05 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR...CEZALAR (HADLER) BAHSİ



CEZALAR (HADLER)  BAHSİ


METİN
Had lûgatta; menetmek manasınadır. Şer'i ıstılahta ise haddi gerektiren fena hareketlerden insanları zecr ve menetmek için Allah-ü Teâlâ'nın hakkı olmak üzere yerine getirilmesi vâcib olan ve takdir edilmiş bir ukubet (ceza) dır. Binaenaleyh vâcib olan Allah haklarından olunca cani, hâkimin huzuruna çıkıp, cinayeti sabit olduktan sonra kendisine şefâatta bulunmak caiz olmaz. Biz Hanefilere göre; haddin icrası günâhtan temizleyici değildir. Bilâkis günâhtan temizleyici olan tevbedir. Tevbenin dünyada haddi düşürmeyeceğine fukaha icma ve ittifak etmişlerdir. Tâzir had değildir. Çünkü tâzirde muayyen bir ölçü yoktur. Kısas da had değildir. Çünkü kısas da velinin hakkıdır.
İZAH
«Hadler ilh...» Musannıf yeminleri ve ibadet ile ukubet (ceza) arasında deveran eden yeminin kef taretin i bitirince bundan sonra sadece ukubet olanları zikretti. Eğer ibadetlerin arasını ayırma korkusu olmasaydı hududun oruçtan sonra zikredilmesi daha lâyık olurdu. Çünkü oruç kendisinde ukubet ciheti galib olan fıtır keffâreti (Ramazan-ı Şerifte özrü bulunmaksızın muayyen şartlar dahilinde orucunu bozan bir mükellefin bir köle âzâd etmesi yahut iki ay arka arkaya oruç tutması yahut sabahlı akşamlı altmış fakire yemek yedirmesi) ne şâmildir. Nehir. Fetih.
Hadler altı nevidir :
1 - Zina haddi.
2 - Şarapa mahsus had.
3 - Diğer sarhoş edici maddelerden sarhoşluk haddi. Şarap haddi ile diğer sarhoş edici maddelerin hadlerinin adeti birdir.
4 - Kazf (iftira) haddi.
5 - Hırsızlık haddi.
6 - Yol kesme haddi. İbn-i Kemal,
«Menetmek manasınadır ilh..» Binaenaleyh kapıcı ile gardiyana «haddâd» denilir, Kapıcı başkasının içer) girmesini, gardiyan ise içerden dışarı çıkılmasını men eder. Bir şeyin mahiyetini tarif ve tayin eden şeye de had denilir. Çünkü tarif girme ve çıkmayı men eder. Hâne gibi gayri menkullerin nihayetlerine yani sınırlarına da «hudûd» denilir. Çünkü bunlar başkalarının mülklerinin kendilerine girmelerini ve kendilerinin başkalarının arazilerine karışmalarını men eder. Tamamı Fetih'tedir.
«Bir ukubet (ceza)tir ilh...» Yani: Dövme ile yahut uzvu kesme ile yahut Öldürme ile yahut recm (taşlayarak öldürme) ile yapılan bir cezadır. Bu cezalara ukubet adı verilmiştir. Çünkü azâb cürmü takip edeceğinden bu münasebetle azaba ukubet adı verilmiştir. Kuhistânî.
«Takdir edilmiş ilh...» Yani: Kitap ile yahut sünnet ile yahut icmâ ile açıklanmış veya ölçüsü belirlenmiştir. Bundan dolayı Nehir'de «recm-de takdir ölümle, diğerlerinde dayak vurma ve uzvu kesmekledir» denilmiştir.
«Allah-ü Teâlâ'nın hakkı olmak üzere ilh...» Çünkü hadler, nesebi, malları, akılları, haysiyet ve namusu koruma gibi maslahat ve menfaati bütün beşeriyete ait olduğu için meşru kılınmıştır. Bu kelime hadlerin asıl hükümlerini beyandır ki insanların zarar görecekleri şeylerden men olunup İslâm beldelerinin fesad ve fitneden korunmasıdır.
Fethü'l-Kadir'de zikredilmiştir ki: Gerçek olan bazı meşayıhın dedikleridir. Şöyle ki: Hadler, zararları bütün beşeriyete dokunan birtakım fena hareketlerden insanları alıkoyar. Bunlar suçlular hakkında birer ceza olduğu gibi bunları görenler hakkında da birer ibret ve uyanma vesilesi teşkil eder ve ammenin menfaatlerim tazammun bulunur.
«Kendisine şefaatte bulunmak caiz olmaz ilh...» Yani bir kimse had icab eden fena bir fiil irtikab ederek hakim huzuruna çıkıp cinayeti sabit olduktan sonra onun hakkında şefâatta bulunmak caiz değildir.
Fetih'te zikredilmiştir ki; şefâat vâcib olan birşeyin yapılmamasını istemektir. Bundan dolayı Üsâme b. Zeyd Beni Mahzum kabilesinden hırsızlık eden bir kadın hakkında şefâatta bulunmak istediğinde Resûl-i Ekrem (S.A.V.) kendisine «Allah'ın hadlerinden bir had hakkında şefaat mı ediyorsun?» buyurarak bunu red etmişlerdir.
«Hâkimin huzuruna çıkıp ilh...» Bir cani hâkimin huzuruna çıkmadan ve cinayeti sabit olmadan hâkimin huzurunda şefâatta bulunmak caizdir, Bir cani hâkimin huzuruna varıp sucu sabit olmadan, hâkimin huzuruna çıktığında onu salıvermesi için hâkime şefaatte bulunmak caizdir. Çünkü haddin vâcib olması hâkimin huzuruna çıkmadan sabit olmaz, Buna göre; haddin vâcib olması, sadece fena bir fiil işlenmesiyle sabit olmaz. Ancak fena bir fiil işlendiği hâkimin huzurunda sabit olunca had vâcib olur. Fetih'de de böyledir. Bundan dava hâkime varıp onun huzurunda sabit olmadan önce şefâatta bulunmanın caiz olduğu anlaşılmaktadır. Bu Hamevî'den naklen Tahavi'de zikredilmiştir.
Bilâkis günâhtan temizleyici olan tevbedir ilh...» Yani bir caniye had vurulduğunda cani irtikab ettiği fenalıktan tevbe etmezse, haddin icrası günâhını temizlemez. Âlimlerden çokları «haddin tatbik edilmesi mücrimin günâhını temizleyicidir» demişlerdir. Nehir'de bu hususta izahat vardır.
«Tevbenin dünyada haddi düşürmeyeceğine fukaha icma ve ittifak etmişlerdir ilh...» Yani bir cani hâkimin huzuruna çıkıp üzerine had vâcib olduktan sonra tevbenin dünyada haddi düşürmeyeceğine ittifak etmişlerdir. Ama hâkimin huzuruna çıkmadan had tevbe ile düşer. Hatta yol kesicilerin gerek bir nefis veya uzuv veya mal üzerine cinayet işlesinler gerekişlemesinler hâkimin huzuruna çıkmadan önce hadleri tevbe ile düşer. Nitekim babında gelecektir. Eğer yol kesiciler adam öldürmüşlerse kul hakkı olan kısas üzerlerinde baki kalır. Eğer mal almışlarsa, ödemeleri lâzım gelir. Velhasıl); kul hakkının kalması haddin düşmesine münafî değildir.
Zahiriyye'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki; bir kimse bir fenalık işleyip sonra tevbe ederek Hak yoluna dönse, o kimsenin kendisine had vurulması için fenalığını kaadıya bildirmesi lâzım gelmez. Çünkü kötülüğü örtmek menduptur.
Cevahir'den naklen Bîri'nin Eşbah Şerhi'nde zikredilmiştir ki; Cevahir sahibine «bir kimse şarap içse, zina etse sonra tevbe edip kendisine dünyada had vurulmasa, âhirette kendisine had vurulur mu?» diye sorulmuş, o da «hadler Allah'ın hakkıdır. Ancak hadlere boyun eğme olan insanların hakkı da taalluk eder. Buna göre; o kimse nasuh tevbesi ile tevbe ettiğinde âhirette had vurulmayacağını umarım. Çünkü had, küfür ile mürtedlikten daha günâh değildir. Zira küfür ile mürtedlik İslâm ve tevbe ile zail olur» diye cevap vermiştir.
«Tâzir had değildir ilh...» Çünkü tâzirde muayyen bir ölçü yoktur. Bazılarının «tâzirin en azı üç. en çoğu otuzdokuz kamçıdır» diye beyânları «tâzirde ölçü yoktur» ifadesine münafî değildir. Zira üç kamçı ile otuzdokuz kamçı arasında muayyen bir ölçü yoktur. Bozan tâzir dövmeksizin de olur. Bahır.
METİN
Haddi icab eden zina, islâm memleketinde mükellef, nâtık (konuşan) bir şahsın o anda veya geçmiş zamanda şehvet sahibi bulunan ve mülkünden veya mülkü şübhesinden uzak bulunan bir kadının ön tarafına tenasül uzvunun sünnet mahallini kendi ihtiyacıyla ithal etmesidir. Musannif zinanın tarifinde «islâm memleketinde» diye kayıtladı. Çünkü dar-ı harpte zina haddi tatbik edilmez. «Mükellef» diye kayıtladı, çünkü sabiye, matuh (bunamış)a ve mecnuna zina haddi' vurulmaz. «Nâtık» diye kayıtladı, çünkü şüphe bulunduğu için mutlak surette dilsize had vurulmaz. Âmâya gelince zinayı ikrar ederse, kendisine had vurulur, fakat şahidlerin şehadetiyle had vurulmaz.
«O anda veya geçmiş zamanda şehvet sahibi bulunan» diye kayıtladı, çünkü şehvet sahibi olmayan küçük kız çocuğuna zina edildiğinde had lâzım gelmez. «Mülkü şübhesinden» ifadesini sarih fiilde olan şüphe değil mahalde olan şüpheden uzak olacak diye açıkladı. «Ön tarafından» diye kayıtladı, çünkü zina dübürden yapıldığında had lâzım gelmez.
«Kendi ihtiyarıyla» diye kayıtladı, çünkü erkek ile kadının her ikisi de mükreh olarak yaptıkları cinsi yakınlık haklarında haddi icap etmeyeceği gibi mükellef oldukları halde biri mükreh diğeri mekruh olmasa, mükreh olan hakkında da had lâzım gelmez.
Haddi icap eden zina şöyle de tarif edilebilir: Erkeğin cinsi yakınlığa imkân vermesidir. Şöyleki: Erkek arkası üstüne yatıp kadın onun tenasül uzvunun üzerine otursa, kadına imkân verdiği için her ikisine de had vurulur veya kadının cinsi yakınlık için erkeğe imkân vermesidir. Çünkü kadının fiiline vatı denilmeyip bilâkis temkin denilir. Burada zinanın tarifi tamam olmuştur.
Muhit'te «zinanın haram olduğunun bilinmesi» ifadesi de ziyade edilmiştir. Yani bir kimse zinanın haram olduğunu bilmezse, şüphe olduğu için kendisine had vurulmaz.
Fethü'l-Kadir sahibi; zinanın bütün dinlerde haram olduğu sabit olduğu için Muhit sahibinin zinanın tarifinde «zinanın haram olduğunun bilinmesi de şarttır» kelâmını reddetmiştir.
İZAH
«Zina ilh...» Kur'an-ı Kerim'de vârid olduğu vecih üzere Hicaz ehli lügatinde kasr ile olup «yâ» ile yazılır, Necid ehli lügatında med ile olup «elif» ile yazılır.
Musannıf had icap eden günâhlara önce zinayı izah ile başladı. Çünkü zina haddinin meşru olmasının hikmet ve maslahatı aşikârdır. Allah-ü Teâlâ bu ceza ile beşeriyetin temizliğini, insan şerefini ve insan neslini korumayı temin edecek en kuvvetli bir adalet müeyyidesi vücuda getirmiştir. Zina, nice aileleri mahveder, nice namuslu kimseleri ebediyen bir mahcubiyet altında bırakır, nice şahsiyetlerin neseblerini şüpheli gösterir. Bu itibarla bir zina hadisesi her hangi bir düşmanlık neticesi olarak meydana gelen bir öldürme hadisesinden daha meş'um ve utanç veren bir cinayettir. Nehir. Fetih.
«Haddi icap eden ilh...» Sarih «zina» yi bu ifade ile kayıtladı. Çünkü zina lügat ile şeriatta bir mânâya olup pir erkeğin mülkünden ve mülkü şüphesinden uzak olan bîr kadının ön tarafına cinsî yakınlıkta bulunması demektir. Zira şeriatta «zina» ismi yalnız haddi gerektirene mahsus olmayıp haddi gerektirmeyene de şâmildir. Zinanın bir kısmı haddi gerektirir. Hatta bîr kimse, oğlunun cariyesine, cinsi yakınlıkta bulunsa, zina haddi vurulmaz. Her ne kadar bu kimseye had vurulmazsa da yaptığı iş zinadır. Tamamı Fetih'dedir.
«Mükellef ilh...» Yani zina eden kimsenin akıllı, erginlik cağında bulunması lâzımdır. Musannif zina edenin «müslüman olması lâzımdır» demedi Çünkü cezasının tatbik edilmesinde zina edenin müslüman olması şart değildir.
«Mutlak surette dilsize had vurulmaz ilh...» Yani zinanın sübutu gerek dilsizin kendi işareti ile ikrar yoluyla olsun gerekse şahitlerin şehadeti ile olsun had vurulmaz. Nitekim Bahır'da da böyle zikredilmiştir.
«Şahitlerin şehâdetiyle had vurulmaz ilh...» İbn-i Vehban bunu dilsize tahsis edip «Hâniyye'nin iki nüshasında şöyle gördüm: Dilsiz bir mektuba yazarak veya işaret ederek zina ettiğini ikrar etse, kendisine had vurulmaz. Şahitler «zina etti» diye dilsizin üzerine şehadette bulunsalar, şahitlikleri kabul edilmez. Ama zinayı ikrar ettiğinde ikrar hükmündegören kimse gibidir. Şahitler «zina etti» diye âmânın üzerine şehadette bulunsalar, âmâya had vurulur» demiştir. Yani zina hakkındaki şahitlerin şehadeti dilsiz hakkında kabul edilmez. Fakat âmânın zinayı ikrarı ve üzerine «zina etti» diye yapılan şahitlik sahihtir. Tatarhâniyye. Muzmarat. Şerhü'l-Kenz. Şerhü'l-Vehbaniyye.
«O anda veya geçmiş zamanda ilh...» Yani kendisine zina edilen kadın çok yaşlı ve çirkin olsa bile zina edene yine had vurulur. Çünkü o anda bu kadın şehvet sahibi olmasa bile geçmiş zamanda şehvet sahibiydi.
«Çünkü zina dübürden yapıldığında had vurulmaz ilh...» Dübürden zina edildiğinde had vurulmaması İmam-ı Azam (Rh.A.)'ın kavlidir. İmameyn (Rh.A.)'in kavline göre; dübürden zina edildiğinde de had vurulur. Bu da zinaya dahildir. Nitekim ilerideki bâbda gelecektir.
«Küçük kız çocuğuna ilh...» Yani küçük kız çocuğuna yahut hayvana ölü bir kadına zina edildiğinde had îcab etmez.
«Mülkünden veya mülkü şüphesinden uzak ilh...» Yani mükellef bir kimsenin zina ettiği kadının mülkünden, nikâh mülkünden ve mülk ile nikâh mülkü şüphelerinden uzak bulunması lâzımdır. Mülk şüphesine misâl; bir kimsenin oğlunun yahut mükâtebinin yahut ticaret içirt izin vermiş ve borçlu olan kölesinin cariyesine yahut islâm memleketine getirildikten sonra bir gazinin ganimet cariyesine cinsi yakınlıkta bulunmasıdır.
Nikâh mülkü şüphesine misal; bir kimsenin şahitsiz evlendiği zevcesine yahut efendisinden izinsiz evlenen zevcesi olan cariyeye yahut efendisinden izinsiz evlenen kölenin kendi zevcesine cinsî yakınlıkta bulunmasıdır. Bu Miftah'dan naklen Hamevî'de zikredilmiştir. T.
«Mahalde olan şüpheden ilh...» Yani mülk şüphesi mahalde dan şüphedir. Mahallin helâl olduğuna dair şer'î bir hüküm şüphesi sabit olduğu cihetle buna «şüphe-i hükmîyye» de denilir. Meselâ: Bir kimse oğlunun cariyesine cinsi yakınlıkta bulunsa bir haramı irtikap etmiş olur. Bununla beraber hakkında had icap etmez. Çünkü evlâdın malı üzerinde babasının büyük bir alâkası vardır. T.
«Fiilde olan şüphe değil ilh...» Fiilde olan şüpheye «iştibah şüphesi» denilir. Bu, bazı hakların ve hükümlerin cereyanından meydana gelen şüphe demektir ki bazan akid şüphesiyle bîrarada bulunur. Meselâ: Bir kimse üç talâkla boşadığı zevcesine iddeti içinde helâl zannıyla cinsi yakınlıkta bulunsa kendisine had lâzım gelmez. Çünkü aralarında evvelce yapılmış bir akid vardır ki bundan akid şüphesi meydana gelmiş olur. Sonra iddet içinde kadının nafakası, boşayan zevcine aittir. Bunların birbiri lehine şahitlikleri kabul edilmez. Aralarında daha bazı haklar vardır. Bu cihet ise bir iştibah şüphesi vücuda getirmiş bulunur. Şüphe, sabit olmadığı halde sabite benzeyen şeydir. Fiil şüphesinde helâl zannıyla olursa, had icap etmez yoksa eder. Tevehhümünden nâşî sarih fiil şübhesini mahalşüphesinden istisna etti. Mahalde olan şüphe mutlak surette had icap etmez. Mülk şüphesini sarih ona tahsis etti.
«Veya kadının cinsi yakınlık için erkeğe imkân vermesidir ilh...» Kadına da zina haddinin vurulması vâcib olunca Allah-ü Teâlâ : En - Nur Süresi; âyet : 2
«Zina eden kadınla zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun.» kavl-i keriminde kadına da zâniye ismini verince malum oldu ki kadına «zâniye» denilmesi mecaz olmayıp hakikattir. Kadına vâtıe: Cinsi yakınlıkta bulunucu denilmemesinden, zânîye denilmesinin mecaz olması lâzım gelmez. Bundan dolayı haddi icap eden zinaya kadının fiilinin de dahil olması için zinanın tarifinde «kadının cinsi yakınlığa imkân vermesidir» ifadesi ziyade edilmiştir. Eğer kadının cinsi yakınlığa imkân vermesi hakikaten zina olmasaydı zinanın tarifinde zikredilmezdi. Bu ise her ne kadar kadın vâtıe değil ise de hakikaten zâniye olduğunun alâmetidir. Nitekim erkeğe her ne kadar kendisinde hakîkaten vatı' bulunmasa bile cinsi yakınlığa imkân vermesiyle zânî ismi verilmesi hakikattir. Bu izah ile Bahır'da «Kadına zâniye denilmesi mecazdır» diye zikredilen ifade itibardan düşmüştür.
«Muhit'te «zinanın haram olduğunun bilinmesi» ifadesi de ziyade edilmiştir ilh...» Muhit'in ibaresi şöyledir: Zina haddinin vurulmasının şartlarından biri de zinanın haram olduğunun bilinmesidir. Hatta bir kimse zinanın haram olduğunu bilmeyip zina etse. şüphe bulunduğu için kendisine had vurulması vâcîb olmaz. Bunun aslı Said b. Müseyyeb'in «Yemen'de bir kimse zina etmiş, bu hadise Hz. Ömer (R. A.) 'e bildirildiğinde Hz. Ömer (R.A.): «Eğer o kimse Allah-ü Teâlâ'nın zinayı haram kıldığını biliyorsa, ona yüz dayak vurun, eğer zinanın haram olduğunu bilmiyorsa, ona öğretin, bir daha irtikab ederse, ona yüz dayak vurun» diye mektup yazdı» diye rivayetidir. Çünkü şeriatta hüküm ancak bildikten sonra sabit olur. İslâm memleketinde yayılma ve duyulma bilme yerine geçer. Fakat tebliğ olmadığı için en az şüphe îras eder. Bununla malum oldu ki İslâm memleketinde olmak haddin vâcib olmasında bilme yerine geçmez. Fakat diğer bütün hükümlerde islâm memleketinde bulunmak bilme yerine geçer.
«Fethü'l-Kadir sahibi; zinanın bütün dinlerde haram olduğu sabit olduğu için Muhit sahibinin zinanın tarifinde «zinânın haram olduğunun bilinmesi de şarttır» kelâmını reddetmiştir ilh...» Binaenaleyh bir harbî (kafir) İslâm memleketine girip müslüman olduktan sonra zina etse, her ne kadar bunu islâm memleketine girdiği gün irtikap etse bile ve «ben zinanın helâl olduğunu zannettim» dese sözüne bakılmayarak kendisine had vurulduğu halde nasıl «asıl müslüman olan bir kimse «zinanın haram olduğunu bilmiyordum» diye dâva eniğinde haddin şartı (bilmemesi) bulunmadığı için kendisine had vurulmaz» denilebilir. Bunu Bahır, Nehir, Minah sahibi de ikrar etmiştir. Fakat bu hususa Tahavi sahibiHz. Ömer (R.A.)'den rivayet edilenle ve her millette zinanın haram olmasının sabit olması insanlardan bir kısmının bunu bilmemesine münafi değildir, nasıl münafi olabilir. Bu bâbda şüpheler kabul edilir. Harbî meselesine gelince galiba ona had vurulması zinanın haram olduğunun bilinmesini şart kılmayan kimsenin kavline göredir» diye karşı çıkmıştır.
Ben derim ki: Bir dağ başında tek başına yaşıyan yahut kendi gibi zinanın haram olduğunu bilmeyen yahut zinanın mubah olduğuna inanan bir kavmin arasında yaşayan ve zinanın haram olduğunu bilmediğini iddia eden kimse hakkında «zinanın haram olduğunun bilinmesi had vurulmasının şartlarındandır», böyle bir kimse islâm memleketine girip hemen zina etse, hiç şübhe yok ki kendisine had vurulmaz. Çünkü şer'î hükümlerle teklif, hükümleri bildikten sonradır. Muhit'de zikredilen ile zinanın haram olduğunun şart olmasında fukahanın îcmaı vardır diye nakledilen, böyle bilmeyen kimse üzerine hamlolunur. Fakat islâm memleketinde müslümanlar arasında yetişen yahut zinanın haram olduÛuna inanan ehil harp memleketinde yetişip sonra müslüman memleketine getto zinâ eden kimseye had vurulur. «Zinanın haram olduğunu bilmiyordum» . diye özür beyân etmesi kabul edilmez. Yukarda gecen harbî meselesi de bunun üzerine hamledilir ve böylece müşkül zail olur.
METİN
Zina, bir mecliste zina lafzıyla dört erkeğin şehadetleriyle sabit olur. Fakat vatı veya cima lafzıyla sabit olmaz. Şahitler bir mecliste olmayarak birer birer şahitlik yapsalar, kendilerine kazf (iftira) haddi vurulur.
Dürer'de «zina mânâsını ifade eden lâfız zina yerine geçer» diye zikredilmiştir.
Zinaya şehadet eden dört erkekden biri her ne kadar zina eden kadının kocası olsa bile kadına kazfetmiş ve kendisinin başka zevcesinden olan çocuğuyla kadının zina ettiğine şehadet etmiş değilse, şahitliği kabul edilir. Çünkü kazfi suretinde zevç kendi nefsinden lianı defetmesi ve başka karısından olan oğluyla yeni zevcesinin zina ettiğine şehadeti yeni zevcesine cinsi yakınlıkta bulunmadan önce ise mehrinin yarısını, cinsi yakınlıkta bulunduktan sonra ise iddet nafakasını düşürme töhmetleri vardır. Zahiriyye.
İZAH
«Sabit olur ilh...» Yani zina, kaadının huzurunda toplu oldukları halde dört şahidin zina lafzıyla şehadet etmeleriyle sabit olur. Ama zinanın kendi nefsinde sübutu kadınla erkeğin bu çirkin fiili irtikap etmeleriyledir. Çünkü bu, hissi bîr fiildir. Nehir.
«Dört erkeğin ilh...» Çünkü hadlerde kadınların şehadeti kabul edilmez.
«Şahitler bir mecliste olmayarak birer birer şahitlik yapsalar kendilerine kazf haddi vurulur ilh...» Eğer birer birer gelip şahitlerin hazır olduğu yerde oturup kaadının huzuruna birer birer kalkıp şahitlik yapsalar, şehadetleri kabul edilir. Mescidin dışında olurlarsa hepsinekazf haddi vurulur. Mescidle tabir edildi, çünkü mescid kaadının oturduğu yerdir. Yani şahitlerin toplanmaları kaadının oturduğu yerde muteberdir, mescidin dışında değildir. Hatta mescidin dışında toplanıp kaadının huzuruna birer birer girip şahitlik yapsalar ayrı ayrı şahitlik yapmış sayılacakları için kendilerine kazf haddi vurulur.
«Zina lafzıyla ilh...» iki erkek bir şahsın zina ettiğine, diğer iki erkekte ayni şahsın zinayı ikrar ettiğine şahitlik yapsalar, o şahsa da şahitlere de had vurulmaz. Ancak dört şahitten üçü bir şahsın zina ettiğine dördüncüsü zinayı ikrar ettiğine şahitlik etseler, üç şahide kazf haddi vurulur. Çünkü dördüncü şahidin zinayı ikrar ettiğine şehadeti muteber olmayacağı için üç şahidin sözleri kazf olarak kalmış olur. Zahiriyye. Bahır.
«Fakat vatı veya cima lafzıyla sabit olmaz İlh...» Çünkü haram olan cinsi yakınlığa delâlet eden zina lâfzıdır, Vatı ve cima lâfzı değildir. Hatta şahidler «filan şahıs filan kadını haram vatı ile vat etti» diye şehadette bulunurlarsa, zina sabit olur. Bundan anlaşılan hangi lisanla olursa olsun zinayı açık olarak ifade eden lâfız kifayet eder. Nitekim Şürünbulâli bunu kazf haddinde açıklamıştır. Kazfin de açık zina lafzıyla yapılması şarttır. Nitekim burada öyledir.
«Dürer'de ilh...» Dürer'in ibaresi şöyledir: Zina hakkındaki şehadet, zina lafzıyla veya başka bir lisanda zina mânâsını ifade eden diğer bir lâfızla yapılır.
«Mehrinin yansını ilh...» Yani zevç bu şehadetiyle mehrin yarısını düşürür. Çünkü zevcesi kocasının başka karısından olun oğlunun kendisine cinsi yakınlıkta bulunmak istediğinde ona imkân verdiği için ayrılık kendi tarafından gelmiştir. Ama zevç yeni zevcesine cinsi yakınlıkta bulunduktan sonra bu yeni zevcesi zevcinin eski karısından olan oğlu kendisine cinsi yakınlıkta bulunmak istediğinde cinsi yakınlık için oğlana imkan verse bile mehrinden bir şey düşmez. Ancak iddet nafakası düşer. Çünkü kötülük kadın tarafından gelmiştir. Zahiriyye.
Muhit'ten naklen Bahır'da da Zahiriyye'deki gibi zikredilmiştir. Yalnız şu ziyade vardır: Yani bir kadının zina ettiğine dört erkek şahitlik yapıp bunlardan biri kadının kocası olup kadının zina ettiği şahıs kocasının eski zevcesinden olan oğlu olursa töhmet bulunduğu için zevcin şahitliği kabul edilmez. Zevcin şahitliği kabul edilmeyince diğerlerinin sözü kazf olarak kalır ve kendilerine kazf haddi vurulur, zevce vurulmaz.
METİN
Kaadı, şahitlere zinanın mahiyetini (erkeğin tenasül uzvunun, kadının tenasül uzvuna dahil olmasından) sorar. Zinanın nasıl olduğunu sorar. Çünkü zina o kimseye zorla yaptırılmış olabilir.
Zinanın nerede olduğunu sorar. Çünkü zina dar-ı harpte olabilir. Ne vakit zina ettiğini sorar. Çünkü çocukken yapmış olabilir.
Hangi kadınla zina ettiğin sorar. Çünkü oğlunun cariyesiyle zina etmiş olabilir. Maddin düşmesine çare aramak için kaadı şahitlere inceden inceye sorar. Şahitler kaadının sorduğu sorular,) açıklarlar ve o şahsın tenasül uzvunu zina ederken o kadının tenasül uzvunda sürmedanın içindeki mil gibi gördüklerini açıklarlar ve şahidlerin hallerini kaadı bilmiyorsa onların gizlice ve açıktan adaletli olup, olmadıkları sorularak tezkiyeleri yapılınca kaadı mücrim hakkında vâcib olarak had ile hükmeder. Zinâ eden kimse açıktan zina etmezse, zina hakkında olan şehadetin terki evlâdır. Açıktan zina ederse, zina hakkında olan şehadetin yapılması evlâdır. Nehir.
Dört erkeğin şehadetîyle zina sabit olduğu gibi, zina edenin dört mecliste dört defa zina lâfzını ayık iken kendisini zina ettiği kadın yalanlamaksızın tenasül uzvu kesik olmakla, kadının tenasül uzvu birleşik olmakla yalan olduğu meydana çıkmaksızın, dilsiz olan kadınla veya kadın dilsiz olan erkekle zinasını ikrar etmeksizin kendisinin ikrarıyla da zina sabit olur.
Dilsiz üzerine ikrarın sahih olmaması kendisinden haddi düşürecek birşeyin meydana gelmesi caiz olduğu içindir.
Bir kimse zinayı veya hırsızlığı sarhoşluk halinde ikrar etse, kendisine had vurulmaz. Fakat sarhoş iken hırsızlık veya zina edip şahit ile üzerine sabit olursa, had lâzım olur. Çünkü sarhoşluğu halinde şahitlerin gördükleri zina ve hırsızlığı yapmasının yalana ihtimali yoktur. Ama ikrarın yalana ihtimali vardır. Nehir.
Bu ikrar eden kimse, her ne zaman zinayı kaadımn huzurunda ikrar ederse kaadı onu birinci, ikinci ve üçüncü defa reddeder o kimse de kaadının göremiyeceği yere kadar gider. Buna rağmen o kimse dördüncü defa olarak kaadının huzuruna gelerek ikrarını tekrar edince, yukarda geçtiği üzere kaadı: «zina nedir? Nasıldır? Kim ile zina ettin? Nerede zina ettin?» diye kendisinden sorar. Çünkü oğlunun cariyesiyle zina ettiğini beyân etmiş olabilir. Nehir.
Zinayı ikrar eden kimsenin bu fena fiili haddi icap edecek tarzda irtikab etmiş olduğu anlaşılınca kaadının «belki aranızda bir nikâh vardı» veya «bu hadise bir şübheye binaen vuku bulmuş olmasın» gibi zina suçundan dönmesi için kendisine telkinde bulunması menduptur. Kaadının bütün irşadına rağmen o kimse ısrar ederse artık hakkında had cezasıyla hükmeder ve o kimseye had tatbik edilir.
Binaenaleyh zinanın sübutu şehadet veya ikrardan biriyle olunca, bu hususta kaadının malumatıyla veya ikrarı üzere şahit getirmekle sabit olmaz. Zinaya şehadetle hükmolunduktan sonra bir defa ikrar etse, imam Ebû Yusuf'a göre; had vurulmaz. Esah olan kavil de budur. Eğer dört kere ikrar ederse, şehadet icmaen batıl olur Sirac.
İZAH
«Kaadı. şahitlere zinanın mahiyetini sorar ilh...» Yani kaadının şahitlere zinanın mahiyetini, nasıl, nerede, ne vakit ve kimle olduğunu sorması vâcibdir. Çünkü şahitlerin bunları açıklaması haddin vurulması için şarttır.
Fetih sahibi «kaadının şahitlere bunları sorması vâcibdir» diye açıkladıktan sonra «kaadı, şahitlere sorduğunda şahitler «filanca kadın ile filan erkek zina ettiler» sözleri üzerine bir şey ziyade etmeseler, zina edenlere de şahitlere de had vurulmaz» demiştir.
Fetih'de zikredilmiştir ki; kaadının zinanın mahiyetini sormasının faydası: Şahit, kadın ile erkeğin tenasül uzuvlarının birbirine dokunmasını veya her haram olan vatı had icap eden zina zanneder de zina diye şahitlik yapabilir.
«Çünkü zina o kimseye zorla yaptırılmış olabilir ilh...» Zira bir kimseye zorla zina yaptırılırsa, kendisine zina haddi vurulmaz
«Çocukken yapmış olabilir ilh...» Keza akıl baliğ olduktan sonra da yapmış olabilir. Fakat uzun zaman önce yapmış olursa, kendisine had vurulmaz. Nitekim Fetih'de de böyledir. Uzun zamanın tarifi gelecektir.
«Onların gizlice ve açıktan adaletli olup olmadıkları sorularak ilh...»
Gizlice tezkiye şöyle yapılır: Kaadı şahitlerden her biri diğerinden ayırt edilecek şekilde isimlerini, mahallelerinin isimlerini bir kağıda yazıp tanıyanlara gönderir. Tanıyanlar da şahitlerin isimlerinin altına «bu adaletlidir, şahitliği kabul edilir» diye yazarlar.
Açıktan tezkiye ise şöyle yapılır: Kaadı tezkiye eden ile şahidi bir-araya getirip tezkiye edene gizlice «tezkiye ettiğin şahıs bu mudur?» diye sorar. Şahidlerin tezkiyeleri müddeti içinde zina ile müttehem olan şahıs tazır yoluyla hapsedilir. Borçlarda ise şahidlerin adaleti zahir olmadan önce borçlu hapsedilmez.
«Hallerini kaadı bilmiyorsa ilh...» Eğer kaadı şahidlerin adaletli olduklarını bilirse, onların hallerini sorması lâzım gelmez. Çünkü kaadının bilmesi, tezkiye ile hasıl olacak bilgiden daha kuvvetlidir. Kaadı, kendi bilgisine dayanarak had vurmasıyla şeriatın heder olacağından kork-masaydı kendi bilgisiyle had vururdu. Nitekim Fetih'de de böyle zikredilmiştir.
«Zina eden kimse açıktan zina etmezse ilh...» Fetih sahibi, günâhı örtmenin mendup olduğuna delâlet eden hadis-i şerifi zikrettikten sonra «günâhı setretme mendup olunca zina hakkındaki şehadet, evlânın hilâfına olduğu için kerâhet-i tenzihiyyedir. Bu zina hakkındaki şehadetin terkedilmesinin evla olması, hürmeti yıkıp -Allah'a sığınırız- helâl gibi açıktan zina etmeyen kimseye nisbetledir. Eğer zina eden kimse hürmeti yıkıp -Allah'a sığınırız- açıktan helâl gibi zina ederse, bu kimse hakkında şehadet etmek vâcib olur. Çünkü Şâri'in matlubu yeryüzünü günâhlardan ve fuhuştan korumak olup bu da açıktan zina eden kimse hakkında had icra etmekle temin edilir. Fakat korkarak gizilce zina eden kimse böyle değildir» demiştir. Bir mesele kaldı ki; zina eden kadın ve erkekten birisi açıktan hürmeti yıkarak, diğeri ise gizilce ve korkarak zina etse, fesadı önlemek için bunlar hakkında şehadetin yapılması evlâdır.
«Kendisinin ikrarıyla da zina sabit olur ilh...» Musannif dört erkek şahidin şehadetiyle sabit olan zinayı önce zikretti, çünkü dört erkek şahidin şehadetiyle zinanın sabit olması Kur'an-ı Kerim'de zikredilmiştir. Kur'an-ı Kerimle sabit olan daha kuvvetlidir. Hatta şehadetle sabit olan bir zinadan dolayı celd veya recm suretiyle had vurulan şahıs kaçıp da derhal yakalansa, bu had cezası ikmal edilir. Şehadet müteaddi (geçerli) hüccetdir, ikrar ise kaasır hüccettir.
«Kendisini zina ettiği kadın yalanlamaksızın ilh...» Meselâ: Bir kimse «ben filan kadınla zina enim» deyip kadın da «o benimle evlendi» veya «ben onu asla tanımıyorum» diyerek onu yalanlasa, o kimseye had vurulmaz.
Bir kadın da «filan erkekle zina ettim» deyip erkek de onu yalansasa kadına da had vurulmaz. Bu İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göredir. İmameyn (Rh. Aleyhima) buna muhaliftir. Bahır.
«Kadının tenasül uzvu birleşik olmakla ilh...» Yani bir kimse «ben filan kadınla zina ettim» diye ikrar edip kendisine had vurulmadan önce «zina ettim» dediği kadının tenasül uzvunun birleşik olduğunu kadınlar haber verseler bu kimseye had vurulmaz. Çünkü kadınların kendisine zina yapıldığı iddia edilen kadının tenasül uzvunun birleşik olduğunu haber vermeleri şahitlerin şehadetinde bile şüpheyi gerektirir. Bahir.
«Dilsiz üzerine ikrarın sahih olmaması, kendisinden haddi düşürecek bir şeyin meydana gelmesi caiz olduğu içindir ilh...» Yani dilsiz olan kadın veya dilsiz olan erkeğin dilsiz olmadıkları takdirde haddi düşürecek bir şey söylemeleri ihtimali vardır. Buna göre; «bir kimse gaib olan bir kadınla zina ettiğini ikrar etse, kadın geldiğinde haddi düşürecek bir şey söylemesi ihtimali olmakla beraber kadın gelmeden önce bu kimseye had vurulur» meselesi müşkül olur. Aralarında ki farkın açıklanması gerekir.
Ben derim ki; Cevhere'de zikredilenden bunun cevabı anlaşılır, Şöyle ki: Kıyas; bir kimse gaib olan bir kadınla zina ettiğini ikrar ettiğinde kendisine haddın vurulmamasıdır. Çünkü kadın gelince zinayı inkâr edip kazf haddi dava etmesi veya nikâhlı olduğunu dava edip mehir talep etmesi caizdir. Kadın gelmeden o kimseye haddin vurulmasında kadının hakkını iptal vardır. İstihsana göre; Maiz hakkındaki hadis-i şeriften dolayı o kimseye kadın gelmeden önce had vurulur. Çünkü Malz'e kadın gaib iken had Vurulmuştur. Velhâsılı kıyasa göre; iki mesele arasında fark yoktur. Fakat ikinci meselede hadis-i şerif bulunduğu için kıyasa muhalif olarak had vurulur.
Ben derim ki: iki mesele arasındaki fark şöyle de izah edilebilir. Dilsizliğin kendisi; gerçektenhadde mani olan bir şüphedir. Fakat gaib olma, gerçekten hadde mani şüphe değildir. Bundan dolayı bir kimse «tanımadığım bir kadınla zina ettim» diye ikrarda bulunsa, kendisine had vurulur.
«Dört mecliste ilh...» Her ayda bir defa ikrar etse bile yine ikrarı kabul edilir. Ama bir mecliste dört defa ikrarda bulunsa bir ikrar yerine geçer. Nehir. Bu dört meclis ikrar eden kimseye göredir. Bazıları «kaadının meclisleridir» demişlerdir. Ama esah olan birinci kavildir. İmam Muhammed (Rh.A.) meclisin ayrı olmasını «zinayı ikrar eden kimsenin meclisten kaadının gözünden kayboluncaya kadar gitmesiyle» açıklamıştır.
Hidaye'de «ikrarın ayrı ayrı dört mecliste yapılması lâzımdır. Bu da zina ettiğini itirafta bulunan kimsenin birinci, ikinci, üçüncü itiraflarını kaadı hakimane bir surette reddeder, her seferinde kaadının görmeyeceği yere kadar gidip gelir. Çünkü meclislerin değişmesi ancak kaadının o kimsenin ikrarını reddetmesiyle olur. Buna rağmen o kimse dördüncü defa kaadnın meclisine gelerek itirafını tekrar edince yukarıda geçtiği üzere kaadı ona sorulması lâzım olan şeyleri sorar» diye zikredilmiştir.
«Zinaya şehadetle hükmolunduktan sonra bir defa ikrar etse ilh...» Yani zina ettiği şehadetle sabit olan bir kimse, hüküm verilmeden önce bir, iki veya üç kerre ikrarda bulunsa, artık had vurulmaz. Çünkü şehadet inkâr halinde kabul edilmez. İkrar vuku bulunca şehadet zail olmuş. Bu ikrar ise had vurulması için kâfi bulunmamıştır. Hüküm verildikten sonra bu vecihle ikrarda bulunduğu takdirde de İmam Ebû Yusuf (Rh. A.)'a göre; had düşer. Esah olan da budur. Fakat imam Muhammed (Rh. A.)'e göre; düşmez, Fakat hükümden evvel veya sonra dört defa ikrarda bulunduğu takdirde şehadet ittifakla bâtıl olup bu ikrarların gereğince muamele yapılır. Şehadetin gereğiyle muamele olunmaz.
METİN
Kaadının huzurunda dört defa zina ettiğini ikrar eden kimse hakkında had vurulmasına hüküm olunduğu halde kendisine had vurulmadan önce veya had vurulurken ikrarından dönse, her ne kadar bu dönmesi kaçma gibi fiili ile olsa bile, serbest bırakılıp had vurulmaz. Fakat şehadet böyle değildir. Zina ikrarını inkâr etmek dönmektir. Nitekim mürtedliği inkâr etmek tevbedir. Mürted babında gelecektir.
Keza; ihsan (akıllı, bulûğ, hürriyet. İslâm, sahih nikâhla evlenmek, zevcesinin de bu vasıflar ile muttasıf olması, bu vasıfların toplanmasından sonra aralarında cinsi yakınlığın bulunmuş olması) ile ikrardan dönme de yine sahih olur. Çünkü ihsan, recmin şartı olduğu için Allah-ü Teâlâ'nın hakkıdır. Binaenaleyh kendisini yalanlayan bulunmadığı için ihsan ile ikrarından dönmesi sahihtir. Bahır.
Keza; içki haddi, hırsızlık haddi gibi halis Allah hakkı olan hadlerde -her ne kadar hırsızlıktamal ödense bile- ikrardan dönmek sahihtir.
Zinayı ikrar eden kimseye kaadının «galiba sen onu öpmüşsün» yahut «sen ona yapışmışsın» yahut «şüphe ile cinsi yakınlıkta bulunmuşsun» diye zina suçundan dönmesi için telkinde bulunması Mâiz (R.A.) hakkında vârid olan hadis-i şerife binaen menduptur. Zina eden kimse zina ettiği kadının şahidsiz kendi zevcesi olduğunu iddia etse, her ne kadar kadın başkasının zevcesi olsa bile had kendisinden düşer. Zina eden kimse, zina ettiği kadınla evlense veya onu satın alsa, zinâ vaktinde şüphe olmadığı için esah olan kavle göre; had düşmez.
Muhsan (akıllı, baliğ, hür, müslüman, iffetli bir erkek, kendisinde aynı vasıflar bulunan bir kadınla sahih nikâhla evlenip cinsi yakınlıkta bulunmuş) olan kimse hakkında zina suçu sabit olunca bir meydanda ölünceye kadar recm (ufak taşlar atılmak suretiyle) yapılır. İnsanlar recm için namaz safları gibi saf olurlar. Bir taife recmedip taşları katlini kasdederek attığında onlar uzaklaşır, diğer kimseler recm ederler. Üzerine recm ile hükmolunan bir kimseyi başka bir şahıs öldürse veya gözünü çıkarsa, onun kanı ve gözü heder (öldürene bir şey lâzım değil) dir. Fakat kaadıdan önce yaptığı için tazir edilir. Nehir. Eğer recm ile hükmedilmeden önce öldürürse amden öldürdüğü takdirde kısas, hataen öldürdüğü takdirde diyet lâzım gelir. Çünkü şahitlerin şehadetiyle hüküm verilmezden önce şehadetin hükmü yoktur. Recmin yapılmasında ufak taşlarla olsa bile önce şahitlerin başlaması şarttır. Ancak hastalık gibi bir özürden dolayı şahitler recmden aciz olurlarsa, onların huzurunda recme önce kaadı başlar. Eğer şahitlerin hepsi veya bazısı recmden imtina ederler yahut ölürler yahut gaib olurlar yahut şahadetten sonra elleri kesilirse, recme önce şahitlerin başlama şartı fevt olduğu için recm düşer, Şahitlerin recmden imtina etmeleri suretinde esah olan kavle göre; imtinaları sarahaten şahitlikten dönme olmadığı için kendilerine kazf haddi vurulmaz. Nitekim fısk yahut âmâ yahut dilsiz yahut kazf gibi bazı şeylerle şahitlerin bir kısmı şehadete ehliyetten çıktıklarında recm hükümden olduğu halde had derhal yapılmayıp şahitlerin bir kısmı şehadete ehliyetten çıksalar, yine recm düşer. Bu surette haddin düşmesi zina eden muhsan olduğuna göredir. Ama ondan başkasında şahitlerin ölmeleri veya gaib olmaları suretinde had vurulur. Nitekim Hâkim-i Şehid'in Kâfi adlı kitabında da böylece zikredilmiştir.
Recme önce şahitler, sonra hâkim daha sonra halk başlar. Hâkimin recmi vâcib değildir, vâcib olmak söyle dursun orada olması bile lâzım değildir. Bunu İbn-i Kemal nakletmiştir.
Musannifin İbn-i Kemal'dan naklettiği şeyi Nehir sahibi reddetmiştir. Nehir sahibi «recm yapılırken halkın hazır bulunmaları şart olmadığı gibi taşlamaları da şart değildir. Binaenaleyh halk recimden imtina ederse, had düşmez» diye ifade etmiştir.
İZAH
«Fakat şehadet böyle değildir ilh...» Yani zina ettiği şehadetle sabit olan kimse recm edilirken kaosa, peşi bırakılmayıp ölünceye kadar taşlanır. Havi'den naklen Bahır'da zikredilmiştir. Fakat ileride gelecektir ki; haddin bir kısmı vurulduktan sonra kaçıp tekadüm-i zaman (bir ay) dan sonra yakalansa, haddin bakiyesi düşer.
«Zina ikrarını inkâr etmek dönmektir ilh...» Yani bir kimse dört defa ayrı ayrı dört mecliste zina ettiğini ikrar edip hakkında kaadı recmine hüküm verdikten sonra bu ikrarını inkâr ederek «vallahi ben böyle bir şey ikrar etmedim» diyecek olsa kendisinden had düşer. Çünkü bu inkâr ikrardan dönmek demektir.
«Keza; ihsan ile ikrardan dönme de sahih olur ilh...» Yan] hakkında recm suretiyle had tatbik edilecek kimsenin ihsanı (evli olduğu) kendi ikrarıyla sabit olup sonra bu ikrarından dönse, sahih olur. Eğer ihsanı şehadetle sabit olursa, had vurulur. Nitekim içki haddinden önce gelecektir.
«Kendisini yalanlayan bulunmadığı için ilh...» ihsanını kendisi ikrar edip sonra bu ikrarından dönse, bu hususta kendisini yalanlayan bulunmadığı için ikrarında şüphe tahakkuk eder ve kendisine had vurulmaz. Fakat kul hakkı olan kısası ve kazf haddini ikrardan dönmesi böyle değildir. Zira bunlarda kendisini yalanlayacak şahıs vardır. Bahır.
«İçki haddi, hırsızlık haddi gibi...» Yani bir kimse içki içtiğini veya hırsızlık yaptığını ikrar edip kendisine had vurulması lâzım gelip sonra ikrarından dönse, içki haddi veya hırsızlık haddi kendisinden düşer. Nitekim bâblarında gelecektir.
«Her ne kadar hırsızlıkta mal ödense bile ilh,..» Yani bir. kimse hırsızlık yaptığını ikrar edip sonra ikrarından dönse, kendisinden hırsızlık haddi düşer. Fakat ikrar ettiği malı öder. Çünkü mal hukuku olduğundan hırsızlığını ikrar ettikten sonra düşmez.
«Mâiz (R.A.) hakkında vârid olan hadis-i şerife binaen ilh...» Mâiz b. Mâlik el-Eslemî (R.A.) bir kadınla zina edip sonra Resûlüllah (SAV.)' in huzurunda ikrar ettiğinde, Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'İn ona «sizden zina ümit edilmez. Galiba öptünüz yahut yapıştınız yahut baktınız» diye ikrardan dönmesi için telkin buyurdukları rivayet edilmiştir.
Asıl'da zikredilmiştir ki; zinayı ikrar eden kimseye kaadı «belki aranızda bir nikâh vardı» veya «bu hadise bir şüpheye binaen yapılmış olmasın» diye telkinde bulunmalıdır. Telkinden maksat; ne olursa olsun ikrar eden kimsenin haddi defedecek bir şey söylemesidir. Bahır, Fetih.
«Zina eden kimse, zina ettiği kadının sahidsiz kendi zevcesi olduğunu iddia etse ilh...»
Bahır'da zikredilmiştir ki; zina eden kimse, zina ettiği kadının sahidsiz kendi zevcesi olduğunu iddia etse «şahit getir» diye teklif edilmez. Nitekim bir şeyi çalan kimse o şeyinkendi mülkü olduğunu iddia etse, mücerred davasıyla eli kesilmez.
«Esah olan kavle göre; had düşmez ilh...» Yani bir kimsenin zina ettiği şahitlerle veya kendi ikrarıyla sabit olduktan sonra bir ay geçmemeden zina ettiği kadınla evlense veya onu satın alsa esah olan kavle göre; had düşmez.
«Muhsan ilh...» Muhsan «sâd» harfinin üstünüyle «evlendi» mânâsına olan «ahşana» fiilinden ism-i fail olup ism-i meful sıygası üzere kullanılan kelimelerdendir. «Sözü uzattı» mânâsına olan «eshebe» fiilinden «müsheb» ve «muhtaç oldu» mânâsına olan «elfece» fiilinden «mülfece» gibi. Bu, hulâsa olarak Fetih'den alınmıştır.
«Bir meydanda ilh...» Yani recm, halkın birbirine vurmaması için geniş bir meydanda yapılır.
«ölünceye kadar ilh...» Musannif «ölünceye kadar» ifadesiyle taş atanlardan herbirlnin recmedilen kimseyi öldürmeyi kasdederek taş atmasında bir beis olmadığına işaret etmiştir. Çünkü o kimsenin öldürülmesi vâcibdir. Ancak taş atan, recmedilen kimsenin akrabası olursa, evlâ olan öldürmeyi kasdetmesfdir. Zira bunda, bir nevi akrabalığı kesme vardır. Kuhistâni. Tamamı gelecektir.
«Hederdir ilh...» Yani üzerine recm ile hükmolunan bir kimseyi, bir şahıs öldürse veya gözünü çıkarsa, eğer amden öldürmüşse kısas edilmez, hataen öldürmüşse diyet lâzım gelmez.
«Recme önce şahitlerin başlaması şarttır.» Çünkü bazı kimseler, şehadeti eda etmeye cesaretleri olduğu halde öldürmeye sıra gelince bunu büyük görerek rücû ederler. Binaenaleyh bu recm hadisesinde şahitlerin recmden imtina etmeleri ve bu suretle bir insanın ölümden kurtulması melhuzdur. Muhit, Kuhistâni.
«Şehadetten sonra elleri kesilirse ilh...» Sarih, şahitlerin ellerinin kesilmesini «şehadetten sonra olursa» diye kayıtladı. Çünkü elleri şehadetten önce kesilirse, onların huzurunda recme önce kaadı başlar. Zira onların elleri şehadetten önce kesilmiş olunca recme önce başlama hakkı onların değildir. Elleri şehadetten sonra kesilirse, recme önce başlama onların hakkıdır. Recme önce şahitlerin başlamalarının şart olması, recme kudretleri olduğuna göredir. Şahitlerin elleri onları fâsık yapacak bir cinayet istemeksizin kesildiği takdirde recme önce kaadı baslar. Eğer şahitlerin elleri kendilerini fâsık yapacak bir cinayetten dolayı kesilmiş olursa, şehadete ehliyetten çıkarlar ve zina ile müttehem olan kimseden had düşer.
«Nitekim Hâkim-i Şehid'in Kâfi adlı kitabında da böylece zikredilmiştir ilh...» Hâkim-i Şehid «zina eden kimse muhsan olmadığında şahitler ölürler veya gaib olurlarsa had vurulur» diye Kâfi adlı kitabında zikretmiştir. Bununla bazılarının «hâkim ölüp veya gaib olursa had vurulur» kavillerinin doğru olmadığı ortaya çıkar. Nasıl doğru olabilir, bilindiği gibi haddinşahitlerin şehadetinin akabinde icra edilmesi hükümdendir. Bundan dolayı Kâfî'de «hâkim recmle hükmedip sonra recm yapmadan önce azledilip yerine başka bir hâkim tayin edilse, ikinci hâkim birinci hâkimin hükmüyle recmi tatbik edemez» diye zikredilmiştir.
«Bunu ibn-i Kemal nakletmiştir ilh...» Bu mesele nakle muhtaç olduğu halde bunu İbn-i Kemal hiç bir kimseden nakletmemiştir. Çünkü bu mesele metinlerin zahirine muhaliftir.
«ifade etmiştir ilh...» Nehir sahibi «Diraye'de «kaadının hadlerin yapılması için müslümanlardan bir taifenin hazır bulunmalarını emretmesi müstehaptır. Bu cemaatin kaç kişi olacağında ihtilaf edilmiştir.
ibn-i Abbas (R.Anhüma)'dan «bir kişi» olması rivayet/edilmiştir. Ata (Rh.A.) «iki kişi», Zührî «üç kişi», Hasan-ı Basrî (Rh.A.) «on kişi» olmasını söylemiştir. Bu, recm yapılırken halkın hazır olmalarının şart olmadığını açıklar. Buna göre halkın taş atmaları da şart değildir. Hatta halk recmden imtina etseler had düşmez» yazılıdır» diye zikretmiştir.
Ben derim ki: Bu söz götürür. Çünkü bu ihtilaf Allah-ü Teâlâ'nın: En - Nur Sûresi; âyet: 2
«Mü'minlerden bir zümre de bunların azabına (bu cezalarına) şahid olsun.» kavl-i keriminde ki taifenin tef si rindedir. Ayet-i kerime de vâki olan «celd» dir, «recm» değildir. Recm olduğu teslim, edilse bile kaadının yanında recm yapacak kimseler bulunduğu takdirde başkalarına da hazır olmaları için emretmesi lâzımdır. Çünkü had teşhir edilerek yapılır. Halkdan murad şahitlerle kaadıdan başka bizzat recmi yapan kimselerdir. Onların hazır olması lâzımdır. Eğer recim yapacak halk hazır olmazsa, recm yapılmamış olacağı için hepsi günahkâr olur.
METİN
Recm hadisesi ikrar ile sabit olmuş ise recme önce hüküm veren kaadı başlan Bunun muktezası kaadı recmden imtina ederse, her ne kadar kaadı halka «recm ediniz» diye emretse bile recme önce kaadının başlaması şartı bulunmadığı için halkın onu recm etmeleri helâl olmaz. Fetih. Fakat yakında gelecektir ki adaletli bir kaadı «ben bu kimseye recmle hükmettim» dese, halk her ne kadar şahitleri ve ikrarı görmese bile o kimseyi recm etmeleri caizdir. Zirahm-i mahrem olan akrabanın recm etmesi mekrûhdur. Eğer recm ederse mirastan mahrum olmaz.
Recmolunan kimse öldükten sonra yıkanıp, kefenlenir ve üzerine namaz kılınır. Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'in, zinasını ikrar ile recmolunan Gâmidli kadının üzerine namaz kıldıkları sahih olup rivayet edilmiştir.
Şehadetle veya ikrar ile zina suçu sabit olan kimse evlenmemiş ve hür olursa kendisine yüz değnek vurulur. Köle olursa, âyet-i kerimenin delaletiyle yansı vurulur. Kaadı Beyzâvî ve diğer Kibar-ı Müfessirîn âyet-i kerimedeki «muhsanât» ı hür olan kadınlarla tefsir etmişlerdir.
Zeyleî «Kur'ân-ı Kerîm'de erkeklerin kadınlar üzerine tağlib kaidesinin aksine olarak buradakadınlar erkekler üzerine tağlib olunmuştur» demiştir. Efendi kendi kölesine kaadıdan izinsiz had vuramaz. Faraza efendi kölesine had vursa kifayet eder mi? Zahir olan kifayet etmemesidir. Çünkü fukaha «haddin rüknü kaadının yapmasıdır» demişlerdir.
Celd; vücudu yaralayıcı olmayıp budaksız acıtacak bir surette orta halde bir değnekle yapılır.
İZAH
«Recm hadisesi ikrar ile sabit olmuş ise recme önce, hüküm veren kaadı başlar ilh...» Çünkü Hz. Ali (R.A.) «ey insanlar, zina biri gizli diğeri aşikâr olmak üzere iki kısımdır. Gizli zina şahitlerin şehadetiyle sabit olur. Böyle şahitlerin şehadetiyle zina ettiği sabit olan kimseye recm cezası verildiğinde recme önce şahitler sonra kaadı daha sonra halk başlar. Aşikâr zina ise gebelik veya ikrar ile sabit olur. Böyle gebelik veya ikrar ile zina ettiği sabit olan kişiye recm cezası verildiğinde recme önce kaadı sonra halk başlar» demiştir. Tamamı Fetih'dedir.
«Bunun muktezası ilh...» Fetih'te zikredilmiştir ki: Recm hadisesi ikrar ile sabit olmuş ise recme önce, hüküm veren kaadı başlar. Bu ifadenin mânâsı: Kaadı recmden çekinirse, her ne kadar halka recm etmelerini emretse bile recmin şartı olan kaadının başlamadığını halk bildiği için recmetmeleri helâl olmaz. İkrar suretinde recme önce kaadının başlaması halka hüküm ve hadlerin şartlarında müsamaha yapmadığını göstermek içindir. Kaadı recme önce başlamaktan çekindiği takdirde dönme alâmeti zahir olup şüphe belirdiği için had düşer.
Şahitlerin şehadetiyle zina ettiği sabit olan kimseye recmedilirken recme önce şahitler başlar, ikinci olarak recme hüküm veren kaadı başlar. Eğer kaadı şahitlerden sonra recmden çekinirse, yine had düşer.
«Yakında gelecektir ki ilh...» Yani kaza bahsinde gelecektir. Fakat orada kaadı recme başlamaktan çekinirse ifadesi yoktur. Bilâkis hâkimin yanında had şahitlerin şehadetiyle veya ikrar ile sabit olduğunda halka recmi emretse - her ne kadar halk hüküm meclisinde bulunup şahitlerin şehadetini ikrar, edenin ikrarını görmeseler bile- recm yapmaları caizdir. Bazıları «zaman bozuk olduğu için halkın recmetmeleri caiz değildir» 'demişlerdir.
Gurerü'l-Ezkâr'da «bu hususta tafsilat vardır. Şöyle ki: Kaadı adaletli ve âlim olursa araştırmaksızın emrettiğini yapmak vâcib olur. Eğer adaletli olup cahil olursa, vermiş olduğu hükmün keyfiyetinden sorulur. Eğer haber verdiği şeriata muvafık ise kavli kabul edilir. Eğer zâlim olursa âlim olsun, cahil olsun kavli kabul edilmez» diye zikredilmiştir.
«Zirahm-i mahrem olan akrabanın recm etmesi mekrûhdur ilh...»
Muhit'ten, Zeylai'den ve diğer fıkıh kitablarından naklen Bahır'da zikredilmiştir ki: Zirahm-i mahrem eğer recmederse öldürmeyi kasdetmez. Çünkü kendisinden başkalarının recmetmeleriyle had yapılmaktadır. Bundan anlaşılan Zirahm-i mahrem öldürmeyikasdetmediğinde mekruh olmaz., Ancak Zirahm-i mahremin recminin mekruh olması şahit olmadığı takdirdedir. Dört kimse babalarının zinasına şahitlik yapsalar recme önce bunların başlaması vâcib olur. Keza: Kardeşler ve Zirahm-i mahrem de böyledir. Yalnız öldürmeyi kasdetmemeleri müstehaptır. Amca oğluna gelince bunun öldürmeyi kasdetmesinde bir beis yoktur. Çünkü bunun mahrem olması tam olmadığı için akraba olmayana benzemiş olur. Kuhistânî. Cevhere.
«Eğer recm ederse mirastan mahrum olmaz ilh...» Bir kimse babasının zinasına veya kısasına şahitlik yapsa, mirastan mahrum olmaz. Kâfi. Cevhere.
«Âyet-i kerimenin delaletiyle ilh...» Bu, Allah-ü Teâlâ'nın:
Cariyeler evlendikten sonra bir fuhuş irtikâb ettilermi o vakit üzerlerine hür kadınlar üzerinde ki cezanın yarısı (verilir).» (En - Nisa Sûresi; âyet: 25) kavl-i kerimidir. Bu âyet-i kerime cariyeler hakkında nazil olmuştur. Âyet-i kerimenin ibaresi cariyeler hakkındadır. Âyet-i kerimenin delaletiyle hükümde erkek köleler de dahildirler. Çünkü cariyelerle erkek köleler kölelikte müsavidirler. Delâlette meskût (zikredilmeyen) ün mantûk (zikredilen)a müsavi kifayet edip evlâ olması şart değildir.
«Tağlib kaidesinin aksine olarak ilh...» Yani tağlib kaidesinde esas olan erkeklerin kadınlar üzerine tağlib olunmasıdır. Fetih'de ifade edildiği üzere burada kadınların erkekler üzerine tağlib edilmesinin vechi, kadınlardaki zinaya davet edici haslet daha kuvvetli olduğu içindir. Bundan dolayı âyet-i kerimede zina eden kadınlar zina eden erkeklerden önce zikredilmiştir.
«Haddin rüknü ilh...» Haddin rüknü celd veya recmdir.
TEMBİH: Hâkim-i Şehid Kâfi adlı kitabında «köle, zina veya başka bir had icab eden suç işlediğini ikrar ettiğinde efendisi gaib olsa bile kendisine had vurulur. Keza: Hırsızlığı ikrar etse, eli kesilir, amden adam öldürdüğünü ikrar etse, kısas edilir. Azâd olduktan sonra «ben köle iken zina etmiştim» diye ikrar etse, kendisine kölelere vurulan had vurulur» diye zikretmiştir.
«Budaksız ilh...» Celd yapılacak değneğin budaksız olması lâzımdır. Fetih'de zikredilmiştir ki: Enes (R.A.)'e celd yapmak için değnek getirmesi emredildiğinde bir ağaç dalı keser, onu yumuşayıncaya kadar iki ateş arasında inceltir, sonra onunla celd yapılırdı. Celd yapılacak değneğin bir tarafı kurumuş olursa yaralayacağı veya çok acıtacağı için onunla celd yapılmaz. Değnek budaklı olursa onunla hiç yapılmaz. Kendisine celd vurulan kimse zayıf olup helâkından korkuluna, tahammül edeceği şekilde celd yapılır,
METİN
Celd edilecek şahıs erkek ise avret mahallini örtmek için yalnız İzârı: Baştan ayağa kadar bedenini örten entari, don, gömlek gibi elbisesi üzerinde bırakılır, diğer elbisesi çıkarılır. Celdeler bedeninin çeşitli yerlerine arka arkaya vurulur. Yalnız başına, yüzüne, tenasül uzvuna vurulmaz. Bazıları «göğsüne, karnına da vurulmaz» demişlerdir. Yüz celdenin arka arkaya ellisi bir günde, ellisi de ikinci günde vurulsa, esah olan kavle göre, kifayet eder.
Hz. Ali (R.A.) «hadler ve tazirlerde yere yatırılmaksızın erkek ayakta olduğu halde, kadın oturduğu halde celdeler vurulur» demiştir. Zamanımızda yapıldığı gibi had vurulacak kimse yere yatırılıp basma ve ayağına birer adam oturtturularak yapılan hadler caiz değildir. Nehir.
Keza; celd yapılırken değneği celd vuran kimse başından kaldırmaz veya vurduktan sonra değneği uzuv üzerinde sürümez. Hakkında celd yapılacak şahıs kadın ise Hz. Ali (R.A.)'den rivayet edildiği üzere kendisine oturduğu halde bu ceza tatbik edilir. Üzerinde kürk ve pamuklu gibi kalın elbisesinden başkası çıkarılmaz.
Recm yapılırken kadının göğsüne kadar bir çukur kazılır. Elbisesi ile kapalı bulunduğu için çukurun kazılmaması da caizdir. Erkek için çukur kazılması caiz değildir. Bunu, Şumunni zikretmiştir. Kendisine had tatbik edilen kimse bir yere bağlanıp tutulmaz. Recm edilen kimse kaçtığı takdirde, eğer recmi kendinin ikrarıyla ise arkasına düşülmez. Eğer recmi şahadetle ise ölünceye kadar peşi takib edilir. Nitekim yukarıda geçmiştir.
Evli hakkında celd ile recmin arası cemedilmez. Evlenmemiş kimse hakkında da celd ile nefyin arası cemedilmez. Nihaye sahibi «nefy»; hapisle tefsir etmiştir. Hapsetmek; başka memlekete nefyetmekten fitneyi daha çok önleyeceği için bu tefsir güzel görülmüştür. Çünkü suçlu başka memlekete sürgün edildiğinde yine suç işleyebilir. Veliyyü'l-emrin siyaset ve tazir için celd ile nefyin arasını cem etmesi caizdir. Bu veliy-yü'l-emrin re'yine bırakılmıştır. Keza: Her cinayette vellyyü'l-emr lüzum görürse, siyaseten aralarını cem edebilir. Nehir.
İZAH
«Celdeler bedeninin çeşitli yerlerine arka arkaya vurulur ilh...» Çünkü celdelerin bedenin yalnız bir uzvuna vurulması bu azanın bozulmasına veya başına, yüzüne, tenasül uzvuna vurulması sahibinin hakikaten helâkına yahut zahiri veya batini bazı duygularının bozulmasıyla manen helâkına sebeb olabilir,
«Bazıları göğsüne, karnına da vurulmaz ilh...» Bu, bazı meşayıhın kavlidir ki imam Ebû Yusuf'tan rivayet edilmiştir. Ama bu söz götürür. Göğüs vücudun tahammüllü yerlerindendir. Orta bir kamçı ile bir kaç defa karna vurulması ölüme sebep olmazsa, göğse vurulduğunda ölüme nasıl sebeb olabilir. Evet, zamanımızda zâlimlerin evlerinde istendiği gibi celd asa ile yapıldığı takdirde layık olan karna vurulmamasıdır. Fetih.
«Ellisi bir günde, ellisi de ikinci günde vurulsa, esah olan kavle göre; kifayet eder ilh...» Çünkü peşi. peşine vurulan elli kamçıyla acı ve ağrı hasıl olur. Bundan dolayı Cevhere'de«her gün bir kamçı veya iki kamçı vurulsa, bununla ağrı ve acı hasıl olmayacağı için caiz olmaz» diye zikredilmiştir.
«Yere yatırılmaksızın ilh...» Yani had vurulacak kimse yere yatırılmaz. Çünkü had, bütün insanları suç işlemekten men etmek için teşhir edilerek yapılır. Erkeğe ayakta bulunduğu halde haddin vurulması halkı suçtan men etme bakımından daha tesirlidir. Kadının örtülü bulunması lâzım olduğu için kendisine oturduğu halde had vurulur. Eğer erkek durmayıp imtina ederse bir direğe bağlanmasında veya tutulmasında bir beis yoktur. Fetih.
«Erkek için çukur kazılması caiz değildir ilh...» Galiba Musannıf bu ifadeyi Hidaye ve diğer fıkıh kitablarının «recmedilecek kimsenin bağlanması ve tutulması meşru değildir» ibaresinden almıştır. Kadın için çukur kazılması kadını örtücü olduğundandır.
Ben derim ki: Had kendi ikrarıyla sabit olduğunda kaçıp ikrarından dönme mümkün olsun diye bağlanması veya tutulması meşru değildir. Fakat had şehadetle sabit olup recmedilirken durmayıp imtina ederse, bağlanması veya tutulmasında bir beis yoktur.
«Evli hakkında celd ile recmin arası cem edilmez! ilh...» Çünkü Peygamberimiz (S.A.V.) celd ile recmin arasını cemetmemiştir. Zira recmle birlikte celdin bir faydası yoktur.
«Evlenmemiş kimse hakkında da celd ile nefyin arası cemedilmez ilh...» Peygamberimiz (SAV.)'in: «Bekârla bekâr (zina ederse) yüz dayakla bir sene sürgün (var!)» hadis-i şerifi mensuh olduğu gibi bu hadis-i şerifin diğer yarısı olan : «Evli ile evli (zina ederse) yüz dayak ve recm (var!)» da mensuhtur. Tahkikinin tamamı Fetih'dedir.
«Hapsetmek, başka memlekete nefyetmekten fitneyi daha çok önleyeceği için ilh...» Fukaha «nefyde kabilesinden ve haya edeceği kimselerden ayrılacağı için zina kapısını açma vardır» demişlerdir.
Hz. Ali (K.V.) «zina edenleri sürgün etmek fitne olarak kâfidir» demiştir.
Abdürrezzak «Hz. Ömer (R.A.) şarap içtiği için Rabia b. Ümeyye b. Halefi Hayber'e sürgün gönderdi. O da Doğu Roma (İstanbul) İmparatoru Herakl'e iltica etti ve sonra hıristiyan oldu. Bunun üzerine Hz. Ömer (R.A.) «bundan sonra hiç bir müslümanı sürgüne göndermeyeceğim» dedi» diye rivayet etmiştir. Nitekim Fetih'de de böyledir.
«Çünkü suçlu sürgün edildiğinde yine suç işleyebilir ilh...» Yani had vurulmasından maksat fenalık ve fesattan menetmek içindir. Sürgünde ise bilindiği gibi fesat kapısını açma olduğu için şer'an hadden maksud olanı iptal vardır.
«Veliyyü'l-emrin siyaset ve tazir için celd ile nefyin arasını cemetmesi caizdir ilh...» Fetih'te zikredilmiştir ki; veliyyü'l-emr zann-ı galibine göre; sürgünde bir fayda görürse, tazir için bunu yapması caizdir. Peygamberimiz (S.A.V.) ve Ashab-ı Kiram tarafından vaki olan sürgünün yorumu budur. Nitekim Hz. Ömer (R.A.) Nasr b. Haccac'ı yakışıklığı sebebiylekadınlar fitneye düştüğü için Medine-i Münevvere'den Basra'ya sürgün etmiştir. Gerçi güzellik sürgünü gerektirmez. Fakat siyaseten lüzum görülürse sürgün caizdir. Bundan dolayı mesayıhtan -Allah onlar sebebiyle bizden razı olsun ve onlarla beraber bizi hasretsin - pek çokları müridinin nefsinin kuvvetli ve azgın olduğunu gördüğünde nefsi kırılsın ve yumuşasın diye sürgüne göndermişlerdir.
T E N B İ H: Fetih'in kelâmı işaret etmektedir ki: Veliyyü'l-emr'in siyaseten sürgüne göndermesi zinayı irtikab edenlere mahsus değildir. Sarih bunu Nehir adlı kitaba nisbet etmiştir.
Kuhistânî'de zikredilmiştir ki: Veliyyü'l-emr'in siyaseten sürgüne göndermesi yalnız zinayı irtikab edenlere mahsus olmayıp hatta her hangi, bir cinayeti irtikab eden kimseyi de sürgüne göndermesi caizdir. Bu husus veliyyü'l-emr'in re'yine bırakılmıştır.
Kâfi isimli kitabda «veliyyü'l-emr bir bid'atçının bid'atının yayılmasından korkarsa, her ne kadar küfrüne hükmolunmasa bile siyaseten onu öldürebilir» diye zikredilmiştir. Nitekim Temhîd adlı eserde de böylece zikredilmiştir.
Siyaset: «Saee'l-vâlî erraiyyete: Vali idaresi altında bulunan halka emretti ve nehyetti» mânâsına olan «sase» fiilinden masalardır. Nitekim Kamus ve diğer lügat kitablarında böyle zikredilmiştir.
Siyaset, halkı dünya ve âhirette kurtulacakları yola irşad etmekle onların salâh ve menfaatine çalışmaktır.
Siyaset, siyaset-i âmme ve siyaset-i hâssa olmak üzere iki kısımdır. Siyaset-i âmme bütün bir cemiyetin salah ve intizamı için gerekli olan bir kısım hükümlerdir. Siyaset-i hâssa bazı cürüm işleyenler hakkında, velev katil suretiyle olsun, vuku bulacak zecir ve te'dibdir. Nitekim fukaha «livâta (erkeğe zina) eden. hırsızlık eden ve hileyle başkasını boğarak öldüren kimselerin bu fena fiilleri tekerrür ederse, bid'atçının öldürüldüğü gibi siyaseten bunların öldürülmeleri de helâl olur» demişlerdir. Bundan dolayı bazıları «siyaset fesadın kökünü kazımak için şer'i hükmü olan bir cinayetin cezasını ağırlaştırmaktır» diye tarif etmişlerdir. Tarifdeki «şer'î hükmü olan» ifadesinin mânâsı cinayetin cezasını ağır vermek mânâsına olan siyaset üzerine her ne kadar hususi olarak delil bulunmasa bile bu siyaset şer'i kaideler altında dahil demektir. Çünkü imân esaslarından sonra şeriatın etrafında dönüp dolaştığı nokta âlemin beka ve devamı için fitne ve fesad maddelerini kökünden kesmektir. Bundan dolayı Bahır'da «fukahanın kelamından anlaşılan; siyaset, velly-yü'l-emr'ln faydalı gördüğü bir hükmü -her ne kadar o hüküm hakkında cüzi bir delil bulunmasa bile- yapmasıdır» diye zikredilmiştir.
Hamevî'den naklen Hâşiye-i Miskîn'de zikredilmiştir ki, siyaset ağır bir şeriat olup iki nevidir:
Siyaset-i zâlime: Halkın haklarına zıt olan bir siyasettir ki şeriat bunu haram kılmıştır,
Siyaset-i âdile: Halkın haklarını zalimlerin elinden kurtaran, zulüm ve fenalıkları defeden, fitne ve fesad ehlini men eden siyasettir ki şeriattan sayılır. Bu siyaset bahsinin tafsili Kaadı Alaaddin'in Mutnü'l-Hükkam isimli te'lifinde açıklanmıştır.
Ben derim ki: Siyaset ta'zir müteradif (eşanlamlı) dır. ilerde geleceği üzere ta'zir men ve red mânâsına olan «özr» den alınmış olup hadden az olarak tatbik edilecek tedip ve cezadan ibarettir. Tazir dövme suretiyle yapılabileceği gibi başka suretlerle de yapılabilir. Tazir mutlaka bir cürmün karşılığında olması lâzım gelmez. Bundan dolayı on yaşındaki bir çocuk namaz kılmadığında tazir için dövülür. Siyaset de tazir gibi bir cürmün karşılığında olması lâzım değildir. Nitekim Hz. Ömer (R.A.) Nasr b. Haccac'ı güzellği sebebiyle kadınlar fitneye düştükleri için Medine'den Basra'ya sürgün gönderirken Nasr b. Hacac Hz. Ömer (R.A.)'e t Ey mü'minlerin em iri benim günâhım nedir?» diye sormuş, bunun üzerine Hz. Ömer (R.A.) «senin günâhın yoktur, Medine-i Münevvere'yi temizlemediğim cihetten günâh ancak benimdir» diye cevap vermiştir. Kadınların fitneye düşmesinde Nasr b. Haccac'ın hiç bir günâhı olmadığı halde Hz. Ömer (R.A.) mekanların en şereflisi olan Medlne-i Münevvere'de onun sebebiyle olan fitne ve fesadı kesmek için siyaseten onu sürgün etmiştir. Bunda izalesi vâcib olan münkeri men etme vardır. Fukaha tazlr ve-liyyü'l-emrin reyine bırakılmıştır. Bundan anlaşılır ki tazir babı siyasi hükümlerin kefaletini üzerine almıştır. Bununla malum oldu ki siyaset işini veliyyü'l-emr yaptığı gibi hükümleri yerine getirmede onun naibi olan kaadı da yapar.
Muînü'l-Hükkâm'dan naklen Dürrü'l-Müntekâ'da zikredilmiştir ki: Kaadıların pek çok işleri yapması, hatta suçluyu uzun zaman hapiste bırakmaları, şer ehlini hükümleri altına almak için onlara talâka daha başka şeylere yemin ettirmekle kaba ve şiddetli davranmaları, şübhelendikleri zaman şahitlere yemin ettirmeleri caizdir. Tatarhaniyye'de de böylece zikredilmiştir. Vali veya kaadının suçlunun halini nazar-ı itibara alarak yemin ettirmesi veya hırsızlıkla müttehem olan kimseyi dövmesi ve hapsetmesi caizdir, Tazir babında gelecektir ki; bir suç ile müttehem olan kimseyi kaadının tazir etmesi caizdir.
Zeylaî cihad bahsinden önce zikretmiştir ki; bir kimsenin hırsız olduğuna zann-ı galib hasıl olup o kimsenin yanında çalınan mal da bulunursa, kaadı siyaseten ona ceza verebilir.
Fukaha «kaadının yanına yalın kılıç bir kimse girip, kaadı bu kimsenin adam öldürdüğüne zann-ı galible kanaat getirse, zann-ı galible bu kimsenin öldürülmesi caizdin» demişlerdir, Bunun tamamı hırsızlık bahsindedir.
METİN
Hakkında recm haddi yapılacak şahıs hasta olsa bile recmolunur. Yapılacak had celdesuretiyle olacak ise iyi oluncaya kadar celd olunmaz. Ancak iyi olmasından tamamen ümit kesilirse, o takdirde kendisine pek hafif bir tarzda celde cezası tatbik edilir. Bahır. Hakkında zina haddi yapılacak kadın hamile olursa, haddin iki nevi de doğurduktan sonra yapılır. Gerek recm gerekse celd doğurmadan önce tatbik edilmez. Zinası şehadetle sabit olmuş olursa, doğum yapıncaya kadar hapsolunur.
Eğer hamile kadın hakkında yapılacak had, recm suretiyle olacaksa doğumu müteakip derhal yapılır. Ancak çocuğa bakacak başka birisi bulunmazsa, bu takdirde çocuk kendi kendini idare edinceye kadar recm tehir edilir. Hakkında zina haddi icra edilecek kadın hamile olduğunu iddia ederse kaadı, onu kadınlara gösterir. «Hamiledir» derlerse iki sene onu hapseder, sonra recmeder. İhtiyar.
Eğer çocuk doğurduktan sonra yapılacak had celd olursa, lohusalık halinden sonra yapılır. Çünkü lohusalık hali hastalıktan sayılır.
Recmin tatbik edilebilmesi için bulunması şer'an lâzım olan bazı vasıfların bir şahısta toplanmasına «ihsan» denilir. İhsanın şartları yedidir:
1 - Hür olmak.
2 - Akıllı olmak.
3 - Erginlik çağında bulunmak.
4 - Müslüman olmak.
5 - Sahih nikâhla evlenmiş olmak.
6 - Zevcesinde de bu vasıfların bulunması.
7 - Bu vasıflar toplandıktan sonra aralarında cinsi yakınlığın bulunmuş olması.
Karıyla kocadan birinin ihsanı, diğerinin ihsanına şarttır ki ihsanın şartlarının ikisinde birden bulunması lâzımdır. Binaenaleyh bir kimse bir cariye ile yahut hür bir kadın, köle ile evlense, ihsan tahakkuk etmez. Ancak cariyenin yahut kölenin âzâdlılarından sonra cinsi yakınlık vaki olursa, ihsan hasıl olur. Azâddan önceki cinsi yakınlıkla ihsan hasıl olmaz. Karı ile kocadan birinin ihsanı diğerinin ihsanına şart olduğundan bir zimmî bir müslüman kadınla zina ettikten sonra islâm şerefiyle müşerref olsa recmolunmaz. Fakat celd olunur. İbn-i Kemal'in zikrettiği başka bir şart bakî kalmışdır ki karıyla koca mürted olup ihsanlarının bâtıl olmamasıdır. -Allah'a sığınırız- karıyla koca mürted olup sonra müslüman olsalar ihsan ancak İslâmiyete girdikten sonra cinsi yakınlıkta bulunmakla avdet eder. Eğer ihsan delilik veya bunamakla bâtıl olursa iyi olmakla avdet eder. Bazıları «iyi olduktan sonra cinsi yakınlıkta bulunmakla avdet eder» demişlerdir.
Bilmiş ol ki ihsanın devam etmesi için nikâhın devam etmesi lâzım değildir. Buna göre; bir kimse ömründe bir defa evlenip sonra zevcesini boşar veya zevcesi ölürde kendisi dul kalıpzina ederse recm olunur. Bazı şairler ihsanın şartlarını nazımla zikir ve beyân etmişlerdir: İhsanın şartları altıdır, sen onları fukahanın açıkladıkları nasdan anlayarak al ve zabtet: Erginlik çağında bulunmak, akıllı olmak, hür olmak, dördüncüsü bu geçen üç sıfatla muttasıf olan karıyla kocadan her birinin müslüman olması, sahih nikâhla evlenmiş olmak, bu vasıflar karıyla kocada bulunduktan sonra aralarında cinsi yakınlığın bulunmasıdır. Bu şartlardan biri bulunmazsa recm olunmazlar,
İZAH
«iyi olmasından tamamen ümit kesilirse ilh...» Yani celd yapılacak şahıs verem veya bünyesi pek zayıf olup iyi olması ümit edilmezse, biz Hanefilere göre; kendisine pek hafif bir tarzda celde cezası tatbik edilir, imam Şafiî (Rh.A.)'ye göre; yüz dallı bir hurma salkımı ile vurulur. Fakat yemin bahsinde geçtiği üzere bu yüz daldan her birinin bedenine dokunması lâzımdır.
«Gerek recm gerekse celd doğurmadan önce tatbik edilmez ilh...» Çünkü hamile kadına had icra edilmesi çocuğun telefine sebebiyet verir. Çocuk ise cinayetten beri, diğer insanlar gibi muhterem, taarruzdan masum bulunmaktadır. Fetih.
«Ancak çocuğa bakacak başka birisi bulunmazsa ilh...» Gâmidli bir kadın Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'in huzuruna gelip hamile olduğu halde zinasını ikrar edip kendisine haddin icrasını istediğinde Resûl-i Ekrem (S.A.V.): «Şimdi git doğurduktan sonra gel» buyurmuşlar. Bir zaman sonra çocuğunu doğurmuş, yine zina suçunu ikrar etmiş, bunun üzerine Resûl-i Ekrem (S.A.V.) «git de bu çocuğu sütten kesilinceye kadar emzir» diye emrettiğinde kadın onu memeden ayırdıktan sonra çocuğu elinde bir parça ekmek olduğu halde getirmiş ve: «İşte ya Nebiyallâh! Onu memeden ayırdım, yemek yemeğe de başladı» demiş. Bunun üzerine Peygamber (SAV.) çocuğu müslümanlardan birine vermiş. Sonra emir buyurarak kadın için göğsüne kadar bir çukur kazılmış. Cemaate de emir vermiş ve kadını recmetmişler. Halid b. Velid (R.A.) bir taşla gelerek basma atmış da kan Halid'in yüzüne sıçramış. Halid'de ona söğmüş. Peygamber (S.A.V.) kadına söğdüğünü işiterek: «Yavaş ol ya Halid, nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim! Bu kadın öyle bir tövbe etti ki, onu bir baççı yapsaydı mutlaka mağfiret olunurdu» buyurmuşlar. Sonra kadının ihzarını emrederek cenazesini kılmış ve kadın defnedilmiş.
Başka bir hadis-i şerifde: «Gâmidli kadın doğurdu» dediklerinde, efendimiz: «O halde onu recmedip de çocuğunu küçük olduğu halde emzirecek kimsesiz bırakamayız» buyurdu. Bunun üzerine Ensâr'dan bir zât ayağa kalkarak: «Çocuğun bakımı bana aid olsun ya Nebiyallâh» dedi, O da kadını recmettirdi.
Fetih'de zikredilmiştir ki: Bu hadis-i şerif, hamile olan kadın doğum yapınca çocuğuna bakacak bulunursa, recm yapılacağına delâlet eder. Bu hadis-i şerifler Sâhih-i Müslim'demevcuttur.
«Akıllı olmak ve erginlik cağında bulunmak ilh...» Yani zina haddinin icra edilebilmesi için zina eden kimsenin akıllı ve erginlik cağında bulunması şarttır. Çünkü sabi ile mecnunun fiilleri asla zina olmadığı için kendilerine had vurulmaz. Akıllı olmak ve erginlik cağında bulunmak ihsanın şartlarındandır. Nikâhlı akıllı ve erginlik cağında bulunan zevcesine cinsi yakınlıkta bulunduktan sonra zina eden bir erkek recmolunur. Erkeğin muhsan olması için zevcesinin akıllı ve erginlik çağında bulunması şarttır. Hatta zina eden erkeğin zevcesi akıllı ve erginlik çağında bulunmazsa, kendisine celd vurulur, muhsan olmadığı için recm olunmaz.
«Müslüman olmak ilh...» Yani recm yapılabilmesi için recmedilecek kimsenin müslüman olması şarttır. Çünkü Peygamberimiz (SAV.) bir hadis-i şeriflerinde:
«Her kim Allah'a sirk koşarsa artık muhsan değildir» buyurmuşlardır. Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'in yahudileri recm etmesi, recm âyeti inmeden önce ancak Tevrat'ın hükmüyle olmuştur. Sonra bu neshedilmiştir.
«Sahih nikâhla evlenmiş olmak ilh...» Bu ifadeyle şahitsiz nikâh gibi fasid olan nikâhlar ihsanın tarifinden çıkar. Böyle fasid nikâhla evlenen kimse muhsan olmaz, imam Ebû Yusuf (Rh.A.)'a göre; velisiz evlenen kimse de muhsan sayılmaz.
«Aralarında cinsi yakınlığın bulunmuş olması ilh...» Yani sahih nikâhla evlenmiş olan karıyla kocanın muhsan ve muhsana sayılabilmeleri için cinsi yakınlıkta bulunurlarken nikâhın sahih olması şarttır. Hatta bir kimse, zevcesinin talâkını evlenmesine talik edip daha sonra evlense, nikâhı sahih olur. Nikâhı müteakip cinsi yakınlıkta bulunsa, daha önce talâk vaki olduğu için muhsan sayılmaz.
Ben derim ki: Buna şöyle misal verilmelidir: Bir kimse icazete mevkuf olan nikâhta cinsi yakınlıkta bulunup sonra kadın veya erginlik çağında bulunmayan kızın velisi nikâh akdine icazet verse, o kimse bu cinsi yakınlıkla muhsan sayılmaz. Çünkü her ne kadar nikâh akdi sahih ise de cinsi yakınlığın vaki olduğu vakitte nikâh akdi sahih olmayıp daha sonra sahih olmuştur.
Ben derim ki: Bozan karıyla kocadan biri muhsan olup diğeri olmaz. Meselâ: Bir erkek zevcesiyle beraber bir yerde başbaşa kalıp sonra erkek zevcesine cinsi yakınlıkta bulunduğunu ikrar etse, yahut zevcesinin müslüman olduğunu ikrar edip zevcesi inkâr etse, daha sonra böyle bir erkek zina etse, ikrarıyla muhsan sayılacağı için recmolunur. Nitekim içki haddinden önce gelecektir.
«Binaenaleyh bir kimse, bir cariye ile ilh...» Keza: Hür, mükellef ve müslüman olan bir kimse kâfir yahut deli yahut erginlik çağında bulunmayan nikâhlısına cinsi yakınlıkta bulunsa) karıyla kocadan her biri muhsan sayılmaz. Ancak kâfir olan zevcesi müslüman, deli olan zevcesi iyi, küçük olan zevcesi erginlik cağına girdikten sonra tekrar cinsi yakınlık-ta bulunursa, her biri muhsan sayılır.
Keza: Zevce hür, mükellef, müslüman olduğu halde zevci çocuk yahut deli yahut kâfir olup zevcesine cinsi yakınlıkta bulunsa yine.karıyla kocadan her biri muhsan sayılmaz. Böyle bir kadın zina etse, muhsana olmadığı için recmedilmez. Kadın müslüman olup kocasının kâfir olması şöyle olabilir : Her ikisi de kâfir olup sonra kadın müslüman olur. Kaadı, kocasına İslâmiyeti arzedip o da İslâmiyetten imtina etmeden önce karısına cinsi yakınlıkta bulunur. Çünkü zevci İslâmiyetten imtina edip kaadı aralarını ayırmadıkça bunlar karı kocadır.
TENBİH: Recm cezasının icra edilmesi için zina eden erkek ile kadından her birinin muhsan olması şart değildir. Bunlardan hangisi muhsan ise onun hakkında recm, diğeri hakkında da celd cezası tatbik edilir. Meselâ: Zikredilen ihsan şartları kendisinde toplanmış bulunan bir erkek, bir kadınla zina ettiğinde erkeğe recm cezası tatbik edilir. Kadına bakılır, kadın da muhsan ise ona da recm cezası tatbik edilir. Muhsan değilse, celd cezası verilir.
« - Allah'a sığınırız- karıyla koca mürted olup sonra müslüman olsalar ilh...» Fetih'te zikredilmiştir ki: Karıyla koca beraber mürted olup yine beraber müslüman olsalar, nikâh akdinin yenilenmesi lâzım değildir. Geriye karıyla kocadan birinin mürted olma meselesi kalır.
Nehir'de «İmam Muhammed (R.A.)'den «evli olan bir kadın mürted olarak dar-ı harbe kaçtıktan sonra esir edilse kocasının ihsanı bâtıl olmaz» diye rivayet edilmiştir» diye zikredilmiştir, ihsanın bekası için nikâhın bekası şart değildir. Bundan anlaşılan mürted olarak dar-ı harbe kaçıp müslüman olarak dönen zevcenin ihsanı bâtıl olur. Bundan dolayı karıyla koca mürted olduktan sonra beraber müslüman olsalar müslüman olduktan sonra ihsan şartlan tahakkuk ettikten sonra cinsi yakınlıkta bulunsalar, ihsanları avdet eder. Bundan anlaşılır ki; mürtedlik sahih nikâhla yapılmış olan cinsi yakınlığın itibarını iptal eder. Karıyla kocanın aralarında bulunan cinsi yakınlık bâtıl olunca gerek karıyla kocadan her ikisi gerekse biri mürted olsun ihsan bâtıl olur. Fakat evli olan erkek mürted olup sonra müslüman olsa muhsan olabilmesi için karısının nikâhını yenileyip tekrar ona cinsi yakınlıkta bulunması lâzımdır. Çünkü mürtedlik önceki ihsanını iptal etmiştir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...