16 Ekim 2012

ÖLÜ ARAZİLERİ İHYÂ ETMEK BAHSİ


ÖLÜ ARAZİLERİ İHYÂ ETMEK BAHSİ
METİN
Bu kitabın daha önceki kitapla olan ilgisi, burada da mekrûh olan ve olmayanlar gruplarına dahil
konuların yer alması şeklinde olduğu ümit edilir.
Hayat iki ceşittir:
A) Hâsse. Yani hisseden.
B) Nâmiye.
Burada «nâmiye» olan hayattan söz edeceğiz.
Bunun «mevât» diye adlandırılmasının sebebi onunla menfaatlerine imkânı olmadığından ve böyle
bir arazi üzerinde bina yapılmakla, ağaç dikmekle, nadasla veya sulamak suretiyle ihyâ
edilebilmesindendir.
Bir müslüman veya zimmînin, kendisinden yararlanılmayan bir araziyi ihyâ edebilmesi için, ihyâ
edilecek bu arazinin, köyün en ücrâ köşesinde durup sesi gür olan bir kimse bağırdığı zaman, o
arazide sesi işitilmeyecek kadar köyden uzak olması gerekir. Onu ihyâ eden müslüman veya zimmî,
Ebû Yûsuf'un katında ona sahip olur. Çünkü mülk olduğu takdirde mevât sayılmaz.
Eğer sahibi bilinmiyorsa lukata hükmüne geçer, orada tasarruf İmamındır. Eğer sahibi ortaya
çıkarsa sahibine iade edilir.
Eğer ziraat etmek suretiyle eksilmişse eksikliği de tazmin edilir. Bu görüş El-Muhtâr ve başka
kitaplarda yer aldığına göre, en seçkin görüştür. İmam Muhammed ise, köylülerin ondan
yararlanmaması şartına itibar etmiştir. Üç İmam da (yani Mâlik, Şâfiî, İbn Hanbel) böyle demişlerdir.
Ben derim ki: Bu görüş rivâyetin zâhiridir ve bununla fetvâ verilir. Zekâtu'l-Kübrâ'da da böyledir.
Bunu El-Kuhistâni zikretti. El-Burcundî de El-Mansûriye'den o da Kadıhân'dan böyle rivâyet ederler
ve fetvânın İmâm Muhammed'in kavli üzere olduğunu söylerler. Şurunbulâli'nin bunu nasıl
zikretmediğine hayret edilir. Hıfzedilsin.
Eğer bu hususta İmam kişiye izin vermişse araziyi ihyâ eder ve ona mâlik olur. İmâmeyne göre ise
harabe araziye kişi, İmamın izni olmadan da mâlik olur. Tabii bu da eğer kişi müslümansa böyledir.
Eğer müslüman değilse, zımmîyse, ittifakla İmamın izin vermesi şart koşulmuştur. Eğer kişi emanla
girmiş kimselerdense hiç bir zaman müslüman memlekette bir araziye sahip olamaz. Burada bütün
âlimler ittifak etmişlerdir. Kuhistânî.
Eğer kişi bir araziyi ihyâ ettikten sonra terkederse veya başkası gelip onu ekerse en sıhhatli görüşe
göre birincisi o araziye daha müstahaktır.
İZAH
«Mevât» kelimesi «sehâb» ve «ğarâb» kelimesi gibidir. «Ruhsuz nesneler» veya sahibi olmayan bir
arazi manasınadır. Kâmûs.
El-Muğrib adlı kitapta «mevât», harap arazi demektir. Mamur arazinin zıddıdır, denilmektedir.
El-Mısbâh'ta mastarla isimlendirmek türünden değerlendirmiştir. Çünkü «mevât» kelimesi aslında,
tıpkı «mevt» kelimesi gibi mastardır. «Mevât» kelimesinin lugavî tarifi budur. Şerhte bazı kayıtlar
ilâve edilmiştir ki, onlar da zikredilecektir.
El-İnâye sahibi dedi ki:
«İnsanların gıda maddelerinin bolluğuna sebep olması onun güzelliklerindendir. Mevât araziyi ihyâ
etmenin meşrûiyeti Resûlullah'ın şu hâdisiyledir:
«Kim ki ölü bir araziyi ihyâ ederse o yer kendisinindir.»
Şartları yeri gelince zikredilecektir.
Sebebi ise; mukadder olan bekânın ona bağlı olmasıdır.
Hükmü ise, ihyâ edenin onu mülk edinmiş olmasıdır.
«Bu konunun daha önceki konularla onu münasebeti ilh...» sözüne gelince; El-İnâye ve başka
kitaplarda da yle demişlerdir.
«Hayat iki çeşittir: Birisi hâsse, birisi nâmiye iIh...» sözüne gelince; hayata hissin nispeti mecâzdır.
Çünkü hisseden hayat ile diri olan şahıstır. Hayatın kendisi değildir.
«Çünkü onunla menfaatlenmek yoktur ilh...» sözüne gelince, tıpkı hayvana benzetilmiştir. Çünkü



öldüğü zaman ondan herhangi bir menfaat sağlanmaz. İtkânî.
«Arazinin ihyâsı binâ yapmak iledir ilh...» sözüne gelince; El-İtkânî dedi ki: Mevâtın ihyâsından
maksat, gelişen hayata sebep olmaktır.»
«Kendisinden faydalanılmayan ilh...» Su kesilmiş veya su basmış veya kum kaplamış veya çorak
olduğu için kendisinden yararlanılmayan bir araziyi bir müslüman veya zımmî ihyâ ederse, başka
bir müslüman veya zımmînin de malı değilse, uzak olsa, İmamın izni de varsa onun mülkü olur. Bu
kayıt ile müslümanların muhtaç olduğu tuzluk benzeri araziler, tarifin dışında kalmış oluyor. Nitekim
bu husus daha ileride gelecektir.
«Eğer o arazi bir müslümanın veya zımmînin mülkü değilse ilh...» kaydıyla, vakfedilmiş ve harap
olmuş arazilerin ihyâsının caiz olmadığı öncelikle bilinmiş oldu. Remlî. Sultanî olan arazi de
yakında geleceği gibi böyledir.
«Eğer mülk ise ilh...» Yani belli bir kimsenin mülkü ise mevât da sayılmaz, ihyâ da edilemez.
«Eğer sahibi bilinmezse o lukatadır ilh...» El-Multeka'da dedi ki: «Mevât öyle bir arazidir ki, ister A
olsun, ister İslâm'da memlûk olsun ondan yararlanılmaz. Onun ister müslüman ister zımmî olsun
muayyen bir sahibi yoktur. İmâm Muhammed'e göre eğer o arazi İslâm'da mülk edinilmişse mevât
sayılamaz.»
Bunun benzeri Ed-Dürer, El-lslâh, Kudûrî ve El-Cevhere'de de vardır.
«Adî» sözüyle Âd zamanından beri harapmışçasına işaret edilmek istenmiştir. Bununla şârihin
El-Minah ve Şerhu'l-Mecmâ'a tabi olarak kullandığı ifadelerin aynı zamanda Kenz ve El-Vikâye gibi
metinlerin de ibaresi olduğu anlaşılmış oldu. Bu, İmam Muhammed'in de görüşüdür.
El-Hulâsa'da şu hüküm yer almaktadır:
«Buhârâ arazisi mevât sayılmaz. Çünku onlar taksime glrmlştlr ve İslâm'da bilinen en uzak
sahlplerlne veya varislerine tasorruf hakkı ve-rllir. Eğer bilinmezse tasarruf hâkime aittir.
Zeylâî dedi ki: «Kudûrî İslâm'daki sahibi bilinmeyen arazileri mevât araziler arasında saymıştır.
Çünkü bunun hükmü mevâtın hükmü gibidir. Yani imâm bunlarda mevâtta tasarruf ettiği gibi
tasarruf eder. Yoksa bunlar hakiki anlamıyla mevât değildirler.»
Bunun zarihinden anlaşıyor ki, hakiki anlamda bir ihtilâf yoktur. Düşün.
«Eğer eksik olmuş ise eksiğini tazmin eder ilh...» Yani Hidâye'de yer aldığı gibi onu ekenler eksiğini
tazmin ederler.
«Mamur olan yerin en ücrâ köşesinde durur ilh...» ibaresi yani evler tarafından durur. İmar edilmiş
araziler tarafından değil. Kuhistânî, Tecnîs'ten.
«Cehûrî sesi» ise «yüksek sesli» demektir. Kâmûs.
«Ona mâlik olur ilh...» sözü, «ihyâ ettiği bir yerin rakabesine başkaları değil kendisi malik olur»
ifadesinin cevabıdır. Ebû Yûsuf'a göre eğer yarıdan fazlasını ihyâ etmiş ise, bütün araziyi ihyâ etmiş
demektir. Durru Müntekâ.
İmâm Muhammed; «Eğer mevât arazi ihyâ ettiklerinin ortasında kaIırsa o zaman ihyâ etmesi hepsini
kapsamış olur. Eğer bir köşede kalırsa ihyâ edilmiş hükmüne girmez.» diyor. Tatarhâniye.
Orada öşür vacip olur. Çünkü müslümana harâç yüklemekle başlamak câiz değildir. Ancak onu
harâç suyu ile sulandırırsa mesele değişir. Hidâye.
«El-Muhtâr'da ve başkalarında yer aldığına göre: Bu, tercih edilen sözüdür ilh...» Yani o zikredilen
uzaklık şartı en seçkin görüştür. Çünkü zâhire göreye yakın olan kısımdan köy halkı mutlaka
yararlanır. Binâenaleyh hükümde bu durum esas alınır. Hidâye.
«İmâm Muhammed köy halkının irtifakı olmaması şartını dikkate almıştır ilh...» Hulâsası şudur:
İmam Muhammed ister uzak olsun, ister yakın olsun menfaatlenmenin hakikatini hükme esas
almıştır.
«Şurunbulâlî'nin bunu nasıl zikretmediğine hayret edilir ilh...» Yani fetvâya esas olan, zâhir rivâyet
oluşunu zikretmeyip bunun yerine: «Muhammed'den rivâyet edilmiştir» tabirini kullanır. Halbuki
kendisi açıkça «birinci görüş daha seçkindir» diyor. Bu ise hayret edilecek bir durumdur. Çünkü
fakîhler dediler ki: «Zâhir rivâyete muhâlefet eden hüküm, bizim arkadaşlarımızın mezhebi değildir
Hele «Bihî yuftâ (onunla fetvâ verilir)» lâfzı gelirse bu lâfız tasrih edilen lâfızların en kuvvetlisi
demektir. Anla.



«Eğer îmâm ihyâ edene îhyâ konusunda izin vermişse ilh...» Hâkim ise velâyet konusunda İmam
yerine sayılır. Tatarhâniye, En-Nâtifî'den.
Tatarhâniye'de Kitâbu'l-İhyâ'dan biraz önce şu mesele vardır: «Semerkandî'ye; Bir kişi Mevât
araziyi, ihyâsı için bir başkasını vekil tutsa, acaba bu ihyâ edilen arazi vekilin midir? Nitekim bir kişi
odun getirmek, ot getirmek hususunda vekil ettiği zaman onlar müvekkilin değil de vekilin olur.
Veya bu arazi diğer tasarruflarda olduğu gibi müvekkilin midir? Semerkandî: «Eğer İmam
müvekkile ihyâ için izin vermişse, arası müvekkilin malı olur.» dedi.»
«İmamın yani devtet başkanının izni olmadan da mevât araziyi ihyâ eden onu mülk edinir,
demişlerdir ilh...» Bu ihtilâftan bir takım meseleler çıkar ki, bazıları da şunlardır:
İmam bir kişiye ölü bir araziyi ihyâ etmesini emretse; fakat ondan yararlanmakla birlikte o arazi
kendi mülkü olmayacaktır, şartını koşsa: o kişi de emre binâen araziyi ihyâ etse, Ebû Hanîfe'ye göre
o kişi mezkûr arazinin mâliki olamaz. Çünkü bu şart Ebû Hanîfe'ye göre sahihtir. İmâmeyne göre
ise, o arazi söz konusu kişinin mülkü olur. İmamın şartına itibar edilmez.
İhtilâf noktası; cehâletten dolayı izin isteme terk edildiği zaman ile ilgilidir. Fakat İmamı (devlet
başkanını) kale almaksızın izin isteme terk edilirse, İmam zecren o mülkü ondan geri alabilir. Bu
hüküm El-Mekkî tarafından ifade edilir. Yani burada ittifak vardır. T.
İmamın (Ebû Hanîfe'nin) sözü tercih edilen sözdür. Bunun için El-Hâniye ve El-MuIteka'da adetleri
olduğu üzere, imâmın sözü takdim edildi. Et-Tahâvî de bununla hükmetti, metinler de bunun
üzerindedir.
Burada şu nokta kaldı: Acaba lahik, yani sonradan izin kâfi gelir mi? işte ben bunun hükmünü
görmedim.
«En sıhhatli görüşe göre, ilk ihyâ eden o araziye daha müstehaktır ilh...» sözüne gelince; çünkü o
ilk sahip ihyâ etmek suretiyle arazinin rakabesini mülk edinmiştir. Bunun delili de hadîste «mülkiyet
lam»nın geçmesidir. Binaenaleyh terketmekle o arazi onun mülkünden çıkmaz. Bazıları da; «İkincisi
bu araziye daha mustehaktır, çünkü birincisi onun menfaatini mülk edinmiştir, rakabesini değil»
diyorlar.
METİN
Kim ölü bir araziyi ihyâ ederse, sonra aynı arazinin dört tarafı başkaları tarafından ihyâ edilirse, bu
da arka arkaya meydana gelirse birinci kişinin yolu dördüncü kişinin arazisinden geçecektir.
Kim bir araziyi tasarrufu altına alırsa, yani başkasının o araziyi ihyâ etmesine mani olursa, bunu da
taş veya başka şeylerden nişanlar dikmek suretiyle yaparsa, sonra da onu üç sene ihmal ederse, o
arazî başkasına verilir. Üç seneden önce olursa, o araziye en müstahak, -onu mülk edinmez ise de-
onun etrafını çeviren kişidir. Çünkü araziyi ancak ihyâ etmek suretiyle mülk edinebilir. Tamîr ise,
sadece nişanlar koymak suretiyledir.
Eğer araziyi nadas yaparsa veya arazi üzerinde seli çevirecek şekilde duvar yaparsa veya arazinin
içinde bir nehir yolu açarsa ya da ona tohum ekerse bu, araziyi ihyâ etmek demektir. Mebsût.
Meskûn yerlere yakın arazileri ihyâ etmek caiz değildir. Belki orası meskûn yerlerde oturan
insanlara mera veya harman yeri olarak bırakılır. Çünkü onların oraya taalluk eden hakları vardır.
Onlar mevât yani ölü arazi sayılmaz. Odunluk yer olsa da yledir.
Bil ki: İmam (devlet başkanı)nın müslümanların muhtaç olduğu zahirî madenleri başkasına iktâ
olarak verme yetkisi yoktur. Bu zahiri madenlerden maksad Cenab-ı Hakk'ın yerin özünde koymuş
olduğu ve cevheri açıkta bulunan madenlerdir. Tuz, Sürme, katran ve neft (petrol) maddeleri gibi.
İZAH
«Kişinin ihyâ ettiği arazinin dört tarafında dört kişi arka arkaya arazi ihyâ ederlerse ilh...» Eğer ihyâ
ettiği arazinin dört tarafını da bir tek kişi ihyâ ederse o zaman istediği taraftan yol açarak arazisine
gidebilir. T.
Ben derim ki: Bu mesele eğer arazinin dört tarafını ihyâ etmek, bir tek kişiden arka arkaya olursa
yine böyledir. Yani dördüncü defada ihyâ ettiği araziden yol vermek, yolunu açmak mecburiyeti
yoktur. İstediği taraftan açar. Acaba hükmün burada da aynı şekilde bir nakle ihtiyacı var mıdır?
Gelecek ta'lîlden (yani nedene bağlamaktan) anladığım şudur ki: Bir tek kişi de o dört kişi gibidir.
Düşün.
«Arka arkaya, (peşpeşe) ilh...» kaydından anlaşılıyor ki, eğer dört kişi beraber, aynı anda, onun ihyâ
ettiği arazinin dört tarafını ihyâ ederlerse, o taktirde istediği kişinin arazisinden yolunu açar.



Zahîriye.
«Dördüncü kişinin arazisinden yolunu açar ilh...» Çünkü dördüncü kişi onun hakkını iptal etmek
azminde bulunmuştur. Diğer taraftan o birinci, ikinci ve üçüncü kişilerin ihyâsına sükût ettiği
zaman, dördüncü taraf ona tabii yol alarak kaldı. Dördüncü kişi o yolu ihyâ etti mi, mana
bakımından kendisinin yolu olan bir yeri ihyâ etmiş oluyor. Binâenaleyh dördüncü kişinin ihyâ ettiği
yer, onun yoludur. Kifâye ve İnâye.
«Kim ki bir araziyi tahcîr ederse ilh...» «Tahcîr» manasını ifade eden «haccere» kelimesi, tahfifle de
yani «hacere» tarzında da okunabilir. Çünkü bundan maksat, başkasını o araziyi ihyâ etmesinden
menetmektir.
El-Mebsût'ta der ki:
«Bu kelime men (alıkoymak) manasına gelen «hicr»den türemiştir. Çünkü kişi ölü bir yerde
herhangi bir alâmet dikerse sanki o kişi o yeri başkası tarafından ihyâ edilmekten menetmiş oluyor.
Bundan dolayı da bu kişinin yaptığına «tahcîr» ismi veriliyor.» Şelebî, El-Müctebâ'dan. T.
«Taş veya benzeri şeyleri koymak ilh...» Gâyetu'l-Beyân'da denildi ki: «Bir araziyi hicr altına almak,
dört tarafına taş koymakla olur. Diken ve biçilmiş otların üzerlerine toprak koymak suretiyle de
bendi -yani su bendini- tamamlamasa dahi olur. Arazinin etrafında kuru ağaç dallarını toprağa
gömerse, arazide otları temizlerse veya arazideki diken ve otları yaktığı zaman da hüküm böyledir.»
Kuyu maksadıyla bir zira veya iki zira eşmiş ise, o kuyu onun olur. Sonuncusu hakkında bir haber
vârid olmuştur. Hidâya.
«Sonra kişi böyle bir yeri üç sene ihmal ederse başkasına verilir ilh...»
Çünkü bu bir tehcirdir. Bu ise ihyâ sayılmaz. Hatta bu kişiden bir başkası giderek, üç seneden daha
önce de o araziyi ihyâ ederse, arazi ikincinin mülkü olur. Fakat mekrûhtur. Çünkü bu tıpkı
başkasının alışverişi üzerine alışveriş gibidir. Üç sene ile takdir etmek, Hz. Ömer (R.A.) dan rivâyet
edilmektedir. Hz.Ömer buyurdular:
«Bir araziyi nişanlandıran, belirten bir kişi için üç seneden sonra herhangi bir hak yoktur.» Durru
Muntekâ.
«Her ne kadar ona mâlik olmuyorsa da ilh ..» Hidâye'de olduğu gibi en sıhhatli görüş de budur.
Şeyhu'l-İslâm dedi ki:
«Bu El-Kuhistânî'de yer aldığı gibi üç seneye kadar onun muvakkat bir mülkü oluyor.»
Şeyhu'l-İslâm'ın bu görüşüne binâen, eğer üç sene içerisinde başkası gelip o yeri ihyâ ederse o yer,
bu ikincinin mülkü olamaz. Nitekim bu durum El-İnâye adlı kitapta da bu şekilde ifade edilmiştir.
Ama birinci görüş daha önce söylediğimiz gibi tam bunun tersidir.
«Eğer araziyi nadas yaparsa ilh...» Zeylaî böyle dedi. Sonra Zeylaî şunları da ilâve etti:
«El-Hidâye'de zikredildi ki: Eğer kişi araziyi nadas yapar ve sulandırırsa İmam Muhammed'den
gelen rivâyete göre bu kişi o araziyi ihyâ etmiş sayılır. Eğer nadas veya sulandırmadan birisini
yaparsa tahcîr olur. Eğer su arkları açmakta beraber sulama da yaparsa iki fiil mevcut olduğundan
bu durum o araziyi ihyâ anlamına gelmektedir. Eğer arazinin etrafını çevirirse ve sel basmasın diye
bent duvarlarını yaparsa bu da araziyi ihyâ etmek demektir. Çünkü bu da binâ türündendir. Araziye
tohum ektiği zaman da durum böyledir.»
Ben derim ki: El-Hidâye'nin şerhleri Zeylaî'nin söylediklerini daha önce zikrettiler. Onlar fetvâlarda
iki naklin arasını böylece cem ettiler. Fakat bu iki nakilden birisini diğerine tercih eden hiç kimseyi
görmedim.
«Mamûr ve meskûn bir yere yakın olan bir araziyi ihyâ caisz değildir îlh...» Yakınlık kaydı Ebû
Yûsuf'un kavline binâendir. Daha önce de geçti ki, zâhir rivâyette yakınlık ve uzaklığa bakmaksızın
intifâ hakkına itibar edilir. Nitekim bu durumu El-İtkânî de ifade etmiştir.
«Yerin özünde ilh...» ibaresi yerine en vâzih, en belirgin ibâre «yerin bölgelerinde» ibaresidir. T.
Kâmûs'ta «cevher (öz)» kendisinden yararlanılan bir şey çıkartılan her taşa denir. Eşyanın cevheri
ise, eşyanın tabiî durumu demektir.
METİN
Şunu da bil ki halkın su çekerek istifâde ettiği kuyuları da İmam, başkasına iktâ olarak veremez.
Zeylaî. Çalışmakla mülk edinilmemiş kuyular kastedilmektedir.
Eğer İmam, bu zahir cevherleri yani açıkta olan madenleri başkasına verirse, İmâmın bu iktâ'ının



hiçbir hükmü yoktur. Belki kendisine iktâ olarak verilenlerle diğer müslümanlar burada eşittirler.
Eğer İmamdan iktâ alan, müslümanları bu gibi yerlerden istifâde etmekten men ederse, saldırganlık
yapmış olur. Fakat buna rağmen topladığı şeyleri de mülk edinmiş olur. Çünkü o, menetmek
suretiyle saldırgandır ama, almakla değil.
İmâm tarafından müslümanları bu işten istifade etmekten menetmesi önlenecektir ve daimâ bir
şekilde bu yerlerde çalışması men edilecektir Ta ki İmamın ona vermesi sıhhatliymiş gibi
karıştırılmasın veyahut onunla beraber mustakır olan mülkler hükmüne girmesin Bunu allâme
Kâsım, «Ahkâm-u İcâreti İktâ'il-Cündiyy» adlı risâlesinde söylemiştir.
Nâdıh kuyunun yani deve ile kendisinden su çekilen kuyunun harîmi (başkasına yasak bölgesi)
Aten kuyunun harîmi gibidir. Aten, suyu elle çekilen kuyudur. Aten esasında kuyunun etrafında
develerin çöktüğü yer demektir. Bunların harîmi her taraftan kırk zira'dır. (Yani bu kuyuların her
tarafından kırk zira'a kadar ikinci bir kuyuyu kimse vuramaz, kayamaz.)
İmâmeyne göre nâdıh'ın harîmi altmış zira'dır. Eş-Şurunbulâliye'de Şerhu'l Mecma'dan naklen şöyle
deniliyor:
«Eğer kırktan fazla kuyu derinleştirilirse o vakit harîmi de fazlalaşır.»
Lâkin El-Kuhistânî bunu İmam Muhammed'e nisbet ettikten sonra: «İmamın kavliyle fetvâ verilir»
diyerek bu sözünü de Tetimme'ye nisbet etti. Sonra şöyle dedi: «Denilmiştir ki: Kuyuda ve çeşmede
takdir, onların arazileri hususunda zikredilen gibidir. Çünkü onların arazileri sert arazilerdir. Bizim
arazilerimize gelince, gevşektir; arazilerimizde kuyuların harîmi daha fazla olur ki, birinci kuyunun
suyu ikinci kuyuya akmasın.» Bu görüşünü Hidâye'ye nisbet etmiştir. El-Burcundî de bu görüşü
El-Kâfî'ye nispet etmiştir. Bu kaide hafzedilsin.
Bu hükümler, İmamın izniyle kişi kuyuyu mevât yani ölü arazilerde açarsa böyledir. Eğer mevât
olmayan bir arazide eşerse veya mevât olan arazide fakat İmamın izni olmaksızın eşerse hüküm
yle olmaz. Musannıf böyle zikretti.
Kuhistânî'nin ibaresi ise şöyledir:
«Burada, eğer başkasının mülkünde kuyu eşerse harîme müstahak olmaz, hükmüne işaret vardır.
Eğer kendi mülkünde kuyuyu eşerse dilediği kadar kuyusuna harîm tayin edebilir. Bir de şuna
işaret eder ki; eğer su bir araziye galip gelirse, bu araziyi sahipleri terk eder, ölür veya inkirâza
uğrarlarsa, o araziyi ihyâ etmek câiz değildir. Eğer su oraya dönmemek üzere terk ederse ve orası
mamûr ve meskûn bir yerin de harîmi değilse, onun ihyâ etmek caizdir. Bunu Muzmarât adlı esere
nisbet etmiştir.»
İZAH
«Halkın su çektiği kuyuları da ilh...» ibaresinden sonra bazı nüshalarda bir fazlalık vardır ki, o
fazlalığın üzerinde bazı nüshalarda çizgi çekilmiş, bazılarından da düşmüştür. Düşürülmesi ise
daha evlâdır.
O fazlalığın ibaresi aynen şöyledir: «O kuyular ki çalışmakla elde edilmemişlerdir. Çalışmakla elde
edilen kuyuda su ise, tıpkı kaba konulmuş su gibidir. O suyu kim kaba koymuşsa o onun
mülküdür».
Bu ibarenin tamamı Şerhu'l-Mesâbîh'in: «Müslümanlar üç şeyde müşterektirler: Suda, mer'ada ve
ateşte» hâdisi üzerindeki şerhindedir.
Binâenaleyh müellifin «çalışmakla mülk edinilmemiş kuyular» ibaresi daha sonra gelen ibarenin
tekrarı sayılır, yani aynı manayı ifade ederler.
Müellif, «çalışmakla elde edilen» ibaresi yerine! «çalışmakla elde edilene gelince» deseydi daha
açık olurdu.
Müellifin : «Kaba konulmuş su gibi» ibaresi ise temsil değil. bir benzetmedir.
Müellifin «o suyu kim kaba koymuşsa onun mülküdür» ibaresine gelince, eğer: «kabın içindeki su,
koyanın mülküdür, kuyunun kendisi de yapanın mülküdür» demek istemişse bu açıkça anlaşılan bir
şeydir. Eğer maksadı «kuyunun içindeki su, zorla, yani kaba girmezden önce kuyuyu yapanın
mülküdür» şeklinde ise, bu hüküm menkule muhaliftir. Her ne kadar El-Bahr sahibinin Fâsid
Alışverişler konusundaki araştırmasına uygun düşse de, bu böyledir. Zira El-Valvâlciyye isimli
eserde şu hüküm yer olmaktadır:
«Eğer bir kişinin kuyusundan iznini almaksızın su çekerse ve kuyudaki suyu da kurutursa
kendisine hiç bir tazminat gerekmez. Çünkü kuyu sahibi kuyudaki suya sahip değildir. Eğer bir



kişinin kabındaki suyu dökerse ona: «Kişinin suyunu doldur» denilir. Çünkü kap sahibi suyun da
sahibidir. Su ise emsali olan nesnelerdendir. Döken kişi benzerini tazminatını öder.»
Şârih de bir sayfa sonra: «Yer altındaki su, hiç kimsenin mülkü değildir.» diyecektir.
«Eğer İmam bu cevherleri başkasına iktâ eder, o da mâni olursa ilh...» sözünde meneden, İmam
veya müslüman cemaattir. T.
«Mustakir mülkler» den maksat, daha önce mülkünde sabit olan şey demektir. T.
«Nâdıh kuyusunun harîmi, Aten kuyusunun harîmi gibidir ilh...» Kuyunun Nâdıh'a ve Aten'e izafe
edilmesi, aralarındaki asgarî benzerlikten ileri gelmektedir. Kuhistânî.
El-Misbâh adlı eserde denildi ki:
«Bir şeyin harîmi onun etrafındaki haklar ve ona ait olan merâfıktır. Bu haklara «harîm»
denilmesinin sebebi, bu hakların o şeyin sahibinden başkasına harâm kılınmış olmasıdır. «Nâdıh»
kelimesi, yeri yüklenmekte olduğu su ile ıslatan deveye işaret eder. Sonra bu nâdıh kelimesi, suyu
getirmese dahi her deve için kullanıldı.»
«Aten kuyusu gibidir ilh...» ibaresinde, çünkü aten kuyusunun hareminin kırk zira' olduğunda ittifak
vardır. Fakat Nâdıh'ta ihtilâf bulunmaktadır.
«Her tarafından ilh...» Bazıları bunun yerine: «bütün taraflardan» ibaresini kullanmıştır. Yani her
tarafından on zira'dır. Çünkü Rasul-ü Ekrem'in : «Kim ki bir kuyu eşerse o kişi için o kuyunun
etrafında kırk zira vardır» buyurmuştur. Bu da onun hayvanlarına istirahatgâh olur. Sıhhatli olan
birinci görüştür. Çünkü harîmden maksat zararı defetmektir. Yani başka birisinin gelip de başka bir
kuyuyu onun harîminde eşmemesidir. Ta ki birinci kuyunun suyu ikinciye akmasın. İşte bu zarar,
her zaman için her taraftan on zira' ile önlenemez. Çünkü araziler katılık ve gevşeklik bakımından
değişirler. İnâye.
«İmâmeyn'e göre Nâdıh Kuyusu (yani deve ile suyu çekilen kuyu) için altmış zira' harîm vardır.
ilh...» Yani elle suyu çekilen kuyunun harîmi kırk zira'dır, Çünkü Rasul-ü Ekrem: Çeşmenin yani
gözenin harîmi beş yüz zira'dır. Suyu elle çekilen kuyunun harîmi kırk zira'dır. Deve ile suyu çekilen
kuyunun harîmi ise; altmış zira'dır.» buyurmuştur. Bir de deve ile suyu çekilen kuyuda, devenin
suyu çekmesi için dolaşmasına altmış zira'a ihtiyacı vardır. Bazen devenin ipi uzun olur. Ama elle
suyu çekilen kuyuda ise harîm, sadece elle su çekmek hususu içindir. Burada ihtiyaç daha azdır.
Binâenaleyh iki kuyu arasında biraz fark olmalıdır. Hidâye.
Tatarhâniye'de denildi ki: «El-Kübrâ adlı eserde bununla fetvâ verileceğine dair hüküm vardır.»
«Şurunbulâlî, Mecma'ın şerhinden naktetti ki; ilh...» Bu metinin benzeri Ğureru'l-Efkâr'da ve
Cevhere'de de vardır.
«Eğer kuyu kırkın üstünde derinteştirilirse ilh...» Yani elle suyu çekilen kuyu kırk zira'ın üstünde
derinleştirilirse veya deve ile suyu çekilen kuyu altmış zira'ın üstünde derinleştirilirse, ipi yani
kuyuya sarkıtılıp da suyu çekmek için kullanılan ip uzatılacak, nereye kadar giderse oraya kadar o
kuyu için harîm tayin edilecektir. İtkânî Et-Tahâvî'den.
Tatarhâniye'de El-Yenâbi'den naklen şöyle denilmektedir:
«Kuyu kırkın veya altmışın üstünde derinleştirilirse de harîminde bir fazlalık yapmaya ihtiyaç
yoktur. Kim kırk veya altmış zira'dan daha fazla bir harîme muhtaç ise, o harîme ihtiyacı kadar kıs
ekleyebilir. Demek ki burada itibar takdire değil, ihtiyaca göredir. Böylece mana yönünden
meselede herhangi bir ihtilâf olmaz.»
Allame Kâsım, Tashîh'inde Muhtârâtü'n-Nevâzil adlı eserden rivayet ediyor ki: «Sahîh şudur ki;
Kuyuda, her taraftan ihtiyaç miktarı nazarı itibara alınır.»
«İmamın kavli ile fetvâ verilir ilh...» ibaresine gelince, «İmâmeyn'in kavliyle fetvâ verilir» hükmü de
geçti. Fakat metin ve şerhlerin zâhirine göre İmamın kavlini tercih etmek gerekir. Çünkü onlar
imâmın delilini o kadar takrir etmişler, o kadar teyit etmişlerdir ki, bundan daha fazlası olamaz.
Hidâye'de İmamın delili tehir edildi. Adeti olduğu gibi bu onun tercihini iktizâ ediyor. Allame Kâsım,
Tashîh'inde onun tercihini zikretmiştir. İmamın delilini tehir etti ve bu tehir Hidâye'nin âdeti olduğu
gibi onun tercihinin bu görüş olmasını gerektirir. Böylece Allâme Kâsım bu Tashîh'inde İmamın
delilini tercih etmiştir.
«El-Burcundî bunu El Kâfî'ye nisbet etmiştir ilh...» Böylece El-Velvâllcî de bunu böylece zikrederek
kesinlikle ifade etti. T.



Fakat Hidâye ile El-Kâfî'nin bunun için «kîl» (denildi) tabirini kullanması, bunun zayıf olduğuna
işaret eder.
«İmamın izniyle ilh...» ibaresine gelince; yani İmâm-ı Âzâm'a göre İmamın (devlet başkanının) izni
şarttır. İmâmeyn katında bu izin şart değildir. Çünkü kuyunun kazılması ölü yeri ihyâ etmektir.
Hidâye.
«Hüküm böyle olmaz ilh...» Yani onun için sözü gecen harîm sabit olmamıştır. Çünkü ihyâ edilenin
mülk edinilmesi İmâm-ı Azâm'a göre İmamın iznine bağlıdır. İzin olmaksızın kuyunun kazılması
mülk değil de tahcîr olur. Nitekim bu daha ileride gelecektir.
«Bunda bir işaret vardır ilh...» Onların ölü araziler hakkındaki kavillerinde ona işaret vardır.
«Eğer başkasının mülkünde bir kuyu kazarsa ilh...» Meselâ kuyu sahibi o kısmı tasarruf edenlere
mubâh kılmış veya o kuyunun kazıldığı yeri kazıyan kişi sahibinden satın almış veya benzeri bir
yolla elde etmişse...
«O zaman kuyunun harîm söz konusu olmaz ilh...» Ancak mülk sahibi bunu şart koşarsa veya mülk
sahibinden satın alınırken bu şart koşulursa, olur. Zâhire göre kişi ancak elle başkasının arazisinde
kazdığı kuyunun suyunu çekebilir. Çünkü o, ancak elle su çıkarmak yönünden ondan yararlanabilir.
Bu araştırılsın.
Sonra El-Hindiye'de şunu gördüm :
«Bir kişinin başkasının evinde kuyusu vardır. Kuyu sahibi kuyuyu kazdığı zaman o eve çamuru
atamaz. Hâniye. Binâenaleyh burada men çamuru atmak hususundadır, suyu çekmek hususunda
değildir. Bunu düşün» T.
Nehir ve havuz hakkında gelecek hükme de dikkat et.
«Veya inkirâza uğrarlarsa ilh...» ibaresi, «veya ölmüşlerse» ile aynı mana ifade edildiğine göre
tekrardır.
«Onu ihyâ etmek câiz değildir ilh...» Yani o lukata hükmündedir. Lukatanın hükmü ise daha önce
geçti.
«Eğer su orayı bir daha dönmemek üzere terk ederse ilh...» ibaresine gelince, bunu nakletmeye hiç
gerek yoktur. Çünkü metinde gelecek ifadeler buna gerek bırakmamaktadır. T.
METİN
Pınarın harîmi her taraftan beş yüzer zira'dır. Nitekim hadiste böyle vârid olmuştur. Zirâ'
«El-Mükessere» tabir edilen zirâ'dır. Bu da altı kabzadır. Bu, Kisrâlardan birisinin zira'ı idi. Esasen
yedi kabza idi. Birisini bundan kırıp altıya indirdiler. Başkasını bu beş yüz zira'ın dahilinde bir şeyi
eşmek veya yapmaktan men eder. Çünkü bu beş yüz zira' onun mülküdür. Eğer ikincisi buna
rağmen o beş yüz zira' dahilinde kazarsa, ilkinin sahibi onu yıkar veya ona tazminatını ödetir.
Bunun tamamı Ed-Dürer'dedir.
Eğer ikinci kişi birinci kuyunun harîminin bitiminde İmâmın izniyle ikinci bir kuyu açarsa, birinci
kuyunun suyu da ikinciye akarsa, ikinci kuyuyu eşenin üzerine herhangi bir tazminat söz konusu
olmaz. Çünkü kendisi başkasının hakkına saldırmış. Yer altındaki suya da hiç kimse sahip olamaz.
Binâenaleyh bu durumda anlaşmazlık gerektiren bir konu yoktur. Tıpkı başkasının dükkânının
bitişinde bir dükkân yaparak birinci dükkânın işini kesata düşüren kişinin durumu gibidir. İkinci
kişiye bu hususta hiç bir mesuliyet terettüb etmez; Dürer ve Zeylaî.
Zeylaî'de şu ibare de vardır: «Eğer başkasının duvarını yıkarsa duvar sahibi onu duvarın kıymetiyle
sorumlu tutabilir. Duvarı yeniden yapmakla onu yükümlü tutamaz.» Sahih de budur.
İkinciyi eşen için harîm üç cihetten vardır. Fakat birincinin cihetine düşen tarafta harîmi yoktur.
Çünkü birincinin sahibi daha önce orayı mülk edinmiştir.
Yer altında suyun akmasını sağlayan kanal için lüzumu kadar harîm vardır. ki çamur ve benzerini
oraya atsın. İmâm Muhammed'den gelen bir rivayete göre ise; «Bu, kuyu gibidir.» Eğer suyu
yeryüzüne çıkarsa pınar gibidir. El-İhtiyâr adlı eserde; «Bu, İmâmın îzniyle yapılmış ise, onun reyine
bırakılır» diyor. Eğer izniyle yapılmamışsa El-Burcundî'nin zikrettiğine göre ona hiç bir harîm
verilmez.
Mevât yani ölü arazide dikilen ağacın harîmi, her taraftan beş zira'dır. Başkası ağaca beş zira' yakın
bir şekilde bir ağac dikemez. Dicle ve Fırat nehirlerinin kendisine dönmesine mümkün olmayan
araziler de, eğer meskûn bir yerin harîmi değil ise, mevât yani ölü arazilere ilhâk edilmiştir. Eğer



harîm ise veya Dicle ile Fırat'ın tekrar gelme ihtimali varsa, onu ihyâ etmek câiz değildir. çünkü o
muvâttan sayılmaz.
Başkasının mülkündeki nehrin harîmi, ancak delille sabit olabilir. İmâmeyn'e göre kişinin nehir
bendi hakkı vardır. Ta ki suyun akması, çamurların atılması için imkân olsun. İmam Muhammed
bunu her taraf için nehrin genişliğiyle takdir etmiştir Ve bu görüş daha şefkatli ve yararlıdır.
Multekâ.
Ebû Yûsuf, bunu «nehir derinliğinin yarısıyla» takdir etmiştir. Fetvâ da Ebû Yûsuf'un takdirine
binâendir. Kuhistânî, Kirmânî'ye nispet ederek bunu nakletti.
Kuhistânî'de El-İhtiyâr'a nisbet edilerek şu da nakledildi :
«Havuz da bu ihtilâf üzerinedir.»
Yine Kuhistânî'de El-Kâfiye nispet edilerek şu hüküm yer almaktadır: Eğer nehir küçük ise her an
eşilmeye ihtiyacı varsa ittifakla nehrin harîmi vardır.
Yine Kuhistânî'de El-Kirmânî'ye nispet edilerek şu mesele yer alır: İhtilâf, boş bir bendi bulunan,
memlûk bir nehre bitişik ve nehir sahibinden başkasına ait olan bir arazide bulunan nehir
meselesindedir. Bent duvarı, İmâmeyn'in görüşüne göre nehir sahibine aittir. İmâm-ı Azâm'ın
görüşüne göre ise bitişikteki arazinin sahibine aittir.
Yine Kuhistânî'de Tetimme'ye nispet edilerek şu mesele de yer almaktadır: Sahih şudur ki, o küçük
nehrin harîmi ittifakla vardır. Fakat harîmi, çamur ve benzerini atmak için ne kadarına muhtaçsa o
kadardır.
Ben derim ki: Bu hususta ittifakı nakledenlerden birisi de Eş-Şurunbulâlî'dir. O bunu El-İhtiyâr'da
Şerhu'l-Mecma'dan naklediyor.
İZAH
«Her taraftan» tabiri yerine, benzeri daha önce geçtiği gibi «dört tarafından» tabiri de kullanılmıştır.
«Zira mükesseredir ilh...» Îbârisinde bazı nüshalarda yer aldığı gibi, Hidâye'ye tabi olarak müzekker
zamiri kullanılmış, fakat en uygunu müennes zamiri olan «hiye» dir. Çünkü zira' kelimesi El-Muğrib
adlı kitabta da yer aldığı gibi müennes bir kelimedir. Lâkin bazıları; «Zira kelimesi hem müzekker,
hem müennes gelir» demişlerdir. Fakat; bir tek kelâmda, bu iki yönü (yani hem müzekker, hem
müennes yönlerini) nazarı itibara almak uygun olup olmadığı araştırılmalıdır.
«O altı kabzadır ilh...» Her kabza da dört parmaktır. Kuhistânî. İşte buna «Amme Zira'ı» aynı
zamanda da «El-Kirbâs Zira'ı» da deniliyor. Çünkü bu Kral Zira'ından daha kısadır. Kral Zira'ı
Gâyetu'l-Beyân'da yer aldığı gibi alan ölçüsüdür. El-Havi'l-Kudsî adlı kitapta buradaki «zira'» Arap
Zira'ı olarak tefsir edilmiş ve demiştir ki: «Zira' dirsekten parmak uçlarına kadardır ve bu, Arap
Zirâ'ıdır.»
«Yedi kabzadır ilh...» El-Muğrib ve diğer lügat kitaplarında böyle ıtlak olunmuştur. El-İtkanî,
«Gâyetul-Beyân» adlı kitapta dedi ki: «Her defasında baş parmağın kaldırılmasıyla beraber yedi
kabzadır.»
Fakat burada Tahâret bahsinde geçtiği gibi ihtilâf vardır. «Kral zira'ından bir kabza kırıldı ilh...»
Bundan dolayı da; mükessere (kırılmış) adını aldı.
«Birincinin sahibi ikinciyi yıkabilir ilh...» Yani tazminat da yoktur. Veya ona eksik olanın tazminatını
yükletebilir. Sonra onu bizzat yıkar, eşmeksizin yere bir kıymet vurulur, bir de eşmekle beraber
vurulur ve böylece ikisinin arasında eksik olanın tazminâtı alır. İtkânî.
«Bunun tamamı Dürer'dedir ilh...» Dürer'in nassı şöyledir: «Eğer o ikinci çeşmeyi eşerse, birinci
çeşme sahibi onu kapatmaya yetkilidir. Fakat eksikliğin tazminatını ona yükletmez. Ancak onu,
eştiğini yeniden doldurmak üzere zorlar. Çünkü onun eşmesinin zararı ancak bununla izâle olunur.
Tıpkı bir başkasının evine çöp atılması gibidir. Bu kişiye o çöpü kaldırma cezası verilir. Bazıları
«ona eksiklik tazminayükletilir, sonra birincinin sahibi bizzat ikinciyi doldurur denilmiştir. Tıpkı
başkasının duvarını yıktığı zaman tazminat vermesi gibi. İşte doğrusu budur. Bunun benzeri
El-Hidâye'de de vardır.
Yine El-Hidâye'de şunlar da vardır: «Birinci eşmede helâk olanın tazminatı yoktur. Çünkü adam
burada hududu aşmış değildir. İsterse İmamın izni olmaksızın yapmış olsun. İmâmeyne göre bunun
yle olması açıktır. Ebû Hanîfe'ye göre bunun nedeni şudur: Çünkü ona göre eşmek tahcîr
yapmaktır. Yani oranın duvarının belirtisiymiş gibi yapıyor ve buna da hakkı vardır. İzinsiz dahi olsa
ve her ne kadar bunu onsuz mülk etmemese dahi böyledir. İkinci eşmede helâk olana gelince,



orada tazminat vardır. Çünkü ikinci eşmede başkasının mülkünde eşmek saldırganlığın icrâ
etmiştir. «El-Hidâye'den özet olarak.
«Birinci kuyunun harîminin son noktasında ilh...» Yani son noktaya yakın bir yerde, eşerse. Çünkü
bir şeyin son noktası El-Kâmûs adlı kitapta da yer aldığı gibi, onun sonudur. Bir şeyin sonu, onun
bir parçası demektir. Veyahut «sonunda» ibaresinden son noktaya yakın olan yer kastedilmiştir.
El-Hidâye'nin bu hususla ilgili ibaresi; «Birincisinin harîminin ötesinde» şeklindedir.
Dürer'in; «Birincinin harîminin gayrisinde, ona yakın bir yerde» ibaresi yer almaktadır.
«Orada: Eğer başkasının duvarını yıkarsa duvar sahibi duvarın kıymetini alır, duvarı ona yaptırtmaz.
Sahîh de budur ilh...» ibaresine gelince, «orada» diye tefsir ettiğimiz zamir Zeylaî'ye râcidir. Bu
mesele burada yeri olmayan bir konuda zikredilmiştir. Bunun yeri daha önce Dürer'den
naklettiğimizdir.
«Duvarı yapmakta onu cezalandırmaz ilh...» denilir ki, ancak duvar yeni ise, bu ceza yükletilebilir.
El-Eşbâh adlı eserde mescid duvarını istisnâ etmiştir. Yani mescid duvarını yıkan bir kimseye ister
yeni, ister eski olsun onu iâde etmesi emri verilir. Bız bu meseleyi Gasb Kitabı'nın başında
alabildiğine ve bir şey eklemeye gerek olmayacak şekilde tahkik ettik. Oraya müracaat edilsin.
«İkinci eşiciye üç taraftan harîm vardır ilh...» Ebussuûd diyor ki: «Bu ibâreden anlaşılıyor ki, eğer
üçüncü bir kişi birincisinin harîminin yakınında eşerse bu üçüncüsünü eşenin iki tarafı için harîm
vardır. Hamevî bunu El-Makdisî'den rivâyet etmiştir.»
«İmâm Muhammed'den gelen rivâyete göre kuyu gibidir ilh...» ibaresine gelince, El-İtkânî dedi ki:
«Meşayihimiz Asıl'da olan, yani «kanal kuyu gibidir» hükmü İmâmeyn'in sözüdür. Ebû Hanife'nin
katında ise kanalın harîmi diye bir şey yoktur. Çünkü kanal nehir durumundadır. Bu yer yüzüne
çıkmadıkça harîmi olmaz. Ebû Hanîfe'nin katında nehrinse harîmi yoktur. Eğer çıkarsa, yerden
çıkan pınar gibi olur. Harîmi beş yüz ziradır.»
«Onu İmamın reyine bırakmıştır ilh...» Yani onun harîmini takdir etmeyi İmamın reyine bırakmıştır.
Çünkü Şeriatta o harîm hakkında bir nass yoktur. İtkani, Eş-Şâmil adlı kitaptan nakletmiştir.
«Yani onun izniyle olursa ilh...» Orayı ihyâ etmek, eğer İmamın izniyle olmuşsa böyledir. Çünkü
İmamın izni İmam-ı Azam'a göre şarttır, aksi takdirde İmamın izni yoksa ihyâ ettiğine sahip olmaz.
Ve sahip olmadığı bir şeyin harîmi de asla söz konusu olamaz.
«Ağaç diker ilh...» ibaresine gelince; «İmamın izniyle, demektir. Burada ittifak vardır. Ancak diğer
iki İmamın katında İmamın izni olmadığı takdirde de olur.» İtkâni.
«Ağacın harîmi beş zira'dır ilh...» Çünkü bazen ağacın meyvesini kesip koymak için yere ihtiyaç
olur. Bunu beş zira' ile takdir etmek, hadîste varid olmuştur. Nitekim bu durum Hidâye'de yer
almıştır. Er-Remlî şunu zikretti: «El-Yenâbî'de kuyu harîmi hakkında ylediğinin muktezası şudur:
İtibar takdire değil, ihtiyacadır. Burada da aynendir. Çünkü ihtiyaç halin değişmesiyle değişir.
Meselâ ağaç büyükse daha fazlasına, ağaç küçükse daha azına ihtiyaç olur.»
«Dicle ve Fırat» tabiri birer misaldir. Nil de buna dahil olabilir. Bunun zahiri şudur: Eğer nehir aktığı
tarafta bulunan ve başkasına ait araziden almışsa, arazi sahibinin suyun çekildiği taraftan arazisi
kadar almak yetkisi yoktur. T.
«Bu mevât araziye ilhâk edilmiştir ilh...» ibaresine gelince, onu ihyâ etmek, caizdir. Çünkü o
kendisinden yararlanılmayan araziler gibi olmuştur. Onun muayyen bir sahibi yoktur.
«Eğer suyun çekildiği tarafa yeniden gelme ihtimali varsa onu ihyâ etmek caiz değildir. Çünkü o
harabe araziden değildir ilh...» Bu ibareyi şuna hamletmek uygundur: Eğer onun dönüşü için bir
zaman bahis konusu değilse durum böyledir. Çünkü El-Hâniye'de şu hüküm yer almaktadır:
«Ceyhûn nehrinin kıyısında bir vadi vardır. Yaz döneminde orada su toplanır, sonra bu su çekilir.
Orada bir kavim ziraat yaparsa, bu ekin de yetişirse, Ebû Kasım der ki: Ekin tohum sahibine aittir.
Vadinin rakabesi ise; kime ait olduğu bilinirse onlarındır. Eğer böyle bir kimse yoksa kim ihyâ
etmişse ona aittir.»
Bundan anlaşılıyor ki: Eğer suyun dönüşü için özel bir zaman varsa o yerin ihyâsı câiz olur. Düşün.
«Başkasının mülkünde açılan nehrin harîmi yoktur ilh...» Denilmiştir ki; Bu mesele şu gelecek
hakikate binâendir: «Kim ki mevât arazide bir nehir ihyâ ederse, Ebû Hanîfe'ye göre onun harîmi
olmaz, İmâmeyn'e göre olur.» Fakîhlerin âmmesi ise şöyle dediler:
«Savab (doğrusu) odur ki: icmâ ile bunun harîmine müstahak olur.» İtkâni, El-Câmiussağir



Şerhlerinden.
Sonra İtkânî muhakkıklardan şunu da nakletti: «Bu mesele bunun üzerine mebni değildir. Nehir için
mevât arazilerde ittifakla harîm vardır. Bunun benzeri El-İhtiyâr'da da yer almıştır.»
El-İtkâni şunu da ekledi: «Ancak hilâf su bendinin kimin elinde olduğundadır. Yani bendin
bulunduğu arazi tam hizasındadır. Ondan sonra yüksek değildir. Eğer su bendi ile arazi arasında
duvar gibi bir ayırıcı varsa, bent icmâen nehir sahibine ait olmuş oluyor.» İnâye.
Eğer onlardan birisi tarafından oraya ağaç dikilmişse, veya çamur ve benzeri atılmışsa, kim onu
işgal etmiş ise ittifakla onundur. Kâsım'ın Tashîhi.
Bunun benzeri Ez-Zeylaî'de de vardır. Nitekim Zeylaî, bu kelâmden sonra şunu söyledi: «Bununla
ihtilâf konusu ortaya çıkmış oluyor. O da şudur: Harîm, yere muvazi olacaktır ve aralarında ayırıcı
olmayacaktır. Ayrıca harîm, muayyen ve malûm olarak onlardan birisinin bir hakkıyla da meşgul
olmayacaktır. Eğer harîmde kimin ekmiş olduğu bilinmeyen ağaçlar var ise, işte o harîm bu ihtilâfa
göre ele alınır.»
Bunun benzeri El-Hidâye ve başka kitaplarda da yer almıştır. El-Kirmânî'den gelecek hüküm da
bunlardandır. Bütün bunlar ittifakı tashîh etmekten ibaret olan ve daha önce geçeni
desteklemektedirler. Bununla beraber şu da vardır:
Eğer harabe arazide ise, onun harîmi vardır. El-Hindiyye'de yer alan: «İhtilâf harabe arazilerde de
cereyan eder» şeklindeki hüküm, sahîhin karşıtıdır. Bilakis ihtilâfın yeri musannıfın da farazî olarak
gösterdiği gibi, başkasının mülkünde olduğu zamanlardır.
Sonra El-Hidâye'de şu hüküm de yer almaktadır: «Suyun tutamağı parçanın hükmü hakkında
herhangi bir anlaşmazlık yoktur. Anlaşmazlık o parçanın ötesinde olan ve ağaç dikmeye elverişli
bulunan arazidedir.»
«Onların ikisi dedi ilh...» ibaresine gelince, bu ihtilâfın sonucu şudur: Ağaç dikme yetkisi İmâm-ı
Azâm'a göre yer sahibine. İmâmeyn'e göre nehir sahibine aittir. Çamurun atılmasına gelince,
bazıları «o da bu ihtilâf gibidir», bazıları da «sadece çamur atmak yetkisi nehir sahibine aittir.
Ancak fazla bir yer tutmaması şartı vardır.» demişlerdir. Doğrusu da budur. Oradan geçmeye
gelince, bazı kimselere göre nehir sahibi tüm geçmekten men edilir. Bazıları da men edilmez, çünkü
geçmesinde zaruret vardır. Doğruya yakın görünen de budur.
Fakîh Ebû Ca'fer dedi ki: «Ağaç dikmek hususunda İmâm-ı Azâm'ın. çamur atmak hususunda da
İmâmeyn'in sözünü tutarım» Kifâye ve Hidâye.
«Onun yürümesi için ilh...»Yani suyu akmaması halinde onu akıtması için.
«Bir de çamuru atması için harîmi nehrin eni kadardır ilh...» ibaresine gelince, Hidâye ve başka
eserlerin ibaresi; «onun içi kadardır» şeklindedir. Fakat iki ibarenin manası aynıdır. Çünkü nehir o
çukurun adıdır.
«İmam Muhammed her tarafta nehrin eni kadar takdir etmiştir ilh...» Yani onlar evvelâ «nehrin
bendini yapabilir» meselesinde ittifak ettikten sonra onun takdirinde ihtilâfa düştüler.
«El-Kifâye'ye atfederek ilh...» El-Kifâye'de der ki: «Ebû Cafer El-Hendevânî, Keşfu'l-Gavâmid adlı
kitabında dedi ki: «ihtilâf her an eşilmesine ihtiyaç olmayan büyük nehirdedir.»
El-İnâye sahibi, onun ibaresinin tamamını naklettikten sonra dedi ki: «Müellifin kelâmının zahiri
yani Hidâye sahibinin kelâmının zahiri buna ters düşmektedir.»
«Kuhistânî Tetimme'ye nispet ederek; Sahih şudur ki: onun ittifakla ihtiyacı kadar harîmi vardır,
dedi ilh...» Daha önce takdim ettiğimizden anladım ki, ittifâkın tashîhi ancak nehri ölü arazide ihyâ
etmesi ile ilgilidir. Halbuki onun kelâmı başkasının mülkünde yeri açtığı meselededir ki, burada
hilâf vardır. Ve biz bir çok kitaptan ihtilâf konusunun açıklanmasını takdim ettik. Fakat El-Mecma'ın
kelâmı şunu ifade ediyor:
«İttifak, başkasının mülkünde olması halinde söz konusudur. Çünkü bu husustaki ihtilâf
nakledildikten sonra: «İttifakla onun için harîm vardır» da denilmiştir. Bunun benzeri
Dürerü'l-Bihâr'da da vardır. Buna binâen ittifak iki yerde de cari olmuştur.» Düşün.
Bir Hâtime: Bir çölde bir köşk yapsa, çöpleri atmak için harîme ihtiyacı olsa dahi harîme müstahak
olmaz.
İki kişi, bir kuyunun açılması için masrafını karşılamak üzere ittifak ettikten sonra kuyu birisinin,
kuyunun harîmi de ötekinin olmak üzere anlaşsalar, böyle bir ittifak caiz değildir. Bunun yerine



kuyu da, harîm de ikisinin arasında ortak maldır. Eğer birisi diğerinden daha fazla masraf yapıp
kuyu ile harîmi de ikisinin arasında yarı yarıya olsun diye ittifak etmişlerse, bu da câiz değildir.
Daha fazla para harcayana o fazla paranın yarısı arkadaşından alınacaktır.
Eğer bir nehri eşmek, o nehri birisine, araziyi de başkasına ayırmak hususunda ittifak ederlerse bu
da câiz değildir. Hem nehrin hem arazinin ikisinin arasında müşterek olması gerekir. Kim fazla
masraf ederse o fazlalığı ortağından alabilir. Tatarhânîye'den özetle. Allah daha iyi bilir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...