ALLAH’A
DAVETTE PEYGAMBERLERİN
METODU
(DERSLER
VE
İBRETLER)..
Bu Kitapta
*
Niçin Peygamberlerin Davet Metodu üzerinde
durulmuştur?
*
Nuh Aleyhisselâm'm özet bir hayat hikayesi,
davet metodu ve üslûbu, O'nun hayatından alınacak dersler.
* Nuh ve İbrahim Aleyhimu's-Selâm arasında
gelen diğer Peygamberler.
* Salih
Aleyhisselâm'ın özet bir hayat hikayesi.
* İbrahim
Aleyhisselâm'ın özet hayat hikayesi.
*
İbrahim Aleyhisselâm'ın babası ve kavmi ile
olan mücadelesi ve O'nun hayatından alınması gereken dersler ve
ibretler.
*
Lut Aleyhisselâm'ın özet bir hayat hikayesi ve
O'nun kavmi ile olan mücadelesi.
*
Livatamn insan üzerindeki tıbbî, psikolojik ve sosyal
zararları.
*
İsmail Aleyhisselâm'ın özet hayat hikayesi. O'nun doğumu ve O'ndan
bahseden hadisler.
*
Beyt (Kabe)'nin yapılış
hikayesi.
*
Kurban meselesi ve İslam ulemasına göre
gerçek kesilen kimdir?
* Şam diyarının ehemmiyeti ve sahih hadislere
göre Hazreti İbrahim'in fazileti.
Bütün cevaplar bu kitapta......[1]
Hutbetü'l-Hace
Hamd, ancak Allah'a mahsustur. O'na hamdeder, O'ndan
yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden, kötü amellerimizden O'na
sığınırız. Allah kimi hidayete erdirirse onu saptıracak yoktur, kimi de
saptırırsa onu hidayete erdirecek yoktur.
Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet ederim. O,
tektir ve ortağı yoktur. Ve şehadet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve
Rasûlüdür.
"Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde
korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin."fÂZ-i tmran:
102)
"Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini
yaratan ve her ikisinden de bir çok erkekler ve kadınlar türetip yayan
Rabb'inizden korkun. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz
Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah
sizin üzerinizde gözetleyicidir. (Nisa: l)
"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz
söyleyin, ki Allah işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah
ve Rasûlüne itaat ederse, büyük bir kurtuluşa ermiş olur." (Ahzâb.-
70-71)
Evet:
Şüphesiz, sözlerin en doğrusu Allah'ın Kelam'ı,
yolların en hayırlısı Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesel-lem'in yoludur.
Amellerin en kötüsü ise sonradan uydurulanlardır. Sonradan uydurulup dine
sokulan her amel bid'at, her bid'at sapıklık ve her sapıklık da ateştedir.[2]
Birkaç Söz
İbadetlerin en üstünü, seçkin ve salih kim- tok gayesi,
Peygamberlerin (Allah'ın selâmı • i lirliFİnc olsun) vasıflarından bir tanesi ve
amellerin tn şereflisi, şüphesiz ki, Allah'a davettir.
Diyetçiler, yüksek seviye ve onurlu mertebelere srthlp
oldukları için sorumluluk ve mes'uliyet ba-I* ılüindfliı da daha ağır bir
yükümlülük içindedirler.
Kttbb'İniİZ Azze ve Celte:
"İninnları Allah'a davet edip salih amel işleyen - ri
'şüpheniz ben müslümanlardanım' diyen kim-ıtdtft dftha güzel sözlü kimdir?"
(Fussiiet: 33) buyur-Miktudır.
IMvAlnrında dürüst ve insanları ihya etmede gay-
olurliirsa dâvetçiler, bütün fiiliyatlarında bir dde eder, seçkin kimseler
olurlar.
efendisi ve
imamı hakkında Allahu Teala:
"Muhnkkıık Allah'ın Rasûlünde, sizin için, Allah'ın
rahmetini ve Âhiretin nimetlerini arzulayanlar ve Allah'ı çokça zikredenler
için güzel bir numune vardır"fA/ıza&.- 2i)
buyurmuştur.
Mes'uliyetleri ölçüsünde davetçilerin bir çok görevleri
vardır. Onlar insanların gidişatını, ahlâkını, güzellikleri muhafaza eden,
kontrol eden bekçidirler; müslümanların aynasıdırlar. Yaşadıkları toplumda
güzel bir önderlik serdetmeleri gerekmektedir. Hayatlarında ise insanları davet
ettikleri Risâletin izleri, yaptıklarının ayrıntılarında da yine davetini
yaptıkları güzel esaslara uymak hakimdir.
Bundan dolayı Allahu Teâla dinine davet etmeleri için
bu ümmete dâvetçi bir taife hazırlamalarını vacip kılmıştır. Bu iş, birçok imkan
ve gönüllüye ihtiyaç duyan, kolay olmayan bir iştir. Her şeyden önce, bu önemli
vazifeyi üstlenecek kimselerin dikkatli olup iyi seçilmeleri lâzımdır. Zira
dâvetçinin yalnızca hatip veya ilim sahibi olması; ya da açık gözlü, yumuşak
yapılı olması yeterli değildir. Aksine bu vasıfların tamamını kendinde toplamış,
ayrıca davetin hakkını verebilmesi için de bu hasletlerin tümünün onun gönlüne
iyice yerleşmiş olması lâzımdır.
Allah'a davet, O'nun Risâleti taşıması için seçtiği
Peygamberlerinin yegâne vazifesidir. İşte bundan dolayı davet, en şerefli
görevlerdendir. Çünkü Peygamberler kâinatın en üstünleri ve noksan sıfatlardan
münezzeh olan Allah'ın sevgili kullarıdır. Tabii ki, Onların yolunun takipçisi
davetçilerin de, üstlendikleri görev gereği metodları, ilimleri, davet üslûpları
da aynı şekilde nezih olmalıdır.
Bugün İslam, Allah'ın selâmı üzerlerine olsun
Peygamberlerin davet metodunu bilen, İslam'ın yayılmasını tek gaye edinen,
böylece hizmetin ruhunu kavrayıp Allah'a yakınlaşmayı hedefleyen bilinçli
davetçilere her zamankinden daha çok ihtiyaç duymaktadır.
Şüphesiz davetçiler, batıl ve sapıklığın önünde duran,
insanları gece karanlığından gündüz aydınlığına çıkartan hak askerleridir. Bu
nedenle o dâvetçileri yetiştirmek, onlara imkan hazırlamak yeni nesilleri,
toplumları ıslah eden davetçiler olarak yetiştirmek hepimize
vaciptir.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimiz bizlere
daveti insanlara nasıl götüreceğimizi öğretmiştir. Sîretinde, öğrenmek
isteyenler için bu konuyla alâkalı çok dersler vardır.
Biz davetçilere, Rasulullah sallallahu Aleyhi ve
Sellem'in metoduna uymak, O'na bağlanıp sebatkar olmak gerekmektedir. Şüphesiz
O'nun sîretinde (Sal-lallahu Aleyhi ve Sellem) Allah'a davet metodunun ap-açık
olduğu ve insanların ortaya attığı bid'at yollara, yine Onun Sünnet'ine
muhalefet eden metodlara kesinlikle ihtiyaç olmadığı, şüphe götürmeyen bir
gerçektir.
Doğusundan batısına kadar bütün dünya, Ra-sulullah
Saliailahü Aleyhi ve Sellem in halifeleri olan muh-lis dâvetçileri
beklemektedir.
Allah'ın lütfuyla davet işi, yeryüzünün dört bir yanına
yayıldı. Branşları ne olursa olsun kadın, erkek; küçük, büyük herkes gayret
içinde. Bu, bir müjdedir. Fakat davet işi, dış etkiler ve içte bir takım
zorluklarla karşı karşıyadır.
Bunlardan bazıları kısaca
şöyledir:
1- Rağbet eden
geniş kitleye ulaşacak, Rasulullah Saiiaiiahu Aleyhi ve Sellem'in Sünnet'ini iyi
bilen yeterli sayıda eğitici ve kılavuzların olmayışı. Bu belki de tedavi
edilmesi gereken en önemli problemdir.
2- Özellikle
akîde ve temel esaslar başta olmak üzere, çağın çeşitli problemleri açısından
dâvetçinin hazırlanması için gerekli programların az ve yetersiz
oluşu.
3- Davetçi
olarak yetişecek kişinin küçükten, temelden
ele alınması. Çünkü
tecrübelerinden de istifâde
edilmesi için davetçi, hayatının daha
ilk merhalelerinde, bilgilerinin oluşum safhasında
eğitilmelidir.
4- Düşmanların, davet
yolunu engelleyici çalışmaları: Her ne kadar aralarında
ihtilaf bulunsa da İslam'a veya davetçilere yönelik saldırılarda birleşen küfür
milleti, birçok imkâna sahip olmalarından ötürü engelleyici, çok yönlü bir
çalışmayı sürdürmektedir.
5- Hayatta
fitne ve meşguliyet veren şeyler, davet yolunu düğümleyen birer engeldir.
Davetçilerin ise, insanların nefsi ve onu etkileme yöntemini, nefsi tezkiye etme
yollarını ve iletişim kurma metodlarmı iyi bilmeleri
lâzımdır.
6- İslâm'a
düşmanca tavır sergileyen ideolojik
akımların ortaya çıkması, kitle iletişim organlarında iyice yerleşmeleri sonucu
insanlar fitneye düşüp, dalâlete
sürüklenmektedir.
7- Ortaya
atılmış olan metodlardaki kusurlar: Bu ortaya atılan düşünce ve İslam ilimleri
öğreten eserlerde gerçekten fayda olduğundan şüphe
etmiyoruz.
Ancak bu, aşağıda işaret ettiğimiz gibi, birtakım
olumsuz yönlerinin de olmadığı manâsına gelmez:
• Kur'ân ve Sünnet doğrultusunda, Şer'î delilleri Selef-î
Salihin'in anladığı şekilde anlamamak.
•
Davete nefsî çıkarların karışması, siyasî veya
sosyal baskı ya da hizipçilik.
•
Geneli kuşatamayan, cüz'î
değerlendirmeler.
Bu bahsi geçen maddelerde, başta davetçiler olmak üzere
toplumu etkileyen olumsuz, negatif yönler vardır.
Bazıları:
A- Gençlerin,
sahip oldukları bilgi ve anlayışlarında şüphe zuhur
etmesi.
B- Olgunluk ve
anlayıştan uzak, boş ve yararsız münakaşaların, gereksiz konuşmaların ortaya
çıkması.
C- Reddiyelerle
veya nefret ettirici şeylerle uğraşmak.
Bunlardan anlaşıldığı üzere hizipçilik ve taassup,
düşmanlar tarafından kullanılan iki unsurdur.
Bu noktadan hareketle Guraba yayınları olarak bizler,
"Allah'a Davette Peygamberlerin Metodu" adlı Muhammed Surûr bin Nayıf Zeyne'l
Âbidin'in bu kıymetli eserini; hangi cemaatten olursa olsun dâvetçi
kardeşlerimize sunuyoruz. Ta ki, ümmetin eskiden olduğu gibi yeniden dirilmesine
katkımız olsun ve bununla amel edilsin de böylece, müslüman toplumun uyanışına
bir vesile olsun inşaallah.
"Şuayb Aleyhisselâm'm Hayatı" hakkında olan kitabın
ikinci cildi henüz tercüme edilmektedir. Al-lahu Teâla'dan, lûtf-u ve keremiyle
tamamlanmasını nasib etmesini niyaz ederiz. Kitap aslında dört cilt olup Arapça
yalnız iki cildi basılmış, diğer iki cildi ise henüz basılmamıştır. Allah,
tamamlaması için Şeyh Muhammed Surûr'a yardım eylesin. Üçüncü kitap; "Musa ve
Firavun", dördüncüsü de "Musa ve Benîisrâü" hakkındadır.
Davet yolunda otuz yılını vermiş olan bu kıymetli üstad
Şeyh Zeyne'l Âbidin, Arap ülkelerinde tanınmış olup, zâlim sultana karşı yalnız
hakkı söylediğinden dolayı asıl vatanından yirmiyedi senedir uzakta, sürgünde
yaşamaktadır.
Ayrıca; kitabın tercüme ve baskı hakkını verdiği ve
bizleri cesaretlendirdiği için kendisine teşekkür etmeden geçemeyiz. Allah Azze
ve Celle ömrüne bereket, çalışmasının karşılığını hayır olarak
versin.
Bu, Allah'a davette, İsalamî çalışmayı teşvik etmek, onu
güzelleştirmek için bizden bir gayrettir. Umarız ki bu gayret, dâvetçilerin
gidişatım istenilen sahih çizgiye çeker. Allah celle celâluhu'dan bununla bütün
müslümanlara fayda vermesini niyaz ederiz.
Hamd, ancak âlemlerin Rabbî olan Allah'a
mahsustur.
Guraba[3]
"Şüphesiz ki, onların (Peygamberlerin) kıssalarında
akıl sahipleri için ibreler vardır. Bu Kur'an, uydurulmuş bir söz değildir.
Ancak o, geçmiş kitapları doğrulayan, her şeyi açıklayan, iman eden bir kavme
hidayet rehberi ve rahmet kaynağı olan bir kitaptır." (Yusuf
111)
Önsöz
Hamd ancak Allah'a mahsustur. O'na ham-deder, O'ndan
yardım ister, O'ndan mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerlerinden ve
amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız.
Allah kimi hidayete erdirirse, artık onu saptıracak
yoktur. Kimi de dalalette bırakırsa, onu da hidayete erdiren
bulunmaz.
Şehadet ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur. O
tektir. O'nun ortağı yoktur. Yine Şehadet ederim ki Muhammed O'nun kulu ve
Rasûlüdür.
"Ey Mü'minler! Allah'tan hakkı ile korkup-Hnkının. Ve
ancak müslüman olduğunuz halde can
Vtilİn." (Âl-i İmran: 102)
"Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten (Hazreti Adem)
yaratan, ondan eşini yaratan ve her ikisinden de bir çok <>rkek ve
kadınlar türetip yayan Rabb'inizden korkup-sakmın. Adını kullanarak
birbirinizden dilekte bulundu|unui Allah'tan ve akrabalarla ilgiyi ltMil»Hkt»n
«itkinin. Muhakkak Allah sizin üze-lİnİKİM (öi»tlnyU'i(lir.'VMsa.
i)
"ly iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz
■öyleyin. Ki (Allah) amellerinizi düzeltip günahlarınızı bağışlasın. Allah ve
Rasûlüne itaat eden muhakkak, büyük bir kurtuluşa (Cennet'e) kavuşmuştur.
"(Ahzap: 70-71)
Bundan sonra:
İki şey beni bu kitabı yazmaya
sevketmiştir:
Birincisi: Çoğu
müslümanlar arasında yerleşen çirkin bir cehaleti görmemdir. Allah'a davette,
Peygamberlerin metodundan ayrılıp, doğru ve yanlışı olan insanların sözlerine
sapmışlar. Bununla yetinmeyip, bilakis küçük büyük her işte de şeyhlerini
taklit ediyorlar.
Onların görüşlerine öylesine kınanmış bir taassupla
bağlanmışlar ki bu, İslam dininin tabiatına ve özüne tamamen ters olduğu halde
araştırmadan şeyhlerine uyuyorlar.
Bu problem, müslümanlar arasında fırkaların çoğalmasına
yol açmıştır. Böylece İslami alanda çalışanları, Allah'ın masum Nebilerinin
metoduna tutunmaya döndürmek, insanların batıl metodlarını ve tutarsız
sözlerini bir kenara atmalarına vesile olmasını ümid ederek bu çalışmayı
yaptım.
İkincisi: Akide
kitaplarına baktığımda asrımızdan çok önce yazılmış, kendi dönemlerindeki
problemleri çözmüş ve ihtiyaçları karşılamış olduklarını
gördüm.
O kitaplar çok önemli olmasına ve bazen problemler
birbirine benzemesine rağmen; asrımızdaki problemler yeni çözümlere
muhtaçtır.
Diğer taraftan bu akide kitaplarının üslubunda bir çok
kaide ve hükümler olduğu için gençlerin büyük bir kısmı o kitaplardan istifade
edemiyorlar.
Buna karşılık, Kur'an'm üslubu beni hayran bırakmıştır.
Çünkü akide meselelerini, Peygamberlerin hayatlarını ve müşriklere karşı Allah
yolundaki cihadlarını sunma esnasında arzetmektedir.
Örneğin; el-Esnam (Putlar): Akide kitaplarında, putun
sözlük ve Şer'i manasını, putların çeşitlerini, haram olduklarının Kitab ve
Sünnet'ten delillerini, alimlerin sözlerini ve o putlara inanmanın şirk
olduğuna dair her şeyi okursun.
Ama Kur'an-ı Kerim'de anlatılan putlara gelince, Kur'an
burada apayrı bir özelliğe sahiptir.
Sen, Kur'an'da gelen her akideyi, Peygamberin kavmiyle
yaptığı konuşma esnasında öğrenirsin. Bazen Peygamberin onlara, putların
kendilerine hiçbir fayda ve zarar sağlayamayacağını izah ettiğini, bazen de
İbrahim Aleyhisselam'm yaptığı gibi, onların putlarını kırdığını görürsün. Bir
diğerinde ise Peygamberin cesaretinin seni güçlendirdiğini hissedersin.
Peygamberin delilinin kuvvetini, kavminin onu öldürmeye ısrarlı olmasına rağmen,
Peygamberin hak üzere olan sebatını görürsün.... Bütün bunlar çekici, hareketli,
pratikte yaşanan gerçekçi bir üslupla tamamlanmaktadırlar.
İşte bundan dolayı Kur'an'm üslubuna uydum ve konuyu şu
iki kısma ayırdım.
Birinci
Kısım:
Bu bölümde, Kur'an'da zikredilen birçok Peygamberin
hayatlarından bahsettim. Bunu yaparken de aşağıdaki hususları
gözettim:
1- Kur'an-ı
Kerim'e, Peygamberden gelen sahih hadislere ve muhakkik selef alimlerinin ayet
ve hadisleri şerheden sözlerine dayandım.
2- İsa
Aleyhisselam'dan birkaç yüzyıl sonra yazılan, Batılı bilim adamlarının bile
müellifleri hakkında ittifak edemedikleri bilinen İncil'den veya onların başka
kaynaklarından kaçındım ve Tevrat'ın bölümlerinden de
almadım.
3-
Peygamberlerin hayatı konusunda her ne gelmiş ise hepisini de zikretmiyorum.
İnsanların çoğunlukla sorduğu tefarruatla ilgili rivayetlere de ehemmiyet
vermiyorum.
Onların bu sözlerine bazı
örnekler:
Babasıyla birlikte gemiye binmeyi reddeden Nuh'un
oğlunun adı nedir?
Nuh'un hanımının adı nedir?
Allah o hanımı tufanla birlikte mi helak etti, yoksa
tufandan önce mi?
Nuh ile birlikte gemiye binenlerin adedi kaçtır?
Gerisini sen düşün.
Bu tip sorulara ehemmiyet vermedim. Çünkü bu sorulardan
her birine, cevap konusunda itimad edebileceğimiz sahih rivayetler mevcut
değildir.
Nuh'un hanımının ismini bilmek haktan herhangi bir şeyi
değiştirmez. Bilakis mühim olan onun Cehennem ateşinde ebedi kalıcı
olduğudur.
Bütün hayırların en hayırlısı, geçmiş ümmetlerin hu
herlerinden, Kur'an-ı Kerimin bize açıkladığıdır.
Allah'ın Kitabını birtakım bilmeceler şekline çevirip
de onları anlatmak suretiyle teselli bulmamız iliz
değildir.
4-
Peygamberlerin metodunu asrımızın yaşanan f irçekleriyle irtibatlamaya çok özen
gösterdim. Buna dair bazı örnekler:
Allıılı'in Peygamberlerinin savaştığı tağutlarla
as-ntnızd.-ıki tağutlar arasındaki benzerlikler zik-rtdllnıi^Mr. Hangilerinin
zulüm ve kibirlilik bakımından daha ileri olduğu
anlatılmıştır.
Yine Allah'ın Nebilerinin karşılaştıkları sorunlarla
asrımızdaki davetçilerin karşılaştıkları sorunların aralarındaki benzerlikleri
açıkladım. Bu kitapta ismi geçen her Peygamberin hayatından ders ve ibretleri
özetledim. Bütün bunlarda ilmî delillere dayanmakla beraber yazdıklarımda
duygusal ve şu-ursal yönü de boş bırakmadım.
İkinci
kısım:
İkinci bölümde "Lâ ilahe illallah"m manalarından ve
delaletlerinden söz ettim. Çünkü o İslam'ın erkanlarından birinci rükündür. Ve
o, İslam'ın tamamen kendisidir. Allah bütün Peygamberleri onunla gönderdi, onun
yolunda cihadı farz kıldı.
Kendilerinden uzun uzun söz edilen "Lâ ilahe il-lallah"m
bazı konuları ise; Uluhiyet, Ubudiyet, Nefiy, İsbat ve "Lâ ilahe illallah"ı
zedeleyen, yok edenlerdir.
Ey Allahım! Bu ümmet için en olgun ve sağlam bir iş
nasib et ki, orada sana itaat edenler izzetlenir ve sana isyan edenler zelil
olur. Orada emr-i bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-münker yapılır. Ey Allahım!
Müslümanları dinine döndür. Onları Nübüvvet metoduna tutunmaya hidayet buyur.
Müslümanların safını bir eyle ey Allahım! Muhakkak ki, sen işi-ticisin, dualara
icabet edensin.
M. Zeynel Abidin 10 Muharrem 1404 Hicri[4]
Niçin
Peygamberlerin
Metodu?
Bugünkü İslami uyanış, insanların, ama bütün insanların
konuştuğu bir konudur.
Camilerimiz (Allah'a şükürler olsun) namaz kılan
gençlerle tıklım tıklım dolmaktadır. Caddeler sakallı erkeklerle izdiham
halindedir. Genç kızlar uzun ve bol Şer'i elbiseleri giyinmiş olarak
gö-rülmekteler. İslami kitaplar ve onlara olan rağbet çoğalmış vaziyettedir.
Bundan dolayı da bütün mü'minler Allah'a şükür için secde
etmektedirler.
İslam düşmanları bu uyanışı şüphe ve tereddütle
seyretmektedirler.
Böylece ellerindeki bütün propaganda imkanlarıyla bu
uyanışı ve bu uyanışı ortaya koyanları, küçük düşürmeye çalışıyorlar. Bu
uyanışa ve onu omuzlayanlara karşı şüpheli bir manzara vermek istemektedirler.
Bu uyanış daha beşikte iken, onu diri diri toprağa gömmek için çeşitli tuzaklar
hazırlamaktadırlar.
"Onlar sana tuzak kurarken, Allah da, onların
tuzaklarını boşa çıkarıyordu. Allah, tuzakları bozanların en hayırlısıdır."[5]
islam düşmanlarının korku ve telaşlarını artıran
şeylerden biri de, bu neslin Rab'lerinin himayesine dönmüş olmalarıdır. Bu nesil
laik ve despot askerî idarelerin hüküm sürdüğü lise ve üniversitelerde eğitim
görmüşlerdi. Öyle idareler ki, İslam'dan başka bir şeyle savaşmamaktadırlar.
Allah'a davet edenlerden başkasına zulüm ve işkence
yapmamaktadırlar.
Bu uyanışın oluşmasındaki bütün fazilet, başından
sonuna kadar Cenab-ı Hakk'a mahsustur. O Allah ki, zalimlerin yüzlerindeki
perdeleri parça parça etmiştir. Bu zalimler ki, neredeyse insanlar Allah'ı
bırakıp da onlara ibadet etmeye başlıyorlardı.
'Diğer taraftan her türlü noksanlıklardan münezzeh olan
Allah, bu ümmete gençlerden oluşan bir da-vetçi grubu ihsan etmiştir. Öyle
gençler ki, her türlü ithal fikirleri ve inançları reddetmektedirler ve
dünyanın aldatmacalarından, şehvetlerinden yüz çevirmektedirler. Bu gençlerin
kalpleri Cenab-ı Hakk'm sevdiği ve razı
olduğu her şeye bağlanmış,
zalimlerin tehditleri ve cezalandırmaları onları asla
korkutmamaktadır.
Bu davetçi gençler, bugünkü ortamı reddedişlerini de
"köklü bir değişim" diye tabir etmekte ve bu alanda geniş araştırma ve münakaşa
önerileri getirmektedirler. Bu değişimin problemlerini çözmek için birçok
toplantılar yapmakta, kitaplar yazmakta, risaleler çıkarmakta ve beyanatlar
neşretmektedirler.
Üzücü olansa, gençlerin metod konusunda ihtilafa
düşmeleri, tavır ve yöntemlerinin değişik olmasıdır.
Gençlerden bir kısmı köklü değişimin sadece aklî ikna
metodu ve siyasi şuurlanmanm yaygınlaştırılması yoluyla olabileceğine
inanmaktadır.
Bazıları da bu değişimin parlamenter seçim yollarıyla
ve bilinen demokratik usûllerle olabileceği görüşündedir.
Diğer bir kısım gençler de herhangi bir hazırlığı
olmaksızın savaş davulları çalmaktadır. Hemen meydanlara atılıyorlar. Oysa bunu
uzun uzun dü-1 iıinmeleri gerekir. Bilinmelidir ki bize zafer vaad r<lcm
Allah, her türlü maddi sebepleri elde etmekte noksanlık yapmamayı
emretmektedir.
Davetçi gençlerin değişim hakkındaki konumlarının
çokluğuna, görüş ve tavırlarının birbiriyle çatışmasına rağmen, çoğunluğu şu
meselelerde ittifak itmektedir.
Onlar hata ve doğrularda şeyhlerinin yaptıklarını taklit
etmekte, her emrettiklerini itiraz etmeden aynen kabul etmektedirler. Onlar
hakkında herhangi bir eleştiri veya nasihat dahi kabul etmemektedirler...
Ulaşmaya çalıştıkları en yüksek gaye ve mertebe, o şeyhin mertebesine yakın bir
dereceye ulaşmaktır. Şeyhin mertebesine yakın bir mertebe diyorum, çünkü şeyhin
veya ölmüş liderin mertebesine ulaşmak onlara göre imkansız bir şeydir. Bazen
bu gibi fikirleri dinleyenler çok çirkin bir sui zanda bulunmuş olurlar....
Bütün bunlara rağmen bu davetçiler tedib ve değişimin zaruretine ve delile
tutunmanın vucubiyetine inandıklarını iddia etmektedirler.
Eğer Selahattin Eyyubi'nin aklı bu gibi fikirlerle donuk
olsaydı, düşman kuvvetlerini defetmeye, Kudüs ve Şam bölgesini Haçlıların,
Batmîlerin ve Putperestlerin pisliklerinden temizlemeye güç ye-tirebileceğini
düşünebilir miyiz?
Şeyhül İslam İbni Teymiyye'nin, fesad olmuş insanların
akidelerini ıslah etmeye gücü yetebilir miydi? Tatarlara karşı koymada
müslümanları toplayıp birliklerini sağlayabilir miydi? Arkasından gelen zaferi
başarabilir miydi?
Ey noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah! İşler nasıl
da karışıyor! Muhakkak bu davetçiler eğer kendi
rüştlerine (İslam'ın gerçeklerine) dönseler, akıllarını tabi olmaktan ve boyun
eğmekten hür kıl-salar, nefislerini zaaf ve donukluktan kurtarsalar;
kendilerinin de şeyhlerinin ve liderlerinin taşıdıkları mertebelere ulaşmaya
güç yetireceklerini mutlaka bileceklerdir.
Bu hedef onları, Rab'lerine karşı sadık olmaları ve
Şer'i sebeplere tutunmalarından başka bir külfete de sokmaz. Yerde ve gökte
hiçbir şey Allah'ı aciz bırakamaz.
Vallahi gençlerin taklit etmiş olduğu şeyhler ve
liderlerin, bizzat kendilerinin müslümanlarm bir araya getirilmesinde, bu yolda
çok güzel gayretler sarfetmelerine rağmen; başarısız kalmaları, bir musibettir.
Tıpkı ortamı değiştirmekte ve Allah'ın Şe-riat'ını yeryüzünde hakim kılmadaki
başarısızlıkları gibi. Dolayısıyla onların talebeleri de herhangi bir başarı
elde etmede aciz kalmaktadırlar. Çünkü şeyh ve liderlerinin ulaşmış olduğu
mertebeden daha üstün ve yüksek bir merhaleyi gaye edinip
plan-layamıyorlar.
Cenab-ı Allah, bizleri kötü mezhebi taasuptan
kesinlikle sakındırmaktadır. Bu durum Hıristiyanların düştüğü şirk
sebeplerinden sayılmaktadır.
Allahu Teâla şöyle buyuruyor:
"Onlar hahamlarını, ruhbanlarını ve Meryem'in oğlu
Mesih'i Allah'tan başka Rab'ler edindiler. Halbuki onlara da ancak kendisinden
başka ilah olmayan bir tek Allah'a ibadet etmeleri emrolunmuş-tu. Allah onların
şirklerinden münezzeh ve yücedir."[6]
Sahih bir hadiste geldiği üzere, Hz. Peygamber
aleyhisselam bu ayet-i kerimeyi Adiy bin Hatim et-Tai'ye okumuştu. O da "Ey
Allah'ın Rasûlü, biz onlara ibadet etmezdik" dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlü
şöyle buyurdu: "Allah Kitab'mda haram ettiği bir şeyi onlar size helal
ettiğinde siz de onu helal kabul ediyor muydunuz? Ve Allah Kitab'mda helal
ettiği bir şeyi onlar size haram ettiğinde siz de onu haram kabul ediyor
muydunuz?" Adiy de: "Evet" dedi.
Allah Rasûlü de buyurdular ki: "İşte bu onlara
ibadettir."[7]
İbn-i Abbas radıyallahü anh de Allah Rasûlü'nün
Sahabelerinden bazı insanlara Rasûl'ün sözlerini anlatırdı, onlar da kendisine
Ebu Bekr'in ve Ömer radıyallahü anhüma'nın sözleriyle muaraza ettiklerinde
onlara kızmıştı.
İbn-i Abbas şöyle dedi:
"Yakında sizin başınıza gökten taş yağar. Ben "Allah
Rasûlü Sallallahü Aleyhi Vesellem dedi" diyorum, sizler de
"Ebu Bekir ve Ömer dedi" diyorsunuz."[8]
Peki asrımızdaki şeyhlerin ve liderlerin sözleri nerede,
Hazreti Ebu Bekr'in ve Hazreti Ömer'in sözleri nerede? Allah onlardan razı
olsun.
Şeyhü'l-İslam ibn-i Teymiyye, Allah Ona rahmet etsin,
şöyle diyor:
"Her kim olursa olsun, bir şahsı tayin edip de söz ve
fiilde ona muvafakat ederek dostluk ve düşmanlık yaparsa, o kişi dinde gruplara
ve hiziplere bölünenlerden olur."[9]
Bugünkü İslami hiziplerde ve cemaatlarda bu hal vardır.
Muhakkak onlar kendileri için bazı şahısları lider olarak tayin etmekte ve
onların dostlarına dostluk, düşmanlarına da düşmanlık etmektedirler. Kitab ve
Sünnet'e müracaat etmeden, onların verdikleri her emre kayıtsız itaat
etmektedirler. Söyledikleri sözlerin ve verdikleri fetvaların delillerini
sormadan onlara tabi olmaktadırlar.
Bu gibi metodların köklü değişikliklere ve müs-1
umanların safını birleştirmeye asla selahiyetleri yoktur. Bilakis
müslümanlarm mezheplerden bir mezhep üzerine ve hiziplerden bir hizipte
birleşmeleri meydana gelmemiştir. Üstelik bazı devletlerin bu mezhep veya şu
kabilenin veya hizbin yöntemini ikame etme yolunda birçok çalışmaları olmasına
rağmen.
İş böyle olduğuna göre, peki neden biz yolu
kısaltmıyoruz? Neden daha önce bu ümmetin kendisiyle felah bulduğu metoda
tutunmaya dönmüyoruz? Bugünkü ümmetin düzelmesi de o metoddan başkasıyla asla
olamaz. Allah'ın Rasûlü Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle
buyurdu:
"Muhakkak ki, İslam garip olarak başladı ve yakında
dönecektir tıpkı garip olarak başladığı gibi."[10]
Bu hadis-i şerifte konumuzla alakalı olan bölüm, Allah
Rasûlü Sallallahü Aleyhi Vesellem'in "...Yakında dönecektir tıpkı garip olarak
başladığı gibi" sözüdür.
Yani Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem'in tatbik
ettiği metodun dışında asla İslam'ın avdeti olamaz. Salat ve selamın en
faziletlisi O'nun üzerine olsun. Öyle ise metodu onlardan öğrenmek için derhal
Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem'in siy-retine ve O'ndan önceki Allah
Nebilerinin ve Rasûllerinin siyretlerine dönelim.
1- Allah'a
davetin başlangıcı nasıl olur? Ve en mühim olanı mühimden daha öne nasıl
alabiliriz?
2- Yolumuza
çıkan zorlukları nasıl karşılarız? Ve münafık ve müşrikleri hakka davet etmede
takip edeceğimiz en geçerli yol ve en uygun üslûp nedir?
3-
Gerçekleştirmesine çalıştığımız hedefler nelerdir?
Bizlerin bu saf menbaa ve tatlı kaynağa şiddetle
ihtiyacımız vardır. Bu kaynak ki, bütün Allah Nebileri ondan
içmişlerdir.
"Bu, senden önce gönderdiğimiz Peygamberlerimizin
Sünnetidir. Sen bizim Sünnet'imizde hiçbir değişiklik bulamazsın."[11]
Evet, bizler Allah'ın Nebilerinin metoduna dönüp, onlara
tutunma konusunda muhayyer değiliz. Bi-lııkis bu konuda bundan sonra izah
edeceğimiz sebeplerden dolayı görüş ayrılıklarının çoğalması dahi caiz
değildir. [12]
1- Onlara İtaat Etmek Ve Onlara Tabi Olmak Bütün Müslümanların Üzerine Farzı Ayndır
Cenabı Hak, En'am sûresinde Peygamberlerden bazılarını
zikrettikten sonra, onlar hakkındaki sözü, Peygamberine hitabederek şu kavliyle
bitirmektedir:
"Onlar, Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Onların
yoluna uy."[13]
İşte bu, kendinden önceki Allah Nebilerinin gittiği
yolda gitmesi ve onlardan uymak üzere bir örnek edinmesinde Allah'tan, kulu ve
Nebisi Mu-hammed'e bir emirdir.
Başka bir mevzuda da Allah, Nebisi için şöyle
buyuruyor:
"Sonra sana; Hakka yönelen ve batıldan uzak olan
İbrahim'in dinine tâbi ol diye vahyettik. O. müşriklerden değildi."[14]
Ve diğer bir ayette ise; Cenab-ı Allah bütün mü'minleri,
İbrahim aleyhisselâm'ı ve O'nunla birlikte olanları örnek alma konusunda irşad
etmektedir. "Gerçekten İbrahim'de ve O'nunla beraber olanlarda sizler için
güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine: "Biz sizden ve Allah'tan başka
taptığınız şeylerden beriyiz" demişlerdi...."[15]
Peygamberlerin ve Rasûllerin sonuncusunu örnek edinmenin
vucûbiyeti konusunda da Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Şüphesiz Allah'ın
Rasûlünde, sizin için, Allah'ı ve Âhiret gününü arzulayanlar ve Allah'ı çok
zikredenler için pek güzel bir örnek vardır."[16]
Muhakkak Allah Rasûlü Sallallahü Aleyhi Ve-sellem
davetçi için davetinde en güzel bir örnek olduğu gibi istikamet üzere olan emin
gençler için de güzel bir örnek, 'Üsvetü'n Hasene'dir. Tıpkı bir eşin, ana
babanın sevgi ve şefkatinde onlar için güzel bir örnek olduğu gibi. Güzel
muamele etmede, hak ve görevleri en açık bir şekilde ayırdetmede de, her
karı-koca ve evlatlar için güzel bir örnektir.
Bir mürebbi için ehlini terbiye etme konusunda kundisi
için Allah Rasûlü'nün güzel bir örnek olduğu gibi, cesur bir mücahit için de
güzel bir örnek ve muzaffer bir komutan için de en güzel bir örnektir. Başarılı
bir siyasetçi, emin bir komşu, sadık bir sözleşmeci, doğru bir hakim ve ilmiyle
amil bir alim için de en güzel bir örnektir.
Sözün
Özü: Allah Rasûlü'nün, Sallallahü
Aleyhi Vesellem, siyreti her şeyi tamamıyla kuşatmıştır.
İşte bundan dolayı, Allah'ı ve Âhiret gününü arzulayan
herkes için en güzel bir örnek olmuştur.[17]
Bu gibi sıfatlar hiç bir ıslah edici liderde kamilen bir arada toplanmamış ve
asla toplanmayacaktır.
Bazen kişi iyi bir alim olabilir ama iyi bir siyasetçi
olamaz veya bazen iyi bir siyasetçi ve ilimden belki bir mertebesi olur fakat
hayatı boyunca evliliği tercih etmez. Bazen de iyi bir alim ve eğitici olur
ancak harp ve onunla ilgili bilgilerden hiç bir şey
anlamaz.
Biz nice ıslah edici alimler gördük ki, bunlar kuvvetli
delilleriyle, geniş ilimleriyle, gayret ve çok çalışmalarıyla çok güzel bir
örnektirler. Fakat bu kişiler evlatlarını terbiye etme konusunda veya maddi
muamelelerinde ya da tasarruf ve akidelerinde bu şekilde güzel örnek
değillerdir.
Allah Rasûlü ve kardeşleri olan diğer Nebiler, (Salat ve
selamın en faziletlileri onlann üzerine olsun), insanların tamamına ölümlerinde
ve ha Es Siyretin Nebeviyye, Dersler ve ibretler, Dr. Mustafa Es Sibai, sayfa
15-16'dan iktibasla alınmıştır.yatlanndaki her işlerinde en güzel bir
örnektirler. Allahu Teala onlara itaati ve emirlerine uymayı farz
kılmıştır.
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"Biz gönderdiğimiz her Peygamberi, ancak Allah'ın izni
ile kendisine itaat olunmak için gönderdik."[18]
Ve Allah Teâla:
"Ey iman edenler; Allah'ın ve Rasûlü'nün önüne geçmeyin.
Allah'tan korkun. Çünkü Allah işitici ve bilicidir. Ey iman edenler, seslerinizi
Peygamber'in sesinden daha fazla yükseltmeyin. Ve birbirinize bağırır gibi O'na
bağırmayın. (Öyle yaparsanız) ha-boriniz olmadan amelleriniz boşa gider.
Gerçekten Allah'ın Peygamber'i yanında seslerini kısanlar, bunlar o kimselerdir
ki, Allah kalplerini takva için imtihan etmiştir. Onlara mağfiret ve büyük bir
mükafaat vardır"[19]buyurmaktadır.
Kim Peygamberlerden herhangi bir Peygambere layım etse,
Onu ve davetini inkar etse veya Allah'ın o Peygambere indirdiği bir çok şeyde
ona tabi olsa da dini emirlerden tek bir emri inkar etse, o kişi kafirlerden ve
Cehennem'de ebedi kalacaklardan olur. Allah korusun!
"Her kim, kendisine doğru yol ap-açık belli olduktan
sonra, Peygamber'e isyan eder ve mü'minlerin yolundan başkasına uyar giderse,
onu, döndüğü sapıklıkta bırakırız. Ahiret'te de kendisini Cehennem'e koyarız
ki, o, ne kötü bir dönüş yeridir."[20]
Ve Allah Teâla şöyle buyuruyor:
"Rabb'in hakkı için, onlar, aralarında çekiştikleri
şeylerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden nefisleri hiçbir darlık
duymadan tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe, iman etmiş olmazlar."[21]
Bilakis bir kimse Rasûl'e muhabbeti olduğunu ileri sürse
ve kalbinin Kur'an-ı Kerime bağlı olduğunu iddia etse, gece gündüz Kuran
okuduğu halde, o kişi insanların sözünü Rasûlullah Sal-lallahu Aleyhi
Vesellem'in sözünün önüne geçirse ve cahiliyet kanunlarını İslam Şeriat'ının
önüne geçirirse, bu kişi iddiasında ve davasında yalancıdır. İslam ondan
beridir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "De ki, eğer siz Allah'ı seviyorsanız,
hemen bana
uyun ki, Allah da sizleri sevsin ve günahlarınızı
bağışlasın. Allah bağışlayıcı ve merhamet edicidir."[22]
Hazreti Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem
de:
"Ben kendisine çocuğundan, ana ve babasından ve
insanların hepsinden daha sevimli olmadığım müddetçe, sizden biriniz iman etmiş
değildir"[23]
buyurmaktadır.
Ama Peygamberlerden başka şeyhlere ve li-ı İmlere
gelince, Allah'a itaat olunduğu yerde biz de unlara itaat
ederiz.
Allah'a isyan olunan yerde ise onlara itaat etmemek
farzdır.Dinimizin emirlerini ancak delilleriyle birlikte onlardan alırız. Her
verdikleri fetva hak değildir....
Kim bundan başka bir zanda (iddiada) bulunursa, muhakkak
o, şeyhleri ve liderleri Allah'tan başka rabler edinmiştir. [24]
2-Peygamberlerin Masumluğu
Allahu Teâla Nebilerini her türlü şirkten ve dalâletten
masum kılmış, onları heva ve heveslerden ve her türlü sapıklıklardan muhafaza
etmiştir.
Fışkın ve isyanın her türlüsünden onları temizlemiştir.
Onları neseb bakımından insanların en şereflilerinden ve ahlak bakımından da en
faziletlilerinden seçmiştir. Peygamberlerini hikmet ve yumuşak huylulukta
insanların en üstünlerinden, en eminlerinden ve delil bakımından da en
kuvvetlilerinden seçmiştir. Zeka bakımından da yine insanların en mükemmelleri
onlardır.
Cenabı Hak şöyle buyuruyor:
"...Allah Peygamberliği nereye vereceğini daha iyi
bilir."[25]
O Peygamberlerden hiç biri asla herhangi bir günaha yaklaşmamıştır. Onlardan
Nübüvveti zedeleyici en ufak bir şey sâdır olmamıştır. Onlar kavimleri arasında
garip idiler. Allah'ın inayeti onları her tehlikeden ve sapıklığa düşmekten
koruyor, sürekli olarak Cenab-ı Hakk'ın himayesi onları
kuşatıyordu.
Allahu Teâla şöyle buyuruyor:
"Ey Muhammedi Kuvvetli ve basiret sahibi kullarımız
İbrahim, İshak ve Yakub'u da hatırla. Muhakkak ki, biz onlara Âhiret yurdunu
hatırlama özelliği verdik. Şüphesiz onlar, nezdimizde, seçkin ve hayırlı
kimselerdendi. Ey Muhammedi İsmail'i, ı lyasa'yı ve Zülkifl'i hatırla. Hepsi de
seçkin kimlerdendi."[26]
Hak! Cenabı Allah Peygamber'ine şu Peygamberlerin
yoluna uymasını nasıl emretmektedir. O Peygamberler ki, Allah onları kendi
cinslerinin evlatla-imıılan seçmiştir. Onlar, sadakatlarında, ihlasta ve sadece
Allah'a ait olmalarında bu seçim için ehil idiler
Ve Tâhâ suresinde Cenab-ı Allah Peygamber'ine Musa
Aleyhisselam'm çocukluk hayatını, büyüklük hayatına anlatıyor. Ayetleri takip
edenler Allah'ın kendi inayetiyle Musa Aleyhisselam'ı gittiği ve durduğu her
yerde kuşattığını hisseder.
İşte Allahu Teala'nın "Seni kendi nefsim için seçtim"[27]
sözünün sırrı budur. Yani "seni vahyim ve Ri-saletim, benfm irademe göre
tasarruf etmen için seni seçtim" demektir.
Allah'ın Peygamberlerinin siyretinde sadakat, istikamet
ve ihlasta çok büyük benzerlikler vardır. Bundan dolayı daha ilk anda insanların
çoğu onları tasdik etmeye koşmuş ve yarışmışlardır. Daha onlardan herhangi bir
mucize zahir olmadan; bunlar Nübüvvetten önce kavimleri içinde emin
olduklarından, sadece hakkı söylediklerinden ve konuştuklarında doğru
olduklarından hemen onları tasdik etmişlerdir.
Cenab-ı Allah Salih Peygamberin lisanı üzere şöyle
buyuruyor:
"Salih onlardan yüz çevirip şöyle dedi: Ey kavmim, ben
Rabb'imin Risaletini size tamamen tebliğ ettim. Ve size nasihat ettim, fakat siz
nasihat edenleri sevmezsiniz."[28]
Ve Allahu Teâla şöyle buyuruyor: "Musa, şöyle
dedi:
Ey Firavun! Ben alemlerin Rabb'i tarafından gönderilen
bir Peygamberim. Bana Allah'a dair ancak gerçeği söylemem yaraşır....."[29]
Peygamberleri diğer insanlardan ayırdeden bu sıfatlardan
dolayı Cenab-ı Allah onların her dediğine t«alim olmamızı, kızma konusunda bile
boyun bükmemizi bizlere farz kılmıştır. Netice olarak onlardan guriur eden her
şey vahiy mesabesinde olduğu için hüktır.
"O hevasından söylemez. O, kendisine vahyolunan bir
vahiydir."[30]
Peygamberlerin dışındaki şeyhlere ve liderlere gelince,
onlar için masumiyet yoktur. Ancak hakka muvafık olan şeyi onlardan alırız.
Onların sözlerinin kendi başına delil olmaya selahiyetleri
yoktur....
Müceddid alim Ahmed Ed-Dehlevî'nin Peygamberlerin
masumiyeti konusundaki sözleri beni hayran bırakmıştır. Ehemmiyetine binaen o
sözleri aşağıya naklediyorum:
"Sonra bu alimin, raşit Sünnet'i bildiğini,
konuştuklarında hata ve dalâletten masum olduğunu ve ıslahın bir kısmını yerine
gitirip de, mutlaka olması gereken diğer kısmını terk etmeden de masum
olduğunu, bütün insanların gözü önünde ayan beyan isbat etmesi, kendisi için
şarttır.
Bu, ancak iki şekilde olabilir:
Birincisi;
kemâlına ve masumluğuna itikat üzerine birleştiklerinden ve rivayet de
yanlarında mahfuz olduğundan, kendisinde kemâlin son bulduğu bir önceki
şahıstan nakletmesi gerekir.
Ancak bu durumda kişi için,
insanları, kendisine inandıkları ölçülerle hesaba çekmesi, onların üzerlerine
hüccet getirmesi, sözün kendi yanında sor bulan biri olarak onları susturması ve
insanlarır onun etrafında toplanması mümkün olur.
Özetleyecek olursak:
İnsanlar için mutlaka bir masum gereklidir. Ki onun
kendisi veya rivayeti şaz olmamasıyla, in sanlar onun etrafında birleşmiş
olurlar. Onun ilmi idare konumundadır.
Rivayetten kaynaklanan amellerin faydalı yön lerini ve
yanlışlıklarını bilmek ya da o amellerin za rarlı yönlerini anlamak, hayattaki
delil, aklî ta sarruflarla veya hissî (müşahhas) kanıtlarla mümkün
değildir.
Bilakis bunlar öyle şeylerdir ki, onların ger çekliğini
ancak vicdan keşfeder. Başkası keş fedemez.
Çünkü; nasıl ki açlık, susuzluk, sıcak veya soğut bir
ilacın tesiri ancak vicdan ile idrak edilir ve yint ruh için bir şeyin uzaklık
ve yakınlığını anlamaye "zevk-i selim" (selim bir tabiat)den başka yol
yoktur. İkincisi; o masumun kendi nefsinde
hatadan emin olması Cenab-ı Hakkın onda zaruri bir ilim ynratmasıyla olur.
Böylece bütün idrak ettikleri ve bildikleri hak olur. Görülen bir şeyin gören
nezdinde gerçeğe uygunluk derecesindeki bir mutabakat gibidir. Çünkü bir şeyi
gördüğünde bu görülen şey gören nezdinde ihtimal taşımaz. Gözünün bunu geçici
olarak böyle gördüğü ve gördüğünü gerçeğin aksine girmesi gibi bir ihtimal
olmaz.
Yine o masumun ilmi tıpkı lügavi kaideler
derecesindedir. Örneğin Arap "Ma" sözcüğünün su için konulduğundan ve "Arz"
sözcüğünün dünya için bir mi olarak konulduğundan asla şüphe etmez. Halbuki bu
konuda o kişi için herhangi bir delil de yoktur. "Ma" sözcüğüyle "su" arasında ve "Arz"
sözcüğuyle "dünya" arasında herhangi bir akli gerekçe fİe
yoktur.
Bununla beraber o kişide zaruri bir bilgiyi mey-inn
ittirir. Çok defa bunu kendisi için ancak ne-
l«'n gelen bir meleke vasıtasıyla elde eder. Mı l«ke ile
vicdanî ilimler daima doğru esaslar üzere elde edilir Vicdanın birbirini takip
etmesiyle ve vicdan doğruluğunun tecrübe edilmesinin tekrarlanmasiyla bu zaruri
bilgiye ulaşılır.
İnsanlar ancak açık veya hitabî kanıtların çokluğuyla,
bir şahsın davet ettiği şeyin hak olduğunu doğrular.
Sonra o kimse hayatının dürüst, yalandan uzak olması,
dualarının kabulü ve mucizeler gibi şeylerle Allah'a yakınlığının eserlerini
onda görmesi, Allah katında yüce derecelere sahip olduğunda asla tereddüt
etmemesi, o zatın nefsinin meleklere benzer mukaddes nefislerden olması, böyle
bir zatın Allah'a karşı yalan söylemesinin ve
günah işlemesinin mümkün
olamayacağına inanması, bunlardan sonra bir takım olayların cereyan etmesi,
insanları o zata sıkı sıkıya bağlaması ve bu olayların o kişiyi insanlara karşı
mallarından, evlatlarından, susuz bir kişinin yanındaki âb-ı hayat suyundan da
sevimli kılması ki, bu durum masum olmadan ümmetlerin hiç birinde
gerçekleşmez.
Bundan dolayı kendisinde bu sıfatların varlığına
inandıkları şahsa isnad edilen bu ibadetlerin na-zariyeleriyle sürekli meşgul
olmaktadırlar. İsabet ettiler mi, yoksa hatalılar mı, Allah en iyisini
bilendir."[31]
3- Allah,
Nebilerini İslam İle Göndermiştir
Cenabı Allah, Nuh'u, İbrahim'i, Musa'yı, İsa'yı,
Muhammed'i ve bütün Nebi ve Rasûllerini, İslam'ı kendi kavimlerine tebliğ
etmeleri için seçmiştir.
Yahudi, hıristiyan ve diğerlerinden her kim İslam'dan
başka bir din edinirse onlar Cehennem'de ebedi kalan kafirlerdendirler. O ne
kötü bir dönüş yeridir. Allahu Teâla şöyle buyuruyor:
"İbrahim ne yahudi idi, ne de hıristiyandı. Fakat O
doğruya yönelmiş bir müslümandı. Müşriklerden de değildi."[32]
Ve Cenab-ı Hak:
"Onlar, Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Oysa
göklerde ve yerde ne varsa hepsi, ister istemez O'na teslim olmuştur. Ve yine
O'na döneceklerdir. De ki: Allah'a ve bize indirilene ve İbrahim'e, İsmail'e,
İshak'a, Yakub'a ve torunlarına indirilene;
Rab'leri tarafından Musa'ya ve İsa'ya veya
Peygamberlere verilenlere iman ettik. Onlar arasında bir ayırım yapmayız. Biz,
Allah'a teslim olanlarız. Kim, "İslam"dan başka bir din ararsa onun dini asla
kabul edilmeyecektir. O kimse Ahiret'te de hüsrana uğrayanlardan olacaktır"[33] buyurmuştur. İbn-i Kesir, Allahu Teala'nın, "Muhakkak
Allah katında din, İslam'dır" ayetinin tefsirinde şöyle
diyor:
"Bu, O'nun katında İslam'dan başka hiç kimseden kabul
edeceği herhangi bir dinin olmadığına dair, Allahu Teala'dan bir haberdir. O
İslam ise; Mu-hammed Aleyhisselam ile nihayet oluncaya kadar, Allah'ın bütün
zamanlarda göndermiş olduğu Peygamberlere tabi olmaktır. O Muhammed ki, O'nun
yolu dışında İslam'a giden bütün yollar kapatılmıştır. Dolayısıyla Muhammed
Sallallahu Aleyhi Ve-sellem'in gönderilmesinden sonra her kim O'nun
Şe-riat'ından başka bir din edinerek Allah'a kavuşmaya yol ararsa, o din makbul
değildir. Tıpkı Cenab-ı Hakkın buyurduğu gibi: "Kim, İslam'dan başka bir din
ararsa onun dini asla kabul edilmeyecektir." Bu ayet-i kerimede Cenab-ı Allah
kendi nezdinde makbul dinin sadece
İslam olduğunu haber
vermektedir."[34]
Eğer İsa ve Musa Aleyhimesselam Muhammed Sallallahu
Aleyhi Vesellem'in Nübüvvetine yetişse-lerdi, şüphesiz O'na ilk icabet
edenlerden ve O'na tabi olanlardan olurlardı.
Sadık ve masduk olan (Muhammed Sallallahu Aleyhi
Vesellem) bize haber verdi ki, âhir zamanda İsa Aleyhisselam indiğinde ilk
yapacağı iş, haçı kırmaktır. Sallallahu Aleyhi Vesellem
efendimiz:
"Vallahi mutlaka Meryem oğlu adil bir hakim olarak
inecektir. Arkasından haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi koyacak, sağmal
deve terkedilerek üzerine varılmayacak, düşmanlık, buğuzlaşma ve hasetleşme
gidecek, mala davet edecekler de hiç kimse onu kabul etmeyecek"[35]
buyurmaktadır.
Müslim'in Sahih'indeki başka bir rivayette de İsa
(Mesih) Aleyhisselam'ın cemaat olarak namaz kılacağı ve Mehdi'nin de ümmete
imam olacağı vardır. Bu hadiste İsa Aleyhisselam'ın hıristiyanların
akidelerinden berî olduğuna dair kanıt vardır. O hı-ristiyanlar ki, İsa
Aleyhisselam'a tabi olduklarını iddia etmektedirler. Yine onun müslüman ve
Muhammed Aleyhisselam'ın Nübüvvetini ikrar edici olduğunu tenkit etmektedir.
Bilakis bütün Nebi ve Rasûller için, Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve-«ellem'in
liderliğini ikrar vardır. [36]
4- Nebiler
Allah Hizbine Davetçilerdir
Allah Nebilerinin hepsinin Peygamberlerin ve Rasûllerin
sonuncusunu tanımaları, Cenab-ı Hakk'm acayip hikmetlerindendir. (Salat ve
selamların en üstünü onların üzerine olsun).
Allah, Peygamberlerden hiç birini göndermemiştir ki;
O'ndan, Muhammed'i gönderdiğinde kendisi de sağken Muhammed'e inanıp, O'na
yardım edeceğine dair söz almış olmasın. (Sallallahu Aleyhi
Vesellem)
O Peygambere de kendi ümmeti sağ iken, "Mu-hammed
gönderildiğinde mutlaka ona inanın ve ona yardım edin" diye onlardan söz
almasını emretmiştir,. Allahu Teâla:
"Bir zaman Allah, Peygamberlerden ahit almıştı: "Ne
zaman size bir kitap ve hikmet verirsem ve sonra size bir Peygamber gelip onu
tasdik ederse, ona mutlaka iman edecek ve yardım edeceksiniz. İkrar edip buna
dair ahdimi üzerinize aldınız mı?" demiş, onlar da: "ikrar ettik" demişler.
Allah da:
"Şahit olun. Ben de, sizlerle beraber şahitlerdenim"
demişti"[37]
buyurmaktadır.
Bu bilgi İsra gecesinde Muhammed Aley-hisselam'm
Kudüs'te Peyamberler toplandığında onlara imamlık yaptığında da sabittir.[38]
Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem ve bütün
müslümanlann açısından ise, onlar da gece gündüz Allah'ın Kitab'ını
okumaktadırlar. Onda Allah'ın Nebileri ve Rasûlleri hakkında haberler
detaylarına kadar vardır.
Müslüman, Kur'an okuduğu zaman iç dünyasında,
hissiyatında ve ruhunda çok derin duygular meydana gelir. Nebiler kavimlerini
kendisine çağırdıklarında o onlara yakındır. Onlarla birlikte problemlerini
yaşar. Onlara sonsuz hayranlık duyar. Yusuf aleyhisselam'ın kuyuya atılmasına
işaret eden ayete geldiğinde, bu,gencin en kıymetli kardeşlerinden bir kardeş
olduğunu hisseder. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in hicretini anlatan
ayete gelince, canını ve evlatlarını Ona feda etmek için O'nun muhafızlarından
biri olmayı temenni eder.
Kur'an'da zikri geçen Firavun, Nemrud, Karun, Lut'un
hanımı, Nuh'un oğlu, Ebu Leheb ve Abdullah ibn-i Ebi gibi küfrân önderlerine
büyük bir düşmanlık beslediğini hissettiği gibi. Bu hadiseler önceden meydana
gelse de zaman olarak kıymeti yoktur.
Çünkü bizler her gün tekrar tekrar İbrahim, İsa, Musa,
Muhammed, Nuh, Şuayb vb. ile birlikte yaşamaktayız. (Selam onların üzerine
olsun). Çünkü hepimiz Allah'ın hizbine üyeleriz..
"Allah'a ve Âhiret gününe iman eden bir kavmi, babaları,
oğulları, kardeşleri veya soysopları olsalar bile, Allah ve Rasûlü'ne muhalefet
edenlerle dostluk eder bulamazsın. Allah onların kalplerine imanı yazmış ve
onu, tarafından bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altından nehirler akan
Cennetlere koyacak ve onlar orada ebedi kalacaklardır. Allah onlardan razı
olmuş, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın
hizbindendirler. İyi bilinmelidir ki, kurtuluşa erenler ancak Allah'ın hizbinden
olanlardır."[39]
Ama yeryüzünde fesat çıkaran Allah düşmanlarına
gelince, onların isimleri ayrı ayrı olsa da ve asırları birbirinden uzak da
olsa, onların hepsi Şeytan'm hizbindedirler.
"...Onlar Şeytan'm hizbidirler. Dikkat edin, Şeytan'm
hizbi hüsrana uğrayanların ta kendileridir."[40]
Bu iki hizip arasında herhangi bir yaklaşım, anlaşma veya barış olamaz.
Kur'an-ı Kerim'de bir çok ayet-i kerime var ki, Allah'ın Nebilerini birbirine
bağlayan bağlara işaret etmektedir. Muhakkak, akrabalık ve neseb bağları din ve
akide bağlarıyla karışmıştır. Allahu Teala:
"Allah, Âdem'i, Nuh'u, İbrahim'in ehlini ve İm-ran'ın
ehlini alemlere üstün kılmıştır. Bazısı, bazısının zürriyetindendir. Allah,
işiten ve bilendir."[41]
buyurmaktadır. Ve:
"Andolsun ki, biz, Nuh'u ve İbrahim'i (Peygamber olarak)
gönderdik. Peygamberliği ve Kitabı onların zürriyetlerine verdik."
buyurmaktadır.[42]
Cenab-ı Hak, Nuh Aleyhisselam'dan dolayı da îjöyle
buyuruyor:
"İbrahimde O'nun tabilerindendi. Çünkü O (İbrahim)
Rabb'ine selim bir kalp ile gelmişti."[43]
Tek bir akide, tek bir hizip ve tek bir aile!
Vallahi işte bu
en büyük nimettir.
Allah'ın mü'min kullarına bahşetmiş olduğu yüce bir fazilettir. İşte bu
sebeplerden dolayı Cenabı Hak, Enbiyaların yoluna tutunmalarım müslümanlara
farz kılmış, bu yola sıkı sıkıya sarılmalarını emretmiştir. Cenabı Hak, bizleri
dinde ayrıcalık çıkartan ve grup grup olanlardan sakmdırmıştır. Öyle
gruplaşmalar ki, her hizip kendi yanlarındakiyle övünmektedirler. Bu Rabbani ve
ebedi metoddan[44]
baŞka hiçbir şey üzere müslümanların sözü bir araya gelemez ve asla toplulukları
birbiriyle kaynaşamaz.
Aşağıdaki hadiste
"Minhacu'n Nübüvvet" (Nübüvvetin
Metodu) ıstılah olarak gelmiştir.
Allah'ın Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem buyurdu
ki:
"Nübüvvet sizde Allah'ın dilediği kadar durur, onu
kaldırmayı dilediğinde ise kaldırır. Sonra Nübüvvet minhacı (Peygamber yolu)
üzere Allah'ın dilediği kadar Hilafet olur. Yine, Allah dilediğinde o Hilafeti
kaldırır. Sonra Allah'ın dilediği kadar zorlayıcı meliklik (hükümdarlık) olur.
Sonra Allah kaldırmayı dilediğinde onu kaldırır. Sonra Nübüvvet minhacı
(Nübüvvet yolu) üzere Hilafet olur." Sonra sustu.[45]
İşte bundan dolayı Kur'an-ı Kerim'in bir çok sûrelerini,
Allah'ın Nebilerinden anlatan Kur'anî kıssalar kapsamaktadır. Bu konudaki
ayetlerin sayısı diğer konulardakinden daha fazladır. Bu da, bu metodun
ehemmiyetine ve davetçilerin o metoda şiddetle ihtiyacı olduğuna
delildir.
Allahu Teâla şöyle buyurmakta:
"Onların kıssalarında akıl sahipleri için ibret vardır.
Bu Kur'an Allah'a iftira olunacak bir söz değildir. Fakat o, önceki kitapları
tasdik ve her şeyi lııfsil eder. Ve iman edenlere hidayet ve rahmettir."[46]
Ve Allah buyuruyor:
"Ey Muhammedi Peygamberlerin kıssalarından sana
anlattığımız her şeyle, senin kalbini pekiştiririz. Bu haberlerde sana, işin
hakikati, müminlere ise bir öğüt ve hatırlatma gelmiştir."[47]
Evet, şüphesiz, bu kıssalarda tafsilatlı açıklamalar,
akidenin, davetin ve metodun çeşitli yönleri için geniş izahlar vardır.
Karşılaştığımız bütün problemler için Kur'anda çözümler buluruz. Rasûlullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem müşriklerin kendisini yalanladığı ve ondan yüz
çevirdiklerinde üzüldüğü zaman (onların arasında emin olmasına rağmen) o anda
Cenab-ı Hak ona şu ayet-i kerimeyi indirdi.
"Senden önce nice Peygamberler yalanlanmıştı.
Kendilerine yardımımız gelene kadar yalanlanmaya ve eziyet olunmaya sabrettiler.
Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek yoktur. Şüphesiz ki sana, Rasûllerin
haberlerinden bir kısmı geldi."[48]
Ve:
"O halde Peygamberlerden azim sahipleri gibi sen de
sabret. Onlar (kafirler) hakkında acele etme. Onlar, o vaad olundukları azabı
görecekleri gün, sanki sadece gündüzün bir saati kadar kaldıklarını sanırlar. Bu
ap-açık bir tebliğdir. Fasıklar güruhundan başkası helak edilir mi hiç?"[49]
İşte bundan dolayı Celil ve Yüce olan Allah, bu yola
zafer ve sebat dilemektedir.
"Allah; "Andolsun Ben ve Rasûllerim galip geleceğiz"
diye hükmetmiştir. Şüphesiz ki Allah kavi ve Azizdir."[50]
"Şüphesiz bizim, Peygamber olarak gönderdiğimiz
kullarımıza ezelden bir vaadimiz vardır. Onlar, mutlaka yardım göreceklerdir.
Şüphesiz galip gelecek olan da Bizim ordumuzdur."[51]
"Şüphesiz biz, Peygamberlerimize ve iman edenlere hem
dünya hayatında, hem de şahitlerin dikileceği günde yardım edeceğiz."[52]
Bizler Allah'ın Kitab-ı Kerim'ine sıkı sıkıya
bağlanmaya ne kadar da muhtacız. Orada Nebilerinin kıssalarını kalplerimizle ve
gözlerimizle okuruz. O Nebiler ki, Cenab-ı Allah şu ayetiyle onları
vas-fetmektedir.
"Onları emrimizle hakka götürecek imamlar (önderler)
kıldık. Kendilerine hayır işlemeyi, namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik.
Onlar bize ibadet eden kimselerdi."[53]
Bir Tamamlama
Bir Tamamlama
Bu konuyu bitirmeden önce Cenab-ı Hakkın ayetini tefsir etmeliyim:
"Ve sana geçmiş kitapları tasdik edici ve onları muhafazası altına alan Kur'an'ı hak ile indirdik. Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet. Onların nevalarına tabi olup da sana gelen haktan sapma. Her biriniz için bir Şeriat ve yol tayin ettik. Eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı. Fakat sizi ümmetlere ayırması, verdikleriyle sizi imtihan etmek içindir. O halde hepinizin dönüşü Allah'adır. O ihtilaf etmekte olduğunuz şeyi size bildirecektir."[54]
Âyet-i kerimede konuyla alakalı bölüm; "Her biriniz için bir Şeriat ve minhac (yol) tayin ettik" kısmıdır.
İbn-i Abbas dedi ki: "Şır'aten ve Minhâcâ" yani Sünnet ve yol. Dahhâk, Mücahid, Hasan El Basri ve Katade de bunun benzerini söylemişlerdir.
Bu sözün manası: Sizden her kavim için hakka götüren bir yol kıldık ki ona uyup, ona göre amel edesiniz diye.
Ebu Cafer'in bu meselede söylediklerinden bazısı: "...Cenab-ı Hak'Tevrat'ta İsrailoğullanna farz kıldığı şeyleri zikretti. Tevrat'ta yer alan amelle ilgili konuları onlara takdim etti. Daha sonra Meryem oğlu İsa'yı kendinden önceki Peygamberlerin yolu üzere gönderdiğini zikretti ve İncil'i Ona indirdi. İsa'nın gönderildiği kavme de İncil'dekilerle amel etmelerini emretti. Daha sonra Peygamberimiz Mu-hammed Aleyhisselam'ı zikredip O'na kitap indirdiğini haber verdi. Bu Kitab'm kendinden önceki kitapları tasdik edici olduğunu bildirdi. Kur'an'dan başka sair kitaplardakiyle değil de Muhammed Sal-lallahu Aleyhi Vesellem'e indirilen Kur'an'daki hükümlerle hükmedilmesini ve onlarla amel edilmesini emretti. Kendinden önceki Peygamberlerin ve ümmetlerin Şeriatlarını değil de Kur'an'ı O'na ve ümmetine Şeriat kıldığını kendisine bildirdi. O Peygamberler ve ümmetler ki onların kıssalarını O'na anlatmıştır.
Gerçi O'nun dini de, onların dini de Allah'ın Tev-hid'i konusunda, Allah'tan onlara gelenleri tasdik alanında, Allah'ın emrine ve nehyine uymada aynıdır.
Onlar sadece değişik şartlar ve ahvallar içe-rİHİndeki kendilerinden her birine ve ümmetlerine kılman, kendileri için helal ve haramın beyan edildiği şeriatlar değişiktir."[55]
İbn-i Abbas'm sözünün zahirine göre Şeriat dinden ayrı bir şey olmamakla birlikte, dinden daha hususidir. Şeriat ameli hükümlerdir. Peygamberlerin değişmesiyle o da değişir. Sonra gelen Şeriat kendinden öncekini nesheder. Din ise sabit esaslardır. Peygamberlerin değişmesiyle din değişmez. Bu durum, bu güne kadar gelmiş bütün ümmetlerin örfünde hemen hemen böyle bilinmiştir. Çünkü ümmetler "Şeriat" ismini sadece ameli hükümler için kullanmaktadırlar. Hatta onlar Allah'ın koyduğu helal ve haram ölçülerinin dışında, mahkemelik işlerle alakalı konularda hakimlere başvurduklarında Şeriat'a teslim olup, ona boyun bükerler[56]
Ama din söz konusu olduğunda, bütün Allah Rasûlleri bir tek dini kendilerine din edinmişlerdir. Yüce ve Celil olan Mevla'nın tek olduğunda, O'nu her türlü noksan sıfatlardan tenzih etmede, O'nu ikrar etmede hep aynıdır, asla değişmez. Bunun delili ise Cenab-ı Hakk'ın şu kavli şerifidir:
"Allah'ın Nuh'a emrettiği, sana vahiyle bildirdiğimiz, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya em-
rettiğimiz: "Dini ayakta tutun. Onda ihtilafa düşmeyin" emrini Allah size de Şeriat kıldı. Ey Mu-hammed! Davet ettiğin hususlar, müşriklere ağır geldi. Allah, dilediğini o dine iman etmeye seçer. Kendine yöneleni o dine eriştirir."[57]
Ve Allahu Teâla şöyle buyuruyor: "Yoksa, Allah'ın izin vermediği şeyi, dinde kendilerine Şeriat yapan ortakları mı var?...."[58]
Reşit Rıza şöyle diyor:
"Fakihlerimizin ve genelimizin örfünde meşhur olan; din, şer' veya Şeriat'ın aynı manaya geldiğidir. Fakat bununla beraber; şer1 ilmi, Şeriat alimleri ve Şeriat kitapları gibi kullanışları görürsün. Bu, di-yaneten caiz, kazaen caiz değildir. Buna benzer sözleri fıkıh kitaplarında görürüz. Aynı şeyler fıkıhtan da ahlak ilmine ve ahlak kitaplarına geçmiştir.
Bütün bu sözlerin izahı:
Muhakkak ki, Şeriat, ameli hükümler için bir isimdir ve "Din" kelimesinden daha hususidir. Ancak Şeriat'ın din anlamında kullanılması Allahu Teâla'nın hikmetindendir. Allah'a boyun eğmesinden, O'nun rızasını ve sevabını kendi izniyle talep etmek için O'na yönelmesindendir."[59]
Allâme Veliyyullah Ed-Dehlevî şöyle diyerek bu meseledeki ihtilafı kafi olarak ortadan kaldırmaktadır:
"Bilesin ki bütün Peygamberlerin üzerinde ittifak ettiği dinin aslı birdir. İhtilaf sadece şeriatlarda ve menheçlerde (yol ve hükümlerde)dir. Bunun detaylı açıklaması ise şudur:
Bütün Peygamberler, Aleyhimü's-Salatu ve's-Selâm, ibadet, yardım isteme, Allah'a layık olmayan noksan sıfatlardan tenzih konusunda ve Allah'ın isimlerinde, küfrün haramlığmda birleşmektedirler. En ufak bir tefrite bulaşmadan Allah'a tazim etmelerinin, Allah'ın kulları üzerindeki bir hakkı olduğunda bütün Peygamberler ittifak etmişlerdir. İnsanların kalplerini ve yüzlerini Allah'a teslim etmede ve Allah'ın emirleriyle O'na yaklaşmalarında da hep birleşmektedirler. Daha yaratmadan önce bütün havadisi Cenab-ı Hakk'm takdir ettiği hususunda da bütün Peygamberler birleşmişlerdir.
Yine Allah'ın bir takım meleklerinin olduğunda ve bu meleklerin Ona asla isyan etmeyip, her emrini yerine getirdiklerinde de birlik içindedirler. Kullarından dilediği kimseye kitap indirdiği ve insanlara kendisine itaat etmelerini farz kıldığı hususlarında, Kıyamet'in hak olduğu ve ölümden sonra dirilmenin hak olduğunda; Cennet ve Ce-hennem'in hak olduğunda; temizlik, namaz, zekat, oruç, hac gibi ibadet ve hayır çeşitlerinde de yine bütün Peygamberler birlik halindedirler. Yine, dua, zikir, indirilmiş kitabın okunmasından olan nafile ibadetlerle Allah'a yaklaşılmasında da birleşmişlerdir. Nikah konusunda, fuhşun haramlığmda, insanlar arasında adaletin ikame edilmesinde, zulmün haramlığında, Allah'ın hadlerini masiyet ehline uygulamada, Allah düşmanlarına karşı cihad konusunda, Allah'ın emrini ve dinini yaymak için gayret sarfetmede de bütün Peygamberler aynıdırlar, birlik içindedirler.
İşte bunlar dinin aslıdır. Bundan dolayı Kuran da bu esasların şekillerinden bahsetmemiştir. Ancak Cenab-ı Hakk'm dilediği kadar bahsedilmiştir. Zira Kur'an'ın bu minval üzere indiği tartışılmaz. İhtilaf sadece bunların şekil ve kalıplarmdadır.
Örneğin Musa aleyhisselam'ın Şeriatında namazdaki yöneliş Kudüs'e idi. Bizim Peygamberimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in Şeriatında ise, Kabe'yedir. Musa Aleyhisselam'ın Şeriatında sadece recim vardı. Bizim Şeriat'ımızda ise recim evli için, celde (yüz sopa) da bekar için gelmiştir. Musa Aleyhisselam'ın Şeriat'mda sadece kısas vardı, bizim Şeriatımızda ise kısasla birlikte diyet de gelmiştir. Buna göre Peygamberlerin ihtilaflan (farklılıkları) itaatların vakitlerinde, âdab ve erkanlarmdadır.
Özetleyecek olursak deriz ki; hayır çeşitlerinin ve dayanılan noktaların üzerine bina edilen ve bunları hazırlayan özel konumlar, Şeriat ve minhactır.
Bil ki, bütün dinlerde Allahu Teâla'nın uyulmasını emrettiği taatlar ancak birer ameldirler ki, nefsi düzenlemeler, şekillenmeler ve hazırlıklar için gönderilir. Bu da nefisler için madenlerde (özlerdedir) veya nefislerin üzerindedir ki, ibadetlerle nefisler düzeltilir ve o nefisleri şerhedip açarlar. Ameller adetâ nefislerin kalıpları ve şekilleridirler.
Şüphesiz ki bu ibadetlerin ölçüsü ve işindeki kıvamı bu şekiller ve ölçülerdir. Dolayısıyla bu şekil ve ölçüleri bilmeyen, ibadetlerinde basiret üzere değildir. Bazen kâfi gelmeyen bir şekilde yetinir. Bazen duasız ve kıraatsız namaz kılar. Netice olarak bunlar fayda vermez. Örneğin siyasette doğruyu bilen biri olmalıdır ki, gizli ve karışıklıklara elle tutulup gözle görülecek hissedilir bir şekle koyacak ölçüler kaideler koyabilsin. Yakım ve uzağı seçebilsin. Bu durumda insanlar güçleri nisbetince Allah'tan gelen delillere göre o işi istemekte ve onu değerlendirmekte şüpheye düşmezler....."[60]
Bütün karışıklıkları ortadan kaldırmak için şu iki mülahazaya dikkat etmeliyiz:
1- Yeni ve eski alimlerimiz İslam'ı bir çok kısımlara ayırmışlardır. Bunlardan en önemlileri: Şeriat, din, hadis, tefsir, akaid, fıkıh ve ıstılah'tır.
Her halde bazıları Şeriat'm dinden ayrı, müstakil olduğunu zannederler. Veya İslam'ın bir kısmının tatbik edilip bir kısmının tatbik edilmemesinin mümkün olduğunu sanarlar. Kesinlikle vurgulamalıyız ki bu evhamlar kat'iyyen doğru değildir. Çünkü dinin fer'i konuları asla usûllerinden ayrılmaz. Fıkıh Kur'an'dan ve hadisten kat'iyyen ayrılmaz. Tıpkı niyet bozuk olduğunda ibadetlerin ve jhaccm hiçbir kıymeti olmadığı gibi. Ya da Allah'ın | koyduğu Şeriat'tan başka bid'at ve hurafelerden oluşan bir ibadetin hiçbir kıymeti olmadığı gibi. Alim-Şlerimizin bu taksimdeki maksatları tamamen fen-:| nîdir. Araştırma ve ders kolaylığı sağlamak içindir.
Sonra kim "Bir Tamamlama" bölümünde delil olarak aktardığımız alimlerin sözlerini kastımızın tersine bir manada anlarsa, o kişi konuyu hiç anlayamamış, konuyla arasında dağlar kadar fark var demektir.
2- Kitabın adını seçmede (Minhacu'l-Enbiya fi'd-Daveti ila Allah = Allah'a davette Peygamberlerin metodu) Allah'ın bütün Nebilerini bir araya toplayan bir tek usûl ve hedefleri kasdettim. Asrımızdaki bir çok yazarlar da bu manayı kastediyorlar. Ve şöyle diyorlar: Istılahlarda karışıklık yoktur, özellikle Cenab-ı Hakk'm şu ayetinin tef-siriyle zıtlaşmamış olduklarında. "Sizden herbiriniz için bir Şeriat ve minhâc kıldık." Yani dinin aslı birdir, şeriatler ise muhtelif. [61]
[1] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 4.
[2] 'Hutbetü'1-Hace' ismiyle meşhur olan bu duayı, cuma hutbelerinde vesair konuşmalarında okuyan Rasulullah, bizzat Sahabelerine öğretmiştir. Bu haberi bize veren hadisi de İmam Tirmizi sahih bir se-nedle rivayet etmiştir.
Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 6.
[3] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 7-13.
[4] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 15-20.
[5] Enfal Sûresi, ayet: 30 22
[6] Tevbe Sûresi, ayet: 31
[7] Ahmet ibn-i Hanbel rivayet etmiştir. Ve onun senedinin hasen olduğunu açıklamıştır.
[8] Fethül Mecid, sayfa 383 ve Fetava, Şeyhül İslam, cilt 20, sayfa 215
[9] Şeyh'l İslam İbn-i Teymiyye'nin Elfeteva El Kubra'sı, cilt 2, sayfa 21)9-240
[10] Müslim sahihinde rivayet etmiştir.Muhtasar-ı Sahih-i Müs-lim.Münziri Babu'1-İman, 1/24
[11] İsra Sûresi, ayet: 77
[12] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 21-29.
[13] Enam Sûresi, ayet: 90
[14] Nahl Sûresi, ayet: 123
[15] Mümtehine Sûresi, ayet: 4
[16] Ahzab Sûresi, ayet: 21
[17] Es Siyretin Nebeviyye, Dersler ve ibretler, Dr. Mustafa Es Sibai, sayfa 15-16'dan iktibasla alınmıştır.
[18] Nisa Sûresi, ayet: 64
[19] Hucurat Sûresi, ayet: 1 - 3
[20] Nisa Sûresi, ayet: 115
[21] Nisa Sûresi, ayet: 65
[22] Âl-i İmran Sûresi, ayet: 31
[23] Buhari ve Müslim rivayet etmiştir. Lafız ise Müslim'e aittir. 1 ııhtKMr Sahih-i Müslim. Hadis 23
[24] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 30-35.
[25] Enam Sûresi, ayet: 124 36
[26] Sad ayet: 45 - 48
[27] Taha Sûresi, ayet: 41
[28] Araf Sûresi, ayet: 79
[29] Araf Sûresi, ayet: 104 -105 24- Necm Sûresi, ayet: 3 - 4
[30] Necm Suresi, ayet:3-4
[31] Hüccetullahi'l-Baliğa, Bölüm: Peygamberlere olan ihtiyaç ve dinleri ihya edene olan gereksinim. 83-84, Basım ve Neşir, Daru'l-Marifet, Beyrut.
Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 36-42.
[32] Âl-i İmran Sûresi, ayet: 67
[33] Âl-i İmran Sûresi, ayet: 83 - 85
[34] İbn-i Kesir Tefsiri, cilt 1, sayfa 354, Halebi Matbaası
[35] Müslim Sahih'inde rivayet etmiştir. Muhtasar-ı Sahih-i Müslim. Münziri, cilt 2, sayfa 308
[36] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 43-45.
[37] Âl-i İmran Sûresi, ayet: 81
[38] Peygamberin Nebilere imam olarak namaz kılması, Müslim'in Kim Hüreyre'den rinayet ettiği hadiste gelmiştir. Başka bir hadisi de Ahmet İbn-i Hanbel İbn-i Abbas'tan rivayet etmiştir. Bak. Zadu'1-Mead, «ıll :i, sayfa 34, Tahkik: Şuayb ve Abdulkadir El-Ernavut.
[39] Mücadele Sûresi, ayet: 22
[40] Mücadele Sûresi, ayet: 19 .'14- Âl-i İmran Sûresi, ayet: 33 - 34 115- Hadid Sûresi, ayet: 26 .«i- Saffat Sûresi, ayet: 83 - 84
[41] Al-i İmran,ayet:33-34
[42] Hadid Suresi, ayet:26
[43] Saffat Suresi,ayet:83-84
[44] Son zamanlarda bazı davetçiler, son devrin alimlerinin sözlerini ve fetvacım tercih etmeye başladılar. Onlardan (görüş ve fetvalardan) İslami alanda çalışanlar için metodlar ediniyorlar. İsterse seçip tercih ettiklerinin çoğu sahih bile olsa bu onlardan boş bir gayrettir. Çünkü bu görüşlerden sahih olanları zaten Kitab ve Sünnet'te mevcuttur. Sonra bu metodlara dikkatle göz atan, onları, hemen hemen Kur'an ayetlerinden ve Nebevi Sünnet'ten uzak bulur. Bizler muasır alimlerin sözlerine bağlanmayı müslümanlara farz kılamayız. Hatta Tabii'nden olanların sözlerine bağlanmayı da müslümanlara gerekli görmeyiz. Hatta ve hatta bu sözlerin doğruluğuna dahi kesinlik veremeyiz. Bu davetçiler hatalarına dikkat etmelidirler. Genç davetçilerin, onların bu hatalarına; birçoklarının uyduğu gibi uymayıp dikkatli olmaları lazımdır. Çünkiil hadisler ve rivayet olunan sahih kıssalar değer bakımından onların ki-j taplarından ve metodlarından çok çok daha üstündür.
[45] Ahmet İbn-i Hanbel rivayet etmiştir. Heysemi diyor ki: Ahmet ve Bezzar onun tamamını rivayet etmişlerdir. Taberi ise, İvant'ta onun bir kısmını rivayet etmiştir. Ravileri güvenilirdir (sıkıdır). El-Albânî, "Silsiletu Ehâdisi's-Saliha" , Hadis No:5
[46] Yusuf Sûresi, ayet: 111
[47] Hud Sûresi, ayet: 120
[48] Enam Sûresi, ayet: 34
[49] Ahkaf Sûresi, ayet: 35
[50] Mücadele Sûresi, ayet: 21
[51] Saffat Sûresi, ayet: 171-173
[52] Mümin Sûresi, ayet: 51
[53] Enbiya Sûresi, ayet: 73
Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları:46-54.
[54] Maide Sûresi, ayet: 48
[55] Taberi Tesfiri, 10/388 Daru'l-Maarif
[56] Buradaki "Şeriat'm" İlahi veya beşeri bütün kanunlara isim olarak ümmetler arasında kullanıldığını göstermektedir. Yani her ümmet, Şeriatın dinden daha özel bir manaya geldiğini bilmektedir. Menar Tef-siri:6/413, Darul Marifet, Beyrut
[57] Şura Sûresi, ayet: 13
[58] Şura Sûresi, ayet: 21
[59] Menar Tefsiri 6/414 58
[60] Hüccetullah-i Baliğa, Şah Veliyyullah ed-Dehlevi 1/86-87 Daru’l-Marifet, Beyrut.
[61] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 54-62