15 Ekim 2012

KURBAN KİTABI BİRİNCİ BÖLÜM



KURBAN KİTABI

BİRİNCİ BÖLÜM
METİN
Kurban konusunun hayvan kesimi (zebâih)nden sonra yer alması özeti genelden sonra
zikretmektir. Kurban, kurban günlerinde kesilen hayvanın adıdır. Bu da birşeye vaktinin ismini
vermektir.
Bir terim olarak kurban: hususî bir hayvanı Allah'a yaklaşmak niyetiyle hususî bir vakitte kesmektir.
Kurbanın vücub şartlan şunlardır: Müslüman olmak, mukîm olmak, fıtır sadakasını verecek kadar
zengin olmaktır. Nitekim yukarıda geç-mişti. Kurbanın vücubu için erkeklik şart değildir. O bu
yüzden kurban, kadına da vacibtir.
Kurbanın vücubunun sebebi ise, vakittir. Bu vakit de kesim günleri-dir. Bazı âlimler tarafından da,
zengin olan kimsenin başı ve ayağıdır denilmiştir. Tatarhâniye.
Rüknü ise, koyun, sığır ve deveden kesilmesi caiz olan bir hayvanı kesmektir. O zaman bir tavuk
veya horozu kurban olarak kesmek mek­ruhtur. Çünkü bu, mecusîlere benzemektir. Bezzâziye.
Kurbanın hükmü ise; dünyada vacib olan şeyin sorumluluğundan kurtulmak, âhirette de Allah'ın
fazlı ile sevaba ulaşmaktır. Bu da geçerli bir niyetle olur. Zira niyetsiz sevap olmaz. O zaman kurban
yani yukarı-da cinsleri belirtilen hayvanlardan kan akıtmak, itikaden değil gücü ye-tene amel olarak
vacibtir Burada gücü yetenden maksat yalnız yapıl-ması vacib olan kudrettir. O zaman vücubun
devam etmesi için o gücün de devamı şart değildir. Çünkü bu devamlı sayılan bir güç olup, vaktinin
geçmesiyle hükmü kalkar. Ben de bu meseleyi güçlükten kolaylığa değiştirdim. Kurbanda vakit
geçtiği halde yükümlü sayılma şu şekilde olur: Kurban yükümlüsü kendisine vacib olan hayvanın
aynını veya kıymetini bayram günlerinden sonra tasadduk eder.
Kurban kesmek, hür müslüman, şehirde, köyde veya çölde ikâmet eden kimsenin üzerine vâcibtir.
Aynî.
Öyleyse kurban bayramında vacib olan kurban, misafir olan hacının üzerine vacib değildir. Ama
Mekke ehline gelince, onlar herne kadar hac-cetseler bile, yine onların kurban kesmesi gerekir.
Bazı âlimler tarafından da, nereli olursa olsun, ihramlı olan kimseye kurban kesmek vacib de-ğildir.
Denilmiştir. Sirac.
Fitre verecek kadar zengin olan kimsenin kendi nefsi için kurban
kesmesi vâcibtir. Üstün olan görüşe göre, bu kimsenin çocuğuna kes-mesi vacib olmaz. Ama fitre
bunun aksinedir. Zengin olan kimse, çocu-ğunun da fitresini verir.
Kesmesi vacib olan kurban, ya bir koyundur, veya sığır veya deveden olan bedeninin yedide biridir.
Buna bedene denilmesi, onların vücudu-nun büyük olmasıdır. Bedeneyi beraber kesen yedi kişiden
birisinin his-sesi, yedide birden daha az olursa, hiçbirisinin kurbanı caiz olmaz. Ama ortaklar yedi
kişiden aşağı olursa, öncelikle yeterli olur.
Kurban kesmenin vacib olduğu vakit, bayramın birinci gününün şa-fağından son günün sonuna
kadardır. Kurban günleri de üç gündür. Ama en faziletli olanı birinci günüdür.
İZAH
«Özeti genelden sonra zikretmek ilh...» Sarihin bu görüşü, kurban konusunun kesim konusunun
arkasından zikredilmesinin ilgisini beyan etmektedir. Nitekim İnâye'de de şöyle denilmiştir:
«Musannif kurban ko-nusunu hayvan kesimi konusundan sonra getirmiştir. Zira kurban kesmek
özel bir kesimdir. Özel de genelden sonra zikredilir.»
Bunun açıklaması şöyledir: Genel özelin bir parçasıdır bir cüzidir. Mesela hayvan kelimesi insanın
mahiyeti olan hayvanı nakıtın bir par-parçasıdır. Cüz de her zaman tabiat itibariyle önde getirilir. O
zaman ya-zılışta da kesim kurban konusundan önce getirildi.
«Birşeye vaktinin ismini vermektir ilh...» Yani kurbana Arapça udhiye denilmesi, yine Arapçadaki
duha sebebiyledir ki bu kuşluk vakti de-mek olup kurbanın kesim vaktidir. Sen anla.
Muğrib'te şöyle denilmektedir: «Kuşluk vaktinde kesilen kurbana dahaa denilir. Aslı budur. Hatta
denilmiştir ki, teşrik günlerinin hangisinde keserse kessin, isterse günün sonunda olsun, yine ona
kurban kesmiş denir.»
«Hayvanı kesmektir ilh...» İnâye adlı eserde-de böyle denilmiştir. Dürer'de olan bu şudur: «Uhdiye
özel bir hayvanın ismidir.» İbni Kemal de şöyle demiştir:«Udhuye, kesilene denilir.» İbni Kemal'in
hamişinde de şöyle yazılıdır: «Kurban hayvanı kesmektir diyen kimse, udhiye (kurban) ile tedhiye


(kesim) arasındaki farkı bilmiyor demektir.»
«Özel bir hayvanı ilh...» Yani türü ve yaşı bakımından özel bir hay-van. T.
«Allah'a yaklaşmak niyetiyle özel bir vakitte ilh...» Yani belirlenen bir yaklaşma ki bu da hayvanı
Allah için kesmektir.
Bedâyî adlı eserde şöyle denilmektedir: «Kurban niyeti olmadan ke-silen hayvan kurban yerine
geçmez. Çünkü hayvan bazan et için, bazan yaklaşmak için kesilir. Yapılan fiil de niyetsiz
yaklaşmak olmaz. Hayvan kesme ile yaklaşmanın çeşitli cihetleri vardır: temettü haccında, kıran
haccında ve ihsar için kesilen kurbanlar gibi. O zaman kurban için kesi-len hayvan ancak kurban
niyetiyle kesilmelidir. Kalbinden niyet ettiğini de namazda olduğu gibi dil ile söylemesi şart
değildir.»
Bezzâziye'de şöyle denilmektedir: «Kurban niyetiyle alınan koyun ve-ya sığırı kurbana niyet
etmeden kesmiş olsa, alındığı zamandaki niyetle yetinerek o kurbanı caiz olur.»
Ben derim ki: Bezzâziye'de zikredilende Bedâyî'de zikredilene mu-halefet vardır. Bedâyî'de
zikredilen şudur: «Niyetin kesimle beraber ol-ması namazda olduğu gibi kurbanın şartlarındandır.
Çünkü ancak o mu-teberdir. Öyleyse, niyetin kesimle birlikte bulunması şarttır. Ancak zaru-ret hali
müstesnadır. Oruçta olduğu gibi. Zira niyetin kesime başlamakla beraber olması güçtür.
Bedâyî adlı eserde zikredilen birinci görüş, Eşbah'ın birinci kaide-sinde yer almıştır. Düşün.
«Şartları ilh...» Yani kurbanın vacib olma şartları. Musannif burada hürriyet şart olduğu, halde
hürriyeti açıkça zikretmemiştir. Çünkü hürriyet musannifin «zengin olmak» sözünden
anlaşılmaktadır. Musannif burada akıl ile buluğu da zikretmemiştir. İleride geleceği gibi onlarda
görüş ay-rılığı vardır. Bu şartların, herne kadar vaktin başlangıcında bulunmasa da vaktin sonunda
bulunması geçerlidir. Nitekim ileride gelecektir.
«Mukim olmak ilh...» Öyleyse misafirin üzerine kurban kesmek vacib değildir. Eğer misafir bir
kimse nafile olarak kurban keserse, o kestiği, kurban yerine yeterli olur. Eğer kurbanlığı satın
almadan önce yolculuğa çıkarsa, misafir üzerine kurban vacib değildir. Eğer sefere gitmeden
kur-ban için bir koyun alsa, sonra sefere gitse, Münteka'da şöyle denilmiş-tir: «O adam onu satar,
onu kurban etmez. Yani onu kesmek onun üze-rine vacib değildir.» İmam Muhammed'den de bu
şekilde rivayet edil-miştir. Meşâyihten bazıları da bunu açıklayarak şöyle demektedirler: «Eğer
kurban için koyun alan kimse aldıktan sonra sefere giderse, ba-kılır: Eğer zengin ise, onu kesmesi
vacib değildir. Eğer böyle açıklama yapılmazsa, uygun olan şudur ki, onun üzerine kurban kesmek
vacîbtir. Onun sefer! olması ile de kurban ondan düşmez. Eğer böyle zengin bir kimse kurbanlık
koyun alır da kesim vakti girdikten sonra sefere gider-se, bunun hakkında fakihler, uygun olan, yine
cevabın öyle olmasıdır demişlerdir.» T. Hindiye'den.
«Fıtır sadakası verecek olan kimsenin zengin olması ilh...» Yani iki-yüz dirhem gümüş paraya veya
oturacağı ev, giyeceği elbise, evde kul-lanacağı zarurî ev eşyaları dışında iki yüz dirhem karşılığı
eşyaya sahib olması gerekir. Bir kimsenin gelir getiren bir akarı olsa, bazı âlimler ta-rafından eğer
onun kıymeti il yüz dirhem ise, onun da kurban kesmesi lazımdır denilmiştir. Bazı âlimler tarafından
da, eğer o akarın geliri bir yıllık yiyeceğini karşılıyorsa lazam gelir denilmiştir. Bazı âlimler
tarafın-dan da bir aylık yiyeceğin, karşılaması halinde lazımdır denilmiştir. Ni-sabı fazla olduğu
zaman ona kurban lazım gelir. Bu akar isterse vakıf olsun. Bir kimse bayram günlerinde zencin
olarak nisaba ulaşsa, ona da kurban kesmek gereklidir. Dört elbisesi olan bir kimsenin bir
elbise-sinin fiyatı nisaba ulaşırsa zengin sayılır kurban keser. Ama dört de-ğil, Üç elbisesi olursa,
kesmesi vacib değildir. Zira elbisesinin birisi de-vamlı giymek için, bir diğeri de iş içindir. Üçüncü
elbisesi ise bayram-larda, toplantılarda veya ziyaretlerde giyeceği elbisedir.
Kadın aldığı peşin mehirle, eğer kocası zengin ise. zengindir, kurban kesmesi gereklidir. Ama
vadeli mehirle zengin sayılmaz. Kadın kocası ile beraber oturduğu ev kendi mülkü ise, zengindir.
Kurban kesmesi ge­reklidir.
Bir kimsenin ortağının veya mudârebede işletmecinin elinde çok malı olsa, bununla birlikte yanında
kurban kesecek kadar altın veya gümüş-ten parası olsa, veya fazla ev eşyası bulunsa kurban
kesmesi gerekir. Bu furû meselelerinin tamamı Bezzâziye ve diğer kitaplardadır.
«Sebebi ise vakittir ilh...» Yani hükmün sebebi vakittir. Hükmün üze-rine terettüb ettiği şey, aklın
onun tesirini idrak etmediği ve bir de, mü-kellefin kendi eliyle olmayan şeydir. Meselâ vaktin
namazın farz olu-şuna sebeb olduğu gibi. Bu şekildeki sebeble illet ve şart arasındaki fark bizim
sarihin Menâr şerhi üzerindeki Nesamatü'l-Ezhâr haşiyemizde zik-redilmiştir.
Nihaye'de şu zikredilmiştir: «Kurbanın vacib olmasının sebebi, kur-bandaki kudret vasfının
mümkün veya müyesser kudret olması, ne usul, ne de füru kitaplarında zikredilmemistir. Sonra,
araştırılmıştır ki, sebeb ancak vakittir. Zira, sebeb ancak hükmün ona nisbet edilmesi ve hük-mün
onunla bağlanması ile bilinir. Zira birşey! diğer birşeye izafe etmek için onun ona sebeb olması
gerekir. Öyleyse bayram günü kurbanın ke-silmesine sebeb olduğu için, kurban kesiminin vücub
sebebi de bayram günleridir. Bu vaktin tekrarlanması ite de kurbanın vücubu da tekrar eder. İşte bu
izafe burada bulunmaktadır. Cuma günü, bayram günü denildiği gibi kurban günü de denilmektedir.
Herne kadar asıl hükmün sebebi iza-fe edilmesi ise de. Öğle namazı gibi. Bazan bunun aksi de
olabilir. Cu-ma günü gibi. Vaktin kurbanın vücubuna sebeb olması da kurbanı vak-tinden önce
kesmenin mümteni olmasıdır. Yani namaz nasıl vaktinden önce kılınmazsa, kurban da vaktinden
önce kesilmez. Kurban ancak fa-kirin üzerine vacib değildir. Çünkü kurbanın vacib olmasının şartı
olan zenginlik yoktur. Herne kadar vücub sebebi olan vakit varsa da.»
İnâye ve Miraç adlı eserlerde de Nihâye'ye uyulmuştur.
«Başı ve ayağıdır denilmiştir ilh...» Bunda bir görüş vardır. Bu da ge-çen açıklamalardan
bilinmektedir. Zira geçmişte denildi ki, sebeb ancak hükmün ona nisbet edilmesiyle anlaşılır.
Nitekim biz bunu Menâr haşi-yesinde sünnet bahsinden önce açıkladık.
«Rüknü ise kesmektir ilh...» Zira birşeyin rüknü, o şeyin kendisiyle mevcut olduğudur. Kurban da
ancak kesim fiiliyle olur. O zaman kesim kurbanın rüknüdür. Nihâye.
«Tavuk veya horuzu kurban olarak kesmek mekruhtur ilh...» Yani tavuk veya horozu kurban
niyetiyle kesmek mekruhtur. Bu kehâhet de ha-rama yakındır. Nitekim illet de buna delâlet
etmektedir. T.
Tavuk veya horozu kurban niyetiyle kesen kimse eğer üzerine kurban vacib olmayan birisi ise
tahrimen mekruhtur. Yoksa emir daha açıktır.
«Allah'ın fazlı ile sevaba kavuşmaktır ilh..Allah'ın fazlı ile sevaba ulaşmak da hak ehlinin
mezhebidir. Zira Allahu Teâlâ üzerine hiçbir şey vacib değildir.
«Niyetin sıhhati ile ilh...» Yani Allah'a yaklaşma kasdının katkısız olmasıdır.
«Niyetsiz sevap olmaz ilh...» Zira amellerin sevabı ancak niyete gö-redir. Veya niyetin geçerli olması
iledir. Zira eğer amellere riya karışırsa her ne kadar vâcib düşse de o zaman sevab yoktur. Zira
sevap, kabul edilmenin fer'idir. Fiil caiz olduktan sonra da tercih edilen görüşe göre fiilin kabulü
lazım gelmez. Nitekim Menâr Şerhi'nde de böyledir.
Velvaliciye'de şöyle denilmektedir: «Birisi abdest alarak öğle namazı-nı kılsa, namazı caizdir. Fakat
kabul edildiği bilinemez. Tercih edilen gö-rüş de ancak budur. Zira Allahu Teâlâ «Allah ancak
muttakilerin ame-lini kabul eder.» (Maide: 27) buyurmuştur. Takvanın şartları büyüktür.»
Bu konunun tamamı Nesamâtü'l-Ezhâr'dadır.
«Kurban vacibtir ilh...» Burada vücubu fiile isnad etmek, ayna isnad etmekten daha uygundur.
Kurbanın vacib olması da Ebû Hânife'nin, Muhammed'in, Züfer'in, Hasan'ın ve Ebû Yûsuf'tan
yapılan iki rivayetten birisinin sözleridir.. Ebû Yûsuf'tan kurbanın sünnet olduğu da rivayet
edil-miştir. Bu da Şafiî'nin görüşüdür. İmamların delilleri uzun kitaplardadır.
«Yani kan akıtmak ilh...» Cevhere'de şöyle denilmektedir: «Kurbanın kan akıtmak olduğunun delili
şudur: Eğer kurbanda keseceği hayvanın aynısını sadaka olarak vermiş olsa, caiz değildir. Ama
kesimden sonra kurbanın etini tasadduk etmek vacib değil, müstahabtır.»
«Itikaden değil, amelden vacibtir ilh...» Bilinmelidir ki, kesin delil ile sabit olan farzdır. İmam ve
diğer dört rükün gibi. Farzın hükmü ise, ilim bakımından kesin ilmen delile sabit olması ve kalb ile
tasdiktir. Yani hak olduğuna inanmanın gerekli olması ve bedenen de yapılmasıdır. Hatta farzı inkâr
eden dinden çıkar. Özürsüz terk eden ise fâsık olur.
Vacib ise, şüpheli bir delille sabit olandır. Fitre ve kurban gibi. Bu-nun lüzumu ise yakin üzerine
ilmen değil, farz gibi amel edilmesidir.
Çünkü onun delilinden şüphe vardır. Hatta onu inkâr eden dinden çıkmaz. Tevilsiz olarak onu terk
eden ise dinden çıkar. Nitekim bu, usul kitaplarında açıklanmıştır..
Vacib, Kudurî'nin de dediği gibi, birkaç derece üzerinedir. Vaciblerin bazısı bâzılarından daha
tekidlidir. Meselâ tilâvet secdesinin vacib oluşu fitrenin vücubundan daha tekidlidir. Fitrenin
vücubu da kurbanın vücubundan daha tekidlidir.
Vaciblerin yle farklı derecelerde bulunması, delillerinin kuvvetleri itibariyledir.


Telvîh'te şu zikredilmiştir ki: «Farz kelimesini zannî delil ile sabit olan hükümlerde vacibi de kesin
delil ile sabit olan hükümlerde kullanmak yaygın ve meşhurdur. Meselâ fakihler vitir namazı farzdır
der. Bunlara amelî farz denir. Yine fakihler zekât vacibtir vb. der. Öyleyse, vacib ke­limesi ilmen ve
amelen farz olanlara da denilir. Sabah namazı gibi. Vacib kelimesi zannî delil ile sabit olanda da
kullanılır. Zannî delil ile sabit olan şey amel bakımından farz kuvvetindedir. Vitir namazı gibi. Hatta
kılma-dığı bir vitir namazını hatırlamış olsa, yatsı namazını hatırlaması gibi, sabah namazının
sıhhatine engel olur.
«Vacib kelimesi zannî delil ile sabit olmakla birlikte amelde farzdan aşağı, sünnetten yukarı olan
şey hakkında da kullanılır. Namazda fati-hanın okunması gibi. Ki bunun terki ile namaz fasit olmaz.
Sehvine sec­de gerekir.»
Bunların hepsinin araştırılmasının tamamı hiçbir kitapta mevcut değildir. Vehhâb olan Allah'ın
yardımıyla bizim Menâr üzerindeki haşiyemizde zikredilmiştir. Bunları bildikten sonra sana farz ve
vacibin her iki-sinin de herne kadar gereklilik dereceleri farklı da olsa amel edilmesi hususunda
müşterek oldukları açık olmaktadır. Nitekim vücubun dereceleri de birbirinden farklıdır.
Farz ile vacib inanmanın gerekli olup olmamasına göre birbirlerin-den ayrıdırlar. Bundan dolayı
vacibe yalnız amelden farz denilir. Buna göre, farz ile vacib birbirlerinin yerine de kullanılabilir. O
zaman sarihin itikaden değil, amelen vacibtir sözü, kesin farzdan kaçınmak içindir. Bundan dolayı
Minah'ta, «Vacibi inkâr eden dinden çıkmaz.» denilmiştir. Minâh'ın bu görüşü ifade ediyor ki,
buradaki vücubtan maksat, vitir ve benzeri gibi zanni vücuptur. Yoksa amelden ve ilmen farz olan
kesin vücub değildir. Zira bunu inkâr eden yukarıda da geçtiği gibi dinden çıkar. Ama zannı vücubu
inkâr eden bunun aksine dinden çıkmaz. Çün-kü onun sübutunda şüphe vardır. Ama zannî vacibin
meşru oluşunun as-lını inkâr eden dinden çıkar.Zira ümmet bunun üzerinde icma etmiştir. Musannif
da vitir ve nafileler konusunda açıklıkla şunu söylemektedir. Her kim ki sabah namazının sünnetini
inkâr ederse, onun küfründen kor­kulur.
Sonra ben, Kınye'de ne ile kâfir olunur babında; Halevanî'den şu-nun nakledildiğini gördüm: «Eğer
vitir namazının ve kurbanın aslını in-kâr ederse, dinden çıkar.»
Sonra da yine Kınye'de Zendestî'den şu nakledilmiştir: «Vitrin ve kurbanın farz olduğunu inkâr
etse, dinden çıkmaz.» Sonra da şöyle de-miştir: «İkisinin arasında zıtlık yoktur. Çünkü vitrin ve
kurbanın asliyeti üzerine icma edilmiştir. Farz veya vacib oluşları konusunda ise görüş ayrılığı
vardır.»
«Mümekkine bir kudretle. Mümekkine kudret de yalnız yapılması ile vacib olan kudrettir ilh...» En
açığı, sarihin burada bu kudretle vacib olan demesiydi. T.
Bunun açıklaması şöyledir: Kulun üzerine edası gereken şeyin eda-sında ona imkân veren kudret
iki türlüdür. Biri mutlak kudrettir. Ki, ku-lun yapması gereken şeyi en aşağı derecede yapabilme
kudretinin bu-lunmasıdır. Bu mutlak kudret her emrolunan şeyin edasının vücubunda şarttır. Bir de
tam kudret vardır. Bu da muktedir olduktan sonra edaya kolaylık veren kudrettir. Bunun devamı
kişiye güç gelen vacibin devamı için şarttır. Mesela çeşitli mali yükümlülüklerde durum böyledir.
Hatta zekât, öşür, haraç, bunları eda etmeye güç yettikten sonra malın helâkiyle bâtıl olurlar. Zira
kolaylaştırıcı kudret olan nema vasfı, mal helak olmakla yok olmaktadır. O zaman vacibin devamı da
yok olmaktadır. Zi-ra şartı ortadan kalkmaktadır. Ama birinci kudret bunun aksinedir. Onun bekası
vacibin bekası için şart değildir. Hatta fitre ve hac insana farz olduktan sonra malı helak olmuş
olsa, o hac insanın üzerinden düşmez. Çünkü her ikisi de mümekkine kudret için vacibtirler.
Bunlarda mümekkin kudret azığa ve bineğe kudreti olması ve nisaba malik olmasıdır. Bun-ların
ikisinde kolaylık ancak hizmetçi, binekler ve yardımcılarla olur. İkincisinde ise, çok mala mâlik
olmaktır. Bunun devamı da âlimlerin icmal ile şart değildir.
«Yalnız yapılması ile temekün eden ilh...» Yani, kudretin devamının şart olmasından arınmış fiile
imkân vermekle vacib olur. T.
«Sırf şarttır ilh...» Yani, onda illet anlamı yoktur. Şartın mutlaka var olması, şart koşulanın
gerçekleşmesi yeterlidir. T.
«Çünkü bu illet anlamına olan bir şarttır ilh...» Zira illet ancak etkili olandır. Bu şart da, vacibin
kolaylık sıfatını değiştirmesiyle tesir etti, o zaman illet anlamına gelmektedir, illet de o şeydir ki,
hükmün devamı onsuz mümkün değildir. Çünkü etkili kudret olmaksızın kolay olmaz. An-cak
kolaylık sıfatıyla meşru kılınan vacib, etkili kudret olmadan devam etmez.
«Kurbanın mümekkine kudretle vacib olmasına, günleri geçtiği tak-dirde onun aynının veya
kıymetinin sadaka edilmesinin vacib olmasıdır ilh...» İnâye'de şöyle denilmektedir: «Kurban
mümekkine kudret ile vacibtir. Buna da şu delâlet etmektedir ki, zengin bir kimse kurban
bayra-mının birinci günü kurbanlık bir koyun alsa, kesim günleri geçinceye ka-dar onu kesmese,
sonra da fakir düşse onun üzerine vacib olan kurban-lık olarak aldığı koyunun aynını tasadduk
etmektir. Fakir olması ile on-dan kurban sakıt olmaz. Eğer kurban müyessire kudretle vacib olsa idi,
zekât, öşür, haraç gibi müyessire kudretin devamı şort olurdu. Halbuki mal helak olunca zekât,
öşür ve haraç da düşer.»
İnâye'nin sözlerine şöyle itiraz edilmiştir: Kurban kesim günleri geç-tikten sonra fakir olmuştur. O
zaman da müyessire kudret kurbanda har sil olmuştur. Bundan dolayı da henüz ondan kurbanın
vücubu düşme-miştir.
Yine, Sadiye'nin haşiyelerinde de Hidâye'nin şu sözüyle İnâye'ye iti-raz edilmiştir: «Vakit geçerse
kurban da düşer.» İşte Hidâye'nin bu sözü delâlet ediyor ki, kurbanın vacib olması mümekkine
kudret ile değildir. Eğer mümekkine kudret ile olmuş olsaydı, üzerinden sakıt olmazdı. Onu kurban
etmek de üzerine vacib olurdu. Herne kadar bayram günü koyun almasa da.
yine Sadiye'nin haşiyelerinde sununla da itiraz edilmiştir: «Bayram günleri geçmezden önce
insanın malları helak olsa, üzerinden kurbanın vücubu sakıt olur. Nisabın helaki ile zekât nasıl
düşerse. Ama fitre bu-nun aksinedir ki, ramazan bayramı günü şafaktan sonra malı helak ol-sa, fitre
ondan düşmez. İşte bu da açık bir delil gibidir ki, kurbanda mu-teber olan, ancakyessire
kudrettir.»
Ben derim ki: Bu itirazlara şöyle cevap verilir; Namaz ve oruç gibi kurbanın da mukadder bir vakti
vardır. İleride geleceği gibi kurbanın vü-cubu için muteber olan da o vaktin sonudur. O zaman
kurban kesim gün­lerinin en son günü fakir bir adam zengin olsa, onun kurban kesmesi ge­rekir.
Bayramın ilk günü zengin olduğu halde son günü fakir bir adam zengin olsa, onun kurban kesmesi
gerekir. Bayramın ilk günü zengin ol-duğu halde son günü fakir olan kimse ise, ona kurban kesmek
gerekli-değildir. İsterse kesim yünlerinin evvelinde zengin olsun. Zengin bir kim-se bir kurbanlık
alsa, kesim günleri geçtikten sonra fakir düşse, o kim-se vaktin sonunda mümekkine kudret ile
değil. Eğer müyessire kudret ile vacib olmuş olsaydı, o kudretin devamı şart olurdu, fakir olduğu
takdirde de kurban ondan düşerdi. Halbuki vaki olan bunun aksinedir.
Hidâye'nin: «Vakit geçerse kurban da düşer,» sözü de kurban değil, edası yok olur anlamındadır.
Çünkü kurbanın günleri geçtikten sonra kurban kesmekle yükümlü olan kimse ya o kurbanın
aynını, yada kıy-metini tasadduk eder.
Kurban günleri geçmeden malın helak olmasıyla kurbanın düşmesi de kudretin müyessire kudret
olduğunu ifade etmez. Çünkü burada itibar vaktin sonunadır. Vaktin sonunda ise, asla hiçbir kudret
mevcut değildir. Ama zekât ve fitre bunun aksinedir. Bunların bir vakti yoktur ki, o vak-tin
geçmesiyle bunların edası da yok olsun. Zira zekât her vakitte ze-kâttır. Fitre de öyledir. Ama
kurban bunun aksinedir. Çünkü kurbanın vaktinden sonra vaki olan kurban kurbanın yerine geçen
halefidir. Zekât malın helâkiyle, edasının vacib olduğu vakitte düşer. Ama fitre düşmez. İşte
buradan-anlaşıldığına göre müyessire kudretle farzdır. İkincisi ise mümekkine kudret ile vacibtir.
Kurbanda malın helak olmasını bunların ikisinden birisine yorumlamak ise mümkün değildir. Ancak
edasının vücubundan sonra yorumlanır. Bu da kesim günlerinin son günüdür. Zira onun bildiği
gibi, belirlenmiş bir vakti vardır. O zaman kurban bayramı geçtikten sonra mal helak olduğu
takdirde biz onun aynını veya kıyme-tini tasadduk etmesi gereklidir dedik. Biliyoruz ki, o da fitre
gibi malın helâkiyle, düşmez. Öyleyse kurbanın vacîb olması mümekkine kudret ile-dir. Ama eğer
mal bayram günleri geçmeden helak olursa o zaman malın helak olması edasının vücubundan
öncedir. O zaman, kurbanın vücubunu bunlardan birisine hamletmek mümkün değildir. Sen bu
tahkikatı düşün. Kabul etmek de haktır. Başarı Allah'tandır.
Aynının ilh...» Yani eğer kurban kesmeyi adar veya fakir olduğu halde kurbanlık alır ve kurban
günlerinde kesmezse, onun aynını sadaka olarak vermesi vacibtir. Eğer zengin ise ve kurbanı
adamamış ise, o za-man kurbanın kıymetini bayram günleri geçtikten sonra tasadduk etmesi
vacibtir. Nitekim bunun açıklaması ileride gelecektir.
«Herne kadar haccetseler bile yine onların kurban kesmesi Gerekli-dir ilh...» Bedâyî'de yalnız bu
ifade üzerinde durulmuştur. Çünkü Mekke ehli hac yapsalar bile misafir değil, memleketlerinde
mukimdirler.
«İhramlı olan kimseye kurban kesmek vacib değildir denilmiştir ilh...» Yani Mekke ehlinden de olsa,
ihramlı kimsenin kurban kesmesi gerekli değildir, denilmiştir. Cevhere, Hacnedî'den.
Şurunbulâliye bu sözü misafire hamletmiştir. Bunda da acık bir gö-rüş vardır.
«Çocuğuna kesmesi değil ilh...» Yani fitre verecek kadar zengin olan kimsenin kendi şahsı, için
kurban kesmesi gerekir. Ama kendi malından çocuğuna kurban kesmesi vacib değildir. T.
«Üstün olan görüşe göre ilh...» Hâniye'de şöyle denilmektedir: «Zârirü'r-rivayette, kurban kesecek
kadar zengin olan kimsenin küçük ço-cuğuna kurban kesmesi vacib değil, müstahabtır. Ama fitre
bunun aksi-nedir. Babanın çocuğu yerine fitre vermesi vâcibtir.»
Hasan, Ebû Hanîfe'den kurban kesecek kadar zengin olan kimsenin
çocuğunun ve babası ölen torununun yerine kurban kesmesinin vacib ol-duğunu rivayet etmiştir.
Fetva zahirü'r-rivaye üzerinedir. Yani vacib de-ğildir.
Kurban kesecek kadar zengin olan kimse âkil-bâliğ olan çocukları-nın ve zevcesinin yine kurban
keserse caiz değildir. Ancak onların iz-niyle caizdir. Ebû Yûsuf'tan adamın âkil-bâliğ çocuklarının
ve karısının yerine kurban kesmesinin izinsiz olarak da caiz olduğu rivayet edilmiş-tir. Bezzâziye.
Zahîre adlı eserde şöyle denilmektedir: «Umulur ki, Ebû Yûsuf, eğer o yerde bunların yerine kurban
kesme âdeten câri ise, bu âdetin izin anlamına geleceğini kabul etmiştir. Eğer mesele bu şekil
üzerine ise, Ebû Yûsuf'un istihsan yaptığı meselenin hükmü müstahsendir.»
«Bir koyun ilh...» Yani koyunu kesmek vâcibtir. Zira yukarıda geç-tiği üzere, vacib olan ancak kan
akıtmaktır.
«Yedi kişiden birisinin ilh...» Zira bir bedene Allah'a yaklaşmak ni-yetiyle yedi kişinin yerine geçer.
Bu yedi kişinin kurbet cihetleri muhte-lif olsa bile, yine yeterlidir. Nitekim ileride gelecektir.
«Yedide birden daha az olursa, hiçbirisinin kurbanı caiz olmaz ilh...»
Buradaki caiz kelimesi ya cevaz'dan caiz olmadığı veya icaz'dan kâfi gelmediği anlamındadır. Ama
ikincisi yani yeterli olmaması kendinden sonrasına daha uygundur.
«Ortaklar yedi kişiden aşağı olursa, öncelikle yeterli olur ilh...» Mu-sannif burada bunu mutlak
zikretmiştir. O zaman, kesilen bedendeki his-seleri ister eşit olsun, ister olmasın, yine yeterli olur.
Şu kadarı var ki hisselerin yedide birden az olmaması gerekir.
Yedi kişi beş veya daha fazla sığıra ortak olarak kurban kesseler, bu ortaklıkları geçerli olur. Çünkü
ortaklardan her birisi, bir sığırın ye-dide birine sahiptir. Ama sekiz kişi yedi veya daha fazla sığıra
ortak ol-salar, geçerli değildir. Çünkü her sığır sekiz pay üzerine taksim edilir. Her birisinin payı da
yedide birden az olmuş olur. Bu fasıllarda imamlar-dan hiçbir rivayet yoktur.
Yedi kişi yedi koyuna ortak olsalar, kıyasen yedi koyun onlara ye-terli olmaz. Zira her koyun onlar
arasında yedi pay üzerinedir. İstihsanda ise, yeterlidir. İki kişinin iki koyuna ortak olmalarının
hükmü de yine böyledir.
Bunun üzerine birincisinde uygun olan, hem kıyasın, hem de istihsanın olmasıdır. Zikredilen de
kıyasın cevabıdır. Bedâyî.
«Son günün sonuna kadar ilh...» Yani herne kadar gece kesmek mekruh ise de gece de buna
dahildir. Bu ifade ediyor ki vücub vakti geniştir.
Bunda asıl kaide şudur: Böyle geniş vakitte vacib olan birşey o geniş vaktin hangi parçasında da
eda edilirse, onun vakti odur. Veya namazda olduğu gibi vaktin sonudur. Sahih olan da ancak
budur.
Bu asıl kaideden şu çıkarılır: Bir kimse kurban kesim vaktinin so-nunda vücuba ehil olursa, şöyle
ki. ya müslüman olsa. ya zengin bir köle olduğu halde azad edilse, veya fakirken zengin olsa, veya
misafir­ken mukim olsa, kurban, kesmesi gerekir. Ama vaktin sonunda mürted olsa, veya fakir olsa
veya sefere gitmiş olsa. vecibe ehil olmaz. Eğer vakit çıktıktan sonra fakir olsa, kurbana elverişli bir
koyunun kıymeti onun zimmetinde borç olur.
Zengin bir kimse kurban kesim günlerinde kurban kesmeden ölse, kurban ondan düşer. Çünkü
gerçekte kurban henüz vacib değildir.
Fakir bir kimse kurban kesse, vaktin sonunda da zengin olsa, sağ-lam görüşe göre, o kimsenin
kurbanını iade etmesi gerekir. Çünkü onun birinci kurbanının nafile olması açığa çıkmaktadır.
Bedâyî. Özetle.
Şu kadar var ki, Bezzâziye ve diğer muteber kitaplarda şöyle denilmektedir: «Müteahhirûn fakihler
demişlerdir ki, fakir olduğu halde kurban kesse, vaktin sonunda da zengin olsa, kurbanı iade
etmesi gereklî değildir.»
Biz de müteahhirun fakihlerinin sözlerini tutarız.«Kurban günleri üçtür ilh...» Teşrik günleri de üçtür. Öyleyse, her ikisi de dörtle biter. Birincisi
nahırdır, başkası değildir. Sonu da teşriktir. Başka bir şey değildir. Orta da kalan iki gün ise hem
nahır hem teşriktir. Hidâye.
Hidâye'nin bu sözleri ifade ediyor ki, birinci gecede değil, son iki gecede kurban kesmek caizdir.
Zira gece bütün vakitlerde gelecek gündüze tâbidir. Ancak kurban kesim günleri değil. Zira gece,
kurban günlerinden gecen güne tabidir. Muzmarat ve diğer eserlerde yledir.
Muzmarat ve diğer eserlerde olanda karışıklık vardır. Zira, dördüncü günün gecesi ihtilafsız olarak
kurban kesim vakti değildir. Ancak şöyle denilebilir : Kurban günleri arasındaki geceler, bir önceki
geçmiş güne tabidir. Kuhistanî.
«En faziletli olanı birinci günüdür ilh...» Sonra ikinci. sonra da üçüncü günüdür. Sirâciye'den
naklen Kuhistanî'de de olduğu gibi.
METİN
Babası, küçük çocuğunun malından onun yerine kurban keser. Bu görüşü Hidâye de doğrulamıştır.
Bazı âlimler tarafından da, baba oğlunun yerine onun malından kurban kesemez, denilmiştir. Bu
görüş de Kâfi adlı eserde doğrulanmıştır.
Kâfi'de devamla şöyle denilmiştir: «Baba küçük çocuğunun malında hiçbir tasarrufta bulunamaz.»
Kâfi'deki bu tesbiti İbni Şıhne de tercih etmiştir.
Ben derim ki: İtimad edilen de bu görüştür. Zira Mevâhibü'r-Rahmân'ın metinde bu görüş için,
«Fetvâ verilecek en sağlam görüş budur» denilmiştir.
Burhân adlı eser de bunu açıklayarak şöyle demiştir: «Zira eğer bu kurbandan maksat, malını telef
etmek ise, babanın çocuğunun malını azad gibi, etiyle sadaka vermek gibi tasarruf hakkı yoktur.
Eğer sadaka ise, çocuğun malının nafile sadakaya da ihtimali yoktur.» Burhân bu açıklamasını
Mebsut'a isnad etmiştir.
Sonra musannıf birinci görüş üzerine ayrıntı yaparak şöyle demiştir: Çocuğunun malından kurban
kesen kimse onun etinden cocuğa yedirir, onun ihtiyacı kadar da onun için saklayabilir. Geri kalan
kısmı da çocuğun aynıyla yararlanacağı ayakkabı ve elbise gibi şeylerle değişir. Ama ekmek ve
benzeri gibi istihlâk edilecek şeylerle değişmez. İbni Kemâl. Dede ve vasi de baba gibidir.
Kurban için alınan bir bedeneye altı kişinin ortak olmaları geçerlidir. Eğer satın alma vaktinde
ortaklığa niyet ederse istihsanen sahihtir. Eğer niyet etmezse, sahih değildir. Bu ortaklık
alınmazdan önce daha güzeldir. Et de parça parça tahmin ile değil, tartı ile taksim edilir. Ancak
ayaklarından veya derisinden bazı şeyleri ete eklerlerse, o zaman cin-sinin aksine olduğundan.
tahrimen taksim etmeleri caiz olur.
Eğer kurban şehirde kesiliyorsa, onun vaktinin başlangıcı (evveli) namazdan sonradır. Yanî bayram
namazı kılındıktan sonra. Velev ki, hutbeden önce olsun. Şu kadar var ki, hutbeden sonra kesilmesi
daha güzeldir.
Herhangi bir özürden dolayı bayram namazını kılmazlarsa, onlar için kesim vakti namaz vakti
geçtikten sonra başlar. İkinci günü veya ondan sonraki günler bayram namazı kılınmazdan önce de
kesilmesi caizdir. Çünkü ikinci günde kılınan bayram namazı edâ değil kazadır. Zeylâi ve diğerleri.
Kurban şehir dışında kesiliyorsa, o zaman kesimin vakti, birinci gün şafağın doğumundan sonradır.
Sonu da üçüncü günün güneşin batımından hemen öncesidir. İmam Şâfiî dördüncü gün kurban
kesmeyi de caiz görmüştür.
Burada muteber olan kurbanı kesecek kimsenin yeri değil, kurban edilecek hayvanın bulunduğu
yerdir. Öyleyse, şehirli bir kimse acele kurban kesmek isterse onun hilesi şudur: Kurbanı şehir
dışına çıkarır ve şafak attığı zaman onu orada keser. Müctebâ.
Fakir ve zengin için, doğum ve ölüm olayları için muteber olan vakit ise, vaktin sonudur. Öyleyse
adam kesimin ilk günlerinde zengin olduğu halde vaktin sonunda fakir düşse, kurban onun üzerine
vacib değildir. Kurban kesim günlerinden son gün bir çocuk doğmuş olsa, onun üzerine kurban
kesmek vacibtir. Eğer kurbanın son gününde, kurban kesmeden ölürse, onun üzerine kurban vacib
değildir.
Bayram namazını kıldıran imamın namazı abdestsiz kıldırdığı anlaşılsa, fasit namazdan sonra
kesilen kurbanlar iade olunmaz, yalnız namaz iade olunur. Zira âlimlerden bazıları, bayram namazı
fesada giderse onu yalnız imam iade eder demişlerdir. O zaman, bu iade de ictihada mahal vardır.
Zeylaî.


Mücteba adlı eserde şöyle denilmektedir: «Bayram namazı da ancak cemaat dağılmadan iâde edilir.
Dağıldıktan sonra değil. »
Bezzâziye'de de şöyle denilir: «Bir şehirde olan fitneden dolayı bayram namazı kılınmasa, şafağın
doğumundan sonra da kurban kesseler, tercih edilen görüşe göre caizdir.»
Şu kadar var ki Yenabî'de şöyle denilmiştir: «İmam kasten bayram namazını terkederse, güneş
zeval yerini geçinceye kadar kurban kesmek caiz değildi
Bazı âlimler tarafından da bayram namazı kasten terkedilirse, birinci gün, zevalden önce kurban
kesmek caiz değildir, denilmiştir. Ama diğer günlerde zevalden önce kesmek caizdir.
Ben derim ki: Yukarıda zikrettiğimiz gibi, bu görüş Zeylaî ve diğer kitapların tercih ettikleri görüştür.
Mevâhib'de de bu teyit edilmiştir. Meselâ, imamın yanında: «bugün bayram günüdür» diye şehâdet
edilse, onlar da bayram namazını kılıp kurbanlarını kesseler, sonra da o günün arefe olduğu ortaya
çıksa, o namazları da, kurbanları da yeterli olur. Zira bu gibi hatalardan korunmak güctür. O zaman
müslümanların ibadetlerinin korunması için cevazına hükmedilir. Zeylaî.
Gece kurban kesmek tenzihen mekruhtur. Çünkü yanılma ihtimali vardır.
Kurban kesmesi farz olan bir kimse, kurban kesmez, günleri de geçerse, eğer muayyen bir hayvanı
adamışsa, onu canlı olarak sadaka verir. İsterse fakir olsun. Eğer keserse, onun etini tasadduk
eder. Eğer noksan olursa, onun noksanlığının kıymeti kadar, sadaka verir. Adayan kimse, adadığı
kurbanın etinden yiyemez. Eğer ondan yerse, yediği kadarın kıymetini tasadduk eder.
Bir fakir kurban için aldığı hayvanı günleri geçtiği halde kesmezse onu canlı olarak tasadduk eder.
Çünkü atışı ile o kurban ona vacib olmaktadır. Aldığı hayvanı satması da câiz değildir.
Aldığı hayvanı kurban günlerinde kesmeyen zengin ise, onun kıymetini tasadduk eder. İsterse o
hayvanı kurban için alsın, ister kurban için almasın. Çünkü kurbanın kendisi zenginin zimmetine
taalluk eder Burada kıymetten murad da kurbana kâfi gelecek bir koyunun kıymetidir.
METİN
«Babası, küçük çocuğunun malından onun yerine kurban keser ilh..» Akıl hostası da çocuk gibidir.
Bedâyî adlı eserde şöyle denilmektedir: «Akıl ile büluğ İmameynin görüşüne göre kurbanın vacib
olma şartlarından değillerdir. İmam Muhammed'e göre ise, büluğ ile akıl kurbanın vücub
şartlarındandır. Akıl hastası ile çocuk zengin dahi olsalar, babalarının onlar için kurban kesmesi
vacib değildir. Baba ile vasi İmameyne göre akıl hastasının veya çocuğun malından kurban
kesseler, kestikleri kurbana zamin değildirler. İmam Muhammed'e göre Ise, baba veya vasi akıl
hastası veya ço-cuk için onlann malından kurban keserse, ona zamin olur. Bazen akıl hastası,
bazen akıllı olana gelince, onun haline itibar edilir. Eğer kesim günlerinde akıl hastası ise, geçen
ihtilaf üzerinedir. Eğer akıllı ise, imamlar arasında ihtilafsız olarak ona kurban vacibtir.»
Ben derim ki: Şu muhakkak ki, Hâniye'de şöyle denilmektedir: «Bazan akıl hastası, bazen akıllı olan
kimse sağlam kimse gibidir.»
Ancak şu kadar var ki, o delilik veya akıllılık kurban kesimlerindeki delilik veya akıllılığa hamledilir.
«Hidâye'de doğrulamıştır ilh...» Zira Hidâye sahibi şöyle demiştir: «En sağlamı, babanın çocuğun
malından çocuğa kurban kesmesidir.» O zaman İbni Şıhne'nin «Hidâye'de hiçbir şey tesbih
edilmemiştir.» sözünde bir görüş vardır. Belki Hidâye sahibinin ifadesinin tarzı kurbanın çocuk
üzerine vacib olmamasının tercihidir. Umulur ki, İbni Şıhne'nin nüshasında «en sağlam» görüş
düşmüştür.
«İtimad edilen de bu görüştür ilh...» Mülteka'da da görüş tercih edilmiştir. Zira Mülteka sahibi bu
görüşü zikretmiş, Hidâye'nin tashih ettiği görüşü de «kıyle» ile ifade etmiştir. Tarsusî de
Mülteka'nın tercihini şununla tercih etmiştir: «Fıkıh kaideleri Mülteka'nın tercihine şehâdet eder.
Zira kurban ibâdettir. Hem de kurbanın çocuğa vacib olma hükmü çocuğun malından zekât
vermenin vacib olduğuna hükmedilmesinden daha uygundur.»
«Ayyla yaralanacağı ilh...» Bu ifadenin açık anlamı çocuğa kesilen kurbanın satılarak onun parası
ile ayakkabı ve elbise gibi şeyler almanın caiz olmadığını ifade etmektedir. T.
Bizim Bedâyî adlı eserden naklen zikredeceğimizi de ifade etmektedir.
«Kurban için alınan bir bedeneye ilh...» Yani kendi nefsine kurban etmek üzere aldığı bir bedeneye
başka altı kişiyi ortak etmesi geçerlidir. Hidâye ve diğer kitaplar. Hidâye'nin bu görüşü zengine
yorumlanır. Çünkü zenginin almış olduğu bedene, kesim için muayyen değildir. Bununla birlikte


yine başkalarını ona ortak etmesinde kerahet vardır. Zira aldıktan sonra başkalarını ortak
etmesinde vaadine muhalefet vardır. Hem de fakihler, eğer zengin bir kimse bir bedeneyi kurban
için alır sonra da başkalarını ortak ederse bunun İmam Muhammed zikretmemişse de uygun olan
hisselerin fiyatlarını tasadduk etmesidir, demişlerdir.
Fakire gelince, fakir bir kimse kurban için bir bedene alsa, başkasını ona ortak etmesi caiz değildir.
Zira fakir onu kurban için almakla onu kendisine gerekli kılmıştır. Öyleyse, fakirin kurban için almış
olduğu bedene kurban için taayyün etmiştir, başkasını ortak edemez. Bedâyî ve Gâyetü'l-Beyân.
Şu kadar var ki, Hâniye'de bu konuda zengin ile fakir eşit sayılmış, sonra da bazı âlimlerden ayrıntı
nakledilmiştir. Düşünülsün.
«Eğer satın alma vaktinde ortaklığa niyet ederse istihsânen sahihtir. Eğer niyet etmezse sahih
değildir ilh...» Bazı nüshalarda ifade böyledir. Ama vacib olan burada istihsan kelimesinin
düşürülmesidir. Nitekim kitabın bazı nüshalarında da yledir. Zira istihsanî meselenin konusu
şudur ki, adam bedeneyi kendisi için kurban kesmek üzere satın alır, sonra altı kişiyi ortak ederse,
istihsanen sahihtir. Nitekim Hidâye, Hâniye ve diğer kitaplarda dayledir. İşte bundan ötürü
musannıf «istihsânen» sözünden sonra bu ortaklık alıştan önce olursa daha güzel olur demiştir.
Hidâye'de şöyle denilmektedir: «En güzeli, almadan önce ortak olmalarıdır ki, ihtilâftan daha uzak
ve şekil bakımından da olsa kurbetten dönmekten daha uzak olur.»
Hâniye'de de; «Aldığı zaman ortaklığa niyet etmese, sonra başkasını ortak etse, Ebû Hânife bunu
mekruh görmüştür.» denilmiştir.
Ben derim ki: Hac bahsinin hedy babında Fethü'l-Kadir'den naklen ki Fethü'l-Kadir de bunları Asl ve
Mebsut'a isnad etmiştir, şu ifadeyi zikretmiştik: «Bir kimse temettu haccının kurbanı için bir bedene
alsa onu kendi nefsi için kesmeyi gerekli kıldıktan sonra altı kişiyi ortak etse, bunu yapamaz.
Çünkü o adam onu alışıyla kendi nefsine gerekli kıldığı için o bedenin onun tarafından bütün olarak
kesilmesi vacib olmuştur. Bazısı şer'in icabı ile, bazı da kendi nefsinin icabıyla üzerine vacib
olmuçtur. Eğer bunu yaparsa, onun almış olduğu semeni tasadduk etmesi gerekir. Ama eğer
alışında başka altı kişiyi ortak etmeyi niyet edeyse, o bedene hepsine yeterli olur. Çünkü alışla o
kimse bedenenin hepsini kendisine gerekli kılmamıştır. Eğer alış sırasında başkalarını ortak niyeti
yoksa, fakat kendi nefsine de gerek kılmamışsa, o zaman caizdir.»
Efdal olan, ortaklığın başlangıçta sabit olması için ya birlikte olmaları veya diğerlerinin emri ile
birisinin almasıdır.
Umulur ki, bu nakil fakirin üzerine veya adak yapana hamledilir. Veya temettu için kesilen kurbanla,
kurban bayramında kesilen kurban birbirinden ayrılmalıdır.
«Et de taksim edilir ilh...» Bu taksimin gerekli olup olmadığı belli değildir. Hatta bir kimse
kendisine, karısına ve baliğ olan çocuklarına bir bedene alarak kesse, taksim de etmese, onların
hepsine yeterli olur mu olmaz mı? Açık olan odur ki, bu taksim şart değildir. Çünkü kurbandan
maksat kan akıtmaktır. Burada da kan akmıştır.
Fetâvâ-yı Hülâsa ve Feyz'de şöyte denilmektedir: «Taksim ortakların iradesine bağlıdır. Bu da
geçeni teyid etmektedir. Ancak şu kadar var ki, onlardan birisi fakir, diğeri zengin ise, fakirin
hissesini alıp tasadduk etmesi için muayyendir.» T.
Bunun özeti şudur: Burada maksat, kesim yapılırsa, taksimin şartını beyan etmektir. Yoksa
taksimin şart olması değil. Şu kadar var ki yukarıdaki meselede fakiri istisna etmesinde bir görüş
vardır. Zira fakirin hissesini tasadduk etmesi gerekli değildir. Nitekim ileride gelecektir. Ama
adayan kimsenin hissesini tasadduk etmesi kesindir. Anla.
«Tahmin ile değil ilh...» Zira taksimde mübâdele anlamı vardır. Her ne kadar birbirlerine helâl bile
etmiş olsalar, yine caiz değildir.
Bedâyî adlı eserde şöyle denilmektedir: «Kurban etinin tahminen kesim edilmesinin caiz
olmamasına gelince, zira onda temlik anlamı vardır. Et de riba cereyan eden mallardandır. O zaman
onu tahminen, temlik etmek caiz değildir. Ama etin taksiminden sonra birbirlerine helâl etseler bile
yine caiz olmamasına gelince, zira riba helâl etmekle de helâl olmaz. Hem de etin taksiminde hibe
anlamı vardır. Kısmeti kabul eden birşeyin bir kısmını müşaen hibe etmek de geçerli değildir. »
Bununla açığa çıkmaktadır ki burada caiz olmamanın anlamı doğru değildir ve helâl değildir. Çünkü
burada mübadele fasittir. Ancak burada Şurunbulâliye'nin sözünü ettiğine hilâf vardır.
Şurunbulâliye'nin sözünü ettiği şudur. «Buradaki câiz olmamaktan maksat, tahminen taksim etmek
geçerli değildir, ama taksim edilirse, bu haram da değildir.»

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...