SULAMA FASLI İKİNCİ BÖLÜM
BİR UYARI
Dimaşk (Şam)'ın meskûn arazilerini ve hanelerinin çoğunu sulayan nehirlere gelince, eskiden beri
adet şudur: Arazi sahipleri o nehirleri tek başlarına eşerler, kanallarını temizlerler. Ev sahipleri bu
işleme katılmazlar. Halbuki her ev için o nehirlerden belli bir hak vardır. Evler satıldığında o
nehirdeki hak da onunla beraber satılır, satın alınır. Binâenaleyh bu bir içme hakkıdır ve onların
mülküdür. Mubah olmak suretiyle şefe hakkı değildir. Bunun muktezası şudur ki, onlar da arazi
sahipleriyle beraber bu nehirlerin açılmasında ortaktırlar. Nitekim daha önceki hükümden de bu
anlaşılmaktadır.
«İstihsanen arzın gayrisinde şirb davası sıhhatli olur» ibaresine geilncce; istihsânın vechi, nedeni
şudur: Bu içme, herkes tarafından istenen bir şeydir ve kendisinden yararlanılır. Onu arazisiz
olarak miras yoluyla, vasiyet yoluyla insan mülk etmek imkânına sahiptir. Nitekim bu hüküm daha
ileride gelecektir. Bazen içinde su olan yer, tek başına satılır, böylece sadece içme hakkının sahibi
olarak kalır. Fakat kıyasa göre böyle bir davanın sıhhatli olmaması gerekiyor. Çünkü bu ilâm kabul
etmeyecek şekilde meçhuldür.
METİN
Bir kişinin arazisi, başka bir kişinin de o araziden geçen nehri vardır. Arazi sahibi o nehri
arazisinden akıtmamak istiyorsa bu yetkiye sahip değildir. Onun hali üzerinde bırakacaktır.
Eğer nehir sahibinin elinde değilse ve arazide de nehir cereyan etmiyorsa, o zaman nehrin
kendisine ait olduğuna dair beyân kendisine düşer. Bu nehrin kendisinin olduğunu ve ondan
arazisini sulamak için vaktiyle su getirdiğini beyân edecektir. Bu noktaya binâen, bir nehre dökülen
başka birisinin damına, olduğuna veya yoluna dökülüyor ve bütün bunlar başkasının evinden
geçiyorsa; buradaki ihtilâfın hükmü, tıpkı şirb meselesindeki ihtilâf gibidir. Zeylaî.
Bir kavmin arasında müşterek bir nehirde sulama hususunda anlaşmazlık çıkarsa; bu nehir
arazileri miktarınca onların arasında müşterektir. Çünkü maksat arazileri sulamaktır. Ama yoldaki
ihtilâfları tam bunun tersinedir. Çünkü onlar yolun mülkiyetinde eşittirler. Evleri ister dar, isterse
geniş olsun, ona bakılmaz. Çünkü maksat yoldan gelip geçmektir.
Nehirde ortak olanların hiçbirisinin ondan bir kanal açıp götürmek veya onun üzerinde bir değirmen
kurmak yetkisi yoktur. Ancak herhangi bir suya, herhangi bir nehre zararı yoksa kendi mülkünde bir
değirmen kurabilir. Vikâye.
Su döndüren dolap gibi bir dolabı, taştan yapılmış bir köprüyü de o suyun üzerine kuramaz. Nehrin
ağzını genişletmek veya daha önce deliklere göre su verildiği halde suyu günlere taksim etmek
yetkileri de yoktur. Çünkü kadîm kıdemi (eski eskiliği) üzerinde bırakılır. Çünkü hak orada zuhur
etmiş oluyor. Veya payının yani o sudaki payının o sudan sulanmaya başka bir arazisine götürmek
yetkisi de yoktur. Bütün bunları onların rızasını almaksızın yapmaya kalkarsa yapamaz. Onlar izin
verdikten sonra bunu bozabilirler. Onlardan sonra varisleri de bozabilir. Suyun başında olanlar için
suyu diğerlerinin rızası olmaksızın kapatmaya yetkileri yoktur. Velev ki onun arazisini
kapatmaksızın sulamıyorsa dahi. Mültekâ.
İZAH
«Eğer nehir öbürüsünün elinde değilse ilh...» El-Kifâye'de denildi ki: «Nehrin onun elinde olmasının
alâmeti nehri eşmesi, kenarlarına ağaçlar dikmesi ve sair tasarrufatıdır.»
«Ve nehir şu anda orada akmıyorsa ilh...» Yani husumet anında, mücadele anında nehir akmıyorsa
demektir. (Daha önce de aktığı bilinmiyorsa o zaman açıklamak, delil getirmek mecburiyeti vardır.)
Eğer şu anda nehir akıyorsa veya daha önce aktığı biliniyorsa, o nehrin nehir sahibine olduğu
yolunda hüküm verilir. Ancak arazi sahibi bunu mülk edindiğine dair delil getirirse ona hak verilir.
Nitekim bu durum Et-Tatarhâniye'de böyle yer almıştır.
«Beyân ona düşer ilh...» Yani bir delil ile veya şahitlerle nehrin kendisine ait olduğunu ortaya
koyacaktır.
«Bu nehrin kendisinin olduğuna delil getirecektir ilh...» Yani mülkiyetini iddia ediyorsa delil
getirecektir. İnâye.
«Mecrasının kendisine ait olduğunu ileri sürerse ilh...» Yani suyun akmasında hakkı olduğunu ileri
sürüyorsa, demektir. İnâye.
Binâenaleyh konu değişiktir. Bu bakımdan Müellifin ibaresinde «vav» yerine «ev» kelimesini
getirmek yerinde olurdu. Nitekim El-Hidâye ve El-Multekâ'da «vav» yerine «ev» vardır. Mastar-ı
mimî'deki yani «mecrâ» kelimesindeki zamir suya veya nehre girer. Fakat bildin ki nehirden maksat,
onun rakabesi yani mülkiyetidir. Onun rakabesi de yatağıdır. Buna binâen zamirde istihdam vardır.
Yani zamir nehre raci olduğu zaman, nehirden başka mana anlaşılır, diğer zamanda da başka.
Bütün bunlara binâen müellifin daha sonra; «fî hâze'n-nehr» (bu nehirde) ibaresi sahîhtir, ama «fî
hâzihi'l-ard» (bu arazide) ibaresi olsa, daha doğru olurdu» diyene bu ters düşmektedir. Böyle diyeni
böyle demeye sürükleyen şu olsa gerek: Bazı şârihler «mecra» kelimesini «icrâ yeri» ile tefsir
etmişlerdir. Düşün.
«Buna binâen bir nehre dökülenin ihtilâf hükmü de bunun gibidir, ilh...» sözüne gelince, bu sözdeki
«El-Mesab» kelimesi «sularda arta kalanların toplandığı yer» anlamındadır. Kifâye.
«Oradaki ihtilâf hükmü tıpkı şirbde olduğu gibidir ilh...» Yani husûmet anında kişinin elinde değilse,
su akmıyorsa, kişi oradan gidip gelmiyorsa, ondan önce de bu bilinmemekteyse; bu takdirde artık
suların aktığı yer, oluk, yolun mülkiyetine veya daha önce burada suyunu akıttığına, gidip geldiğine
dair delil getirmek mecburiyetindedir. Fakat Ez-Zahîre'de Ebu'l-Leys'den gelen rivâyete göre, eğer
kişinin damındaki sular başka birisinin damına akıyorsa ve birinci kişinin orada eski bir oluğu yani
su akıttığı deresi var ise, ikinci evin sahibi onu men edemez. Bu istihsandır, âdet böyle cereyan
etmiştir. Bizim arkadaşlarımıza gelince, onlar kıyasa yapışmışlardır ve o, suyunu bu şekilde akıtma
yetkisine sahip değildir. Ancak orada su akıtma hakkına sahip olduğuna dair bir delil getirirse olur.
Fetvâ Ebu'l-Leys'in zikrettiğine binâendir.»
El-Bezzâziye'de şu hüküm yer almaktadır: «Biz de Ebu'l-Leys'in bu fetvâsını alırız.»
Ebu'l-Leys'in bu görüşü, «Eski eskiliği üzerinde bırakılır.» şeklindeki kaideye uygundur. Düşün.
«Bir kavmin arasında müşterek nehir varsa ve aralarında su alma hususunda anlaşmazlık çıkarsa
ilh...» Yani daha önceki zamanda nasıl sulama yaptıklarının keyfiyeti de bilinmemekte ise...
Bezzâziye.
«Çünkü maksat odur. ilh...» Yani sulamadan maksat, suyun akmasından yararlanmaktadır.
Binaenaleyh ne kadarıyla yararlanıyorsa o şekilde takdir edilir. Hidâye.
«Çünkü maksat gidip gelmektir ilh...» İbaresine gelince. yani bu, geniş evde de dar evde de aynı
şekilde kastedilmektedir. Hidâye.
Hulâsa şudur : Su, başlara göre taksim edilir, Sâlhânî.
El-Multekat'da evin sahasındaki ihtilâf da bunun bir benzeridir. Nitekim El-Kadâ' Kitabı'nın değişik
meselelerinde de bu zikredilmiştir.
«Hiç birisi o müşterek nehirden bir nehir açamaz ilh...» ibaresine gelince," çünkü böyle bir açışta
nehrin kıyısının kırılması ve müşterek bir yerin meşguliyeti oraya çıkar.
«Nehirde ortak olanlardan hiç bir kimse oradan kanal açamaz ilh...» Bundan anlaşıldığına göre
mülk nehir, büyük nehirlerin tam aksidir. Mülk nehirde bu hakkı vardır. Nitekim bölümün başında
geçti.
«Ancak müşterek nehrin üzerindeki mülkünde, nehre veya herhangi bir suya zarar vermeyen bir
değirmen kurulabilir ilh...» ibaresine gelince, onun sureti şöyledir; nehrin iki tarafı ile iç kısmı
kendisinin mülkü olacaktır. Başkasının da bu mülkte suyu akıtma hakkı bulunacaktır. İtkâni.
«Herhangi bir nehre veya herhangi bir suya zarar vermez ilh...» Yani nehir üzerindeki değirmen
zarar vermediği halde kurulabilir, demektir. El-Kâfi, ibaresinde, «vav» yerine «ev» kelimesini
kullanmıştır. Ed-Dürrü'l-Müntekâ'da denildi ki: «Buna binaen «vav» burada «El-Vikâye adlı esere
uyularak kullanılmıştır. El-Hidâye adlı eserde «vav», «ev» manasını ifade eder. Ta ki El-Kâfi'ye
uygun gelsin. Bunu El-Bâkânî söyledi.»
«Nehre zarar verme»nin manası açıkladığımız gibi bir tarafını kırmaktır. «Suya zarar vermen»nin
manası ise; suyun, üzerinde cari olmakta olduğu tarzını bozmaktır. Hidâye.
Yani su kişinin arazisindeki değirmene ulaşsın sonra altından nehre akıp gitsin diye kıvrımlaştırılır,
dolaştırılır. Bu taktirde diğerlerinin haklarının arazılerine varması gecikir ve azalır. İtkânî.
«Onların rızası olmaksızın su dolabı ve su ile çevrilen dolap veya köprü veya taştan yapılmış bir
köprüyü su üzerine kuramaz ilh...» ibaresine gelince, El-Muğrib adlı kitapta «Ed-Dâliye, pirinç
dövmekte kullanılan tokmak gibi başına büyük bir kepçe geçirilen ve onunla su alınan dolaptır.
En-Nâûra, su tarafından çevrilen dolaptır. El-Cisr, üzerinden yürünerek su geçilen şeydir. O ister
duvar şeklinde yapılmış olsun, ister yapılmasın. El-Kantara ise su üzerinden geçmek için inşa
edilen taş köprü demektir. Cisr, Kantara'dan daha geneldir. Çünkü cisr taştan da olur, başka
şeylerden de. Kantara ancak taştan yapılmış köprüye denir.»
Fakat El-İnâye'de, «Cisr, suyun üzerine konur ve kaldırılır, ağaç ve tahtalardan yapılan köprüdür.
Kantara, taştan ve kireçten konup da kaldırılmayan köprüdür» denilmektedir.
«Veya nehrin ağzını genişletme yetkisi de yoktur ilh...» Çünkü bu nehrin kıyısını kırmakla oluşur.
Hakkında fazla suyu böylece almış oluyor. Hidâye.
«Çünkü kadim yani eski eskiliği üzerinde bırakılır, ilh...» ibaresine gelince, El-Hidâye ve başka
kitaplarda da böyle zikredilmiştir. El-Kuhistânî dedi ki: «Bu ibarede şu işler vardır: Eğer bir kişinin
bir köyde değişik zamanlarda su almak hakkı varsa, onları aynı zamanda birlikte alması, ancak
diğerlerinin rızasıyla olur, değilse olmaz. Nitekim El-Cevâhîr'de de bu böyle yer almıştır. Fakat
Et-Tetimme adlı kitapta bunun caiz olduğu yazılmıştır.»
«Onların rızası olmasa o sudaki payını başka bir arazisine de getiremez ilh...» ibaresine gelince
çünkü ahid eskiye doğru uzanırsa onunla o nesne üzerinde hakkı olduğuna istidlâl edilir. Hidâye.
Yani bütün arazilerin sulandırılma yetkisi istikametinde, onun lehinde hüküm verilmesi gerekir.
Çünkü o bilinmediği takdirde su arazilerin miktarına göre taksim edilir. İtkânî.
Suyu birinci arazisinden sonuncusuna kadar götürmek maksadıyla sevk etme iradesinde
bulunduğu zaman da hüküm böyledir. Çünkü o hakkından fazlasını almış oluyor. Zira birinci arazi,
ikinci arazi sulanmazdan önce suyun bir kısmını çeker. Hidâye.
Hâherzâde zikretti ki: «Birinci arazisini su ile doldurdu ve oraya akan nehrin ağzını kapattı. Bu
doldurduğu su ile diğer arazisini sulayabilir. Çünkü böyle olduğu takdirde o hakkından fazla su
almış sayılmaz. Eğer su ağzını kapatmazsa ikinci arazisini birinci arazide biriken su ile sulayamaz.
Kifâye.»
«Onlar bunu nakzedebilirler ilh...» Çünkü bu, sulama hakkının âriyet olarak verilmesi demektir. Şirb
(sulama) hakkının şirb ile mübadelesi ile bâtıldır. Hidâye.
«En yüksekte oturanların diğer ortakların rızası olmaksızın nehri kapatıp suyu biriktirme yetkileri
yoktur ilh...» Çünkü diğerlerinin hakkını iptal etmiş olurlar. Eğer en yüksekte oturanın nehri
kapatması hususunda rıza gösterirlerse, o da hissesini sularsa veya, herkes sırasında suyu
kapatabilir, diye anlaşırlarsa caizdir. Çünkü hak onlarındır. Ancak bir levha ile suyu kapatma imkânı
olduğu zaman, nehrin dolmasına sebep olacak çamur ve başka nesnelerle kapatmaya yetkileri
yoktur. Çünkü bu, hepsine zarar vermektir. Bir de kapatmaktan meydana gelenin onlardan men
edilmesi demektir. Ama buna rıza gösterirlerse bunu da yapabilirler. Eğer onlardan birisine:
«sulama ancak kapatmakla olabilir» ise ve bu hususta hiç bir şeklide anlaşamazlarsa o en alttakiler
sulamaya başlar, onlar sularını tam aldıktan sonra daha üsttekilerin suyu kapatma yetkisi olur. İşte
İbn-i Mesud'un şu sözünün manası budur: «Nehrin en altında oturanlar tam manasıyla sulama
yapıncaya kadar en üst noktada oturanların âmirleridir.» Çünkü en altta olanlar en üstte olanları
nehri kapatmaktan men edebilirler. En üstte olanlar da uymak mecburiyetindedirler. Kime itaat
etmen gerekiyorsa, o senin âmirindir. İnâye ve Hidâye.
Ed-Durru'l-Muntekâ'da Şeyhülislâm dedi ki: «Bazı meşâyih İmamın (devlet başkanının) günlerle
taksimini güzel görmüşlerdir».
Yani onlar anlaşmaz ve suyu kapatmaksızın eğer yararlanamıyorlarsa, İmam onlar arasında suyu
günlerle taksim eder. Herkes kendi nöbetinde suyu kapatır ve istifade eder.
Ben derim kî: Fakat bu hüküm El-Multekâ ve El-Hidâye gibi metinlerde yer alan ifadelerin
hilâfınadır. Buna dikkatini çekiyorum, uyan.
Şu mesele kaldı: Dimeşk'in Burdî nehrinden ayrılan ırmaklarda olduğu gibi, eğer eskiden beri âdet
böyle cari olmuş ise ve bazı senelerde su azalır ve en altta olanlar, en üstte olanların nehri
kapatmalarından dolayı zarara uğrayacak olurlarsa; acaba «kadîm, kadîmliği üzerinde kalır»
diyebilir miyiz? El-İsmailiye'de ve ona tabi olarak El-Hâmidiye'de şu cevap verildi: «Böyle yapmak
şer'an memnudur. Çünkü müşterek bir malda ortakların rızası olmaksızın tasarruf olur. Daha önce
geçenlerin rızası daha sonra gelenleri bağlamaz. Binaenaleyh en alttan başlanılır, sonra üste doğru
geçilir.» Özetle.
Böylece El-Hayriye'de Burdî Nehri'nin bu özelliği sorulmuş, müellif: «Bu yasaktır» cevabını
vermiştir.
Müellifin bu hükmünün metinlerdekine binâen olduğu açıktır. Senin de malumundur ki meşayihin
güzel gördüğü «günlere taksim edilme»de genel zararın kaldırılması bahis konusudur, mücadele ve
husumetin önlenmesi göz önünde bulundurulmuştur. Çünkü şüphe yoktur ki herkesin bu suda bir
hakkı vardır. Suyun az olduğu devirlerde en alttakilere bunu tahsis etmek, en üsttekilerin zararına
olur. En üsttekilerine tahsis etmek de böyledir. Yine biliyoruz ki, su hepsi arasında müşterektir.
Bunun için onlar, yani meşayih, zikredileni güzel görmüşler ve buna razı olmuşlardır.
Sonra ben El-Hâkimuşşehid'in Kâfî'sinde buna delil teşkil eden bir ibare gördüm. Bu ibarede denilir
ki: «Eğer onlardan en üstte oturanlar, nehri kapatmadan arazilerini sulayamıyorlarsa onların altta
kalanlara nehri kapatmaya yetkileri yoktur. Ancak hisselerine düşen ile sulandırılırlar.»
«Onu ancak hisseleriyle sulandırılırlar» ibaresi bazı meşayihin istihsan ettikleri, güzel gördükleri
hükme işaret eder. Çünkü «hiç bir zaman sulamayacaklardır» denilmedi. Allah daha iyisini bilir.
METİN
Ortaklardan birisi müşterek bir yolda başka bir eve giden bir kapı yolu açmak istiyor. Ve o evin
sakinleri şu yola kapısı açılan yolun sakinlerinden başkaları ise men edilir. Fakat iki evin sakinleri
bir iseler o zaman ikinci kapının açılmasına mani olunamaz. Çünkü girip çıkanlar artmamıştır.
Sulama miras alınır. Onunla menfaatlenmek de vasiyet edilebilir. Onun satılmasını vasiyet etmek
ise bâtıldır. Sulama satılmaz, hibe edilmez ücret mukabili ve sadaka da verilmez. Çünkü zâhir
rivayete göre mutekavvim (değeri olan) bir mal değildir. Daha ileride geleceği gibi fetvâ da bu
şekildedir.
İZAH
«Müşterek yol gibi ilh...» Burada benzetmenin nedeni şudur: Kişi o nehirde sulama hakkına sahip
olmayan bir kimseyi sulamakla, su alma miktarını artırıyor. Buraya da yoldan geçme hakkına sahip
olmayan kimseleri yoldan geçenlere ekliyor. Kifâye.
Zahire göre meselenin şekli şudur: Kişinin iki evi vardır. Onlardan birisinin kapısı özel bir yola
açılıyor. Kendisi de orada oturuyor. İkinci evin kapısı başka bir yola açılıyor. Onun arkası ise özel
yoldadır. Orada da başkasını ya ücretle veya âriyet yoluyla oturtmaktadır. İşte bu kişi birinci evin
yoluna ikinci evin kapısını açamaz. Çünkü o yoldaki hak sahiplerinin rızasını almaksızın o özel
yolda gelip geçme hakkına sahip olmayan bir kimseyi ortak etmiş oluyor.
«Çünkü geçenlerin adedi artmaz ilh...» ibaresine gelince; kişinin o yoldan geçme hakkı vardır ve
katıksız kendi mülkü olan bir yerde tasarruf etmektedir. O da yükseltilmiş duvarıdır. Zeylânî.
Zeylaî'de şu da var: Aradan geçen zaman uzayıp o yolda hakkı olmayan evi satabilir. Evi satın alan
da : «Benim buradan geçiş hakkım vardır» diye iddia edebilir ve daha önceki fiili de kendisine delil
getirebilir. T.
Bu durum hakkında ben derim ki: Nuru'l-Ay'ın otuz beşinci faslında bu meseledeki ihtilâf zikredildi.
Müellif dedi ki «Kişinin çıkmaz bir sokağa açılan bir evi vardır. Ve bunun yanında arkası bu sokakta
bulunan bir ev satın aldı. «Bu takdirde, kişi bu sokağa evinin arkasından bir kapı açabilir.»
denilmiştir. Bazıları da «açamaz» dediler. «Eğer kişi bu satın aldığı evinden eski evine bir kapı
açarsa ve o kapıdan ilk evine girilip oradan sokağa çıkılırsa, kendisi bu evde oturdukça böyle bir
hakka sahiptir. Fakat bu ev bir kişinin, öbürü de başka bir kişinin olduğu zaman bu evin sahibi söz
konusu sokaktan gelip geçemez.» Aradaki farkın açıklanması. Câmiu'l-Fusûleyn'dedir. Oraya
müracaat et.
B İ R E K
Kişinin nehrin dibinde bir su yolu vardır. Onu kapatıp başka birini suyun üst tarafından açmak
istediği zaman bu yetkiye sahip değildir. Ancak çıkmaz sokağın en yükseğinde kapısını yapmak
istemesi bunun tam hilâfınadır. Eğer daha çok su alsın diye o yolu, yerinden daha aşağıya indirmek
istiyorsa, El-Halvânî der ki: «Eğer bu yol daha önce öyle idi, sonra yükseltildi diye biliniyorsa bunu
yapabilir.» Es-Serahsî de: «Mutlaka bunu yapabilir. Kendisinden su azalsın diye yolu yukarıya
kaldırmak isteğinde de bu hilâf bu şekildedir» dedi. Tatarhâniye'den özetle.
«Sulama miras bırakılır. ilh...» Çünkü miras yolu ile mülk, kasten değil, hükmen vaki oluyor. Bir şey
kasten sabit olmuyorsa da hükmen sabit olabilir. İçki gibi. Hükmen miras yoluyla mülk olunur.
Fakat kasten mülkün diğer sebeplerine başvurarak mülk olmaz. Nerede irsiyet (miras almak),
cereyan ederse, orada vasiyet de cereyan eder. Çünkü vasiyet irsin kardeşidir. Hibe ve
benzerlerinde ise akit kasten onun üzerine varid olduğu için sulamada bunlar olmaz. İtkânî'den
özetle.
«Sulamadan rnenfaatlenmeyi vasiyet edebilir ilh...» Ve bu vasiyet, malın üçte birisinden itibar edilir.
Bazıları dedi ki: «O memleketin ehlinden olan kıymet takdir edenlerden sorulur: Eğer âlimler onu
münferiden satmasının caiz olduğunda ittifak etmeseler, acaba kaça satılır? Eğer onlar: «Yüze
satılır» deseler bu yüz, malın üçte birinden itibar edilir. Tıpkı müdebber bir köleyi telef etmekte
olduğu gibi. Alimlerin ekserisi şu kanaattedir ki, şu sulama hakkına suya en yakın arazilerden bir
miktar eklenir ve: Bu arazi bu haliyle sulu olduğu ve susuz olduğu zaman kaça satılır? ona bakılır.
Tatarhâniye.
Yani bu iki takdirin arasındaki fazlalık sulamanıa kıymeti olur, vasiyet onun üçte birinde kabul edilir.
«Sulama hakkını satmayı vasiyet etmek bâtıldır ilh...» sözüne gelince, daha sonra gelen «onu
vasiyet edemez» ibaresi buna gerek bırakmaz. T.
Yine T. de Hindiye'den nakledilerek denildi: «Kişi arazisiz olarak sulamanın üçte birini Allah
yolunda, hac yolunda veya bir köleyi azad etmede sarf edilsin diye vasiyet etse, doğrudan onun
satışını vasiyet etmek oluyor. Zira Allah yolu, hac, bir kölenin azadı ancak onun bedeli ile mümkün
olur.» Hindiye.
«Sulama satılmaz ilh...» Zâhir rivâyette bir gün veya daha fazla zamanın sulama hakkı satılmaz.
Satıldığı takdirde fâsittir. İmam Muhammed bunu açıkça belirtmiştir. Nedeni de meçhul
olduğundandır. Yoksa mülk olmadığından değildir. Aksi takdirde alış-veriş bâtıl olur. Halbuki
sulamanın yerle beraber sahîha göre satılması caizdir. Dürrü Muntekâ. Yani yere tabi olarak satılır.
Nitekim El-Bezzâziye'de denildi ki: «Eğer kişi 'şu araziyi sana sattım ve o yerin sulamasını da sana
sattım' dese bir görüşe göre şirb (sulama hakkı)nın alış-verişi caiz olmaz. Çünkü sulamanın
satılması kastedilmiş oluyor. Diğer bir görüşe göre câizdir. Çünkü kişi sulamanın herhangi bir
fiyatını zikretmediği için sulama, yerin tebaiyetinden çıkmamış oluyor. Ancak kişi sulamanın fiyatını
söylese, ittifakla caiz olmaz. Çünkü o her yönden asıl olmuş oluyor. Eğer kişi bir araziyi başka bir
arazinin sulamasıyla beraber satarsa, İbn-i Selâm'dan gelen rivâyete göre caizdir. İcâra verirse caiz
değildir. Çünkü alış-verişte sulama kıymetlendirildiği noktadan bakılırsa başlı başına bir asıldır.
Aynısı bakımından bakılırsa yerin tabidir. İşte tabi olmak hasebiyle de yersiz satılmaz. Asıl olmak
hasebiyle de herhangi bir araziyle beraber satışı da caiz oluyor. İcare meselesinde ise her
bakımdan tabidir, onun için caiz olmaz.» Özetle.
Şurunbulâlî'nin sulama hakkında bir risalesi vardır. Orada sulamanın sıhhatli ve fasit şekillerini bir
cetvel halinde vermektedir. Oraya müracaat et!
Şurunbulâlî'de zikredildi ki: «Sahih şudur: Sulamada icâre caiz olmadığı gibi, satışı da câiz değildir.
Bu da bahsi geçen meseledeki icarenin durumu gibidir.»
«Nitekim gelecektir ilh...» ibaresine gelince, yakında gelecek ibare şudur: «Onu itlâf etmekle insan
zâmin olmaz.» Lakin onu itlâf etmekle zâmin olmamak onun kıymetlendirilen bir mal olmadığına
dairdir. Nitekim bu, El-Hidâye'de açıkça zikredilmiştir. Binaenaleyh fetvâ onun mütekavvim
olmadığı şeklinde verilmiş oluyor.
METİN
Sulamayı satmayı, icara ve sadaka olarak vermeyi vasiyet edemez. Sulama hul bedeli, amcanın kan
bedeline karşılık sulh bedeli, nikâh mehri olamaz. Bu akitler sahih olsa bile böyledir. Çünkü bu
akitler fasit şart ile bâtıl olmaz. Zira sulama herhangi bir sebeple mülk alınmaz. Öyle ki borçlu
olduğu halde ölürse; sulama hakkı arazi olmadan satılamaz.
Eğer hiç arazisi yok ise, denildiğine göre her nöbetteki su hakkı, bir havuzda toplanıp satılır ve bu,
borcu ödeninceye kadar sürdürülür.
Bir diğer görüşe göre ise, İmam sulama hakkı olmayan bir araziye bakar, o araziyi sulama hakkına
katarak sahibinin rızasıyla satar. Böylelikle arazinin sulama hakkı ile birlikte kıymetine ve bu hakkı
olmaksızın kıymetine bakar. Her iki kıymet arasındaki farkı ölenin borcuna karşılık olarak öder.
Bunun geri kalan kısmı Zeylaî'dedir.
Arazisini su ile dolduran, arazisinden komşusunun arazisine su sızar ve onu kapsarsa zâmin
olmaz. Çünkü kastı olmaksızın buna yol açmıştır. Bu kişi arazisini âdet yönünden tahammül
edeceği bir tarzda suldadırırsa böyledir. Aksi takdirde zâmin olur. Fetvâ da buna göredir.
Ez-Zahîre'de bu konuda hüküm şöyledir: Kişi sulama sırasında ve hakkı kadar arazisini sularsa
böyledir. Arazisinin nöbeti olmayan bir zamanda sular ve hakkından fazla su verirse İsmail
Ez-Zâhid'in söylediğine binaen zâmin olur. Kuhistânî.
Arazisini veya ziraatini başkasının suyundan onun iznini almaksızın sulayan bir kimse, Asl'ın
rivayetine göre zâmin olmaz. Fetvâ da bunun üzerinedir. Vehbâniye Şerhi.
İbn-i Kemal'in El-Hulâsa'dan nakli de böyledir. Çünkü daha önce suyun mütekavvim olmadığı geçti.
Buna rağmen eğer bu sulandırdığı yerin mahsulünü sadaka verirse daha güzeldir. Çünkü haram su
onun içerisinde kalmıştır. Gasbedilen hayvan yemini hayvanına yedirirse hüküm bunun hilâfınadır.
Çünkü onunla semizlendiği zaman o gıda maddesi değişir, başka bir şey olur. Kuhistânî.
Eğer izinsiz sulama bir kaç defa tekerrür ederse tazminat yok, fakat İmam uygun görürse onu
vurmak veya hapsetmek suretiyle edeplendirir. Tatarhâniye.
Bu hükmün tamamı El-Vehbâniye'nin Şerhi'ndedir. Dedi ki: «Belh şehrinin bazı âlimleri sulama
hakkının satılmasını caiz görmüşlerdir. Çünkü Belh Ehli böyle teâmul edegelmişlerdir. Kıyas ise
teâmül dolayısıyla terk edilir.»
Fakat onun bu görüşü o, teâmülün bir tek memleketin teâmülü olmak yönünden tenkit edilmiştir.
En-Nâsihî: «Böyle bir durumda zâmin olur» şeklinde fetvâ vermiştir. Bunu Cevâhiru'l-Fetvâ'da
zikretti, ve dedi ki: «Onun satışının sıhhatli oluşuna dair hüküm geçerlidir.» Hıfzedilsin.
Ben derim ki: El-Hidâye ve şerhlerinde Fâsid Bey' bölümünde. «Kişi itlâf etmekle zâmin olur. Eğer
kendisine ait olan arazisini başkasının suyu ile sularsa, ona tazminat öder» denilmektedir.
En-Nikâye de aynı bölümde bunu kesin olarak belirtmiştir. Anla.
Ben derim ki: Daha önce fetvânın neyin üzerinde olduğu bundan önce geçti. Binaenaleyh uyan.
El-Vehbâniye'de şu beyitler yer almaktadır:
Başkasının suyu ile sulayan zâmin olmaz. Bazı kimseler «zâmin olur» demişlerse de bu zâmin
olmaz hükmü daha açıktır.
«Fakihler nehrin taraflarında bulunan toprağı nehir sahibinden izinsiz alınmasını caiz
görmemişlerdir.»
«Eğer bir nehri eşerler, onun toprağını atarlarsa, eğer nehrin hariminde ise o toprağı oradan
nakletmekle zâmin olunmayacaktır.»
İZAH
«Su, hul' bedeli olmaz ilh...» Bundan maksat herhangi kaba, özel bir yere boşaltılmış sudur.
Binaenaleyh hanımıyla hul' yapan bir kişinin sulamada herhangi bir payı olamaz. Kadının daha
önce ondan aldığı mehri geri vermesi gerekir. Çünkü kadın «sana hul' bedeli olarak sulamayı
veriyorum» demek suretiyle onu kandırmıştır. Nitekim kadın, kocası ile evinde bulunan emtia
üzerinde hul' yaparsa. evinde de hiçbir şey bulunmazsa daha önce almış olduğu mehri geri
verecektir. Kifâye.
«Sulama sulh bedeli de olmaz ilh...» Fakat kısas, sulh kabul edildiğinden dolayı düşer. Lâkin katilin
yani öldürenin diyeti ödemesi gerekir. Çünkü veli diyet hakkının karşılıksız düşmesine razı
göstermemiştir. İtkânî.
Eğer bu sulh kısastan ötürü değilse müddet davası üzerindedir. İnâye.
«Nikâh mehri de olmaz ilh...» Bu takdirde kadına mehr-i misli verilir. İtkâni.
Ed-Dürrü'l-Muhtekâ'da şu hükümler eklenmiştir: «Borç verilmez, rehin verilmez, âriyet verilmez.»
«Çünkü bu akitler fâsid şartlar bâtıl olmaz ilh...» Yani bedelle olan bu akitlerde bedel kıymetli
olmayan bir malla yapılmaktadır. Yanı fâsit şart durumundadır. Oysa bu akitler fâsit olan şartlarla
bâtıl olamazlar.
«Çünkü sulama herhangi bir sebeple mülk edinilmez ilh...» ibaresi ikinci bir illet, veya şartı fâsit
oluşlarının anlamını açıklamadır.
«Denildi ki: Su her nöbette bir havuzda toplanır, satılır, ölünün borcu ondan ödenir ilh...» El-Hidâye
bunu tashih ederek şöyle dedi: «Eğer buna imkân olmazsa, ölünün terekesi namına susuz bir arazi
satın alınır, sonra su ile birlikte İmam onu satar. Onun parasından o susuz arazinin parası çıkartılır.
Fazla kalanda borcun edâsına sarf edilir.»
«Çünkü mütesebbip olduğu halde saldırgan değildir ilh...» Burada kişi kuyu kazan ve arazisine bir
taş koyan kişi gibidir. Böyle bir kuyuya düşen veya o taşa takılan ve telef olan bir nesneyi kişi
zâmin olmaz.
«Aksi takdirde zâmin olur ilh...» Tıpkı evinde, benzeri adeten evlerde yakılmayan bir ateş yakan ve
ateşten ötürü komşusunun evinin yanmasına sebep olan kişi gibidir. Eğer arazisinde delikler varsa
ve o deliklerden su akarak komşusunun arazisini basmışsa ve kendisi bundan haberdar ise yani
delik olduğunu biliyorsa, zâmin olur. Aksi takdirde zâmin olmaz. İtkânî.
«Ez-Zâhîre'de: Bu, nâbetinden hakının miktarı kadar suladığı zaman böyledir. ilh...» İşaret, yani bu
kelimeyi ifade eden ism-i işaret, zâmin olmamaya racidir. Nitekim Ez-Zahîre'de açıkça ifade
edilmiştir ki; mutad olarak sularsa zâmin olmaz.
«Fakat nöbetinin gayrisinde sularsa ilh...» İster mutad şekilde olsun ister olmasın, zâmin olur.
Nitekim işaret merciinden zikrettiğimiz de bunu ifade eder. T. dedi ki: «Fetvânın neye göre
verildiğinî bildin. Yani mutad olan da başkası da fetvâda nazarı itibara alınır.»
«Nitekim İsmail Ez-Zâhid'in dediği gibi ilh...» sözüne gelince, bu söz, buradaki hükmün daha önce
zikredilenden ayrıldığını, cumhurun birinci görüş üzere olduğunu ifade eder. T.
Bazı nüshalarda «Ez-Zâhid» kelimesi yerine «Ez-Zâhidî» şeklinde yani nispetle yer almaktadır.
Nitekim El-Kuhistânî'de böyledir. Fakat Ez-Zahîre ve başka kitaplarda gördüğüm, yay'ı nispetsiz
yani Ez-Zâhid şeklindedir.
«Çünkü suyun mütekavvim olmadığı daha önce geçti. İlh...»
Arazisini başkasının suyundan onun izni olmaksızın sulayan bir kimse zâmin olmaz. Ez-Zahire'de
denildi ki «Zâmin olmaması iki yönden ileri geliyor:
«A) Birincisi; O suyu şefe hakkından dolayı istihlâk edebilir. Kim ki bir şeyin istihlâkine herhangi bir
şeyde mâlik ise ve onu başka bir yönden istihlâk ederse zâmin olmaz. Dârulharbe giren bir kişinin
hayvan yemlerini istihlâk etmesi halinde zamin olmaması gibi. Çünkü o hayvanına onu vermek
suretiyle istihlâk hakkına sahiptir.
«B) İkincisi; Su kaplarla ihrâz edilmeden yani özelleştirilmezden önce hiç kimsenin mülkü değildir.
Binaenaleyh bu kişi başkasının mülkü olmayan bir şeyi itlâf etmiş demektir.»
«Eğer onun mahsulünü sadaka verirse güzeldir ilh...» Bu ibâre onun mahsulünü sadaka olarak
vermenin vâcip olmadığına işaret eder.
Ancak tenezzüh için yani şüpheli olduğundan uzaklaşmak için verilir.
El-Kuhistâni'de deniliyor ki: «Et-Tetimme adlı kitapta şu hüküm yer almaktadır: Su, onun sırası
olmadığı bir zamanda bir zâhidin bağına girmişti. O zâhid o bağın kesilmesini emretmiş. Bazıları
da; bağından ıslanmış toprağı attırmıştır; dediler. El-Fakîh dedi ki: «Ben bunu emretmiyorum. Eğer
mahsulünü sadaka verirse daha güzel ve daha efdaldir.»
«Çünkü haram olan su o mahsulde vardır ilh...» Bu ibâre sadaka verilmesinin vâcip olmasını
gerektirir. Bununla beraber bu, ancak müftâbihin karşılığı olan görüşte ortaya çıkar ki; o da kişi
bunu mülk edinir ve onun sahibine, eğer biliyorsa, tazminat öder.
«Fakat gasp edilen yem böyle değildir. Çünkü hayvan tavlandığı zaman o yem yok olur, başka bir
şey olur, ilh...» Yani kan olur, ters olur veya et veya başka şey olur. Hayvan sahibinden hayvanını
sadaka vermesi istenmez. T.
«Eğer bu yaptığı tekerrür ederse ilh...» Yani zaman zaman bunu işlerse İmâm onu tedib eder.
Şerhu'l-Vehbânîye'de El-Hâniye'den nakledilerek denildi ki: «Eğer zaman zaman bunu işlerse
edeplendirilir.» T.
«Bunun tamamı Şerhu'l-Vehbâniye'dedir ilh...» İbaresine gelince; bu şerh Allame İbn-i Şahne'ye
aittir. Bu âlim orada hülasası şu olan bir hükmü zikretti:
Tarsusî daha önce bahsedilen ta'lilden yani «su ihraz edilmezden önce mülk edinmez» ibaresinden
bunun mubah olduğunu anlamıştır. Fakat Nâzım bunu şerhinde: 'Böyle bir şey lâzım gelmez' diye
reddetmiştir: Belki bu su mülk olmaz, fakat hak edilir. Çünkü El-Hâniye'de: «Kişinin izin
alınmaksızın başkasının suyunu kullanma yetkisî yoktur, velev ki buna muhtaç olsa dahi»
denilmektedir. El-Uyûn'da ise: «Bunu yapamaz, velev ki buna mecbur olsa dahi» denilmektedir.
Çünkü başkasının malını almaktaki ruhsat, nefsin helâk olmasından korkmaya bağlıdır. Oysa
burada nefsin helâkı söz konusu değildir. Eğer böyle bir şey yaparsa onun üzerinde tazminat
yoktur. Bununla beraber Tarsûsî dedi ki:
«El-Uyûn'un kelâmı, din bakımından bunun kullanılmasının câiz olmamasını gerektirir. Binaenaleyh
bunun izinsiz mübah olmadığına fetvâ vermek uygundur. Ama buna rağmen kişi işlerse hükmen
kişinin boynunda herhangi bir tazminat bahis konusu değildir.» Anla.
«Dedi ki: Belh meşayihinden bazıları, sulamanın satılması caizdir demişlerdir. ilh...» Yani
Vehbâniye'nin Şerhi'nde faslın başında böyle söylenmiştir. Anla.
«Onun satışının sıhhatli oluşuna dair hüküm infâz edilir ilh...» Çünkü hakkında içtihât edilen bir
fasla tesadüf eder. Lakin şu anda (İbn Abidin kendi zamanını kastetmektedir.) hakimin hükmü,
mezhebinin muhtemed görüşü değilse infâz edilmez.
«Anla» ibaresine gelince, umulur ki müellif bu ibare ile El-Hidâye üzerinde varid olan ihtirâza işaret
etmektedir. O ihtiraz da şudur: Onun «burada zâmin olmaz» sözü Fâsid Alış-veriş mevzuunda bir
rivâyete göre onun satışı caizdir ve bu da Belh Meşâyihi'nin tercihidir. Çünkü bu onun sudan
payıdır; bunun için onu itlâf etmekle zâmin olur ve onun verilen sermayeden de nasibi vardır,
ibaresiyle çatışmaktadır. Yani onun «Bunun için telefte zâmin olur» sözü fetvâ verilen noktanın tam
zıddıdır. Ta'lilin durumu olduğu gibi her ne kadar burada tazminatın üzerinde ittifak olduğu vehmini
verse de, bu fetvâ verilen noktanın karşısına binaendir.
«Ben Derim ki: «Fetvânın neyin üzerinde olduğu daha önce geçti ilh...»
ibaresine gelince; o da zâmin olmaz, çünkü sulama kıymetlendirilecek bir şey değildir.
Ez-Zahîrîye'de bu tashih edilmiştir.
«Uyan» sözüne gelince; yani En-Nâsihî'nin fetvâ verdiği nokta ile En-Nikâye'de olan ve
El-Hidâye'nin Bey' konusunda olan muftâbihin hilâfıdır.
Şairin şiirinde: «Bir sulayan» ibaresi burada gereksizdir. T.
«Fakihler nehrin etrafındaki toprağın nehir sahibinin izni olmaksızın alınmasını caiz görmemişlerdir
ilh...» Yani eşmek suretiyle çıkarılan ve nehrin iki tarafına atılan toprak, bazı kimseler tarafından
denilmiştir ki: «Kim onu o kenarlara koymuşsa, eğer nehre de zararı yoksa o onları alabilir.»
Bazıları tarafından da denilmiştir ki: «Bu, nehir sahipleri arasında müşterek bir maldır.» Nazımda
zikredilen de budur.
Bazıları tarafından denilmiştir ki: «Eğer nehre zarar vermiyorsa kim alırsa ona mubahtır.» Çünkü
eşen bir kişi, o toprağı mülk edinmeyi kastetmemiştir. Binaenaleyh o toprak tıpkı nehrin güzel
akması için nehrin içindeki otları koparan bir kişinin o otlara karşı olan durumu gibidir. Herkes o
otları alıp götürebilir ve Şeyhu'l-İslâm bunu tasvip etmiştir. El-Kınye'de: «Bu cidden güzel bir
görüştür» denilmiştir.
Şairin; «İzin almaksızın ilh...» ibaresine gelince, daha önce bildin ki, şair o toprağın müşterek
olduğunu söyleyen görüşü esas almıştır. Binaenaleyh şair tarafından iznin şart koşulması buna
binaendir. Anla.
Şairin: «Eğer bir nehir eşerlerse ilh...» ibaresine gelince; bu şiirin ikinci parçası müellifindir. Bu
parça ile aslın nazmını bozmuştur. Çünkü bu iki meseleyi ihtivâ etmektedir. Birincisi: Bir kavmin
nehri vardır, başka bir kişinin arazisinde akar. O nehri eştiler. Toprağını nehrin kıyılarına attılar.
Eğer attıkları toprak nehrin harîmine geçmiş ise o toprağı nakletmekle alabilirler. Aksi takdirde
alamazlar. İkincisi: Eğer o nehir bir yolda akıyorsa durum yine böyledir. Allah hakikati daha iyi bilir.