23 Ağustos 2013

AMAK-I HAYAL BÖLÜM ÜÇ.....Filibeli Ahmed Hilmi

-Nereden geldin?
Kalbime ilham edilen şu cevabı verdim:
-Sebep ve hikmetinden sual olunmayan Allah'tan...
-Niçin geldin?
-Allah, aydınlık ile karanlıkları ayırmak, aydınlık ile âdil, karanlıklar ile kahhar olmayı istedi. Aydınlağa "ben", karanlıklara da "benden başkası" dedi.
-Aydınlığı nedir, karanlıkları ne?
-Aydınlığı Hürmüz, karanlıkları Ehrimen'dir.
-Hangisi üstündür?
-Şu anda her ikisi de eşittir. Ne Hürmüz Ehrimen'e, ne de Ehrimen Hürmüz'e üstünlük sağlayabilir.
-Bu keşmekeşlik nedir, sonu ne olacak?
-En sonunda Hürmüz Ehrimen'e üstün gelecek. Böylece âlem hep aydınlık olacak.
-Sonra ne olacak?
-Allah "hep ben, hep ben" diyecek. "Benden başkası" demeyecek.
-Sen kimsin, kiminsin?
-Ben aydınlıkçıyım (nurcuyum), Hürmüz'e aitim. Zerdüşt ellerini kaldırdı: -Allah seni aydınlık kılsın! dedi.
Alnımda, iki kaşımın ortasına kadar inen yemyeşil bir çizgi belirdi. Zerdüşt'ün etrafındaki ulu ihtiyarlar:
-Allah mübarek etsin, Allah mübarek etsin! dediler.
Huzurdan çıktım. Alnımdaki yeşil çizgiyi gören kalabalık büyük bir hürmetle safları açıp bana yol vermekteydi. Çadırın kapısında, yanıma refakatçi
olarak verilen rehberin yardımıyla, meydanda hazır bekleyen atlara bindik. Doğuda görülen zümrüt tepelere doğru hareket ettik. Birkaç saatlik yolculuktan
sonra bir kervansaraya ulaştık. Günün kalan kısmını orada geçirdik. Ertesi gün sabahleyin uyandırıldık. Rehberim beni bir odaya götürerek dedi ki:
-Çok büyük bir savaşa girmek üzeresin. Kılıç, kalkan, gürz gibi savaş âletlerini kullanmakta maharetin var mı? Bir deneyelim.
Bu oda türlü türlü silâhlarla doluydu. Rehberim bana bir zırh giydirdi. Elime bir gürz almamı işaret etti. Ben kendimde büyük bir kuvvet ve maharet
hissediyordum. Gürz ve kılıç kullanmada rehberimin takdirini kazandım. Orada bulunan silâhların en iyilerinden birer takım aldıktan sonra kanatlı atlarımıza
bindik. Akşama kadar uçtuktan sonra yüksek bir dağın eteklerine vardık. Dağ o kadar yüksekti ki tepesi görülmüyordu. Sanki tepesi gökleri yarmış, uçsuz
bucaksız yükseklerde kaybolmuştu. Rehberime bu dağın adım sordum.
-Fark dağı, dedi.
O geceyi dağın eteklerinde geçirdik. Güneşin doğusuyla birlikte atlarımıza bindik. Bu kez, dağın tepesine doğru uçuyorduk. Atlarımız hayal bile
edilemeyecek kadar hızlıydı. Sonunda dağın tepesine vardık. Buradaki manzara, hiç kimsenin görmediği, görmeyi de hayal edemeyeceği türden bir manzaraydı. Meydan dünya kadar genişti. Bu meydanın sol tarafında bulunanlar, karanlık gecelere aydınlık dedirtecek kadar karanlıktı. Sağda bulunanlar ise ışığı
sönük bırakacak kadar parlaktı. Gözlerimiz, akıl sır ermez bir şekilde, bu ışığa dayanabildiği gibi, o cehennemi karanlığı da sanki aydınlıkmış gibi
görebiliyordu. Mahşer meydanını andıran bu yerde sayısız insan toplanmıştı. Bunların bir kısmı sağda, yani aydınlık denizinde; diğer bir kısmı solda, yani
karanlık deryasında bulunmaktaydı. Meydanın ortası boştu. Bu boşluğun iki ucunda, iki taht kurulmuştu. Aydınlık taraftaki tahtın üzerinde Hürmüz oturmakta,
o güzel yüzünden çıkan parıltılar o müthiş aydınlığa rağmen farkedilmekteydi. Karanlık tarafta bulunanın üzerinde en korkunç mahlûktan daha korkunç, en
çirkin cadıdan daha çirkin Ehrimen oturmaktaydı. Fakat bir de bu tahtların üstünde, gökte asılı gibi duran bir taht vardı ki onların azametini solda sıfır
bırakıyordu.
Biz meydana vardığımız vakit doğruca Hürmüz tarafına geçtik. Biraz sonra meydanda müthiş bir gürültü patlak verdi. Her ağızdan:
-Bakın, bakın! Allah'ın emri yere indi, sözleri çıkıyordu.
Gökyüzünde asılı duran tahtın üstünde, insanın hayal edebileceği bütün güzellikleri kendinde toplamış ayakta duruyor ve elinde bir küre tutuyordu. Bu
kürenin doğusu aydınlık, batısı karanlıktı. Aydınlık ile karanlık arasında öyle bir denge vardı ki, ne aydınlık karanlığa, ne de karanlık aydınlığa karışıyordu.
Sağ taraftaki kalabalık:
-Ya Rabbî! Ya Rabbî! Karanlıkları kaldır, diye bağırdılar. Sol taraftakiler ise:
-Ey karanlık! Gücünü göster, diye bağırıp çağırıyordu.
Mucizevî bir şekilde, uzak ve yakın her kulağa gelebilen tatlı bir sesle nur yüzlü peri şöyle dedi:
-Bu meydan, adalet ve imtihan meydanıdır.
Bunun üzerine herkes derin bir sessizliğe gömüldü. Her iki taraf da kendinden geçercesine dua etmeye başladı.
Her iki tarafa da büyük bir sessizlik hakim olmuştu. O sırada Hürmüz ayağa kalkıp şöyle bir konuşma yaptı:
-Ey insanoğlu! Allah sizi kendi gibi nur olasınız diye yarattı. Sizi bütün yaratıklara üstün kıldı. Size her türlü nimeti ihsan etti. Fakat sizi, nur iken
karanlıklarla karıştırdı, ruh iken cesetle birleştirdi. Bunu, sevmediği karanlıkları, sevdiği aydınlık ile ortadan kaldırasınız diye yaptı. Ey insanoğlu! Nur benim.
Bana gelin, benim olun. Ben olun. Nurun gereği olan güzel huylarla ah-lâklanın. Allah'ın emirlerini tutup, yasaklarından kaçının. Başkalarını nefsinize tercih
edin. Kin, kıskançlık, nifak, hiddet, düşmanlık, hırs ve haset gibi karanlığa özgü sıfatlardan kurtulun. Her durumda Allah'a şükredin. Verdiklerine kanaat edin.
Kısacası bu imtihan dünyasından nur olarak aynim ki, nurlar âlemi sonsuza dek karargâhınız olsun.
Hürmüz oturdu. Ehrimen ayağa kalktı. Şöyle bir konuşma yaptı:
-Ey insanoğlu! Uyanık olun. Yaratılışınızın gereklerini iyice düşünün. Şairane sözlere uyup da ömrünüzü heba etmeyin. Gülün, eğlenin, hayattan zevk
alın. Yiyin, için. İyice bilin ki, bu dünyada insanın yalnızca iki amacı vardır. Gerisi yalandır. Bunların birincisi kibir, ikincisi şehvettir. Bu iki amaca insanı
sevke-den benliktir. Bu iki amaca ulaşmaya çalışın. Nefsinizi her şeye tercih edin. Basit bir zevkiniz için binlerce insanı harcamaktan çekinmeyin.
Yaratılışınızın icabı budur. Doğanın yasası da budur: Küçük kuşlar böcekleri, büyük kuşlar küçük kuşları yiyor. Büyük kuşları da açlık ve soğuk mahvediyor
Bir böcek tohumlan yiyor. Onu da başka bir hayvan yiyor. O hayvanı da bir diğeri yutuyor. Bir koyun otları yiyor, siz de koyunu yiyorsunuz. Bu âlem her şeyin
birbirini yemesi ve yok etmesi için kurulmuştur. Her şey birbirinin düşmanıdır. Başkalarının keskin dişlerine yem olmaktan kurtularılanı da bir gün "ölüm"
denen korkunç yaratık yutuyor. İşte gerçek budur. Palavralara inanmayın. Benliğinizden başka varlık, zevkinizden başka amaç tanımayın. Bunun üzerine
Hürmüz yavaşça ayağa kalktı: -Ey insanlar! Ehrimen denilen alçağı, kovulmuş şeytanı dinlemeyin. Söyledikleri yalandır. Gerçek kulluk, kibir denilen yalancı
zevke oranla büyük ve gerçek bir zevktir. Nice manevî zevkler vardır ki, şehvet onların yanında tiksinilecek bir şey gibi kalır.
Ehrimen'in dediği nefs, hayvanlara özgü bir içgüdüdür, insan nefsi, ahlâkî kurallara göre düzenlenmelidir. İnsan, doğa bahçesinde yetişmiş güzel bir
çiçektir. Fakat akıl denilen büyüleyici bir koku ile diğer çiçeklerden ayrılır. Hayvanlar âleminde geçerli olan kanunların çoğu insana uyarlanmış ve
saptırılmıştır. Bunlara kulak asmayın! dedi.
Bu defa Ehrimen öfkeyle söze başladı:
-Hürmüz yalan söylüyor. Sizi, birtakım uyduruk kanunların, hayalî kaidelerin esiri, acizlik ve itaatte en aşağı hayvanlardan daha aşağı yapmak istiyor.
Zaten üçbeş günlük zevkiniz var, sizi bundan da alıkoymak istiyor. Dinlemeyin! Allah'ın dalkavuğu olan Hürmüz'ü dinlemeyin! dedi.
Her ikisi de birbirini yalanlamaya devam etti. Sonunda birbirine saldıracak kadar ileri gittiler. O sırada, onların üstündeki tahtta oturan peri elindeki
küreyi uzatarak:
-Henüz sıra size gelmedi. Boşuna uğraşmayın. Çarpışma size tâbi olanlar arasında olacaktır, dedi.
Bunun üzerine Hürmüz:
-Beni seven meydana çıksın, dedi.
Aynı sözü Ehrimen de söyledi. O sırada ben de, sağ taraftaki savaşçılara katıldım. Geceyi orada geçirdik. Çok güzel ikram ve hürmet gördük.
Ertesi sabah erkenden dümbelekler ve davullar çalınmaya başladı. Ehrimen taraftarı bir er meydana çıktı, kendisiyle çarpışacak bir er istedi. Bizim
taraftan biri karşısına çıktı. Bu şekilde, on gün boyunca iki taraftan yirmi kadar savaşçı ortaya çıkıp, birbiriyle savaştı. Bazen Ehrimen tarafı, bazen de bizim
taraf galip geliyordu. Çarpışma her gün devam ediyordu. Böylece her iki taraftan da birçok insan öldü. Yedinci gün, bizim taraftan çıkan bir savaşçı akşama
kadar kim karşısına çıktıysa yendi. Ehrimen tarafından yirmi kişiyi öldürdü. Bizimkilerin sevincine diyecek yoktu. Ehrimen'in çıkardığı savaşçıların birer birer
yere serildiği görüldüğü zaman bizim tarafta zafer davulları çalmıyor, sesler göklere çıkıyordu: "Allah bereketini artırsın!"
O gece bizim tarafın casusları ertesi gün, bugüne kadar hiç yenilmemiş bir savaşçının meydana çıkacağını haber verdi. Herkes telâş içindeydi.
Rehberimle beraber casuslardan birinin çadırına gittik. Casusla uzun uzadıya sohbet ettik. Ertesi gün meydana çıkacak Ehrimen taraftan savaşçının adının
"Nifak" olduğunu öğrendik. İşin garip tarafı Nifak denen bu şeytan kıyamete kadar yaşamaya mahkummuş. Onu öldürmek mümkün değilmiş. Herkeste
görülen telâşın sebebi buymuş. Ben de son derece meraklandım. Sabaha kadar rüyamda garip çarpışmalar gördüm.
Ertesi sabah kös ve dümbelekler çalınmaya başlayınca Nifak meydana çıktı. Heybetli bir görünüşü vardı. Baştan ayağa çelik zırhlara bürünmüş, iri bir
ata binmişti. Meydanda atını oynatarak:
-Kendine güvenen bir yiğit yok mu? Ben öyle bir savaşçıyım ki, keskin kılıcım, zırhlara bürünmüş nice kafaları koparmıştır. Ben öyle bir yiğidim ki, sivri
okum nice göğüsleri delmiştir. Var mı benim karşıma çıkacak? Canından bezmiş, dünyasına küsmüş kim varsa çıksın ortaya!., diye meydan okudu.
Nifak'ın eline düşenin naneyi yiyeceğini herkes biliyordu. Buna rağmen, Hürmüz'e sadık bir savaşçı ortaya çıktı. Bir saniye sonra yere serildi. Daha
sonra otuz kişi sırayla ortaya çıktı. Otuzu da öldürüldü. Nifak üç gün meydanda kaldı. Bu üç günün her birinde otuz-kırk kişiyi öldürerek büyük bir zafer
kazandı. Dördüncü gece bizim tarafta büyük hazırlıklar görülüyordu. Herkesin yüzündeki hüzün gitmiş, yerine ümit ışığı gelmişti.
Rehberime bunun sebebini sordum. Bana:
-Yarın Hürmüz'ün en gözde kullarından ve en çok sevdiklerinden biri olan Muhabbet adlı yiğit çıkacak meydana. Bu lânetli Nifak'a ondan başkasının
galip gelemeyeceği anlaşıldı. Bu gece Hürmüz'ün vezirlerinden biri olan Salah gelip bir konuşma yapacak, dedi.
Gece yarısı Salah denilen yaşlı zat geldi. Hak ve hakikat için herkesi canını feda etmeye çağırdı. Sonunda dokunaklı bir dua okudu. Ertesi sabah Nifak
adlı şeytan ortaya çıktı. Sinsi sinsi gülerek:
-Bugün canından bezmiş kimse yok mu? Meydan niçin boş? Kendini yiğit zannedenler nerede? diye bağırdı.
Hürmüz taraftarlarının tekbirleri arasında Muhabbet meydana çıktı. Nifak adlı şeytan Muhabbet adlı yiğidi görünce, gözleri öfkeden kan çanağına
döndü.
-Üç gündür seni bekliyorum. Nihayet gelebildin. Gebermeye hazır ol! dedi.
Muhabbet etkileyici bir nâra attı.
-Beni bilen bilir. Bilmeyen öğrensin ki ben Muhabbet yiğidim. Arslan gibi pençelerim yürekleri parça parça eder, iri pazu-larım kafaları kopanr. Ey Nifak!
Sen de gayet iyi bilirsin ki ben ne zaman meydana çıksam seni tepelerim. Yeter artık ettiklerin. Gebermeye hazır ol! dedi.
Nifak:
-Doğru, daha önce beni yendin. Fakat bu sefer senin canını okuyacağım, dedi. Muhabbet ise:
-Bunu aklından bile geçirme. Muhabbet her zaman Nifak'a galip gelecektir, diye karşılık verdi.
Sonra her ikisi de birbirine hücum etti. Kılıçlar kalkanlara çarptıkça ateşler çıkıyordu. Akşama kadar dövüştüler ama birbirini yenemediler. Ertesi gün,
büyük bir azim ve kararlılıkla yine birbirine hücum ettiler. Fakat yine üstünlük sağlayamadılar. Üçüncü gün, güneş tam tepedeyken Muhabbet bir arslan gibi
ileri atılıp, bir vuruşta Nifak'ı yere serdi. Bunun üzerine Hürmüz taraftarlarının sevinç çığlıkları semaya ulaştı. Ehrimen taraftarlarının öfkesi âlemi titretti. O
gün Muhabbet yiğit aşkama kadar otuz kişiyi daha tepeledi. Tam yedi gün, cenk meydanında karşısına çıkanların anasını ağlattı. Yedinci günün gecesi,
casuslarımızdan, ertesi gün Ehrimen tarafından, çok meşhur bir savaşçının meydana çıkarılacağını öğrendik. Güneşin doğusuyla birlikte sol taraftan bir
gürültüdür koptu. Bu kez meydana çıkan Ehrimenli,çok uzun boylu, çok heybetli, dev gibi birisiydi. San bir deveye binmişti. Elinde insan kafası büyüklüğünde
bir gürz vardı. Meydanda bir tur attı.
-Ey Hürmüz Taraftarları! Hanginiz karşıma çıkacak? Bana Gazap Pehlivan derler. Şimdiye kadar, karşıma çıkıp da canlı kalan çok azdır, dedi.
O gün karşısına Muhabbet çıktı. Kahramanca savaştı. Fakat üçüncü gün, ikindi vaktinde Gazap Pehlivan bir gürz darbesiyle onu yere serdi. Henüz
ölmemişken, dişleriyle vücudunu paramparça etti. Kalbini çıkarıp Ehrimen'in önüne attı.
-En büyük düşmanlarımızdan biri olan Muhabbet'in kalbi işte ayaklarınızın altında, onu bir güzel çiğneyin! dedi.
Bu dehşet verici manzara, bu feci ölüm karşısında içimiz kan ağlıyordu. Ehrimen taraftarları ise sevinçten uçuyordu.
Temaşa Bayramı denilen bu garip bayram başlayalı tam otuz sekiz gün olmuştu. Gazap'ı, bizim taraftan henüz mağlup eden olmamış, Hürmüz ile
Ehrimen'in tahtının üstündeki tahtta bulunan meçhul kişinin elindeki kürenin sağ tarafını karanlık kaplamaya başlamıştı. Ehrimen tarafı galip gelmek
üzereydi. Hürmüz'ün veziri Salah yanımıza geldi. Gazap'ı ancak Hikmet Pehlivan'ın öldürebileceğini söyledi. Hürmüz'ün, ertesi gün, onun meydana çıkmasını emrettiğini dile getirdi. Bayramın bitmesine iki gün kalmıştı. Hikmet Pehlivan'ın galip gelmesi için dua etmemiz istendi. Çadırımıza döndüğümüzde
rehberim gayet ciddî bir tavırla:
-Hikmet Pehlivan'ın kim olduğunu biliyor musun? dedi.
-Hayır.
-O sensin. Bu gece, uyku zamanı değildir. Yarın Gazap ile çarpışacaksın. Geceyi ibadetle ve kılıç tahiniyle geçireceğiz.
Hayretimden donakaldım. Bana bu kadar önemli bir görev verileceğini aklımın ucundan bile geçirmemiştim. İsmimin Hikmet Pehlivan olduğunu da
bilmiyordum. Ancak, böyle mukaddes bir dava uğrunda, Gazap gibi büyük bir düşmanla çarpışacağım için, kendimde büyük bir azim ve güç hissetmeye
başladım.
Kendimin, dolayısıyla da bu mukaddes davanın yenik düşmemesi için sabaha kadar Allah'a dua ettim. Bu arada rehberim bana vuruş teknikleri öğretti.
Sabah namazı vaktinde zırhımı giydim. Rehberim belime bir kemer taktı. Alnımdan öptü ve gözyaşları içinde benim için dua etti: Güneşin doğusuyla birlikte
atıma bindim. Gazap ortaya çıktı. Ben de karşısına dikildim. İsmimi sordu:
-Hikmet Pehlivan, dedim.
Bana:
-Behey zavallı! Senin gibi mazlum ve kendi hâlinde bir salak, benim gibi kükremiş bir arslanla çarpışabilir mi? Haydi, defol git! Sen zararsız bir
bunaksın. Senin kanını dökmek bana yakışmaz, dedi.
Ben de cevaben:
-Beni alt edeceğini hiç sanmıyorum. Acaba zirzopluğuna mı güveniyorsun? Bilmez misin ki, ben seni yenemeyecek durumda olsaydım karşına çıkarılır
mıydım? Haydi, kes tantanayı. Gebermeye hazır ol! dedim.
Gazap bu konuşmama çok kızdı:
-Vay! Kafayı bulmuşsun sen galiba. Saçmalıyorsun. Haydi öyleyse!., dedi ve üzerime hücum etti.
Bu heybetli devin öldürücü darbelerinden kurtulmak için çok çevik olmak zorundaydım. O kadar azimliydim ki, sanki kuş gibi uçuyordum. Akşama kadar
uğraştık. Bana bir darbe bile isabet ettiremedi. Ancak ben de ona birşey yapamadım. Akşamleyin biraz dinlendikten sonra geceyi dua ederek geçirdim.
Sabaha karşı rehberim bana bazı talimatlar verdi. Güneşin doğusuyla birlikte meydana çıktım. Gazap öfkeden köpürüyordu. Etrafımda fırıldak gibi dönerek:
-Dün elimden kurtuldun. Fakat bugün kurtulamayacaksın, dedi.
Saldırma pozisyonu aldı. O sırada ben, rehberimin öğrettiği taktik icabı:
-Aman Allahım! Kafandaki de ne? Dedim.
Bunun üzerine elini başına götürdü. Ben o an, zırhsız olan koltuğunun altından kalbine doğru kılıcımı sapladım. Gazap korkunç bir çığlık atarak yere
düştü. Ağzından kan gelmeye başladı. Ehrimen taraftarlarının öfkeli çığlıkları göklere çıkıyordu.
-Hikmet, Gazap'ı hileyle öldürdü, diyorlardı.
Meçhul perinin elindeki küre baştanbaşa nur olmaya başladı. Bizimkilerin sevinç çığlıkları dünyayı kapladı. O gün öyleye kadar birçok Ehrimenliyi
tepeledim. Fakat öğle üzeri karşıma peçeli bir pehlivan çıktı.
Beyaz bir file binmiş olan bu pehlivanın ortaya çıkmasıyla Ehrimen'in yüzünde hınzırca bir gülümseme belirdi. Hürmüz buna son derece üzüldü. Meçhul
periye seslenerek:
-Efendim! Amacın nuru yok etmek mi? Merhamet! Merhamet! Merhamet! Dedi.
Meçhul Peri:
-Bu, Ehrimen'in hakkıdır. Ne yapalım. İstediğini çıkarır, cevabını verdi.
Ehrimen gülüyordu. Hürmüz üzüntüyle boynunu büktü. -Emir senindir, dedi.
Yenileceğime işaret eden bu konuşmayı herkes gibi ben de duyuyordum. File binmiş olan pehlivan mağrur bir şekilde meydanı dolaştı. Gök
gürültüsünü andıran bir nâra attı.
-Ey benim gücümü inkâr eden gafiller! İyi bilin ki ben pehlivanlar pehlivanı, yiğitler yiğidi Nefs-i Emmare'yim. Şimdiye kadar yenemediğim hiç kimse
olmadı. Beşbin değişik şekle girerim ben. Bin türlü silâhım vardır. (Bana dönerek) Ey miskin Hikmet! Gel kendi rızanla teslim ol! Seni hizmetçi olarak
kullanayım. Sen aptal ve aciz bir mahlûksun. Benim gözümde bir sinek kadar değerin yok. Fakat nedense seni severim. Çünkü senin bana hizmetin
dokundu. Haydi, teslim ol da kurtul! Dedi.
Cesaretimi toplayarak, bu teklifi kabul etmedim. Bunun üzerine:
-Ey Hikmet! Bendeki şu silâhlara bak. Rehberinin sana öğrettiği alçakgönüllülük, ilim, kanaat, ihtiyat, ağırbaşlılık, sabır ve hile numaralarını başkaları
gibi yutmam ben. Onların her birine karşı kin, hiddet, düşmanlık, nefret, şehvet gibi bir sürü numara var bende. Gel, kendine yazık etme! dedi. Yine
yanaşmadım.
-A zavallı! Ne düşünüp duruyorsun. Senin vuruşların beni etkilemez. Seni bir saniyede mahvederim. Bu benim için bir çocuk oyuncağı, dedi.
Yine reddettim. Bunun üzerine çarpışma başladı. Ben bildiğim numaraların hepsini yaptım. Hiçbir etkisi olmadı. Nefs-i Emma-re beni adam yerine
koymuyor, hâlime gülüyordu. Nihayet "Güçlü Azim" adındaki bildiğim en son öldürücü vuruşu yapmaya karar verdim. Emmare'nin sol tarafına geçtim.
Vurmaya uygun bir pozisyon aramaya başladım. Emmare davayı çaktı.
-Ya! Demek beni öldürmek istiyorsun. Dur öyleyse! Dedi. Tam kılıcı böğrüne sokacağım sırada yüzündeki perdeyi kaldırdı. Hayal bile edilemeyecek bir
güzellik gözlerimi kamaştırdı. Kılıç elimden düştü. Emmare beni kemerimden tutup, filin üzerine aldı. Ve Ehrimen'in huzuruna götürdü.
-Ey Ehrimen! Hikmet'i öldürmedim. Esir aldım. Mutfakta soğan soyar. Tam ona göre bir iş bu, dedi.
Bu espriye Ehrimen kahkahalarla güldü. Hürmüz'ün gözlerinden yaşlar boşalıyordu. Küredeki nur yavaş yavaş yok olmakta, her tarafı karanlık
kaplamaktaydı. Ehrimen taraftarları galip gelmişti. Sol taraftaki kalabalık:
-Karanlıklar! Karanlıklar! Aslolan karanlıklardır. Onları yendik, diye bağırıyordu.
Bizim taraf ise:
-Sana hamdolsun! Sana hamdolsun! Ey nurların nuru! Nurunu kaldırma! diye yalvanyordu.
Hürmüz, Nur Perisi'nin önünde secde etti.
-Ey yaptığından mesul olmayan eşsiz Tanrı! Medet senden! Medet! Senin başın için, senin hakkın için... dedi.
Hürmüz başını secdeden kaldırmıyordu. Ehrimen ise başını göğe doğru kaldırmıştı. Karanlık, küreyi öyle kaplamıştı ki yalnızca nokta kadar bir aydınlık
kalmıştı bir köşesinde. O sırada uzaklardan bir ses duyulmaya başladı. Bu ses erkeksi olduğu kadar hoş, hoş olduğu kadar erkeksiydi. Şarkı söylüyordu.
Sonunda karanlıklar arasından, yüzündeki nurla etrafı aydınlatan bir süvari göründü. Dört ayaklı, alnı boynuzlu, kanatlı, koyu yeşil bir ejderhaya binmiş olan
bu süvari, bir güzellik abidesiydi sanki. Kestane rengine yakın, daha doğrusu bazen siyah, bazen kırmızımsı görünen kıvırcık saçları omuzlarına
dökülüyordu. Başında kıymetli taşlarla süslü bir taç, üzerinde yeşil renkli ipek bir elbise vardı. Şarkı söylüyordu. Biz de ürkek ürkek o ilâhî sesi dinliyorduk:
Ben oyum ki satvetimden kâinat lerzandır,
Ben oyum ki zür—i bâzum hakim—i hercandır.
Ben oyum ki her kim olsa serfuru eyler bana,
Hâki payim secdegâh-ı zümre-i insandır.
Ben oyum ki sîret-i merdîde yoktur benzerim,
Hadimin—i barigâhım zümre—i merdandır.
Ben oyum ki mizan-ı adlimde müsavi cümle halk
Şehinşahlarla gedalar bence hep yeksandır.
Hasılı şimşir—i izz—ü kudretiyim lyzid'in,
Aşkım ben, satvetimden kâinat lerzandır*
*Ben o kimseyim ki, gücümden kâinat titrer. Ben o kimseyim ki, bileğimin gücü her canlıya hükmeder. Ben o kimseyim ki, kim olursa olsun bana baş
eğer. Ayağımı bastığım toprak insanların secde yeridir. Ben o kimseyim ki, yiğit yaratılışlı insanlar arasında bile benzerim yoktur. Yiğit kimseler kapımın
hizmetçileridir. Ben o kimseyim ki, adalet terazimde herkes eşittir. Bence, cihana hükmeden padişahlar ve fakirler aynı derecededir. Kısacası ben, lzid'in
kuvvet ve kudret kılıcıyım. Ben aşkım, gücümden kâinat titrer.
Bu güzel ses, bu tatlı nağmeler her iki tarafı da mest etmişti. İşin garip tarafı, Ehrimen taraftarları da bizimkiler kadar zevk almıştı bundan. "Aşk"
adındaki bu pehlivan bize yaklaştıkça nur perisinin elindeki küre aydınlık kazanmakta, nur, karanlığı kovmaktaydı. Pehlivan meydanın ortasına geldiği
zaman küre tamamen aydınlanmış ve âlemden karanlık kalkmıştı. Nefs-i Emmare ve onun esiri olan ben meydanda bulunuyorduk. Aşk, ejderhasını bize
doğru çevirdi. Gayet tatlı ve laubali bir tavırla:
-Ey Emmare! Bana da karşı duracak mısın? dedi. Emmare,ona karşı büyük bir hürmet göstererek filden yere indi. Aşk'ın önünde diz çöktü.
-Sen herkesin olduğu gibi benim de efendim ve velinimetim-sin. Aczimi ilân ederek, işte secde ediyorum sana, dedi.
Aşk, beni serbest bıraktı. Gülerek:
-Haydi! Koca aptal Hikmet, git, rahatına bak! dedi.
Meydanda yalnız Aşk kaldı. Ejderhasından indi. Elleri göğsünde olduğu hâlde, oldukça yavaş ve ölçülü adımlarla nur perisine doğru yürümeye başladı.
Onunla arasında üç adım kadar mesafe kaldığı zaman:
-Ey, Nur Perisi! Yalnız senin kulunum, dedi ve secdeye kapandı. Sonra:
-Ey Hürmüz! Ey Nur! Selâm olsun sana! Zira, karanlıkların değeri seninle bilindi, dedi. Daha .sonra Ehrimerı'e:
-Ey Ehrimen! Ey karanlık! Selâm olsun sana. Zira, nurun değeri seninle bilindi, dedi.
Sonra meydanın ortasına doğru yürüdü. Ellerini semaya kaldırdı. O sırada kürenin yarısı aydınlık, yarısı karanlık oldu. Alem eski hâline döndü. Bu
arada her iki taraf da, bağlı bulunduğu efendinin elini öpmekteydi. Hürmüz ve Ehrimen tahtlarından inmişler, yan yana gelmişler, sanki kardeş gibi el
sıkışmışlardı. Nur Perisi bu durumu gülerek seyrediyordu.
Hürmüz'ün elini öptüm. Yüzüne baktım. Bir de ne göreyim!..
Hayretimden, bir çığlık koparıverdim. Gözlerimi açtığımda Aynalı Baba'nın gülümseyen çehresini gördüm.
Daimi Dönüşüm
"Ey Daimî, Ey Dehrî, Ey Evvel, Ey Ahir, Ey Zahir, Ey Bâtın! Sesimi duy! Kulun Zekeriya’yı duyduğun gibi."
Hazret-i Şâzelî

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...