16 Ekim 2012

SULAMA FASLI BİRİNCİ BÖLÜM



SULAMA FASLI

BİRİNCİ BÖLÜM

METİN
«Şirb» kelimesi lügatta suda olan pay demektir. Şer'an ziraat veya hayvanları sulamak bakımından
sudan faydalanma sırası demektir.
«Şefe» ise insanoğulları ile hayvanların, suyu dudaklarıyla içmesidir. İnsanların ve hayvanların da
bir kaba veya küpe doldurulamayan her suda hakları vardır. Her insan denizden veya Dicle ve Fırat
benzeri olan büyük bir nehirden arazisini sulayabilir. Çünkü suyun mülk olması bir kaba
doldurulmasıyla veya bir yerde biriktirilmesiyle olur. Oysa denizin ve büyük nehirlerin suyunu bir
yere biriktirmeye veya bir kaba sokmaya imkân yoktur. Çünkü suyu kendine tahsis etmek,
başkasının ondan faydalanmasını men etmektir.
Her insanın halka zararı dokunmamak şartıyla arazisini sulamak veya değirmen kurmak için bir
kanal açma hakkı vardır. Çünkü bir mübahtan yararlanma ancak herhangi bir kimseye zarar
vermemek şartıyla caizdir. Tıpkı güneş, ay ve havadan istifade etmek gibi.
Hayvanları çok olduğundan, tahrip ederler korkusu varsa, başkasına ait nehirden, kanalından,
kuyusundan hayvanlarını sulayamadığı gibi; arazisini de, ağacını ve ziraatını da sulayamaz. Dolap
ve benzerlerini kuramaz. Ancak kişinin izniyle kurabilir. Çünkü hak kişinindir, yani su sahibinindir.
Bu hakkın kullanılması onun iznine bağlıdır.
Her insan ağacını veya evinde ekilmiş yeşilliklerini küp veya kaplarla başkasının suyundan almak
suretiyle sulayabilir. En sıhhatli görüşe göre böyledir. Ayyerde kaplarla çekmek de dahil izin
istemeden sulayamaz.
Mülke giren su, bir testiye veya bir küpe giren su demektir. yle bir sudan sahibinin izni
olmaksızın yararlanılamaz. Çünkü onu bir kaba sokmak suretiyle mülk edinmiştir
İZAH
Bu konuyu «ölü araziler» konusundan sonra zikretmesi ölü arazilerin suya muhtaç oluşlarındandır.
Kâmûs'ta : «Şirb kelimesi, su veya sudan pay pay veya suya vermek, su içme vakti demektir» diyor.
El-Kuhistânî «Şirb kelimesi ism-i mastardır» dedi. Düşün.
«Lügat yönünden şirb, su payıdır ilh.. » Bunun hakkında Zeylaî: «Sudan bir paydır» der. Ancak ona:
«Demirden yüzük» anlamında bir izafettir denilerek cevap verilebilir.
Ed-Dürrü'l-Muntekâ'da denildi ki: «Muellif burada âdetine muhalefet ederek şer'î manayı değil,
lugavî manayı zikretti. Ta ki burada lugavî manayı kastettiği sanılmasın. El-Kuhistânî ve başkası
bunu zikretmişlerdir
«Şirb şer'an sudan faydalanma sırası demektir ilh ..» Yani vakti ve zamanı demektir. Bu da ay
zamanda lugavî bir manadır. Dikkat et, acaba ikinci manayı değil de birinci manayı burada
kastetmenin nedeni nedir? Halbuki her ikisi de burada kastedilirse görüldüğü gibi yine de
sıhhatlidir.
«Şefe insanoğlunun ve hayvanların su içmesidir ilh.» Binâenaleyh Şefe kelimesi Şîrb kelimesinden
daha özeldir. Çünkü Şefe sadece canlıların su içmelerine tahsis edilmiş bulunuyor.
«Suyu dudaklarıyla içmesi ilh...» Maksat insanoğlunun suyu, susuzluğu bertaraf etmek, yemek
pişirmek, abdest almak, gusletmek veya elbise ve benzerlerini yıkamak için kullanmasıdır. Nitekim
El-Mebûst'ta da bu böyle yer almaktadır. Hayvanlar hakkında Şirb'den maksat, susuzluk ve hayvana
uygun düşen diğer benzer ihtiyaçlarını gidermek içindir. El-Kuhistâni bunu ifade etmiştir.
«Her birisi için kaba konulmamış her suda hakları vardır ilh...» Maksat, insan ve hayvanlardan her
birisi için bu hak vardır, şeklindedir. Kuhistâni. Yani su içme hakkı» vardır.
«Hak demesi mülk olmadığındandır. Zira bir kaba konulmuş değildir. Bu manayı El-Kuhistânî ifade
etmiştir.
«Bir kaba konulmamış her suda her hayvanın, her insanın hakkı vardır ilh...» Bilmiş ol ki sular dört
çeşittir:
A) Birinci çeşidi deniz suyudur. Herkesin orada şefe ve arazilerini sulama hakkı vardır. Hiçbir
vecihle hiçbir kimse oradan yararlanmaktan men edilemez.
B) İkinci çeşide gelince, Seyhun gibi büyük vadilerin sularıdır. Burada halk için şefe hakkı mutlak
olarak vardır. Araziyi sulama hakkı da eğer âmmeye zarar vermezse söz konusudur.
C) Üçüncü çeşide gelince; taksimlere giren sudur.Yani özel bir cemaatin mülkü olan arklara giren


sudur. Burada da şefe hakkı vardır.
D) Dördüncü çeşit; kaplara alınan sulardır.Başkasının hakkı bu sudan kesilir. Bu meselenin tamamı
El-Hidâye'dedir
Hülâsası şudur:
Birinci ve ikinci nevilerde herkesin hem şefe hakkı vardır, hem de araziyi sulama hakkı vardır.
Üçüncüde sadece şefe hakkı vardır. Dördüncüde, ise hiç kimsenin hakkı bahis konusu değildir.
«Eğer kişi tarafından bir kap içerisinde konulmamışsa ilh...» Testide, bir küpte veya mescidin
havuzunda -ki o havuz kırmızı veya sarı, bakırdan, veya alçıdan yapılır- tutarsa ve böyle bir yerde su
birikirse, o su burada biriktirenin mülkü olur.
«İhraz» tabirini kullanıp, «alma» manasına gelen «ahz» tabirini kullanmaması şuna işarettir: Eğer
bir kuyudan kovasını doldurursa ve kuyunun başından uzaklaştırmazsa Şeyhayn katında bu suya
sahip olamaz. Zira «ihrâz» bir suyu el yetişmez, koruma altında bir yere koymak demektir. Yine şu
noktaya da işarettir: Eğer hamamın havuzundan hamamcının kayla bir su alırsa o su hamamcının
mülkündedir. Fakat o suyu kapla alan kişi o suya başkasından daha müstahaktır. Nitekim El-Münye
ve başkasında bu mesele yer almıştır. Kuhistânî.
İbarede geçmekte olan «hub» kelimesi noktasız «ha» iledir. Hâbiye, küp demektir. Nitekim bu
durum daha sonra da gelecektir.
T. dedi ki: Bu «hub» kelimesinin burada zikredilmesine ihtiyaç yoktur. Çünkü «kab» denildi mi, o da
kabın kapsamına girmiş oluyor.
Bazı nüshalarda «hub» kelimesi «cib» şeklinde, yani noktalı cîm'le gelmiştir. Bu bir tahrif, yani
yanlışlıktır. Çünkü «cub» Kâmûs'ta da belirtildiği gibi «kuyu» demektir. Kuyuda olan su, başkasının
mülkü olamaz. Nitekim bu durum El-Hidâye'de yer alıyor ve biz bunu daha önce zikrettik; ileride de
gelecektir. Lakin bazıları «cüb» olursa «sarnıç» manasınadır diye tefsir etmişlerdir. Bu tefsir de
doğrudur. Nitekim bunun açıklaması ileride gelecektir.
«Dicle gibi ilh...» Dicle, Bağdat'tan geçen nehrin adıdır. Kâmûs.
«Fırat gibi ilh...» Fırat, Kûfe'den geçen bir nehirdir. Kâmûs.
Türk nehri olan Seyhûn, Huvarzm nehri olan Ceyhûn da Dicle ile Fırat'ın benzerlerindendir. İnâye.
«İhrâz söz konusu olamaz ilh...» Maksat bu nehirler de kimsenin mülkü olamaz.
«Her kişinin arazisini sulamak için kanal açmak hakkı vardır ilh...» Yani mülk altına alınamayan bu
nehirlerden.
«Ammeye zarar vermiyorsa ilh...» Eğer zarar verirse. şöyle ki: Su taşarak, başkasının haklarını ifsad
ederek, o büyük nehirden su kesilerek veya gemilerin seyrine mani olarak zarar veriyorsa yapamaz.
Tatarhâniye.
Binâenaleyh herkes için ister müslüman olsun ister zımmî, isterse mükâteb bir köle olsun böyle bir
zararı men edebilir. Bezzâziye.
Bizim El-Hîdâye'den daha önce naklettiğimizin zâhiri şudur ki: Bu hüküm, ancak nehirlerde caridir.
Denizde ise kişi denizden başkasına zarar verse dahi yararlanabilir. El-Kuhistânî bunu açıkça
yledi. Düşün.
«Hayvanların çokluğundan ötürü başkasının nehrinin tahrip edilmesinden korkarsa hayvanlarını
ondan izin almadan nehre götüremez ilh...» Sözü, daha önce takdim ettiğimiz dört kısımdan
üçüncüsünün açıklanmasıdır.
Hülâsası şudur: Başkasının mülkü olan su taksim (ark)larına giren bir suda kendisi içinde şefe
hakkı vardır; hayvanları için de şefe hakkı vardır. Ancak hayvanların çokluğu sebebiyle nehrin
tahrip edilmesinden korkulduğu takdirde, bu hak kalkar. Arazisini ve benzerini de izin almadan o su
ile sulayamaz.
Ez-ZeyIaî dedi ki: «Şefe, eğer bütün suyun üzerine geliyorsa, yani su küçük bir ark olup o suya
gelmek isteyen hayvanlar da çoksa bundan dolayı da o suyu kesebilirlerse; bu takdirde bazıla
demişlerdir ki: «Bu hayvanların suya gelmesi men edilemez.» Fakat fakîhlerin çoğu : «Zarar
olduğundan dolayı menedilir» demişlerdir
El-Multeka'da ikinci görüş kesinlik kazanmıştır.
«Arazisini de izin almadan başkasına ait sudan sulayamaz ilh...» İster buna mecbur olsun ister


olmasın. İzin almamasına rağmen arazisini veya ekinini sularsa, herhangi bir tazminata da
çarptırılmaz. Eğer zaman zaman bunu tekrarlayacak olursa, Sultan onu eğer uygun görürse,
dövmek veya hapsetmek suretiyle edeplendirir. Hâniye, T.
«Ancak onun izniyle bunları yapabilir ilh...» Çünkü su, taksimlere (paylaştırılmış arklara) girdikten
sonra bu şirb hakkının müşterek olması da sona ermiş oluyor. Hidâye.
El-Hâniye'de: «Bir kavmin kendilerine has bir nehri vardır. Onlardan başkasının o nehirden
bostanını veya arazisini, onların izni olmaksızın sulamaya hakkı yoktur. Eğer izin verirlerse bir
tanesi izin vermez veya aralarında bir çocuk, bir gaib varsa kişi o sudan diğerlerinin izni vardır diye
ziraatını veya arazisini sulayamaz.» diye yer almaktadır.
«En sıhhatli görüş budur ilh...» demesine gelince; El-Hidâye, Et-Tebyîn, El-MuIteka ve başka
kitaplarda da hüküm böyledir.
«Bazıları onun olmadan kaplarıyla da ondan su getiremez demişlerdir ilh...» El-Hâniye'de ve
El-Vecîz'de bu görüşün en sıhhatli olduğu kaydedilir. Binâenaleyh bu iki görüş de, tashîh edilmiştir.
PRATİK BİR MESELE:
Pınar veya kişinin suyu ihrâz etmeksizin veya onu getirmek için çare bulmaksızın su ile dolan
havuz, özel nehir mesabesindedirler .T.
«Bir testide veya bir küpte toplanan sudan ancak sahibinki izni olursa başkası yararlanabilir ilh...»
Suyu evlere aktarmak için konulan sarnıçlarda toplanan su da böyledir. Nitekim bu durumu
Er-Remlî hem Fetâvâ'sında hem de El-Bahr'a yazdığı Haşiye'de zikretmiştir. Birkaç defa da bu
yönde fetvâ vererek demiştir:
«Aslından ihrâzın kastedilmesi veya edilmemesidir. Fakihlerin sarahaten söylediklerinden birisi de
şudur: Evin damına bir leğen konulup da orada yağmur suyu birikirse, başkası da onu alıp
götürürse, eğer birinci kişi onu su toplamak için oraya bırakmışsa birinci kişinin malıdır, aksi
takdirde ikincinindir.»
Bunun doğruluğuna daha önce El-Kuhistânî'den naklettiğimiz de delâlet eder.
«Başkasının suyu İIe yararlanmaz ilh...» Çünkü bu suda daha önce de ylediğimiz gibi hiç
kimsenin hakkı kalmamıştır.
«Zira onu toplamak suretiyle mülk edinmiştir ilh...» Hatta bu suyu satabilir. Multekâ.
BİR UYARI: Ez-Zahîre ve El-Hindiye'de şu hüküm yer almaktadır: «Bir köle, bir çocuk veya bir cariye
havuzdan testisini doldursa ve o testiden bir kısmını tekrar havuza boşaltsa; hiç kimse için o
havuzdan su içmek helâl olmaz. Çünkü testideki su, alanın mülkü olur. Eğer bu su herkese mübah
olan su ile karışacak ve ayırt edilmesi mümkün olmazsa içilmesi helâl olmaz. Eğer babası veya
annesi çocuğa; «Git, vadiden veya havuzdan küp ile su getir» diye emrederlerse, çocuk da bu suyu
getirmiş ise anne ve babasına o sudan içmek, -eğer fakir değil iseler- helâl olamaz. Çünkü su
çocuğun malı olmuştur. Çocuğun malından ihtiyaç olmaksızın yemek, anne ve babaya helâl
değildir. İmam Muhammed'den gelen bir rivâyete göre anne ve baba zengin iseler de çocuğun
getirdiği su onlara helâldir, çünkü örf ve âdet onu iktiza etmektedir. Hamevî, Ed-Dirâye'den
nakletmiştir. Bu iki fer'î meselede büyük bir sıkıntı bir zorluk vardır.» T.
Ben derim ki: O iki meselenin her birisinde işkâl (anlaşılması zor durum) vardır. Birincisine gelince:
köle mülk edinemez. Eğer mülk edinmişse bu sahibinin olur. Çünkü kölenin efendisi köleye sahip
olduğu gibi onun kazancına da sahiptir. Bir de ne zaman bu havuzdan su içileceği hususunda
açıklama yapmadı. Acaba orada akan havuz ile veya akan havuzun hükmünde veya başkası
arasında bir fark var mıdır? Uygun olanı zann-ı gâlibi nazar-ı itibara almaktır. Söyle ki; o havuza geri
dökülen sudan hiç bir şey kalmamıştır. Çünkü havuz ya akıyor veya sağa sola su çekiliyor. Aksi
takdirde o havuzu bırakmak, hiç bir zaman ondan yararlanmamak gerekir.
Bu konuda necâseti de nazar-ı itibara almak mümkündür. Şöyle ki, eğer necâset bulunmuş olsaydı,
artık onun temizlenmiş olduğuna hüküm verebilecek kadar kuyudan su çekilecek, baskasından da
bu konuda suyun akması göz önünde bulundurulacaktır. Düşünülsün.
İkinci meseleye gelince; baba evlâdını çalıştırabilir. Câmiu'l-Fusûleyn'de dedi ki: «Baba, küçük
çocuğunu hocasına hizmet etmek karşılığında sanat öğrenmek için verebilir. Babanın, dedenin
veya çocuğun vasisinin çocuğa alışsın, eli yatsın diye parasız bir şekilde çalıştırmak yetkisi vardır.»
Ancak şöyle denilebilir: Bu, her ne kadar babası o suyu getirmek hususunda ona emir verdiyse de
çocuğun o mubah olan suyu mülk edinmemesini gerektirmez. Allah hakikati daha iyi bilir.


METİN
Eğer kuyu veya havuz veya nehir bir kişinin mülkünde ise; oraya su içmek için girmek isteyeni,
-onun yakınında bir su bulunduğu takdirde- mülküne girmekten men edebilir. Eğer yakınında su
bulunmuyorsa ona yani kuyu sahibine: «Ya sen suyu çıkarıp getirip adama vereceksin veya
kendisinin gidip suyu almasına müsaade edeceksin» denilecektir.
Fakat su almak için girmesi de nehir ve benzeri yerlerin tahrip edilmemesi şartına bağlıdır. Çünkü
yle bir takdirde onun şefe hakkı vardır. Zira İmam Ahmed'in rivâyet ettiği hadiste : «Müslümanlar
üç şeyde ortaktır: suda, otta ve ateşte» buyurulmuştur.
Otun hükmü de su gibidir. Mâlike denir ki: «Ya otu kesip getirecek ve ona vereceksin veya onun
gidip istediği kadar ot alıp getirmesine imkân ver» denilecektir. Zeylaî.
Eğer mülk sahibi onu suya varmaktan men ederse, o da kendi nefsinin ve hayvanının susuzluktan
zayi olmasından korkuyorsa, bu takdirde mülk sahibi ile silahlı çarpışma yapabilir. Çünkü Hz.
Ömer'den bu hususta eser rivâyet edilmiştir.
Eğer adam suları kaplara koymak suretiyle mülk edinmişse, silâhsız bir şekilde adamla kavga
edecektir. Tıpkı açlık zamanındaki bir yemek gibi. Dürer.
Eğer sahibinin ihtiyacından fazla varsa; bu tıpkı su ve yemek benzeri olmuş oluyor. Kuyu ve
benzeri hakkında denilmiştir ki: En uygunu onunla silâhsız çatışmaktır. Çünkü o bir masiyeti irtikâb
etmiş oluyor. Onunla çatışmak da tazir cezası gibi oluyor. Kâfî.
İZAH
«Onun yakınında su bulundugu takdirde ilh...» El-Hidâye'de; «O, ikinci su da başkasının mülkünde
değilse» kaydı eklenmiştir.
Allâme El-Makdîsî dedi ki: «Yakınlığın takdirini görmedim. Bunu bir mil ile takdir etmek uygun olur.
Nitekim teyemmüm meselesinde de ya-ınlık bir mil ile takdir edilir.»
Metin'de geçmekte olan «Daffe» veya «Diffe» kelimesi nehir kıyısı demektir. Muğrib. Divân'da ise :
«Diffe okuyuşu nehir kıyısı. Daffe okuyuşu, bir grup demektir, denilmektedir.» İtkânî.
«Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar ilh...» Yani mülk ortaklığı türünden değil, ibâha ortaklığı ile
ortaktırlar. Kim ki bu üç şeyden birisini başkasından önce bir kaba veya başka bir yere koymak
suretiyle elde ederse,o ona daha müstahaktır ve aynı zamanda, başkalarından çok onun mülkü
olur. Kişi bunu mülkün bütün yönleriyle başkasına temlîk edebilir. Ölürse miras olarak kalabilir.
Onun hakkında vasiyet yapması da caizdir. Eğer başka bir müslüman kendisinden izin almaksızın
onu gelip alırsa zâmin olur. Eğer herhangi bir kimse daha önce o üş şeyden herhangi birisine el
koymazsa, o üç şeyden herhangi birisi bütün müslüman cemaatinindir; mübahtır. Hiç kimse içmek
için onu almaya kastedeni men edemez. İtkânî, El-Kerhî'den.
«El-Kele' ilh...» Hadisin metninde geçmekte olan «Et-Kele'» yayılıp gelişen, sakı bulunmayan «izhîr»
ve benzeri bitkiler gibi kökü olmayan bitkilerdir.
«Şecer (ağaç)» kelimesi de sakı olan bitkilerdir. Bu tefsire binâen «Şevk (diken)» şecer'den, yani
köklü bitkiden sayılır. Çünkü onun da bir kökü vardır. Bazıları dediler ki: «El-Ahder» develerin
yemekte oldukları yumuşak diken demektir. Bu da bitki sayılır. «El-Ahmer» ise «Şecer»
cinsindendir.
Ebû Cafer dedi ki: «El-Ahder ot cinsinden değildir.» İmam Muhammed'den bu hususta iki rivâyet
nakledilmektedir.
«Kele' (ot)» hususunda söylenmiş sözler bir kaç vecih üzerindedir:
A) O vecihlerin en umumisi olan; ot hiç kimsenin mülkü olmayan bir yerde biten nesnedir. Halk
bunu otlatmak veya kesip de ot olarak toplamak hususunda tıpkı deniz suyunda ortak oldukları gibi
ortaktırlar, şeklindeki görüştür.
B) Bundan daha özel daha hususi olanıdır. O da başkasının mülkü olan bir arazide mülk sahibinin
dahli olmaksızın biten otlardır. Bu da insanlar arasında müşterektir. Ancak yer sahibi yerine
girmekten insanları men etme yetkisine sahiptir.
C) Bütün bunlardan daha özel ve hususi bir kısım vardır. O da, otu kesmek suretiyte toplamış veya
arazisinde onu ekmek suretiyle bitirmişse işte bu ot, arazi sahibinin mülküdür. Hiç kimse hiç bir
vecihle onu alamaz. Çünkü o ot, yer sahibinin çalışmasıyla meydana gelmiştir. Zahîre ve başka
kitaplardan özetle.


T. dedi ki: «Katran, zırnık, fîruzec ağaç gibidirler. Bu eşyalardan bir şey alan bir kimse zamin olur.
Hazânetu'l-Müftîn.
«Başkasının mülkünde olan odunluk ağacı, hiç kimse sahibinin izni olmadan toplayamaz. Eğer
başkasının mülkü değilse toplamakta herhangi bir beis yoktur. Ağaçlık bir yeri bir köyü veya bir
cemaate nispet etmek, kesinlikle onların mülkü olduğunu bilmedikten sonra toplanmasında
herhangi bir zarar yoktur. Vadi ve korularda olan meyve, kibrit ve zırnık da böyledir. Muzmerât.
«Odun toplayan bir kimse sadece onları kesmek suretiyle onları mülk edinmiş olur, isterse
bağlarını bağlamamış, onları bir yere derlememiş olsun.
«Eğer başkası tarafından tuzluk kılınmış yerden su alırsa herhangi bir tazminata mahkûm olmaz.
Eğer su tuza dönüşmüşse o suyu alamaz.
«Bir insanın mülkünde olan nehir tarafından getirilen çamuru hiç kimse olamaz. Eğer alırsa izinsiz
almış demektir ki, zâmin olur.»
Bunun benzeri Tatarhâniye'de de vardır.
«Ve ateşte ilh...» Bir kişi çölde bir ateş yakarsa o ateş kişi ile bütün insanlar arasında müşterektir.
İnsanlardan gelip de onun ışığıyla aydınlanmak isteyen. etrafında oturup elbisesini dikmek isteyen,
onunla ısınmak isteyene mani olunmaz. Ondan lambasını yakmak isteyeni de ateş sahibi men
edemez. Kişi mülkü olan bir yerde ateş yakarsa o zaman insanları kendi mülkünden yararlanmaktan
men edebilir. Kişi kendi lambasının fitilinden bir şey almak veya ateşin közlerinden almak isteyene
mani olabilir. Çünkü fitil ile közler onun mülküdür. İtkâni, Şeyhulislâm'dan.
Ez-Zahîre adlı kitapta şu hüküm yer almaktadır: «Kişi közden bir şey almak istediği zaman, eğer
kıymeti olan bir şeyse ve onu odun, kömür yapıyorsa köz sahibi o közü ondan geri alabilir. Eğer az
bir şeyse onu geri alamaz ve sahibinin izni olmaksızın da böyle az bir şeyi alabilir.»
«O zaman mâlik'e şöyle denir: ilh...» Eğer mubah ve mülk araziye yakın bir arazide bitki
bulunmuyorsa böyledir. T. Hindiye'den.
Bu bitki, kişinin dahli olmaksızın mülkünde bittiği ve kişinin kesip toplamaksızın orada bulunması
halinde böyledir. Fakîhlerin kelâmının zahirinden anlaşılıyor ki, kişinin mülkünde yakılan ateş böyle
değildir. Binâenaleyh, isteyene o ateşi dışarı çıkarmak, böyle bir kimseye vâcip değildir.
Görebildiğim kadarıyla bu iki mesele arasındaki fark şudur: Ortaklık, su ve bitkinin aynında insanlar
arasında sabittir, fakat ateşin közlerinde değildir. Binâenaleyh mülkünde ateş yakan, ateş isteyene
ateşin közlerini onunla ısınsın diye çıkarmak mecburiyetinde değildir. Çünkü başkası közde onun
ortağı değildir ve bundan dolayıdır ki mülkünde yakılmış veya yakmış olduğu ateşin közlerinden
alan bir kimseden, eğer o közler kıymet taşıyorsa, geri almak yetkisi vardır. Ama mülküne
sokmadığı su ve bitkinin hükmü böyle değildir. Eğer su ile bitkiyi birisi onun arazisinden alırsa,
onları ondan geri alamaz. Çünkü onların aynısında insanların ortaklığı vardır. Düşün.
Sonra En-Nihâye'de şunu gördüm: Allah Rasulü'nün sabit kıldığı ortaklık ateştedir. Ateş ise ısının
cevheridir. Odun ve kömür değildir. Ancak odun ve kömürden alınan miktar kıymetsiz bir şeyse
adet yönünden men edilmez. Çünkü bu gibi şeye mani olan, muteannit (zorluk çıkartan, inatçı) kişi
demektir.
«Eğer ondan suyu menederse ilh...» Yani kuyu, havuz veya mülkünde nehir açan kişi, buralara
girmesine müsaade etmezse ve suyu da ona çıkartmazsa ve yakında su da yok ise, bu takdirde
silahlı mücâdeleye girilebilir.
«Fakat su isteyen kişi ve hayvanı, ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalmış ise bu mücâdeleye girebilir
ilh...» El-Kuhistânî: «O kişi veya hayvanı» şeklinde ifade etmiştir.
Ebû Yûsuf'un Harâc Kitabı'nda ve Tahâvî Şerhi'nde El-İtkânî'nin naklettiği gibi; «Veya hayvanı»
tarzında ifade kullanılmıştır. Yani insanın kendisi veya hayvanı tehlikeye girerse demektir.
«Bu takdirde silâhlı mücadele yapabilir ilh...» Çünkü bu su sahibi, suyu men etmek suretiyle onu
öldürmeyi kastetmiş demektir. Halbuki kuyudaki su, hiç kimsenin mülkü değildir. Bütün insanlara
mubâhtır. Ama kaba konulmuş su, bunun tam hilâfınadır. Hidâye.
«Çünkü Hz. Ömer'den gelen eser vardır ilh...» Hz. Ömer'in bu eserini El-İtkâni, Ebû Yûsuf'un Harâç
Kitabı'ndan nakfediyor:
«Bir kavim bir suya vardılar. O su sahiplerinden kendilerine kuyuyu göstermelerini istediler. Su
sahipleri bir türlü kuyuyu göstermediler. Gelenler: «Bizim boynumuz ve hayvanlarımızın boynu
nerdeyse susuzluktan parçalanacaktır. Bize kuyuyu gösteriniz. Ve bize su çıkarmak için bir kova


veriniz» dediler. Onlar bunu bir türlü yapmadılar. Bunun üzerine onlar Hz. Ömer'e gelerek şikâyette
bulundular. Hz. Ömer: «Niçin onlara silah çekmediniz» dedi.»
«Onunla silahsız kavga edecektir ilh...» Yani bu takdirde ne alırsa onun tazminatını öder. Çünkü
alınanın helâlliği zaruretten dolayıdır ve bu tazminâta daha önce Hazr ve İbâhe'nin başlangıcında da
takdim ettiğimiz gibi ters düşmemektedir. El-İtkâni dedi ki: «Eğer kişi kuyudan su çekmek için
kovayı görmüyorsa ve kova, kuyu sahibininse silahsız bir şekilde onunla mücadele edilecektir.
Eğer kova bütün insanlar için oraya konulmuşsa onunla silahlı mücadele edilecektir.»
«Eğer orada onun ihtiyacından fazla su varsa ilh. » Binâenaleyh onun da, oraya varanın da ölümden
kurtulmasına kâfi gelecek derecedeyse varan ondan bir kısmı alır, bir kısmı da sahibine bırakır.
Aksi takdirde sadece bir kişiye yetiyorsa, o su sahibine terkedilir. Nihâye.
«En evlâsı onunla silahsız savaşmaktır ilh...» ibaresine gelince: Müellif bu ibârede silâhla da onunla
mücadele etmesinin caiz olduğuna işaret ediyor.
Çünkü evlâ olan silahla mücadele etmemektir, ifadesinden silahla da, mücadele edilebilir, anlaşılır.
ylece bu bizim ylediğimize muvafıktır. Zeylâî.
Yani bu «Onunla silâhla mücadele eder» diye geçen ibareye muhalif değildir. Çünkü iki ibare de
cevaz noktasında ittifak etmişlerdir.
METİN
Kimsenin mülkü olmayan bir nehrin eşilmesinin masrafı Beytülmâl'den karşılanır. Eğer
Beytülmâl'de hiç bir şey yoksa halk da nehri açmaktan kaçınıyorlarsa zararı bertaraf etmek için onu
açmaya zorlanacaklardır.
Başkasının mülkü olan bir nehrin eşilmesi, o mülkte müşterek olanlara aittir, Onlardan bu işe
katılmayanlara zor kullanılacaktır. Bazıları: «Bu ikincisinde yani özelde başkasının mülkü olan
nehirde cebir yoktur» dediler.
Acaba hakimin emriyle nehri eşmeye katılanlar masrafların katılmayanlara ait olan kısmını geri
alabilecekler midir? Evet, alacaklardır.
Müşterek olan bir nehrin eşilmesi ve temizlenmesi için sarfedilen para, tâ en yükseğinden
başlayarak bütün ortaklara aittir. İçlerinden bir kişinin arazisini geçtikten sonra artık o kişi
arazisinden itibaren, arazisinden sonra olan eşilme masrafından kurtulur. İmâmeyn'e göre baştan
sonuna kadar hisselerine göre hepsinin bu masrafa katılması gerekir. Tıpkı şefe istihkakı hakkında
eşit oldukları gibi. Şefe ehlinin yani sadece o nehirden su içenlerin üzerinde açılma masrafı yoktur.
Bir kişi arazi dahi olmaksızın istihsânen şirb davası açabilir.
İZAH
«Nehrin eşilmesi ilh...» Bendinin duvarlarının yıkılmasından korkulursa duvarın ıslahı da böyledir.
Tatarhâniye.
«Yani onu kazımak ilh...» El-Kuhistânî: «Nehrin eşilmesi demek, çamur ve benzerini yatağından
temizlemek, çıkarmak demektir» diyor. Binâenaleyh «Kery=eşmek» kelimesi nehre hastır, sadece
nehir konusunda kullanılır. Bunun tefsiri olan «Hafr=kazımak» kelimesi El-Beyhakî'nin dediği gibi
tam onun tersinedir. Ancak, Mutarrizî'nin kelâmı iki kelimenin müteradif yani eş manalı olduğuna
delâlet eder
Şârih de El-Kuhistâni'nin bu naklini göz önünde tutmuştur.
«Memlûk olmayan nehirde masraf Beytülmâl'den alınır ilh...» Yani Nil ve Fırat gibi suyu taksimlere
(ark ve kanallara) girmeyen nehir. Kuhistânî. Yani «Beytülmâl'den alınmasının manası» haraç
malından, cizye malından alınır, demektir. Öşür ve zekâttan alınmaz. Çünkü öşür ve zekâtlar
fakirlerindir. Haraç ve cizyelerse bu gelen felâket ve ihtiyaçlar içindir. Hidâye.
«Halk onu eşmeye zorlanır ilh...» Yani nehri eşmeye gücü yeten halk, onu eşmeye zorlanacaktır.
Onların ücretleri, eşmeye gücü yetmeyen zenginlerin mallarından alınacaktır. Kuhistânî.
«Mülk olan bir nehrin eşilmesi ise o mülk sahiplerine aittir ilh...» Yani taksimlere dahil olmuş, âmm
(genel), has (özel) kısmı varsa, mülk sahiplerine aittir. İkisinin arasındaki ayırım noktası şudur: Şefe
istihkâkına sebep olan kısım hastır (özel)dir. Olmayan kısım ise âmm (genel)dir.
Bunun tahdidinde ihtilâf vardır. Bazıları: «Hâs, on kişinindir» veya «Bir tek köyün üzerinde olduğu
nehirdir» tarzında söylemişler; bazıları da : «Hâs, kırk kişiden aşağı şahıslara ait olan nehirdir»,
bazıları «yüz kişiye» bazıları «bin kişiden aza ait olan nehirdir. Bundan başkası da âmm (genel) olan


nehirdir» demişlerdir. En sıhhatli görüş bunu müctehidin reyine havâle etmektir. Müctehid hangi
kavli dilerse onu seçer. Kifâye, El-Hâniye'den özetle.
Biz, Şuf'a Bahsi'nde bunu takdim ettik. El-İtkânî dedi ki: «Lâkin en güzel, bu hususta şu görüştür:
Eğer bu yüz kişiden aşağı kimselere aitse ortaklık burada özeldir, hususidir. Aksi takdirde geneldir,
onda hepsi için şuf'a hakkı yoktur. Şuf'a ancak komşu için vardır.»
«Özel olanda cebir yoktur, denildi ilh...» Kuhistânî genel olan hakkında dedi ki: «Eğer onu
eşmekten imtina ederse veya bazıları ederse onu eşmeye cebredilir, zorlanırlar. Hususîde eğer
hepsi birden eşmekten imtinâ ederlerse icbâr edilmezler. Ancak bazı müteehhirin âlimleri icbâr
edilirler» demişlerdir. Eğer bazıları eşme taraftarı, bazıları imtina ederlerse imtina edenler
El-Hazâne'de yer aldığı gibi, en sahihe göre icbar edilir.»
Kuhistanî'nin : «Onlar cebredilemezler» ibaresine gelince; bu, El-Kifâye'de olduğu gibi rivâyetin
zâhiridir.
«Acaba ödediklerini geri alacaklar mı ilh...» Acaba eşmeye katılmayandan, yaptıkları harcamaların
hissesine düşeni geri alacaklar mıdır? Hidâye.
«Eğer hâkimin emri ile olursa evet, alırlar» Eşmekten kaçınanın dışında kalanlara hâkim «eşsinle
diye emretmişse, eşmelerinin ücretini o katılmayanın şirbten olan nasibinden kıymetine bâliğ
olacak kadar alacaklardır. Zahîre.
Zahîre'de şu hüküm de yer almaktadır. Eğer hâkime meseleyi götürmemişlerse acaba nafakadan
imtina edenin payına düşeni alacaklar mıdır? Acaba imtina eden payına düşen parayı vermeden,
onu içmekten men edebilecekler midir? Bazı âlimler «evet», bazıları da «hayır» demişlerdir.
Uyunu'l-Mesâil adlı kitabta zikrediliyor ki: «Birinci görüş Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf'un görüşüdür.
Fetvâ verilirken düşünülsün.» Özetle.
Bunun benzeri Tatarhâniye ve El-Bezzâziye'de de yer almaktadır. Bunun zahiri şudur: İki görüşün
hiç birisini diğerine tercih etmek söz konusu değildir. Onun için müftüyü muhayyer bırakmışlardır.
Fakat şarihin kelâmından Hidâye, Tebyîn ve başkalarından anlaşıldığına göre, eğer hâkimin emri
yoksa ücretin alınmaması görüşü tercih edilmiştir. Bunları söyledikten sonra bütün bunlar; «Ben
eşmem diye imtinâ eden cebredilemez» görüşüne binâendir. Onlar bu meseleleri bu görüş üzerine
dallandırmışlardır. Biz de daha önce cebrin sıhhatli oluşunu yani «icbâr edilecektir» görüşünün
sıhhatli olduğunu takdim etmiştik. Düşün.
«Tâ yukarısından hepsine ücret düşer ilh...» kavline gelince; bunun, açıklaması şudur: Eğer
nehirde ortak olanlar on kişi ise, o on kişinin herbirisine ücret düşer. On kişiden birisinin arazisini
geçtikten sonraki kısımda dokuz kişiye ücret düşer. Çünkü arazisi geçilen artık arazisinden
sonrasından yararlanmaz. Veylece gider. Kim ki en sonunda ise, en fazla ücret yükü ona
yükletilir. Çünkü o ancak nehrin kazılması onun arazisine yetişince faydalanacaktır. En büyük ücret
ona düşer. İkinci plânda ondan öncekine, üçüncü planda ondan öncekine ve tâ birincisine
gelinceye kadar böylece ücret hafifleşir.
«İmâmeyn, başından sonuna kadar hisseler nispetinde onlara ücret düşer ilh...» dedi. Fetvâ,
El-Kifâye ve başkası, El-Hâniye'den ve Kuhistânî de Tetimme'den naklettiklerine göre İmamın
görüşüne binâendir.
«Hisseler ile ilh...» Hisselerden maksat, sudan istifade ve arazi hissesidir. Hidâye.
UYARILAR :
1- El-Kuhistâni dedi ki: «Eğer nehrin ağzı kişinin arazisinin tam ortasında ise, kişi nehir bütün
arazisini aşmadıktan sonra nehrin harcamasına ortak olmaktan kurtulamaz. Tabii bu özel olan
nehirdedir. Nehir genel ise, köylerine ait nehrin ağzına yetiştikleri zaman sakinler ancak giderden
kurtulurlar.»
2- El-Bezzâziye'de denildi ki: «Çıkmaz bir sokakta özel olan bir yola gelince, onun ıslâhına ihtiy
olduğu takdirde, onun ıslâhı sokağın başlangıcından itibaren oturanların üzerinedir. Burada icmâ
vardır. Onlar bir kişinin önü geçildikten sonra bazı fetvâlara göre bu durum da tam nehir hakkındaki
hilâfın durumu gibidir. bazıları da icmâen kaldırılacaktır dediler.»
El-Hayriye'de şu fazlalık da vardır: «Eğer o sokakta oturanların bazıları masrafa katılmaktan
kaçınırsa bir görüşe göre cebredilir. Başka bir görüşe göre ise cebredilmezler.
Hassâf zikretti ki, hâkim isteyenlere şunu emredecektir: Onlar masrafa katılmaktan kaçınan kişiyi, o
yoldan payına düşen masrafı verinceye kadar yararlandırmayacaklardır.»


3- Dimaşk (Şam) şehrinde olduğu gibi artık pis suların (kanalizasyonların), dışa çıkan evlerin ve
sokakların keneflerinin aktığı sakatat, yani süprüntülerin ve kirlerin aktığı nehirlere gelince, böyle
bir nehrin açılmaya, eşilmeye ihtiyacı olduğu zaman acaba şirb nehrinin tam aksi midir? Yani onlar
eşmeye en yukarı noktadan tutup bir kişinin evine vardıklarında o kişi en yukarı noktadan mı
katılır? Nitekim El-Hâmidiye ve başkası bu şekilde fetvâ vermişlerdir. Çünkü herkesin kirlerinin
evinden çıkıp da nehrin sonuna kadar akıtılmasına ihtiyacı vardır. Ama evinden önceki evlerin
kanalında herhangi bir ihtiyacı yoktur. Binâenaleyh kim ki en yüksek, en yukarı noktada ise, daha
fazla o masrafı çekecek. Çünkü onun bütün nehre ihtiyacı vardır. Sonra ondan sonrası... Ve böylece
nehrin sonuna kadar kim en ileri noktada ise, o ileride olduğu nispette masrafın fazlasını
çekecektir. Sonunda olan kişi, onların hepsinden daha az masrafı yüklenecektir. Burada durum
tıpkı içme nehrinin aksinedir.
İki nehrin arasındaki farkın hülâsası şudur: İçme nehrinin sahibi arazisinden önceki kısmın
eşilmesine muhtaçtır. Tâ ki su arazisine gelsin. Ama pisliklerin aktığı nehre muhtaç olanlar, ancak
arazilerinin sonraki kısımlarının temizliğine ihtiyaçları vardır.
«Şefe ehlinin üzerinde nehri eşmek külfeti yoktur ilh...» Çünkü külfet, mâlik olana gerekir. İbâha
yoluyla o nehirden içme yetkisine sahip olana gerekmez. Bezzâziye.
Bir de ibâha yoluyla o nehirden içenler sayısızdır. Çünkü bütün dünya ehli bu yetkiye sahiptir. İtkâ
ve başkaları.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...