BILL GATES, ROCKEFELLER VE GDO DEVLERİ
BİLMEDİĞİMİZ ŞEYLERİ Mİ BİLİYOR?
Yazar F. William
Engdahl – sendika.org 02 08 2009
Microsoft’un kurucusu Bill Gates’in
suçlanamayacağı şeylerden birisi tembelliktir. Daha 14 yaşındayken programcılık
yapmaya başladı, 20 yaşında henüz Harvard’ta öğrenciyken Microsoft’u kurdu.
1995’da, durmak bilmez hırsıyla kişisel bilgisayarlar alanında fiili tekel
yaratan bir şirket olan Microsoft’un en büyük ortağı haline gelerek Forbes
tarafından dünyanın en zengin adamı ilan edildi.
Bill Gates, 2006’da bu durumdaki birçok insanın
hayal edeceği gibi sakin bir Pasifik adası emekliliğini düşlemek yerine tüm
enerjisini Bill&Melinda Gates Vakfı’na aktarmaya karar verdi. Bu, 34,6
milyar dolarlık kuruluş varlığına sahip olan ve vergiden muaf hayırsever
statüsünü korumak için dünya çapındaki hayırseverlik projelerine yılda 1,5
milyar dolarlık harcama yapması yasal olarak zorunlu olan dünyanın en büyük
“şeffaf” özel vakfı. 2006’da dostu ve iş ortağı mega-yatırımcı Warren Buffet’ın
hediyesi olarak gelen, Buffet’ın Berkshire Hathaway şirketinin 30 milyar
dolarlık hissesi ise, Gates vakfını, Birleşmiş Milletler Dünya Sağlık Örgütü’nün
yıllık bütçesinin tamamı kadar harcama yapabilecek bir düzeye yerleştirdi.
O halde Bill Gates zarzor kazanılmış olan 30
milyon dolarlık gelirini Gates Vakfı aracılığıyla bir projeye yatırmaya karar
vermişse, dönüp bu karara bir bakmakta fayda vardır.
Şu anda hiçbir proje dünyanın en uzak
köşelerinden birisi olan Svalbard’daki merak uyandırıcı bir proje kadar ilginç
değildir. Bill Gates milyonlarını Kuzey Kutbu’nun 1,100 kilometre uzağındaki
Arktik Okyanusu yakınlarındaki Barents Denizi’ndeki bir tohum bankasına
yatırmaktadır. Svalbard, Norveç’in kendisine bağlı olduğunu iddia ettiği ve
1925’te uluslararası anlaşmalarla terk ettiği çıplak bir kaya parçasıdır.
Bill Gates tanrının insafına bırakılmış olan
bu adada Rockefeller Vakfı, Monsanto Şirketi, Syngenta Vakfı, Norveç hükümeti ve
diğerleriyle birlikte, “kıyamet günü tohum bankası” olarak adlandırılan bir
projeye on milyonlarca dolar yatırmaktadır. Norveç’in Svalbard adalar grubunun
bir parçası olan Spitsbergen adası üzerindeki Proje, resmi olarak, Svalbard
Küresel Tohum Deposu olarak adlandırılmaktadır.
Kıyamet Günü Tohum Deposu
Tohum bankası küçük Longyearbyen köyü
yakınlarında bulunan Spitsbergen Adası üzerindeki bir dağın içine inşa
edilmektedir. Yapılan açıklamalara göre neredeyse “işe” hazır durumdadır Banka
hareket sensörleri olan çifte sıcak hava dalgası korumalı kapılar, iki ara bölme
ve bir metre kalınlığında çelikle güçlendirilmiş beton duvarlara sahip
olacaktır. Tüm dünyadan gelen üç milyon farklı tohum çeşidini içerecek, Norveç
hükümetine göre “böylece ürün çeşitliliği gelecek için korunabilecektir”.
Tohumlar nemden uzak kalmaları için özel olarak ambalajlanacaktır. Tam zamanlı
çalışan personel olmayacak, ama deponun görece ulaşılamaz bir konumda olması,
her türlü olası insan faaliyetinin izlenmesini kolaylaştıracaktır.
Burada kaçırdığımız bir şey var mı? Yaptıkları
basın açıklamasında, “böylece ürün çeşitliliği gelecek için korunabilecektir”
denilmektedir. Peki tohum bankasının destekçileri, neredeyse tümü de dünyanın
birçok yerinde bulunan tohum bankalarında zaten gayet iyi korunmakta olan mevcut
tohumların küresel ulaşılabilirliğini tehdit edecek nasıl bir gelecek
öngörmektedirler?
Bill Gates, Rockefeller Vakfı, Monsanto ve
Syngenta ne zaman ortak bir proje için bir araya gelseler, Spitsbergen
üzerindeki kayaların altını biraz eşelemekte büyük yarar vardır. Bunu
yaptığımızda şaşırtıcı kimi şeyler bulabiliriz.
Dikkate değer ilk nokta, kıyamet günü tohum
deposu destekçilerinin kimliği ile ilgilidir. Burada demin de belirtildiği gibi,
Bill&Melinda Gates Vakfı; dünyanın en büyük patentlenmiş genetiği
değiştirilmiş (GDO) bitki tohumları ve bunlarla ilgili tarımsal kimyasallarının
sahibi olan ABD tarımsal ticaret devi DuPont/Pioneer Hi-Bred şirketi; Syngenta
Vakfı aracılığıyla, İsveç kökenli büyük GDO’lu tohum ve tarımsal kimyasallar
şirketi Syngenta; 1970’lerden bu yana 100 milyon dolardan fazla tohum parasıyla
birlikte “gen devrimini” yaratmış olan Rockefeller Vakfı; Rockefeller Vakfı
tarafından tarımsal değişim yoluyla genetik saflık elde etme idealini
desteklemek üzere yaratılmış olan küresel bir ağ olan CGIAR, Norveçlilere
katılmaktadır.
CGIAR ve ‘Proje’
Ölüm Tohumları isimli kitapta da ayrıntılarını
verdiğim gibi, 1960’da Rockefeller Vakfı, John D. Rockefeller III’ün Tarımsal
Gelişim Konseyi ve Ford Vakfı, Filipinlerdeki Los Baños’taki Uluslararası Pirinç
Araştırma Enstitüsü’nü (IRRI) kurmak üzere güçlerini birleştirdiler. (1)
Rockefeller Vakfı, 1971’de, IRRI, Meksika kökenli Uluslarararası Mısır ve Buğday
İyileştirme Merkezi ve diğer iki Rockefeller ve Ford Vakfı destekli
uluslarararası araştırma merkezi olan, biri Nijerya’daki tropik tarım IITA’sı ve
diğeri Filipinler’deki pirinç IRRI’sı ile birlikte, Uluslararası Tarım
Araştırmaları Küresel Danışma Grubu’nu (CGIAR) oluşturmak üzere bir araya
geldiler.
CGIAR, Rockefeller Vakfı’nın İtalya’nın Bellagio
kentinde bulunan konferans merkezinde yapılan bir dizi özel konferansta
biçimlendirildi. Bellagio görüşmelerinin başlıca katılımcıları Rockefeller
Vakfı’ndan George Harrar, Ford Vakfı’ndan Forrest Hill, Dünya Bankası’ndan
Robert McNamara ve 1972 yılında Stockholm’de yapılan BM Yeryüzü Zirvesi’ni
Rockefeller Vakfı Mütevelli heyeti üyesi olarak örgütleyen, Rockefeller
ailesinin uluslararası çevre örgütçüsü Maurice Strong’du. Konferans vakfın,
bilimi, Proje adı verilen bir ırksal saflık geliştirme projesi olan öjeniğin
(soy geliştirme) hizmetine sunmayı amaçlayan onlarca yıllık çabalarının bir
parçasıydı.
CGIAR, azami etkiyi yaratmak amacıyla Birleşmiş
Milletler Gıda ve Tarım Örgütü, BM Kalkınma Programı ve Dünya Bankası’nı da işin
içine soktu. Rockefeller Vakfı, ilk başta sahip olduğu kaynakları böylesine
planlı bir biçimde güçlendirerek, 1970’lerin başlarında küresel tarım
politikalarını biçimlendirecek bir konum elde etti. Ve bu politikaları
biçimlendirdi.
Cömert Rockefeller ve Ford Vakıfları tarafından
finanse edilen CGIAR, önde gelen Üçüncü Dünya tarım bilimcileri ve
agronomistlerini, yeniden anayurtlarına taşıyacakları modern tarımsal ticaret
üretimi kavramlarına “vakıf” hale getirmek amacıyla ABD’ye götürdü. Bu süreç
içinde bu ülkelerde, ABD tarımsal ticaretinin, özellikle de gelişmekte olan
ülkelerdeki GDO’lu “Gen Devriminin” desteklenmesini amaçlayan paha biçilmez bir
etki ağını bilim ve etkin-serbest piyasa tarımı adına inşa etti.
Genetik olarak üstün ırk yaratmak?
Svalbard Tohum Bankası tam bu noktada
ilginçleşmeye başlamaktadır. Hatta daha da fazlası mevcuttur. “Proje” olarak
atıfta bulunduğum proje, Rockefeller Vakfı ile güçlü finansal çıkar
çevrelerinin, daha sonra genetik olarak adlandırılacak olan öjenik bilimini,
genetik olarak imal edilmiş bir üstün ırkın yaratılmasını meşrulaştırmak
amacıyla 1920’lerden itibaren kullanması projesidir. Hitler ve Naziler bunu
Ayran Üstün Irkı olarak adlandırmışlardı.
Hitler’in öjeniği de, bugün gezegenimiz üzerinde
bulunan bütün tohumların numunelerini saklamak amacıyla bir kıyamet günü deposu
inşa etmekte olan aynı Rockefeller Vakfı tarafından finanse edilmişti. Konu bu
noktada gerçekten merak uyandırıcı bir hal almaktadır. Aynı Rockefeller Vakfı,
insan hayatını insan özelliklerini iradi olarak değiştirecek biçimde dönüştürme
yeteneğinde olduğunu umdukları “tanımlayıcı gen dizilimlerine” indirgeme
peşindeki durmak bilmez çabasının bir parçası olarak, bir sahte bilim olan
moleküler biyoloji disiplinini de yaratmıştır. Hitler’in, çoğu Savaştan sonra
biyolojik öjenik araştırmalarını sürdürmeleri için sessiz sedasız Amerika
Birleşik Devletleri’ne getirilen öjenik bilimcileri, Rockefeller Vakfı’nın
cömert bağışları ile Üçüncü Reich’a kadar açıkça desteklenmiş olan, çeşitli
hayat formlarıyla ilgili genetik mühendisliğinin temellerini attılar.(2)
Yine aynı Rockefeller Vakfı, Nelson Rockefeller
ve New Deal döneminin Tarım Bakanı ve Pioneer Hi-Bred Tohum Şirketi’nin kurucusu
olan Henry Wallace tarafından 1946’da Meksika’ya yapılan bir seyahat sonrasında
sözüm ona Yeşil Devrimi de yarattı.
Yeşil Devrim, dünya açlık sorununu Meksika,
Hindistan ve Rockefeller’ın çalıştığı bir dizi seçilmiş ülkede çözme iddiasında
bulundu. Rockefeller Vakfı agronomisti Norman Borlaug, aynı ödülü paylaşan Henry
Kisinger’ın çabalarını andıran çabaları için Nobel Barış Ödülü aldı.
Gerçekte, yıllar geçtikçe ortaya çıkacağı üzere,
Yeşil Devrim, yarım yüzyıl önce dünya petrol sanayini tekelleştirdiği gibi
tekelleştirebileceği küresel bir tarımsal ticaret alanı yaratmak amacıyla ortaya
atılmış olan parlak bir Rockefeller ailesi programıydı. Henry Kissinger’ın
1970’lerde ifade ettiği gibi: ‘Petrolü kontrol ederseniz ülkeyi kontrol
edersiniz; ama yiyeceği kontrol ederseniz, halkı kontrol edersiniz”.
Tarımsal ticaret ve Rockefeller Yeşil Devrimi iç
içe gelişti. Her ikisi de Rockefeller Vakfı tarafından birkaç yıl sonra bitkiler
ve hayvanlarla ilgili genetik mühendisliğinin geliştirilmesi amacıyla yapılan
araştırmaların finanse edilmesini içeren büyük bir stratejinin
parçalarıydılar.
John H. Davis, 1950’lerin başlarında Başkan
Dwight Eisenhower yönetimindeki Tarım Bakanı yardımcısıydı. 1955’te Washington’u
terk etti ve o günlerde bir tarım uzmanı için alışılmamış bir yer olan Harvard
Graduate School of Business’e gitti. Net bir stratejisi vardı. Davis, 1956’da,
Harvard Business Review dergisinde aşağıdakileri dile getirdiği bir makale
yazdı: “sözüm ona tarım sorununu tek bir seferde ve sonsuza değin çözmenin ve
yorucu hükümet programlarından kaçınmanın tek yolu, tarımdan, tarımsal ticarete
doğru yol almaktır”. O zamanlar sadece pek az kimsenin aklında bazı ipuçları
varken Davis bu konuda netti: tarımsal üretimdeki gıda zinciri üzerindeki
kontrolü, geleneksel aile çiftçisinin elinden alarak çokuluslu şirketlerin
ellerinde yoğunlaştıracak bir devrim. (3)
Rockefeller Vakfı ile ABD kökenli tarımsal
ticaret şirketlerinin çıkarlarının önemli bir yönünü Yeşil Devrimin gelişmekte
olan piyasalarda yeni melez tohumların yaygınlaşmasına dayanıyor olması olgusu
oluşturuyordu. Melez tohumların yaşamsal özelliklerinden birisi yeniden üretim
yeteneğine sahip olmamalarıydı. Melezler, çoğalmaya karşı içsel bir korunma
mekanizmasına sahiptiler. Tohumları ebeveynlerine benzer verim veren normal,
açık döllenmeye dayalı türlerin aksine, melez bitkilerden elde edilen tohumun
ürün verimi ilk kuşağınkinden önemli ölçüde daha düşüktü.
Melezlerin azalan verim özelliği çiftçilerin
yüksek verim elde etmek için normalde her yıl tohum satın alması anlamına
geliyordu. Üstelik ikinci kuşağın daha düşük verim vermesi çoğunlukla tohum
üreticileri tarafından üreticinin izni olmadan yapılan tohum ticaretini ortadan
kaldırıyordu. Ticari ürün tohumlarının aracılar tarafından yeniden dağıtılmasını
da engelliyordu. Büyük çokuluslu tohum şirketleri herhangi bir kuruma ait
parental tohum soylarını kontrol edebildiklerinde, hiçbir rakip ya da çiftçi,
melezi üretme yeteneğine sahip olmayacaktı. Melez tohum patentlerinin, DuPont’un
Pioneer Hi-Bred ve Monsanto’nun Dekalb şirketleri önderliğindeki az sayıda
küresel tohum şirketinin ellerinde yoğunlaşması daha sonraki GDO’lu tohum
devriminin temellerini attı. (4)
Gerçekte, modern Amerikan tarımsal
teknolojisinin, kimyasal gübrelerin ve ticari melez tohumların devreye
sokulması, gelişmekte olan ülkelerdeki bütün yerel çiftçileri, özellikle de daha
varlıklı olanları, yabancı, çoğunlukla da ABD kökenli tarımsal ticaret ve
petro-kimya şirketlerinin girdilerine bağımlı hale getirdi. Bu onyıllarca
sürecek olan, dikkatle planlanmış bir sürecin ilk adımıydı.
Yeşil Devrim kapsamındaki tarımsal ticaret
önceden ABD ihracatçıları açısından sınırlı biçimde ulaşılabilen piyasalara
önemli giriş kanalları yaratıyordu. Bu trend daha sonra “piyasa-yönelimli
tarım”la birlikte sıçrama yaşadı. Aslında söz konusu olan, tarımsal ticaret
tarafından kontrol edilen tarımdı.
Rockefeller Vakfı ve daha sonra da Ford Vakfı ele
ele, Birleşik Devletler Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) ve CIA’nin dış
siyaset hedeflerini Yeşil Devrim aracılığıyla biçimlendirdiler ve
desteklediler.
Yeşil Devrim’in önemli etkilerinden birisi
umutsuzca iş arayarak kentlerin çeperlerindeki gecekondu mahallelerine göçmeye
zorlanan köylülerin kırsal nüfusu azaltmasıydı. Bu raslantısal bir durum
değildi; önceki yıllardaki “küreselleşme” dâhilinde bu ülkelere gelmekte olan
ABD çokuluslu imalat şirketleri için ucuz emek havuzları yaratma planının bir
parçasıydı.
Yeşil Devrim’in kendinden menkul reklamları
yatıştıkça ortaya çıkan sonuçlar vaat edilenlerden oldukça farklı oldu.
Çoğunlukla ciddi sağlık sonuçları doğuran yeni kimyasal ilaçların ayrım
gözetmeden kullanılması önemli sorunlar yarattı. Yeni melez tohum çeşitlerinin
monokültürel bir tarzda ekilmesi zaman içinde toprak verimliliğini ve verimi
düşürdü. İlk sonuçlar etkileyiciydi: buğday ve daha sonra Meksika’da mısır gibi
ürünlerin verimleri iki hatta üç kat arttı. Ancak daha sonra düştü.
Yeşil Devrimin tipik eşlikçilerinden birisi
çoğunlukla yeni büyük barajlar inşa etmeye yönelik Dünya Bankası kredilerini
içeren ve önceden yerleşim yerleri olan bölgeleri ve zaman içinde de verimli
tarım arazilerini sular altında bırakan büyük sulama projeleriydi. Ayrıca, süper
buğday, toprağı dönüm başına muazzam miktarlarda gübreye doyurarak verimi büyük
ölçüde artırdı; kullanılan gübre de Rockefeller’in hâkimiyeti altındaki Yedi Kız
Kardeşler unvanlı büyük petrol şirketleri tarafından kontrol edilen metalar olan
nitrat ve petrol yan ürünlerinden imal ediliyordu.
Muazzam miktarlarda zararlı bitki ve böcek
ilaçları da kullanıldı ki bu durum petrol ve kimya devleri için ek piyasalar
yarattı. Bir analizcinin belirttiği gibi, aslında, Yeşil Devrim temelde bir
kimya devrimiydi. Gelişmekte olan ülkelerin muazam miktarlardaki kimyasal gübre
ve ilaçların karşılığını ödemeleri hiçbir noktada mümkün değildi. Dünya Bankası
kredi ikramları ile Chase Bank ve diğer büyük New York bankalarının, ABD Hükümet
garantileri tarafından desteklenen özel kredilerini almak zorunda
kalacaklardı.
Bir dizi gelişmekte olan ülkeye verilen bu
krediler çoğunlukla büyük toprak sahiplerine gitti. Küçük köylüler için durum
daha başka türlü gelişti. Küçük köylü çiftçiler gübre ve diğer modern girdileri
karşılayamıyor ve borçlanmak zorunda kalıyorlardı.
Başlangıçta çeşitli hükümet programları
çiftçilere kimi krediler vererek bunların tohum ve gübre almalarını sağlamaya
çalıştı. Bu tür programlara katılamayan çiftçiler özel sektörden borçlanmak
zorunda kaldılar. Gayrı resmi kredilerin üstüne yüklenen tefeci faizleri
nedeniyle birçok küçük çiftçi ilk başlarda gözlenen yüksek verimlerden bile
yararlanamadı. Hasattan sonra, ürünlerinin tamamını olmasa bile büyük bir
bölümünü kredi ve faizlerini ödemek için satmak zorunda kalıyorlardı. Tefecilere
ve tüccarlara bağımlı hale geldiler ve çoğunlukla topraklarını kaybetiler.
Hükümet kurumlarından alınan yumuşak krediler söz konusu olduğunda bile,
geçimlik ürün üreticiliği, yerini nakit ürün üretimine bıraktı. (5)
Aradan geçen on yıllar içinde aynı çıkarlar, ilk
Yeşil Devrimi destekleyen Rockefeller Vakfı’nın, Rockefeller Vakfı Başkanı
Gordon Conway’in birkaç yıl önce dile getirdiği gibi, GDO’lu patentlenmiş
tohumları da içeren endüstriyel tarım ve ticari girdilerin yayılmasını amaçlayan
ikinci “Gen Devrimini” desteklemesine yol açtı.
Gates, Rockefeller ve Afrika’daki Yeşil Devrim
1950’lerin Rockefeller Vakfı Yeşil Devrimi’nin
gerçek arka planını berrak bir biçimde akılda tuttuğumuzda, şu anda her türlü
tohumu olası bir “kıyamet” senaryosu karşısında korumak amacıyla milyonlarca
dolarlık yatırımlar yapmakta olan aynı Rockefeller Vakfı’nın, Gates Vakfı ile
birlikte bir yandan da Afrika’da Yeşil Devrim İttifakı isimli bir projeye de
milyonlar yatırmakta olması, durumu özellikle ilginç kılmaktadır.
Kendisine verdiği isimle AGRA, yine “Gen
Devrimini” yaratmış olan aynı Rockefeller Vakfı’nın dâhil olduğu bir ittifaktır.
AGRA Yönetim Kuruluna baktığımızda bu durumu göreceğiz.
Yönetim Kurulu başkanı olarak eski BM Genel
Sekreteri Kofi Annan’ı görüyoruz. Kofi Annan, 2007 Haziran ayında Güney
Afrika’nın Cape Town kentindeki bir Dünya Ekonomik Forumu etkinliğinde yaptığı
kabul konuşmasında, “Bu meydan okumayı Rockefeller Vakfı’na, Bill & Melinda
Gates Vakfı’na ve Afrika kampanyamızı destekleyen tüm kurumlara şükranlarımla
kabul ediyorum” demişti.
AGRA yönetim kurulunda bunlara ek olarak
Rockefeller Vakfı mütevelli heyeti üyelerinden Güney Afrikalı Strive Masiyiwa da
var. Bill&Melinda Gates Vakfı’ndan Sylvia M. Mathews; Dünya Bankası eski
Yönetici Müdürü (2000 – 2006) Mamphela Ramphele; Gates Vakfı’ndan Rajiv J. Shah;
Rockefeller Vakfı’ndan Nadya K. Shmavonian; Gates Vakfı’ndan Roy Steiner ise
diğer üyeler. Ayrıca, AGRA İttifakı’na Rockefeller Vakfı Yönetim Müdürü Gary
Toenniessen ve Rockefeller Vakfı Müdür Yardımcısı Akinwumi Adesina da dâhil.
Diziyi tamamlamak için devam edersek, AGRA
Programları, Rockefeller Vakfı Yönetim Müdürü Peter Matlon; Afrika Tohum
Sistemleri Programı Müdürü ve Rockefeller Vakfı Müdür Yardımcısı Joseph De
Vries; Rockefeller Vakfı Müdür Yardımcısı Akinwumi Adesina’yı da içeriyor.
Hindistan ve Meksika’nın eski müflis Yeşil Devrimi gibi, yeni Afrika Yeşil
Devrimi de açık seçik bir biçimde Rockefeller Vakfı’nın yüksek öncelikleri
arasında yer alıyor.
Monsanto ve büyük GDO’lu tarımsal ticaret devleri
şu ana kadar düşük bir profil sergilemekle birlikte, Kofi Annan’ın AGRA’sını,
patentlenmiş GDO’lu tohumlarını, genetik mühendisliğinin ürünü olan patentlenmiş
tohumlara verilen yeni aldatıcı “biyo-teknoloji” ismi altında Afrika çapında
yaygınlaştırmak amacıyla kullanmaya gönülden razılar. Şu ana kadar Güney Afrika,
GDO’lu ürünlerin yasal ekimine izin veren tek Afrika ülkesi oldu. 2003’te
Burkina Faso, GDO denemelerine izin verdi. 2005’te Kofi Annan’ın ülkesi olan
Gana, biyo-güvenlik yasa taslağını yayımladı ve önemli yöneticiler GDO’lu
ürünlerle ilgili araştırmalar yürütme niyetinde olduklarını açıkladılar.
Afrika, ABD hükümetinin GDO’ları dünya çapında
yaygınlaştırma kampanyasının yeni hedefi. Zengin toprakları onu ideal bir aday
haline getiriyor. Afrika’da GDO’yu Afrika tarımsal sistemlerine sokma amacıyla
bir dizi genetik mühendislik ve biyo-güvenlik projesi başlatılırken, birçok
Afrika hükümeti de hiç de şaşırtıcı olmayan bir biçimde GDO sponsorlarına ciddi
kuşku ile yaklaşıyor. Bu projeler arasında ABD hükümeti tarafından Afrikalı
bilim insanlarını ABD’de genetik mühendislik alanında eğitmek amacıyla teklif
edilen sponsorluk projelerinden, Birleşik Devletler Uluslararası Kalkınma Ajansı
(USAID) ve Dünya Bankası tarafından fonlanan biyo-güvenlik projelerine; Afrika
yerli gıda ürünlerine yönelik GDO araştırmalarına kadar uzanan birçok proje
var.
Rockefeller Vakfı, Afrika topraklarına GDO sokma
projesini desteklemek için yıllarca, önemli ölçüde başarısızlıkla da olsa çaba
gösterdi. Güney Afrika’daki Makhathini Düzlüklerinde GDO’lu pamuk
yetiştirilmesini savunan araştırmalara destek oldu.
Güney Afrika’nın GDO’lu melez tohum sanayinde
güçlü ayaklara sahip olan Monsanto, küçük ölçekli yoksul çiftçilere yönelik
olarak, elbette daha sonra bunu Monsanto’nun patentlenmiş GDO’lu tohumlarının
takip edeceği bir yeşil devrim paketini devreye sokan, “Umut Tohumları
Kampanyası” isimli bir yerli küçük üretici programı düzenliyor. (6)
“GDO Mahşerinin Dört Atlısından” biri olan
İsviçre kökenli Syngenta AG, böceğe dirençli GDO’lu mısır geliştirmek için
Nairobi’deki yeni bir sera tesisine milyonlarca dolar akıtıyor. Syngenta aynı
zamanda CGIAR’nin de bir parçası.(7)
Svalbard’a yolculuk
Bütün bunlar felsefi uydurmalar anlamına
gelebilir mi? Gates ve Rockefeller vakıflarını bir ve aynı anda, patentlenmiş ve
çok yakında da patentlenmiş Terminatör tohumların Afrika çapında
yaygınlaştırmasını desteklemeye yönelten şey nedir? Bu, dünyanın bütün diğer
yerlerinde olduğu gibi Afrika’da da monokültürel endüstrileşmiş tarımsal
ticaretin devreye sokulmasıyla birlikte, bitkisel tohum çeşitliliğini imha eden
bir süreçtir. Aynı zamanda, bilinen her türlü tohum çeşidini uzaklardaki Arktrik
Çemberi yakınlarında bulunan, patlamaya karşı korunaklı bir kıyamet deposunda
korumak için milyonlarca dolar akıtmaktadırlar ki resmi açıklamalarını tekrar
etmek gerekirse, “böylece ürün çeşitliliği gelecekte de korunacaktır”.
Rockefeller ve Gates vakıflarının Afrika’ya
GDO-tarzı bir Yeşil Devrim’i sokmak için ekip halinde çalıştıkları bir dönemde,
bir yandan da Svalbard’da sessiz sedasız bir “kıyamet günü tohum deposu” finanse
etmeleri tesadüf değildir. GDO’lu tarımsal ticaret devleri, Svalbard projesine
boyunlarına kadar batmışlardır.
Aslında Svalbard projesinin tamamı ve bununla
uğraşan kimseler, Michael Crichton’un bütün insanlığı tehdit eden dünya dışı
ölümcül bir hastalığın kanda hızlı, ölümcül bir pıhtılaşmaya neden olmasını
anlattığı bir bilim kurgu kitabı olan Andromeda Strain çoksatarını
hatırlatmaktadır. Svalbard’da, geleceğin dünyasının en güvenli tohum deposu, GDO
Yeşil Devriminin bekçileri olan Rockefeller ve Gates Vakıfları, Syngenta, DuPont
ve CGIAR tarafından korunacaktır.
Svalbard projesi, Küresel Ürün Çeşitliliği Tröstü
(Global Crop Diversity Trust -GCDT) isimli bir örgüt tarafından yönetilecektir.
Gezegenin tohum çeşitliliğinin tamamı üzerinde böylesine korkunç bir tröst
sahibi olan bu insanlar kimdir? GCDT, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü
(FAO) ve CGIAR’ın bir yan örgütü olan Uluslararası Biyoçeşitlilik (Bioversity
International- eski Uluslararası Bitki Genetik Araştırma Enstitüsü-International
Plant Genetic Research Institute) tarafından kurulmuştur.
Küresel Ürün Çeşitliliği Tröstü’nün merkezi
Roma’dadır. Yönetim Kurulu başkanı aynı zamanda dünyanın en büyük özel su
şirketlerinden birisi olan Group Suez Lyonnaise des Eaux’nün de danışma
kurulunda olan Kanadalı Margaret Catley-Carlson’dur. Catley-Carlson daha önce
1998’e kadar, John D. Rockefeller’ın, gelişmekte olan ülkelerde “aile
planlaması”, doğum kontrol araçları, kısırlaştırma ve “nüfus kontrolü” örtüsü
altında Rockefeller ailesinin öjenik programını ilerletmek üzere 1952’de kurmuş
olduğu New York merkezli Nüfus Konseyi’ne de başkanlık etmişti.
Diğer GCDT yönetim kurulu üyeleri arasında eski
Bank of America yöneticisi şimdiki Hollywood DreamWorks Animation başkanı Lewis
Coleman da vardır. Coleman ayrıca Amerika’nın en büyük askeri sanayi Pentagon
tedarikçilerinden birisi olan Northrup Grumman Şirketi’nin de Yönetim Kurulu
başkanıdır.
Jorio Dauster (Brezilya) aynı zamanda Brasil
Ecodiesel’in Yönetim Kurulu başkanıdır. Kendisi eski Avrupa Birliği nezdindeki
Brezilya Büyükelçisi ve Brezilya Maliye Bakanlığı adına dış borçlar Baş
Müzakerecisidir. Dauster aynı zamanda Brezilya Kahve Enstitütüsü Başkanı ve
Brezilya yasaları kapsamında yakın zamana kadar yasak olan genetiğiyle oynanmış
tohumların patentlerini yasallaştırmakla uğraşan Brezilya Patent Sistemlerini
Modernleştirme Projesi Koordinatörü’dür.
Cary Fowler, Tröst’ün Yürütme Müdürü’dür. Fowler,
Norveç Üniversitesi Hayat Bilimleri’ndeki Uluslararası Çevre ve Kalkınma
Çalışmaları Bölümü’nde profesör ve araştırma müdürüdür. Kendisi ayrıca
Uluslararası Biyoçeşitlilik Genel Müdürü’nün Özel Danışmanı’ydı. Orada Bitki
Genetik Kaynakları Uluslararası Anlaşması müzakerelerinde Uluslararası Tarımsal
Araştırmalar Danışma Grubu’nun (CGIAR) Geleceğin Hasat Merkezleri bölümünü
temsil etti. 1990’larda, FAO’daki Bitki Genetik Kaynakları Uluslararası
Programı’na başkanlık yaptı. FAO’nun 1996’da 150 ülke tarafından kabul edilen
Bitki Genetik Kaynakları Küresel Planı müzakerelerinin taslağını oluşturdu ve
müzakerelere gözetmenlik yaptı. ABD Ulusal Bitki Genetik Kaynakları Kurulu ile
yeni bir Rockefeller Vakfı ve CGIAR projesi olan Meksika’daki Uluslararası Mısır
ve Buğday İyileştirme Merkezi mütevelli heyetinin eski bir üyesiydi.
GCDT’nin Hindistanlı üyesi Dr. Mangala Rai ise
Tarımsal Araştırma ve Eğitim Bölümü (DARE) Sekreteri ve Tarımsal Araştırma
Hindistan Konseyi (ICAR) Genel Müdürü’dür. Aynı zamanda Rockefeller Vakfı’nın,
dünyanın ilk önemli GDO deneyi olan, başarısız olduğu sonradan ortaya çıkmış,
şişirilmiş “Altın Pirinç” deneyini destekleyen Uluslararası Pirinç Araştırma
Enstitüsü’nün (IRRI) Yönetim Kurulu üyesidir. Rai, CIMMYT (Uluslararası Mısır ve
Buğday İyileştirme Merkezi) Yönetim Kurulu üyesi ve CGIAR Yürütme Konseyi üyesi
olarak da hizmet etmiştir.
Küresel Ürün Çeşitliliği Tröst Donörleri ya da
finansal meleklerinin arasında, Humphrey Bogart’ın Casablanca filmindeki klasik
sözleriyle “bütün olağan şüpheliler” mevcuttur. Donörler arasında Rockefeller ve
Gates Vakıflarına ek olarak GDO devleri DuPont-Pioneer Hi-Bred, İsviçre kökenli
Syngenta, CGIAR Dışişleri Bakanlığının enerjik GDO destekçisi kalkınma yardımı
kurumu USAID de bulunmaktadır. Aslında Svalbard’daki küresel tohum çeşitliliği
deposunda, insan türünün barındığı tavuk kümesi, GDO ve nüfus azaltımı
alanlarında faaliyet gösteren bütün eski yaşlı tilkilere emanet edilmiş gibi
görünmektedir. (8)
Neden şimdi Svalbard?
Bill Gates ve Rockefeller Vakfı’nın, DuPont ve
Syngenta gibi genetik mühendisliğiyle uğraşan büyük tarımsal ticaret devleri ile
birlikte ve CGIAR ile birlikte Arktiklerdeki Kıyamet Günü Tohum Deposu’nu neden
kurdukları sorusunu sorma meşruiyetine sahibiz.
Öncelikle böyle bir tohum bankasını kimler
kullanır? Bitki yetiştiricileri ve araştırmacılar gen bankalarının en önemli
kullanıcılarıdır. Günümüzün en büyük bitki yetiştiricileri Monsanto, DuPont,
Syngenta ve Dow Chemical olmak üzere küresel bitki patentçisi GDO devleridir.
Monsanto, 2007 başlarından bu yana Birleşik Devletler Hükümeti ile birlikte
“Terminatör” ya da Genetik Kullanımı Kısıtlama Teknolojisi (GURT) ismi verilen
bitki patent haklarını elinde tutmaktadır. Terminatör, patentlenmiş bir ticari
tohumun hasattan sonra “intihar ettiği” uğursuz bir teknolojidir. Özel tohum
şirketlerinin tam kontrolü söz konusudur. Gıda zinciri üzerinde kurulan böylesi
bir kontrol ve güç, insan türünün tarihinde daha önce asla var olmuş
değildir.
Zeki bir genetik mühendislik ürünü olan bu
terminatör cins, çiftçileri pirinç, soya fasülyesi, mısır, buğday ya da her yıl
nüfuslarını doyurmak için ihtiyaç duydukları bütün temel ürünleri elde etmek
için Monsanto ya da diğer GDO tohumu tedarikçilerine dönmeye zorlamaktadır.
Terminatör tohum dünya çapında yaygın biçimde dağıtılacak olursa, belki de
yaklaşık on yıl içinde dünya gıda üreticilerinin çoğunluğunu Monsanto ya da
DuPont ya da Dow Chemical gibi üç ya da dört dev tohum şirketinin yeni
sözleşmeli feodal serfleri haline dönüştürebilir.
Bu da elbette, aynı zamanda özel şirketler
açısından, belki de kendilerine ev sahipliği yapan hükümetin, yani Washington’un
isteği üzerine, Washington’un güttüğü siyasetle sürtüşme içinde olan şu ya da bu
gelişmekte olan ülkeye tohum yasağı konulmasının yolunu açabilecektir. “Böyle
şey olmaz” diyenlerin mevcut küresel olaylara daha yakından bakması gerekir.
İktidarın üç ya da dört özel ABD kökenli tarımsal ticaret devinin ellerinde
böylesine yoğunlaşmış olması, hasatlarının verimli olması halinde bile ki bu söz
konusu değildir, tüm GDO’lu ürünlerin yasal anlamda yasaklanmasının zeminini
oluşturmaktadır.
Monsanto, DuPont ve Dow Chemical isimli bu özel
şirketlerin insan hayatının vekilharçları olarak hiç de masum bir sicilleri
yoktur. Bu şirketler diyoksin, PCB’ler (poliklorlu bifeniller), [Vietnam
Savaşında kullanılan; ç.n.] Agent Orange gibi kimi yenilikleri geliştirdiler ve
yaygınlaştırdılar. Toksik kimyasalların karsinogenik ve insan sağlığı
karşısındaki diğer ciddi sonuçlarıyla ilgili açık kanıtları on yıllarca
sakladılar. Dünyanın en yaygın zararlı bitki ilacı olan ve Monsanto’nun genetik
mühendisliği ürünü olan birçok tohumu için satın alınması zorunlu bulunan
Roundup zararlı bitki ilacının temel bileşeni olan glifosfatın, içme suyuna
karıştığında toksik etki yarattığına dair ciddi bilimsel raporları sakladılar.
(9 ) Danimarka, ülkenin yer altı sularını kirlettiğini teyit ettiği 2003’te
glifosfatı yasakladı.(10)
Tohum gen bankalarında depolanan çeşitlilik bitki
yetiştiriciliğinin ve önemli ölçüde de temel biyolojik araştırmaların
hammaddesidir. Bu tür amaçlar için her yıl yüz binlerce numune dağıtılmaktadır.
BM’nin FAO kuruluşu dünya çapında yaklaşık 1400 tohum bankası sıralamaktadır ki
bunların en büyüğü ABD hükümetinin elindedir. Diğer büyük bankalar küçülerek
sırasıyla Çin, Rusya, Japonya, Hindistan, Güney Kore, Almanya ve Kanada’nın
elindedir. Ayrıca CGIAR, dünya çapında seçilmiş merkezlerde bulunan bir tohum
bankaları zincirini yönetmektedir.
1972’de Rockefeller Vakfı ve Ford Vakfı
tarafından Yeşil Devrim tarımsal ticaret modellerini yaymak için kurulan CGIAR,
Filipinlerden Suriye’ye ve Kenya’ya kadar uzanan özel tohum bankalarının çoğunu
kontrol etmektedir. Bütün bu mevcut tohum bankalarında neredeyse iki milyonu
“farklı” olan altı buçuk milyon tohum çeşidini saklamaktadır. Svalbard’ın
Kıyamet Günü Deposu dört buçuk milyon farklı tohuma ev sahipliği yapma
kapasitesine sahip olacaktır.
Biyolojik savaş aracı olarak GDO?
Şimdi tehlikenin merkezine ve Bill Gates ile
Rockefeller Vakfı’nın Svalbard projesinde içkin olan suiistimal potansiyeline
gelmiş bulunuyoruz. Pirinç, mısır, buğday ve soya fasülyesi benzeri yem
bitkileri gibi dünyanın en önemli geçimlik ürünleri için geliştirilen
patentlenmiş tohumlar nihayetinde korkunç bir biyolojik savaş türü için
kullanılabilir mi?
Rockefeller, Carnegie, Harriman ve diğerleri gibi
varlıklı seçkin aileler tarafından 1920’lerden bu yana fonlanan öjeniğin açık
hedefi, arzu edilmeyen kansoylarının sistematik biçimde imha edilmesi anlamına
gelen “negatif öjenik” teriminde içkindir. Uluslararası Planlanmış Ebeveynlik
kurumunun kurucusu ve Rockefeller ailesinin bir yakını olan hızlı öjenikçi
Margaret Sanger, 1939’da Harlem’de, adına Negro Project-Zenci Projesi dediği bir
şey yarattı; bu proje, bir arkadaşına bir mektubunda açarken kullandığı
sözlerle, “Zenci nüfusunu bitirme arzusu” ile ilgiliydi. (11)
2001 yılında Kaliforniya’daki küçük bir
biyoteknoloji şirketi olan Epicyte, yiyen erkeklerin menilerini kısırlaştıran
bir sperm öldürücü içeren genetik mühendislik ürünü bir mısırın geliştirildiğini
açıkladı. Epicyte, o dönemde teknolojisi yaymak için, Svalbard Kıyamet Günü
Tohum Deposunun sponsorlarından ikisi olan DuPont ve Syngenta ile bir ortak
girişim anlaşmasına sahipti. Epicyte daha sonra Kuzey Carolina kökenli bir
biyoteknoloji şirketince satın alındı. Epicyte’in sperm öldürücü GDO’lu mısırını
ABD Tarım Bakanlığı tarafından sağlanan fonlarla, yani dünya çapındaki
muhalefete karşın, şu anda Monsanto’nun elinde olan Terminatör teknolojisinin
gelişmesini finanse eden ABD Tarım Bakanlığı tarafından sağlanan fonlarla
yürütmüş olduğunu öğrenmek hayret uyandırmaktadır.
1990’da, BM Dünya Sağlık Örgütü Nikaragua,
Meksika ve Filipinlerdeki 15 ve 45 yaşları arasındaki milyonlarca kadına, paslı
çivi gibi şeylerin üzerine basmaktan kaynaklanan bir hastalık olan Tetanos’a
karşı olduğu iddia edilen bir aşı yapmak üzere bir kampanya başlattı. Aşı, paslı
çivilere basmaları kadınlar kadar muhtemel olan erkeklere ya da oğlan
çocuklarına uygulanmadı.
Katolik bir taban örgütü olan Comite Pro Vida de
Mexico bu merak uyandırıcı tuhaflıktan kuşkulanarak aşı numunelerini test
ettirdi. Testler WHO tarafından sadece çocuk doğurma yaşında olan kadınlara
uygulanan tetanos aşısının, tetanos toksiod taşıyıcısı ile birleştiğinde kadının
gebeliği tutmasını imkânsız hale getiren antikorları uyaran doğal bir hormon
olan human korionik gonadotrophin ya da hCG içerdiğini açığa
çıkardı.
Daha sonra Rockefeller Vakfı’nın,
Rockefeller’ın Nüfus Konseyi, (CGIAR’ın evsahibi) Dünya Bankası ve Birleşmiş
Milletler’in Ulusal Sağlık Enstitüleri ile birlikte WHO için, tetanos taşıcıyısı
içeren gizli bir kürtaj aşısı geliştirmek üzere 1972’de başlayan 20 yıllık bir
proje üzerinde uğraştıkları ortaya çıktı. Ayrıca, şu anda, Svalbard Kıyamet Günü
Tohum Deposuna ev sahipliği yapan Norveç Hükümeti de özel kürtaj Tetanos
aşısının geliştirilmesi için 41 milyon dolar hibe etmişti. (12)
Norveç’ten Rockefeller Vakfı’na ve Dünya
Bankası’na kadar uzanan aynı örgütlerin Svalbard tohum bankası projesi ile de
uğraşmaları raslantı mıdır? 1989’da ABD Kongresi tarafından çıkartılan Biyolojik
Silahlar Anti-Terörizm Yasa’sını kaleme alan Profesör Francis Boyle’a göre,
Pentagon 2002’de, “kamuoyunun bilgisi ve denetimi dışında” benimsenmiş olduğunu
belirttiği iki Bush ulusal strateji direktifinin parçası olarak “şu anda
biyolojik savaşı yürütmek ve kazanmayı amaçlamaktadır”. Boyle, sadece ABD
Federal Hükümetinin 2001-2004 yılında sivil biyo-savaşla ilgili çalışmalar için,
muazzam bir miktar olan 14,5 milyar dolar harcadığını eklemektedir.
Rutgers Üniversitesi biyoloğu Richard Ebright ise
bugün ABD’de 300’den fazla bilimsel kurum ve 12.000 kadar bireyin biyosavaşa
uygun patojenlere erişiminin olduğunu tahmin etmektedir. Biyosavaş potansiyeli
taşıyan bulaşıcı hastalıklarla ilgili araştırmalar için 497 adet ABD hükümeti
NIH hibe programı mevcuttur. Elbette bütün bunlar, bugün olduğu gibi olası terör
saldırılarına karşı savunma örtüsü altında meşrulaştırılmaktadır.
ABD hükümetinin biyo-savaş araştırmalarına
harcanan paralarının önemli bir bölümü genetik mühendisliği ile ilgilidir. MIT
biyoloji profesörü Jonathan King “yaygınlaşan biyo-terör programları halkımıza
yönelik ciddi bir yükselen tehdit oluşturmaktadır” demektedir. King, “söz konusu
programlar daima savunma amaçlı olarak adlandırılırken, biyolojik silahlarla
birlikte, savunma ve saldırı programları neredeyse tamamen çakışmaya
başlamıştır” diye eklemektedir. (13)
Bill Gates ve Rockefeller Vakfı’nın Svalbard
Kıyamet Günü Tohum Bankası’nın, tanrı korusun, bu kez, Son, Büyük Gezegen
Dünya’nın imha edilmesiyle sonuçlanacak bir başka Nihai Çözüm’ün parçası olup
olmadığını zaman gösterecektir.
Notlar:
1 F. William Engdahl,Seeds of Destruction,
Montreal, (Global Research, 2007). (Türkçe’de: Ölüm Tohumları, Çeviren: Özgün
Şulekoğlu, Bilim+Gönül, 2009).
2 Age, s.72-90.
3 John H. Davis, Harvard Business Review, 1956,
Geoffrey Lawrence, Agribusiness, Capitalism and the Countryside, Pluto Press,
Sydney, 1987 içinde alıntı. Ayrıca bakınız Harvard Business School, The
Evolution of an Industry and a Seminar: Agribusiness Seminar,
http://www.exed.hbs.edu/programs/agb/seminar.html.
4 Engdahl, age., s. 130.
5 Age. S. 123-30.
6 Myriam Mayet, The New Green Revolution in
Africa: Trojan Horse for GMOs?, May, 2007, African Centre for Biosafety,
www.biosafetyafrica.net.
7 ETC Group, Green Revolution 2.0 for Africa?,
Communique Issue #94, March/April 2007.
8 Global Crop Diversity Trust website, in
http://www.croptrust.org/main/donors.php.
9 Engdahl, age., s.227-236.
10 Anders Legarth Smith, Denmark Bans
Glyphosates, the Active Ingredient in Roundup, Politiken, September 15, 2003,
organic.com.au/news/2003.09.15 içinde.
11 Tanya L. Green, The Negro Project: Margaret
Sanger’s Genocide Project for Black American’s, www.blackgenocide.org/negro.html
içinde.
12 Engdahl, age., s. 273-275; J.A. Miller, Are
New Vaccines Laced With Birth-Control Drugs?, HLI Reports, Human Life
International, Gaithersburg, Maryland; June/July 1995, Volume 13, Number 8.
13 Sherwood Ross, Bush Developing Illegal
Bioterror Weapons for Offensive Use,’ December 20, 2006,
www.truthout.org’de.
Global research’deki İngilizce orijinalinden
Sendika.Org tarafından çevrilmiştir