KURBAN KİTABI
BİRİNCİ BÖLÜM
METİN
Kurban
konusunun hayvan kesimi (zebâih)nden sonra yer alması özeti
genelden sonra
zikretmektir.
Kurban, kurban günlerinde kesilen hayvanın adıdır. Bu da birşeye vaktinin ismini
vermektir.
Bir
terim olarak kurban: hususî bir hayvanı Allah'a yaklaşmak niyetiyle hususî bir vakitte kesmektir.
Kurbanın
vücub şartlan şunlardır: Müslüman
olmak, mukîm olmak, fıtır sadakasını verecek kadar
zengin
olmaktır. Nitekim yukarıda geç-mişti. Kurbanın vücubu için erkeklik şart değildir. O bu
yüzden
kurban, kadına da
vacibtir.
Kurbanın
vücubunun sebebi ise, vakittir. Bu vakit de kesim günleri-dir. Bazı âlimler tarafından da,
zengin
olan kimsenin başı ve ayağıdır
denilmiştir. Tatarhâniye.
Rüknü
ise, koyun, sığır ve deveden kesilmesi caiz olan bir hayvanı kesmektir. O zaman bir tavuk
veya horozu kurban olarak kesmek mekruhtur. Çünkü bu, mecusîlere benzemektir. Bezzâziye.
Kurbanın
hükmü ise; dünyada vacib olan şeyin sorumluluğundan
kurtulmak, âhirette de Allah'ın
fazlı
ile sevaba ulaşmaktır. Bu da geçerli bir niyetle olur. Zira niyetsiz
sevap olmaz. O zaman kurban
yani
yukarı-da cinsleri belirtilen
hayvanlardan kan akıtmak, itikaden değil gücü ye-tene amel olarak
vacibtir
Burada gücü yetenden maksat yalnız yapıl-ması vacib olan kudrettir. O
zaman vücubun
devam
etmesi için o gücün de devamı şart
değildir. Çünkü bu devamlı sayılan bir güç olup, vaktinin
geçmesiyle
hükmü kalkar. Ben de bu meseleyi güçlükten kolaylığa değiştirdim.
Kurbanda vakit
geçtiği
halde yükümlü sayılma şu şekilde olur: Kurban yükümlüsü kendisine vacib olan hayvanın
aynını veya kıymetini bayram günlerinden sonra tasadduk eder.
Kurban
kesmek, hür müslüman, şehirde, köyde veya çölde ikâmet eden kimsenin üzerine vâcibtir.
Aynî.
Öyleyse kurban bayramında vacib olan kurban, misafir olan hacının üzerine vacib değildir. Ama
Mekke
ehline gelince, onlar herne kadar hac-cetseler bile, yine onların kurban kesmesi gerekir.
Bazı
âlimler tarafından da, nereli olursa olsun, ihramlı olan kimseye kurban kesmek vacib de-ğildir.
Denilmiştir.
Sirac.
Fitre
verecek kadar zengin olan kimsenin kendi nefsi için kurban
kesmesi vâcibtir. Üstün olan görüşe göre, bu
kimsenin çocuğuna kes-mesi vacib olmaz. Ama fitre
bunun
aksinedir. Zengin olan kimse, çocu-ğunun da fitresini
verir.
Kesmesi
vacib olan kurban, ya bir koyundur, veya sığır veya deveden olan bedeninin yedide biridir.
Buna
bedene denilmesi, onların vücudu-nun
büyük olmasıdır. Bedeneyi beraber kesen yedi kişiden
birisinin
his-sesi, yedide birden daha az
olursa, hiçbirisinin kurbanı caiz olmaz. Ama ortaklar yedi
kişiden
aşağı olursa, öncelikle yeterli
olur.
Kurban
kesmenin vacib olduğu vakit, bayramın birinci gününün şa-fağından son günün
sonuna
kadardır.
Kurban günleri de üç gündür. Ama en
faziletli olanı birinci
günüdür.
İZAH
«Özeti
genelden sonra zikretmek ilh...» Sarihin bu görüşü, kurban konusunun kesim konusunun
arkasından zikredilmesinin ilgisini beyan etmektedir. Nitekim İnâye'de de şöyle denilmiştir:
«Musannif
kurban ko-nusunu hayvan kesimi konusundan sonra getirmiştir. Zira kurban kesmek
özel
bir kesimdir. Özel de genelden sonra zikredilir.»
Bunun
açıklaması şöyledir: Genel özelin
bir parçasıdır bir cüzidir. Mesela hayvan kelimesi insanın
mahiyeti
olan hayvanı nakıtın bir
par-parçasıdır. Cüz de her zaman tabiat itibariyle önde getirilir. O
zaman
ya-zılışta da kesim kurban konusundan
önce getirildi.
«Birşeye
vaktinin ismini vermektir ilh...» Yani kurbana Arapça udhiye denilmesi, yine Arapçadaki
duha
sebebiyledir ki bu kuşluk vakti
de-mek olup kurbanın kesim vaktidir.
Sen anla.
Muğrib'te
şöyle denilmektedir: «Kuşluk vaktinde kesilen kurbana dahaa denilir. Aslı budur. Hatta
denilmiştir
ki, teşrik günlerinin hangisinde keserse kessin, isterse günün sonunda olsun, yine ona
kurban
kesmiş denir.»
«Hayvanı kesmektir ilh...» İnâye adlı eserde-de böyle denilmiştir. Dürer'de
olan bu şudur: «Uhdiye
özel
bir hayvanın ismidir.» İbni Kemal de şöyle demiştir:«Udhuye, kesilene denilir.» İbni Kemal'in
hamişinde
de şöyle yazılıdır: «Kurban hayvanı kesmektir diyen kimse, udhiye (kurban) ile tedhiye
(kesim)
arasındaki farkı bilmiyor demektir.»
«Özel
bir hayvanı ilh...» Yani türü ve yaşı bakımından özel bir hay-van. T.
«Allah'a yaklaşmak niyetiyle özel bir vakitte ilh...» Yani belirlenen bir yaklaşma ki bu da hayvanı
Allah
için kesmektir.
Bedâyî adlı eserde şöyle denilmektedir: «Kurban niyeti olmadan ke-silen hayvan kurban yerine
geçmez.
Çünkü hayvan bazan et için, bazan yaklaşmak için kesilir. Yapılan fiil de niyetsiz
yaklaşmak olmaz. Hayvan kesme ile yaklaşmanın çeşitli cihetleri vardır: temettü haccında, kıran
haccında
ve ihsar için kesilen kurbanlar gibi. O zaman kurban için kesi-len hayvan ancak kurban
niyetiyle kesilmelidir. Kalbinden niyet ettiğini de namazda olduğu gibi dil ile söylemesi şart
değildir.»
Bezzâziye'de
şöyle denilmektedir: «Kurban niyetiyle alınan koyun ve-ya sığırı kurbana niyet
etmeden
kesmiş olsa, alındığı zamandaki niyetle yetinerek o kurbanı caiz olur.»
Ben
derim ki: Bezzâziye'de zikredilende
Bedâyî'de zikredilene mu-halefet vardır. Bedâyî'de
zikredilen
şudur: «Niyetin kesimle beraber ol-ması namazda olduğu gibi kurbanın şartlarındandır.
Çünkü
ancak o mu-teberdir. Öyleyse, niyetin kesimle birlikte bulunması şarttır. Ancak zaru-ret hali
müstesnadır.
Oruçta olduğu gibi. Zira niyetin
kesime başlamakla beraber olması güçtür.
Bedâyî adlı eserde zikredilen birinci görüş, Eşbah'ın birinci kaide-sinde yer almıştır. Düşün.
«Şartları
ilh...» Yani kurbanın vacib olma şartları. Musannif burada hürriyet şart olduğu,
halde
hürriyeti açıkça zikretmemiştir. Çünkü hürriyet musannifin «zengin
olmak» sözünden
anlaşılmaktadır. Musannif burada akıl ile buluğu da zikretmemiştir. İleride geleceği gibi onlarda
görüş
ay-rılığı vardır. Bu şartların, herne kadar vaktin başlangıcında bulunmasa da vaktin sonunda
bulunması
geçerlidir. Nitekim ileride gelecektir.
«Mukim
olmak ilh...» Öyleyse misafirin üzerine kurban kesmek vacib değildir. Eğer misafir bir
kimse
nafile olarak kurban keserse, o kestiği, kurban yerine yeterli olur. Eğer kurbanlığı satın
almadan
önce yolculuğa çıkarsa, misafir üzerine kurban vacib değildir. Eğer sefere gitmeden
kur-ban
için bir koyun alsa, sonra sefere gitse, Münteka'da şöyle denilmiş-tir: «O adam onu satar,
onu
kurban etmez. Yani onu kesmek onun
üze-rine vacib değildir.» İmam
Muhammed'den de bu
şekilde
rivayet edil-miştir. Meşâyihten bazıları da bunu açıklayarak şöyle
demektedirler: «Eğer
kurban
için koyun alan kimse aldıktan
sonra sefere giderse, ba-kılır: Eğer zengin ise, onu kesmesi
vacib
değildir. Eğer böyle açıklama yapılmazsa, uygun olan şudur ki, onun üzerine kurban kesmek
vacîbtir.
Onun sefer! olması ile de kurban
ondan düşmez. Eğer böyle zengin bir
kimse kurbanlık
koyun alır da kesim vakti girdikten sonra sefere gider-se, bunun hakkında fakihler, uygun olan, yine
cevabın
öyle olmasıdır demişlerdir.» T. Hindiye'den.
«Fıtır
sadakası verecek olan kimsenin zengin olması ilh...» Yani iki-yüz dirhem gümüş paraya veya
oturacağı
ev, giyeceği elbise, evde kul-lanacağı zarurî ev eşyaları dışında iki yüz
dirhem karşılığı
eşyaya sahib olması gerekir. Bir kimsenin gelir getiren bir akarı olsa, bazı âlimler ta-rafından eğer
onun
kıymeti il yüz dirhem ise, onun da
kurban kesmesi lazımdır denilmiştir. Bazı âlimler tarafından
da,
eğer o akarın geliri bir yıllık yiyeceğini karşılıyorsa lazam gelir denilmiştir. Bazı âlimler
tarafın-dan
da bir aylık yiyeceğin, karşılaması halinde lazımdır denilmiştir. Ni-sabı fazla olduğu
zaman
ona kurban lazım gelir. Bu akar isterse vakıf olsun. Bir kimse bayram günlerinde zencin
olarak
nisaba ulaşsa, ona da kurban kesmek gereklidir. Dört elbisesi olan bir kimsenin bir
elbise-sinin
fiyatı nisaba ulaşırsa zengin sayılır kurban keser. Ama dört de-ğil, Üç elbisesi olursa,
kesmesi vacib değildir. Zira elbisesinin birisi de-vamlı giymek için, bir diğeri de iş içindir. Üçüncü
elbisesi ise bayram-larda, toplantılarda veya
ziyaretlerde giyeceği elbisedir.
Kadın
aldığı peşin mehirle, eğer kocası zengin ise. zengindir, kurban kesmesi gereklidir. Ama
vadeli
mehirle zengin sayılmaz. Kadın kocası ile beraber oturduğu ev kendi mülkü ise, zengindir.
Kurban
kesmesi
gereklidir.
Bir
kimsenin ortağının veya mudârebede işletmecinin elinde çok malı olsa, bununla birlikte yanında
kurban
kesecek kadar altın veya gümüş-ten parası olsa, veya fazla ev eşyası bulunsa kurban
kesmesi gerekir. Bu furû meselelerinin tamamı Bezzâziye ve diğer kitaplardadır.
«Sebebi
ise vakittir ilh...» Yani hükmün
sebebi vakittir. Hükmün üze-rine
terettüb ettiği şey, aklın
onun
tesirini idrak etmediği ve bir de,
mü-kellefin kendi eliyle olmayan
şeydir. Meselâ vaktin
namazın
farz olu-şuna sebeb olduğu gibi. Bu
şekildeki sebeble illet ve şart arasındaki fark bizim
sarihin
Menâr şerhi üzerindeki Nesamatü'l-Ezhâr haşiyemizde
zik-redilmiştir.
Nihaye'de şu zikredilmiştir: «Kurbanın vacib olmasının sebebi, kur-bandaki kudret vasfının
mümkün
veya müyesser kudret olması, ne usul, ne de füru kitaplarında zikredilmemistir. Sonra,
araştırılmıştır ki, sebeb ancak vakittir. Zira, sebeb ancak hükmün ona nisbet edilmesi ve hük-mün
onunla
bağlanması ile bilinir. Zira birşey! diğer birşeye izafe etmek için onun ona sebeb olması
gerekir.
Öyleyse bayram günü kurbanın
ke-silmesine sebeb olduğu için, kurban kesiminin vücub
sebebi
de bayram günleridir. Bu vaktin tekrarlanması ite de kurbanın vücubu da tekrar eder. İşte bu
izafe
burada bulunmaktadır. Cuma günü,
bayram günü denildiği gibi kurban günü de denilmektedir.
Herne
kadar asıl hükmün sebebi iza-fe edilmesi ise de. Öğle namazı gibi. Bazan bunun aksi de
olabilir.
Cu-ma günü gibi. Vaktin kurbanın
vücubuna sebeb olması da kurbanı vak-tinden önce
kesmenin
mümteni olmasıdır. Yani namaz nasıl vaktinden önce kılınmazsa, kurban da vaktinden
önce
kesilmez. Kurban ancak fa-kirin üzerine vacib değildir. Çünkü kurbanın vacib
olmasının şartı
olan
zenginlik yoktur. Herne kadar vücub sebebi olan vakit varsa da.»
İnâye ve Miraç adlı eserlerde de Nihâye'ye uyulmuştur.
«Başı
ve ayağıdır denilmiştir ilh...» Bunda
bir görüş vardır. Bu da ge-çen açıklamalardan
bilinmektedir.
Zira geçmişte denildi ki, sebeb ancak hükmün ona nisbet edilmesiyle anlaşılır.
Nitekim
biz bunu Menâr haşi-yesinde sünnet bahsinden önce açıkladık.
«Rüknü
ise kesmektir ilh...» Zira birşeyin rüknü, o şeyin kendisiyle mevcut
olduğudur. Kurban da
ancak
kesim fiiliyle olur. O zaman kesim kurbanın rüknüdür. Nihâye.
«Tavuk
veya horuzu kurban olarak kesmek mekruhtur ilh...» Yani tavuk veya horozu kurban
niyetiyle kesmek mekruhtur. Bu kehâhet de ha-rama yakındır. Nitekim illet de buna delâlet
etmektedir.
T.
Tavuk
veya horozu kurban niyetiyle kesen kimse eğer üzerine kurban vacib olmayan birisi ise
tahrimen
mekruhtur. Yoksa emir daha açıktır.
«Allah'ın fazlı ile sevaba kavuşmaktır ilh...» Allah'ın fazlı ile sevaba ulaşmak da hak ehlinin
mezhebidir.
Zira Allahu Teâlâ üzerine hiçbir şey vacib değildir.
«Niyetin sıhhati ile ilh...» Yani Allah'a yaklaşma kasdının katkısız olmasıdır.
«Niyetsiz sevap olmaz ilh...» Zira amellerin sevabı ancak niyete gö-redir. Veya niyetin geçerli olması
iledir.
Zira eğer amellere riya karışırsa her ne kadar vâcib düşse de o zaman sevab yoktur. Zira
sevap,
kabul edilmenin fer'idir. Fiil caiz olduktan sonra da tercih edilen görüşe göre fiilin kabulü
lazım
gelmez. Nitekim Menâr Şerhi'nde de
böyledir.
Velvaliciye'de
şöyle denilmektedir: «Birisi abdest alarak öğle namazı-nı kılsa, namazı caizdir. Fakat
kabul
edildiği bilinemez. Tercih edilen gö-rüş de ancak budur. Zira Allahu Teâlâ «Allah ancak
muttakilerin
ame-lini kabul eder.» (Maide: 27) buyurmuştur. Takvanın şartları
büyüktür.»
Bu
konunun tamamı Nesamâtü'l-Ezhâr'dadır.
«Kurban
vacibtir ilh...» Burada vücubu fiile
isnad etmek, ayna isnad etmekten daha uygundur.
Kurbanın
vacib olması da Ebû Hânife'nin,
Muhammed'in, Züfer'in, Hasan'ın ve
Ebû Yûsuf'tan
yapılan
iki rivayetten birisinin sözleridir.. Ebû Yûsuf'tan kurbanın sünnet olduğu da rivayet
edil-miştir.
Bu da Şafiî'nin görüşüdür. İmamların delilleri uzun kitaplardadır.
«Yani
kan akıtmak ilh...» Cevhere'de şöyle denilmektedir:
«Kurbanın kan akıtmak olduğunun delili
şudur:
Eğer kurbanda keseceği hayvanın aynısını sadaka olarak vermiş olsa, caiz değildir. Ama
kesimden
sonra kurbanın etini tasadduk etmek vacib değil, müstahabtır.»
«Itikaden
değil, amelden vacibtir ilh...» Bilinmelidir ki, kesin delil ile sabit olan farzdır. İmam ve
diğer
dört rükün gibi. Farzın hükmü ise,
ilim bakımından kesin ilmen delile sabit olması ve kalb ile
tasdiktir.
Yani hak olduğuna inanmanın gerekli olması ve bedenen de yapılmasıdır. Hatta farzı
inkâr
eden
dinden çıkar. Özürsüz terk eden ise fâsık olur.
Vacib
ise, şüpheli bir delille sabit olandır. Fitre ve kurban gibi. Bu-nun
lüzumu ise yakin üzerine
ilmen
değil, farz gibi amel edilmesidir.
Çünkü
onun delilinden şüphe vardır. Hatta onu inkâr eden dinden çıkmaz. Tevilsiz olarak onu terk
eden
ise dinden çıkar. Nitekim bu, usul kitaplarında açıklanmıştır..
Vacib,
Kudurî'nin de dediği gibi, birkaç derece üzerinedir. Vaciblerin bazısı bâzılarından daha
tekidlidir.
Meselâ tilâvet secdesinin vacib oluşu fitrenin vücubundan daha
tekidlidir. Fitrenin
vücubu
da kurbanın vücubundan daha tekidlidir.
Vaciblerin böyle farklı derecelerde bulunması, delillerinin kuvvetleri itibariyledir.
Telvîh'te
şu zikredilmiştir ki: «Farz kelimesini zannî delil ile sabit olan hükümlerde vacibi de kesin
delil
ile sabit olan hükümlerde kullanmak yaygın ve meşhurdur. Meselâ fakihler vitir namazı farzdır
der.
Bunlara amelî farz denir. Yine fakihler zekât vacibtir vb. der. Öyleyse, vacib kelimesi ilmen ve
amelen
farz olanlara da denilir. Sabah namazı gibi. Vacib kelimesi zannî delil ile sabit olanda da
kullanılır.
Zannî delil ile sabit olan şey amel bakımından farz kuvvetindedir. Vitir namazı
gibi. Hatta
kılma-dığı
bir vitir namazını hatırlamış
olsa, yatsı namazını hatırlaması gibi, sabah namazının
sıhhatine
engel olur.
«Vacib
kelimesi zannî delil ile sabit olmakla birlikte amelde farzdan aşağı, sünnetten yukarı olan
şey
hakkında da kullanılır. Namazda
fati-hanın okunması gibi. Ki bunun
terki ile namaz fasit olmaz.
Sehvine
secde gerekir.»
Bunların
hepsinin araştırılmasının tamamı hiçbir kitapta mevcut değildir. Vehhâb olan Allah'ın
yardımıyla
bizim Menâr üzerindeki haşiyemizde
zikredilmiştir. Bunları bildikten
sonra sana farz ve
vacibin
her iki-sinin de herne kadar gereklilik dereceleri farklı da olsa amel edilmesi hususunda
müşterek
oldukları açık olmaktadır. Nitekim vücubun dereceleri de birbirinden farklıdır.
Farz
ile vacib inanmanın gerekli olup
olmamasına göre birbirlerin-den ayrıdırlar. Bundan dolayı
vacibe
yalnız amelden farz denilir. Buna göre, farz ile vacib birbirlerinin yerine de kullanılabilir. O
zaman
sarihin itikaden değil, amelen vacibtir sözü, kesin farzdan kaçınmak içindir. Bundan dolayı
Minah'ta,
«Vacibi inkâr eden dinden çıkmaz.» denilmiştir. Minâh'ın bu görüşü ifade ediyor ki,
buradaki
vücubtan maksat, vitir ve benzeri gibi zanni vücuptur. Yoksa amelden ve ilmen farz olan
kesin
vücub değildir. Zira bunu inkâr eden
yukarıda da geçtiği gibi dinden
çıkar. Ama zannı vücubu
inkâr
eden bunun aksine dinden çıkmaz. Çün-kü onun sübutunda şüphe vardır.
Ama zannî vacibin
meşru
oluşunun as-lını inkâr eden dinden çıkar.Zira ümmet bunun üzerinde icma etmiştir. Musannif
da
vitir ve nafileler konusunda açıklıkla şunu söylemektedir. Her kim ki sabah namazının sünnetini
inkâr
ederse, onun küfründen
korkulur.
Sonra
ben, Kınye'de ne ile kâfir olunur
babında; Halevanî'den şu-nun
nakledildiğini gördüm: «Eğer
vitir
namazının ve kurbanın aslını in-kâr
ederse, dinden çıkar.»
Sonra
da yine Kınye'de Zendestî'den şu nakledilmiştir: «Vitrin ve kurbanın farz olduğunu inkâr
etse,
dinden çıkmaz.» Sonra da şöyle de-miştir: «İkisinin arasında zıtlık yoktur. Çünkü vitrin ve
kurbanın
asliyeti üzerine icma edilmiştir.
Farz veya vacib oluşları konusunda ise görüş ayrılığı
vardır.»
«Mümekkine
bir kudretle. Mümekkine kudret de yalnız yapılması ile vacib olan kudrettir
ilh...» En
açığı,
sarihin burada bu kudretle vacib olan demesiydi.
T.
Bunun
açıklaması şöyledir: Kulun üzerine
edası gereken şeyin eda-sında ona imkân veren kudret
iki
türlüdür. Biri mutlak kudrettir. Ki,
ku-lun yapması gereken şeyi en aşağı
derecede yapabilme
kudretinin
bu-lunmasıdır. Bu mutlak kudret her
emrolunan şeyin edasının vücubunda
şarttır. Bir de
tam
kudret vardır. Bu da muktedir olduktan sonra edaya kolaylık veren kudrettir. Bunun devamı
kişiye
güç gelen vacibin devamı için şarttır. Mesela çeşitli mali yükümlülüklerde durum böyledir.
Hatta
zekât, öşür, haraç, bunları eda etmeye güç yettikten sonra malın helâkiyle bâtıl olurlar. Zira
kolaylaştırıcı
kudret olan nema vasfı, mal
helak olmakla yok olmaktadır. O
zaman vacibin devamı da
yok
olmaktadır. Zi-ra şartı ortadan
kalkmaktadır. Ama birinci kudret bunun aksinedir. Onun bekası
vacibin
bekası için şart değildir. Hatta fitre ve hac insana farz olduktan sonra malı helak olmuş
olsa,
o hac insanın üzerinden düşmez. Çünkü her ikisi de mümekkine kudret için vacibtirler.
Bunlarda
mümekkin kudret azığa ve bineğe
kudreti olması ve nisaba malik olmasıdır. Bun-ların
ikisinde
kolaylık ancak hizmetçi, binekler ve yardımcılarla olur. İkincisinde ise, çok mala mâlik
olmaktır.
Bunun devamı da âlimlerin icmal ile şart değildir.
«Yalnız
yapılması ile temekün eden ilh...»
Yani, kudretin devamının şart
olmasından arınmış fiile
imkân
vermekle vacib olur. T.
«Sırf
şarttır ilh...» Yani, onda illet anlamı yoktur. Şartın mutlaka var
olması, şart koşulanın
gerçekleşmesi yeterlidir.
T.
«Çünkü
bu illet anlamına olan bir şarttır ilh...» Zira illet ancak etkili olandır. Bu şart da, vacibin
kolaylık
sıfatını değiştirmesiyle tesir etti, o zaman illet anlamına gelmektedir, illet de o şeydir ki,
hükmün
devamı onsuz mümkün değildir. Çünkü etkili kudret olmaksızın kolay olmaz. An-cak
kolaylık
sıfatıyla meşru kılınan vacib, etkili kudret olmadan devam
etmez.
«Kurbanın
mümekkine kudretle vacib olmasına, günleri geçtiği tak-dirde onun aynının veya
kıymetinin
sadaka edilmesinin vacib olmasıdır
ilh...» İnâye'de şöyle denilmektedir: «Kurban
mümekkine
kudret ile vacibtir. Buna da şu delâlet etmektedir ki, zengin bir kimse kurban
bayra-mının birinci günü kurbanlık bir koyun alsa, kesim günleri geçinceye ka-dar onu kesmese,
sonra
da fakir düşse onun üzerine vacib olan kurban-lık olarak aldığı koyunun aynını tasadduk
etmektir.
Fakir olması ile on-dan kurban sakıt olmaz. Eğer kurban müyessire kudretle vacib olsa idi,
zekât,
öşür, haraç gibi müyessire kudretin
devamı şort olurdu. Halbuki mal
helak olunca zekât,
öşür
ve haraç da düşer.»
İnâye'nin sözlerine şöyle itiraz edilmiştir: Kurban kesim günleri geç-tikten sonra fakir olmuştur. O
zaman
da müyessire kudret kurbanda har sil
olmuştur. Bundan dolayı da henüz
ondan kurbanın
vücubu
düşme-miştir.
Yine,
Sadiye'nin haşiyelerinde de Hidâye'nin şu sözüyle İnâye'ye iti-raz edilmiştir: «Vakit geçerse
kurban
da düşer.» İşte Hidâye'nin bu sözü
delâlet ediyor ki, kurbanın vacib olması mümekkine
kudret
ile değildir. Eğer mümekkine kudret ile olmuş olsaydı, üzerinden sakıt olmazdı. Onu kurban
etmek
de üzerine vacib olurdu. Herne
kadar bayram günü koyun almasa da.
yine
Sadiye'nin haşiyelerinde sununla da itiraz edilmiştir: «Bayram günleri geçmezden önce
insanın
malları helak olsa, üzerinden kurbanın vücubu sakıt olur. Nisabın helaki ile zekât nasıl
düşerse.
Ama fitre bu-nun aksinedir ki,
ramazan bayramı günü şafaktan sonra malı helak ol-sa, fitre
ondan
düşmez. İşte bu da açık bir delil gibidir ki, kurbanda mu-teber olan, ancak müyessire
kudrettir.»
Ben
derim ki: Bu itirazlara şöyle cevap verilir; Namaz ve oruç gibi
kurbanın da mukadder bir vakti
vardır.
İleride geleceği gibi kurbanın
vü-cubu için muteber olan da o vaktin
sonudur. O zaman
kurban
kesim günlerinin en son günü
fakir bir adam zengin olsa, onun kurban kesmesi gerekir.
Bayramın ilk günü zengin olduğu halde son günü fakir bir adam zengin olsa, onun kurban kesmesi
gerekir.
Bayramın ilk günü zengin ol-duğu halde son günü fakir olan kimse ise, ona kurban kesmek
gerekli-değildir. İsterse kesim yünlerinin evvelinde zengin olsun. Zengin bir kim-se bir kurbanlık
alsa,
kesim günleri geçtikten sonra fakir düşse, o kim-se vaktin sonunda mümekkine kudret ile
değil.
Eğer müyessire kudret ile vacib
olmuş olsaydı, o kudretin devamı şart olurdu, fakir olduğu
takdirde
de kurban ondan düşerdi. Halbuki vaki olan bunun aksinedir.
Hidâye'nin: «Vakit geçerse kurban da düşer,» sözü de kurban değil, edası yok olur anlamındadır.
Çünkü
kurbanın günleri geçtikten sonra
kurban kesmekle yükümlü olan kimse ya o kurbanın
aynını, yada kıy-metini tasadduk eder.
Kurban
günleri geçmeden malın helak olmasıyla kurbanın düşmesi de kudretin müyessire kudret
olduğunu
ifade etmez. Çünkü burada itibar
vaktin sonunadır. Vaktin sonunda
ise, asla hiçbir kudret
mevcut
değildir. Ama zekât ve fitre bunun
aksinedir. Bunların bir vakti yoktur
ki, o vak-tin
geçmesiyle
bunların edası da yok olsun. Zira zekât her vakitte ze-kâttır. Fitre de öyledir. Ama
kurban
bunun aksinedir. Çünkü kurbanın
vaktinden sonra vaki olan kurban
kurbanın yerine geçen
halefidir.
Zekât malın helâkiyle, edasının vacib olduğu vakitte düşer. Ama fitre düşmez. İşte
buradan-anlaşıldığına göre müyessire kudretle farzdır. İkincisi ise mümekkine kudret ile vacibtir.
Kurbanda
malın helak olmasını bunların ikisinden birisine yorumlamak ise mümkün değildir. Ancak
edasının
vücubundan sonra yorumlanır. Bu da kesim günlerinin son günüdür. Zira onun bildiği
gibi,
belirlenmiş bir vakti vardır. O
zaman kurban bayramı geçtikten sonra mal helak olduğu
takdirde
biz onun aynını veya kıyme-tini tasadduk etmesi gereklidir dedik. Biliyoruz ki, o da fitre
gibi
malın helâkiyle, düşmez. Öyleyse kurbanın vacîb olması mümekkine kudret ile-dir. Ama eğer
mal
bayram günleri geçmeden helak
olursa o zaman malın helak olması edasının vücubundan
öncedir.
O zaman, kurbanın vücubunu bunlardan
birisine hamletmek mümkün değildir. Sen bu
tahkikatı
düşün. Kabul etmek de haktır. Başarı
Allah'tandır.
Aynının
ilh...» Yani eğer kurban kesmeyi adar veya fakir olduğu halde kurbanlık alır ve kurban
günlerinde
kesmezse, onun aynını sadaka olarak vermesi vacibtir. Eğer zengin ise ve kurbanı
adamamış
ise, o za-man kurbanın kıymetini bayram günleri geçtikten sonra tasadduk etmesi
vacibtir.
Nitekim bunun açıklaması ileride gelecektir.
«Herne
kadar haccetseler bile yine onların kurban kesmesi Gerekli-dir ilh...» Bedâyî'de yalnız bu
ifade
üzerinde durulmuştur. Çünkü Mekke
ehli hac yapsalar bile misafir değil, memleketlerinde
mukimdirler.
«İhramlı
olan kimseye kurban kesmek vacib değildir denilmiştir ilh...» Yani Mekke ehlinden de olsa,
ihramlı
kimsenin kurban kesmesi gerekli değildir, denilmiştir. Cevhere, Hacnedî'den.
Şurunbulâliye
bu sözü misafire hamletmiştir. Bunda
da acık bir gö-rüş
vardır.
«Çocuğuna
kesmesi değil ilh...» Yani fitre verecek kadar zengin olan kimsenin kendi şahsı, için
kurban
kesmesi gerekir. Ama kendi malından çocuğuna kurban kesmesi vacib değildir.
T.
«Üstün
olan görüşe göre ilh...» Hâniye'de
şöyle denilmektedir: «Zârirü'r-rivayette, kurban kesecek
kadar
zengin olan kimsenin küçük ço-cuğuna kurban kesmesi vacib değil, müstahabtır. Ama fitre
bunun
aksi-nedir. Babanın çocuğu yerine
fitre vermesi vâcibtir.»
Hasan,
Ebû Hanîfe'den kurban kesecek kadar zengin olan kimsenin
çocuğunun
ve babası ölen torununun yerine kurban kesmesinin vacib ol-duğunu rivayet etmiştir.
Fetva
zahirü'r-rivaye üzerinedir. Yani
vacib de-ğildir.
Kurban
kesecek kadar zengin olan kimse âkil-bâliğ olan çocukları-nın ve zevcesinin yine kurban
keserse caiz değildir. Ancak onların iz-niyle caizdir. Ebû Yûsuf'tan adamın âkil-bâliğ çocuklarının
ve
karısının yerine kurban kesmesinin
izinsiz olarak da caiz olduğu rivayet edilmiş-tir. Bezzâziye.
Zahîre
adlı eserde şöyle denilmektedir: «Umulur ki, Ebû Yûsuf, eğer o yerde bunların yerine kurban
kesme
âdeten câri ise, bu âdetin izin anlamına geleceğini kabul etmiştir. Eğer mesele bu şekil
üzerine
ise, Ebû Yûsuf'un istihsan yaptığı
meselenin hükmü müstahsendir.»
«Bir
koyun ilh...» Yani koyunu
kesmek vâcibtir. Zira yukarıda geç-tiği üzere, vacib olan ancak kan
akıtmaktır.
«Yedi
kişiden birisinin ilh...» Zira bir bedene Allah'a yaklaşmak ni-yetiyle yedi kişinin yerine geçer.
Bu
yedi kişinin kurbet cihetleri muhte-lif olsa bile, yine yeterlidir. Nitekim ileride gelecektir.
«Yedide
birden daha az olursa, hiçbirisinin kurbanı caiz olmaz ilh...»
Buradaki
caiz kelimesi ya cevaz'dan caiz olmadığı veya icaz'dan kâfi gelmediği anlamındadır. Ama
ikincisi
yani yeterli olmaması kendinden sonrasına daha uygundur.
«Ortaklar
yedi kişiden aşağı olursa, öncelikle yeterli olur ilh...» Mu-sannif burada bunu mutlak
zikretmiştir.
O zaman, kesilen bedendeki his-seleri ister eşit olsun, ister olmasın, yine yeterli olur.
Şu
kadarı var ki hisselerin yedide
birden az olmaması gerekir.
Yedi
kişi beş veya daha fazla sığıra ortak olarak kurban kesseler, bu ortaklıkları geçerli olur. Çünkü
ortaklardan
her birisi, bir sığırın ye-dide birine sahiptir. Ama sekiz kişi yedi veya daha fazla sığıra
ortak
ol-salar, geçerli değildir. Çünkü her sığır sekiz pay üzerine taksim edilir. Her birisinin payı da
yedide
birden az olmuş olur. Bu fasıllarda imamlar-dan hiçbir rivayet yoktur.
Yedi
kişi yedi koyuna ortak olsalar, kıyasen yedi koyun onlara ye-terli olmaz. Zira her koyun onlar
arasında
yedi pay üzerinedir. İstihsanda ise, yeterlidir. İki kişinin iki koyuna ortak olmalarının
hükmü
de yine böyledir.
Bunun
üzerine birincisinde uygun olan, hem kıyasın, hem de istihsanın olmasıdır. Zikredilen de
kıyasın
cevabıdır. Bedâyî.
«Son
günün sonuna kadar ilh...» Yani
herne kadar gece kesmek mekruh ise de gece de buna
dahildir.
Bu ifade ediyor ki vücub vakti
geniştir.
Bunda
asıl kaide şudur: Böyle geniş
vakitte vacib olan birşey o geniş vaktin hangi parçasında da
eda
edilirse, onun vakti odur. Veya
namazda olduğu gibi vaktin sonudur. Sahih olan da ancak
budur.
Bu
asıl kaideden şu çıkarılır: Bir kimse kurban kesim vaktinin so-nunda vücuba ehil
olursa, şöyle
ki.
ya müslüman olsa. ya zengin bir köle olduğu halde azad edilse, veya fakirken zengin olsa, veya
misafirken
mukim olsa, kurban, kesmesi gerekir. Ama vaktin sonunda mürted olsa, veya
fakir olsa
veya sefere gitmiş olsa. vecibe ehil olmaz. Eğer vakit çıktıktan sonra fakir olsa, kurbana elverişli bir
koyunun kıymeti onun zimmetinde borç olur.
Zengin
bir kimse kurban kesim günlerinde kurban kesmeden ölse, kurban ondan düşer. Çünkü
gerçekte
kurban henüz vacib
değildir.
Fakir
bir kimse kurban kesse, vaktin sonunda da zengin olsa, sağ-lam görüşe göre, o kimsenin
kurbanını
iade etmesi gerekir. Çünkü onun birinci kurbanının nafile olması açığa çıkmaktadır.
Bedâyî. Özetle.
Şu
kadar var ki, Bezzâziye ve diğer muteber kitaplarda şöyle denilmektedir: «Müteahhirûn fakihler
demişlerdir
ki, fakir olduğu halde kurban kesse, vaktin sonunda da zengin olsa, kurbanı iade
etmesi
gereklî
değildir.»
Biz
de müteahhirun fakihlerinin sözlerini
tutarız.«Kurban
günleri üçtür ilh...» Teşrik günleri de üçtür. Öyleyse, her ikisi de dörtle biter. Birincisi
nahırdır,
başkası değildir. Sonu da teşriktir. Başka bir şey değildir. Orta da kalan iki gün ise hem
nahır
hem teşriktir.
Hidâye.
Hidâye'nin bu sözleri ifade ediyor ki, birinci gecede değil, son iki gecede kurban kesmek caizdir.
Zira
gece bütün vakitlerde gelecek
gündüze tâbidir. Ancak kurban kesim günleri değil. Zira gece,
kurban
günlerinden gecen güne tabidir.
Muzmarat ve diğer eserlerde böyledir.
Muzmarat
ve diğer eserlerde olanda karışıklık vardır. Zira, dördüncü günün gecesi ihtilafsız olarak
kurban
kesim vakti değildir. Ancak şöyle denilebilir : Kurban günleri arasındaki geceler, bir önceki
geçmiş
güne tabidir.
Kuhistanî.
«En
faziletli olanı birinci günüdür
ilh...» Sonra ikinci. sonra da üçüncü günüdür. Sirâciye'den
naklen
Kuhistanî'de de olduğu
gibi.
METİN
Babası,
küçük çocuğunun malından onun yerine
kurban keser. Bu görüşü Hidâye de
doğrulamıştır.
Bazı
âlimler tarafından da, baba oğlunun yerine onun malından kurban kesemez, denilmiştir. Bu
görüş
de Kâfi adlı eserde doğrulanmıştır.
Kâfi'de
devamla şöyle denilmiştir: «Baba
küçük çocuğunun malında hiçbir
tasarrufta bulunamaz.»
Kâfi'deki
bu tesbiti İbni Şıhne de tercih etmiştir.
Ben
derim ki: İtimad edilen de bu görüştür. Zira Mevâhibü'r-Rahmân'ın
metinde bu görüş için,
«Fetvâ
verilecek en sağlam görüş budur» denilmiştir.
Burhân
adlı eser de bunu açıklayarak şöyle demiştir: «Zira eğer bu kurbandan maksat, malını telef
etmek
ise, babanın çocuğunun malını azad gibi, etiyle sadaka vermek gibi tasarruf hakkı yoktur.
Eğer
sadaka ise, çocuğun malının nafile sadakaya da ihtimali yoktur.» Burhân bu
açıklamasını
Mebsut'a
isnad etmiştir.
Sonra
musannıf birinci görüş üzerine ayrıntı yaparak şöyle demiştir: Çocuğunun malından kurban
kesen
kimse onun etinden cocuğa yedirir, onun ihtiyacı kadar da onun
için saklayabilir. Geri kalan
kısmı
da çocuğun aynıyla yararlanacağı ayakkabı ve elbise gibi
şeylerle değişir. Ama ekmek ve
benzeri
gibi istihlâk edilecek şeylerle değişmez. İbni Kemâl. Dede ve vasi de baba gibidir.
Kurban
için alınan bir bedeneye altı
kişinin ortak olmaları geçerlidir. Eğer satın alma vaktinde
ortaklığa
niyet ederse istihsanen sahihtir.
Eğer niyet etmezse, sahih değildir. Bu ortaklık
alınmazdan
önce daha güzeldir. Et de parça parça tahmin ile değil, tartı ile taksim edilir. Ancak
ayaklarından veya derisinden bazı şeyleri
ete eklerlerse, o zaman cin-sinin aksine olduğundan.
tahrimen
taksim etmeleri caiz olur.
Eğer
kurban şehirde kesiliyorsa, onun vaktinin başlangıcı (evveli) namazdan sonradır. Yanî bayram
namazı
kılındıktan sonra. Velev ki, hutbeden önce olsun. Şu kadar var ki, hutbeden sonra kesilmesi
daha
güzeldir.
Herhangi
bir özürden dolayı bayram namazını
kılmazlarsa, onlar için kesim vakti namaz vakti
geçtikten
sonra başlar. İkinci günü veya ondan sonraki günler bayram namazı kılınmazdan önce de
kesilmesi caizdir. Çünkü ikinci günde kılınan bayram namazı edâ değil kazadır. Zeylâi ve
diğerleri.
Kurban
şehir dışında kesiliyorsa, o zaman
kesimin vakti, birinci gün şafağın doğumundan sonradır.
Sonu
da üçüncü günün güneşin batımından
hemen öncesidir. İmam Şâfiî dördüncü gün kurban
kesmeyi
de caiz görmüştür.
Burada
muteber olan kurbanı kesecek kimsenin yeri değil, kurban edilecek hayvanın bulunduğu
yerdir.
Öyleyse, şehirli bir kimse acele kurban kesmek isterse onun hilesi şudur: Kurbanı şehir
dışına
çıkarır ve şafak attığı zaman onu orada keser. Müctebâ.
Fakir
ve zengin için, doğum ve ölüm olayları için muteber olan vakit ise, vaktin sonudur. Öyleyse
adam
kesimin ilk günlerinde zengin olduğu halde vaktin sonunda
fakir düşse, kurban onun üzerine
vacib
değildir. Kurban kesim günlerinden
son gün bir çocuk doğmuş olsa, onun üzerine kurban
kesmek vacibtir. Eğer kurbanın son gününde,
kurban kesmeden ölürse, onun üzerine kurban vacib
değildir.
Bayram namazını kıldıran imamın namazı abdestsiz kıldırdığı anlaşılsa, fasit namazdan sonra
kesilen
kurbanlar iade olunmaz, yalnız namaz iade olunur.
Zira âlimlerden bazıları, bayram namazı
fesada
giderse onu yalnız imam iade eder demişlerdir. O zaman, bu iade de ictihada mahal vardır.
Zeylaî.
Mücteba
adlı eserde şöyle
denilmektedir: «Bayram namazı da
ancak cemaat dağılmadan iâde edilir.
Dağıldıktan
sonra değil. »
Bezzâziye'de
de şöyle denilir: «Bir şehirde olan fitneden dolayı bayram namazı kılınmasa, şafağın
doğumundan
sonra da kurban kesseler, tercih edilen görüşe göre caizdir.»
Şu
kadar var ki Yenabî'de şöyle
denilmiştir: «İmam kasten bayram
namazını terkederse, güneş
zeval
yerini geçinceye kadar kurban kesmek caiz değildir»
Bazı
âlimler tarafından da bayram namazı
kasten terkedilirse, birinci gün, zevalden önce kurban
kesmek caiz değildir, denilmiştir. Ama diğer günlerde zevalden
önce kesmek caizdir.
Ben
derim ki: Yukarıda zikrettiğimiz gibi, bu görüş Zeylaî ve diğer kitapların
tercih ettikleri görüştür.
Mevâhib'de
de bu teyit edilmiştir. Meselâ, imamın yanında: «bugün bayram günüdür» diye şehâdet
edilse,
onlar da bayram namazını kılıp kurbanlarını kesseler, sonra da o günün arefe olduğu ortaya
çıksa, o namazları da, kurbanları da yeterli olur. Zira bu gibi hatalardan korunmak güctür. O zaman
müslümanların
ibadetlerinin korunması için cevazına hükmedilir. Zeylaî.
Gece
kurban kesmek tenzihen mekruhtur. Çünkü yanılma
ihtimali vardır.
Kurban
kesmesi farz olan bir kimse, kurban kesmez, günleri de geçerse, eğer muayyen bir hayvanı
adamışsa, onu canlı olarak sadaka verir. İsterse fakir olsun. Eğer keserse, onun etini tasadduk
eder.
Eğer noksan olursa, onun noksanlığının kıymeti kadar, sadaka verir. Adayan kimse, adadığı
kurbanın
etinden yiyemez. Eğer ondan yerse, yediği kadarın kıymetini tasadduk
eder.
Bir
fakir kurban için aldığı hayvanı günleri geçtiği halde kesmezse onu canlı olarak tasadduk eder.
Çünkü
atışı ile o kurban ona vacib
olmaktadır. Aldığı hayvanı satması da câiz değildir.
Aldığı
hayvanı kurban günlerinde kesmeyen zengin ise, onun kıymetini tasadduk eder. İsterse o
hayvanı kurban için alsın, ister kurban için almasın. Çünkü kurbanın kendisi zenginin zimmetine
taalluk
eder Burada kıymetten murad da
kurbana kâfi gelecek bir koyunun kıymetidir.
METİN
«Babası,
küçük çocuğunun malından onun yerine kurban keser ilh..» Akıl hostası da çocuk gibidir.
Bedâyî adlı eserde şöyle denilmektedir: «Akıl ile büluğ İmameynin görüşüne göre kurbanın vacib
olma
şartlarından değillerdir. İmam Muhammed'e göre ise, büluğ ile akıl kurbanın vücub
şartlarındandır. Akıl hastası ile çocuk zengin dahi olsalar, babalarının onlar için kurban kesmesi
vacib
değildir. Baba ile vasi İmameyne
göre akıl hastasının veya çocuğun malından kurban
kesseler, kestikleri kurbana zamin değildirler. İmam Muhammed'e göre Ise, baba veya vasi akıl
hastası
veya ço-cuk için onlann malından kurban keserse, ona zamin olur. Bazen akıl hastası,
bazen
akıllı olana gelince, onun haline itibar edilir. Eğer kesim günlerinde akıl hastası ise, geçen
ihtilaf
üzerinedir. Eğer akıllı ise, imamlar arasında ihtilafsız olarak ona kurban vacibtir.»
Ben
derim ki: Şu muhakkak ki, Hâniye'de şöyle denilmektedir:
«Bazan akıl hastası, bazen akıllı olan
kimse
sağlam kimse gibidir.»
Ancak
şu kadar var ki, o delilik veya akıllılık kurban kesimlerindeki delilik veya akıllılığa hamledilir.
«Hidâye'de
doğrulamıştır ilh...» Zira Hidâye
sahibi şöyle demiştir: «En sağlamı, babanın çocuğun
malından
çocuğa kurban kesmesidir.» O zaman İbni Şıhne'nin «Hidâye'de hiçbir şey tesbih
edilmemiştir.» sözünde bir görüş vardır. Belki Hidâye sahibinin ifadesinin tarzı kurbanın çocuk
üzerine
vacib olmamasının tercihidir. Umulur
ki, İbni Şıhne'nin nüshasında «en sağlam» görüş
düşmüştür.
«İtimad
edilen de bu görüştür ilh...» Mülteka'da da görüş tercih edilmiştir. Zira Mülteka sahibi bu
görüşü
zikretmiş, Hidâye'nin tashih ettiği görüşü de «kıyle» ile ifade etmiştir. Tarsusî de
Mülteka'nın
tercihini şununla tercih etmiştir: «Fıkıh kaideleri Mülteka'nın tercihine şehâdet eder.
Zira
kurban ibâdettir. Hem de kurbanın
çocuğa vacib olma hükmü çocuğun
malından zekât
vermenin
vacib olduğuna hükmedilmesinden daha
uygundur.»
«Aynıyla yaralanacağı ilh...» Bu ifadenin açık anlamı çocuğa kesilen kurbanın satılarak onun parası
ile
ayakkabı ve elbise gibi şeyler almanın caiz olmadığını ifade etmektedir. T.
Bizim
Bedâyî adlı eserden naklen
zikredeceğimizi de ifade etmektedir.
«Kurban
için alınan bir bedeneye ilh...»
Yani kendi nefsine kurban etmek üzere aldığı bir bedeneye
başka
altı kişiyi ortak etmesi geçerlidir. Hidâye ve diğer kitaplar. Hidâye'nin bu görüşü zengine
yorumlanır.
Çünkü zenginin almış olduğu
bedene, kesim için muayyen değildir. Bununla birlikte
yine
başkalarını ona ortak etmesinde kerahet vardır. Zira aldıktan sonra başkalarını ortak
etmesinde
vaadine muhalefet vardır. Hem de
fakihler, eğer zengin bir kimse bir bedeneyi kurban
için
alır sonra da başkalarını ortak ederse bunun İmam Muhammed zikretmemişse de uygun olan
hisselerin fiyatlarını tasadduk etmesidir, demişlerdir.
Fakire
gelince, fakir bir kimse kurban için bir bedene alsa, başkasını ona ortak etmesi caiz değildir.
Zira
fakir onu kurban için almakla onu kendisine gerekli kılmıştır. Öyleyse, fakirin kurban için almış
olduğu
bedene kurban için taayyün etmiştir, başkasını ortak edemez. Bedâyî ve Gâyetü'l-Beyân.
Şu
kadar var ki, Hâniye'de bu konuda zengin ile fakir eşit sayılmış, sonra da bazı âlimlerden ayrıntı
nakledilmiştir. Düşünülsün.
«Eğer
satın alma vaktinde ortaklığa niyet
ederse istihsânen sahihtir. Eğer niyet etmezse sahih
değildir
ilh...» Bazı nüshalarda ifade böyledir. Ama vacib olan burada istihsan kelimesinin
düşürülmesidir.
Nitekim kitabın bazı nüshalarında da böyledir. Zira istihsanî meselenin konusu
şudur
ki, adam bedeneyi kendisi için
kurban kesmek üzere satın alır, sonra altı kişiyi ortak ederse,
istihsanen
sahihtir. Nitekim Hidâye, Hâniye ve diğer kitaplarda da böyledir. İşte bundan ötürü
musannıf
«istihsânen» sözünden sonra bu ortaklık alıştan önce olursa daha güzel olur demiştir.
Hidâye'de şöyle denilmektedir: «En güzeli, almadan önce ortak olmalarıdır ki, ihtilâftan daha uzak
ve
şekil bakımından da olsa kurbetten dönmekten daha uzak olur.»
Hâniye'de de; «Aldığı zaman ortaklığa niyet etmese, sonra başkasını ortak etse, Ebû Hânife bunu
mekruh
görmüştür.» denilmiştir.
Ben
derim ki: Hac bahsinin hedy babında Fethü'l-Kadir'den naklen ki Fethü'l-Kadir de bunları Asl ve
Mebsut'a
isnad etmiştir, şu ifadeyi
zikretmiştik: «Bir kimse temettu haccının kurbanı için bir bedene
alsa
onu kendi nefsi için kesmeyi gerekli kıldıktan sonra altı kişiyi ortak etse, bunu yapamaz.
Çünkü
o adam onu alışıyla kendi nefsine gerekli kıldığı için o bedenin onun tarafından bütün
olarak
kesilmesi vacib olmuştur. Bazısı şer'in icabı ile, bazı da kendi nefsinin icabıyla üzerine vacib
olmuçtur.
Eğer bunu yaparsa, onun almış olduğu
semeni tasadduk etmesi gerekir. Ama eğer
alışında
başka altı kişiyi ortak etmeyi niyet edeyse, o bedene hepsine yeterli olur.
Çünkü alışla o
kimse
bedenenin hepsini kendisine gerekli kılmamıştır. Eğer alış sırasında başkalarını ortak niyeti
yoksa,
fakat kendi nefsine de gerek kılmamışsa, o zaman caizdir.»
Efdal
olan, ortaklığın başlangıçta sabit olması için ya birlikte olmaları veya diğerlerinin emri ile
birisinin
almasıdır.
Umulur
ki, bu nakil fakirin üzerine veya adak yapana hamledilir. Veya temettu için kesilen kurbanla,
kurban
bayramında kesilen kurban
birbirinden ayrılmalıdır.
«Et
de taksim edilir ilh...» Bu taksimin gerekli olup olmadığı belli değildir. Hatta bir kimse
kendisine,
karısına ve baliğ olan çocuklarına bir bedene alarak kesse, taksim de etmese, onların
hepsine
yeterli olur mu olmaz mı? Açık olan odur ki, bu taksim şart değildir. Çünkü kurbandan
maksat
kan akıtmaktır. Burada da kan akmıştır.
Fetâvâ-yı Hülâsa ve Feyz'de şöyte denilmektedir: «Taksim ortakların iradesine bağlıdır. Bu da
geçeni
teyid etmektedir. Ancak şu kadar var ki, onlardan birisi fakir, diğeri zengin ise, fakirin
hissesini alıp tasadduk etmesi için muayyendir.» T.
Bunun
özeti şudur: Burada maksat, kesim yapılırsa, taksimin şartını beyan etmektir. Yoksa
taksimin
şart olması değil. Şu kadar var ki yukarıdaki meselede fakiri istisna etmesinde bir görüş
vardır.
Zira fakirin hissesini tasadduk etmesi gerekli değildir. Nitekim ileride gelecektir. Ama
adayan
kimsenin hissesini tasadduk
etmesi kesindir. Anla.
«Tahmin
ile değil ilh...» Zira taksimde mübâdele anlamı vardır. Her ne kadar birbirlerine helâl bile
etmiş
olsalar, yine caiz
değildir.
Bedâyî adlı eserde şöyle denilmektedir: «Kurban etinin tahminen kesim edilmesinin caiz
olmamasına gelince, zira onda temlik anlamı vardır. Et de riba cereyan eden mallardandır. O zaman
onu
tahminen, temlik etmek caiz değildir. Ama etin taksiminden sonra birbirlerine helâl etseler bile
yine
caiz olmamasına gelince, zira riba helâl etmekle de helâl olmaz. Hem de etin taksiminde hibe
anlamı
vardır. Kısmeti kabul eden birşeyin bir kısmını müşaen hibe etmek de geçerli değildir. »
Bununla
açığa çıkmaktadır ki burada caiz olmamanın anlamı doğru değildir ve helâl değildir. Çünkü
burada
mübadele fasittir. Ancak burada Şurunbulâliye'nin sözünü ettiğine hilâf
vardır.
Şurunbulâliye'nin
sözünü ettiği şudur. «Buradaki câiz
olmamaktan maksat, tahminen taksim etmek
geçerli
değildir, ama taksim edilirse, bu haram da
değildir.»