandılar.
1- Mele’nin Nuh
Aleyhisselam’ı hor gördüğü ve başına kaktığı şeylerden biri de O’na tabi
olanların fakir ve mustaz’aflardan (zayıf ve güçsüzlerden) olmasıydı. Nuh
Aleyhisselam’ın davetine ileri gelenlerden ve önderlerden hiçbirisi icabet
etmedi.
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
“Nuh’un kavminden kâfir olan (El-Meleu) ileri gelenler
dediler ki: Biz seni bizim gibi bir insan olarak görüyor ve sana tabi olanları
bizim en rezillerimiz ve görüşü basit olanlarımız olarak görüyoruz. Sizin bizim
üzerimize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilakis yalancı olduğunuzu
zannediyoruz.”[48]
“Bizim en rezillerimiz, en kötülerimiz ve en adilerimiz”
sözleri ile ileri gelenlerin dışındakileri kastediyorlar. Çiftçi, sanatkar ve
işçiler gibi.
Badi-ür Rey: Yani sana Badi-ür Rey’de tabi olanlar, yani
derinlemesine düşünmeksizin, gizlilikleri bilmeden ilk görünüşe derhal
kapılanlar demektir.[49]
Allah Teala şöyle buyuruyor:
"Onlar: Sana iman mı edelim? Halbuki sana tabi olanlar
en rezillerdir, dediler.
Nuh dedi ki: Onların ne yaptıklarına ben vâkıf değilim.
Onların hesabı Rabb'ime aittir. Eğer iyice düşünseydiniz bunu anlardınız. Ve ben
iman edenleri kovmam."[50]
Bu ahmak ve şaz (ölçü ve kaide dışı) tabaka, yükselme
ve medeniyet diye isimlendirilen çağımızda da hala derin bir temel olmaya devam
etmektedirler.
Sonra bazı kendilerini ehl-i ilme mensup edenler ilimden
hiçbir şeyleri olmayanları, zenginleri, konforluları, kapitalistleri ve
sömürgecileri üstün göstermekte, işçileri, çalışan fakir fukarayı, çiftçileri
de küçük görmektedirler. İsterse bu fakir insanlar mallarını hayırda tamamen
harcasalar da.
Büyük vazifelerde görev alanlar da normal halkı
köleleştirmekte ve kendi nefislerini Allah'tan başka rabler
edinmektedirler.
Bunların hepsi de cahiliye ölçüleridir. Bu ölçülere
çağıranlar istedikleri kadar adalet ve eşitlikle övün-seler
de.
Cenab-ı Hakk'm ölçüsü ise sabittir, asla şaşmaz. "Allah
nezdinde en üstün olanınız O'ndan en çok korkanınızdır."[51]
Muhakkak ki muttakiler Cenab-ı Hakkın en aziz kullarıdırlar. En yüksek dereceli
olanlarıdırlar, hiç bir mala sahip olmayan ve saçı başı dağınık, üstü başı dökük
olsalar bile. İşte bundan dolayı Nuh Aleyhiselam kavmine cevap verirken şöyle
diyordu: "Ve ben iman edenleri kovmam.
Evet, onlar mümindirler ve onlara neseb ve şeref olarak
da bu kafidir.
2- Mele (ileri
gelenler) Nuh Aleyhisselam'ın Peygamberlikten önce kavmi arasındaki faziletini
unutmuş gibiydiler. (Aslında biliyorlar da bilmemez-likten
geliyorlardı.)
Nuh Aleyhisselâm, doğru sözlü ve emindi. Onlardan hiç
kimse O'nun adaletine ve istikametine en ufak bir taan edecek cesaret
bulamıyorlardı.
Cenab-ı Allah Peygamberliği O'na ikram edince, ki bu
Risalet ilk önce onların ileri gelenlerini hedef almıştı, Nuh'a sınırsız
ithamlarda bulunmaya başladılar.
Bazen: 'Sizin Peygamberiniz sapıktır' diyorlar»"'
"Kavminden ileri gelenler dediler ki: Muh ki biz seni açık bir sapıklık içinde
görüyoruz[52]
Ve başka bir zaman O'nu yalancılıkla
suçluyorlardı:
"Kavmi onu yalanladı. Bunun üzerine Nuh'u ve gemide
beraberinde olanları selamete erdirdik. Âyetlerimizi yalanlayanları. suda
boğduk. Çünkü onlar kör bir kavim idiler.[53]
"Sizin, bizim üzerimize bir üstünlüğünüzü görmüyoruz.
Bilakis sizleri yalancılar olarak zannediyoruz."[54]
"Yoksa o Allah'a iftira mı etti, derler. De ki: Eğer
iftira etmiş isem günahı banadır. Ve ben sizin bana isnad ettiğiniz iftira
günahından beriyim."[55]
Ve bundan başka O'nun mecnun (deli) olduğunu
söylerlerdi:
"O, kendisinde cinnet (delilik) olan bir kimsedir. O'nu
bir müddet bekleyin, dediler."[56]
İşte böylece ölçüler değişip alt-üst oluyor ve değerler
ileri geri değişip duruyor. Ve kalplerdekıler gizlenemeyip açığa
çıkıyordu.
3- Nuh
Aleyhisselam'a en ileri derecede hücum edenler kodamanlardır. Bunlar
kavimlerinin ileri gelenleri ve ehl-i hal ve akd'dan olanlardı (yöneticileri
seçenlerdi). Bundan dolayı savaşıyorlar, yanşıyorlar ve dünyadaki her şeyin mal
ve makamdan ibaret olduğunu sanıyorlardı.
Dolayısıyla onlar nefislerini bırakıp (inkar edip) de
tam olarak Allah'a boyun bükmenin manasını tasavvur
edemiyorlardı.
İşte Nuh Aleyhisselam'ı liderlik sevgisiyle itham
etmeleri de buradan geliyordu.
Allahu Teâla şöyle buyuruyor:
"Nuh'un kavminde kafir olan (el-Meleu) ileri gelenler
dediler ki: Biz seni bizim gibi bir insan olarak görüyoruz. Ve sana tabi
olanları bizim en rezillerimiz ve görüşü basit olanlarımız olarak görüyoruz.
Sizin bizim üzerimize bir üstünlüğünüzü görmüyoruz. Bilakis yalancı olduğunuzu
zannediyoruz."
"Kavminden küfredenler (el-Meleu) dediler ki: Bu ancak
sizin gibi bir insandır. Sizin üzerinize üstünlük kurmak istiyor." Mele'nin
sözlerindeki "Sizin bizim üzerimize bir faziletinizi görmüyoruz" ifadesinden
anlıyoruz ki, onların indinde fazilet; kuvvet, madde ve insan çokluğu
demektir.... Bu sıfatlar Mele'nin indinde kamilen vardır. Nuh'un ve O'nunla
birlikte O'na inananlarda ise bu sıfatlar yoktur.
"Bilakis biz sizi yalancılar zannediyoruz" sözlerinde
ise; "Peygamberlik ve Peygamber diye bir şey yoktur. Bu bir sınıfsal tuzaktır ki
ileri gelenleri ve idarecileri yok etmeyi hedeflemektedir. Ve idari işlerin
bayağı kölelere teslim edilmesini kas-detmektedir" manasını çıkarmış
oluyorlardı.
4- Kodamanların
Nuh Aleyhisselam'ı reddetme konusunda tutundukları en önemli unsur; bilinen
âdetlerden dışarı çıkmış olması ve atalarının yoluna muhalefet
etmesiydi:
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"Kavminden küfredenler (el-Meleu) dediler ki: Bu ancak
sizin gibi bir insandır. Sizin üzerinize üstünlük kurmak istiyor. Eğer Allah
dileseydi melekler indirirdi. Biz önceki atalarımızdan böyle bir şey
duymadık."[57]
Bu ayet-i kerimede konumuzla ilgili olan nokta, "..Biz
önceki atalarımızdan böyle bir şey duymadık..." kısmıdır. Buradan onlarca Hak
olan şeyin sadece atalarının yolundan kendilerine gelen olduğu anlaşılıyor.
Onların yolunun dışında gelen ise; dalâlet ve sapıklıktır. Halkların ve
ümmetlerin müptela olduğu en büyük musibet; liderlerinin ve müfekkirlerinin,
atalarının görüşlerine ve tasavvurlarına karşı körü körüne donuk bir vaziyette
teslimiyetleridir. Üzücüdür ki, insanlardan bazıları Nuh Aleyhisselâm'ın
kavminin donukluğuyla alay etmekle beraber şeyh ve liderlerinin fetvalarına,
görüşlerine sıkı sıkıya sarılmaktadırlar. Bu şeyhlerin görüşlerinin dışına
çıkmayı caiz görmezler. İnsanoğlunun ne garip işidir ki, başkasının gözündeki
çöpü görür de kendi gözündeki merteği görmez!
[58]
Nuh
Aleyhısselam Ve
Ailesi
Davetçi, bazen kavmi ve arkadaşları tarafından birtakım
sıkıntılara müptela olabilir. Dolayısıyla onlardan gelecek bazı sıkıntılarla
karşılaşır. Fakat evine döndüğünde bir rahatlık ve kalp huzuru bulur. İşte bu
durum Hatemu'l-Enbiya'yı Hatice Ra-dıyallahü Anha'nın koruyucu kanatlarına
atmasına benzer.
Fakat Nuh Aleyhisselam, Cenab-ı Hak O'nu hem kavmiyle ve
hem ehliyle musibete müptela kıldı.
"Allah, kafirlere Nuh'un karısı ile Lut'un eşini misal
getirdi. Her ikisi de salih kullarımızdan iki kulun nikahlan altında idiler.
Böyleyken kocalarına hainlik ettiler. Peygamber eşi olmaları, onlardan azabı
gidermedi. Ve onlara: Cehennem'e girenlerle birlikte siz de girin denildi."[59]
Nuh'un hanımının kocasına karşı hıyaneti; Onun
haberlerim ve sırlarını düşmanlarına nakletmesidir. Eğer Nuh ile birlikte biri
O'na (Nuh'a) inansa, onu hemen kavminden olan zalimlere haber verirdi. İşte bu
dinde hıyanettir. Irz ve namustaki hıyanet değildir. Çünkü Enbiyaların
hanımları zinadan masumdurlar.
Allahu Teala buyuruyor ki:
"...Peygamber eşi olmaları, onlardan azabı
gidermedi..." Burada, küfürle beraber, ailevi alakanın hiçbir fayda vermediği
beyanı vardır. Allahu Teâla umumi yakınlıklarda en önemlisini beyan ederek
buyuruyor ki:
"O gün mal ve evlatlar fayda vermez." Ve yine
buyuruyor:
"O gün kişi kardeşinden, annesinden ve babasından
kaçar."[60]
Nuh Aleyhisselâm'm ailesiyle olan musibeti O'nun
evindeki son musibeti değildi. Oğlu da İslam'ı reddetti ve babasından yüz
çevirip müşriklerin safında yer aldı.... Muhakkak ki nefse en ağır gelen
şeylerden biri de, bir babanın oğlunu kaybetmesi ve sonra da O'nu düşmanlarının
safında görmesidir. Nuh Aleyhisselam, Tufanın başlangıcında oğlunu boğulmaktan
kurtarmaya gayret ediyor, fakat nerede!
"Gemi, onları dağlar gibi dalgalar arasında yüzüp
götürüyordu. Nuh, bir tarafa çekilip duran oğluna bağırdı: Ey oğulcağızım!
Bizimle birlikte bin, kafirlerle beraber olma. Oğlu: Beni sudan koruyacak bir
dağa sığınırım, dedi. Nuh da: Bu gün Allah'ın emrinden koruyacak yoktur. Ancak
Allah'ın rahmet ettiği kurtulur dedi. O sırada aralarına bir dalga girdi. O da
boğulanlardan oldu."[61]
Ve Allah buyuruyor:
"Nuh Rabb'ine dua edip: Ey Rabbim! Elbette oğlum
ailemdendir. Senin vaadin haktır. Ve sen hükmedenlerin en âdilisin dedi. Allah;
Ey Nuh! O senin ehlinden değildir. Zira onun yaptığı iş salih olmayan bir
ameldir. O halde bilmediğin bir şeyi benden isteme. Sana cahillerden olmayasm
diye sana öğüt veriyorum, buyurdu. Nuh: Ey Rabbim, bilmediğim şeyi senden
istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen,
hüsrana uğrayanlardan olurum."[62]
Nuh Aleyhisselam Rabb'inin emirlerine muhalefet etmedi.
Fakat oğlu konusunda ictihad etti. Ciğerparesi evladının ölümünü gözleriyle
seyrederken, Nuh'un nefsinde babalık şefkatinin hareketlenmesi garip değildir.
Bir şairin dediği gibi:
"Evlatlarımız bizim aramızda yeryüzünde yürüyen
ciğerlerimizdir.
Eğer onların üzerine rüzgar esse, gözlerim kirpikleri
kapatmaktan vazgeçer."[63]
Ve Ebu'l-Hasan Et-Tehâmî oğlunun cesedine toprak
atarken şöyle diyor:
"Sanki kalbim onun kabridir, onun şeklinde sırlardan
bir sır vardır."
Tufanda ise büyük bir şiddet ve dehşet var. Kapıların
perçinleri kaynakları uçuyor, onun vasfında fikirler ve hayaller hayrete
kapılıyor. İşte bu korkunç havadan kısa bir süre önce tufan olmuş geçmiş. Nuh
şöyle diyerek Rabb'ine yöneliyor: "Ey Rab-bim, muhakkak oğlum ehlimdendir. Ve
senin vaadin haktır. Ve sen hükmedenlerin en âdilisin." Nuh Aleyhisselâm'm
burada işaret ettiği vaad, Cenab-ı Hakkın şu kavlidir.
"Emrimiz gelip su, o tandırdan fışkırmaya başlayınca
Nuh'a: "her hayvan türünden birer çift ve
hakkında söz geçenler (helakları takdir edilmiş
olanlar) hariç olmak üzere, ehlini ve inananları gemiye yükle. Zaten O'nunla
beraber inanan çok azdı"[64]
(buyurduk)
Nuh Aleyhisselâm'm ehlinden helakları takdir edilmiş
olanlar; hanımı ve oğludur. Bu ikisi Cenab-ı Hakk'm şu kavlinin
muhatabıdırlar:
"...Nefislerine zulmedenler hakkında bana bir şey
söyleme. Çünkü onlar suda boğulacaklardır.[65]
Nuh Aleyhisselam Rabb'inin emirlerine muhalefet
etmemekle beraber, bütün yaptığı iş; kafirlerden uzak bir yerde oğlunu
gördükten sonra, onun kurtarılmasını Cenab-ı Hakk'tan istemesidir. Buna rağmen
Cenab-ı Hakk, kulu ve Rasûlü Nuh'u, kesin, açık ve net olarak
reddetmiştir.
"Dedi ki: Ey Nuh, o senin ehlinden değildir. Zira onun
yaptığı iş salih olmayan bir ameldir."
Ey Nuh, Muhakkak ki sen mü'min, oğlun ise kafirdir.
Öyle ise nasıl olur da senin ehlinden olur? Ey Nuh, bilmediğin şeyleri isteme.
Sakın, sakın cahillerden olma.
İbn-i Kesir Cenab-ı Hakk'm; "Bilmediğin şeyi benden
isteme" ayetinin tefsirinde şöyle diyor:
"Bu nehiy gösteriyor ki; duada, Allah'ın Şeriatında ve
mahlukatmda, kanunlarındaki caiz olanların olması şarttır. Dolayısıyla haranı
kılınmış olanı ve Allah'ın kati kanunlarına muhalif olan şeyleri istemek caiz
değildir."[66]
Ve Cenabı Hakk'm "Ben sana cahillerden olmaya-sın diye
öğüt veriyorum" sözü ise, yani seni cahillerden olmaktan nehyederim. O kafirler
ki, onların şehvetleri kendilerini yönlendirmekte, onlar nevalara ve
menfaatlere boyun büküyorlar, demektir.
Ve korkunun şiddetinden Nuh'un nöbetleri şiddetlenir,
Allah'ın O'nu kınamasından korkar ve tevbe eder halde af dileyerek Rabb'ine
yönelir:
"Ey Rabbim, bilmediğim şeyi istemekten sana sığınırım.
Eğer sen bana merhamet etmez ve bağışlamazsan, şüphesiz ki hüsrana
uğrayanlardan olurum."
Nuh'un oğluyla olan bu kıssası bana Allah Rasûlü
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in amcası Ebu Talib öldükten sonra onun için
istiğfarını ve O'nun şu sözünü hatırlatıyor:
"Vallahi men olunmadığım sürece mutlaka sana istiğfar
edeceğim." Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayet-i kerimeyi indirmişti (Tevbe
113):
"Ne Peygambere, ne de mü'minlere, müşrikler için
istiğfar etmeleri yakışmaz (caiz değildir)."[67]
İmam Ahmet Büreyde'den, O da babasından dedi
ki:
"Nebi Aleyhisselâm'la beraber seferdeydik. Yanımıza
geldi, biz de yaklaşık; bin atlı idik. Allah Rasûlü iki rekat namaz kıldı, sonra
bize doğru yüzünü çevirdi. Gözlerinden yaşlar akıyordu. Ömer ibn-i el Hattab
kalkıp O'na yöneldi ve "anam babam sana feda olsun ey Allah'ın Rasûlü, sana ne
oldu?" dedi. Allah Rasûlü de dedi ki:
"Annem için istiğfar etmeyi Rabb'imden istedim de izin
vermedi. Bunun üzerine Cehennem ateşindeki anneme merhametle gözlerim
yaşardı."
Dolayısıyla: Allahu Teala Nebisi Nuh'u uyarmıştır.
Çünkü O, müşrik olan oğlunun boğulmaktan kurtulmasını
istemiştir.
Ve Cenab-ı Hakk Hatemu'l-Enbiya'nm, annesi için istiğfar
etmesine izin vermemiştir. Tıpkı O'nu da uyardığı gibi. Çünkü amcası Ebu Talib
için istiğfar ediyordu. O Ebu Talib ki bütün gücüyle ölünceye kadar kardeşinin
oğlunun yanında yer almış ve şöyle diyordu:
"Toprağa defnolunmadığım müddetçe onların hiç biri sana
asla ilişemezler."
Ve bizler binlerce sene sonra utanç duymakta ve
hissetmekteyiz. Çünkü toprak ve çamur bağları hâlâ bazılarımızın nezdinde din ve
inanç bağından daha kuvvetlidir.
Coğrafî kıymet mensubiyetlerini İslam düşmanları ve
sömürgeciler oluşturmuştur. Bunlar bizim neslimizden olan bazılarının indinde de
yüce olmuştur... Onlar ki, Allah'ın Kitab'ında şu ayet-i kerimeyi okuyup
duruyorlar:
"Allah'a ve Âhiret gününe iman eden bir kavmi; babaları,
oğulları, kardeşleri veya soysopları olsalar bile, Allah ve Rasûlü'ne muhalefet
edenlerle dostluk eder bulamazsın......."[68]