ALIŞ-VERİŞ FASLI YEDİNCİ BÖLÜM
«Zeyd'in
bir cariyesi vardır ilh...» Amr da
bu cariyenin Zeyd'e ait ol-duğunu
biliyorsa veya Bekir
bunu
Amr'a söylemişse Amr bu cariyeyi Bekir'den satın alabilir.
«Eğer
zannının çoğu Bekr'in doğru
söylediği noktada ise ilh...» Bu
tafsilât Hidâye ve başka
kitaplardan
da anlaşıldığına göre; eğer bu du-rumu güvenilir bir kimse kendisine haber verirse
bahis
konusudur. Yu-karıda kabul
etmesi şu nedenden ileri geliyor: Çünkü muamelelerde ha-ber
verenin
önceden geçtiği gibi adaleti lazım
değildir. Çünkü bu konu-da ihtiyaç
olduğundan; zannın
çoğu,
yakînin yerine
geçer.
«Satan
onu bu başkasının malıdır diye haber vermezse ilh...» Yani satın alan da bunu bilmese dahi.
Hidâye'de dedi ki: «Eğer daha öncesinin olduğunu biliyorsa, onun ikinciye intikal etmesini
bilinceye
kadar satın alamaz.» Zeylâî'de: «onu
ikincinin birinciye vekil olduğunu
bilinceye ka-dar
satın
alamaz» eki
vardır.
«Ondan
o malı almakda beis yoktur ilh...» Fâsık dahi olursa. Çünkü elde bulundurmak mülkün
delilidir.
Zahir yani belirgin delil olduktan son-ra, zannın çoğuna itibar edilmez. Ancak onun benzeri
bir
insan böyle bir şeyi mülk edinemez ise,
o zaman bundan kaçınması,
satın almaması
müstahaptır.
Bununla beraber eğer satın alırsa Şer'î delili kabul ettiğin-den dolayı alış verişi
sıhhatlidir.
Eğer satıcı köle ise onu sonradan satın alamaz. Çünkü kölenin mülkü yoktur. Eğer satıcı
köle
ise sormadan sa-tın almaz. Çünkü kölenin mülkü olamaz. «Efendim bu konuda bana izin
vermiştir»
dese ve güvenilir biri ise, sözü
kabul edilir. Aksi takdirde zan-nın en çoğuna itibar edilir.
Eğer
bu hususta herhangi bir görüşe
vara-mıyor ise, mani olduğundan dolayı onu satın alamaz.
Mutlaka
delil la-zımdır. Hidâye veya başkası.
«Bunun
tamamı Haniye'dedir ilh...» sözüne
gelince; Hidâye'de de bu kitabını Alış-Veriş faslında öyle
olduğu
yazılmaktadır.
«Eğer
kendisine müstenker bir iş söylerse onu istifsar etmedikçe ka-bul etmez ilh...» Meselâ, bir
kişi
evlendikten sonra, kadın: «Benim nikâ-hım fasid idi» yahut «Benim kocam islâmdan başka bir
din
üzeredir.» dese onun sözünü kabul
etmek imkânı da, onunla evlenmek imkânı da yoktur. Çünkü
o
müstenker bir işi haber vermiştir.
Üç talâkla boşanmış bir ca-riye birinci kocasına: «Ben senin
için
helâl oldum (hülle yaptım)» dediği
zaman, birinci kocasına onunla evlenmek «ne şekil bana
helâl
oldu?» diye istifsar etmedikçe
helâl olmaz. Çünkü sadece ikinci kocanın nika-hıyla kadın
birinci
kocasına helâl olur mu, hususunda âlimler ihtilâf et-mişlerdir. Çünkü bazıları: «ikinci
kocanın
sadece nikâh etmesiyle birinci kocasına helâl olur.» demişlerdir. Umulur ki kadın da bu
görüşe
istina-den bu sözü söylemiştir. Onun için kadından onun istifsarı lazımdır. Bu meselenin
tamamı
Fetih'tedir.
METİN
FER'İ
KONULAR : «Şâfiînin kavline gelince» diye yazarsa, Ebû Hanife'nin cevabını da
yazmalıdır.
Müftü
«Bu kişi yemini kabul edilir.» diye yazdığı zaman, «hüküm ba-kımından
tasdik edilmez» diye
de
yazmalıdır. Ta ki kadı onun yeminini bozmuş olduğuyla hükmetsin.
Kur'ân'ı,
ezanı güzel bir sesle tercî etmek, güzeldir. Eğer orada faz-ladan harf eklemezse. Eğer
fazladan
harf eklerse, hem okuyana hem de dinleyene kerahet vardır. Kişinin Kur'ân okuyana:
«Güzel
yaptın» de-mesi, eğer onun sükutu
için ise güzel bir sözdür. Eğer «O kıraati güzelleştirdin»
anlamında
olursa kişinin küfründen korkulur.
Hakkın
zaferi için ilmi münazara etmek, ibâdettir. Fakat şu gelecek üç hasletten birisi için münazara
etmek
haramdır. 1 - Bir müslüman mağlup etmek, 2 - İlmini ortaya koymak, 3 - Dünya veya mal veya
halkın
katında makbul olmak için...
Vaaz
ve öğüt vermek için minberler
üzerinde hatırlatmak yani
öğüt vermek, nebiler ve mürsellerin
Sünneti
Seniyesidir. Riyaset için mal ve kabul için genel bir kabul için yapıyorsa yahudi ve
hıristiyanların
sapıklığındandır.
Kur'ân'ı
bilinen bir okuyuşla ve şaz okuyuşla bir defada
okumak el-Havî el-Kudsî'de yer
aldığına
göre
mekruhtur.
Erkekler için saclarını ve sakallarını harpte değilse dahi kınalamak en sıhhatli görüşe göre
müstahaptır.
Fakat en sıhhatli görüş, Allah'ın Resulünün böyle birşey yapmadığı olur... Siyah ile
boyamak mekruhtur. Bazıları da mekruh değildir dediler. Mecmau'l-Fetâvâ. Bütün bunlar
Mu-sannifin
Minâh'ından nakledilmiştir.
Kendisinden
yararlanmayan kitaplardan Allah'ın,
meleklerin ve pey-gamberlerin ismi
silinir gerisi
yakılır.
Akan bir suya olduğu gibi
atılma-sında da beis yoktur. Veya
defnedilir. Peygamberlerin
cesetlerinin def-nedilmesinde olduğu gibi bu daha
güzeldir.
Mekruh
olan kasasa gelince: kişinin kavme belirli ve bilinen asılları olmayan şeyleri söylemesi
veyahut kendisinden hiçbir nasihat alınma-yan şeylerle halka vaaz etmesidir. Veya aslında eksiklik
veya fazlalık yapmasıdır. Fakat latif ve ince ibarelerin süslenmesi için şerhin fayda-ları için
fazlalıklar eksiklikler yaparsa bu
güzeldir.
Efdal
olan, naibe (zaruret için toplanan
vergi) hususunda mahalle-sinin sakinlerine ortak olmasıdır.
Fakat
bizim zamanımızda bu naibenin çoğu zulümdür. Binaenaleyh onu nefsinden
uzaklaştırma
imkânına
sahip olan bir kimse, böyle yaparsa güzellik yapmış olur. Eğer verirse o vakit
istemeyerek
acizliğinden
vermiş olsun.
Hak
sahibinin hakkının cinsinden başka malı almak yetkisi yoktur. Fakat İmam Şafiî haksızın
malından
hakkı kadar -ister cinsinden olsun ister olmasın- almayı caiz görmüştür. İmam Şafiî'nin bu
görüşü
daha geniştir.
Bir
öğretmen talebelerinden sergilerin parasını istese o parayı toplasa; bir kısmıyla sergi alıp bir
kısmını
da kendisine bıraksa; tasarrufta yetkisi vardır. Çünkü o paralar çocukların babalarından
ona
temlik edil-miştir.
İZAH
«Şâfiînin
kavline gelince diye yazarsa ilh...» sözüne gelince; burada sözle sormak yazı gibidir. Diğer
mezhep
sahipleri de İmam Şafiî gibidir.
«Ebû
Hanîfe'nin cevabını yazması gerekir ilh...» Bu, fakihlerin: «Ki-şi mezhebinin doğru olduğunu,
hatâ
ihtimalinin bulunduğunu; başkasının
mezhebinin ise hata olup doğru ihtimalinin bulunduğu»
şeklinde
inan-masından ileri geliyor. Bu hüküm: «Daha üstün varsa
onun altındaki bir insanı taklit
etmek
caiz değildir.» kaidesine dayanır. Fakat hakikat şudur ki; böyle birşey caizdir. Bu inanç
müctehit
hakkındadır. (Yani müctehid
kendisinin doğruyu bulduğunu, hata ihtimali •
bulunduğuna,
başka
müctehidin hatalı olduğunu doğruyu
bulmuş olmak ihtimalinin bu-lunduğuna, inanmalıdır).
Tâbi
mukallid için bu inanç gerekmez. Çünkü mukallid, feri meselelerde müctehidlerden herhangi
birisini
taklid etmek-le kurtulur. Mukallidin üzerinde tercih vacib değildir. Bunun benzeri, üstad
Abdulgani
en-Nablûsî'nin:
Hülasâtu'l-Tahkîk fî Beyânı
Hukmi't-Taklîd adlı eserinde yer almaktadır.
Müftü:
«Bu kişi diniyle yemine verdirir
dediği zaman» yani bunu ya-zarsa; meselâ, kendisinden
yemin
edip istisna yapan ve yeminini hiç kim-seye duyurmayan bir kişinin hali sorulursa, cevap
olarak: Bu kişi kendi-siyle Rabbı arasında keffarete çarpılmaz.» diyecektir. Bu cevabın arkasın-da
«Fakat,
hüküm yönünden doğrulanmaz» diye yazılmalıdır. Çünkü ka-dıların çoğu bizim
zamanımızda
cahildirler. Çoğu kez hakim, «bu adam madem din yönünden tasdik edilmiştir; hüküm
yönünden
de tasdik edilir.» diye
zannedecektir.
«Kur'ân
ve ezanı güzel sesle tercî etmek güzeldir ilh...» sözüne ge-lince; en uygunu tağannî sözünü
kullanması idi. Çünkü «tercî» lügatta «tekrarlamak» demektir. Muğrib'de müellif dedi ki: «Ezandaki
tercî
de bundandır. Çünkü müezzin evvelâ şehadet kelimelerinin ikisini sesini al-çaltarak getirir.
Sonra
onları sesini yükselterek tekrarlar.
Zahîre'de
şu ifadeler vardır: «Eğer lahinler kelimeyi bozmuyorsa, tagannî yapılan harfleri meydana
getiren
uzatmaları, bir harf iki harf ola-cak hale getirmiyorsa; yalnızca sesin güzelleştirilmesi için
yapılıyorsa
ve kıraatin güzelleştirilmesi hedef edinilmiş ise;
o zaman namazın fasid ol-ması
gerekmez.
Bu biz Hanefîler katında namazda da namazın haricin-de de müstahabtır. Eğer kelimeyi
bozuyorsa, no azı ifsad eder; çünkü bu, yasaktır. Med'in ancak, med, havaî ve illetli < harflerde
yapılması
ca-izdir.»
Kıraati
ses ile güzelleştirmek hususunda birçok hadisler vârid olmuş-tur. O hadislerden birisi
Hâkim
ve başka muhaddislerin Câbir'den
şu la-fızla rivayet ettikleri hadistir: «Kur'an-ı seslerinizle
güzelleşiriniz. Çünkü güzel ses, Kur'â'nın güzelliğini arttırır.»
«Eğer
harf ilâve ederse ilh...» Yani eğer kelimenin manâsını değiş-tirecek tarzda ise mekruhtur, yani
haramdır.
«Ve
böyle bir kimsenin hakkında küfürden
korkulur ilh...» Çünkü böyle bir
kimse haram olduğu
üzerinde
icmâ olunan bir haramı hasen kılmıştır. T. Umulur ki, bu kişi yüzde yüz kat'î şekilde kâfir
olmaz.
Çünkü onun bunu tahsîn etmesi
Kur'ân'ın anlamını değiştirmekten dolayı değil, belki nağme
ile
okuyup bir çeşit neşe verdiğinden dolayıdır. Düşün. Bi-zim zamanımızda halk için haram
tağannîde
bulunan kişilere: «Allah mü-barek kılsın, Allah nefeslerini güzelleştirsin» demek de buna
yakındır.
Eğer tağannisinden dolayı ise, bu
dinlemekle beraber ayrı bir masiyettir. İşte bu durumda
küfre
düşmekten korkulur. Bu noktaya dikkat
kesilme-lidir.
«Dünya veya mal veya insanların yanında kabul için yaparsa yahu-di ve hıristiyanların delâletinden
olur
ilh...» Havî el-Kudsî'nin ibaresi
şöy-ledir: «Mal veya mal benzeri veya kabul benzeri bir iş için
yaparsa» Minâh'da da ibare böyledir.
«Şart
kıraat ilh...» on kıraatin dışında kalan kıraattir. T.
«Bir
defa da okursa ilh...» Sadece şaz kıraat ile yetinmesinde ke-rahet vardır, demesi evlâ olurdu.
Bunun
namazda kâfi gelmeyeceğini ve namazı ifşa de de etmeyeceğini daha önce belirtmiş idik. T.
«el-Hâvî
el-Kudsî'de böyledir ilh...» ibaresi; yani «Kur'ân-ı tercih'le okumak» meselesinden buraya
kadar
geçen bütün ifadeler; Hâvî
el-Kudsî'de vardır.
«Saçlarını ve sakalını kınalaması müstahabtır ilh...» sözüne gelin-ce; erkeklerin ellerine, ayaklarına
kına
yakması mekruhtur. Çünkü kendisini
kadınlara benzetmiş
oluyor.
«En
sıhhatli görüş, odur ki Resul-ü
Ekrem bu işi yapmamıştır
ilh...»
Çünkü
Cenâb-ı Peygamber'in kınaya ihtiyacı
olmamıştır. Zira vefat etti-ği zaman
saçında ve
sakalında yirmi taneden az beyaz kıl vardı. Hatta Buhari ve başka hadis kitaplarında olduğu gibi
onyedi tüy vardı. Ebû Bekir Sıddık'ın hem kınayı hem de ketem denilen kınamsı maddeyi kul-landığı
varid
olmuştur. Medenî.
«Siyah
boya ile mekruhtur ilh...» Yani harpten başka anlarda. Zahî-re'de müellif dedi ki:«Taki
düşmanın
gözünde dona korkulu ve heybetli olsun diye harb için siyaha
boyanmak ittifakla
övülmüş
bir harekettir. Eğer kadınlar için süslü görünmek için ise mekruhtur. Meşayih umumî
olarak
kanaattedirler. Bazıları da «Kerâhetsiz olarak caizdir» demişler-dir. Ebû Yûsuf'un şöyle
söylediği rivayet ediliyor: «Nasıl kadının süslen-mesi hoşuma gidiyorsa, onun için benim de
süslenmem
onun hoşuna
gi-der.»
«Kendileriyle
faydalanılmayan kitaplardan Allah,
melekler ve pey-gamberler ismi silinir, yakılır ilh...»
sözüne
gelince bu meseleler buradan şiirlerin geleceği noktaya kadar hepsi el-Müctebâ'dan
alınmıştır.
Nitekim ileride Müctebâ'ya nisbet edilecektir.
«Peygamberde
olduğu gibi ilh...» İbaresine
gelince; Nüshaların çoğun-da böyledir. Fakat
bazılarında
el-Eşbâh'da olduğu gibidir. Ancak Müctebâ'nın ibaresi «Defnetmek, Peygamberler ve
veliler
öldükleri zaman olduğu gibi, burada
da daha güzeldir. Bütün kitaplar çürüdüklerinde
ken-dilerinden
artık yararlanılamaz hale geldiklerinde de hüküm böyledir.»
Yani
onları defnetmek kitapların tazmini
helâldar etmek değildir. Çünkü insanların en üstünleri olan
Peygamberler
defnedilirler.
Zahîre'de
şu hüküm yer almaktadır: «Mushaf, yırtılır ve artık
okun-ması mümkün olmayacak hale
gelirse,
ateşle yakılmaz. İmam Muhammed buna işaret etti ve biz bu hükmü alıyoruz. Ama onu
defnetmek
mekruh değildir. Uygunu onu tâhir bir parça beze sarmaktır. Ona laht de yapı-lır. Çünkü
eğer
yer ortadan yarılarak koyulursa, o vakit toprak üzerine yıkılır. Onun üzerine toprak atmak ise
bir
nevi hakarettir. Ancak üzerine bir tavan gibi bir şey yaparsa, hakaret söz konusu olmaz. Dilerse
onu
bir abdestsizin eli, toz ve herhangi
pislik varamayacaktır. Bunu temiz bir yere koyar. Allah'ın
Kelâmını
tazim etmek için
yapmalıdır.»
«Mekruh
olan kasas da belli aslı olmayan şeyleri halka söylemek ilh...» sözlerine gelince; asi
kendiliğinden
sabit olmayan bir şeyi artır-mak veya eksiltmek. Kelâmın aslını bazı şeyleri
kendiliğinden
artırıyor ki, bunlar sabit değildir veya menkul ve sabit olan bir şeyin anlamını
değiştiriyorsa;
demektir.
«Nâibe'yi
defetmek imkânı var ise güzel olur
ilh...» sözüne gelince; bu sözü mutlak şekilde nakletti
ve
böylece naibesini başkasının boy-nuna atacak ise; atacağı şekli de kapsamış olur. Oysa
Kınye'de şu hü-küm yer almaktadır: «Bir cemaatin üzerine haksız bir vergi bir (cibâye) konulsa
bazıları
hissesini diğerlerine yükletmemek şartıyla onu nefsin-den
def etmeye kadirse, defetsin.
Eğer
hissesini diğerlerinin boynuna at-mak suretiyle kendini
kurtarıyorsa evlâ olan onu nefsinden
atmamasıdır.» Müellif Allah rahmet eylesin dedi ki: «Burada bir işkâl vardır. Çünkü bu kişinin bu
vergiyi vermesi zâlimi zulmünde desteklemektir. Sonra Serâh-sî zikrediyor ki: «Cerîr ile oğlu halkla
beraber
vergiyi vermeye iştirak etmişlerdir. Bunu kendi nefsinden uzaklaştırdıktan'sonra yapmıştır
Son-ra
şöyle dedi: «İşte bu, o zamanda idi.
Çünkü o zamanın vegisi, taate bir
yardım idi. Bizim
zamanımızdaki vergilerin çoğu zulüm tarikiyle olur.
Binaenaleyh onu nefsinden def etme imkânına
sahip
olan herkes için bu defetmesi daha hayırlıdır.»
«İmam
Şafiî caizdir ilh...» sözüne gelince; Hacr Kitabı'nda daha ön-ce söyledik ki: «Bunu almamak
onların
zamanına mahsus bir şey idi. Bugün ise fetva almanın caiz olması şeklindedir.»
«İmam
Şafiî'nin görüşü daha geniştir ilh...» sözüne gelince; çünkü bu kişinin hakkını almasının tek
yolu
olmuştur. Böylece kişinin hakkı,
su-retten gasıpta itlafta olduğu
gibi malî olmak durumuna
geçmiş
oluyor. Müçtebâ.
Müctebâ'da
şu hüküm de yer almakta: «Kişi borçlusuna ait dinar-ları bulsa ve kendisinin alacağı ise
dirhemler
olsa, o altınları alabilir. Çünkü semeniyette (yani para birimi olmakta) cinsleri birdir.»
«Çünkü
çocukların babaları o parayı öğretmene temlik etmişlerdir ilh...» Bunun böyle olmasının
delili
de şudur: Onlar parasının satın alı-nan maldan geri kalanını kendilerine geri vereceğini
düşünmezler
ve bu-nunla beraber çoğu kez
bilirler ki aldığı para fazla gelecektir. Hülâsa adet
muhakkemdir. Anla.
METİN
Cariyesinin gözü önünde nikâhlı hanımıyla ilişki kurmasında beis yoktur. Fakat bunun aksi
olmaz.
Kıymetsiz bir eşyayı yerde bulsa onunla yararlanmakta bir beis yok-tur. Eğer eşya kıymetli ise.
bulan
da zengin ise onu sadaka verecektir.
İçinde
mushaf olan bir evde cinsî ilişki kurmakta bir beis yoktur. Çünkü bu genel bir durum
olmuştur.
Müslüman
bir kadın eyer üzerine binmez. Çünkü bu hususta hadis vardır. Bunu oyalanmak için
yaparsa
bu böyledir. Eğer harb, hac, dinî
veya dünyevî bir maksatla binmek mecburiyetinde ise
binmesinde
herhangi bir beis
yoktur.
Kur'ân
tagannî ile okusa fakat elhanıyla Arapça ilminde sahih olan ölçülerin çıkmasa güzeldir.
Fecrin
doğuşundan güneşin doğuşuna kadar
Allah'ı zikretmek, Kur'ân okumaktan
evlâdır. Güneş
doğduğu
veya battığı zaman Kur'ân okumak müstahabtır.
Namazın
akabinde imâmın Âyete'l-Kürsî'yi ve el-Bakara Sûresi'nin sonu olan ayetleri okumasında
bir
beis yoktur; fakat bunu sessiz
oku-ması daha
üstündür.
Namazdan
sonra sesli olarak mühim şeyler için Fatiha okumak bi-dattir. Üstadımız dedi ki: Lâkin
Fatiha
okumak âdet ve konu ile ilgili eserler dolayısıyla müstahsendir.
Rüşvet
malı almakla, kişinin mülküne geçmez.
Dilinden
yana korktuğu takdirde rüşvet vermesinde bir beis yoktur. Çünkü Allah'ın Resulü şairlere
dilinden
korktuğu kimselere mal veriyor-du. Müellefe-i Kulub'a zekâtlardan pay verilmesi bunun ve
benzerlerinin
delili olarak yeter.
Bir
mahallenin halkı o mahallenin imamına mal toplarlarsa güzel-dir.
Tuz,
mera, su ve madenler gibi her mubah
şey için para almak ha-ramdandır.
Gazi
bir kimsenin gaza için, şair bir kimsenin şiiri için, meseleci bir kimsenin hikayecilerin para
alması
da böyledir. Çünkü Cenâb-ı Hâk: «İn-sanlardan bazıları vardır ki oyalayıcı sözü satın alırlar
ve
satarlar.» diye buyurmaktadır.
Melâhî
sahipleri, kumandan, kâhin, kumarcı, dövme yapan kadının -ki bunun dallan daha fazladır-
aldıkları da böyledir.
Kişiye
«ey habîs» veya benzeri bir söz denilirse; kişi için aynı keli-meyle ve haddi gerektirmeyen
bütün
küfürlere cevap vermek caizdir. Fakat
bununla beraber cevabı vermezse daha
efsaldir.
Nafile
oruç tutan bir kişinin, «sen oruçlu musun?» diye sorulduğun-da «bir
bakayım» demesi
mekruhtur.
Çünkü bu nifak veya ahmaklıktır.
İZAH
«Nikâhlı
karısıyla cariyesinin gözü önünde ilişki kurabilir ilh...» sö-züne gelince: Müctebâ sahibi
bunu
Meşâyihten birisinden nakletmiştir. Hindiye'de yapılan nakle göre böyle bir cinsi ilişki İmam
Muhammed'e
göre mekruhtur.
«Eğer
zenginse yerde bulduğu kıymetli şeyi sadaka verir ilh...» Ya-ni bunu eğer tarife gerek ver ise,
tarif
ettikten sonra sadaka
verir.
«İçinde
mushaf bulunan bir evde cinsi
ilişki kurmakta bir beis yok-tur ilh...» Kınye'de: «Eğer Kur'ân
örtülü
ise» kaydı vardır. Eğer Kınye'de-ki bu kayıt «evleviyet durumu gösterir dersek» o vakit iki söz
arasındaki terslik kalkar. T.
«Bir
müslüman kadın eğere binmemelidir. Çünkü hadis vardır ilh...» sözüne gelince. O hadis şudur:
«Cenab-ı
Hâk eğerler üzerindeki ferçlere lanet etmiştir.» Zahire.
Fakat
el-Medenî, Ebû Tayyib'den «Bu hadisin aslı olmadığını» nak-letmiştir. Bu lafızda varid
olmamıştır
demek istiyor. Aksi takdirde hadi-sin manâsı sabittir. Zira Buhârî'de ve başka kitaplarda
şu
vardır: «Allah1 in Resulü kendilerini kadınlara benzeten erkeklere ve kendini erkeklere benzeten
kadınlara
lanet etmiştir» diye vârid olmuştur.
Taberânî'nin ri-vayet ettiği
hadisle şöyle
denilmektedir: «Bir kadın boynuna yay astığı halde Resulullah'ın yanından geçti. Manzarayı
gören
Peygamber
buyurdular: «Allah kadınlardan
kendisini erkeklere, erkeklerden de kendisini kadınlara
benzetene
lanet etmiştir.»
«Eğer
harb ihtiyacı için binerse beis
yoktur ilh...» sözüne gelince: Böyle
binen bir kadında başka bir
şart
aranır: Tesettüre uyacaktır, zev-ci
veya mahremiyle beraber olacaktır.
«Veya
bir dinî maksat için binebilir
ilh...» ibaresinden maksat: yani sıla-ı rahîm yapmak için bir
sefere
çıkmak gibi.
T.
«Kur'ân
ile tagannî edip ilh...» Bu hüküm daha önce geçen hükümün tekrarıdır.
«Doğarken
ve batarken Kur'ân okumak
müstahabtır ilh...» sözüne gelince; Müctebâ'da da birinci
mesele
böyle zikredildi. Sonra bunu ba-zı
meşayihlere namzederek zikretti.
Zâhîri'ye göre bunların
ikisi
de fark-lı iki görüştür. Zira birincisi kıraatin değil zikrin müstahab olmasını ifa-de eder. Bu da
namaz
Kitabında geçendir. Kınye'de sadece:
«Resul-ü Ekrem'e selâvat getirmek, dua etmek, teşbih
okumak
namazın kendile-rinde yasak kılınan vakitlerde Kur'ân okumaktan daha üstündür» hükmü
nakledilmiştir.
«İmam
için namazdan sonra Ayete'l-Kürsî ve el-Bakara'nın sonun-daki âyetleri okumakta beis
yoktur.»
sözüne gelince; bu meselede muktediler de imam gibidir.
«Namazdan
sonra ilh...» maksat sabah namazından sonradır. Kın-ye'de dedi ki: «Bir imam her
sabah
cemaatiyle beraber Ayete'l-Kürsryi el-Bakara Sûresi'nin sonunu, Şehidallahu ve benzerini
açıkça okumayı adet edinmişse; okuyuşunda herhangi bir beis yoktur. Fakat gizlice oku-ması daha
üstündür.»
Namaz
bahsinde şu geçti: Ayete'l-Kürsî'yi, muavvîzeteyni (kul euzu birabbil felâk,
Kuleuzu birabbin
nas)
okumak teşbihleri okumak müsta-habtır.
«Sünnetin
ise ilh...» (Allahümme entesselâm müntesselâm» diyecek kadardan fazla sünnet tehiri
mekruhtur.
«Bizim
hocamız: Âdet ve eserler dolayısıyla Fâtiha'yı okumak müstahsandır dedi ilh» sözüne
gelince; Hocası Müctebâ sahibinin şeyhi el-Bedî'dir. İmam Celâleddin: «Eğer namazdan sonra
sünnet
var ise, Fatiha'nın okunması
mekruhtur. Aksi takdirde mekruh
değildir.» T. Hindiye'den.
«Rüşvet
kabzetmekle mülk olamaz ilh...» Rüşveti veren parasını tek-rar alabilir. Müctebâ'da bu
hükümden
sonra şu zikredildi: «Eğer rüşveti müşteşi (rüşvet alan)
istemeksizin verirse; hakim
hükmü
onu geri alamaz şeklindedir. Rüşvet alana rüşveti geri vermek
vacibtir. Âlim bir kişiye şefaat
etsin
veya zulmü def etsin diye kendisine
hediye verildiği tak-dirde, o hediye de
rüşvettir.» Bunu
söyledikten sonra şöyle dedi: «Alim bir kişi için sultanın yanında şefaatte bulundu
ve onun işini
tamamladı
ve bundan sonra hediyesini kabul etmesinde beis yoktur. Bundan önce ise eğer kendisi
istemişse haramdır. Eğer kendi isteği olmaksızın adam kendisine vermiş ise ihtilaflıdır. Bizim
meşayihimiz
kendiliğinden adam kendisine hediyeyi vermiş ise beis yoktur derler. Talebelerden
hediye kabul etmekte meşayihin ihtilâfı vardır.»
T.
«Dini
için korkarsa rüşvet verebilir
ilh...» ifadesine gelince; Mücte-bâ'nın ibaresi şöyledir: «Kimden
korkarsa ona verebilir.» Müctebâ'da şu hüküm de yer alır: «Zulmü nefsinden malından defetmek,
bir
hakkını tah-sil etmek için zalim bir sultana malı vermek de caizdir. Rüşvet değildir.. Yani verenin
hakkında
rüşvet değildir, alanın hakkında yine de rüşvet-; tir.»
Müctebâ.
«Resulullah
sairlere veriyordu ilh...» Hattâbî,
el-Ğârîb'de İkrime'den mürsel olarak ifâde ediyor: «Bir
şair
Allah'ın Resulüne geldi. Cenab-ı Peygamber: Ey Bilâl onun dilini kes; dedi. Bilâl ona kırk
dirhem
verdi.»
«Mahalle
halkı imam için toplansa ilh...» sözüne gelince, yani yiye-cek maddeleri veya para
türünden
birşeyler toplarsa güzeldir. T.
«Güzeldir
ilh...» Eğer bunu işlerlerse güzel bir iş işlemiş olurlar. Buna Hülâsa'da da geçtiği gibi
ücret
denilmez. Zahire göre bu hüküm, mutakaddimlerin taraflarındandır. Çünkü mütekaddimler
İmamet
ve baş-ka taatlar için ücret almayı men etmişlerdir. Böylelikle bunun
ccıkca ifade
edilmesinin
sonuç ortaya çıksın. Aksi takdirde ihsana ihsanla kar-şılık vermek herkes için istenen
bir
şeydir. Düşün.
«Her
mubaha karşı alınan da suht'tur ilh...» yani haramdan ve ha-bis
kazançlardandır demek oluyor.
Kayınpederin, kızı dolayısıyla -rızasıyla dahi olsa- damattan aldığı başlık da suht'tandır, yani
haramdır.
Hatta kayınpederin isteği üzerine başlık verilmiş ise, damad o başlığı kayınpederden geri
alabilir
Müctebâ.
«Gazinin
gaza karşılığında aldığı da ilh...» Yani belde halkından cebren aldığı da gaziye haramdır.
Fakat
veren için haram değildir.
T.
«Şairin
şiir için aldığı da ilh...» Haramdır. Çünkü ona verilen, adeten daha öncede geçtiği gibi, dilini
kesmek için verilir. Eğer şair şerrinden emin olunan bir kimse ise. zahire göre ona verilen onun için
helâldir.
Çün-kü Cenâb-ı Peygamber Bürde'sini kendisini meşhur kasidesiyle överken Kâ'be'
vermiştir.
Düşün.
«Maskaralık için, hikâyecilik için de ilh...» alınan haramdır. Müctebâ'nın ibaresi şöyledir: «Halkı
güldürene
verilen ve halkla alay eden ve-ya halka Resulullâh'ın harblerini, ashabının harblerini
anlatan,
hele Rüstem İsfandiyar ve benzerleri
gibi acemlerin hikâyelerini
anlatanın aldık-ları da
haramdır.»
(Âyette geçen) « Leh ve'l-Hadîs» (oyalayıcı söz) ilh...» ibaresinden maksat, insanı mühim
.meseleden meşgul edip alıkoyan şeylerdir. Aslı astarı olmayan sözler itibar
edilmeyen hurafeler,
güldürücü
şeyler ve fuzulî konuşmalar gibi, Âyetteki «lehve'l-hadîs» Nadr b. el-Hars b. Kelde
hakkında
nazil oldu. Nadr ticaret maksadıyla Hîre'ye gider, orada Acem-lerin 'haberlerini satın alır
ve
gelip o haberleri kureyşiilere aktarırdı. Ve diyordu ki «Muhammed, Ad ve Semûd'un haberlerini
size
anlatıyor Ben de Rüstem'in, Kisrâların haberlerini size söylüyorum.»
Kureyşliler onun konuşmasından memnun kalırlar, daha güzel gö-rürler ve Kur'ân-ı dinlemeyi
terkederlerdi. Cenab-ı Hâk onun hakkında bu âyeti nazil etti.
T.
Metinde
geçmekte olan «el-Meâzif» oyalayıcı şeyler demektir. «Kâhin»den maksat burada
müneccimdir.
Aksi takdirde Muğrib'te yer alan şudur: «Dilciler dediler ki: Kehânet araplarda
Peygamberlikten
önce va-rolan bir şeydi.»
Rivayet ediliyor ki: «Şeytanlar melekleri dinlemek üzere göklere baş vururlardı. Oradan aldıklarını
getirip
kahinlere aktarırlardı. Kâhinler is-tediklerini ona ekleyerek söylerlerdi. Kâfirler de bu sözleri
kabul
edeler-di. Cenab-ı Peygamber,
Peygamber olarak gönderildikten sonra
gökler korundu ve
kehânet
de bâtıl
oldu.»
«Onun
dalları pek çoktur ilh...» ibaresine gelince, o dallardan birisi de Müctebâ'da olduğu gibi;
«muganniye
kadının tagannisine karşılık, matemci kadının matemine karşılık, dişleri güzellik
maksadıyla
törpüle-yenin bu işine karşılık, nikâh için çöpçatanlık yapan kadının çöpçatan-lığına
karşılık birbirlerine kişilerin arasını bulanın bu işine karşılık aldık-ları ve içkinin ve sarhoşluğun
parası,
tekeyi keçilere salıvermesinin pa-rası, meyte her hayvanın derilerinin parası, tabaklanmadan
önce
her yır-tıcı hayvan derisinin
parası zina eden kadının ücreti, eğer şart koşmuş ise kan
aldıranın
ücreti
haramdır.»
Fakat
Mevahib isimli eserde şu ifade yer alır: «Ağıtçılara şart edi-len malı almak haramdır. Fakat
şart
edilmeyen malı almak haram değil-dir.»
Davulcunun,
zurnacının da durumu böyledir.
Nitekim biz bunu daha önce
Hindiye'den naklederek
söyledik.
«Haddi
gerektirecek küfürleri müstesna, küfredene aynı küfürlerle cevap vermesi
caizdir ilh...»
Çünkü
Cenâb-ı Hâk: «Zulme uğradıktan
sonra intikam alanlar aleyhine herhangi bir yol yoktur.»
buyurmuştur.
«Onu
terketmekse daha efdaldir ilh...» sözüne gelince: Cenab-ı Hak: «Kim affeder ve ıslâh ederse
onun
ecri Allah'ın üzerinedir» buyurmuş-tur.
«Nafile
oruç tutan bir kişiye «Oruçlu musun?»
diye sorulduğunda «Bakayım» demesi mekruhtur.
Çünkü
bu söz ya nifak veya ahmahlıktır»
sözüne
gelince; yani münafıkların amelindendir. Çünkü adam amelini gizlediğini izar etmek için bu
sözü
söylüyor. T.
«Veya
ahmaklıktan ilh...» Yani cehaletten bu sözü söylüyor. Eğer oruçlu ise en uygunu onun «Ben
oruçluyum» demektir. Çünkü oruca ri-ya girmez. Bu
aşağıdaki Hadis-i Kudsî'nin hamledildiği
manâlardan
bi-risidir: «Oruç benim içindir. Onun mükâfatını ben veririm».
T.
METİN
Kişinin
çocukları ve az bir malı varsa
nafile vasiyet etmeyecektir.
Kim
riya için namaz kılar ve sadaka
verirse, o namazdan dolayınca ceza
görür, ne sevap alır.
Bazıları
bunun farzlar hakkında böyle
olduğu-nu söyler. Fakat ez-Zâhidî, bu durum «nafileleri de
kapsamaktadır» dedi. Çünkü fukahâ: Riya farzlara girmez demişlerdir.
Erkeğin
kadınlar gibi ip eğirmesi mekruhtur. Kadına erkeğin artığı, erkeğe de kadının artığı
mekruhtur.
Namazı
terkettiğinden ötürü -en zahir kavle
göre- hatununu döve-bilir.
Kişiye
tacir olan hanımını boşamak vâcib
değildir.
İZAH
Nuru'l-Ayn adlı kitap, Mecmau'l-Fetâvâ adlı kitaptan naklederek dedi ki: «Eğer varisler küçük ise,
vasiyeti terk etmek, vasiyet etmekten efdaldir. Varisler baliğ ve fakir iseler, mirasın üçte ikisi de
onları
ihtiyaçtan kurtarmıyorsa yine vasiyet etmeyi bırakmak vasiyet etmekten ev-lâdır. Eğer
varisler
zengin iseler veya mirasın üçte ikisi onlara yeterli geliyorsa bu takdirde vasiyet etmek,
vasiyet etmemekten evlâdır. Zenginlik Ebû Hânife'den gelen rivayete göre, mirastan başka her
miras-çıya
dörtbin dirhem düşerse oluşur. İmam
Fadlî'den gelen rivayete gö-re ise on bin dirhem
düşerse
zenginlik
oluşur.
«Kimki
riya için namaz kılar ve sadaka
verirse o namazla cezaya da çarptırılmaz sevapta gelmez.»
Bilmiş
ol ki, Allah için ibadeti ihlâslı kılmak vacibtir. İbadette riya yapmak ise icmâ' ile haramdır.
Riya da o ibadetle Allah'ın veçhinden baş-kasını kasdetmektir. Çünkü riya hakkında kesin naslar
vardır.
Peygamber riya'yı «küçük şirk» diye isimlendirmiştir. Zeylâî açıkça şunu ifade eder: «Namaz
kılan
kişi namazdaki ihlâs niyetine muhtaçtır.» Miraç da şu hü-küm yer almaktadır: «Biz ibadet
yapmakla
emrolunduk. Emredilen ihlas olmaksızın ibadetten söz edilmez. İhlâs ise bütün fiillerin
.Allah'ın rıza-sı için kılmasıdır. O da ancak niyetle olur.»
Büyük âlim Aynî, Buharı Şerhi'nde şöyle diyor: «Taatte ihlâs demek, riyayı terketmek demektir.
Onun
kaynağı kalbtir.»
Bu
niyet, amelin sıhhati için değil, sevabın tahsili içindir. Çünkü amelin sıhhati şartlara ve
rükünlere
bağlıdır. Namazın sıhhati için olan niyet ise, kalbiyle hangi
namazı kıldığını bilmekliğidir.
Muhtârâtu'n
Nevazil adlı eserde der ki: «Sevaba gelince, o kişinin azimetinin sıhhatli oluşuna
bağlıdır;
Bu da ihlâstır. Çünkü pis bir su ile abdest alan ve namaz kılıncaya kadar da bu durumu
bilmeyen
kişinin namazı kâfi gelmez. Çünkü
hükmen şartı yoktur. Fakat bu kişi
azimeti sıhhatli
olduğundan,
taksiratı bulunmadığından ötürü
sevabını alır.»
Buna
göre: Sevab İ!e sıhhat arasında
telazum yoktur, yani bunlar
birbirine bağlı değildir. Önceden
zikrolunduğu
gibi, sevap olduğu halde sıhhat
olmayabilir. Bazen aksi de olur.
Nitekim niyetsiz bir
abdest
sa-hihtir, fakat sevabı yoktur. Eğer riya için namaz kılarsa da hüküm böy-ledir. Fakat riya
bazen
ibâdetin aslında olur, bazan da ibadetin vasfın-da olur. Birinci
riya tam ve sevabı aslından
yakan
ve yok eden riyadır. Meselâ halkın hatırı için namaz kılmak ve halk olmasa namaz kılmamak
gibi.
Eğer bu namazın ortasında kişiye arız olursa onun bir hükmü yok-tur. Çünkü halk, için namaz
kılmamıştır. Bilakis namazı halisen Allah için idi, riyanın arız olduğu kısmı ise o halis olan namazın
bir
parçasıdır. Evet, eğer bu riya arız
olduktan sonra namazı daha güzel
yapmaya kal-kışırsa, bu
sefer
ikinci kısma da dönüş yapmış oluyor. Böylece güzelleş-tirmenin sevabı (riya için olduğundan)
düşer.
Rükûunu ibâdet için değil de,
gelenin yetişmesi için uzatan bir
kişinin hakkında imâmdan
rivayet edilen bunun delilidir. Zira imam dedi ki: «Bunun için korkunç bir emirden korkuyorum, yani
şirk-i
hafiden korkuyorum.» Nitekim bazı muhakkikler de böyle söylemişlerdir.
Tatarhâniye'de
dedi ki: «Eğer halisen lilallah namaza başlarsa, son-ra kalbine riya girerse o
başlama
noktası üzerindedir. Riya, eğer halk yok ise namaz kılmayacaktır, eğer halkla beraber ise
namaz
kılacaktır, demektir. Eğer halk ile beraber ise namazı daha güzel, tek başına ise başka
şekilde
kılıyorsa, bu takdirde namazın aslının sevabı vardır, fakat güzelliğin
sevabı yoktur. Oruca
riya girmez. Yenâbî adlı kitapta İbrahim bin Yûsuf dedi ki: «Eğer riya için namaz kılarsa onun ecri
yoktur
günahı vardır. Bazıları dediler
ki: «Ne ecri vardır ne de günahı. Namaz kılmamış gibidir.»
«Umulur
ki oruca riya girmez. Çünkü oruç görülmemektedir. Zira o özel bir imsaktir. Bunda bir fiil
yoktur.
Evet, onu haber vermekte, ondan konuşmakta bazen riya girebilir.»
Düşün.
«Bunun
için el-Vâkıât adlı kitapta Resulullah'ın «Oruç benim içindir, ben onu mükâfatlandırırım»
hadisi
delil gösterilmiştir. Cenab-ı Hak bu-rada gayrın ortaklığını yok
saydı. Bu diğer ibadetler
hakkında
zikredilmemiştir.»
Sonra
bilmiş ol ki; Ücretle Kur'ân tilâveti ve benzen işler
riyadandır. Çünkü bu tilâvetten Allah'ın
vechinden
başkası irade edilmiştir ki, o da maldır. Bunun için demişlerdir ki: «Böyle bir okuyuşta
okuyucuya da hiç-bir sevap yoktur. Ölüye de yoktur. Parayı alan da veren de günahkâr
olur-lar.» Ve
yine
dediler ki: «Kim ki hac ile ticareti niyet ederse, eğer ticaret niyeti galip veya hac niyetine eşit
ise,
onun hiçbir sevabı yoktur.» Zahî-re'de şu hüküm yer almaktadır: «Cumayı kılmak ve
şehirdeki
başka
ihti-yaçlarını görmek için giderse,
eğer maksadının çoğu cumayı kılmak ise cumaya gitmenin
sevabını
alır. Eğer maksadının çoğu, şehirdeki ihtiyaç-ları görmek için ise, bir sevabı yoktur.»
Eğer
ikisinin de niyeti eşit ise,
ikisi de düşer. Nitekim daha önceki hükümden bu bilindi. İmam
Gazali
de başka Şafiî alimleri de bu tafsilatı tercih etmişlerdir. Şâfiîlerden el-İz bin Abdüsselâm,
«Mutlaka
sevap yoktur» görüşünü tercih etmiştir.
«Bu
namazdan ne sevap alır ne ceza görür ilh...» sözüne gelince; bu söz el-Yenâbî'de bazı
âlimlerden
nakledilenin manâsı budur. Bundan maksat, riyâ'dan ötürü ceza görmez demek değildir.
Çünkü
riya haram-dır ve büyük günahlardandır. Kişi onunla günahkâr olur. Daha önce İb-"rahim bin
Yûsuf'un:
«Onun ecri yok, günahı vardır» sözü bu anlama ham-ledilir. Maksat ancak şudur: Bu
namazdan
dolayı, namazı terkedenin ce-zası
gibi ceza görmez. Çünkü o namaz sahihtir. Farzı iskat
eder.
Nitekim daha önce de bunu
söyledik.
Bezzâziye'de
dedi ki: «Farz namazlarında riya yoktur.» Yani vacibin sakıt olması hususunda
Eşbâh'da
dedi ki: «Bu ifade etti ki, riya ile be-raber farzların eda edilmesi sahihdir vacibi iskât eder.»
Hidâye'nin müellifi Muhtârâtu'n-Nevâzil adlı
eserinde şu hüküm yer alır: «Riya ve gösteriş için
namazı
kıldığı zaman, hükmen namazı caiz olur. Çünkü şartlar ve rükünler vardır. Fakat kişi sevaba
müstahak
olmaz.»
Yani
«katmerleşen sevaba müstahak olmaz» demektir.
«Zahîre'de
dedi ki: «Fakih Ebulleys en-Nevâzil'de dedi ki:
«Bizim hocalarımızdan bazıları dedi ki:
«Riya farzların herhangi bir şeyine gir-mez. İşte bu,
müstakim olan görüşün ta kendisidir. Riya
sevabın
aslını gidermez. Ancak sevabın katmerleşmesini (katlanmasını) giderir.»
Bu
ibarede, «sevab azimetin sıhhatine
bağlıdır» diye önceden kay-dettiğimiz hükme muhalefet
vardır.
Ancak bu şekilde yorumlanırsa aykı-rılık ortadan kalkar. Veya buradaki hüküm, oradaki
«sevabın
aslından maksat, bu namazla farzın sakıt olmasıdır. Ondan ötürü ikab yoktur. Yani
terkedenin
cezası gibi bir ceza yoktur demektir» diye anlaşılırsa
aykırılık kalmaz. Bunun dahi
farzlara
tahsis etmenin faidesi ortaya çıkmış oluyor. Düşünülsün.
«Zahidi
bunu nafileleri kapsayacak şekilde umumî kılmıştır ilh...» ya-ni bunu nafile ibadetlerinin
bütün
çeşitlerini sadece kapsayıcı kılmıştır; farzları değil. Maksat ibareden insanın zihnine ilk
geldiği
gibi hem nafileleri hem farzları kapsayıcı şekilde kılmıştır demek değildir. Eğer bu mana
kastedilir
desek, ondan sonraki ta'lil yani neden sıhhatli olamaz. Demek ki en belirgini şöyle demesi
idi:
«Zahidi bunu nafile ibadetlere tahsis et-miştir.» Zâhidî'nin Müctebâ'daki ibaresi şöyledir: «Lâkin
Vâkıâtta
şu ifade edildi ki: Riya farzlara girmez; böylece nafileler burada tayin
olundular.»
Sonra
bilmiş ol ki, Zâhidî'nin zikrettiği, daha önceki hükme ters düşmemektedir. Çünkü daha
önceki
hükümden maksat, bizim de takrir ettiğimiz gibi, namaz sahîhdir vacibi iskat eder; riya onun
bâtıl
olmasına neden olmaz. Ancak onun
sevabını yok eder. Zâhidî'nin nafileleri tah-sis etmesinin
manâsı,
görüldüğü gibi şudur: Riya
nafilelerin sevabını temelinden yakar. Sanki o nafileleri
kılmamış gibi olur. Binaenaleyh öğretenin sünnetini meselâ halk için riyakârlık olarak kıldığında;
eğer
halk olmasaydı kılmayacak idiyse «bu adam bu sünneti kılmıştır» denilemez. Binaenaleyh bu
adam
bu sünneti terkeden hükmünde olur.
Ama farz öyle değildir. Çünkü o farzı terkedenin
hükmünde
değildir; ki farzı terkedenin cezasına çarptırılsın. İkisinin arasındaki fark şudur:
Nafileler-den
maksat sevaptır ve farzları tekmil
etmek içindir. Farzlardaki eksik-likleri kapatmaktır.
İşte
bu benim kusurlu anlayışıma göre
böyledir. Al-lah hakikati daha iyi bilir.
«Kişinin
kadınlar gibi ipleri eğirmesi mekruhtur ilh...» hükmü şura-dan ileri geliyor: Burada
kadınlara
benzemek bahis konusu olur. Oysa Resul-u Ekrem kadınlara kendilerini benzeten
erkekler ile erkeklere ben-zeten kadınlara lanet etmiştir. Nitekim bunu daha önce söyledik.
«Erkeğin
artığı kadına, kadının artığı erkeğe mekruhtur ilh...» sözü-ne gelince; bu mesele Taharet
kitabının
«Artıklar» bahsinde geçti. Bu-nun
nedeni Minâh'ta da zikredildiğine
göre; kişi ecnebi bir
kadının
bir parçasını kullanmış oluyor; ki o da kadının suya
karışmış tükürüğüdür. Bunun tam aksi
kadının
erkeğin artığını içerse bu da caiz değildir». Bu mesele üzerinde daha önce durduk; Oraya
müracaat
edin. er-Remlî de-di ki: «Burada hanımından ve mahreminden başkasının artığını içmek
kaydını
koymak gerektir.»
«Namazı
terk ettiğinden dolayı hanımını
dövebilir, ilh...» İbaresine ge-lince; eğer hanımı süslenmeyi
terkederse, cenabetten yıkanmayı terkederse de döver. Evden çıkması, yatağına
gelmemezlik
yaptığı
için de hanımını dövebilir. Bunun
tamamı Ta'zir bahsinde geçti. Genel kaide burada şudur:
«Haddi
olmayan her günah için koca
hanımını, efendi cariyesini taziri
caiz olur.» Çocuğun velisinin
on
yaşındaki çocuğa namaz kılmadığından döv-mek yetkisi vardır. Koca da bu hususta veliye ilhak
edilmiştir.
Baba çocu-ğunu Kur'ân öğrenmesine ve ilime zorlayabilir. Çocuğunu hangi
konu-larda
dövebiliyorsa. aynı konuda velisi bulunduğu yetim çocuğu da
dö-vebilir.
«Zahir
görüşe göre böyledir ilh...» Kenz ve Mülteka'da bu fetva esas alındı. Bir rivayete göre
babanın,
kocanın bu yetkisi yoktur. Musannif Tazîr bahsinde
Dürer'e tâbi olarak bu hükmü kabul
etmiştir.
Facir bir hanımını boşamak kocaya vacib değildir.» ibaresine gelince; Öyle bir hanıma da
facir
olan kocasını terketmek vaoib değildir. Ancak ikisi de Allah'ın hududunu yerine
getirmemekten
korkarlarsa, o zaman ayrılma-larında bir beis yoktur. Müctebâ. Fücur zina ve diğer
günahları
kapsa-maktadır. Dokunan hiç kimsenin elini geri çevirmeyen kadının kocası: «Ben onu
seviyorum» dediğinden dolayı Allah'ın Resulü Ona: «Ondan faydalan» dedi.
METİN
Sahih
fetvaya göre, içmek için hazırlanmış havuzcuklardan abdest almak caiz değildir. Hem ondan
hem
onun içinden abdesti almak mem-nudur. Oradan suyu alıp aile
efradına götürmek ise eğer izin
verilmiş
ise caizdir. Aksi takdirde caiz değildir.
Bir
hakkını diriltmek için, zulmü nefsinden def etmek için yalan söylemek mubahtır. Yalan
söylemekten maksat, tariz etmektir. Çünkü yalanın ta kendisi ise, haramdır. Dedi ki: Doğrusu
budur.
Çünkü Çenâb-ı Hâk: «Yalancılar kahrolsunlar» buyurmuştur. Bütün bu ibareleri Müctebâ'
dan
aldık.
İZAH
«İçmek
için hazırlanmış havuzcuklardan abdest almak caiz değildir ilh...» sözüne gelince; bu su
kişinin
teyemmüm etmesine de mani ola-maz.
Yani bu su yokmuş gibi kabul edilir.
Ancak
havuzdaki
su çok ise, onun çokluğuyla bu su hem
içmek hem de abdest almak için buraya
kon-muştur
diye istidlal edilir. Bahr, el-Muhît ve başka kitaplardan.
«Sahihte
hüküm böyledir ilh...» dedi.
İbnu'l-Fâdıl'dan rivayet edili-yor
ki: İçmek için hazırlanan
havuzcuklardan
abdest almak caizdir. Ab-dest için konulan sudan içmek mubah değildir. Bahr.
«Onlardan
ve onların içinde abdest almak memnudur ilh...» ibaresi-ne gelince; bu ibareyi eğer o
havuzun
içinde abdest alırsa caizdir veh-mini
bertaraf etmek için getirmiştir. Çünkü onun içinde
abdest
almak, suyu zayi etmemektir. Fakat müellif, «içinde olsa dahi» ibaresini kullan-saydı kâfi
gelirdi;
böyle bir uzun ibareye ihtiyaç
ohnazdı. T.
«Hakkının
ihyası için yalan mubahtır ilh...» Sözüne gelince; şufa-dar olan bir kişinin geceleyin
ortağının
hakkını sattığını haber alıp sa-bahladığında hakimin huzuruna varıp ben «şimdi bildim»
demesi
gibi. Küçük bir kız geceleyin baliğ oluyor ve kocadan nefsini ihtiyar
ederek: «Şu anda kan
gördüm»
demesi de böyledir.
Bilmiş
ol ki; yalan bazan mubah oluyor, bazan da yâcib oluyor. Ara-da küllî kaide
Tebyînu'l-Mehârim ve başka kitaplarda geçtiği şekilde şöyledir: «İstenen herhangi güzel bir
maksada hem doğrulukla hem de yalanla varılabiliyorsa o konuda yalan
söylemek haramdır.» Eğer
sadece
yalanla ona varılabilirse eğer o
maksad mubah bir şey ise orada yalan söylemek mubah
olur.
Eğer elde edilmesi vacib ise yalan da vacib olur. Mesela,
bir zalimden gizlenen bir masumu
görse,
o zâlimde onu öldürmek veya eziyet etmek istiyor: Burada yalan söyleyip de onu
görmediği-ni
söylemesi vacibtir.
Eğer
almayı istediği bir emaneti ona
soracak olursa, inkâr etmesi vacib olur. Harb, araları bulmak,
cinayete
maruz kalanın kalbini meylet-tirmek
ancak yalanla mümkün alabiliyorsa, orada da yalan
mubahtır.
Eğer
bir sultan kendisinden gizli olarak vaki olan zina veya içki gibi fahiş bir hareketi kendisinden
sorarsa,
o: «Ben işlemedim» diyebilir. Çün-kü onu izhar etmek
ikinci bir çirkinliktir. Yani kişi için
kardeşinin
sırrını inkar etmek de vardır. Ve bunu yalandan gelen
mefsedeti, doğruluk üze-rine
terettüb
eden mefsedetie karşılaştırmaktır. Eğer doğruluğun mefsedeti bundan daha şiddetli ise bu
takdirde
yalan söyleme yetkisine sahib olur.
Eğer aksi ise veya şüpheye girerse yalan söylemek
haram
olur. Eğer ken-di nefsiyle ilgili
ise mustahab olan yalan söylememektir. Eğer başkasıyla ilgili
ise
başkasının hakkı için müsamaha etmek caiz değildir. Hazm yani en kuvvetlisi mubah olduğu
yerde
onu terketmektir.
Âdet
edilen mübalağa şeyler yalandan değildir. Meselâ: «Sana bin defa geldim» demek gibi. Çünkü
kişinin
burada maksadı, bin defa gelmek değil de mübalağayı karşısındakine anlatmaktır. Eğer kişi
bir
tek defa gelmiş ise ve bu ibareyi kullanmışsa yalan söylemiş olur.
Mübalağanın
caiz olduğuna sahih hadis delâlet eder:
«Ebu
Cehm'e gelince, o bastonunu hiç omuzundan
indirmiyor.»
İbn-i
Hacer el-Mekkî (El-Heytemî) dedi
ki:
«İstisna
edilenlerden birisi de şiirdeki yalandır. Onu mübalağaya hamletmek
mümkün değil ise
yalan
kabul edilir. Ve şair der ki:
«Ben
gece-gündüz seni çağırıyorum; Hiç
bir mecliste sana şükret-mekten boş kalmıyorum.»
Çünkü
yalancı, yolanı doğru gösterir ve
onu teşvik eder. Şairin ga-yesi şiirinde doğruyu söylemek
değildir.
Ancak bu bir sanattır.
Râfiî
ve Nevevî bunu Kaffâl ve Saydalânî'den naklettikten sonra «Bu, son derecede güzeldir.»
dediler.»
«Dedi
ki ilh...» ibaresinde diyen El-Müctebâ'nın sahibidir.
İfadesi şöy-ledir: Resûlullah (S.A.V.)
buyurdu ki:
«Her
yalan kesinlikle yazılmaktadır. Ancak üç yalan yazılmaz: Erke-ğin kadına karşı veya çocuğuna
karşı
söylediği yalan! Kişinin, iki kişinin arasını bulmak için söylediği yalan! Harbte söylenen yalan.
Çünkü
harb aldatmacadır.»
Et-Tahâvî
ve başkaları dediler ki: «Bu, ta'rizler üzerine hamledilmektedir.» (Yani dolaylı yollardan bu
yalanı
söyleyecektir.) Yalanın kendisi ise haramdır.»
Ben
derim ki: Tahavî ile başkasının bu sözü hakkın tâ kendisidir. Zira Cenab-ı Hak «Yalan
söyleyenler kahrolsunlar.» buyurmuştur
ve Allah'ın Resulü de «Yalan fücurla beraberdir. Onların
ikisi
de ateştedir» buyur-muştur. Bununla
beraber yalanın tâ kendisi kurtuluş ve bir maksadı tahsil
etmek
için ille çıkar yol olarak tayin de
edilmemiştir.
Ben
derim ki: Hz. Ali, İmrân bin Husayn ve başka sahabelerden riva-yet edilen de bunu teyid
etmektedir: «Şüphesiz tarizlerde yalandan kur-tuluş yolu vardır.» Bu, hasen bir hadistir. Merfu
hadis
hükmündedir. Ni-tekim El-Çerrahî
bunu böyle zikretmiştir.
Tariz
de yemeğe çağrılan kişinin «ben
yedim» demesi gibidir. Mak-sadı
«dün yedim»dir. Ve bir de
Hz.
İbrahim Halîl'in kıssasında olduğu gibidir. O zaman hadisteki üç istisna «üç yerde yalanın
benzeri
vardır» anlamına
gelir.
İhtiyaçtan dolayı tarizin mubah olduğu bir
yerde, ihtiyaç yoksa mubah olmaz.
Çünkü tariz yalanı
vehmettirir.
Herne kadar tarizin nefsinde yalan
yoksa da. Gazali, El-İhyâ'da dedi
ki:
«Evet,
tarizler hakiki bir garez konusunda mubahtır. Mesela başka-sının kalbini mizah ile hoşnut
etmek
gibi hakiki bir garez söz konusu ise mubahtır. Resulullah'ın «Cennete ihtiyar girmez» sözü
ile
«Senin kocanın gözünde beyaz vardı»
sözü ve «Seni devenin evladına bindireceğiz» sözü ve
bunlara
benzer olanlar
gibi.»
METİN
El-Vehbâniye
isimli kitobda şöyle dedi: (Şiirdir)
Sulh
için veya bir zalimi defetmek için yalan söylemek caizdir. Hoş
tutulmak istenenlere ve savaşta,
yalan
helaldir ki, muzaffer olsunlar.
Hamamda
avret mahallini hizmetçiye oğdurmak
mekruhtur. Kim ki nevre denilen
ilâcı avret tüylerini
almak
için kullanırsa fakihler «Kullana-bilir» demişlerdir.
Daima
camii şeriften geçen bir kimse fâsık olur. Fakat camii şerifte çocuklara ders okutanlar ne
fâsık,
ne de
günahkârdır.
Kim
ki bir şahsı tazim etmek için ayağa kalkarsa caizdir. Ehl-i ilim olmayan bir kişi hakkında bunu
yaparsa
bazıları «caiz» olduğunu söy-lediler.
Ölünün
naklini bazıları mutlak olarak caiz görmüşler. Bazıları da: «İki milden uzak bir yere
götürülürse
mahzurlu» olduğunu söylediler.
Zevce
semizliyebilir, fakat doyduktan
sonra yemek yememek şartıyla. Kadının kocasının sevgisini
celbetmek
için okutması mahzurludur.
Hamlini
düşürmek için ilaç içmek de mekruhtur. Özürden dolayı ço-cuk
suretlenmemiş ise içebilir.
Eğer
kadın çocuğu düşürürse düşükte gurre (yani 500 dirhemlik ga-ramet) vardır. Bu, çocuğun
annesinin
akrabalarından alınacak babasına verilecektir.
Aşure
gününde erkeklerin sürme kullanması mekruhtur. Ancak karış-tırılarak pişirilen mutad
çorbada
beis yoktur. Ve insan ecir de alır bun-dan.
Bazıları
«Sürme hakkında seçkin söz caiz olmasıdır. Çünkü Resulullah'ın fiili vardır ve bu taklîd
edilmiştir»
derler.
Başkasının kölelerini izniyle dövmesi caizdir. Fakat hür insanların dö-vülmesi caiz değildir. Baba
evlâdına
emreder.
Kur'ân'ı
okumaktansa dinlemek daha sevabtır. Fakîhler «Çocuğun sevabı ancak çocuğa gider»
demişlerdir.
Zikrin
diğer kısımlarını okumak nafile namaz kılmaktan daha evlâdır. İlim dersleri ise daha öncelikli
ve
daha efdaldir.
Fakîhler
«dersin sona erdiğini ilan etmek için Allahualem ve benzeri ibareleri kullanmak
mekruhtur»
dediler.
İZAH
Şairin
«Yalan caizdir ilh...» sözünden maksad, el-Bezzâziye'den nak-lederek İbn Şahne'nin sarihi
dedi
ki: «Burada katıksız yalan kastedilmi-yor, tarizler kastediliyor.»
«Hoş
tutulmak istenenlere de yalan
söyleyebilir ilh...» Ta ki
onunla vahşet ve husumetten
sakınsın.
Sarih.
Tıpkı
«Sen benim katımda kumaa'nden daha hayırlısın» deyip, «bazı
cihetlerden ondan daha
hayırlısın» demeyi kastetmek
gibi.
«Sana
şunu vereceğim» deyip «eğer Allah takdir etmişse» şartını da kastetmek gibi.
«Hamamda
hizmetçiye oğdurmak ilh...» Yani izarın, peştemalin üze-rinde keseletmek mekruhtur.
Çünkü
bunu şehvet için yapıyor olabilir. Bu da eğer zaruret yoksa hüküm böyledir. Aksi takdirde
yani
zaruret varsa keseletmekte bir beis yoktur. Ama en seçkin görüş onu terketmektir. Velev
peştemal
kalınca bir şeyse dahi, terkedilmesi evlâdır. Peştemalin altına, cahillerin yaptığı gibi kese
vurdurmak
ise haramdır. Şarih.
«Fakihler
hamamda nevre denilen ilaç için «kullanılabilir» demişlerdir ilh...» Yani nevre ile kendi
kendini
sıvayabilir. Fakat bunu hizmetçiye yap-tıramaz. Eğer bunu yaparken cunüb ise mekruh olur.
Şârih.
«Daima
camii yol yapıp buradan geçen kişi fâsık olur ilh...» Eğer bu-nu yapmakla tanınan biri ise
sahiciliği kabul edilmez. T.
Bu
işe müptelâ olan bir kişinin bu
zorluktan kurtulma çaresi, camie girdiğinde itikâfa niyet
edecektir. Camide yürürken adımlarını atarken geçen süre, itikat için kâfidir.
Şurunbulâlî.
«Camide
çocukları okutan da fasık olur ilh...» El-Kunye'de yer alan hükme göre, camide çocuk
okutan
günahkâr olur, fakat fâsık olmaz. Hiç kimse fâsık olduğunu söylememiştir. Mümkündür
ki
Vehbânî'nin
bu şiiri kişi ısrarla camiden geçerse fâsık olur, kaidesine binaen gelmiştir. Bunu sarih
ifade
etti.
Ben
derim ki: Belki Tatarhâniye'de, El-Uyun'dan nakledilerek şu hü-küm yer almaktadır: «Eğer
muallim
ve hattat, ücretle talim ediyor
ve hat yazıyorlarsa orada oturmaları mekruhtur. Ancak
zaruret
için oturabilirler.»
El
Hulâsa'da şu hüküm yer almaktadır:
«Çocukları camide okutmakta beis yoktur».
İt-kani
El-Kunye sahibi Resululah'ın «Camilerden çocuk ve delilerinizi uzaklaştırınız.» hadisiyle
istidlal
etmiştir.
«Kim
ki bir kişiyi tazim için ayağa
kalkarsa caizdir ilh...» Bunu alış-veriş faslının hemen önünde
gerekli
açıklamalarla zikrettik. Oraya müra-caat edilsin. Yani ilmi olmayan bir kişi için de bazıları
caizdir
demişlerdir. El-Kunye'de dedi
ki:
«Denilmiştir
ki, kişi bir âlimin huzurunda, onu tazim etmek için ayağa kalkar. Ama alim olmayan
kişilere ayağa kalkması caiz değildir.»
İşte
bu mesele, yani alimin, huzurunda
ayağa kalkmak meselesi, onun gelmesi için onu tazim
ederek
kalkmak meselesinden başka bir mesele-dir. Bu farka dikkat et. Ş.
«Ölünün
naklini bazıları mutlak şekilde caiz görmüştür ilh...» Yani mesafe ister uzun, ister kısa
olsun.
Burada definden önceki zaman kas-tedilmektedir. Çünkü şair definden sonrası hakkında:
«Bunda
hilaf var-dır» diyerek Tarsûsî'nin görüşünü reddetmiştir. Sarih «Onun zikrettiği hi-lafa, biz
âlimlerin
kelâmında vakıf olmadık» der. Zahire göre Tarsûsî'nin söylediği doğrudur.»
Çünkü
definden sonraki işleme ihtilâftan söz edilmemiştir.
«Bazıları
iki mile en uzak bir yere götürmekte mahzur vardır
ilh...» demişlerdir. El-Bezzâziye «ölüyü
bir
beldeden diğer bir beldeye definden
önce nakletmek mekruh değildir, definden sonra ise
haramdır»
dedi. Es-Serahsi dedi ki:
«Definden
önce de mekruhtur. Ancak bir veya iki millik bir mesafeye götürülebilir. Hz. Musa ile Hz.
Yûsuf'un
(Allarım selatü selamı onlarla Peygamberimizin üzerine olsun) nakline gelince, bu, daha
önceki
bir şeria-ta göredir ve o şeriat neshedilmiştir. Ayrıca onların vasiyetine riayet edil-miştir.
Peygamberin
vasiyetine riayet etmek de gereklidir. Hz. Yûsuf ce-sedinin naklini vasiyet etmiştir.»
«Kedin
semizlenmek için işlemlerde bulunabilir, ilh...» El-Haniye'de diyor ki: «Bir kadın, fetît ve
benzerlerini
semizlensin diye yerse; Ebu'l-Mutî' dedi ki; «Eğer doyduktan fazla yememiş ise, bu
işlemde
herhangi bir beis yoktur.»
Et-Tarsûsî evli hanım hususunda
«Böyle bir işlem yap-masının
kendisi
için mendûb olması uygundur ve aynen ecir de alır.» dedi. Sarih dedi ki, «Onun mencup
oluşunu
bırak, bunun mutlak şekilde mubah olduğunun söylenmesi de hoşuma gitmez.» Umulur ki
Tarsusî'nin
bu yorumu kocası, karısının
şişmanlığını sevdiği zamana hamledilsin, ya-ni koca böyle
bir
şeyi sevmiyorsa böyle bir işleminin
günah olması uy-gundur.»
«Kadının
kocasının sevgisini celbetmek için okutması mahzurludur,
ilh...»
El-Hâniye dedi ki: «Bir kadın vardır. Kocası kendisinden buğzettikten sonra kendisini sevsin diye
istiâze
âyetleri yapıyor. El-Camiussağîr'de zikredildiği gibi; Böyle yapması helâl değil, haramdır.»
İbn
Vehbân Tevcîh'inde zikretti ki:
«Kadının böyle yapması bir çeşit sihirbazlıktır. Sihir ise
haramdır.»
T.
Bunun
muktezası, onun yapmış olduğu muska sadece âyetlerin yazıl-masından ibaret değil de;
âyetlerden başka bir şeyler de orada yazılır veya okunursa, sihir hükmünde olur.
Zeylaî dedi ki: «İbn Mesuttan (R.A.) rivayet ediliyor ki; Allah'ın Resû-lü'nden şöyle dediğini işitti:
Şüphesiz
ki rukye (yani efsun) temaim (yani nazar boncuklan),
tivele (yani üzerine sihir veya
efsun
okunan
ip veya kâğıt) şirktir.» Hadisi Ebû Dâvûd ve İbni Mace rivayet etmişlerdir.
Hadisin
metninde geçmekte olan TİVELE-sihrin bir cinsidir. El-Esmaî dedi ki: «O karıyı kocasına
şirin
göstermektir.»
Urve
bin Mâlik'ten rivayet ediliyor.
Buyurdular:
«Biz
cahiliye döneminde efsun yaptırıyorduk. Dedik ki:
-
Ey Allahın Resulü, bizim şu yaptığımız efsunu nasıl görüyorsun? Buyurdular:
-
Onu, yani efsunlarınızı bana getirip gösteriniz. Efsunda şirk olma-dıkça hiç bir beis yoktur.»
Hadisi
Müslim ve Ebû Dâvûd rivayet
etti.»
Bu
ibarenin tamamı oradadır. Oradan bunların bir kısmını Nazar {bak-mak) faslından biraz önce
naklettik
ve böylece İbn Şahne'nin, taviz'i si-hirden bir çeşit sihir kabul etmek fikri bertaraf edildi.
«Kadının
rahmindeki çocuğu düşürmek için ilâç içmesi mekruhtur ilh...» Yani çocuk
suretlenmezden
önce mutlak olarak mekruhtur. Suretlendikten sonra da El-Hâniye'de seçilen
fetvaya binaen mekruhtur. Nite-kim bunu İstibrâ
konusundan az önce zikrettik ve dedi ki: «Ancak
bu
ço-cuğu düşüren kadın katil günahı
kadar günah kazanmaz.»
«Özürden
dolayı böyle bir düşürme caizdir ilh...» Meselâ, çocuğuna süt vermektedir. Gebeliği
ortaya çıkınca, sütü kesilince veya çocuğun ba-basının da ücretle bir dadıya çocuğu vermek gücü
yoksa,
çocuğun helak olmasından kurkulursa; fakihler dediler ki «Bu takdirde kadının ay hali olmak
için
ilaç kullanması mubah olur. Rahimdeki çocuk et çiğnemesi veya kan pıhtısı olduğu müddetçe
ve
onun herhangi bir azası halkedilmedikçe bu böyledir. Onu da 120 günle takdir etmişlerdir. Yani
120
günden önce olursa bu caiz demektir. Çünkü rahimdeki kan pıhtısı daha insan değildir ve diğer
taraftan
insanın korunması söz
konusudur.» Haniye,
«Suret
oluşmamış ise ilh...» sözüne gelince; bu söz «özürden ötürü»
caiz
olmanın kaydıdır. Yani eğer suret oluşmamışsa, özürden ötürü düşür-me yapabilir.
El-Kunye'de denildiği gibi, çocuğun tüyleri bitmiş veya par-makları, veya ayağı veya benzeri bir
azası
oluşmuş ise, suret oluşmuş de-mektir.
«Eğer
ölü düşük yaparsa ilh...» yani eğer çeşitli hareketler yapmak suretiyle ve ilaç
içerek kasten
çocuğunu
düşürmüşse. öyle bir kadının da durumu, şiirde denildiği gibidir. Eğer çocuk, diri olarak
düşerse,
sonra ölürse kadının, eğer akilesi yani yakın akrabaları varsa onun diyetini üç sene içinde
vermesi
gerekir. Aksi takdirde kadının
malından verilecektir. Ve kadın üzerinde keffâret de vardır ve
o
çocuğun mirasından kadın hiçbir
şey de elde edemez. Ş.
«Sıkt'ında
yeni düşükte ğurre vardır ilh...» Ğurre beşyüz dirhemdir. Bir sene zarfında alınır. Tarsûsî
«Ğurre
yoktur» demiştir. Fakat sarihin de
zikrettiği gibi bu onun bir vehmidir.
Yani Tarsûsî hakikata
varamamıştır.
«Ğurre
çocuğun babasına verilir ilh...» sözüne gelince, onun yerine en iyisi, en uygunu «çocuğun
vârisine
verilir» demektir. T.
«Bu
ğurre annenin âkilesinden alınır ilh...» Eğer akilesi yoksa bir se-ne zarfında onun malından
tahsil
edilecektir. Ş.
«İhzar
edilir ilh...» cümlesi ğurrenin sıfatıdır. Yani «ihzar edilen ğurre verilecektir» demektir.
«Aşure gününde göze sürme çekmek mekruhtur ilh...» Aşure günü muharrem ayının onuncu
günüdür.
Bilmiş ol ki, sürme mutlak olarak Resulullah'ın sünnetidir. Sürmenin aşure günü sünnet
olmasına
gelince, ba-zıları böyle demişlerdir. Ancak aşure günü sürme kullanmak şianın alameti
olduğundan
dolayı onu terketmek vacibtir.
Bazıları dediler ki: «Aşure gününde sürme kullanmak
mekruhtur.
Çünkü Yezid ile İbn-i Ziyad Hz. Hü-seyin'in kanıyla sürmelenmişlerdir.» Bazıları ise «Hz.
Hüseyin kanıyla de-ğil, sürme ile sürmelenmişlerdir» diyor. «Ta ki gözleri Hz. Hüseyin'in katliyle
aydınlansın.» İbareyi Ş. den bilmana
naklettik.
«Aşure gününde çorba yapmakta bir beis olmadığı gibi bunda ecir de vardır ilh...» El-Kunye'de,
El-Veberî'den nakledildi kî:
«Aşure çorbası hakkında kuvvetli bir eser varid olmamıştır. Fakat o çorbayı yapmakta bir beis de
yoktur.
Yapan kişi belki sevap da alır.»
Sarih
dedi ki: «Benim hıfzımda kalan, insan çocuklarına genişlik ya-parsa sevap alır. Bu genişlik de
hadisteki
şu sözle mendup sayılmıştır:
-
Kim ki aşure gününde çocuklarına genişlik yaparsa Allah o senenin diğer günlerinde ona genişlik
verir.»
«Halk
bu hadisten esinlenerek o çeşitli donelerden meydana gelen çorba yapmak suretiyle genişlik
yapmışlardır. O genişlik bunu da kapsar.»
Bazı
alimlerin güzel kelamlarını gördüm ki onun hulasası şudur: «Kişi sadece bir çeşitle genişlik
yapmakla
yetinmeyecektir. Yiyecek giyecek ve
diğer konularda da bunu genelleştirecektir. Aşure
günü,
bayram ve diğer günler gibi
genişlik yapmaya dair şer'î bir delil bulunmayan diğer
mev-simlerden
daha fazla buna
müstahaktır.»
Bazıları
sürme hususunda; «Seçkin hüküm onun caiz olmasıdır, çünkü Resulullah'ın fiili vardır ve
bu
kabul edilmiştir.» dedi. Et-Tecnîs ve El-Mezîd'de: «Aşure gününde sürme
kullanmakta beis yok,
seçkin
görüş de bu-dur.» denildi. Çünkü
Allah'ın Resulü (s.a.v.) ne Ümmü Seleme tarafından aşure
gününde
sürme çekildi. El-Hâniye'de denildi
ki: «Sürme sünnettir» Ve bu sünnet hakkında şöyle
denildi:
«Kim ki aşure günü sürmeyi gözlerine çekerse senenin diğer günlerinde gözleri ağırmaz.»
Sarih
dedi ki: «Bu hadis Allah Resulünden sıhhatli olarak gelmiş değildir.»
Ben
derim ki: Aşure günündeki genişlik hakkında zaif senedlerle ha-disler varid olmuştur.
Bazılarının
sahih olduğu beyan edilmiştir. Bu çokluk sayesinde hadis «hadis-i hasen» mertebesine
çıkmış
oluyor. İbn Cevzi bu hadisi mevzuattan saymış ve şunları eklemiştir: «Kim ki aşure günü
gözü-ne
sürme çekerse gözü ağırmaz.» hadisine gelince, Hafız İbn Hacer, El-Leâli adlı kitabında
«Bu
hadis münkerdir» dedi. Aşura gününde
göze çeki-len sürme hakkında sıhhatli bir eser yoktur.
Bu
bid'attir. İbnu'l-Cevzî bu hadisi «mevzuat'ta nakletmiştir. Hâkim de: «Bu hususta herhangi bir
eser
varid olmadı, bu bir bidattir. Hz.
Hüseyin'i öldürenler bunu icad etmişler-dir.» dedi.
İbn
Receb «sürme fazileti hakkında varid olan her hadis, kına ve yıkanma hakkındaki her hadis
mevzudur,
sıhhatli- değildir.» diyor. Bunun tamamı El-Cerrahi'nin «Kesfu'I-Hafâ ve'l İlbâs» adlı
kitabındadır.
Bununla kerahet görüşü kuvvet bulmuş
olur. Allah hakikati daha iyi bilir.
Genişlik
yapana genişlik verilmesi
deneme ile sabit olmuştur. Bunu El-Münâvî, Câbir ve İbn-i
Uyeyne'den rivayet etmiştir.
«Köle
sahibinin emriyle başkasına ait köleyi dövebilir ilh...» Yani sahibi köleyi ne kadar
dövebiliyorsa izin alan da o kadar dövebilir. Ancak işlediği
cürümler hesabiyle hadde baliğ
olmamış
ise
bu emri yerine getirir. Ş.
Eğer
köleye bir had lazım gelirse,
ancak hakimin izniyle ona had tat-bik edebilir.
«Baba
emreder ilh...» cümlesi bir hal cümlesidir. Yani hür bir kişinin evladını babasının emriyle
dövmesi
caiz olmaz. Öğretmen ise, talebesini dövebilir. Çünkü babanın vekili
olarak çocuğu
maslahat
için döver. Öğ-retmen de, çocuğun
babasının ta'lim meslahatı için çocuğu kendisine mülk
edinmekten
ötürü, mülk hükmüyle onu dövebilir.
Et-Tarsûsî
bunu «yaralayıcı âlet olmaksızın dövebilir» diye kayıtlan-dırdı. Ve «bu üç darbeden daha
fazla
olmayacaktır.» dedi. Fakat
Nâzım,«bunun herhangi bir nedeni
olmadığı» gerekçesiyle
Tarsusî'nin
görüşünü reddetmiştir. Tarsusî'nin görüşü bir nakle muhtaçtır. Fakat sarih Tarsusî'-nin
görüşünü
kabullendi.
Eş-Şurunbulâlî
dedi ki: «Namaz kitabında «çocuk odunla değil de elle dövülebilir» şeklinde nakil
vardır.
«Bu dövme ise üç darbeden fazla
olma-yacaktır» denilmektedir.»
Sarihi
Nâzım'dan naklederek dedî ki: «Hür kişilerden hakimi de istisna etmek uygundur. Çünkü
hakim,
kişiye, «oğlunu döv» diye emrederse kişi için oğlunu dövmek caiz olur. Hatta
hakimin
sözünü
kabul etmemek caiz değildir.»
Şurunbulâlî
bunu hakimin adil olmasıyla, o
vurmayı gerektiren hüc-ceti görmekle kayıtlamış ve
demiştir
ki:
«Şu
anda, yani bizim zamanımızda
sadece hakimin emrine güvenil-mez.»
«Kur'ân-ı
okumaktansa dinlemek daha sevabtır İlh...» Bu şiirde Kur'ân kelimesi «Kur'an» şeklinde
okunmuştur.
Zarureti şiiriyeden dolayı hem-zenin harekesi daha önceki harfe nakledilmiştir. Ş.
Şurunbulâlî
diyor ki: «Şairin bulup söylediği doğru değildir. Belki «Ku-ran diye okumak Abdullah
bin
Kuseyr'in kıraatidir. Nitekim Nâzım
da bu-nun şerhinde böyle söylemiştir.»
Binaenaleyh
Kur'ân kelimesinin «Kuran» diye
okunması şiirin zarure-tinden ileri
gelmemektedir,
belki
bu bir lügattir.
«Dinlemenin
okumaktan daha cevab olması ilh...» dinlemenin vacib oluşundandır. Okumak ise
mendubtur.
«Tıflın
(çocuğun) sevabı tıfla aittir.» Çünkü Cenabı Hak: «Gerçek şu ki: İnsanoğlu için ancak sa'yı
vardır.»
Yani kendisi ne yapmışsa o vardır. Bu görüş hemen hemen bütün meşayihimizin
görüşüdür.
Bazıları da dedi-ler
ki:
«Kişi,
çocuğunun ilmiyle öldükten sonra yararlanır.» Çünkü Enes İbn Mâlik'ten rivayet ediliyor ki,
buyurdular:
«Kişinin
kendisine Kur'an ve ilim öğrettiği
bir evladını geride bırak-ması ölümünden sonra
faydalanacağı şeyler arasındadır. Onun ecrinden hiç bir şey eksilmeksizin onun benzeri
babasınadır.» Ustrüşenî'nin Camiu's-Siğâr'ından
Resulullah'ın: «Âdemoğlu öldükten sonra ameli kesilir. Ancak üç şey-de devem eder: Sadakai
cariyeden,
yararlı bir ilim bırakmaktan, şalin ve kendisine dua edecek bir evlat yetiştirmiş
olmaktan.»
Hamevî.
El-Eşbâh'ta
şu hüküm yer almaktadır. «Çocuğun ibadeti sıhhatlidir. O ibadetin sevabında ihtilâf
vardır.
Mutemede göre o sevab çocuk içindir.
Çocuğun muallimi için de
öğretmek sevabı vardır. Ve
çocuğun
bütün ha-senatı da böyledir.»
Ben
derim ki: Bu ibarenin zahirinden anlaşılıyor ki, çocuğun ibadeti-nin sevabı o çocuğun pederine
aittir
denilmiştir. Binaenaleyh mutemed
görüş ile «insan çocuğunun ilminden
yararlanır» hükmü
arasında
bir ters-lik yoktur. Bununla beraber
kişinin çocuğu onun say'ının bir
parçasıdır. Çükü
onun
kazancının en hayırlısı çocuğudur. Nitekim bu böyle varid ol-muştur. Fakat bu baliğ çocuğu
kapsamaktadır. İhtilaflı olan ise. ancak küçük çocuklarla ilgilidir. Bu bizim mutemed görüşün
karşılığı şudur ki. «sevab sadece babayadır» ve daha önce
geçen «iki hüküm arasında ters-lik
yoktur.»
sözümüzü teyid etmektedir. Düşün.
«Zikr'in
geri kalanını okuyup müzakere etmen nafile namazdan daha evladır ilh...» Yani boş
olduğun
zaman Kur'ân'ın diğer kısımlarını öğren-men nafile namazdan daha evladır.
Munyetu'l-Müftî adlı kitaba konunun sebebi şu şekilde açıklanmıştır: «Kur'ân'ın hıfzı bütün ümmetin
boynunda farz-ı kifâyedir. Nafile namaz
ise mendubtur.»
T.
«İlmin
dersi daha evlâ ve efdaldir.
ilh...» Yani senin boynuna farz olan
ilmi öğrenmen nafile
namazdan
da, Kur'ân'ın diğer kısımlarını öğren-menden de daha evla ve efdaldir. Munyetu'l-Müftî'de
dedi
ki: «Çünkü Kur'ân'ın tamamını
öğrenmek farz-ı kifâyedir. Gerekli olan ilmi öğrenmek ise
-fıtraten
gereklidir- farz-ı ayndır. Farz-ı aynla iştigal etmek farzı kifayeyi izhar etmekten daha
evlâdır.»
Bu
ibare ifade eder ki; Kur'ân'ın geri kalan kısmını öğrenmek fıkıh ilminden ihtiyaçtan daha fazla
olanı
öğrenmekten daha evladır.
T.
Fakat
bu görüşte nazar vardır. Çünkü
Kur'ân'ın geri kalan kısmı ile fıkhın zaruri ihtiyaçtan fazla olan
kısmı
eşittir. Her ikisi de farz-ı kifayedir. Belki biz daha önce El-Hizâne adlı kitabtan gıybet bahsinin
hemen
önce naklettik ki: «Fıkhın tamamı gereklidir.» Oraya müracaat et. Bunun ifade ettiği
mana
şudur:
Fıkıh iliminin öğrenilmesi daha üstündür.
Düşün.
Sonra
bunun Şurunbulâli'nin şerhinde
tasrih edildiğini gördüm: «Sanki bunun nedeni bunun
yararının
insanı aşıp diğer müslümanlara da dokun-masına bağlanmış gibi geldi bana.» Düşün.
«Dersin
hitamında, sözün bittiğini ilan
etmek için «Alluhualem» ve benzeri
kelimeleri kullanmak
mekruhtur
ilh...» Yani dersin sona erdiğini bildirmek için «vesallalahu ala Muhammedin»,
«Allaualem» denilmesi mekruhtur. Eğer dersin sonunu ilan için değilse bu kelimelerin
kullanıl-masında kerahet yoktur. Çünkü bu
kelimeler zikirdir ve onlara teslim ol-maktır. Ama dersin
sonucunu
ilan etmek için kullanmak ise böyle değil-dir. Çünkü bunu ilan aleti olarak kullanmış
oluyor. Birisi içeri girdiğinde kendisine yer hazırlansın ve onu tazim etsinler
diye -oturanlara
geldiğini
bildirmek için- «Yâ Allah» kelimesini kullanmak da bunun benzeridir. Bekçi
«Lailaheülallah» ve benzerlerini ev veya hizmet sahibine uyanık olduğunu bildirmek maksadıyla
sesli
kullanırsa, eğer maksadı bu kelimelerle zikir değilse, kerahet işlemiş olur. Ama kendisinde iki
kasıt
varsa, yani hem zikir yapar, hem de uyanık olduğunu hissettirmek için söylerse hangisi
galibse
o itibara alınır. Nitekim bunun benzerlerinde de galib olan itibara alınmıştır. T.