24 Şubat 2012

Ergenekon Tertibi..2

Ergenekon Tertibi..2


Zaman ve Roj TV flash haberi duyurur. Basına sızan bilgilere göre Muzaffer Tekin’le başlayan ilişkiler ağını çözen Savcılık, Şemdinli dosyasını da istemiş ve olaylar arasındaki bağlantıyı kurmuştur. Buna göre AKP’nin iktidara gelmesi ile birlikte Genelkurmay içinde bir darbe ekibi kurulmuştur. Ancak Hilmi Özkök’ün Genel Kurmay Başkanı olması darbe planlarının başarılı olmasına engel olmuştur. Bunun üzerine çeşitli provokasyonlar ve mitingler düzenleyen darbe ekibi, savcılığın zamanında gözaltıları ile başarıya ulaşamamıştır. Bu arada Veli Küçük’ün evinde ele geçen belgelerde TSK içinde yasadışı bir kontrgerilla örgütlenmesinin varlığı tespit edilmiş, bu yapılanmanın başında o dönem Yaşar Büyükanıt’ın olduğu saptanmış, bu yapılanmanın PKK terörünün artması için PKK içinedki çeşitli unsurları kullanarak 2007 seçimleri öncesinde hükümeti yıpratacak bir terörist saldırı kampanyasına bizzat olanak sağladıkları tespit edilmiştir. Çeşitli gazeteler, televizyonlar, dernekler, partiler, yargı üyeleri ve bürokraside de geniş bir yapılanmaya sahip olan bu grubun ülkedeki tüm terör ve karışıklığın sebebi olduğu anlaşılmaktadır. ... Başbakan Tayyip Erdoğan operasyon ile ilgili basının sorularını yanıtlarken olayın kesinlikle TSK’ya mal edilemeyeceğini, Ordu’nun bizzat kendisine bağlı olduğunu, göz bebekleri olduğunu, ordunun kahramanlıkları sayesinde PKK terörünün durdurulduğunu açıklar. ... Genel Kurmay Başkanı yargıya müdahale etmek istemediğini bu nedenle açıklama yapmayacağını belirtir... ... Aynı gece Köşk... MİT Müsteşarı ve Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı Cumhurbaşkanı Gül’e brifing vermektedir. Operasyon hemen durdurulmazsa asker içinde bir grup genç subayın başında bulunduğu yapılanmanın yönetime el koyacağını bildirirler. Cumhurbaşkanı teşekkür eder ve çıkarlar. Gece 01.00: Cumhurbaşkanı Gül Başbakan’ı Köşk’e davet eder. Başbakan AKP MYK üyeleri ile olağanüstü toplantıdadır. Bazı AKP’liler Başbakan’ı bir darbe olasılığına karşı uyarırlar. Başbakan kendinden emindir, “artık bu iş bitti” der. Gece 02.30: AKP MYK üyeleri evlerine doğru yola koyulur. Gece 03.00: Başbakan’ın makam aracı Köşk’ün kapısından girer. Bir saat süren görüşmede Gül’ün uyarıları karşısında Başbakan düşünmek için süre ister. Gece 04.00: Başbakan eve döner. Gece 05.00: Bir askeri jip Başbakan’ın evine gelir. Kapıdaki koruma müdürü ile görüşür. Koruma müdürünün yüzü asılmıştır. Ben haber vereyim der. Teğmen izin vermez. Kapıya doğru yönelir Ve zili çalar... ... (TÜRKSOLU, sayı 172, 04/02/2008) Sıra Yaşar Paşa’da mı? AKP’nin Değil ABD’nin Operasyonu Kürt-İslamcı faşist çetenin Ergenekon tertibi beklendiği şekliyle ve içine beklenen isimleri de dahil ederek devam ediyor. Şemdinli’de astsubayla başlayan Ergenekon süreci, daha sonra Danıştay’la yüzbaşı kademesine yükselmiş, Şubat ayında ise tuğgenerallik mertebesine varmıştı. Son operasyonla birlikte rütbe orgeneralliğe kadar yükseldi. Astsubaydan orgenerale kadar her rütbeden emekli asker ve bir kısım muvazzaf askerin iki yıldır operasyonlarla tutuklanması hedefin Ordu’nun kurumsal varlığı olduğunu göstermeye yetiyor. Ancak Ordu neden hedef ve kimler hedef alıyor? Bu konularda kafalar henüz aydınlanmış değil. Burada iç içe geçen iki süreci birbirinden ayırdetmemiz gerekmektedir. İlki, AKP iktidarının muhalif kesimleri yok etmesi için yapılan operasyondur. Açık faşizme yönelen AKP, toplumsal hiçbir muhalif güç olmasının istememektedir. Bu nedenle “ulusal güçler”i hedef almıştır ve bu kesimler de birer birer Ergenekon’un içine dahil edilerek içeri alınmakta ve muhalefet bitirilmektedir. Ancak ikincisi çok daha önemlidir. Bu, Türkiye’nin ABD’nin Büyük Ortadoğu’suna uygun hale getirilmesi sürecidir. Esas belirleyen de budur. Bugün AKP’nin idare ettiği bir tertip süreci ile değil tümüyle ABD’nin idare ettiği bir süreçle karşıyayız. Burada daha önce de vurguladığımızı bir kez daha vurgulayalım: Tayyip Erdoğan bu süreci idare eden değil, bu süreç içerisinde güdülen konumdadır. Yakın çevresini oluşturan Kürt-İslamcı çete tüm tertipleri planlamakta, uygulamakta ve süreci şekillendirmektedir. Kürt-İslamcı çete bir CIA hücresidir ve asıl kontrgerilla da odur. Bu kontrgerilla çetesinin hedefi Türkiye’yi yalnızca Büyük Ortadoğu haritasına razı etmek değil aynı zamanda Güney Afrika modeline ikna etmektir. Güney Afrika Modeli Büyük Ortadoğu haritası Türkiye’nin küçülmesini ifade etmektedir. Türkiye için bunun anlamı güneyimizde kurulacak Kürt devletçiğini kabullenmektir. Bugüne kadar bu büyük oranda kabullenilmiştir de. Ancak bundan sonra işin önemli kısmı kalmaktadır geriye: Türkiye’nin kendi içindeki Kürt meselesini çözmesi. CIA’nın burada bulduğu yöntem Güney Afrika’da uygulanan yöntemdir. Türkiye Kürt meselesini kendisinin yarattığını kabul edecektir, Kürtlere karşı soykırım suçu işlediğini kabul edecektir, bu ırkçı geçmişiyle yüzleşecektir ve Kürtlerle barışacaktır. Dolayısıyla Ergenekon sürecinde belirleyici olan esas halka AKP’nin muhalif kesimleri yok etmesi değildir. Darbe hiç değildir. Önemli olan Kürt meselesinde Türkiye’nin ikna edilmesidir. Bugüne kadar Kürt meselesi emperyalizme bağlı bir sorun olarak algılanıyordu. Türkiye’yi bölmek isteyen emperyalist güçler ve Batılı devletler Kürtleri kışkırtmakta ve Türkiye’yi bölmeye çalışmaktaydı. Bu sadece dolaylı bir destek de değildi. PKK bizzat Batı tarafından silahlandırılıyordu. Şimdi Ergenekon’la birlikte bu anlayış yıkılmak istenmektedir. Buna göre Türkiye’de Ergenekon adı verilen bir derin devlet bulunmaktadır. Bu derin devlet Kürt meselesini kendisi yaratmıştır. PKK’yı kuran bu derin devlettir, silahlandıran da, Türk Ordusu’na saldırtan da. Dolayısıyla devletin bir kirli savaşı söz konusudur. Bebek Katili Apo’dan Bebek Katili Ordu’ya En son Taraf gazetesinde yayınlanan Dağlıca ile ilgili belge bu operasyonla ilgili en önemli belgedir. Buna göre Türkiye Dağlıca’da yapılacak PKK baskınını biliyordu ama hiçbir önlem almadı. Bunun anlamı açıktır, Türk Ordusu PKK’nın bu tür baskınlarından zarar görmemekte, PKK’ya karşı savaşını bu tür baskınları gerekçe göstererek sürdürmektedir. Böylesi bir gelişmeden varılacak yer bellidir. Bebek katili Apo’dan bebek katili Ordu’ya varılacaktır. O nedenle bugün gözaltına alınan ve yargılanmak istenen paşaların darbecilikle suçlanması şimdiki durumdur. Asıl hedeflenen paşaların Kürt soykırımından ve kirli savaştan yargılanmasıdır! O nedenle operasyonun boyutu çok büyüktür ve çok büyük yerlere kadar gidecektir. Burada yeniden Şemdinli’ye dönüleceğini beklemek kehanet değil işin doğasıdır. Bu bölgede görev yapan komutanlarımızın tümü hedeftedir. Yani yarın öbür gün gazetelerimizin bebek katili Apo değil Büyükanıt’mış manşetini attıklarını görürsek şaşırmamalıyız! O nedenle hedefin gerçek boyutunu kavramalı ve stratejimizi de buna uygun bir biçimde belirlemeliyiz. Yarın öbür gün Türkiye’de bir darbe tezgahı ile ilgili belgelerin ortaya çıkması beklenebilir ama bunun bir anlamı ve önemi olmayacaktır. Zaten böylesi uçuk teorilerle bir yere de varılamaz. Ama şunu beklemeliyiz: Dağlıca benzeri bazı belge ve görüntüler bazı gazetelere servis edilebilir. Mesela Türk Ordusu’nun bir köy yakma görüntüsü, işkence görüntüleri vb. görüntüler! Burada Taraf’ta yayınlanan belge önemlidir. Ama ilk belge değildir. Benzeri bir belgeyi bugün Ergenekon’dan tutuklu bulunan Doğu Perinçek’in 2000’e Doğru dergisi de yayınlamıştı: “Vur Emri” manşetiyle. Belgeyi ortaya çıkaran ise o dönem askerliğini yapan, bugün Cumhuriyet gazetesi yazarı ve sıkı bir ulusalcı olan Ümit Zileli’ydi! Kaldı ki onun gazetesi de bugün Ergenekon’dan sorgulanıyor. Demek ki bu siyasal düzende kimin hangi “taraf”ta olduğunu tespit etmek o kadar kolay değildir. Orgeneral’den Genel Kurmay Başkanı’na Ama ABD’nin kimleri hedef alacağını kimleri ise almayacağını rahatlıkla görebiliriz. Mesela savcıların derdi darbecilerle hesaplaşmak olsa Kenan Evren oracıkta durmaktadır, üstelik darbe girişiminde bulunmamıştır, darbeyi yapmıştır! Demek ki hedef darbeyici dövmek değilmiş... ABD Türk Ordusu’ndan geçmişin hesabını sormak istemektedir. Hatırlanacağı üzere ilk Körfez Savaşı sırasında Türk Ordusu ABD’ye karşı kararlı bir duruş sergilemişti. Ancak asıl önemli kopuş 1998 ile 2002 yılları arasında olmuştu. Önce İsmail Hakkı Karadayı daha sonra ise Hüseyin Kıvrıkoğlu dönemlerinde Türk Ordusu ABD denetiminin dışına çıkmıştı. Hilmi Özkök ile başlayan dönemde ise en tepede Amerikancı bir komutan olsa bile, diğer kuvvet komutanlıklarının yine ABD’ye mesafeli komutanlardan oluştuğunu görüyoruz. Bugün gözaltına alınan komutanların tümü de ABD’ye karşı tavırları ile bilinenlerdir. Bu elbette basit bir tesadüf değildir. ABD’ye karşı tavır alan komutanları içeri tıkarak ABD bugünkü ve gelecekteki komutanlara iyi bir gözdağı vermektedir. Demektedir ki komutan oldunuz diye istediğinizi yapmaya kalkmayın, 10 yıl sonra bile olsa sizi ele geçiririm. Tam da ABD’nin İran’a saldırısı öncesinde iyi bir gözdağıdır bu. Bu bakış açısından Ergenekon’u geriye ve ileriye doğru nasıl ilerleyeceğini rahatlıkla kestirebiliriz. Geriye doğru gidilecekse, önceki Genel Kurmay Başkanları Kıvrıkoğlu ve Karadayı’nın bu operasyona dahil edilmelerini bekleyebiliriz. Ancak bunun bir de ileriye gidişi vardır: Yani bir ay sonra emekli olacak şimdiki Genel Kurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın da bu operasyona dahil edilmesini beklemek son derece normaldir! Burada belirleyici olan kesinlikle AKP değildir. Bazı komutanların laiklik konusunda çok sert çıkışları olmuş olabilir, bunlar çok önemli değildir. ABD’nin kimi hedef alacağını görmek için PKK’nın tavrına bakmamız yeterli olacaktır: PKK kimi hedef alıyorsa, ABD de onu hedef alacaktır! AKP burada sadece uygulayıcıdır. AKP Kapanır, Ordu Tasfiye Edilir, Ama Kürt-İslamcı Çeteye Bir Şey Olmaz Burada bazı muhtemel sivil hedefleri de saptayalım. Bu operasyonda sıra bazı eski rektörlere gelecektir. Çünkü bu rektörler ulusal duruşları nedeniyle fişlenmişlerdir. Bazı yargı mensuplarına gelecektir sıra. Çünkü bazı emekli savcılar, hakimler yine ulusal tavırları nedeniyle kara tahtadadırlar. Ama bazı basın mensupları da hedef olacaktır. Bunlar Doğan, Ciner ve Karamehmet’e bağlı medya kuruluşlarıdır. Bugün Ergenekon’a karşı tavır alan ve içeri alınan bazı şahıslarla yakın irtibatı olan bir Aydın Doğan’ın içeri alınması belki çok inanılmaz gelmektedir ama bu soruşturmanın saçma sapan mantığına uymaktadır. Kısacası Ergenekon’da hedefler büyüktür. Burada kimi hedefler AKP’nin operasyonu ile sürece dahil edilecektir ama kimileri zaten ulusal tavır nedeniyle ABD tarafından mimlenmiş isimlerdir. Ama yine de operasyonu AKP-ABD ortak operasyonu olarak görmemek gerekir. ABD muhtemelen AKP’nin kapatılacağını da hesap etmektedir. Nitekim AKP’ye açılan kapatma davasına AB açıktan karşı çıkarken ABD sessiz kalarak aslında yargıya destek verdi. Bu demektir ki bir yanda Kapatma Davası ile AKP’nin işinin bitirileceği, diğer taraftan Ergenekon’la Ordu’nun işinin bitirileceği, ama sadece Kürt-İslamcı CIA çetesinin ayakta kalacağı çok daha büyük bir oyun tertiplemektedir ABD. Zaten ABD ve Kürt-İslam çetesi açısından önemli olan AKP ve Tayyip Erdoğan da değildir. Bu isimler gerektiği yere kadar kullanılmış, sözde Kürdistan’ın önünü açmış ve sonra da çöpe atılmış olacaklardır. Bir bakmışsınız yarınki Türkiye’de Şeriatçı yanı törpülenmiş yeni bir Amerikancı iktidar kurulmuş, Amerikancı bir Ordu kademesi tesis edilmiş... Sıra Yaşar Paşa’da mı... Ama o zamana kadar ABD Ordu karşıtı tüm adımları AKP’ye attıracaktır! Bu süreçte artık şunu bile bekleyebiliriz, Ergenekon şu an görevde bulunan komutanlara kadar bile genişletilebilir. Nitekim bunun yöntemini eski Genel Kurmay Başkanlarından Hilmi Özkök açıkladı. Kuvvet komutanlarını atayan ve görevden alan Başbakandır diye bir açıklama yaptı durup dururken. Eğer Tayyip Erdoğan kendisini güçlü görür ve böyle bir adımı atarsa, örneğin Genel Kurmay Başkanını öğlenleyin görevden alır ve emekli eder. Öğlenleyin emekli edilen Genel Kurmay Başkanı o anda sivil bir vatandaş olur. Ergenekon savcısı da akşam üzeri gözaltı kararı alıp, sabah paşayı evinden alabilir! Kısacası Türkiye’de normal işleyişin o kadar dışına çıkılmıştır ki artık her kesimden her şeyi beklemek mümkündür. (TÜRKSOLU, sayı 194, 07/07/2008) Ergenekon’a Karşı Demirci Kawa Operasyonu Ergenekon Operasyonunun Amacı Ergenekon operasyonu bir taraftan insanları içeri atarken diğer taraftan da dışarıdakileri denetim altına alıyor. Eğer mesele sadece suçluları yakalamak ve adalete teslim etmek olsaydı, bir yıldır Ergenekon’la ilgili bu kadar yoğun ve sürekli bir bilgi servisine ihtiyaç olmazdı. Bilgi servisi bu kadar yoğun olduğuna göre demek ki dışarıdakilerin yönlendirilmesi bu operasyonun önemli hedeflerinden birisidir, yani operasyon bir taraftan da halkın bilincini ele geçirmek için yapılmaktadır. Bu noktada operasyonun nasıl değerlendirileceği önem kazanmaktadır ve görünen o ki operasyona uğrayanlar bile aslında yanlış değerlendirme içindeler, kaldı ki operasyonu uygulayanlar bile gerçek amaçları tümüyle bilemiyorlar. Bu açıdan operasyonun hedeflerini teker teker ele almakta fayda var. Operasyon iki açıdan ele alınabilir, birincisi ABD’nin Türkiye’yi ve Türk Ordusu’nu teslim alma operasyonudur, ikincisi ise mevcut iktidarın yani AKP’nin toplumsal muhalefeti sindirmesi operasyonudur. Ancak operasyonun bu iki yanı arasındaki bağlantı bir türlü tam netlikte kurulamamaktadır. Önemli olansa bu bağlantıyı kurmaktır. Çok uzun yıllardır Türkiye’de yükselen bir Amerikan karşıtlığı var. Öyle ki Türkiye, bir NATO üyesi olmasına karşın dünyada Amerika’dan en fazla nefret edilen ülke olma ünvanını taşıyor. Bu durum kimilerine son derece garip geliyor ama bunun elbette önemli bir nedeni var. Normalde Şeriatçı rejimlerde yüksek olması beklenen Amerikan karşıtlığı nedense laik Türkiye’de yüksek. Garip ama bir o kadar da mantıklı bir durum, çünkü Amerikan karşıtlığı özünde antiemperyalizmdir, doğru ve güçlü bir antiemperyalizm ise ancak ulus bilinci yüksek bir toplumda ortaya çıkabilir. Bu nedenle Türkiye’nin önemi ortaya çıkmaktadır, Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde yapılacak tüm düzenlemelerde ABD’ye en büyük engel Türkiye’dir. ABD de bu durumu bilmekte ve ve bunu aşmak için çareler düşünmektedir. Ordu’ya İlk Operasyon Türkiye’deki parlamenter sistem ABD’nin en büyük güvencesidir. Sonuçta bu sistem içinde ABD karşıtı bir seçenek çıkmaz. Bizim ülkemizde siyasi partilerin yasal denetimini Anayasa Mahkemesi yapar ama asıl denetçi ABD’dir. ABD’nin çıkarlarına karşı çıkacak bir partiye izin vermezler. Aynı şeyin Türk Ordusu için de geçerli olması gerekirdi normalde. Üstelik Türk Ordusu NATO üyesi olduğu için zaten ABD tarafından denetlenmenin ötesinde ABD tarafından biçimlendirilmektedir. Ama burada da garip bir durum ortaya çıkmıştır Türk Ordusu ile ABD arasında bir çelişki ortaya çıkmıştır. Demek ki Türk Ordusu, Türk halkı ve ABD arasındaki ilişki ve mücadeleler üzerine eğilmemiz gerekmektedir. Geçtiğimiz yıl Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde AKP karşıtı muhalefet sokağa dökülmüştü. Milyonluk mitingler düzenlenirken hedefte AKP vardı. Ancak o mitinglerin asıl ruhu tam bağımsızlık ve Amerikan karşıtlığıydı. Üstelik Türk Ordusu da mitinglerin arkasındaki güç olarak görülüyordu. ABD açısından o dönemde başlayan bir operasyonu tespit etmemiz gerekir. Türkiye böylesi bir ortamda seçime giderken ABD Büyükelçisi hemen devreye girdi ve tüm siyasi partilerle bir hizaya sokma görüşmesi yaptı. O zamana kadar sanki ABD’ye muhalif gibi duran CHP ve MHP o görüşmelerle birlikte teslim alındı ve seçimlere giderken Amerikan karşıtlığını bırakıp Amerikan dostluğu politikası izlediler. Bu şekilde halkın Amerikan karşıtı tepkisini Meclis’e taşıyabilmesinin imkânı ortadan kaldırılmış oldu. Ancak seçimlerden sonra da operasyon devam etti. Seçim sonuçları AKP’nin zaferi idi. Bu, muhalefetin yenilgisi demekti. Ama yenilen kuvvet olarak CHP ve MHP gibi muhalif partiler değil Ordu görülüyordu. ABD burada ikinci hamlesini yaptı ve Türk Ordusu ile görüşmelere başlayarak sınırötesi operasyon tuzağı kurdu. Sınırötesi içerde yenilmiş Ordu’nun bir dış zafer ihtiyacı olarak işlev gördü ama bu operasyonla birlikte Türk Ordusu Amerikancılığa çekilmiş oldu. Böylelikle Türk halkı Amerikan karşıtlığında tek başına kalmıştı. Fakat Türk Ordusu’nun bu kadar kolay bir şekilde Amerikan planına teslim olması da sadece görünürdeydi. ABD açısından Türk Ordusu yine de güvenilmez unsurlar içeriyordu. İşte son operasyon burada önem kazanmaktadır. Ergenekon operasyonunda gözle görülen olgu Amerikan karşıtı paşaların hedef alınmasıdır. Bu açıdan bakıldığında Ordu içinde bir temizlik harekatından sözedilebilir. Nitekim operasyon düzenlenen paşalar ve son dönemde bir şekilde emekliye sevkedilenler, Türk Ordusu içinde de Amerikan karşıtlarına yönelik bir temizlik harekatı olduğunu göstermektedir. Bu ise kısa vadede Amerikancı bir Ordu ve komuta kademesi demektir. Türk Ordusu’nun bu şekilde Amerikancı cepheye dahil edilmesinin sonucu ise Türk halkının yapayalnız kalması demektir. ABD’yi Laikliğe İkna Etmek mi! Yoğun bilgi bombardımanı ise doğrudan halka yöneliktir. Bu şekilde halkın ne şekilde düşüneceği ve neler düşüneceği belirlenmektedir. Siyasi partiler, medya ve komplo teorileri de bu noktada devreye girmektedir. Siyasette başarılı olmanın tek yolunnu ABD desteğine olan ihtiyaç olduğunu düşünen güçler, ABD’yi ikna etmeye çalışmaktadır. Bu gibilerin kafasında ABD’nin AKP’den vazgeçip onları seçmesi vardır. Mesela CHP ve MHP’nin pozisyonu tam olarak budur. Ama çok daha vahim olanı antiemperyalistmiş gibi görünenlerin, hatta son operasyonda hedef olanların bir kısmının bile ABD’yi ikna etmeye çalışmasıdır. Cumhuriyet gazetesinin durumu budur. Onlara göre ABD’nin bu bölgede laik güçlerle ittifak yapması daha makuldur. Kimileri ise laik Ordu’nun ABD ile anlaşmasını ve AKP’yi bu şekilde dışlamasını istemektedir. Ama tüm bu istekler, laik Türkiye’nin emperyalist ABD ile uyumu üzerine kurulu tezlerdir. Şeriatçı kesimin klasik Kemalizm ve Cumhuriyet eleştirisinin temeli de budur. Ama bu temel gerçekten temelsizdir. Türkiye en laik dönemlerinde, yani Cumhuriyet’in ilk yıllarında en antiemperyalist dönemini yaşamıştır ama aynı zamanda Ortadoğu’nun müslüman halkları ile de en yakın ittifakı kurmuştur. Türkiye’nin Amerikancı tarihi ise sağcıların laiklikten taviz ve Ilımlı İslam dönemlerinin gerçeğidir. Yani Şeriatçıların içinde oldukları hükümetler ABD ve İsrail ile dost olmuş ama Ortadaoğu’nun müslüman halklarına karşı konumlanmışlardır. ABD bu gerçeği, yani laikliğin antiemperyalist özünü çok iyi bildiği için bizim ülkemizde hiçbir dönem laiklerle ittifak yapmamıştır, hep sağcı ve Şeriatçılarla ittifak yapmıştır. Ama geçmişin ötesinde yakın gelecekte de ABD planları belirlenmiştir ve o planlarda Türkiye’nin laik güçlerine yer yoktur. ABD’nin Türkiye’ye biçtiği rolün Ilımlı İslam olduğunu düşünen kimileri, en azından kendi içlerinde tutarlı olacaklarsa, Amerika’ya karşı çıkmaları gerekir. Halbuki ABD’yi laikliğe ikna etmeye çalışmaktadırlar! Ilımlı İslam Değil Kürt-İslam Kaldı ki ABD’nin Türkiye’ye uygun gördüğü rejim artık “Ilımlı İslam” modeli ile açıklanamaz, düpedüz bir “Kürt-İslam faşizmi”dir önerilen rejim. O halde mücadelenin tüm denklemi ve dinamikleri değişmektedir. Türkiye’nin faşist bir diktaya gittiğini hemen herkes söylüyor son dönemde. Demek ki işin faşizm kısmı gayet açık görülmektedir. Ama bu faşizmin içeriği bir türlü tespit edilememektedir. Oysa önemli olan bunu yapabilmektir. Bu noktada Ergenekon operasyonunun ve ABD’nin nihai hedefinin tespit edilmesi gerekmektedir. ABD’nin hedefi bu bölgede bir Büyük Kürdistan kurmaktır. Büyük Kürdistan’ı kurmak içinse dört koldan çalışmaktadır. Bir taraftan PKK ve Kürtçü hareket ABD denetiminde çalışmaktadır. Diğer taraftan AKP, Kürtçülüğün önündeki tüm engelleri kaldırmaktadır. Kürtçü hareketle Şeriatçı hareket kolkola çalışmaktadır. Ama bir taraftan da ABD ulusal denilen kesimlere yaptırmaktadır Kürtçülüğü. Son dönemde Türk Ordusu da, bugüne kadar PKK tarafından dillendirilen kimi talepleri savunmaya başlamıştır. Ergenekon’da içeri alınan ulasalcıların teorisi de Türk-Kürt kardeşliğidir! Kısacası bilgi bombardımanını bir kenara bırakıp tarihi ve güncel gerçekleri görmemez gerekmektedir. ABD’nin amacı Büyük Ortadoğu Projesi’ni gerçekleştirmektir. Bu ise Türkiye’nin yeniden Sevr’e razı edilmesidir. Sevr’e razı edilecek Türkiye’de Ordu’nun hdef alınması son derece normaldir. İlk önce Sevr’e karşı çıkacak Ordu’nun silahsızlandırılması gerekmektedir. Ve görülen o ki, Türk Ordusu’nun komuta kademesi bugün Ergenekon tuzağına düşmüş ve kendi geleceğini savunmamaktadır. Halbuki ABD darbecisiz bir Ordu değil, Ordusuz bir Türkiye istemektedir. Asıl hedef ise, ulus bilincinin yok edilmesidir. Yani hedefte sadece Türk ordusu ve Türk halkı yoktur, bunları da vareden Türk milliyetçiliğidir hedef. Kirli savaş, derin devlet vb teorilerle ve bilgi servisi ile, Türk insanının milliyetçiliği hedeflenmektedir. O nedenle bu operasyonun en önemli yanı budur. Atatürk, Cumhuriyet, Ordu, Kemalizm vb kavramları boşuna hedef seçilmemiştir. Milliyetçiliğin tüm yapıtaşları sökülmektedir birer birer. Ergenekon diyorlar operasyonun adına ama aslında “Demirci Kawa”yı hedefliyorlar. Bir taraftan “zalim Türk Ordusu”nun, bir taraftan da “zalim Türk milleti”nin kafasına Kürt çekicini vura vura intikam alıyorlar. (TÜRKSOLU, sayı 195, 14/07/2008) Emperyalizmin Hedefindeki 1 Numaralı Komutan Ergenekon'un Hedefi Türk Ordusu Ergenekon iddianamesi mahkemeye sunuldu ve eğer mahkeme tarafından da kabul edilirse Ergenekon yargılaması başlayacak. Ve başlayan bu dava Türkiye tarihinin en önemli siyasi davası olacak. İddianamenin içeriğini henüz bilemiyoruz ancak şimdiden çok net bir şekilde gözüken şey, bu davada tutuklu bulunan ya da tutuksuz yargılanacak zanlılar değil, Türk Ordusu ve Atatürkçülük yargılanacak. İngiliz Economist dergisi "Dar Kemalist gömlek artık bu modern ülkeye uymuyor" yorumunu yaptığı yazıyla aslında Ergenekon iddianamesinin temel savını da özetlemiş oluyor. Ve yazıda devamla ulaşılmak istenen asıl nokta da çok net bir şekilde anlatılıyor: "Anadolu'nun eski günlerde daha az İslami görünmesinin en büyük nedenlerinden biri büyük ve canlı bir Hıristiyan topluluğa sahip olmasıdır. Ancak bu demografik denge 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında Ermeni ve Rumların topluca katledilmeleri ve sürülmeleri sonucunda vahşice tepetaklak edildi. Mesela Anadolu'nun kuzeyinde yer alan Tokat'ta 1915'ten önce Ermeniler nüfusun yaklaşık üçte birini oluşturuyordu. Bugün ise bir zamanlar burada yaşayan Ermeni topluluğunu anımsatan terk edilen, tek şey üzerinde otlar bürümüş ve hazine avcısı yerel halk tarafından talan edilmiş bir mezarlık." Yazı emperyalistlerin 1923'te yıkılan hayallerini çok özlü bir şekilde açıklamakla kalmıyor aynı zamanda emperyalizmin bugün için kurduğu hayali de gösteriyor: Kemalizm'den arındırılmış ve Hırıstiyan azınlıkların topraklarını geri aldıkları bir "modern Türkiye"! "Modern Türkiye" dedikleri ise Sevr'de tarif edilen "Türkiye". Sevr ile Ergenekon arasındaki yakın ilişki, bugün içinde bulunduğumuz tehlikenin boyutlarını anlamak açısından son derece önemlidir. Emperyalizmin Türksüz bir "modern Türkiye" yaratmasının önündeki engel dün de Türk Ordusu'ydu bugün de. O halde öncelikli hedef, Türk Ordusu'nun yok edilmesidir. Ancak Türk Ordusu'nu yok etmek öyle kolay bir hedef değil. Bu, Ordu'nun kendisini savunma refleksinden çok Türkiye'nin temel gerçekliği nedeniyle böyle: Sonuçta emperyalizm bu ülkede tüm kaleleri ele geçirse de Türk toplumunun en temel değeri olan Atatürk'ün varlığı. Demek ki emperyalistlerin işi zor, Ordu'yu yok etmek kolay belki, ama ya Atatürk'ü? 1 Numara: Atatürk İşte Ergenekon bu anlamda Atatürk'e açılmış bir dava olacaktır. Siz bakmayın sanıklar ya da zanlılar arasında Atatürk'ün adının geçirilmemesine. Henüz Atatürk'ü doğrudan teröristlikle suçlamadıklarına da bakmayın. Sonuçta daha Kurtuluş Savaşımızın başından itibaren Mustafa Kemal, Batılı devletlerin resmi belgelerinde terörist olarak geçmektedir. Ne tesadüftir ki bugün de Ergenekon'la Atatürkçülere aynı suçlama yöneltiliyor, teröristlik. Ve teröristlikle suçlanan isimler ne hikmetse hep Türk Ordusu'nun komutanları. Buradan varılacak yerin Türk Ordusu'nu bir "terör örgütü" durumuna düşürmek olacağını şimdiki Genel Kurmay Başkanı bile anlamıştı. Ama pek çok kesimin anlayamadığı en önemli şey, bu soruşturmanın sonunun Atatürk'e bağlanmak zorunda olduğu. Bu da Ergenekon savcısının Aristo'ya bile rahmet okutacak, ancak Hitler'in kavrayabileceği düşünce sistematiği içinde son derece olanaklı. O halde basit denklemi yazalım: Ümraniye'de bir gecekonduya yapılan baskında bir kısım bomba bulunur. Evin sahibi bombaların bir emekli astsubaya ait olduğunu söyler. Emekli astsubay Oktay Yıldırım tutuklanır. Gerçi bombalar o evde yokken bulunmuştur, kendisi redetmektedir, ama olsun bir tanık vardır. Astsubay'ın emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin'le bağlantısı vardır. (Muzaffer Tekin'le birlikte fotoğrafları yeterli kanıttır.) O nedenle Muzaffer Tekin de tutuklanır. Emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin'in bir miting sırasında emekli Tuğgeneral Veli Küçük'le fotoğrafı bulunur. Veli Küçük de tutuklanır. Emekli Orgeneraller Hurşit Tolon ve Şener Eruygur'un da Cumhuriyet mitinginde bu isimlerle birlikte fotoğrafı vardır. (Gerçi daha bir kaç milyon vatandaş da bu mitinglere katılmıştır ama olsun. Savcımız şimdilik onlara soruşturma açmamıştır!) Tüm bu emekli askerler Türk Ordusu'nda görev yapmıştır demek ki suçlu Türk Ordusu'dur. (Bunun için de dosyaya bu isimlerin askerlik dönemlerindeki yemin töreni resimleri konabilir.) Peki bu kadar suçlunun görev yaptığı Türk Ordusu'nu kim kurmuştur: Atatürk. (Buraya Atatürk'ün bir fotoğrafı.) Gördünüz mü nasıl da ulaştık 1 numaraya! Her Şeyin Suçlusu Atatürkçüler! Ergenekon'a saldıranlara baktığımızda ısrarla söyledikleri bir şey var, bu operasyon Atatürkçülere karşı yapılmış bir operasyon değil kendisine Atatürkçü diyen bir kısım suçluya yapılan operasyon. Ancak durumun hiç de bu şekilde olmadığını çok iyi biliyoruz. Eğer Ergenekon'da hedef suçlular olsaydı bugün suçluları tartışırdık ama Türk Ordusu'nu ve Atatürkçülüğü tartışıyoruz. Ergenekon'a saldıran tüm yazarlarınsa ortak bir özelliği var: Kararlı birer Atatürk düşmanı olmaları. Ve yine bu operasyon içn yazdıklarına baktığımızda, hiç de suçlu dedikleriyle uğraşmadıklarını görüyoruz. Onlar daha çok bu "suçluları" bu "suça" yönelten yapıyla uğraşıyorlar! Demek istedikleri şey basit... Atatürkçülük bu ülkeyi içe kapadı. Ülkede askeri bir diktatörlük kuruldu. Ordu içindeki derin yapı da yıllardır Türkiye'de suç işliyor. Suç listesine bakıyoruz, 2008 yılında yapılan bir soruşturmada 15 yıl önceki Uğur Mumcu cinayeti bile çözülmeye çalışılıyor. Kimileri biraz daha geriye gidip 1 Mayıs 1977 Katliamı'na ve Çorum Maraş Olayları'na bile ulaştılar. Kısacası bu ülke tarihinde karanlıkta kalmış her faili meçhul, her katliam, her provokasyon bu insanların üzerine atılacak. İnsana şaka gibi geliyor hukuk böyle mi işler diye, ama mesela 6-7 Eylül olaylarını da iddianamede görürsek şaşırmamalıyız. Çünkü İlhan Selçuk, gençlik döneminde bu olaylara katıldığını açıklamıştı. İster misiniz kendisine bir de bu suçlama yöneltilsin mahkemede! Tüm bu suçlamaların temel bir mantığı var: Bu ülkede her kötülüğün arkasında Atatürkçülük vardır! Ülkede bir Kürt terörü mü var, PKK diye bir örgüt mü kurulmuş, insanları mı öldürmüş? Hayır! Bunu onlar yapmış olamaz, olsa olsa Atatürkçüler yapmıştır. PKK'yı kuran da, askerlerimize saldırtan da, derin devlettir! Bu ülkede Şeriatçı terör mü var, Sivas'ta insanları canlı canlı mı yaktılar, Atatürkçü aydınları mı öldürdüler? Hayır! Bunu onlar yapmış olamaz, olsa olsa Atatürkçüler yapmıştır. Şeriatçı terör örgütlerini kuran da, Sivas'ı yakan da, Atatürkçü aydınları katleden de derin devlettir! Peki bu Atatürkçüler manyak mı? Sadist mi? Neden durup dururken kendi kendilerine bir Kürt terörü, Şeriat terörü yaratıyorlar? Cevap basit (aşağılık anlamında): Çünkü halkı Şeriatla korkutup, bölünmeyle korkutup iktidarda kalmak istiyorlar! Çok güzel mantık ama tutarsız bir yanı var, çünkü iktidarda Atatürkçüler değil hep sağcılar var! Tüm bu saçma sapan tezleri gerçekmiş gibi sunanlar, kendi ruh dünyalarında bu ülkede bir Kemalist diktatörlük olduğuna ve bir türlü de iktidarı bırakmadığına kendilerini inandırmış durumdalar. Ama gerçekte olan şey apaçık ortada: Bu ülkede bugün, 10 yıl öncesine göre, 20 yıl öncesine göre, 50 yıl öncesine göre daha fazla mı Şeriatçı var daha az mı? Bu ülkede bugün, 10 yıl öncesine göre, 20 yıl öncesine göre, 50 yıl öncesine göre daha fazla mı bölücü var daha az mı? Hangi Taşı Kaldırsam Altından Atatürk Çıkıyor! Aslında bugün Ergenekon'a saldıran koronun mantığını bunların manevi babaları olan Kenan Evren yıllar önce çok iyi özetlemişti: Hangi taşı kaldırsam altından Atatürk çıkıyor! Kenan Evren, kıt Türkçesiyle kaş yapayım derken göz çıkarmıştı, Atatürk'ün önemini vurgulayacaktı sözde ama aslında bilinçaltına işleyen Atatürk düşmanlığını ifade etmiş oldu. Son yıllarda yaşadığımız her şey de bu cümleyi doğrularcasına gelişiyor. Şimdi kendilerine demokrat süsü veren insanlar var, gazetelerde, televizyonlarda köşebaşlarını tutmuş durumdalar ve akıllarınca demokrasi için mücadele ediyorlar. Ama aslında faşist bir terör kampanyasının sözcülüğünü yapıyorlar. Ergenekon operasyonu bu bakımdan emperyalizm ve faşizm üzerine büyük dersler sunuyor bize. Emperyalizm, hukuk tanımaz bir sistemdir. Bugünün ABD ve AB emperyalizmleri, daima hukuk derler, demokrasi derler ama Hitler faşizminin ruhunu taşımaktadırlar. Son 5 yıldır AB yasaları sayesinde demokratikleşen bir ülkede yaşıyoruz sözde, ama yaşadığımız şu Ergenekon rezaleti, ABD'de Mc Carty dönemini, Almanya'da Hitler dönemini bile mumla aratmıyor mu? Hani her tür düşünceye örgütlenme özgürlüğü tanınacaktı? Ama bu operasyon gösteriyor ki, değil örgütlenmek, Atatürkçülerin bir masada birlikte yemek yemesi bile bir suç haline gelmiştir. Hani sivil toplum gelişecekti? Görüyoruz ki, emekli askerler sivil toplum kuruluşlarında etkili olmaya başlamışlar ve demokratik haklarını kullanıyorlar, ama darbecilikle suçlanıyorlar. İnsan sormadan edemiyor, darbe yapacak adam bunu niye sivillerle yapsın! Şimdi Ergenekoncular halkı hükümete karşı isyana teşvik etmekle suçlanıyorlar. Keşke... Evet keşke bu ülkede herkes halkı bu hükümete karşı isyana teşvik etse. Bu ülkede, kanunlarımızda hükümete karşı isyan etmek ne zamandan beri suç? Demokrasinin en temel hakkı, rakip hükümeti yıkmaya çalışmak değil mi? Ne oldu o çok demokratlarımıza? Yoksa tek parti sistemini geri getirdiniz de bizim mi haberimiz yok? Bu ülkede madem tek parti hükümeti olacak ve bu hükümete karşı her tür yasal gösteri, miting, örgütlenme suç sayılacak, bunu açıkça ilan edin de biz de ona göre hareket edelim!  

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...