11 Ekim 2012

EZBER BOZANLAR-YAKIN TARİHTE BİR CİNAYET OLAYI


Yakın Tarihten Bir Cinayet Olayı

Yazar  Serdar Hakyemezoğlu
    9 Temmuz 1946 tarihinde 18 yıldır Ankara Valililiği ve Balediye Başkanlığını bir arada yürüten Nevzat Tandoğan intihar eder.   Bu intihara neden olan olaylar zinciri ise 16 Ekim 1945’te Ankara’da Samanpazarı semtinde Dr.Neşet Naci Arcan  isimli doktorun vurularak öldürülmesi ile başlamıştı. Bu cinayet yakın tarihimizin çok bilindik ama bir çok yönü hala sis perdesinde olan ve hiçbir zaman da aydınlanmayacak bir olayıdır. Herkesin yazdığı, Uğur Mumcu’nun 40’ların Cadı Kazanı kitabında da anlatılan, hatta cinayet zanlılarının kolej arkadaşı, Çorum Milletvekili İhsan Tombuş’un kitabından yola çıkarak filmi de yapılmış bu olaylar dizisini ben yeniden yazmayacağım. Ancak belki bilmeyenler vardır diye, bu konuda Uğur Mumcu’nun 402ların Cadı Kazanı ve Altan Öymen’in Bir Dönem, Bir Çocuk kitaplarından  ilgili bölümleri, İhsan Tombuş’la yapılan bir röportajı ve dikkate değer bilgiler içeren bazı kaynaklardan  bölümleri harmanlayıp okumanıza sunacağım. 
    Öncelikle Nevzat Tandoğan’dan söz etmek gerekiyor ;
    1925 yılının 18 Ağustos’unda Malatya’nın ileri gelen ailelerinden Karakaşzadeler’in en büyük oğlu Abdullah Bey, intihar eder.  Cumhuriyet Halk Fırkası’nın merkez kaza mutemedi ve Tayyare Cemiyeti şubesinin de reis vekili olan 25 yaşındaki Abdullah Bey, yöresinin sevilen, sayılan insanlarından biriydi. Bir süre öncesine kadar da Malatya’nın ilk valisi Asım Bey’in kızı ile nişanlıydı. Nişanın bozulmasını onuruna yediremeyerek, intihar ettiği haberi kulaktan kulağa yayıldı. Malatya Gazetesi haberi, “FECİ BİR İNTİHAR… Şehid-i Aşk” başlığıyla verdi.
    Karakaşzade Abdullah Bey’in intiharı, halk arasında derin bir üzüntüye neden olduğu gibi siyasi çevreleri de şok edercesine etkiledi. Ankara olayı duyar duymaz, siyasi müdahale etme gereği hissetti. Malatya Valisi Asım Bey, Bozok (Yozgat) valiliğine, Adalar Daire-i Belediye Müdürü Nevzad Bey ise Malatya Valiliği’ne tayin edildi. Hatta Nevzat Bey’e, yeni görevini Başvekil İsmet Paşa, bizzat köşkünde kabul ederek, iltifatlar ile birlikte tebliğ etti.

    Nevzat Tandoğan, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezunudur. 1914-1918 yılları arasında öğretmenlik yapmıştır. İstanbul Polis Müdürlüğü 2. Şubede Müdür Yardımcısı olarak atandıktan sonra öğretmenlik görevinden ayrıldı. Daha sonra 1. Şube müdürlüğünde de bulundu. İstanbul’daki görevinden sonra 1927 yılında Malatya Valiliğine atandı. Buradaki valiliği sırasında Konya milletvekili olarak gösterilip seçildiyse de valilikten ayrılmak istemediğinden milletvekilliğinden istifa ederek valiliğine devam etti. 1929 yılında Ankara’ya vali olarak atandı. Çok uzun süre bu görevde kaldı. Vali olduktan sonra Ankara Belediye Başkanlığını da birlikte yürüttü. On sekiz yıl gibi uzun süre devam eden Ankara Valiliği ve Belediye Başkanlığı 1946 yılındaki ölümüne kadar devam etti.

    3 Mayıs 1944 yılında tutuklanıp huzuruna çıkarılan Osman Yüksel Serdengeçti’ye karşı sarf ettiği sözleri ile ünlenmişti. Vali, tutukluyu süzdükten sonra; “Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lâzımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek. İkincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek.” dedi (Doç. Dr. Özcan Yeniçeri, Yönetim ve Bürokrasinin Yozlaşmadaki Rolü-II)

    Yine “Bu memlekete komünizm getirilecekse onu da biz getiririz” sözleri de ona aittir.

    Ankara’da basın üzerinde yaşatılan büyük baskılardan dolayı gazeteciler de büyük bir sıkıntı yaşamaktaydılar. Ankara’dan gazetelerine gönderdikleri haberler, şayet iktidarın aleyhindeyse, başlarına büyük işler açmakta ve valinin sert tutumuyla karşılaşmaktaydılar. Aralarında Hürriyet Gazetesi’nin de bulunduğu muhtelif gazetelerde çalışan ve anılarını 1977 yılında yayınladığı “İşte Ankara” adlı eserinde kaleme alan Emin Karakuş, bu dönemde yaşanmış hadiseleri bir gazeteci gözüyle ortaya koydu. Emin Karakuş, hatıralarında Ankara’dan gönderdikleri haberlerden dolayı çektikleri sıkıntıları dile getirdi. 1945 yılında Mecliste, çiftçiyi topraklandırma kanun tasarısı üzerinde yapılan ve CHP içinde cereyan eden tartışmaları bir mektupla Zekeriya Sertel’e yazması ve bunun öğrenilmesinden sonra Tandoğan’ın hışmına uğradı. Vali, Karakuş’u makamına çağırdıktan sonra, tabanca gösterip, haberin kaynağını öğrenmek maksadıyla tehditte bulundu. Daha sonra peşine taktığı polislerle büyük sıkıntılar yaşamasına sebep oldu.
    Tandoğan’ın hukuk tanımazlığına iki önemli olay yine Emin Karakuş tarafından nakledilmektedir. Vali, hakkında şikayette bulunan eczacının Ankara’yı terk etmesini sağlamıştır. Yine bir başka olayda, belediyeyi mahkemeye verip Danıştay’a şikayette bulunan ve davayı kazanan bir müteahhit, buna rağmen bir şey elde edememiş; Valilik Danıştay’ın kararını uygulamadığı gibi, Tandoğan karar yazısını müteahhidin elinden alıp parçaladıktan sonra, “Burada benim sözüm geçer” demek suretiyle hukuku çiğnemiştir.
    Evet, fikir vermesi açısından olayın kahramanlarından Vali Tandoğan’ın portresini verdikten sonra, Uğur Mumcu’nun anlatımına geçebiliriz;
    Haşmet Orbay Olayı

    40'lı yılların ortasında Türkiye'yi ilgilendiren iki olay vardı. Bu iki olay üzerinde söylentiler, yorumlar ve kuşkular birbirini izlemekteydi.

    Konulardan biri, Sovyetler Birliği Büyükelçilik doktodu Neşet Naci'nin öldürülmesi, öbürü de Ankara Valisi Tandoğan'ın intiharıydı.
    Bu iki olay da bir kanlı giz zinciriyle birbirine sımsıkı bağlıydı. Bu iki olayın kilit adamı Haşmet Orbay'dı. Haşmet Orbay, Genelkurmay Başkanı Kazım Orbay'ın oğluydu. Ve o tarihteki adı Milli Emniyet olan MİT'te görevliydi.

    Haşmet Orbay, 1986 yılında Erkekçe Dergisi'nden gazeteci Avni Özgürel'e şu açıklamalarda bulunacaktı:

    «Daha evvel Erzurum'da pederim Kazım Orbay 3. Ordu müfettişiyken, ben Milli İstihbarat Teşkilatı'nda vazifeliydim. Sonra Ankara'ya gelince, bu vazifeme devam ettim. Aynı zamanda, vilayet hususi katibiydim.. (..) Erzurum'dayken harici kısım vardı. Harici kısımda birçok sızıntılar oluyordu. Hudutta.. Malûmat alıp sorgularını yapıyorduk. Ankara'da, ben, dahili bir vazife almıştım. Ama yine de benim vazifem ecnebilerle ilgiliydi.. (..) Biz, MİT'te çalışanlar, memleketimize yaptığımız bütün vazifelerimizi mezara beraber götürürüz».

    O sıralarda Vali Nevzat Tandoğan da Ankara Valiliği'ndeki on yedinci yılını doldurmaktaydı. Tandoğan, özel kalem müdürü Haşmet Orbay'ı oğlu gibi severdi.

    Orbay, ünlü Enver Paşa ile Kafkas İslam Orduları Komutanı Nuri Paşa'nın da yeğeniydi. Dr. Neşet Naci Arzan, 16 Ekim 1945 günü Ankara'da Anafartalar Caddesi'ndeki Çocuk Esirgeme Kurumu apartmanındaki muayenehanesinde Reşit Mercan adındaki bir genç tarafından tabancayla vurularak öldürülmüştü. Katil, Neşet Naci'nin odasına girmiş; bir süre doktorla görüşmüş; sonra tabancasını çekmiş, doktor yan odaya geçmiş, katil, doktoru bu odada öldürmüştü.

    Ertesi gün Anafartalar Emniyet Amirliği'ne gelen Reşit Mercan, «Katil benim» demiş ve cinayet nedeni olarak da şu açıklamayı yapmıştı:

    «Veremim, doktordan rapor istedim vermedi. Bu yüzden öldürdüm.»

    Mercan'ın bu sözleri kimseyi inandırmamıştı. Üstelik, Reşit Mercan'ın sapasağlam olduğu da doktor raporu ile saptanmıştı.
    Mercan, Haşmet Orbay ile aynı evde kalmaktaydı. Reşit Mercan cinayetten sonra Haşmet Orbay'ın evine gitmiş; evde, üzerindeki elbiseleri çıkararak Haşmet'in elbise ve paltosunu giymiştir. Reşit Mercan, Haşmet Orbay ve Vali Tandoğan'ın oğlu Haldun Tandoğan üç yakın arkadaştılar. Mercan-Orbay arkadaşlığı kuşkuları arttırmaya yetmişti. Reşit Mercan'ın poliste ve savcılıktaki sözleri hiç de inandırıcı değildi. Üstelik cinayette kullanılan tabancanın kılıfı Haşmet Orbay'ın belediyedeki odasında bulunmuştu.

    Dr. Neşet Naci niçin öldürülmüştü? Para için mi?

    Mercan, polise ve savcıya verdiği ilk sorgularında amacının silah tehdidi ile para toplamak olduğunu; Haşmet Orbay ile aralarında şu konuşmanın geçtiğini anlatmıştı:

    «Bu tasavvurumu tahakkuk ettirebilirsem zengin ola-cağım, öteden beri zihnimi kurcalayan yokluk ve yoksulluktan kurtulacağım. Beni maddi sıkıntıdan kurtaracak tek çare bazı zengin şahsiyetleri tehdit ederek para koparmaktır. Senden yakın dostum yok, bu hususta sen bana yardım edebilirsin.»

    Reşit Mercan ile ilk görüşmeyi savcıdan önce Vali Tandoğan yapmaktaydı. Bu görüşme de olay üzerindeki kuşkuları arttırmıştı.
    Dışişleri Bakanı'nın ve Sovyetler Birliği Büyükelçiliği'nin doktoru Neşet Naci, Genelkurmay Başkanı Kazım Orbay'ın oğlunun arkadaşınca niçin öldürülmüştü?

    Dava suçüstü hükümlerine göre açıldı: 16 ekim günü işlenen cinayet için düzenlenen iddianame 18 ekim tarihini taşımaktaydı.
    İlk duruşmada da aynı gün başlamıştı.

    18 Ekim günlü ilk duruşmada sanık Mercan, ilk ifadelerini yineledi. Duruşmada tanık olarak dinlenen Haşmet Orbay, sanıkla Robert Kolej'deyken tanıştığını, kendisini uzun yıllar görmediğini, iki yıl önce karşılaşmalarından sonra sık sık görüştüklerini ve Mercan'ı işe yerleştirdiğini ve aynı evde oturduklarını anlatmıştı. Reşit Mercan, cinayetten bir halta önce Haşmet Orbay'ın evinden ayrılıp bir başka eve taşınmıştı.

    Orbay, mahkemede olayı şöyle anlatıyordu:

    «Üç gün önce bana gelerek bazı projelerinden bahsetti. 'İnşallah hayırlı işlerdir' dedim. 'Göze öyle bir şey alıyorum ki bunu muhakkak yapacağım' dedi. 'Sonu fena olmasın' dedim. 'Çok hayırlı olacak, bütün arzularım tahakkuk edecek' cevabını verdi. Projesi hakkında izahat vermedi. Fakat bir tabanca istemekte ısrar etti. Evvelsi gün birlikte Hergele Meydanı'na gittik. Tanıdığım eskici Ömer'in bir arkadaşından bir tabanca aldık. Kendisine "bundan mesuliyet kabul etmem' dedim.»

    Daha sonra mahkeme başkanı Reşat Bayramoğlu, Reşit Mercan'ın savcılık ifadesini okur. Mercan, ifadesinde «Haşmet'in 1200 lira borcu varmış. Bana bu işi teklif etti» dediği anlaşılır. Haşmet Orbay sapsarı olmuştur. Başkan duruşmaya ara verir; Haşmet Orbay fenalaşmıştır. 

    Duruşma yeniden başlar. Haşmet Orbay, Mercan'ın bu sözlerini «Suçlu kendisini kurtarmak için böyle söyler» diye yanıtlar.

    Başkan Bayramoğlu, bu kez Mercan'a sorar:

    «Hanginiz teklif etti?»

    Mercan bir süre susar, sonra alçak sesle «Ben teklif etmiş olayım» der. Bu soru-yanıttan sonra kuşkular büsbütün artmıştır. Duruşmada daha sonra Maliye Bakanı özel kalem müdürlerinden Cemil Conk, kapıcı İzzet Aksoy ve tabancayı satan Kızılcahamamlı eskiciler dinlenmişti. Savcı Kemal Bora ve savcı yardımcısı Kamil Okay, Reşit Mercan'ın adam öldürme suçundan cezalandırılmasını istemişti. Esas hakkındaki görüşte de Haşmet Orbay, cinayet suçuna katılmaktan sorumlu görülmüyordu.

    Duruşma sonunda mahkeme kararını açıklıyordu:

    Haşmet Orbay hakkında yataklık, ruhsatsız tabanca bulundurmak ve adliyeyi yanıltmak suçlarından dolayı soruşturma açılması için savcılığa suç duyurusunda bulunulması kararlaştırılmıştı. Haşmet Orbay, ruhsatsız silah bulundurmak, yataklık ve adliyeyi yanıltmak suçlarından tutuklandı.

    Orbay, 22 Ekim 1945 günü Ankara Birinci Asliye Ceza Mahkemesi Yargıcı Bekir Kayral'ın sorularını şöyle yanıtlıyordu:

    «Reşit'i on senedir tanırım, ona hayatımın sıkıntı içinde olduğunu, buna çare bulmak icap ettiğini, benim zengin adamlardan tehditle para koparmak gibi bir problemim olduğunu söyledim. Kabul etti. Ben durumum bakımından bu işi bizzat yapabilecek halde olmadığımdan, işi Reşit'in yapmasını kararlaştırdık.»

    Haşmet Orbay ile Reşit Mercan'ın davaları Ağır Ceza Mahkemesi'nde birleştirildi. Davaya Dr. Neşet Naci'nin ailesi adına katılan Avukat Hamit Şevket İnce cinayetin Haşmet Orbay tarafından işlendiği kanısındaydı. Orbay'ı Avukat Nail Taner; Reşit Mercan'ı Celal Yardımcı, Abdurrahman Taşpınar, Meliha Görken savunuyorlardı.

    Başkan Reşat Bayramoğlu, üyeler Yusuf Bahri Bilen ve Hakkı Uma'dan oluşan Ağır Ceza Mahkemesi 13 kasım günü kararını açıkladı:

    Katil, Reşit Mercan'dı.

    Mercan'a 20 yıl ağır hapis cezası verildi. Haşmet Orbay'a verilen ceza da 1 yıldı! Dosya Yargıtay'a gitmişti. O günlerde Ankara, Haşmet Orbay olayı ile çalkalanmakta; hemen hemen her yerde bu konu konuşulmaktaydı. Dr. Neşet Naci niçin öldürülmüştü?

    Yargıtay, Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararını bozdu. Bozarken de davanın Ankara'da değil, Bolu'da görülmesine karar verdi.
    Dava, Bolu Ağır Ceza Mahkemesi'nde 1946 yılı nisan ayı ortasında yeniden başlamıştı. Reşit Mercan, bu kez «Katil ben değilim» diyordu.

    Bolu'da başlayan mahkeme, Ankara Valisi Nevzat Tandoğan'ın tanık olarak dinlenmesine karar vermişti.
    Tandoğan, Ankara'da «istinabe yoluyla» dinlendi. Yargıç, Vali Tandoğan'a «Reşit Mercan ile savcıdan önce niçin görüştüğünü» sordu.
    Vali, «Cinayetin şehirde yaptığı akisleri, muhitte yarattığı heyecanı biliyordum, o yüzden hadiseyi bizzat katilin ağzından dinlemek istedim, bunda anormal bir cihet görmüyorum» yanıtını verdi.

    Vali, görüşmeyle ilgili bir tutanak da tutturmamıştı. Avukat Hamit Şevket İnce'nin sorusu üzerine tutanak tutulmadığı da anlaşılmıştı. Yargıç, Vali'ye «Reşit'e, Haşmet'in suçunu üzerine alması için telkinde bulunup bulunmadığını» sordu.

    Tandoğan, bu soruyu şöyle yanıtladı:

    «Türkiye Cumhuriyeti'ni idare eden bir amir ve me-murları, bir katilin yerine bir başkasını koymak, şunun bunun suçunu başkasına yüklemek durumuna düşmemişlerdir. Bütünüyle yalandır bunlar. Böyle bir telkinde bulunduğum, az bir ceza ile kurtulacağını söylediğim, yurtdışına kaçırılabileceğini söylediğim yalandır.»

    Vali Tandoğan, bu tanıklığı yaptıktan bir gün sonra Adalet Bakanı Mümtaz Ökmen'i arıyor ve kendisine mahkemede «sanık» gibi davranıldığından yakınıyordu. Tandoğan, 8 temmuz günü sabah evinde intihar ediyordu! O günlerde Tandoğan'ın intihar etmediği, öldürüldüğü dedikodusu da yayılmıştı. Vali Tandoğan, 8 Temmuz 1945 günü intihar ediyor. Haşmet Orbay'ın babası Genelkurmay Başkanı Kazım Or-bay da genelkurmay başkanlığı görevinden 29 Temmuz 1946 günü ayrılıyordu.

    Bolu Ağır Ceza Mahkemesi'nde yeni tanıklar dinlendi. Görgü tanıklarının da yeniden dinlenmelerine karar verildi. Haşmet Orbay'ı Bolu Ağır Ceza Mahkemesi'nde Feridun Söğütlüğü savundu. Bolu'daki dava, olayın daha da derinleştirilerek araştırılmasını sağlamıştı. Mahkemede cinayetin işlendiği Çocuk Esirgeme Kurumu binasının alt katındaki Foto Rıfat, cinayetten hemen sonra Haşmet Orbay'ı binadan çıkarken gördüğünü söylüyordu.

    Haşmet Orbay, Foto Rıfat'a daha önce fotoğraf çektirmişti.. Orbay ile tanışır, görüşürlerdi. Foto Rıfat, «Orbay'ın, Neşet Naci'nin muayenehaneye giriş-çıkış saatlerini» de kendisine sorduğunu söylemişti.

    Foto Rıfat'ın bu sözlerini Rıdvan Kırmacı ve Rıfat Süerdem de doğrulamışlardı. Duruşmada dinlenen Haşmet'in nişanlısı Müşerref ise Foto Rıfat'ı yalanlıyordu.

    Foto Rıfat, Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'nde daha önce neden tanıklık yapmamıştı? Tanıklara poliste işkence yapıldığını duymuş; bu nedenle çekinmişti!

    Kapıcı Tevfik Tutar ve hizmetçi Sultan Kara da cinayetin Haşmet Orbay tarafından işlendiğini söylüyorlardı. Tanıklardan, Maliye Bakanlığı özel kalem müdürlerinden Celadet Conk çelişkili tanıklık yaptığı için tutuklanacak, daha sonra da Haşmet Orbay'ı olay yerinde gördüğünü söyleyecekti.

    Dava 17 Aralık 1946 günü sonuçlandı. Mahkeme, Haşmet Orbay'ı «Mahiyeti gizlenen sebep ve saik altında» odam öldürmek suçundan idam cezasına çarptırdı. Reşit Mercan'a da «suça iştirak» eyleminden 10 yıl hapis cezası uygun görülmüştü. Reşat Mercan ve Haşmet Orbay, 1950 affı ile cezaevinden çıktılar. Mercan bir süre sonra öldü.

    Sırlarını mezara kadar götüreceğini» söyleyen Yük. Müh. ve eski MİT görevlisi Haşmet Orbay da İstanbul'da yaşıyor. Cinayetin niçin işlendiği hiç ortaya çıkmadı. Haşmet Orbay'ın MİT görevlisi olduğu da o günlerde mahkemeye bildirilmemişti.
    Haşmet Orbay'ın Sovyetler Birliği Büyükelçiliği'nde, Dr. Neşet Naci tarafından bir harita üzerinde elçilik görevlilerinden birine bilgi verirken görüldüğü; bu nedenle Orbay tarafından öldürüldüğü o günlerin konuşulan konuları arasındaydı. Olay üzerindeki bir başka yorum da Dr. Neşet Naci'nin MİT tarafından öldürüldüğüydü.

    Olayın gerçek yüzü ise hiçbir zaman anlaşılamayacaktı.

    Aynı olayı Bir de Altan Öymen’den dinleyelim;
    Ankara'da tanınmış bir doktor vardı: Neşet Naci Arzan... Ekim ayında bir akşam vakti, Anafartalar Caddesi'ndeki muayenehanesinde öldürüldü (...)

    Olaydan sonra ‘‘katil’’ olarak Reşit Mercan adında bir genç yakalanmıştı. Polise suçunu itiraf ettiği bildirilmişti. Ama bir süre sonra cinayete bir arkadaşının da katıldığı ortaya çıkmıştı. Mercan'ın silahı onun aracılığıyla temin ettiği anlaşılmıştı. O gencin adı Haşmet Orbay'dı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kazım Orbay'ın oğluydu (...)

    Haşmet'in ona silah bulması ise ‘‘Reşit ondan kendisi için bir silah bulmasını rica etmiş. O da bunun korunma için olduğunu sanıp satın aldığı silahı vermiş. Reşit'in cinayet işleyeceğini nereden bilsin’’ diye izah edildi. Fakat mahkemedeki duruşma başlayınca birçok soru işareti ortaya çıktı.

    GERÇEK KATİL ORBAY MI

    Davaya, ölen doktorun çocuğu adına müdahil olarak ünlü avukat Hamit Şevket İnce katılıyordu (...) Hamit Şevket İnce, duruşmalar sırasında söz alarak, soruşturmanın Ankara Savcısı ve Valisince çarpıtılmak istendiğini ima ediyordu. Onun bu imaları ve tanıkların ifadeleri giderek şu iddianın somutlaşmasına yol açtı:

    Gerçek katil Haşmet Orbay'dı. Reşit Mercan, Haşmet'in daha önce tanıdığı bir arkadaşıydı. Mütevazı bir ailenin çocuğuydu. Babası ölmüştü. Haşmet'in işlediği cinayeti Reşit'in üstlenmesi için bir komplo kurulmuştu (...) Bu gelişme sırasında Ankara'daki Cumhuriyet Savcısı Kemal Bora ile Vali Nevzat Tandoğan'a yöneltilen suçlama, Reşit'e, -gerçeği söylemesini önlemek için- baskı yaptıklarıydı. Ankara Emniyet Müdürü, Reşit'in yakalanmasından sonra onu Valilik makamına götürmüştü. Vali onunla bir süre yalnız olarak görüşmüştü. Hamit Şevket İnce soruyordu: Sanıkların adli merciler yerine vali önüne çıkarılması diye bir usul var mıydı? Ayrıca Vali Tandoğan, Reşit Mercan'la neyi görüşmüştü?

    Buna, Ankara Emniyet Müdürü bir cevap verdi. Nevzat Tandoğan'ın Ankara'da 18 yıldır valilik yaptığını, şehrin asayişiyle ilgili her önemli konuda Emniyet'ten ayrıntılı bilgiler aldığını, gerekli gördüğünde de sanıkları dinlemeyi görev saydığını belirtti.

    BİR İKTİDAR SALLANINCA

    Bu doğruydu. Tandoğan, evlerdeki en basit hırsızlık olaylarından kaçak inşaat girişimlerine kadar her türlü kanunsuzlukla yakından ilgilenirdi. Şehirde sarhoş dolaşanlara rastlarsa, onlara bile bizzat müdahale ederdi. (...) Tek parti döneminde 18 yıldır sürdürdüğü bu uygulamalara itiraz eden olmamıştı. Şimdiye kadar kimbilir kaç sanığı makamına getirip dinlemişti. Bunun mahkemede konu edilişi, ilk defa başına geliyordu.

    Hamit Şevket İnce'nin hukuki girişimleri Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararını etkilemedi. Karar, Ankara Savcısı Kemal Bora'nın talebine uygundu. Reşit Mercan cinayetten 20 yıl, Haşmet Orbay da katile tabanca sağlamaktan 1 yıl hapse mahkûm edildi. Ancak bu karar kısa bir süre sonra Yargıtay'ca bozuldu. Dava yeri de değiştirildi. Reşit ile Haşmet artık Bolu'da yargılanacaklardı. O sırada Meclis'e verilen bir önerge, işe siyasi bir boyut kattı (...) İddia şuydu: Ankara Savcısı Kemal Bora, Yargıtay'ın bozduğu karara yol açan adli soruşturmanın ilk aşamasında Mercan'ın önce kız kardeşini, sonra annesini çağırmıştı. İkisinden birinin mahkemede ‘‘Ben Doktor Neşet Naci'nin metresiydim’’ diye ifade vermesini, ötekinin de bunu doğrulamasını istemişti. Böyle yaparlarsa Reşit, cinayeti bu yüzden işlemiş gibi yargılanacaktı. (...)

    Adalet Bakanı Mümtaz Ökmen bu iddiaları yalanladı. Fakat Bolu'da başlayan duruşmalar sırasında gerek Ankara Savcısı, gerek Ankara Valisi hakkındaki tüm iddialar tekrarlandı.

    TANIK TANDOĞAN OLUNCA

    Bolu Ağır Ceza Mahkemesi de ilgilileri tanık olarak çağırdı. O arada Ankara Valisi Nevzat Tandoğan'ı da.

    Nevzat Tandoğan, çağırıldığı gün mahkemeye geldi. Uzun süre koridorda bekledikten sonra içeriye alındı. İçerde basın mensupları çoktu. Bazıları, gazetelerince İstanbul'dan, Ankara'dan gönderilmişti. Ankara Valisi'nin dinlenmesi, duruşmanın en fazla merak edilen bölümüydü. Herkes dikkat kesildi.

    Mahkeme Başkanı da bu ilginin farkındaydı. Valiyi sorgulama şeklini ona göre ayarladı. Devir artık değişmişti. Karşısındaki zat, başkentin kıdemli valisi de olsa, mahkeme önündeki bir tanıktı. Sorularını abartılı derecede sert bir üslupla sordu (...) 

    Tandoğan yargıçtan, durumunu belirtip oturarak ifade verme izni istedi. Yargıç bu izni verince, hakkındaki iddialarla ilgili soruları, oturduğu yerden güç işitilir bir sesle yanıtladı. Reşit Mercan'la yalnız konuşmadığını, yanında Emniyet Müdürü'nün de bulunduğunu, daha çok Reşit'i dinlediğini, onu etkileyecek bir şey söylemediğini bildirdi.

    İfadesi tamamlanıp Ankara'ya döndükten sonra ertesi sabah önce Adalet Bakanı Mümtaz Ökmen'e telefon açtı. Bolu'da kendine yapılan ‘‘muamele’’den çok üzüntü duyduğunu belirtti. Telefonu kapattıktan sonra karısına, ‘‘Ben şerefiyle oynanacak adam mıyım?’’ diye sordu. Daha sonra da yatak odasına giderek tabancasını çekip intihar etti.

    Haber, Ankara'da şok etkisi yaptı. Sadece Ankara'da değil, tüm Türkiye'de de. Bu, inanılmaz bir olaydı.

    Nevzat Tandoğan, Cumhuriyet yönetiminin en güçlü idarecilerinden biriydi. Bir mahkeme tanıklığıyla ilgili üzüntüsü yüzünden kendini öldürecek kadar duygusallaşabileceği tahmin edilemezdi. Ama belli ki, o ‘‘güçlü adam’’ otoriter bir dönemden sorgulayıcı bir döneme geçiş sürecinde, kendisine yönelik muamele değişikliklerine alışamamıştı. Sinirleri yıpranmıştı. Bolu'daki yargıcın o abartmalı sorgulama üslubu bardağı taşıran damla olmuştu.

    Olay hakkında yazılan ve Ankara Cinayeti filminin de temeli olan kitabın yazarı İhsan Tombuş ile Milliyet Gazetesi yazarı Nilüfer Oktay’ın yaptığı, 6 Kasım 2003 tarihli söyleşi de başka ayrıntılar da var;

    Dava ile ilgili hiç belge bulamadığınız doğru mu?
    Evet. İmha edilmiş belgeler. Yargıtay'daki ilanları dahi bulamadım. O zamanki gazetecilerin himmetiyle kitabı yazabildim yoksa imkansızdı. 

    Ne kadar sürdü araştırmanız?
    İki sene. Üç gazetenin, üç senelik bütün nüshalarını tek tek taradım. Tasvir'i, Ulus'u ve Vatan'ı. Biraz da Cumhuriyet'ten yararlandım.

    Olayda adı geçenlerin ailelerine ulaşmaya çalıştınız mı?
    Tabii. Haşmet'in (Orbay) hanımını buldum, ondan bazı bilgiler aldım. Zaten başka kimse de kalmamıştı hayatta. Doktorun oğlu yaşıyor ama konuşmak istemedi. 

    Peki, roman yazmanızdan rahatsız oldu mu?
    "62 yaşına geldim, hâlâ bu olayla uğraşamam" dedi. Ben "Yalan yanlış olmasın diye sizinle konuşmak istiyorum" deyince de "Ne yazarsan yaz" deyip telefonu kapattı. 

    Agahta Christie de olayla ilgilendi 

    İkisini de Robert Kolej'den tanıyordunuz. Ne hissetmiştiniz olayı öğrendiğinizde?
    Arkadaşlarımın durumuna üzülüyordum tabii. Merak da ediyordum neler olacak diye.

    Arkadaşlarınız cezaevinden çıktıktan sonra onlarla görüşmeyi denediniz mi?
    Hayır çünkü Çorum'da avukatlık yapıyordum, sonra da politikaya girdim. İletişim zordu o yıllarda. 1962'de Kilyos plajında Haşmet'le karşılaştım, ayaküstü 15 dakika konuştuk. Ondan sonra Haşmet'i hiç görmedim. Reşit'le ise iki sene kadar arkadaşlık yaptık Ankara'da. Sonra kayboldu ortadan, 
    bir daha izine rastlayamadım. 

    O görüşmede Reşit Mercan size pek bir şey anlatmamış.
    Bazı şeyleri anlattı tabii. İspatı mümkün olmadığı için onları yazmadım. Ketumdu, ben sebep arıyordum ama o söylemedi veyahut o da bilmiyordu.

    Araştırma yaparken sürprizlerle karşılaştınız mı?
    Şiar Yalçın'la karşılaşmam sürpriz oldu. O dönemde Türkiye'ye gelen Agatha Christie'nin olayla ilgilendiğini, Haşmet'in denizin üzerinde yürüdüğünü (Haşmet Orbay, 1983 yılında kendi yaptığı "deniz ayakkabılarıyla" Boğaz'da yürümüş) bilmiyordum. 

    Size göre dava hangi noktada tıkanmış?
    Patlamamış merminin kaybolması çok önemli. Sonra iki tane ölüm vakası var. İlk kararı temyiz eden Yargıtay başsavcısı kalp krizinden öldü deniyor. Vali Tandoğan'ın ölümü gazetelerde tartışılmış fakat başsavcının üzerinde kimse durmamış. 

    Haşmet Orbay'ın katil olduğundan emin misiniz?
    Haşmet'in öldürdüğünden yüzde 95 eminim. Dava safhasına göre eminim, başka bir bilgi mevcut değil elimde. Reşit'in öldürmediğindense yüzde 100 eminim.

    Üçüncü kişiye çok az ihtimal veriyorsunuz.
    Evet. Patlamamış merminin, tabancanın sahibini himaye etmek için kaybedildiğini zannediyorum. Ama bu kimdi, kimi himaye etmek istiyorlardı, bilmiyorum.

    "Kazım Orbay'ın silahıydı" iddiası var bir de...
    Var ama Haşmet almış olabilir o silahı. Kazım Orbay'ın üzerine kalmasın diye kaybedilmiş olabilir. Haşmet'in babasının silahıyla doktoru öldürmüş olması ihtimali kuvvetli.

    Cinayet sebebi para mı, yoksa bir casusluk olayı mı? Hangisi sizce akla daha yatkın?
    Casusluk. Sadece ben değil, herkes böyle tahmin ediyor.

    Bugün böyle bir cinayet işlense ve yine güçlü insanlar işin içinde olsa... Dava çözülür müydü?
    Zor çözülürdü. O zamanki kadar bile çözülmezdi. 

    Yargı özgür değil yani.
    Hayır, değil. O zamanki kadar özgür değil. Yargının üzerindeki baskı özellikle 28 Şubat'tan sonra yoğunlaştı. Verilen kararların birçoğunun hukukla hiç alakası yok. Ben Tek Parti, Demokrat Parti devrini; 27 Mayıs devrimini, 12 Mart'ı, 12 Eylül'ü gördüm. Hepsini yaşadım. O zamanki hukuki durumları da tespit ettim. En berbatı 28 Şubat. Hukukun üstünlüğü meselesi ciddi olarak ele alınmış değil. Hâlâ hukuk zedeleniyor. 

    Kitapta sansüre uğrayan olay

    İsmet İnönü'nün oğlunun adının karıştığı bir olay var. Kitaptan ne olduğu hakkında fazla bir şey öğrenemiyoruz. Fakat olaydan daha önce ayrıntılı olarak bahsettiniz.
    Efendim onu söylemeyeyim. Biraz sansüre uğradı. 15-16 sayfaydı o bölüm, kısalttık maalesef. 

    Olayı, "Tek Parti devrinde, İsmet İnönü'nün oğlu Ömer İnönü'nün adı Taksim olayına karışmıştı. Bu davadan yedi ay evvel Ömer İnönü'nün Olga isminde bir kadının kocasını öldürdüğüne dair dedikodular dolaşmış fakat basına aksetmemişti. Dedikodulara göre Haşmet'in annesi olayı öğrendiğinde Mevhibe (İnönü) hanıma gidiyor. 'Oğlunuzu kurtardınız, oğlumu da kurtarın. Yoksa bildiklerimi açıklarım' diyor. Güya Mevhibe hanım da Tandoğan'a telefon edip 'Bu işi halledin' diyor. Tandoğan böyle devreye giriyor" diye anlatmıştınız.
    Evet, öyle.


    Derleyen: Serdar Hakyemezoğlu
    Kaynaklar;
    Uğur Mumcu  40'ların Cadı Kazanı  Tekin Yayınevi 1993
    Altan Öymen Bir Dönem Bir Çocuk Doğan Kitap 2003
    İhsan Tombuş Ankara Cinayeti  Bilgi Yayınevi 2003

    Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...