Kırılanları onaran, eksikleri tamamlayan, dilediğini zorla yaptırmağa muktedir olan, iradesini her durumda yürüten mahlukâtın halini iyileştiren.
İradesini her durumda yürüten, mahlukâtını kahreden onları dilediğine mecbur eden Cenab-ı Hak her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir.
Cebbar Arapça'da "hükmü altına alma, kahr, zorla bir işi birine yaptırma" manasına gelen "Cebr" kelimesinin mübalağalı sigasıdır.
Nitekim bu mana Kur'ân'da şu şekilde geçmektedir:
"O, kullarının üstünde her türlü tasarruf sahibidir. O, hüküm ve hikmet sahibidir. Her şeyden haberdardır."
El-Cebbâr, aynı zamanda bir şeyi ıslah etmek manasında da kullanılmıştır. Nitekim ayet-i kerimede:
"İman edip yararlı işler yapanların, Rableri tarafından hak olarak Muhammed’e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir." buyurmuştur.
Ayette geçen "bale" kelimesi had, durum, nefsin rehaveti "kalp" manalarına gelmektedir.
"El-Cebbar" kendisine ulaşılamayan demektir ki Enbari, Cebbar, kendisine ulaşılamayan Allah'ın sıfatlarındandır, demiştir.
Bunun için Arapçada boy atıp çok yüksek olan hurma ağacına "cebbare" denilir. Bu "ulaşılamayacak durumda azamet sahibi" manasında kullanılmasına işarettir.
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"O, öyle Allah'tır ki, kendisinden başka hic bir tanrı yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, selamet verendir, emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır."
Esma-i hüsnadan olan el-Cebbar'ın üç anlamı vardır. Her üç mânâ da bu isme dahildir.
1- O, zayıfı güçlendiren, kırık gönülleri tamir eden, kırığı onaran, fakiri zenginleştiren, her güçlük çekenin güçlüğünü kolaylaştıran, musibete uğrayana tevfik ve inayetiyle sabır ve sebat veren, gereğini yerine getirdiği zaman ona karşılaştığı musibetten daha büyük ecir ve mükafaat veren, azameti ve yüceliğinden dolayı kendisine boyun eğen ve seven kalblere çeşit çeşit kerametler, türlü türlü marifetler ve imâni hakikatler ihsan edendir.
Dua eden bir kimse "Allah'ım!.. Dağınıklığımı toparla, bana dirlik düzenlik ihsan et!" derken "el-Cebbar" kökünden türeyen emir siğasını kullanır ve bununla kul, durumunun düzeltilmesini ve zorlukların kendisinden uzaklaştırılmasını kasteder.
2- İkinci anlamı, her şeye hâkim olan ve galip gelen demektir. Allah Teâlâ her şeye egemendir ve her şey O'na boyun eğmiş ve itaat etmiştir.
3- Üçüncü anlamı her şeyden yüce olan demektir. el-Cebbar ismi er-Raûf (pek şefkatli), el-Kahhar ve el-Aliyy (yüce, ulu) anlamlarını da ihtiva eder.
4- Bu ismin dördüncü bir anlamı daha vardır ki o da her türlü kötülük ve eksiklikten, bir kimseye benzerlikten, kendisine denk veya zıd olmasından veya haklarında ve özelliklerinde kendisine ortak koşulmasından münezzeh olan, her şeyde büyüklüğünü gösteren demektir.
İsm-i şerîf cebir maddesindendir. Cebir, kırık kemiği sarıp bitiştirmek, eksiği bütünlemek ma'nâsına geldiği gibi, icbar etmek, yâni zorla iş gördürmek ma'nâsına da gelir.
Allahu teâlâ Câbirdir, Cebbardır, kırılanları onarır, eksikleri tamamlar, her türlü perişanlıkları düzeltir, yoluna kor. Bu ma'nâdan olmak üzere Hazret-i Ali'nin (radiyallâhu anh) münâcâtında: Ey her kırığı kaynaştırıp birleştiren ve her zorluğu kolaylaştıran ma'nâsına:
"Yâ Câbire külli kesîrin ve yâ müsehhile külli asır" kelimâtı gelmiştir. İkinci ma'nâya göre Allahu teâlâ Cebbardır, ceberut sahibidir. Kâinatın her noktasında ve her şey üzerinde dilediğini dilediği gibi yaptırmağa muktedirdir. Hüküm ve irâdesine karşı gelinmek ihtimâli yoktur.
Her şey üzerinde Allahu teâlâ'nın cebbâriyeti hâkimdir. Önünden sonuna kadar yaratacağı bütün mahlûkat, bunların cinsleri, nevi'leri, sınırları ve her sınıf efradının varlığa çıkış sırası, varlığı, müddeti ve bu müddet içinde görüp geçireceği bütün ahval, bütün safahat üzerinde Allah'ın cebbâriyeti, emir ve irâdesi hâkimdir. Her mahlûkun hayat şartları ve bu âlemde göreceği iş, yapacağı vazife Allahu teâlâ tarafından tâyin edilmiş, sınırları çizilmiştir. Her mahlûk ister istemez bu sınırlar içinde yürümek ve bu vazifeleri yapmak mecburiyetindedir. Meselâ: Arz "Ben artık dönemiyeceğim", güneş, "Ben artık doğamıyacağım" diyemez. İlk kumanda ile başlamış olan bu muttarit devran son kumandaya kadar devam edip gidecektir.
Allah teâlâ yalnız teşrîî hükümlerinde insanları serbest bırakmıştır. Allahu teâlâ'nın teşrîî yâni insanları vazifelendiren dinî bir takım hükümleri ve emirleri vardır ki, bunların üstünde cebbâriyetini kaldırmış ve bu emirlerin yapılıp yapılmaması ve bu hükümlerin yerine getirilip getirilmemesi hususunda insanları mecburî değil, muhayyer bırakmıştır. Bir insan isterse dîne uyar dindar olur; dînin hükümlerine göre yaşar; isterse dînsiz ve imansız olur. Tamamen serbesttir. Gerçi Allahu teâlâ insanları, kendini bilsinler ve kendine kulluk etsinler diye yaratmıştır; fakat bu teklîfi icbar yolu ile değil, ihtiyar yolu ile yapmış ve tamamen kendi arzularına bırakmıştır. Eğer Allah, diğer hususlarda olduğu gibi bu hususta da cebretmiş olsaydı, insanlar içinde Allah'tan başkasına ibâdet eden bir fert bulunmazdı. Halbuki Allah'ın insanlara ve ibâdetlerine ihtiyâcı yoktur. Ulu Tanrı kendisine intisap ve kulluk şerefini, kullarının isteklerine bağlamıştır, isteyen Allah'a kul olur, rızâsını bulur, isteyen hevâ ve hevesine köle olur, kahr görür ve bu takdirde kendinden başka kimseye bir şey demeğe hakkı olmaz.
Kula Gereken Şey:
Kırılan ümitlerin canlanması, şaşırtıcı perişanlıkların iyi bir hâle ve yola konması için biricik mercî Allahu teâlâ olduğunu bilerek yanlış kapıya müracaat etmemek... Bu hususta Allah'ın yarattığı sebeplere tutunmağı kâfi görüp gayr-i meşru olarak yüz suyu dökmemek...
Bir de Allah'a âsi vaziyette olanlar, Allah'ın azap ve ukubeti kendilerine gelip kuşatmadan derhal Onun afv ve mağfiretine, rahmet ve re'fetine sığınmalıdır. Çünkü vakti gelince ukubet onları ister istemez saracaktır. Sonra bunu önliyecek bir kuvvet ve ondan saklıyacak bir sığınak da bulamayacaklardır.
Allah'ın intikamına karşı tek çâre:
O intikam gelip çatmadan yine Allah'a sığınmaktır.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|