Yakın Tarihten Bir Cinayet Olayı
Yazar Serdar Hakyemezoğlu
9 Temmuz 1946 tarihinde 18
yıldır Ankara Valililiği ve Balediye Başkanlığını bir arada yürüten Nevzat
Tandoğan intihar eder. Bu intihara neden olan olaylar zinciri ise 16 Ekim
1945’te Ankara’da Samanpazarı semtinde Dr.Neşet Naci Arcan isimli doktorun
vurularak öldürülmesi ile başlamıştı. Bu cinayet yakın tarihimizin çok bilindik
ama bir çok yönü hala sis perdesinde olan ve hiçbir zaman da aydınlanmayacak bir
olayıdır. Herkesin yazdığı, Uğur Mumcu’nun 40’ların Cadı Kazanı kitabında da
anlatılan, hatta cinayet zanlılarının kolej arkadaşı, Çorum Milletvekili İhsan
Tombuş’un kitabından yola çıkarak filmi de yapılmış bu olaylar dizisini ben
yeniden yazmayacağım. Ancak belki bilmeyenler vardır diye, bu konuda Uğur
Mumcu’nun 402ların Cadı Kazanı ve Altan Öymen’in Bir Dönem, Bir Çocuk
kitaplarından ilgili bölümleri, İhsan Tombuş’la yapılan bir röportajı ve
dikkate değer bilgiler içeren bazı
kaynaklardan bölümleri harmanlayıp okumanıza sunacağım.
Öncelikle Nevzat Tandoğan’dan
söz etmek gerekiyor ;
1925 yılının 18 Ağustos’unda
Malatya’nın ileri gelen ailelerinden Karakaşzadeler’in en büyük oğlu Abdullah
Bey, intihar eder. Cumhuriyet Halk Fırkası’nın merkez kaza mutemedi ve Tayyare
Cemiyeti şubesinin de reis vekili olan 25 yaşındaki Abdullah Bey, yöresinin
sevilen, sayılan insanlarından biriydi. Bir süre öncesine kadar da Malatya’nın
ilk valisi Asım Bey’in kızı ile nişanlıydı. Nişanın bozulmasını onuruna
yediremeyerek, intihar ettiği haberi kulaktan kulağa yayıldı. Malatya Gazetesi
haberi, “FECİ BİR İNTİHAR… Şehid-i Aşk” başlığıyla verdi.
Karakaşzade
Abdullah Bey’in intiharı, halk arasında derin bir üzüntüye neden olduğu gibi
siyasi çevreleri de şok edercesine etkiledi. Ankara olayı duyar duymaz, siyasi
müdahale etme gereği hissetti. Malatya Valisi Asım Bey, Bozok (Yozgat)
valiliğine, Adalar Daire-i Belediye Müdürü Nevzad Bey ise Malatya Valiliği’ne
tayin edildi. Hatta Nevzat Bey’e, yeni görevini Başvekil İsmet Paşa, bizzat
köşkünde kabul ederek, iltifatlar ile birlikte tebliğ etti.
Nevzat
Tandoğan, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezunudur. 1914-1918
yılları arasında öğretmenlik yapmıştır. İstanbul Polis Müdürlüğü 2. Şubede Müdür
Yardımcısı olarak atandıktan sonra öğretmenlik görevinden ayrıldı. Daha sonra 1.
Şube müdürlüğünde de bulundu. İstanbul’daki görevinden sonra 1927 yılında
Malatya Valiliğine atandı. Buradaki valiliği sırasında Konya milletvekili olarak
gösterilip seçildiyse de valilikten ayrılmak istemediğinden milletvekilliğinden
istifa ederek valiliğine devam etti. 1929 yılında Ankara’ya vali olarak atandı.
Çok uzun süre bu görevde kaldı. Vali olduktan sonra Ankara Belediye Başkanlığını
da birlikte yürüttü. On sekiz yıl gibi uzun süre devam eden Ankara Valiliği ve
Belediye Başkanlığı 1946 yılındaki ölümüne kadar devam etti.
3 Mayıs 1944
yılında tutuklanıp huzuruna çıkarılan Osman Yüksel Serdengeçti’ye karşı sarf
ettiği sözleri ile ünlenmişti. Vali, tutukluyu süzdükten sonra; “Ulan öküz
Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik
lâzımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki
vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek. İkincisi, askere
çağırdığımızda askere gelmek.” dedi (Doç. Dr. Özcan Yeniçeri, Yönetim ve
Bürokrasinin Yozlaşmadaki Rolü-II)
Yine “Bu memlekete komünizm
getirilecekse onu da biz getiririz” sözleri de ona aittir.
Ankara’da basın üzerinde
yaşatılan büyük baskılardan dolayı gazeteciler de büyük bir sıkıntı
yaşamaktaydılar. Ankara’dan gazetelerine gönderdikleri haberler, şayet iktidarın
aleyhindeyse, başlarına büyük işler açmakta ve valinin sert tutumuyla
karşılaşmaktaydılar. Aralarında Hürriyet Gazetesi’nin de bulunduğu muhtelif
gazetelerde çalışan ve anılarını 1977 yılında yayınladığı “İşte Ankara” adlı
eserinde kaleme alan Emin Karakuş, bu dönemde yaşanmış hadiseleri bir gazeteci
gözüyle ortaya koydu. Emin Karakuş, hatıralarında Ankara’dan gönderdikleri
haberlerden dolayı çektikleri sıkıntıları dile getirdi. 1945 yılında Mecliste,
çiftçiyi topraklandırma kanun tasarısı üzerinde yapılan ve CHP içinde cereyan
eden tartışmaları bir mektupla Zekeriya Sertel’e yazması ve bunun
öğrenilmesinden sonra Tandoğan’ın hışmına uğradı. Vali, Karakuş’u makamına
çağırdıktan sonra, tabanca gösterip, haberin kaynağını öğrenmek maksadıyla
tehditte bulundu. Daha sonra peşine taktığı polislerle büyük sıkıntılar
yaşamasına sebep oldu.
Tandoğan’ın hukuk tanımazlığına
iki önemli olay yine Emin Karakuş tarafından nakledilmektedir. Vali, hakkında
şikayette bulunan eczacının Ankara’yı terk etmesini sağlamıştır. Yine bir başka
olayda, belediyeyi mahkemeye verip Danıştay’a şikayette bulunan ve davayı
kazanan bir müteahhit, buna rağmen bir şey elde edememiş; Valilik Danıştay’ın
kararını uygulamadığı gibi, Tandoğan karar yazısını müteahhidin elinden alıp
parçaladıktan sonra, “Burada benim sözüm geçer” demek suretiyle hukuku
çiğnemiştir.
Evet, fikir vermesi açısından
olayın kahramanlarından Vali Tandoğan’ın portresini verdikten sonra, Uğur
Mumcu’nun anlatımına geçebiliriz;
Haşmet Orbay Olayı
40'lı yılların
ortasında Türkiye'yi ilgilendiren iki olay vardı. Bu iki olay üzerinde
söylentiler, yorumlar ve kuşkular birbirini izlemekteydi.
Konulardan biri, Sovyetler
Birliği Büyükelçilik doktodu Neşet Naci'nin öldürülmesi, öbürü de Ankara Valisi
Tandoğan'ın intiharıydı.
Bu iki olay da bir kanlı giz
zinciriyle birbirine sımsıkı bağlıydı. Bu iki olayın kilit adamı Haşmet
Orbay'dı. Haşmet Orbay, Genelkurmay Başkanı Kazım Orbay'ın oğluydu. Ve o
tarihteki adı Milli Emniyet olan MİT'te görevliydi.
Haşmet Orbay, 1986
yılında Erkekçe Dergisi'nden gazeteci Avni Özgürel'e şu açıklamalarda
bulunacaktı:
«Daha evvel Erzurum'da pederim Kazım Orbay 3. Ordu
müfettişiyken, ben Milli İstihbarat Teşkilatı'nda vazifeliydim. Sonra Ankara'ya
gelince, bu vazifeme devam ettim. Aynı zamanda, vilayet hususi katibiydim.. (..)
Erzurum'dayken harici kısım vardı. Harici kısımda birçok sızıntılar oluyordu.
Hudutta.. Malûmat alıp sorgularını yapıyorduk. Ankara'da, ben, dahili bir vazife
almıştım. Ama yine de benim vazifem ecnebilerle ilgiliydi.. (..) Biz, MİT'te
çalışanlar, memleketimize yaptığımız bütün vazifelerimizi mezara beraber
götürürüz».
O sıralarda Vali Nevzat Tandoğan da Ankara Valiliği'ndeki on
yedinci yılını doldurmaktaydı. Tandoğan, özel kalem müdürü Haşmet Orbay'ı oğlu
gibi severdi.
Orbay, ünlü Enver Paşa ile Kafkas İslam Orduları Komutanı
Nuri Paşa'nın da yeğeniydi. Dr. Neşet Naci Arzan, 16 Ekim 1945 günü Ankara'da
Anafartalar Caddesi'ndeki Çocuk Esirgeme Kurumu apartmanındaki muayenehanesinde
Reşit Mercan adındaki bir genç tarafından tabancayla vurularak öldürülmüştü.
Katil, Neşet Naci'nin odasına girmiş; bir süre doktorla görüşmüş; sonra
tabancasını çekmiş, doktor yan odaya geçmiş, katil, doktoru bu odada
öldürmüştü.
Ertesi gün Anafartalar Emniyet Amirliği'ne gelen Reşit
Mercan, «Katil benim» demiş ve cinayet nedeni olarak da şu açıklamayı
yapmıştı:
«Veremim, doktordan rapor istedim vermedi. Bu yüzden
öldürdüm.»
Mercan'ın bu sözleri kimseyi inandırmamıştı. Üstelik, Reşit
Mercan'ın sapasağlam olduğu da doktor raporu ile saptanmıştı.
Mercan, Haşmet
Orbay ile aynı evde kalmaktaydı. Reşit Mercan cinayetten sonra Haşmet Orbay'ın
evine gitmiş; evde, üzerindeki elbiseleri çıkararak Haşmet'in elbise ve
paltosunu giymiştir. Reşit Mercan, Haşmet Orbay ve Vali Tandoğan'ın oğlu Haldun
Tandoğan üç yakın arkadaştılar. Mercan-Orbay arkadaşlığı kuşkuları arttırmaya
yetmişti. Reşit Mercan'ın poliste ve savcılıktaki sözleri hiç de inandırıcı
değildi. Üstelik cinayette kullanılan tabancanın kılıfı Haşmet Orbay'ın
belediyedeki odasında bulunmuştu.
Dr. Neşet Naci niçin öldürülmüştü? Para
için mi?
Mercan, polise ve savcıya verdiği ilk sorgularında amacının
silah tehdidi ile para toplamak olduğunu; Haşmet Orbay ile aralarında şu
konuşmanın geçtiğini anlatmıştı:
«Bu tasavvurumu tahakkuk ettirebilirsem
zengin ola-cağım, öteden beri zihnimi kurcalayan yokluk ve yoksulluktan
kurtulacağım. Beni maddi sıkıntıdan kurtaracak tek çare bazı zengin şahsiyetleri
tehdit ederek para koparmaktır. Senden yakın dostum yok, bu hususta sen bana
yardım edebilirsin.»
Reşit Mercan ile ilk görüşmeyi savcıdan önce Vali
Tandoğan yapmaktaydı. Bu görüşme de olay üzerindeki kuşkuları
arttırmıştı.
Dışişleri Bakanı'nın ve Sovyetler Birliği Büyükelçiliği'nin
doktoru Neşet Naci, Genelkurmay Başkanı Kazım Orbay'ın oğlunun arkadaşınca niçin
öldürülmüştü?
Dava suçüstü hükümlerine göre
açıldı: 16 ekim günü işlenen cinayet için düzenlenen iddianame 18 ekim tarihini
taşımaktaydı.
İlk duruşmada da aynı gün başlamıştı.
18 Ekim günlü ilk
duruşmada sanık Mercan, ilk ifadelerini yineledi. Duruşmada tanık olarak
dinlenen Haşmet Orbay, sanıkla Robert Kolej'deyken tanıştığını, kendisini uzun
yıllar görmediğini, iki yıl önce karşılaşmalarından sonra sık sık görüştüklerini
ve Mercan'ı işe yerleştirdiğini ve aynı evde oturduklarını anlatmıştı. Reşit
Mercan, cinayetten bir halta önce Haşmet Orbay'ın evinden ayrılıp bir başka eve
taşınmıştı.
Orbay, mahkemede olayı şöyle anlatıyordu:
«Üç gün önce
bana gelerek bazı projelerinden bahsetti. 'İnşallah hayırlı işlerdir' dedim.
'Göze öyle bir şey alıyorum ki bunu muhakkak yapacağım' dedi. 'Sonu fena
olmasın' dedim. 'Çok hayırlı olacak, bütün arzularım tahakkuk edecek' cevabını
verdi. Projesi hakkında izahat vermedi. Fakat bir tabanca istemekte ısrar etti.
Evvelsi gün birlikte Hergele Meydanı'na gittik. Tanıdığım eskici Ömer'in bir
arkadaşından bir tabanca aldık. Kendisine "bundan mesuliyet kabul etmem'
dedim.»
Daha sonra mahkeme başkanı Reşat Bayramoğlu, Reşit Mercan'ın
savcılık ifadesini okur. Mercan, ifadesinde «Haşmet'in 1200 lira borcu varmış.
Bana bu işi teklif etti» dediği anlaşılır. Haşmet Orbay sapsarı olmuştur. Başkan
duruşmaya ara verir; Haşmet Orbay fenalaşmıştır.
Duruşma yeniden başlar. Haşmet
Orbay, Mercan'ın bu sözlerini «Suçlu kendisini kurtarmak için böyle söyler» diye
yanıtlar.
Başkan Bayramoğlu, bu kez Mercan'a sorar:
«Hanginiz
teklif etti?»
Mercan bir süre susar, sonra alçak sesle «Ben teklif etmiş
olayım» der. Bu soru-yanıttan sonra kuşkular büsbütün artmıştır. Duruşmada daha
sonra Maliye Bakanı özel kalem müdürlerinden Cemil Conk, kapıcı İzzet Aksoy ve
tabancayı satan Kızılcahamamlı eskiciler dinlenmişti. Savcı Kemal Bora ve savcı
yardımcısı Kamil Okay, Reşit Mercan'ın adam öldürme suçundan cezalandırılmasını
istemişti. Esas hakkındaki görüşte de Haşmet Orbay, cinayet suçuna katılmaktan
sorumlu görülmüyordu.
Duruşma sonunda mahkeme kararını
açıklıyordu:
Haşmet Orbay hakkında yataklık, ruhsatsız tabanca
bulundurmak ve adliyeyi yanıltmak suçlarından dolayı soruşturma açılması için
savcılığa suç duyurusunda bulunulması kararlaştırılmıştı. Haşmet Orbay,
ruhsatsız silah bulundurmak, yataklık ve adliyeyi yanıltmak suçlarından
tutuklandı.
Orbay, 22 Ekim 1945 günü Ankara Birinci Asliye Ceza Mahkemesi
Yargıcı Bekir Kayral'ın sorularını şöyle yanıtlıyordu:
«Reşit'i on
senedir tanırım, ona hayatımın sıkıntı içinde olduğunu, buna çare bulmak icap
ettiğini, benim zengin adamlardan tehditle para koparmak gibi bir problemim
olduğunu söyledim. Kabul etti. Ben durumum bakımından bu işi bizzat yapabilecek
halde olmadığımdan, işi Reşit'in yapmasını kararlaştırdık.»
Haşmet Orbay
ile Reşit Mercan'ın davaları Ağır Ceza Mahkemesi'nde birleştirildi. Davaya Dr.
Neşet Naci'nin ailesi adına katılan Avukat Hamit Şevket İnce cinayetin Haşmet
Orbay tarafından işlendiği kanısındaydı. Orbay'ı Avukat Nail Taner; Reşit
Mercan'ı Celal Yardımcı, Abdurrahman Taşpınar, Meliha Görken
savunuyorlardı.
Başkan Reşat Bayramoğlu, üyeler Yusuf Bahri Bilen ve
Hakkı Uma'dan oluşan Ağır Ceza Mahkemesi 13 kasım günü kararını
açıkladı:
Katil, Reşit Mercan'dı.
Mercan'a 20 yıl ağır hapis
cezası verildi. Haşmet Orbay'a verilen ceza da 1 yıldı! Dosya Yargıtay'a
gitmişti. O günlerde Ankara, Haşmet Orbay olayı ile çalkalanmakta; hemen hemen
her yerde bu konu konuşulmaktaydı. Dr. Neşet Naci niçin
öldürülmüştü?
Yargıtay, Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararını bozdu. Bozarken
de davanın Ankara'da değil, Bolu'da görülmesine karar verdi.
Dava, Bolu Ağır
Ceza Mahkemesi'nde 1946 yılı nisan ayı ortasında yeniden başlamıştı. Reşit
Mercan, bu kez «Katil ben değilim» diyordu.
Bolu'da başlayan mahkeme, Ankara Valisi Nevzat Tandoğan'ın tanık
olarak dinlenmesine karar vermişti.
Tandoğan, Ankara'da «istinabe yoluyla»
dinlendi. Yargıç, Vali Tandoğan'a «Reşit Mercan ile savcıdan önce niçin
görüştüğünü» sordu.
Vali, «Cinayetin şehirde yaptığı akisleri, muhitte
yarattığı heyecanı biliyordum, o yüzden hadiseyi bizzat katilin ağzından
dinlemek istedim, bunda anormal bir cihet görmüyorum» yanıtını
verdi.
Vali, görüşmeyle ilgili bir tutanak da tutturmamıştı. Avukat Hamit
Şevket İnce'nin sorusu üzerine tutanak tutulmadığı da anlaşılmıştı. Yargıç,
Vali'ye «Reşit'e, Haşmet'in suçunu üzerine alması için telkinde bulunup
bulunmadığını» sordu.
Tandoğan, bu soruyu şöyle
yanıtladı:
«Türkiye Cumhuriyeti'ni idare eden bir amir ve me-murları, bir
katilin yerine bir başkasını koymak, şunun bunun suçunu başkasına yüklemek
durumuna düşmemişlerdir. Bütünüyle yalandır bunlar. Böyle bir telkinde
bulunduğum, az bir ceza ile kurtulacağını söylediğim, yurtdışına
kaçırılabileceğini söylediğim yalandır.»
Vali Tandoğan, bu tanıklığı
yaptıktan bir gün sonra Adalet Bakanı Mümtaz Ökmen'i arıyor ve kendisine
mahkemede «sanık» gibi davranıldığından yakınıyordu. Tandoğan, 8 temmuz günü
sabah evinde intihar ediyordu! O günlerde Tandoğan'ın intihar etmediği,
öldürüldüğü dedikodusu da yayılmıştı. Vali Tandoğan, 8 Temmuz 1945 günü intihar
ediyor. Haşmet Orbay'ın babası Genelkurmay Başkanı Kazım Or-bay da genelkurmay
başkanlığı görevinden 29 Temmuz 1946 günü ayrılıyordu.
Bolu Ağır Ceza
Mahkemesi'nde yeni tanıklar dinlendi. Görgü tanıklarının da yeniden
dinlenmelerine karar verildi. Haşmet Orbay'ı Bolu Ağır Ceza Mahkemesi'nde
Feridun Söğütlüğü savundu. Bolu'daki dava, olayın daha da derinleştirilerek
araştırılmasını sağlamıştı. Mahkemede cinayetin işlendiği Çocuk Esirgeme Kurumu
binasının alt katındaki Foto Rıfat, cinayetten hemen sonra Haşmet Orbay'ı
binadan çıkarken gördüğünü söylüyordu.
Haşmet Orbay, Foto Rıfat'a daha
önce fotoğraf çektirmişti.. Orbay ile tanışır, görüşürlerdi. Foto Rıfat,
«Orbay'ın, Neşet Naci'nin muayenehaneye giriş-çıkış saatlerini» de kendisine
sorduğunu söylemişti.
Foto Rıfat'ın bu sözlerini Rıdvan Kırmacı ve Rıfat
Süerdem de doğrulamışlardı. Duruşmada dinlenen Haşmet'in nişanlısı Müşerref ise
Foto Rıfat'ı yalanlıyordu.
Foto Rıfat, Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'nde
daha önce neden tanıklık yapmamıştı? Tanıklara poliste işkence yapıldığını
duymuş; bu nedenle çekinmişti!
Kapıcı Tevfik Tutar ve hizmetçi Sultan
Kara da cinayetin Haşmet Orbay tarafından işlendiğini söylüyorlardı.
Tanıklardan, Maliye Bakanlığı özel kalem müdürlerinden Celadet Conk çelişkili
tanıklık yaptığı için tutuklanacak, daha sonra da Haşmet Orbay'ı olay yerinde
gördüğünü söyleyecekti.
Dava 17 Aralık 1946 günü sonuçlandı. Mahkeme,
Haşmet Orbay'ı «Mahiyeti gizlenen sebep ve saik altında» odam öldürmek suçundan
idam cezasına çarptırdı. Reşit Mercan'a da «suça iştirak» eyleminden 10 yıl
hapis cezası uygun görülmüştü. Reşat Mercan ve Haşmet Orbay, 1950 affı ile
cezaevinden çıktılar. Mercan bir süre sonra öldü.
Sırlarını mezara kadar
götüreceğini» söyleyen Yük. Müh. ve eski MİT görevlisi Haşmet Orbay da
İstanbul'da yaşıyor. Cinayetin niçin işlendiği hiç ortaya çıkmadı. Haşmet
Orbay'ın MİT görevlisi olduğu da o günlerde mahkemeye bildirilmemişti.
Haşmet
Orbay'ın Sovyetler Birliği Büyükelçiliği'nde, Dr. Neşet Naci tarafından bir
harita üzerinde elçilik görevlilerinden birine bilgi verirken görüldüğü; bu
nedenle Orbay tarafından öldürüldüğü o günlerin konuşulan konuları arasındaydı.
Olay üzerindeki bir başka yorum da Dr. Neşet Naci'nin MİT tarafından
öldürüldüğüydü.
Olayın gerçek yüzü ise hiçbir zaman
anlaşılamayacaktı.
Aynı olayı Bir de Altan
Öymen’den dinleyelim;
Ankara'da tanınmış bir doktor
vardı: Neşet Naci Arzan... Ekim ayında bir akşam vakti, Anafartalar
Caddesi'ndeki muayenehanesinde öldürüldü (...)
Olaydan sonra ‘‘katil’’
olarak Reşit Mercan adında bir genç yakalanmıştı. Polise suçunu itiraf ettiği
bildirilmişti. Ama bir süre sonra cinayete bir arkadaşının da katıldığı ortaya
çıkmıştı. Mercan'ın silahı onun aracılığıyla temin ettiği anlaşılmıştı. O gencin
adı Haşmet Orbay'dı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kazım Orbay'ın oğluydu
(...)
Haşmet'in ona silah bulması ise ‘‘Reşit ondan kendisi için bir
silah bulmasını rica etmiş. O da bunun korunma için olduğunu sanıp satın aldığı
silahı vermiş. Reşit'in cinayet işleyeceğini nereden bilsin’’ diye izah edildi.
Fakat mahkemedeki duruşma başlayınca birçok soru işareti ortaya
çıktı.
GERÇEK KATİL ORBAY MI
Davaya, ölen
doktorun çocuğu adına müdahil olarak ünlü avukat Hamit Şevket İnce katılıyordu
(...) Hamit Şevket İnce, duruşmalar sırasında söz alarak, soruşturmanın Ankara
Savcısı ve Valisince çarpıtılmak istendiğini ima ediyordu. Onun bu imaları ve
tanıkların ifadeleri giderek şu iddianın somutlaşmasına yol açtı:
Gerçek
katil Haşmet Orbay'dı. Reşit Mercan, Haşmet'in daha önce tanıdığı bir
arkadaşıydı. Mütevazı bir ailenin çocuğuydu. Babası ölmüştü. Haşmet'in işlediği
cinayeti Reşit'in üstlenmesi için bir komplo kurulmuştu (...) Bu gelişme
sırasında Ankara'daki Cumhuriyet Savcısı Kemal Bora ile Vali Nevzat Tandoğan'a
yöneltilen suçlama, Reşit'e, -gerçeği söylemesini önlemek için- baskı
yaptıklarıydı. Ankara Emniyet Müdürü, Reşit'in yakalanmasından sonra onu Valilik
makamına götürmüştü. Vali onunla bir süre yalnız olarak görüşmüştü. Hamit Şevket
İnce soruyordu: Sanıkların adli merciler yerine vali önüne çıkarılması diye bir
usul var mıydı? Ayrıca Vali Tandoğan, Reşit Mercan'la neyi
görüşmüştü?
Buna, Ankara Emniyet
Müdürü bir cevap verdi. Nevzat Tandoğan'ın Ankara'da 18 yıldır valilik
yaptığını, şehrin asayişiyle ilgili her önemli konuda Emniyet'ten ayrıntılı
bilgiler aldığını, gerekli gördüğünde de sanıkları dinlemeyi görev saydığını
belirtti.
BİR İKTİDAR SALLANINCA
Bu doğruydu.
Tandoğan, evlerdeki en basit hırsızlık olaylarından kaçak inşaat girişimlerine
kadar her türlü kanunsuzlukla yakından ilgilenirdi. Şehirde sarhoş dolaşanlara
rastlarsa, onlara bile bizzat müdahale ederdi. (...) Tek parti döneminde 18
yıldır sürdürdüğü bu uygulamalara itiraz eden olmamıştı. Şimdiye kadar kimbilir
kaç sanığı makamına getirip dinlemişti. Bunun mahkemede konu edilişi, ilk defa
başına geliyordu.
Hamit Şevket İnce'nin hukuki girişimleri Ankara Ağır
Ceza Mahkemesi'nin kararını etkilemedi. Karar, Ankara Savcısı Kemal Bora'nın
talebine uygundu. Reşit Mercan cinayetten 20 yıl, Haşmet Orbay da katile tabanca
sağlamaktan 1 yıl hapse mahkûm edildi. Ancak bu karar kısa bir süre sonra
Yargıtay'ca bozuldu. Dava yeri de değiştirildi. Reşit ile Haşmet artık Bolu'da
yargılanacaklardı. O sırada Meclis'e verilen bir önerge, işe siyasi bir boyut
kattı (...) İddia şuydu: Ankara Savcısı Kemal Bora, Yargıtay'ın bozduğu karara
yol açan adli soruşturmanın ilk aşamasında Mercan'ın önce kız kardeşini, sonra
annesini çağırmıştı. İkisinden birinin mahkemede ‘‘Ben Doktor Neşet Naci'nin
metresiydim’’ diye ifade vermesini, ötekinin de bunu doğrulamasını istemişti.
Böyle yaparlarsa Reşit, cinayeti bu yüzden işlemiş gibi yargılanacaktı.
(...)
Adalet Bakanı Mümtaz Ökmen bu iddiaları yalanladı. Fakat Bolu'da
başlayan duruşmalar sırasında gerek Ankara Savcısı, gerek Ankara Valisi
hakkındaki tüm iddialar tekrarlandı.
TANIK TANDOĞAN
OLUNCA
Bolu Ağır Ceza Mahkemesi de ilgilileri tanık olarak
çağırdı. O arada Ankara Valisi Nevzat Tandoğan'ı da.
Nevzat Tandoğan,
çağırıldığı gün mahkemeye geldi. Uzun süre koridorda bekledikten sonra içeriye
alındı. İçerde basın mensupları çoktu. Bazıları, gazetelerince İstanbul'dan,
Ankara'dan gönderilmişti. Ankara Valisi'nin dinlenmesi, duruşmanın en fazla
merak edilen bölümüydü. Herkes dikkat kesildi.
Mahkeme Başkanı da bu
ilginin farkındaydı. Valiyi sorgulama şeklini ona göre ayarladı. Devir artık
değişmişti. Karşısındaki zat, başkentin kıdemli valisi de olsa, mahkeme önündeki
bir tanıktı. Sorularını abartılı derecede sert bir üslupla sordu (...)
Tandoğan yargıçtan, durumunu belirtip oturarak ifade verme izni istedi.
Yargıç bu izni verince, hakkındaki iddialarla ilgili soruları, oturduğu yerden
güç işitilir bir sesle yanıtladı. Reşit Mercan'la yalnız konuşmadığını, yanında
Emniyet Müdürü'nün de bulunduğunu, daha çok Reşit'i dinlediğini, onu etkileyecek
bir şey söylemediğini bildirdi.
İfadesi tamamlanıp Ankara'ya döndükten
sonra ertesi sabah önce Adalet Bakanı Mümtaz Ökmen'e telefon açtı. Bolu'da
kendine yapılan ‘‘muamele’’den çok üzüntü duyduğunu belirtti. Telefonu
kapattıktan sonra karısına, ‘‘Ben şerefiyle oynanacak adam mıyım?’’ diye sordu.
Daha sonra da yatak odasına giderek tabancasını çekip intihar
etti.
Haber, Ankara'da şok etkisi yaptı. Sadece Ankara'da değil, tüm
Türkiye'de de. Bu, inanılmaz bir olaydı.
Nevzat Tandoğan, Cumhuriyet
yönetiminin en güçlü idarecilerinden biriydi. Bir mahkeme tanıklığıyla ilgili
üzüntüsü yüzünden kendini öldürecek kadar duygusallaşabileceği tahmin
edilemezdi. Ama belli ki, o ‘‘güçlü adam’’ otoriter bir dönemden sorgulayıcı bir
döneme geçiş sürecinde, kendisine yönelik muamele değişikliklerine alışamamıştı.
Sinirleri yıpranmıştı. Bolu'daki yargıcın o abartmalı sorgulama üslubu bardağı
taşıran damla olmuştu.
Olay hakkında yazılan ve Ankara Cinayeti filminin de temeli
olan kitabın yazarı İhsan Tombuş ile Milliyet Gazetesi yazarı Nilüfer Oktay’ın
yaptığı, 6 Kasım 2003 tarihli söyleşi de başka ayrıntılar da
var;
Dava ile ilgili hiç belge bulamadığınız
doğru mu?
Evet. İmha edilmiş belgeler. Yargıtay'daki ilanları dahi
bulamadım. O zamanki gazetecilerin himmetiyle kitabı yazabildim yoksa
imkansızdı.
Ne kadar sürdü araştırmanız?
İki sene.
Üç gazetenin, üç senelik bütün nüshalarını tek tek taradım. Tasvir'i, Ulus'u ve
Vatan'ı. Biraz da Cumhuriyet'ten yararlandım.
Olayda adı
geçenlerin ailelerine ulaşmaya çalıştınız mı?
Tabii. Haşmet'in
(Orbay) hanımını buldum, ondan bazı bilgiler aldım. Zaten başka kimse de
kalmamıştı hayatta. Doktorun oğlu yaşıyor ama konuşmak istemedi.
Peki, roman yazmanızdan rahatsız oldu mu?
"62 yaşına
geldim, hâlâ bu olayla uğraşamam" dedi. Ben "Yalan yanlış olmasın diye sizinle
konuşmak istiyorum" deyince de "Ne yazarsan yaz" deyip telefonu kapattı.
Agahta Christie de olayla ilgilendi
İkisini de Robert Kolej'den tanıyordunuz. Ne
hissetmiştiniz olayı öğrendiğinizde?
Arkadaşlarımın durumuna
üzülüyordum tabii. Merak da ediyordum neler olacak
diye.
Arkadaşlarınız cezaevinden çıktıktan sonra onlarla
görüşmeyi denediniz mi?
Hayır çünkü Çorum'da avukatlık yapıyordum,
sonra da politikaya girdim. İletişim zordu o yıllarda. 1962'de Kilyos plajında
Haşmet'le karşılaştım, ayaküstü 15 dakika konuştuk. Ondan sonra Haşmet'i hiç
görmedim. Reşit'le ise iki sene kadar arkadaşlık yaptık Ankara'da. Sonra
kayboldu ortadan,
bir daha izine rastlayamadım.
O görüşmede
Reşit Mercan size pek bir şey anlatmamış.
Bazı şeyleri anlattı
tabii. İspatı mümkün olmadığı için onları yazmadım. Ketumdu, ben sebep arıyordum
ama o söylemedi veyahut o da bilmiyordu.
Araştırma yaparken
sürprizlerle karşılaştınız mı?
Şiar Yalçın'la karşılaşmam sürpriz
oldu. O dönemde Türkiye'ye gelen Agatha Christie'nin olayla ilgilendiğini,
Haşmet'in denizin üzerinde yürüdüğünü (Haşmet Orbay, 1983 yılında kendi yaptığı
"deniz ayakkabılarıyla" Boğaz'da yürümüş) bilmiyordum.
Size göre
dava hangi noktada tıkanmış?
Patlamamış merminin kaybolması çok
önemli. Sonra iki tane ölüm vakası var. İlk kararı temyiz eden Yargıtay
başsavcısı kalp krizinden öldü deniyor. Vali Tandoğan'ın ölümü gazetelerde
tartışılmış fakat başsavcının üzerinde kimse durmamış.
Haşmet
Orbay'ın katil olduğundan emin misiniz?
Haşmet'in öldürdüğünden
yüzde 95 eminim. Dava safhasına göre eminim, başka bir bilgi mevcut değil
elimde. Reşit'in öldürmediğindense yüzde 100 eminim.
Üçüncü
kişiye çok az ihtimal veriyorsunuz.
Evet. Patlamamış merminin,
tabancanın sahibini himaye etmek için kaybedildiğini zannediyorum. Ama bu kimdi,
kimi himaye etmek istiyorlardı, bilmiyorum.
"Kazım Orbay'ın silahıydı"
iddiası var bir de...
Var ama Haşmet almış olabilir o silahı. Kazım Orbay'ın
üzerine kalmasın diye kaybedilmiş olabilir. Haşmet'in babasının silahıyla
doktoru öldürmüş olması ihtimali kuvvetli.
Cinayet sebebi para
mı, yoksa bir casusluk olayı mı? Hangisi sizce akla daha
yatkın?
Casusluk. Sadece ben değil, herkes böyle tahmin
ediyor.
Bugün böyle bir cinayet işlense ve yine güçlü insanlar işin
içinde olsa... Dava çözülür müydü?
Zor çözülürdü. O zamanki kadar bile
çözülmezdi.
Yargı özgür değil yani.
Hayır, değil. O
zamanki kadar özgür değil. Yargının üzerindeki baskı özellikle 28 Şubat'tan
sonra yoğunlaştı. Verilen kararların birçoğunun hukukla hiç alakası yok. Ben Tek
Parti, Demokrat Parti devrini; 27 Mayıs devrimini, 12 Mart'ı, 12 Eylül'ü gördüm.
Hepsini yaşadım. O zamanki hukuki durumları da tespit ettim. En berbatı 28
Şubat. Hukukun üstünlüğü meselesi ciddi olarak ele alınmış değil. Hâlâ hukuk
zedeleniyor.
Kitapta sansüre uğrayan
olay
İsmet İnönü'nün oğlunun adının karıştığı bir olay
var. Kitaptan ne olduğu hakkında fazla bir şey öğrenemiyoruz. Fakat olaydan daha
önce ayrıntılı olarak bahsettiniz.
Efendim onu söylemeyeyim. Biraz
sansüre uğradı. 15-16 sayfaydı o bölüm, kısalttık maalesef.
Olayı, "Tek Parti devrinde, İsmet İnönü'nün oğlu Ömer İnönü'nün
adı Taksim olayına karışmıştı. Bu davadan yedi ay evvel Ömer İnönü'nün Olga
isminde bir kadının kocasını öldürdüğüne dair dedikodular dolaşmış fakat basına
aksetmemişti. Dedikodulara göre Haşmet'in annesi olayı öğrendiğinde Mevhibe
(İnönü) hanıma gidiyor. 'Oğlunuzu kurtardınız, oğlumu da kurtarın. Yoksa
bildiklerimi açıklarım' diyor. Güya Mevhibe hanım da Tandoğan'a telefon edip 'Bu
işi halledin' diyor. Tandoğan böyle devreye giriyor" diye
anlatmıştınız.
Evet, öyle.
Derleyen: Serdar
Hakyemezoğlu
Kaynaklar;
Uğur Mumcu 40'ların Cadı
Kazanı Tekin Yayınevi 1993
Altan Öymen Bir Dönem Bir Çocuk
Doğan Kitap 2003
İhsan Tombuş Ankara Cinayeti
Bilgi Yayınevi 2003