16 Ekim 2012

ALIŞ-VERİŞ FASLI YEDİNCİ BÖLÜM

ALIŞ-VERİŞ FASLI YEDİNCİ BÖLÜM
«Zeyd'in bir cariyesi vardır ilh...» Amr da bu cariyenin Zeyd'e ait ol-duğunu biliyorsa veya Bekir
bunu Amr'a söylemişse Amr bu cariyeyi Bekir'den satın alabilir.
«Eğer zannının çoğu Bekr'in doğru söylediği noktada ise ilh...» Bu tafsilât Hidâye ve başka
kitaplardan da anlaşıldığına göre; eğer bu du-rumu güvenilir bir kimse kendisine haber verirse
bahis konusudur. Yu-karıda kabul etmesi şu nedenden ileri geliyor: Çünkü muamelelerde ha-ber
verenin önceden geçtiği gibi adaleti lazım değildir. Çünkü bu konu-da ihtiyaç olduğundan; zannın
çoğu, yakînin yerine geçer.
«Satan onu bu başkasının malıdır diye haber vermezse ilh...» Yani satın alan da bunu bilmese dahi.
Hidâye'de dedi ki: «Eğer daha öncesinin olduğunu biliyorsa, onun ikinciye intikal etmesini
bilinceye kadar satın alamaz.» Zeylâî'de: «onu ikincinin birinciye vekil olduğunu bilinceye ka-dar
satın alamaz» eki vardır.
«Ondan o malı almakda beis yoktur ilh...» Fâsık dahi olursa. Çünkü elde bulundurmak mülkün
delilidir. Zahir yani belirgin delil olduktan son-ra, zannın çoğuna itibar edilmez. Ancak onun benzeri
bir insan böyle bir şeyi mülk edinemez ise, o zaman bundan kaçınması, satın almaması
müstahaptır. Bununla beraber eğer satın alırsa Şer'î delili kabul ettiğin-den dolayı alış verişi
sıhhatlidir. Eğer satıcı köle ise onu sonradan satın alamaz. Çünkü kölenin mülkü yoktur. Eğer satıcı
köle ise sormadan sa-tın almaz. Çünkü kölenin mülkü olamaz. «Efendim bu konuda bana izin
vermiştir» dese ve güvenilir biri ise, sözü kabul edilir. Aksi takdirde zan-nın en çoğuna itibar edilir.




Eğer bu hususta herhangi bir görüşe vara-mıyor ise, mani olduğundan dolayı onu satın alamaz.
Mutlaka delil la-zımdır. Hidâye veya başkası.
«Bunun tamamı Haniye'dedir ilh...» sözüne gelince; Hidâye'de de bu kitabını Alış-Veriş faslında öyle
olduğu yazılmaktadır.
«Eğer kendisine müstenker bir iş söylerse onu istifsar etmedikçe ka-bul etmez ilh...» Meselâ, bir
kişi evlendikten sonra, kadın: «Benim nikâ-hım fasid idi» yahut «Benim kocam islâmdan başka bir
din üzeredir.» dese onun sözünü kabul etmek imkânı da, onunla evlenmek imkânı da yoktur. Çünkü
o müstenker bir işi haber vermiştir. Üç talâkla boşanmış bir ca-riye birinci kocasına: «Ben senin
için helâl oldum (hülle yaptım)» dediği zaman, birinci kocasına onunla evlenmek «ne şekil bana
helâl oldu?» diye istifsar etmedikçe helâl olmaz. Çünkü sadece ikinci kocanın nika-hıyla kadın
birinci kocasına helâl olur mu, hususunda âlimler ihtilâf et-mişlerdir. Çünkü bazıları: «ikinci
kocanın sadece nikâh etmesiyle birinci kocasına helâl olur.» demişlerdir. Umulur ki kadın da bu
görüşe istina-den bu sözü söylemiştir. Onun için kadından onun istifsarı lazımdır. Bu meselenin
tamamı Fetih'tedir.
METİN
FER'İ KONULAR : «Şâfiînin kavline gelince» diye yazarsa, Ebû Hanife'nin cevabını da yazmalıdır.
Müftü «Bu kişi yemini kabul edilir.» diye yazdığı zaman, «hüküm ba-kımından tasdik edilmez» diye
de yazmalıdır. Ta ki kadı onun yeminini bozmuş olduğuyla hükmetsin.
Kur'ân'ı, ezanı güzel bir sesle tercî etmek, güzeldir. Eğer orada faz-ladan harf eklemezse. Eğer
fazladan harf eklerse, hem okuyana hem de dinleyene kerahet vardır. Kişinin Kur'ân okuyana:
«Güzel yaptın» de-mesi, eğer onun sükutu için ise güzel bir sözdür. Eğer «O kıraati güzelleştirdin»
anlamında olursa kişinin küfründen korkulur.
Hakkın zaferi için ilmi münazara etmek, ibâdettir. Fakat şu gelecek üç hasletten birisi için münazara
etmek haramdır. 1 - Bir müslüman mağlup etmek, 2 - İlmini ortaya koymak, 3 - Dünya veya mal veya
halkın katında makbul olmak için...
Vaaz ve öğüt vermek için minberler üzerinde hatırlatmak yani öğüt vermek, nebiler ve mürsellerin
Sünneti Seniyesidir. Riyaset için mal ve kabul için genel bir kabul için yapıyorsa yahudi ve
hıristiyanların sapıklığındandır.
Kur'ân'ı bilinen bir okuyuşla ve şaz okuyuşla bir defada okumak el-Havî el-Kudsî'de yer aldığına
göre mekruhtur.
Erkekler için saclarını ve sakallarını harpte değilse dahi kınalamak en sıhhatli görüşe göre
müstahaptır. Fakat en sıhhatli görüş, Allah'ın Resulünün böyle birşey yapmadığı olur... Siyah ile
boyamak mekruhtur. Bazıları da mekruh değildir dediler. Mecmau'l-Fetâvâ. Bütün bunlar
Mu-sannifin Minâh'ından nakledilmiştir.
Kendisinden yararlanmayan kitaplardan Allah'ın, meleklerin ve pey-gamberlerin ismi silinir gerisi
yakılır. Akan bir suya olduğu gibi atılma-sında da beis yoktur. Veya defnedilir. Peygamberlerin
cesetlerinin def-nedilmesinde olduğu gibi bu daha güzeldir.
Mekruh olan kasasa gelince: kişinin kavme belirli ve bilinen asılları olmayan şeyleri söylemesi
veyahut kendisinden hiçbir nasihat alınma-yan şeylerle halka vaaz etmesidir. Veya aslında eksiklik
veya fazlalık yapmasıdır. Fakat latif ve ince ibarelerin süslenmesi için şerhin fayda-ları için
fazlalıklar eksiklikler yaparsa bu güzeldir.
Efdal olan, naibe (zaruret için toplanan vergi) hususunda mahalle-sinin sakinlerine ortak olmasıdır.
Fakat bizim zamanımızda bu naibenin çoğu zulümdür. Binaenaleyh onu nefsinden uzaklaştırma
imkânına sahip olan bir kimse, böyle yaparsa güzellik yapmış olur. Eğer verirse o vakit istemeyerek
acizliğinden vermiş olsun.
Hak sahibinin hakkının cinsinden başka malı almak yetkisi yoktur. Fakat İmam Şafiî haksızın
malından hakkı kadar -ister cinsinden olsun ister olmasın- almayı caiz görmüştür. İmam Şafiî'nin bu
görüşü daha geniştir.
Bir öğretmen talebelerinden sergilerin parasını istese o parayı toplasa; bir kısmıyla sergi alıp bir
kısmını da kendisine bıraksa; tasarrufta yetkisi vardır. Çünkü o paralar çocukların babalarından
ona temlik edil-miştir.
İZAH
«Şâfiînin kavline gelince diye yazarsa ilh...» sözüne gelince; burada sözle sormak yazı gibidir. Diğer




mezhep sahipleri de İmam Şafiî gibidir.
«Ebû Hanîfe'nin cevabını yazması gerekir ilh...» Bu, fakihlerin: «Ki-şi mezhebinin doğru olduğunu,
hatâ ihtimalinin bulunduğunu; başkasının mezhebinin ise hata olup doğru ihtimalinin bulunduğu»
şeklinde inan-masından ileri geliyor. Bu hüküm: «Daha üstün varsa onun altındaki bir insanı taklit
etmek caiz değildir.» kaidesine dayanır. Fakat hakikat şudur ki; böyle birşey caizdir. Bu ina
müctehit hakkındadır. (Yani müctehid kendisinin doğruyu bulduğunu, hata ihtimali • bulunduğuna,
başka müctehidin hatalı olduğunu doğruyu bulmuş olmak ihtimalinin bu-lunduğuna, inanmalıdır).
Tâbi mukallid için bu inanç gerekmez. Çünkü mukallid, feri meselelerde müctehidlerden herhangi
birisini taklid etmek-le kurtulur. Mukallidin üzerinde tercih vacib değildir. Bunun benzeri, üstad
Abdulgani en-Nablûsî'nin: Hülasâtu'l-Tahkîk fî Beyânı Hukmi't-Taklîd adlı eserinde yer almaktadır.
Müftü: «Bu kişi diniyle yemine verdirir dediği zaman» yani bunu ya-zarsa; meselâ, kendisinden
yemin edip istisna yapan ve yeminini hiç kim-seye duyurmayan bir kişinin hali sorulursa, cevap
olarak: Bu kişi kendi-siyle Rabbı arasında keffarete çarpılmaz.» diyecektir. Bu cevabın arkasın-da
«Fakat, hüküm yönünden doğrulanmaz» diye yazılmalıdır. Çünkü ka-dıların çoğu bizim
zamanımızda cahildirler. Çoğu kez hakim, «bu adam madem din yönünden tasdik edilmiştir; hüküm
yönünden de tasdik edilir.» diye zannedecektir.
«Kur'ân ve ezanı güzel sesle tercî etmek güzeldir ilh...» sözüne ge-lince; en uygunu tağannî sözünü
kullanması idi. Çünkü «tercî» lügatta «tekrarlamak» demektir. Muğrib'de müellif dedi ki: «Ezandaki
tercî de bundandır. Çünkü müezzin evvelâ şehadet kelimelerinin ikisini sesini al-çaltarak getirir.
Sonra onları sesini yükselterek tekrarlar.
Zahîre'de şu ifadeler vardır: «Eğer lahinler kelimeyi bozmuyorsa, tagannî yapılan harfleri meydana
getiren uzatmaları, bir harf iki harf ola-cak hale getirmiyorsa; yalnızca sesin güzelleştirilmesi için
yapılıyorsa ve kıraatin güzelleştirilmesi hedef edinilmiş ise; o zaman namazın fasid ol-ması
gerekmez. Bu biz Hanefîler katında namazda da namazın haricin-de de müstahabtır. Eğer kelimeyi
bozuyorsa, no azı ifsad eder; çünkü bu, yasaktır. Med'in ancak, med, havaî ve illetli < harflerde
yapılması ca-izdir.»
Kıraati ses ile güzelleştirmek hususunda birçok hadisler vârid olmuş-tur. O hadislerden birisi
Hâkim ve başka muhaddislerin Câbir'den şu la-fızla rivayet ettikleri hadistir: «Kur'an-ı seslerinizle
güzelleşiriniz. Çünkü güzel ses, Kur'â'nın güzelliğini arttırır.»
«Eğer harf ilâve ederse ilh...» Yani eğer kelimenin manâsını değiş-tirecek tarzda ise mekruhtur, yani
haramdır.
«Ve böyle bir kimsenin hakkında küfürden korkulur ilh...» Çünkü böyle bir kimse haram olduğu
üzerinde icmâ olunan bir haramı hasen kılmıştır. T. Umulur ki, bu kişi yüzde yüz kat'î şekilde kâfir
olmaz. Çünkü onun bunu tahsîn etmesi Kur'ân'ın anlamını değiştirmekten dolayı değil, belki nağme
ile okuyup bir çeşit neşe verdiğinden dolayıdır. Düşün. Bi-zim zamanımızda halk için haram
tağannîde bulunan kişilere: «Allah mü-barek kılsın, Allah nefeslerini güzelleştirsin» demek de buna
yakındır. Eğer tağannisinden dolayı ise, bu dinlemekle beraber ayrı bir masiyettir. İşte bu durumda
küfre düşmekten korkulur. Bu noktaya dikkat kesilme-lidir.
«Dünya veya mal veya insanların yanında kabul için yaparsa yahu-di ve hıristiyanların delâletinden
olur ilh...» Havî el-Kudsî'nin ibaresi şöy-ledir: «Mal veya mal benzeri veya kabul benzeri bir iş için
yaparsa» Minâh'da da ibareyledir.
«Şart kıraat ilh...» on kıraatin dışında kalan kıraattir. T.
«Bir defa da okursa ilh...» Sadece şaz kıraat ile yetinmesinde ke-rahet vardır, demesi evlâ olurdu.
Bunun namazda kâfi gelmeyeceğini ve namazı ifşa de de etmeyeceğini daha önce belirtmiş idik. T.
«el-Hâvî el-Kudsî'de böyledir ilh...» ibaresi; yani «Kur'ân-ı tercih'le okumak» meselesinden buraya
kadar geçen bütün ifadeler; Hâvî el-Kudsî'de vardır.
«Saçlarını ve sakalını kınalaması müstahabtır ilh...» sözüne gelin-ce; erkeklerin ellerine, ayaklarına
kına yakması mekruhtur. Çünkü kendisini kadınlara benzetmiş oluyor.
«En sıhhatli görüş, odur ki Resul-ü Ekrem bu işi yapmamıştır ilh...»
Çünkü Cenâb-ı Peygamber'in kınaya ihtiyacı olmamıştır. Zira vefat etti-ği zaman saçında ve
sakalında yirmi taneden az beyaz kıl vardı. Hatta Buhari ve başka hadis kitaplarında olduğu gibi
onyedi tüy vardı. Ebû Bekir Sıddık'ın hem kınayı hem de ketem denilen kınamsı maddeyi kul-landığı
varid olmuştur. Medenî.




«Siyah boya ile mekruhtur ilh...» Yani harpten başka anlarda. Zahî-re'de müellif dedi ki:«Taki
düşmanın gözünde dona korkulu ve heybetli olsun diye harb için siyaha boyanmak ittifakla
övülmüş bir harekettir. Eğer kadınlar için süslü görünmek için ise mekruhtur. Meşayih umumî
olarak kanaattedirler. Bazıları da «Kerâhetsiz olarak caizdir» demişler-dir. Ebû Yûsuf'un şöyle
ylediği rivayet ediliyor: «Nasıl kadının süslen-mesi hoşuma gidiyorsa, onun için benim de
süslenmem onun hoşuna gi-der.»
«Kendileriyle faydalanılmayan kitaplardan Allah, melekler ve pey-gamberler ismi silinir, yakılır ilh...»
sözüne gelince bu meseleler buradan şiirlerin geleceği noktaya kadar hepsi el-Müctebâ'dan
alınmıştır. Nitekim ileride Müctebâ'ya nisbet edilecektir.
«Peygamberde olduğu gibi ilh...» İbaresine gelince; Nüshaların çoğun-da böyledir. Fakat
bazılarında el-Eşbâh'da olduğu gibidir. Ancak Müctebâ'nın ibaresi «Defnetmek, Peygamberler ve
veliler öldükleri zaman olduğu gibi, burada da daha güzeldir. Bütün kitaplar çürüdüklerinde
ken-dilerinden artık yararlanılamaz hale geldiklerinde de hüküm böyledir.»
Yani onları defnetmek kitapların tazmini helâldar etmek değildir. Çünkü insanların en üstünleri olan
Peygamberler defnedilirler.
Zahîre'de şu hüküm yer almaktadır: «Mushaf, yırtılır ve artık okun-ması mümkün olmayacak hale
gelirse, ateşle yakılmaz. İmam Muhammed buna işaret etti ve biz bu hükmü alıyoruz. Ama onu
defnetmek mekruh değildir. Uygunu onu tâhir bir parça beze sarmaktır. Ona laht de yapı-lır. Çünkü
eğer yer ortadan yarılarak koyulursa, o vakit toprak üzerine yıkılır. Onun üzerine toprak atmak ise
bir nevi hakarettir. Ancak üzerine bir tavan gibi bir şey yaparsa, hakaret söz konusu olmaz. Dilerse
onu bir abdestsizin eli, toz ve herhangi pislik varamayacaktır. Bunu temiz bir yere koyar. Allah'ın
Kelâmını tazim etmek için yapmalıdır.»
«Mekruh olan kasas da belli aslı olmayan şeyleri halkaylemek ilh...» sözlerine gelince; asi
kendiliğinden sabit olmayan bir şeyi artır-mak veya eksiltmek. Kelâmın aslını bazı şeyleri
kendiliğinden artırıyor ki, bunlar sabit değildir veya menkul ve sabit olan bir şeyin anlamını
değiştiriyorsa; demektir.
«Nâibe'yi defetmek imkânı var ise güzel olur ilh...» sözüne gelince; bu sözü mutlak şekilde nakletti
ve böylece naibesini başkasının boy-nuna atacak ise; atacağı şekli de kapsamış olur. Oysa
Kınye'de şu hü-küm yer almaktadır: «Bir cemaatin üzerine haksız bir vergi bir (cibâye) konulsa
bazıları hissesini diğerlerine yükletmemek şartıyla onu nefsin-den def etmeye kadirse, defetsin.
Eğer hissesini diğerlerinin boynuna at-mak suretiyle kendini kurtarıyorsa evlâ olan onu nefsinden
atmamasıdır.» Müellif Allah rahmet eylesin dedi ki: «Burada bir işkâl vardır. Çünkü bu kişinin bu
vergiyi vermesi zâlimi zulmünde desteklemektir. Sonra Serâh-sî zikrediyor ki: «Cerîr ile oğlu halkla
beraber vergiyi vermeye iştirak etmişlerdir. Bunu kendi nefsinden uzaklaştırdıktan'sonra yapmıştır
Son-ra şöyle dedi: «İşte bu, o zamanda idi. Çünkü o zamanın vegisi, taate bir yardım idi. Bizim
zamanımızdaki vergilerin çoğu zulüm tarikiyle olur. Binaenaleyh onu nefsinden def etme imkânına
sahip olan herkes için bu defetmesi daha hayırlıdır.»
«İmam Şafiî caizdir ilh...» sözüne gelince; Hacr Kitabı'nda daha ön-ceyledik ki: «Bunu almamak
onların zamanına mahsus bir şey idi. Bugün ise fetva almanın caiz olması şeklindedir.»
«İmam Şafiî'nin görüşü daha geniştir ilh...» sözüne gelince; çünkü bu kişinin hakkını almasının tek
yolu olmuştur. Böylece kişinin hakkı, su-retten gasıpta itlafta olduğu gibi malî olmak durumuna
geçmiş oluyor. Müçtebâ.
Müctebâ'da şu hüküm de yer almakta: «Kişi borçlusuna ait dinar-ları bulsa ve kendisinin alacağı ise
dirhemler olsa, o altınları alabilir. Çünkü semeniyette (yani para birimi olmakta) cinsleri birdir.»
«Çünkü çocukların babaları o parayı öğretmene temlik etmişlerdir ilh...» Bunun böyle olmasının
delili de şudur: Onlar parasının satın alı-nan maldan geri kalanını kendilerine geri vereceğini
düşünmezler ve bu-nunla beraber çoğu kez bilirler ki aldığı para fazla gelecektir. Hülâsa adet
muhakkemdir. Anla.
METİN
Cariyesinin gözü önünde nikâhlı hanımıyla ilişki kurmasında beis yoktur. Fakat bunun aksi olmaz.
ymetsiz bir eşyayı yerde bulsa onunla yararlanmakta bir beis yok-tur. Eğer eşya kıymetli ise.
bulan da zengin ise onu sadaka verecektir.
İçinde mushaf olan bir evde cinsî ilişki kurmakta bir beis yoktur. Çünkü bu genel bir durum
olmuştur.




Müslüman bir kadın eyer üzerine binmez. Çünkü bu hususta hadis vardır. Bunu oyalanmak için
yaparsa bu böyledir. Eğer harb, hac, dinî veya dünyevî bir maksatla binmek mecburiyetinde ise
binmesinde her­hangi bir beis yoktur.
Kur'ân tagannî ile okusa fakat elhanıyla Arapça ilminde sahih olan ölçülerin çıkmasa güzeldir.
Fecrin doğuşundan güneşin doğuşuna kadar Allah'ı zikretmek, Kur'ân okumaktan evlâdır. Güneş
doğduğu veya battığı zaman Kur'ân okumak müstahabtır.
Namazın akabinde imâmın Âyete'l-Kürsî'yi ve el-Bakara Sûresi'nin sonu olan ayetleri okumasında
bir beis yoktur; fakat bunu sessiz oku-ması daha üstündür.
Namazdan sonra sesli olarak mühim şeyler için Fatiha okumak bi-dattir. Üstadımız dedi ki: Lâkin
Fatiha okumak âdet ve konu ile ilgili eserler dolayısıyla müstahsendir.
Rüşvet malı almakla, kişinin mülküne geçmez.
Dilinden yana korktuğu takdirde rüşvet vermesinde bir beis yoktur. Çünkü Allah'ın Resulü şairlere
dilinden korktuğu kimselere mal veriyor-du. Müellefe-i Kulub'a zekâtlardan pay verilmesi bunun ve
benzerlerinin delili olarak yeter.
Bir mahallenin halkı o mahallenin imamına mal toplarlarsa güzel-dir.
Tuz, mera, su ve madenler gibi her mubah şey için para almak ha-ramdandır.
Gazi bir kimsenin gaza için, şair bir kimsenin şiiri için, meseleci bir kimsenin hikayecilerin para
alması dayledir. Çünkü Cenâb-ı Hâk: «İn-sanlardan bazıları vardır ki oyalayıcı sözü satın alırlar
ve satarlar.» diye buyurmaktadır.
Melâhî sahipleri, kumandan, kâhin, kumarcı, dövme yapan kadının -ki bunun dallan daha fazladır-
aldıkları da böyledir.
Kişiye «ey habîs» veya benzeri bir söz denilirse; kişi için aynı keli-meyle ve haddi gerektirmeyen
bütün küfürlere cevap vermek caizdir. Fakat bununla beraber cevabı vermezse daha efsaldir.
Nafile oruç tutan bir kişinin, «sen oruçlu musun?» diye sorulduğun-da «bir bakayım» demesi
mekruhtur. Çünkü bu nifak veya ahmaklıktır.
İZAH
«Nikâhlı karısıyla cariyesinin gözü önünde ilişki kurabilir ilh...» sö-züne gelince: Müctebâ sahibi
bunu Meşâyihten birisinden nakletmiştir. Hindiye'de yapılan nakle göre böyle bir cinsi ilişki İmam
Muhammed'e göre mekruhtur.
«Eğer zenginse yerde bulduğu kıymetli şeyi sadaka verir ilh...» Ya-ni bunu eğer tarife gerek ver ise,
tarif ettikten sonra sadaka verir.
«İçinde mushaf bulunan bir evde cinsi ilişki kurmakta bir beis yok-tur ilh...» Kınye'de: «Eğer Kur'ân
örtülü ise» kaydı vardır. Eğer Kınye'de-ki bu kayıt «evleviyet durumu gösterir dersek» o vakit iki söz
arasındaki terslik kalkar. T.
«Bir müslüman kadın eğere binmemelidir. Çünkü hadis vardır ilh...» sözüne gelince. O hadis şudur:
«Cenab-ı Hâk eğerler üzerindeki ferçlere lanet etmiştir.» Zahire.
Fakat el-Medenî, Ebû Tayyib'den «Bu hadisin aslı olmadığını» nak-letmiştir. Bu lafızda varid
olmamıştır demek istiyor. Aksi takdirde hadi-sin manâsı sabittir. Zira Buhârî'de ve başka kitaplarda
şu vardır: «Allah1 in Resulü kendilerini kadınlara benzeten erkeklere ve kendini erkeklere benzeten
kadınlara lanet etmiştir» diye vârid olmuştur. Taberânî'nin ri-vayet ettiği hadisle şöyle
denilmektedir: «Bir kadın boynuna yay astığı halde Resulullah'ın yanından geçti. Manzarayı gören
Peygamber buyurdular: «Allah kadınlardan kendisini erkeklere, erkeklerden de kendisini kadınlara
benzetene lanet etmiştir.»
«Eğer harb ihtiyacı için binerse beis yoktur ilh...» sözüne gelince: Böyle binen bir kadında başka bir
şart aranır: Tesettüre uyacaktır, zev-ci veya mahremiyle beraber olacaktır.
«Veya bir dinî maksat için binebilir ilh...» ibaresinden maksat: yani sıla-ı rahîm yapmak için bir
sefere çıkmak gibi. T.
«Kur'ân ile tagannî edip ilh...» Bu hüküm daha önce geçen hükümün tekrarıdır.
«Doğarken ve batarken Kur'ân okumak müstahabtır ilh...» sözüne gelince; Müctebâ'da da birinci
mesele böyle zikredildi. Sonra bunu ba-zı meşayihlere namzederek zikretti. Zâhîri'ye göre bunların
ikisi de fark-lı iki görüştür. Zira birincisi kıraatin değil zikrin müstahab olmasını ifa-de eder. Bu da




namaz Kitabında geçendir. Kınye'de sadece: «Resul-ü Ekrem'e selâvat getirmek, dua etmek, teşbih
okumak namazın kendile-rinde yasak kılınan vakitlerde Kur'ân okumaktan daha üstündür» hükmü
nakledilmiştir.
«İmam için namazdan sonra Ayete'l-Kürsî ve el-Bakara'nın sonun-daki âyetleri okumakta beis
yoktur.» sözüne gelince; bu meselede muktediler de imam gibidir.
«Namazdan sonra ilh...» maksat sabah namazından sonradır. Kın-ye'de dedi ki: «Bir imam her
sabah cemaatiyle beraber Ayete'l-Kürsryi el-Bakara Sûresi'nin sonunu, Şehidallahu ve benzerini
açıkça okumayı adet edinmişse; okuyuşunda herhangi bir beis yoktur. Fakat gizlice oku-ması daha
üstündür.»
Namaz bahsinde şu geçti: Ayete'l-Kürsî'yi, muavvîzeteyni (kul euzu birabbil felâk, Kuleuzu birabbin
nas) okumak teşbihleri okumak müsta-habtır.
«Sünnetin ise ilh...» (Allahümme entesselâm müntesselâm» diyecek kadardan fazla sünnet tehiri
mekruhtur.
«Bizim hocamız: Âdet ve eserler dolayısıyla Fâtiha'yı okumak müstahsandır dedi ilh» sözüne
gelince; Hocası Müctebâ sahibinin şeyhi el-Bedî'dir. İmam Celâleddin: «Eğer namazdan sonra
sünnet var ise, Fatiha'nın okunması mekruhtur. Aksi takdirde mekruh değildir.» T. Hindiye'den.
«Rüşvet kabzetmekle mülk olamaz ilh...» Rüşveti veren parasını tek-rar alabilir. Müctebâ'da bu
hükümden sonra şu zikredildi: «Eğer rüşveti müşteşi (rüşvet alan) istemeksizin verirse; hakim
hükmü onu geri alamaz şeklindedir. Rüşvet alana rüşveti geri vermek vacibtir. Âlim bir kişiye şefaat
etsin veya zulmü def etsin diye kendisine hediye verildiği tak-dirde, o hediye de rüşvettir.» Bunu
yledikten sonra şöyle dedi: «Alim bir kişi için sultanın yanında şefaatte bulundu ve onun işini
tamamladı ve bundan sonra hediyesini kabul etmesinde beis yoktur. Bundan önce ise eğer kendisi
istemişse haramdır. Eğer kendi isteği olmaksızın adam kendisine vermiş ise ihtilaflıdır. Bizim
meşayihimiz kendiliğinden adam kendisine hediyeyi vermiş ise beis yoktur derler. Talebelerden
hediye kabul etmekte meşayihin ihtilâfı vardır.» T.
«Dini için korkarsa rüşvet verebilir ilh...» ifadesine gelince; Mücte-bâ'nın ibaresi şöyledir: «Kimden
korkarsa ona verebilir.» Müctebâ'da şu hüküm de yer alır: «Zulmü nefsinden malından defetmek,
bir hakkını tah-sil etmek için zalim bir sultana malı vermek de caizdir. Rüşvet değildir.. Yani verenin
hakkında rüşvet değildir, alanın hakkında yine de rüşvet-; tir.» Müctebâ.
«Resulullah sairlere veriyordu ilh...» Hattâbî, el-Ğârîb'de İkrime'den mürsel olarak ifâde ediyor: «Bir
şair Allah'ın Resulüne geldi. Cenab-ı Peygamber: Ey Bilâl onun dilini kes; dedi. Bilâl ona kırk
dirhem verdi.»
«Mahalle halkı imam için toplansa ilh...» sözüne gelince, yani yiye-cek maddeleri veya para
türünden birşeyler toplarsa güzeldir. T.
«Güzeldir ilh...» Eğer bunu işlerlerse güzel bir iş işlemiş olurlar. Buna Hülâsa'da da geçtiği gibi
ücret denilmez. Zahire göre bu hüküm, mutakaddimlerin taraflarındandır. Çünkü mütekaddimler
İmamet ve baş-ka taatlar için ücret almayı men etmişlerdir. Böylelikle bunun ccıkca ifade
edilmesinin sonuç ortaya çıksın. Aksi takdirde ihsana ihsanla kar-şılık vermek herkes için istenen
bir şeydir. Düşün.
«Her mubaha karşı alınan da suht'tur ilh...» yani haramdan ve ha-bis kazançlardandır demek oluyor.
Kayınpederin, kızı dolayısıyla -rızasıyla dahi olsa- damattan aldığı başlık da suht'tandır, yani
haramdır. Hatta kayınpederin isteği üzerine başlık verilmiş ise, damad o başlığı kayınpederden geri
alabilir Müctebâ.
«Gazinin gaza karşılığında aldığı da ilh...» Yani belde halkından cebren aldığı da gaziye haramdır.
Fakat veren için haram değildir. T.
«Şairin şiir için aldığı da ilh...» Haramdır. Çünkü ona verilen, adeten daha öncede geçtiği gibi, dilini
kesmek için verilir. Eğer şair şerrinden emin olunan bir kimse ise. zahire göre ona verilen onun için
helâldir. Çün-kü Cenâb-ı Peygamber Bürde'sini kendisini meşhur kasidesiyle överken Kâ'be'
vermiştir. Düşün.
«Maskaralık için, hikâyecilik için de ilh...» alınan haramdır. Müctebâ'nın ibaresi şöyledir: «Halkı
güldürene verilen ve halkla alay eden ve-ya halka Resulullâh'ın harblerini, ashabının harblerini
anlatan, hele Rüstem İsfandiyar ve benzerleri gibi acemlerin hikâyelerini anlatanın aldık-ları da
haramdır.»




(Âyette geçen) « Leh ve'l-Hadîs» (oyalayıcı söz) ilh...» ibaresinden maksat, insanı mühim
.meseleden meşgul edip alıkoyan şeylerdir. Aslı astarı olmayan sözler itibar edilmeyen hurafeler,
güldürücü şeyler ve fuzulî konuşmalar gibi, Âyetteki «lehve'l-hadîs» Nadr b. el-Hars b. Kelde
hakkında nazil oldu. Nadr ticaret maksadıyla Hîre'ye gider, orada Acem-lerin 'haberlerini satın alır
ve gelip o haberleri kureyşiilere aktarırdı. Ve diyordu ki «Muhammed, Ad ve Semûd'un haberlerini
size anlatıyor Ben de Rüstem'in, Kisrâların haberlerini size söyyorum.»
Kureyşliler onun konuşmasından memnun kalırlar, daha güzel gö-rürler ve Kur'ân-ı dinlemeyi
terkederlerdi. Cenab-ı Hâk onun hakkında bu âyeti nazil etti. T.
Metinde geçmekte olan «el-Meâzif» oyalayıcı şeyler demektir. «Kâhin»den maksat burada
müneccimdir. Aksi takdirde Muğrib'te yer alan şudur: «Dilciler dediler ki: Kehânet araplarda
Peygamberlikten önce va-rolan bir şeydi.»
Rivayet ediliyor ki: «Şeytanlar melekleri dinlemek üzere göklere baş vururlardı. Oradan aldıklarını
getirip kahinlere aktarırlardı. Kâhinler is-tediklerini ona ekleyerek söylerlerdi. Kâfirler de bu sözleri
kabul edeler-di. Cenab-ı Peygamber, Peygamber olarak gönderildikten sonra gökler korundu ve
kehânet de bâtıl oldu.»
«Onun dalları pek çoktur ilh...» ibaresine gelince, o dallardan birisi de Müctebâ'da olduğu gibi;
«muganniye kadının tagannisine karşılık, matemci kadının matemine karşılık, dişleri güzellik
maksadıyla törpüle-yenin bu işine karşılık, nikâh için çöpçatanlık yapan kadının çöpçatan-lığına
karşılık birbirlerine kişilerin arasını bulanın bu işine karşılık aldık-ları ve içkinin ve sarhoşluğun
parası, tekeyi keçilere salıvermesinin pa-rası, meyte her hayvanın derilerinin parası, tabaklanmadan
önce her yır-tıcı hayvan derisinin parası zina eden kadının ücreti, eğer şart koşmuş ise kan
aldıranın ücreti haramdır.»
Fakat Mevahib isimli eserde şu ifade yer alır: «Ağıtçılara şart edi-len malı almak haramdır. Fakat
şart edilmeyen malı almak haram değil-dir.»
Davulcunun, zurnacının da durumu böyledir. Nitekim biz bunu daha önce Hindiye'den naklederek
yledik.
«Haddi gerektirecek küfürleri müstesna, küfredene aynı küfürlerle cevap vermesi caizdir ilh...»
Çünkü Cenâb-ı Hâk: «Zulme uğradıktan sonra intikam alanlar aleyhine herhangi bir yol yoktur.»
buyurmuştur.
«Onu terketmekse daha efdaldir ilh...» sözüne gelince: Cenab-ı Hak: «Kim affeder ve ıslâh ederse
onun ecri Allah'ın üzerinedir» buyurmuş-tur.
«Nafile oruç tutan bir kişiye «Oruçlu musun?» diye sorulduğunda «Bakayım» demesi mekruhtur.
Çünkü bu söz ya nifak veya ahmahlıktır»
sözüne gelince; yani münafıkların amelindendir. Çünkü adam amelini gizlediğini izar etmek için bu
sözü söylüyor. T.
«Veya ahmaklıktan ilh...» Yani cehaletten bu sözü söylüyor. Eğer oruçlu ise en uygunu onun «Ben
oruçluyum» demektir. Çünkü oruca ri-ya girmez. Bu aşağıdaki Hadis-i Kudsî'nin hamledildiği
manâlardan bi-risidir: «Oruç benim içindir. Onun mükâfatını ben veririm». T.
METİN
Kişinin çocukları ve az bir malı varsa nafile vasiyet etmeyecektir.
Kim riya için namaz kılar ve sadaka verirse, o namazdan dolayınca ceza görür, ne sevap alır.
Bazıları bunun farzlar hakkında böyle olduğu-nu söyler. Fakat ez-Zâhidî, bu durum «nafileleri de
kapsamaktadır» dedi. Çünkü fukahâ: Riya farzlara girmez demişlerdir.
Erkeğin kadınlar gibi ip eğirmesi mekruhtur. Kadına erkeğin artığı, erkeğe de kadının artığı
mekruhtur.
Namazı terkettiğinden ötürü -en zahir kavle göre- hatununu döve-bilir.
Kişiye tacir olan hanımını boşamak vâcib değildir.
İZAH
Nuru'l-Ayn adlı kitap, Mecmau'l-Fetâvâ adlı kitaptan naklederek dedi ki: «Eğer varisler küçük ise,
vasiyeti terk etmek, vasiyet etmekten efdaldir. Varisler baliğ ve fakir iseler, mirasın üçte ikisi de
onları ihtiyaçtan kurtarmıyorsa yine vasiyet etmeyi bırakmak vasiyet etmekten ev-lâdır. Eğer
varisler zengin iseler veya mirasın üçte ikisi onlara yeterli geliyorsa bu takdirde vasiyet etmek,




vasiyet etmemekten evlâdır. Zenginlik Ebû Hânife'den gelen rivayete göre, mirastan başka her
miras-çıya dörtbin dirhem düşerse oluşur. İmam Fadlî'den gelen rivayete gö-re ise on bin dirhem
düşerse zenginlik oluşur.
«Kimki riya için namaz kılar ve sadaka verirse o namazla cezaya da çarptırılmaz sevapta gelmez.»
Bilmiş ol ki, Allah için ibadeti ihlâslı kılmak vacibtir. İbadette riya yapmak ise icmâ' ile haramdır.
Riya da o ibadetle Allah'ın veçhinden baş-kasını kasdetmektir. Çünkü riya hakkında kesin naslar
vardır. Peygamber riya'yı «küçük şirk» diye isimlendirmiştir. Zeylâî açıkça şunu ifade eder: «Namaz
kılan kişi namazdaki ihlâs niyetine muhtaçtır.» Miraç da şu hü-küm yer almaktadır: «Biz ibadet
yapmakla emrolunduk. Emredilen ihlas olmaksızın ibadetten söz edilmez. İhlâs ise bütün fiillerin
.Allah'ın rıza-sı için kılmasıdır. O da ancak niyetle olur.»
yük âlim Aynî, Buharı Şerhi'nde şöyle diyor: «Taatte ihlâs demek, riyayı terketmek demektir.
Onun kaynağı kalbtir.»
Bu niyet, amelin sıhhati için değil, sevabın tahsili içindir. Çünkü amelin sıhhati şartlara ve
rükünlere bağlıdır. Namazın sıhhati için olan niyet ise, kalbiyle hangi namazı kıldığını bilmekliğidir.
Muhtârâtu'n Nevazil adlı eserde der ki: «Sevaba gelince, o kişinin azimetinin sıhhatli oluşuna
bağlıdır; Bu da ihlâstır. Çünkü pis bir su ile abdest alan ve namaz kılıncaya kadar da bu durumu
bilmeyen kişinin namazı kâfi gelmez. Çünkü hükmen şartı yoktur. Fakat bu kişi azimeti sıhhatli
olduğundan, taksiratı bulunmadığından ötürü sevabını alır.»
Buna göre: Sevab İ!e sıhhat arasında telazum yoktur, yani bunlar birbirine bağlı değildir. Önceden
zikrolunduğu gibi, sevap olduğu halde sıhhat olmayabilir. Bazen aksi de olur. Nitekim niyetsiz bir
abdest sa-hihtir, fakat sevabı yoktur. Eğer riya için namaz kılarsa da hüküm böy-ledir. Fakat riya
bazen ibâdetin aslında olur, bazan da ibadetin vasfın-da olur. Birinci riya tam ve sevabı aslından
yakan ve yok eden riyadır. Meselâ halkın hatırı için namaz kılmak ve halk olmasa namaz kılmamak
gibi. Eğer bu namazın ortasında kişiye arız olursa onun bir hükmü yok-tur. Çünkü halk, için namaz
kılmamıştır. Bilakis namazı halisen Allah için idi, riyanın arız olduğu kısmı ise o halis olan namazın
bir parçasıdır. Evet, eğer bu riya arız olduktan sonra namazı daha güzel yapmaya kal-kışırsa, bu
sefer ikinci kısma da dönüş yapmış oluyor. Böylece güzelleş-tirmenin sevabı (riya için olduğundan)
düşer. Rükûunu ibâdet için değil de, gelenin yetişmesi için uzatan bir kişinin hakkında imâmdan
rivayet edilen bunun delilidir. Zira imam dedi ki: «Bunun için korkunç bir emirden korkuyorum, yani
şirk-i hafiden korkuyorum.» Nitekim bazı muhakkikler de böyle söylemişlerdir.
Tatarhâniye'de dedi ki: «Eğer halisen lilallah namaza başlarsa, son-ra kalbine riya girerse o
başlama noktası üzerindedir. Riya, eğer halk yok ise namaz kılmayacaktır, eğer halkla beraber ise
namaz kılacaktır, demektir. Eğer halk ile beraber ise namazı daha güzel, tek başına ise başka
şekilde kılıyorsa, bu takdirde namazın aslının sevabı vardır, fakat güzelliğin sevabı yoktur. Oruca
riya girmez. Yenâbî adlı kitapta İbrahim bin Yûsuf dedi ki: «Eğer riya için namaz kılarsa onun ecri
yoktur günahı vardır. Bazıları dediler ki: «Ne ecri vardır ne de günahı. Namaz kılmamış gibidir.»
«Umulur ki oruca riya girmez. Çünkü oruç görülmemektedir. Zira o özel bir imsaktir. Bunda bir fiil
yoktur. Evet, onu haber vermekte, ondan konuşmakta bazen riya girebilir.» Düşün.
«Bunun için el-Vâkıât adlı kitapta Resulullah'ın «Oruç benim içindir, ben onu mükâfatlandırırım»
hadisi delil gösterilmiştir. Cenab-ı Hak bu-rada gayrın ortaklığını yok saydı. Bu diğer ibadetler
hakkında zikredilmemiştir.»
Sonra bilmiş ol ki; Ücretle Kur'ân tilâveti ve benzen işler riyadandır. Çünkü bu tilâvetten Allah'ın
vechinden başkası irade edilmiştir ki, o da maldır. Bunun için demişlerdir ki: «Böyle bir okuyuşta
okuyucuya da hiç-bir sevap yoktur. Ölüye de yoktur. Parayı alan da veren de günahkâr olur-lar.» Ve
yine dediler ki: «Kim ki hac ile ticareti niyet ederse, eğer ticaret niyeti galip veya hac niyetine eşit
ise, onun hiçbir sevabı yoktur.» Zahî-re'de şu hüküm yer almaktadır: «Cumayı kılmak ve şehirdeki
başka ihti-yaçlarını görmek için giderse, eğer maksadının çoğu cumayı kılmak ise cumaya gitmenin
sevabını alır. Eğer maksadının çoğu, şehirdeki ihtiyaç-ları görmek için ise, bir sevabı yoktur.»
Eğer ikisinin de niyeti eşit ise, ikisi de düşer. Nitekim daha önceki hükümden bu bilindi. İmam
Gazali de başka Şafiî alimleri de bu tafsilatı tercih etmişlerdir. Şâfiîlerden el-İz bin Abdüsselâm,
«Mutlaka sevap yoktur» görüşünü tercih etmiştir.
«Bu namazdan ne sevap alır ne ceza görür ilh...» sözüne gelince; bu söz el-Yenâbî'de bazı
âlimlerden nakledilenin manâsı budur. Bundan maksat, riyâ'dan ötürü ceza görmez demek değildir.
Çünkü riya haram-dır ve büyük günahlardandır. Kişi onunla günahkâr olur. Daha önce İb-"rahim bin




Yûsuf'un: «Onun ecri yok, günahı vardır» sözü bu anlama ham-ledilir. Maksat ancak şudur: Bu
namazdan dolayı, namazı terkedenin ce-zası gibi ceza görmez. Çünkü o namaz sahihtir. Farzı iskat
eder. Nite­kim daha önce de bunu söyledik.
Bezzâziye'de dedi ki: «Farz namazlarında riya yoktur.» Yani vacibin sakıt olması hususunda
Eşbâh'da dedi ki: «Bu ifade etti ki, riya ile be-raber farzların eda edilmesi sahihdir vacibi iskât eder
Hidâye'nin müellifi Muhtârâtu'n-Nevâzil adlı eserinde şu hüküm yer alır: «Riya ve gösteriş için
namazı kıldığı zaman, hükmen namazı caiz olur. Çünkü şartlar ve rükünler vardır. Fakat kişi sevaba
müstahak olmaz.»
Yani «katmerleşen sevaba müstahak olmaz» demektir.
«Zahîre'de dedi ki: «Fakih Ebulleys en-Nevâzil'de dedi ki: «Bizim hocalarımızdan bazıları dedi ki:
«Riya farzların herhangi bir şeyine gir-mez. İşte bu, müstakim olan görüşün ta kendisidir. Riya
sevabın aslını gidermez. Ancak sevabın katmerleşmesini (katlanmasını) giderir.»
Bu ibarede, «sevab azimetin sıhhatine bağlıdır» diye önceden kay-dettiğimiz hükme muhalefet
vardır. Ancak bu şekilde yorumlanırsa aykı-rılık ortadan kalkar. Veya buradaki hüküm, oradaki
«sevabın aslından maksat, bu namazla farzın sakıt olmasıdır. Ondan ötürü ikab yoktur. Yani
terkedenin cezası gibi bir ceza yoktur demektir» diye anlaşılırsa aykırılık kalmaz. Bunun dahi
farzlara tahsis etmenin faidesi ortaya çıkmış oluyor. Düşünülsün.
«Zahidi bunu nafileleri kapsayacak şekilde umumî kılmıştır ilh...» ya-ni bunu nafile ibadetlerinin
bütün çeşitlerini sadece kapsayıcı kılmıştır; farzları değil. Maksat ibareden insanın zihnine ilk
geldiği gibi hem nafileleri hem farzları kapsayıcı şekilde kılmıştır demek değildir. Eğer bu mana
kastedilir desek, ondan sonraki ta'lil yani neden sıhhatli olamaz. Demek ki en belirgini şöyle demesi
idi: «Zahidi bunu nafile ibadetlere tahsis et-miştir.» Zâhidî'nin Müctebâ'daki ibaresi şöyledir: «Lâkin
Vâkıâtta şu ifade edildi ki: Riya farzlara girmez; ylece nafileler burada tayin olundular.»
Sonra bilmiş ol ki, Zâhidî'nin zikrettiği, daha önceki hükme ters düşmemektedir. Çünkü daha
önceki hükümden maksat, bizim de takrir ettiğimiz gibi, namaz sahîhdir vacibi iskat eder; riya onun
bâtıl olmasına neden olmaz. Ancak onun sevabını yok eder. Zâhidî'nin nafileleri tah-sis etmesinin
manâsı, görüldüğü gibi şudur: Riya nafilelerin sevabını temelinden yakar. Sanki o nafileleri
kılmamış gibi olur. Binaenaleyh öğretenin sünnetini meselâ halk için riyakârlık olarak kıldığında;
eğer halk olmasaydı kılmayacak idiyse «bu adam bu sünneti kılmıştır» denilemez. Binaenaleyh bu
adam bu sünneti terkeden hükmünde olur. Ama farz öyle değildir. Çünkü o farzı terkedenin
hükmünde değildir; ki farzı terkedenin cezasına çarptırılsın. İkisinin arasındaki fark şudur:
Nafileler-den maksat sevaptır ve farzları tekmil etmek içindir. Farzlardaki eksik-likleri kapatmaktır.
İşte bu benim kusurlu anlayışıma göre böyledir. Al-lah hakikati daha iyi bilir.
«Kişinin kadınlar gibi ipleri eğirmesi mekruhtur ilh...» hükmü şura-dan ileri geliyor: Burada
kadınlara benzemek bahis konusu olur. Oysa Resul-u Ekrem kadınlara kendilerini benzeten
erkekler ile erkeklere ben-zeten kadınlara lanet etmiştir. Nitekim bunu daha önce söyledik.
«Erkeğin artığı kadına, kadının artığı erkeğe mekruhtur ilh...» sözü-ne gelince; bu mesele Taharet
kitabının «Artıklar» bahsinde geçti. Bu-nun nedeni Minâh'ta da zikredildiğine göre; kişi ecnebi bir
kadının bir parçasını kullanmış oluyor; ki o da kadının suya karışmış tükürüğüdür. Bunun tam aksi
kadının erkeğin artığını içerse bu da caiz değildir». Bu mesele üzerinde daha önce durduk; Oraya
müracaat edin. er-Remlî de-di ki: «Burada hanımından ve mahreminden başkasının artığını içmek
kaydını koymak gerektir.»
«Namazı terk ettiğinden dolayı hanımını dövebilir, ilh...» İbaresine ge-lince; eğer hanımı süslenmeyi
terkederse, cenabetten yıkanmayı terkederse de döver. Evden çıkması, yatağına gelmemezlik
yaptığı için de hanımını dövebilir. Bunun tamamı Ta'zir bahsinde geçti. Genel kaide burada şudur:
«Haddi olmayan her günah için koca hanımını, efendi cariyesini taziri caiz olur.» Çocuğun velisinin
on yaşındaki çocuğa namaz kılmadığından döv-mek yetkisi vardır. Koca da bu hususta veliye ilhak
edilmiştir. Baba çocu-ğunu Kur'ân öğrenmesine ve ilime zorlayabilir. Çocuğunu hangi konu-larda
dövebiliyorsa. aynı konuda velisi bulunduğu yetim çocuğu da dö-vebilir.
«Zahir görüşe göreyledir ilh...» Kenz ve Mülteka'da bu fetva esas alındı. Bir rivayete göre
babanın, kocanın bu yetkisi yoktur. Musannif Tazîr bahsinde Dürer'e tâbi olarak bu hükmü kabul
etmiştir. Facir bir hanımını boşamak kocaya vacib değildir.» ibaresine gelince; Öyle bir hanıma da
facir olan kocasını terketmek vaoib değildir. Ancak ikisi de Allah'ın hududunu yerine
getirmemekten korkarlarsa, o zaman ayrılma-larında bir beis yoktur. Müctebâ. Fücur zina ve diğer
günahları kapsa-maktadır. Dokunan hiç kimsenin elini geri çevirmeyen kadının kocası: «Ben onu




seviyorum» dediğinden dolayı Allah'ın Resulü Ona: «Ondan faydalan» dedi.
METİN
Sahih fetvaya göre, içmek için hazırlanmış havuzcuklardan abdest almak caiz değildir. Hem ondan
hem onun içinden abdesti almak mem-nudur. Oradan suyu alıp aile efradına götürmek ise eğer izin
verilmiş ise caizdir. Aksi takdirde caiz değildir.
Bir hakkını diriltmek için, zulmü nefsinden def etmek için yalan söylemek mubahtır. Yalan
ylemekten maksat, tariz etmektir. Çünkü yalanın ta kendisi ise, haramdır. Dedi ki: Doğrusu
budur. Çünkü Çenâb-ı Hâk: «Yalancılar kahrolsunlar» buyurmuştur. Bütün bu ibareleri Müctebâ'
dan aldık.
İZAH
«İçmek için hazırlanmış havuzcuklardan abdest almak caiz değildir ilh...» sözüne gelince; bu su
kişinin teyemmüm etmesine de mani ola-maz. Yani bu su yokmuş gibi kabul edilir. Ancak
havuzdaki su çok ise, onun çokluğuyla bu su hem içmek hem de abdest almak için buraya
kon-muştur diye istidlal edilir. Bahr, el-Muhît ve başka kitaplardan.
«Sahihte hüküm böyledir ilh...» dedi. İbnu'l-Fâdıl'dan rivayet edili-yor ki: İçmek için hazırlanan
havuzcuklardan abdest almak caizdir. Ab-dest için konulan sudan içmek mubah değildir. Bahr.
«Onlardan ve onların içinde abdest almak memnudur ilh...» ibaresi-ne gelince; bu ibareyi eğer o
havuzun içinde abdest alırsa caizdir veh-mini bertaraf etmek için getirmiştir. Çünkü onun içinde
abdest almak, suyu zayi etmemektir. Fakat müellif, «içinde olsa dahi» ibaresini kullan-saydı kâfi
gelirdi; böyle bir uzun ibareye ihtiyaç ohnazdı. T.
«Hakkının ihyası için yalan mubahtır ilh...» Sözüne gelince; şufa-dar olan bir kişinin geceleyin
ortağının hakkını sattığını haber alıp sa-bahladığında hakimin huzuruna varıp ben «şimdi bildim»
demesi gibi. Küçük bir kız geceleyin baliğ oluyor ve kocadan nefsini ihtiyar ederek: «Şu anda kan
gördüm» demesi deyledir.
Bilmiş ol ki; yalan bazan mubah oluyor, bazan da yâcib oluyor. Ara-da küllî kaide
Tebyînu'l-Mehârim ve başka kitaplarda geçtiği şekilde şöyledir: «İstenen herhangi güzel bir
maksada hem doğrulukla hem de yalanla varılabiliyorsa o konuda yalan söylemek haramdır.» Eğer
sadece yalanla ona varılabilirse eğer o maksad mubah bir şey ise orada yalan söylemek mubah
olur. Eğer elde edilmesi vacib ise yalan da vacib olur. Mesela, bir zalimden gizlenen bir masumu
görse, o zâlimde onu öldür­mek veya eziyet etmek istiyor: Burada yalan söyleyip de onu
görmediği-ni söylemesi vacibtir.
Eğer almayı istediği bir emaneti ona soracak olursa, inkâr etmesi vacib olur. Harb, araları bulmak,
cinayete maruz kalanın kalbini meylet-tirmek ancak yalanla mümkün alabiliyorsa, orada da yalan
mubahtır.
Eğer bir sultan kendisinden gizli olarak vaki olan zina veya içki gibi fahiş bir hareketi kendisinden
sorarsa, o: «Ben işlemedim» diyebilir. Çün-kü onu izhar etmek ikinci bir çirkinliktir. Yani kişi için
kardeşinin sırrını inkar etmek de vardır. Ve bunu yalandan gelen mefsedeti, doğruluk üze-rine
terettüb eden mefsedetie karşılaştırmaktır. Eğer doğruluğun mefsedeti bundan daha şiddetli ise bu
takdirde yalan söyleme yetkisine sahib olur. Eğer aksi ise veya şüpheye girerse yalan söylemek
haram olur. Eğer ken-di nefsiyle ilgili ise mustahab olan yalan söylememektir. Eğer başkasıyla ilgili
ise başkasının hakkı için müsamaha etmek caiz değildir. Hazm yani en kuvvetlisi mubah olduğu
yerde onu terketmektir.
Âdet edilen mübalağa şeyler yalandan değildir. Meselâ: «Sana bin defa geldim» demek gibi. Çünkü
kişinin burada maksadı, bin defa gelmek değil de mübalağayı karşısındakine anlatmaktır. Eğer kişi
bir tek defa gelmiş ise ve bu ibareyi kullanmışsa yalan söylemiş olur.
Mübalağanın caiz olduğuna sahih hadis delâlet eder:
«Ebu Cehm'e gelince, o bastonunu hiç omuzundan indirmiyor.»
İbn-i Hacer el-Mekkî (El-Heytemî) dedi ki:
«İstisna edilenlerden birisi de şiirdeki yalandır. Onu mübalağaya hamletmek mümkün değil ise
yalan kabul edilir. Ve şair der ki:
«Ben gece-gündüz seni çağırıyorum; Hiç bir mecliste sana şükret-mekten boş kalmıyorum.»
Çünkü yalancı, yolanı doğru gösterir ve onu teşvik eder. Şairin ga-yesi şiirinde doğruyu söylemek




değildir. Ancak bu bir sanattır.
Râfiî ve Nevevî bunu Kaffâl ve Saydalânî'den naklettikten sonra «Bu, son derecede güzeldir.»
dediler.»
«Dedi ki ilh...» ibaresinde diyen El-Müctebâ'nın sahibidir. İfadesi şöy-ledir: Resûlullah (S.A.V.)
buyurdu ki:
«Her yalan kesinlikle yazılmaktadır. Ancak üç yalan yazılmaz: Erke-ğin kadına karşı veya çocuğuna
karşı söylediği yalan! Kişinin, iki kişinin arasını bulmak için söylediği yalan! Harbte söylenen yalan.
Çünkü harb aldatmacadır.»
Et-Tahâvî ve başkaları dediler ki: «Bu, ta'rizler üzerine hamledilmektedir.» (Yani dolaylı yollardan bu
yalanı söyleyecektir.) Yalanın kendisi ise haramdır.»
Ben derim ki: Tahavî ile başkasının bu sözü hakkın tâ kendisidir. Zira Cenab-ı Hak «Yalan
yleyenler kahrolsunlar.» buyurmuştur ve Allah'ın Resulü de «Yalan fücurla beraberdir. Onların
ikisi de ateştedir» buyur-muştur. Bununla beraber yalanın tâ kendisi kurtuluş ve bir maksadı tahsil
etmek için ille çıkar yol olarak tayin de edilmemiştir.
Ben derim ki: Hz. Ali, İmrân bin Husayn ve başka sahabelerden riva-yet edilen de bunu teyid
etmektedir: «Şüphesiz tarizlerde yalandan kur-tuluş yolu vardır.» Bu, hasen bir hadistir. Merfu
hadis hükmündedir. Ni-tekim El-Çerrahî bunu böyle zikretmiştir.
Tariz de yemeğe çağrılan kişinin «ben yedim» demesi gibidir. Mak-sadı «dün yedim»dir. Ve bir de
Hz. İbrahim Halîl'in kıssasında olduğu gibidir. O zaman hadisteki üç istisna «üç yerde yalanın
benzeri vardır» anlamına gelir.
İhtiyaçtan dolayı tarizin mubah olduğu bir yerde, ihtiyaç yoksa mubah olmaz. Çünkü tariz yalanı
vehmettirir. Herne kadar tarizin nefsinde yalan yoksa da. Gazali, El-İhyâ'da dedi ki:
«Evet, tarizler hakiki bir garez konusunda mubahtır. Mesela başka-sının kalbini mizah ile hoşnut
etmek gibi hakiki bir garez söz konusu ise mubahtır. Resulullah'ın «Cennete ihtiyar girmez» sözü
ile «Senin kocanın gözünde beyaz vardı» sözü ve «Seni devenin evladına bindireceğiz» sözü ve
bunlara benzer olanlar gibi.»
METİN
El-Vehbâniye isimli kitobda şöyle dedi: (Şiirdir)
Sulh için veya bir zalimi defetmek için yalan söylemek caizdir. Hoş tutulmak istenenlere ve savaşta,
yalan helaldir ki, muzaffer olsunlar.
Hamamda avret mahallini hizmetçiye oğdurmak mekruhtur. Kim ki nevre denilen ilâcı avret tüylerini
almak için kullanırsa fakihler «Kullana-bilir» demişlerdir.
Daima camii şeriften geçen bir kimse fâsık olur. Fakat camii şerifte çocuklara ders okutanlar ne
fâsık, ne de günahkârdır.
Kim ki bir şahsı tazim etmek için ayağa kalkarsa caizdir. Ehl-i ilim olmayan bir kişi hakkında bunu
yaparsa bazıları «caiz» olduğunu söy-lediler.
Ölünün naklini bazıları mutlak olarak caiz görmüşler. Bazıları da: «İki milden uzak bir yere
götürülürse mahzurlu» olduğunu söylediler.
Zevce semizliyebilir, fakat doyduktan sonra yemek yememek şartıyla. Kadının kocasının sevgisini
celbetmek için okutması mahzurludur.
Hamlini düşürmek için ilaç içmek de mekruhtur. Özürden dolayı ço-cuk suretlenmemiş ise içebilir.
Eğer kadın çocuğu düşürürse düşükte gurre (yani 500 dirhemlik ga-ramet) vardır. Bu, çocuğun
annesinin akrabalarından alınacak babasına verilecektir.
Aşure gününde erkeklerin sürme kullanması mekruhtur. Ancak karış-tırılarak pişirilen mutad
çorbada beis yoktur. Ve insan ecir de alır bun-dan.
Bazıları «Sürme hakkında seçkin söz caiz olmasıdır. Çünkü Resulullah'ın fiili vardır ve bu taklîd
edilmiştir» derler.
Başkasının kölelerini izniyle dövmesi caizdir. Fakat hür insanların dö-vülmesi caiz değildir. Baba
evlâdına emreder.
Kur'ân'ı okumaktansa dinlemek daha sevabtır. Fakîhler «Çocuğun sevabı ancak çocuğa gider»
demişlerdir.




Zikrin diğer kısımlarını okumak nafile namaz kılmaktan daha evlâdır. İlim dersleri ise daha öncelikli
ve daha efdaldir.
Fakîhler «dersin sona erdiğini ilan etmek için Allahualem ve benzeri ibareleri kullanmak
mekruhtur» dediler.
İZAH
Şairin «Yalan caizdir ilh...» sözünden maksad, el-Bezzâziye'den nak-lederek İbn Şahne'nin sarihi
dedi ki: «Burada katıksız yalan kastedilmi-yor, tarizler kastediliyor.»
«Hoş tutulmak istenenlere de yalan söyleyebilir ilh...» Ta ki onunla vahşet ve husumetten sakınsın.
Sarih.
Tıpkı «Sen benim katımda kumaa'nden daha hayırlısın» deyip, «bazı cihetlerden ondan daha
hayırlısın» demeyi kastetmek gibi.
«Sana şunu vereceğim» deyip «eğer Allah takdir etmişse» şartını da kastetmek gibi.
«Hamamda hizmetçiye oğdurmak ilh...» Yani izarın, peştemalin üze-rinde keseletmek mekruhtur.
Çünkü bunu şehvet için yapıyor olabilir. Bu da eğer zaruret yoksa hüküm böyledir. Aksi takdirde
yani zaruret varsa keseletmekte bir beis yoktur. Ama en seçkin görüş onu terketmektir. Velev
peştemal kalınca bir şeyse dahi, terkedilmesi evlâdır. Peştemalin altına, cahillerin yaptığı gibi kese
vurdurmak ise haramdır. Şarih.
«Fakihler hamamda nevre denilen ilaç için «kullanılabilir» demişlerdir ilh...» Yani nevre ile kendi
kendini sıvayabilir. Fakat bunu hizmetçiye yap-tıramaz. Eğer bunu yaparken cunüb ise mekruh olur.
Şârih.
«Daima camii yol yapıp buradan geçen kişi fâsık olur ilh...» Eğer bu-nu yapmakla tanınan biri ise
sahiciliği kabul edilmez. T.
Bu işe müptelâ olan bir kişinin bu zorluktan kurtulma çaresi, camie girdiğinde itikâfa niyet
edecektir. Camide yürürken adımlarını atarken geçen süre, itikat için kâfidir. Şurunbulâlî.
«Camide çocukları okutan da fasık olur ilh...» El-Kunye'de yer alan hükme göre, camide çocuk
okutan günahkâr olur, fakat fâsık olmaz. Hiç kimse fâsık olduğunu söylememiştir. Mümkündür ki
Vehbânî'nin bu şiiri kişi ısrarla camiden geçerse fâsık olur, kaidesine binaen gelmiştir. Bunu sarih
ifade etti.
Ben derim ki: Belki Tatarhâniye'de, El-Uyun'dan nakledilerek şu hü-küm yer almaktadır: «Eğer
muallim ve hattat, ücretle talim ediyor ve hat yazıyorlarsa orada oturmaları mekruhtur. Ancak
zaruret için oturabilirler.»
El Hulâsa'da şu hüküm yer almaktadır: «Çocukları camide okutmakta beis yoktur».
İt-kani El-Kunye sahibi Resululah'ın «Camilerden çocuk ve delilerinizi uzaklaştırınız.» hadisiyle
istidlal etmiştir.
«Kim ki bir kişiyi tazim için ayağa kalkarsa caizdir ilh...» Bunu alış-veriş faslının hemen önünde
gerekli açıklamalarla zikrettik. Oraya müra-caat edilsin. Yani ilmi olmayan bir kişi için de bazıları
caizdir demişlerdir. El-Kunye'de dedi ki:
«Denilmiştir ki, kişi bir âlimin huzurunda, onu tazim etmek için ayağa kalkar. Ama alim olmayan
kişilere ayağa kalkması caiz değildir.»
İşte bu mesele, yani alimin, huzurunda ayağa kalkmak meselesi, onun gelmesi için onu tazim
ederek kalkmak meselesinden başka bir mesele-dir. Bu farka dikkat et. Ş.
«Ölünün naklini bazıları mutlak şekilde caiz görmüştür ilh...» Yani mesafe ister uzun, ister kısa
olsun. Burada definden önceki zaman kas-tedilmektedir. Çünkü şair definden sonrası hakkında:
«Bunda hilaf var-dır» diyerek Tarsûsî'nin görüşünü reddetmiştir. Sarih «Onun zikrettiği hi-lafa, biz
âlimlerin kelâmında vakıf olmadık» der. Zahire göre Tarsûsî'nin söylediği doğrudur.»
Çünkü definden sonraki işleme ihtilâftan söz edilmemiştir.
«Bazıları iki mile en uzak bir yere götürmekte mahzur vardır ilh...» demişlerdir. El-Bezzâziye «ölüyü
bir beldeden diğer bir beldeye definden önce nakletmek mekruh değildir, definden sonra ise
haramdır» dedi. Es-Serahsi dedi ki:
«Definden önce de mekruhtur. Ancak bir veya iki millik bir mesafeye götürülebilir. Hz. Musa ile Hz.
Yûsuf'un (Allarım selatü selamı onlarla Peygamberimizin üzerine olsun) nakline gelince, bu, daha




önceki bir şeria-ta göredir ve o şeriat neshedilmiştir. Ayrıca onların vasiyetine riayet edil-miştir.
Peygamberin vasiyetine riayet etmek de gereklidir. Hz. Yûsuf ce-sedinin naklini vasiyet etmiştir.»
«Kedin semizlenmek için işlemlerde bulunabilir, ilh...» El-Haniye'de diyor ki: «Bir kadın, fetît ve
benzerlerini semizlensin diye yerse; Ebu'l-Mutî' dedi ki; «Eğer doyduktan fazla yememiş ise, bu
işlemde herhangi bir beis yoktur.» Et-Tarsûsî evli hanım hususunda «Böyle bir işlem yap-masının
kendisi için mendûb olması uygundur ve aynen ecir de alır.» dedi. Sarih dedi ki, «Onun mencup
oluşunu bırak, bunun mutlak şekilde mubah olduğunun söylenmesi de hoşuma gitmez.» Umulur ki
Tarsusî'nin bu yorumu kocası, karısının şişmanlığını sevdiği zamana hamledilsin, ya-ni koca böyle
bir şeyi sevmiyorsa böyle bir işleminin günah olması uy-gundur.»
«Kadının kocasının sevgisini celbetmek için okutması mahzurludur, ilh...»
El-Hâniye dedi ki: «Bir kadın vardır. Kocası kendisinden buğzettikten sonra kendisini sevsin diye
istiâze âyetleri yapıyor. El-Camiussağîr'de zikredildiği gibi; Böyle yapması helâl değil, haramdır.»
İbn Vehbân Tevcîh'inde zikretti ki: «Kadının yle yapması bir çeşit sihirbazlıktır. Sihir ise
haramdır.» T.
Bunun muktezası, onun yapmış olduğu muska sadece âyetlerin yazıl-masından ibaret değil de;
âyetlerden başka bir şeyler de orada yazılır veya okunursa, sihir hükmünde olur.
Zeylaî dedi ki: «İbn Mesuttan (R.A.) rivayet ediliyor ki; Allah'ın Resû-lü'nden şöyle dediğini işitti:
Şüphesiz ki rukye (yani efsun) temaim (yani nazar boncuklan), tivele (yani üzerine sihir veya efsun
okunan ip veya kâğıt) şirktir.» Hadisi Ebû Dâvûd ve İbni Mace rivayet etmişlerdir.
Hadisin metninde geçmekte olan TİVELE-sihrin bir cinsidir. El-Esmaî dedi ki: «O karıyı kocasına
şirin göstermektir.»
Urve bin Mâlik'ten rivayet ediliyor. Buyurdular:
«Biz cahiliye döneminde efsun yaptırıyorduk. Dedik ki:
- Ey Allahın Resulü, bizim şu yaptığımız efsunu nasıl görüyorsun? Buyurdular:
- Onu, yani efsunlarınızı bana getirip gösteriniz. Efsunda şirk olma-dıkça hiç bir beis yoktur.»
Hadisi Müslim ve Ebû Dâvûd rivayet etti.»
Bu ibarenin tamamı oradadır. Oradan bunların bir kısmını Nazar {bak-mak) faslından biraz önce
naklettik ve böylece İbn Şahne'nin, taviz'i si-hirden bir çeşit sihir kabul etmek fikri bertaraf edildi.
«Kadının rahmindeki çocuğu düşürmek için ilâç içmesi mekruhtur ilh...» Yani çocuk
suretlenmezden önce mutlak olarak mekruhtur. Suretlendikten sonra da El-Hâniye'de seçilen
fetvaya binaen mekruhtur. Nite-kim bunu İstibrâ konusundan az önce zikrettik ve dedi ki: «Ancak
bu ço-cuğu düşüren kadın katil günahı kadar günah kazanmaz.»
«Özürden dolayı böyle bir düşürme caizdir ilh...» Meselâ, çocuğuna süt vermektedir. Gebeliği
ortaya çıkınca, sütü kesilince veya çocuğun ba-basının da ücretle bir dadıya çocuğu vermek gücü
yoksa, çocuğun helak olmasından kurkulursa; fakihler dediler ki «Bu takdirde kadının ay hali olmak
için ilaç kullanması mubah olur. Rahimdeki çocuk et çiğnemesi veya kan pıhtısı olduğu müddetçe
ve onun herhangi bir azası halkedilmedikçe bu böyledir. Onu da 120 günle takdir etmişlerdir. Yani
120 günden önce olursa bu caiz demektir. Çünkü rahimdeki kan pıhtısı daha insan değildir ve diğer
taraftan insanın korunması söz konusudur.» Haniye,
«Suret oluşmamış ise ilh...» sözüne gelince; bu söz «özürden ötürü»
caiz olmanın kaydıdır. Yani eğer suret oluşmamışsa, özürden ötürü düşür-me yapabilir.
El-Kunye'de denildiği gibi, çocuğun tüyleri bitmiş veya par-makları, veya ayağı veya benzeri bir
azası oluşmuş ise, suret oluşmuş de-mektir.
«Eğer ölü düşük yaparsa ilh...» yani eğer çeşitli hareketler yapmak suretiyle ve ilaç içerek kasten
çocuğunu düşürmüşse. öyle bir kadının da durumu, şiirde denildiği gibidir. Eğer çocuk, diri olarak
düşerse, sonra ölürse kadının, eğer akilesi yani yakın akrabaları varsa onun diyetini üç sene içinde
vermesi gerekir. Aksi takdirde kadının malından verilecektir. Ve kadın üzerinde keffâret de vardır ve
o çocuğun mirasından kadın hiçbir şey de elde edemez. Ş.
«Sıkt'ında yeni düşükte ğurre vardır ilh...» Ğurre beşyüz dirhemdir. Bir sene zarfında alınır. Tarsûsî
«Ğurre yoktur» demiştir. Fakat sarihin de zikrettiği gibi bu onun bir vehmidir. Yani Tarsûsî hakikata
varamamıştır.
«Ğurre çocuğun babasına verilir ilh...» sözüne gelince, onun yerine en iyisi, en uygunu «çocuğun




vârisine verilir» demektir. T.
«Bu ğurre annenin âkilesinden alınır ilh...» Eğer akilesi yoksa bir se-ne zarfında onun malından
tahsil edilecektir. Ş.
«İhzar edilir ilh...» cümlesi ğurrenin sıfatıdır. Yani «ihzar edilen ğurre verilecektir» demektir.
«Aşure gününde göze sürme çekmek mekruhtur ilh...» Aşure günü muharrem ayının onuncu
günüdür. Bilmiş ol ki, sürme mutlak olarak Resulullah'ın sünnetidir. Sürmenin aşure günü sünnet
olmasına gelince, ba-zıları böyle demişlerdir. Ancak aşure günü sürme kullanmak şianın alameti
olduğundan dolayı onu terketmek vacibtir. Bazıları dediler ki: «Aşure gününde sürme kullanmak
mekruhtur. Çünkü Yezid ile İbn-i Ziyad Hz. Hü-seyin'in kanıyla sürmelenmişlerdir.» Bazıları ise «Hz.
Hüseyin kanıyla de-ğil, sürme ile sürmelenmişlerdir» diyor. «Ta ki gözleri Hz. Hüseyin'in katliyle
aydınlansın.» İbareyi Ş. den bilmana naklettik.
«Aşure gününde çorba yapmakta bir beis olmadığı gibi bunda ecir de vardır ilh...» El-Kunye'de,
El-Veberî'den nakledildi kî:
«Aşure çorbası hakkında kuvvetli bir eser varid olmamıştır. Fakat o çorbayı yapmakta bir beis de
yoktur. Yapan kişi belki sevap da alır.»
Sarih dedi ki: «Benim hıfzımda kalan, insan çocuklarına genişlik ya-parsa sevap alır. Bu genişlik de
hadisteki şu sözle mendup sayılmıştır:
- Kim ki aşure gününde çocuklarına genişlik yaparsa Allah o senenin diğer günlerinde ona genişlik
verir.»
«Halk bu hadisten esinlenerek o çeşitli donelerden meydana gelen çorba yapmak suretiyle genişlik
yapmışlardır. O genişlik bunu da kapsar.»
Bazı alimlerin güzel kelamlarını gördüm ki onun hulasası şudur: «Kişi sadece bir çeşitle genişlik
yapmakla yetinmeyecektir. Yiyecek giyecek ve diğer konularda da bunu genelleştirecektir. Aşure
günü, bayram ve diğer günler gibi genişlik yapmaya dair şer'î bir delil bulunmayan diğer
mev-simlerden daha fazla buna müstahaktır.»
Bazıları sürme hususunda; «Seçkin hüküm onun caiz olmasıdır, çünkü Resulullah'ın fiili vardır ve
bu kabul edilmiştir.» dedi. Et-Tecnîs ve El-Mezîd'de: «Aşure gününde sürme kullanmakta beis yok,
seçkin görüş de bu-dur.» denildi. Çünkü Allah'ın Resulü (s.a.v.) ne Ümmü Seleme tarafından aşure
gününde sürme çekildi. El-Hâniye'de denildi ki: «Sürme sünnettir» Ve bu sünnet hakkında şöyle
denildi: «Kim ki aşure günü sürmeyi gözlerine çekerse senenin diğer günlerinde gözleri ağırmaz.»
Sarih dedi ki: «Bu hadis Allah Resulünden sıhhatli olarak gelmiş değildir
Ben derim ki: Aşure günündeki genişlik hakkında zaif senedlerle ha-disler varid olmuştur.
Bazılarının sahih olduğu beyan edilmiştir. Bu çokluk sayesinde hadis «hadis-i hasen» mertebesine
çıkmış oluyor. İbn Cevzi bu hadisi mevzuattan saymış ve şunları eklemiştir: «Kim ki aşure günü
gözü-ne sürme çekerse gözü ağırmaz.» hadisine gelince, Hafız İbn Hacer, El-Leâli adlı kitabında
«Bu hadis münkerdir» dedi. Aşura gününde göze çeki-len sürme hakkında sıhhatli bir eser yoktur.
Bu bid'attir. İbnu'l-Cevzî bu hadisi «mevzuat'ta nakletmiştir. Hâkim de: «Bu hususta herhangi bir
eser varid olmadı, bu bir bidattir. Hz. Hüseyin'i öldürenler bunu icad etmişler-dir.» dedi.
İbn Receb «sürme fazileti hakkında varid olan her hadis, kına ve yıkanma hakkındaki her hadis
mevzudur, sıhhatli- değildir.» diyor. Bunun tamamı El-Cerrahi'nin «Kesfu'I-Hafâ ve'l İlbâs» adlı
kitabındadır. Bununla kerahet görüşü kuvvet bulmuş olur. Allah hakikati daha iyi bilir.
Genişlik yapana genişlik verilmesi deneme ile sabit olmuştur. Bunu El-Münâvî, Câbir ve İbn-i
Uyeyne'den rivayet etmiştir.
«Köle sahibinin emriyle başkasına ait köleyi dövebilir ilh...» Yani sahibi köleyi ne kadar
dövebiliyorsa izin alan da o kadar dövebilir. Ancak işlediği cürümler hesabiyle hadde baliğ olmamış
ise bu emri yerine getirir. Ş.
Eğer köleye bir had lazım gelirse, ancak hakimin izniyle ona had tat-bik edebilir.
«Baba emreder ilh...» cümlesi bir hal cümlesidir. Yani hür bir kişinin evladını babasının emriyle
dövmesi caiz olmaz. Öğretmen ise, talebesini dövebilir. Çünkü babanın vekili olarak çocuğu
maslahat için döver. Öğ-retmen de, çocuğun babasının ta'lim meslahatı için çocuğu kendisine mülk
edinmekten ötürü, mülk hükmüyle onu dövebilir.
Et-Tarsûsî bunu «yaralayıcı âlet olmaksızın dövebilir» diye kayıtlan-dırdı. Ve «bu üç darbeden daha
fazla olmayacaktır.» dedi. Fakat Nâzım,«bunun herhangi bir nedeni olmadığı» gerekçesiyle




Tarsusî'nin görüşünü reddetmiştir. Tarsusî'nin görüşü bir nakle muhtaçtır. Fakat sarih Tarsusî'-nin
görüşünü kabullendi.
Eş-Şurunbulâlî dedi ki: «Namaz kitabında «çocuk odunla değil de elle dövülebilir» şeklinde nakil
vardır. «Bu dövme ise üç darbeden fazla olma-yacaktır» denilmektedir.»
Sarihi Nâzım'dan naklederek dedî ki: «Hür kişilerden hakimi de istisna etmek uygundur. Çünkü
hakim, kişiye, «oğlunu döv» diye emrederse kişi için oğlunu dövmek caiz olur. Hatta hakimin
sözünü kabul etmemek caiz değildir.»
Şurunbulâlî bunu hakimin adil olmasıyla, o vurmayı gerektiren hüc-ceti görmekle kayıtlamış ve
demiştir ki:
«Şu anda, yani bizim zamanımızda sadece hakimin emrine güvenil-mez.»
«Kur'ân-ı okumaktansa dinlemek daha sevabtır İlh...» Bu şiirde Kur'ân kelimesi «Kur'an» şeklinde
okunmuştur. Zarureti şiiriyeden dolayı hem-zenin harekesi daha önceki harfe nakledilmiştir. Ş.
Şurunbulâlî diyor ki: «Şairin bulup söylediği doğru değildir. Belki «Ku-ran diye okumak Abdullah
bin Kuseyr'in kıraatidir. Nitekim Nâzım da bu-nun şerhinde böyle söylemiştir.»
Binaenaleyh Kur'ân kelimesinin «Kuran» diye okunması şiirin zarure-tinden ileri gelmemektedir,
belki bu bir lügattir.
«Dinlemenin okumaktan daha cevab olması ilh...» dinlemenin vacib oluşundandır. Okumak ise
mendubtur.
«Tıflın (çocuğun) sevabı tıfla aittir.» Çünkü Cenabı Hak: «Gerçek şu ki: İnsanoğlu için ancak sa'yı
vardır.» Yani kendisi ne yapmışsa o vardır. Bu görüş hemen hemen bütün meşayihimizin
görüşüdür. Bazıları da dedi-ler ki:
«Kişi, çocuğunun ilmiyle öldükten sonra yararlanır.» Çünkü Enes İbn Mâlik'ten rivayet ediliyor ki,
buyurdular:
«Kişinin kendisine Kur'an ve ilim öğrettiği bir evladını geride bırak-ması ölümünden sonra
faydalanacağı şeyler arasındadır. Onun ecrinden hiç bir şey eksilmeksizin onun benzeri
babasınadır.» Ustrüşenî'nin Camiu's-Siğâr'ından
Resulullah'ın: «Âdemoğlu öldükten sonra ameli kesilir. Ancak üç şey-de devem eder: Sadakai
cariyeden, yararlı bir ilim bırakmaktan, şalin ve kendisine dua edecek bir evlat yetiştirmiş
olmaktan.» Hamevî.
El-Eşbâh'ta şu hüküm yer almaktadır. «Çocuğun ibadeti sıhhatlidir. O ibadetin sevabında ihtilâf
vardır. Mutemede göre o sevab çocuk içindir. Çocuğun muallimi için de öğretmek sevabı vardır. Ve
çocuğun bütün ha-senatı da böyledir.»
Ben derim ki: Bu ibarenin zahirinden anlaşılıyor ki, çocuğun ibadeti-nin sevabı o çocuğun pederine
aittir denilmiştir. Binaenaleyh mutemed görüş ile «insan çocuğunun ilminden yararlanır» hükmü
arasında bir ters-lik yoktur. Bununla beraber kişinin çocuğu onun say'ının bir parçasıdır. Çükü
onun kazancının en hayırlısı çocuğudur. Nitekim bu böyle varid ol-muştur. Fakat bu baliğ çocuğu
kapsamaktadır. İhtilaflı olan ise. ancak küçük çocuklarla ilgilidir. Bu bizim mutemed görüşün
karşılığı şudur ki. «sevab sadece babayadır» ve daha önce geçen «iki hüküm arasında ters-lik
yoktur.» sözümüzü teyid etmektedir. Düşün.
«Zikr'in geri kalanını okuyup müzakere etmen nafile namazdan daha evladır ilh...» Yani boş
olduğun zaman Kur'ân'ın diğer kısımlarını öğren-men nafile namazdan daha evladır.
Munyetu'l-Müftî adlı kitaba konunun sebebi şu şekilde açıklanmıştır: «Kur'ân'ın hıfzı bütün ümmetin
boynunda farz-ı kifâyedir. Nafile namaz ise mendubtur.» T.
«İlmin dersi daha evlâ ve efdaldir. ilh...» Yani senin boynuna farz olan ilmi öğrenmen nafile
namazdan da, Kur'ân'ın diğer kısımlarını öğren-menden de daha evla ve efdaldir. Munyetu'l-Müftî'de
dedi ki: «Çünkü Kur'ân'ın tamamını öğrenmek farz-ı kifâyedir. Gerekli olan ilmi öğrenmek ise
-fıtraten gereklidir- farz-ı ayndır. Farz-ı aynla iştigal etmek farzı kifayeyi izhar etmekten daha
evlâdır.»
Bu ibare ifade eder ki; Kur'ân'ın geri kalan kısmını öğrenmek fıkıh ilminden ihtiyaçtan daha fazla
olanı öğrenmekten daha evladır. T.
Fakat bu görüşte nazar vardır. Çünkü Kur'ân'ın geri kalan kısmı ile fıkhın zaruri ihtiyaçtan fazla olan
kısmı eşittir. Her ikisi de farz-ı kifayedir. Belki biz daha önce El-Hizâne adlı kitabtan gıybet bahsinin




hemen önce naklettik ki: «Fıkhın tamamı gereklidir.» Oraya müracaat et. Bunun ifade ettiği mana
şudur: Fıkıh iliminin öğrenilmesi daha üstündür. Düşün.
Sonra bunun Şurunbulâli'nin şerhinde tasrih edildiğini gördüm: «Sanki bunun nedeni bunun
yararının insanı aşıp diğer müslümanlara da dokun-masına bağlanmış gibi geldi bana.» Düşün.
«Dersin hitamında, sözün bittiğini ilan etmek için «Alluhualem» ve benzeri kelimeleri kullanmak
mekruhtur ilh...» Yani dersin sona erdiğini bildirmek için «vesallalahu ala Muhammedin»,
«Allaualem» denilmesi mekruhtur. Eğer dersin sonunu ilan için değilse bu kelimelerin
kullanıl-masında kerahet yoktur. Çünkü bu kelimeler zikirdir ve onlara teslim ol-maktır. Ama dersin
sonucunu ilan etmek için kullanmak ise yle değil-dir. Çünkü bunu ilan aleti olarak kullanmış
oluyor. Birisi içeri girdiğinde kendisine yer hazırlansın ve onu tazim etsinler diye -oturanlara
geldiğini bildirmek için- «Yâ Allah» kelimesini kullanmak da bunun benzeridir. Bekçi
«Lailaheülallah» ve benzerlerini ev veya hizmet sahibine uyanık olduğunu bildirmek maksadıyla
sesli kullanırsa, eğer maksadı bu kelimelerle zikir değilse, kerahet işlemiş olur. Ama kendisinde iki
kasıt varsa, yani hem zikir yapar, hem de uyanık olduğunu hissettirmek için söylerse hangisi
galibse o itibara alınır. Nitekim bunun benzerlerinde de galib olan itibara alınmıştır. T.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...