DÖNMELİK
Yahudilerin Osmanli Devleti'nin esas unsuru Türkler ile hakimiyet yarisina girmeleri dönmeler ile baslar. Bu dönem masonlar'dan önceye dayanir ve Sabatay Sevi (Sabbatay Zevi) adli ruh hastasi bir Yahudinin basinin altindan çikmistir. Akillara durgunluk verecek kadar süratle gelisen ve insani hayretten hayrete düsürecek kadar karmasik olan Sabatay Sevi olayi, sadece Türkiye Yahudilerini etkilemekle kalmamis, hemen bütün dünya Yahudilerini tesirine almistir. Hadise Sabatay Sevi'nin mesihligini ilân etmesi ile baslamis, Yahudi cemaatinin önemli bir kismini pesine takmasiyla doruga çikmistir...
Her ne kadar olay, Sabatay Sevi'nin Müslümanligi kabul edip yandaslarini da Islam'a çagirmasiyla sona ermis gibi görünürse de, Türkiye'de hâlâ varligini sürdüren bir dönme toplulugunun ortaya çikmasi açisindan büyük önem tasir. Burada bir kaç kelimenin tam mânâsini vermek yerinde olacaktir.
- Muhtedi: baska bir dinde iken, samimi olarak Müslümanligi kabul eden kisi... Ihtida, hidayet, yani Tanri'nin yardimina mazhar olarak hakikate erme anlamina gelir.
- Mürted: Müslüman iken Islam'dan çikip baska din kabul eden kisi... Irtidad'dan gelir... Tard kelimesiyle baglidir... Yani aslinda lâyik olmadigi için dinden çikarilmis demektir.
- Münafik: Müslüman görünmesine ragmen baska bir din tasiyan, içi baska, disi baska kisi... Dönme tabiri en çok buna uymaktadir.
- Mütedeyyin: Islam'dan baska bir dine samimi olarak bagli kisi... Aslinda dindar anlamina gelir... Bazen yanlislikla Müslümanlar için de kullanilir.
YAHUDİLER VE MESİHLERYahudilerdeki mesih beklentisi daima onlarin basina belâ olmustur. Hz. Isa, Hz Muhammed gibi gerçek peygamber ve kurtaricilari hep reddetmisler, ama sahte mesihlerin pesine takilmaktan kendilerini alikoyamamislardir.
M.S. 400 yillarinda giritli Mose diye bilinen biri mesihlik iddiasiyla ortaya çikmistir. Yahudilere onlara arz-i mevud'a götürecegini vaadetti. Onlarin artik paraya mala ihtiyaci olmiyacagini söyleyip ellerinden her seylerini aldi. Sonra belirli günlerde onlari parti parti bir buruna getirip denize atlamalari istedi. Sözde yüzüp karsida arz-i mevud'a ulasacaklardi... Bunlardan çogu öldü... Bir kismi denizciler tarafindan kurtarildi, ama açikgöz Mose'yi bulmak mümkün olmadi!.. Topladiklariyla sivisip gitmisti!..
Sonra Halife Yezid zamaninda serene diye biri ortaya çikti. O da Yahudilere devlet vaad ederek etrafina epey adam topladi. Ancak halife kendisini yakalatip sorguya çekince, bunu Yahudilerle alay etmek için yaptigini söyledi!..
1146-1160 yillari arasinda iran Yahudileri arasinda Menahem Ben Solomon diye biri çikip mesih oldugunu iddia etti. Tam o günlerde haçlilar Kudüs'te bir krallik kurmuslardi. Taraftarlari ile amediye kalesine saldirip orasini kendisine merkez yapmak istedi. Ancak yenildi ve öldürüldü!
Hemen arkasindan iki açikgöz çikip Yahudilere henüz her seyin bitmedigini, kendilerini kutsal topraklara götüreceklerini vaad ettiler... Bunlar kandirabildiklerinin mal ve mülkünü sattirdilar. Paraya çevirdiler. Sonra o kisilere yesil elbiseler giydirip karanlik bir gecede surlardan "kurtulus" atlamalarini söylediler. Onlar da atladi... Yahudiler arasinda o yil "Amut Tayyaran" olarak anilir... Yani kus gibi uçmaya çalisanlar yili!..
Daha niceleri vardir... Ama bunlarin en dikkat çekeni Sabatay Sevi'dir. (kaynak: Dönmeler ve Dönmelik Tarihi, Dr. Abdurrahman Küçük).
Sabatay Sevi 1626'da Izmir'de dogdu... Gençligi Avrupa'da 30 yil din savaslarina (1618-1648) denk gelir ki, bu savaslar mason Frederik'in Bohemya krali olmasi ile baslamisti. Babasi Türklerin "Kara Mentes" diye bildikleri Mora'dan gelme Mordehey Levi adindaki Yahudi idi... Sabatay'i Isak D'alba adli hahamin yanina verdiler... Dini bilgisi bu suretle gelisti... 15-16 yasinda Yahudi tasavvufu diyebilecegimiz Kabbala'yi inceledi...
Kabbala ayni zamanda bir nev'i Tevrat hurufiligidir... Yani Yahudi alfabesinin her harfine bir rakam vererek kelimelerden mânâ çikarma sanatidir. Çok zeki olan Sabatay, Kabbala'ya göre, Sabatay Sevi adinin 814 rakami ile "kaadir" anlamina geldigini gördü... Ve bundan yararlanmak istedi!.
Yahudi inanisina ve Kabbala'ya göre 1648'de mesih'in zuhur edecegi söyleniyordu... Sevi iste bu mesihin kendisi oldugunu söyledi!.. O tarihte 22 yasindaydi... Tabii kimse inanmadi... Ama Sevi yilmadi.. Istanbul'a Selanik'e gitti... Ailesinin, kendisini bu sevdadan vazgeçirmek için 3 defa evlendirmesine ragmen, sevi ermislik iddiasindan kizlara yaklasmadi... Bu arada hiristiyanlarin da 1666'da bir mesih bekledigini ögrendi ve talihini bir de o tarihte denemek istedi... Hazirliklara basladi. Misir'a, Kudüs'e gitti... O sirada osmanli topragina pek çok Polonya Yahudisi göçmüs, bunlarin bir kismi da Kudüs'e gelmisti... Sefil ve perisan haldeki bu insanlar manevi bir güç arayisi içindeydiler... Sabatay Sevi'nin mesihlik iddiasi pek taraftar bulmamasina ragmen, dilden dile yayiliyor, bir uçtan bir uca Yahudilerin yasadigi her yere ulasiyordu... Sabatay Sevi bu arada bir firsati degerlendirerek, Kudüs Yahudilerine yardim toplamak için kahire'ye gitti... Ve oldukça yüklü bir yardimla döndü.
Bu arada polonya'daki karisikliklar sirasinda anne ve babasini kaybetmis sara adli fettan bir kizin kulagina sevi'nin mesihligi dedikodusu çalindi... Kiz da bundan yararlanmak isteyerek bir rüya uydurdu... Güya kendisine gaipten bir nur görünmüs ve 1666 yilinda ortaya çikacak Sabatay Sevi adli mesih ile evlenecegi müjdelenmisti... Bu rüya da agizdan agiza yayildi ve Sevi'nin kulagina kadar geldi. Nihayet ikisi kahire'de Sevi'nin dostu Sarraf Rafael Jozef'in evinde evlenerek kehanetin(!) gerçeklesmesini sagladilar... Bu olay, zaten yakisikliligi, hakim görünüsü ile gittikçe daha etkili olmaya baslayan Sevi'nin söhretini arttirdi.
SABATAY SEVİ'NİN PEYGAMBERLİK İDDİASI VE BAŞINA GELENLERSevi'nin en büyük yardimcisi ise 20 yaslarinda iken tanistigi Gazze'li Nathan adli Yahudi idi... O da din konularinda bilgili idi, ama bir baska özelligi daha vardi... Bes parasi yokken Gazze'nin sayili zenginlerinden Samuel Lisbona'nin kör ve topal kiziyla evlenmeye razi olmus, bu suretle hayal bile edemeyecegi bir servete kavusmustu...
Bu kurnaz ve zengin Yahudi, bir gün Sevi'ye yine uydurma bir rüya naklederek "bir nurun Sabatay'in Mesih oldugunu söyledigini" ve buna inandigini belirtti... Ancak ufak bir sarti vardi (!), Sevi de Nathan'in peygamber (Kahin) oldugunu kabul edecek ve açiklayacakti!... Böylece Nathan'in serveti de hizmetlerinde olacakti!..
Sabatay Sevi bu firsati hiç kaçirmadi. (Yandaki “D”yi çekip, gizlenenin resmine tıklayınız)
Böylece, bozacinin sahidi siraci, ikisi birbirini taniyip mesih ve peygamber ilan ettiler... Ve Kudüs'ten fazla bir tepki görmemek için Sevi'nin Izmir'e dönmesine karar verdiler... Sevi önce halep'e ugradi ve beklemedigi bir ilgi gördü... Sahte mesih Sabatay 1667 yilinin eylül ayinda adeta kaçmak zorunda kaldigi Izmir'e döndü... Hahamlarin tepkisini çekmemek için bir bayram gününü bekledi ve o gün halka mesih oldugunu tekrarladi...
Gördügü ilgi üzerine sinagog sus-pus oldu... Bir süre sonra Izmir kadisi'ni ziyaret etti. Türkçesi bozuk oldugu için agabeyi tercümanlik yapti... Gayrimüslimlerin islerine karismamayi gelenek haline getirmis olan Osmanli devlet memurlari gibi, kadi da olup bitenden haberdardi ama, Sevi'yi dinlemekle ve ziyaretinin sebebini sormakla yetindi. Sevi bocaladi ve sultan'in aleyhinde bulunan üç Yahudiyi ihbar etmek için geldigini söyledi!..
Bu ziyaret dahi söhretini arttirdi... Almanya'dan, adalar'dan, Polonya'dan bile Yahudiler gelip kendisini ziyaret etmeye basladilar. Sevi bu arada üç nikahli karisina el sürmemesinin acisini çikartarak, gelen Yahudi dilberlerinden, "mesh etmek" bahanesiyle, nasibini almaktan geri kalmadi1.. Karisi Sara ise bunlara göz yummasinin dogru olacagini sezmisti... O da gönlünü baska erkeklerle eglemeye devam etti.
Osmanli'nin müsamahasi Sevi'nin hirsini arttirdi... Bir gün bütün Yahudilerin krali olarak taç giydi!.. Ardindan beyannameler yayinlayip dünyayi 38 kralliga ayirdigini, her birinin basina da yakinlarindan birini tayin ettigini duyurdu!.. Izmirli Türkler ise bu olaylara biyik altindan gülmekle yetiniyorlar, yetkililer ise hala seslerini çikartmiyorlardi...
Bir ara Sevi, bir firsati degerlendirerek, bir Italyan Yahudisi olan Jozef Penhaz'i, Hz. Isa'ya özenerek sözde diriltti... Söhreti daha da büyüdü!..
Sonunda saray ise el koydu. Padisah, IV. Mehmet ve sadrazam da Köprülü Fazil Ahmet Pasa idi. Ahmet Pasa olayi ögrenince Sevi'nin Istanbul'a getirilmesini emretti. 1668'de Istanbul'a getirilip önce Çavusbasi'nin önüne çikarilan Sevi iddialarindan inkar yoluyla kurtulmaya çalisti ama, fena halde dövülüp zincire vuruldu. Bu arada Istanbul'daki Yahudiler "mesih geldi." Diye büyük heyecan içindeydiler. Hatta bazilari, Sevi'nin zindana atilmasini protesto etmek için dükkanlarini açmadi. Bu arada isteyenlerin sahte mesihi ziyaretine izin verildi. Iste bu ziyaretçilerden biri, sarayda etkili sadrazam sarrafi Mordehay Kohen'in oglu Yuda Celebi idi. Oglunun israrlarina dayanamayan sarraf, sadrazam'a Sevi'nin sikintili hayatini anlatinca, Ahmet Pasa Sevi'yi daha rahat olan Aydos kalesi'ne sürdü. Sevi, müritleri ve sekreteri Samuel Primo'yla birlikte Aydos'a gitti.
Bütün bunlar Osmanlilarin diger bütün Türkler gibi kendi topraklarinda yasayan azinliklara karsi ne kadar müsamahakar oldugunun çok açik bir delilidir. Eger böyle bir iddiayi bir Türk öne sürse idi, çoktan kellesi vurulurdu. Aydos'ta yasayan Sevi'nin ziyaretçileri gün geçtikçe artmaya basladi. Öyle oldu ki, Aydos'u ziyaret adeta Kudüs'e hacca gitmis kadar makbul addedilmeye basladi.
Avrupa'nin bir çok kesiminden Yahudiler varini-yogunu satip sahte mesihi görmeye geliyorlardi!.. Bunlarin arasinda Nehime Kohen adinda bir din alimi de bulunuyordu... Kohen'nin ufak bir arzusu vardi... O da Sevi gibi mesih olmak istiyordu!.. Buna da bir kulp bulundu. Eski Yahudi kutsal kitaplarinin birinde, biri Efrahim'in, biri de Davud'un oglu olmak üzere iki mesihten söz ediliyordu... Kohen iste bu ikinci mesihlige talipti!... Alçakgönüllü oldugu için de Davud'un oglu olma serefini Sevi'ye birakmisti!.. Bu iki kisi Aydos kalesinde tam üç gün pazarlik ettiler... Sonunda anlasamadilar... Fena halde bozulan nehime kohen, Edirne'ye gidip Padisahin av sarayi olarak kullandigi eski saraya basvurdu... Sevi'nin bütün sirlarini söyledigi gibi, onun saltanat pesinde oldugunu belirtti... Bunun üzerine Sabatay Sevi bir gece Aydos'tan alinip Edirne sarayi'na getirildi.
Bu olayin bir sebebi de Canakkale halkinin Sevi'yi ziyarete gelen Yahudilere yiyecek yetistirememesinden, kitlik çekmelerinden dolayi yaptiklari sürekli sikayettir.
Edirne Yahudilerini bir telas aldi!... Ama bir süre sonra mesih'e kursun islemeyecegi, kiliç kesmeyecegi iddialari öne sürüldü!.. Herkes her an bir mucizenin olacagindan emin görünüyordu.
Edirne sarayinda cereyan eden sorguya çekme isleminde sadrazam kaymakami Mustafa Pasa, seyhülIslam Minkirzade Yahya Efendi, sultanin imami Vani Efendi hazir bulundular... Padisah IV. Mehmed de adet üzerine bitisik odada kafes arkasindan durusmayi izledi. Tercüman da Sultan'in bashekimi, muhtedilerden (Yahudi iken Müslüman olmus) Mustafa Fevzi Efendi idi. Sülalesi "Hayatizadeler" olarak bilinirdi.
Mustafa Fevzi Efendi Sevi'ye söyle dedi :
- "Ey Mordehay oglu Sabatay Sevi, mesihligini ilan ettin. Simdi göster mucizeni!"
- "Ne mucizesi efendimiz?.."
- "Simdi anadan üryan soyunacaksin... En mahir okçularimiz vücudunu nisangah yapacaklar... Oklar islemezse sen hakikaten mesihsin!.. Islerse Allah yardimcin olsun."
- Sevi'nin korkudan dili tutuldu!... Sonra mesihligi de bütün iddialari da reddetti!.. Hepsinin baskalari tarafindan uyduruldugunu söyledi.
Sultan IV. Mehmed tatmin olmadi... Eger Sevi söylediklerinde samimi ise Müslüman olmali, degilse kellesi gitmeliydi!.. Yahudi asilli, eski adi Moche Ben Rafael Abravanel olan Hayatizade Fevzi Efendi'nin, bu teklifin yapilmasinda etkisi oldugunu kabul etmek pek yanlis olmaz... Neticede Sabatay Sevi Yahudi olarak girdigi Edirne Sarayi'ndan Müslüman, daha dogrusu DÖNME olarak çikti!..
Taraftarlari bir türlü inanmak istemediler!.. Hatta Sevi'nin içeride Müslüman din alimleri ile tartismaya giristigi ve onlari alt edip, Padisah'i da sasirtarak çiktigi rivayetleri yayildi!.. Halbuki içeride dilbazligi ve bilgisi ile meshur “Hünkar Seyhi” lakabiyla ün yapmis Vani Efendi vardi. Sevi'nin onun karsisinda laf edebilmesi mümkün degildi!..
Dönmeler
"Yahudi, Yahudilikten dönmez!"Hadisi ve Kur'an'in münafiklar hakkindaki âyetlerinin isaret ettigi gibi, Sevi yalnizca dis görünüsüyle Müslüman oldu!.. Sevi, bir kurnazlik daha yapti... Sultan'a ve müftüye müracaat ederek taraftarlarini Müslüman yapmak için izin istedi!.. Onlari özel bir kiyafet altinda toplayacak, bu da diger Yahudilere örnek olacakti!.. Saray buna da izin verdi. Böylece sarikli cübbeli, "disi Müslüman-içi Yahudi" bir dönme toplulugu olustu... Tâ Istanbul'dan Bagdat'a, hattâ Kudüs'e kadar!...
Bunlar kendilerine "müminîn" adini taktilar, yâni inanmislar... Ama neye inandiklari belliydi!..
Sabatay Sevi bu arada 18 emir yayinladi. Emir kelimesiyle Musa'nin on emri'ni hatirlattigi için Yahudilere, 18 sayisiyla da Müslümanlara sirin görünmek istemisti. Bunlar arasinda iyi huylar telkin edenleri de vardi (Allah'in birligine inanmak, yalan söylememek, aralarina kaatilleri almamak, zinâ etmemek gibi), saçma kurallar vazedenleri de (Kral Sabatay Sevi'nin hakiki mesih olduguna imân etmek, adi geçince saygi göstermek, Müslüman oldugu günü bayram olarak kutlamak gibi)...
Bir de gizlilik emredenler vardi :
- "Davud'un mezmuru hergün gizli okunsun. Müslüman Türklerin âdetlerine onlarin gözlerini örtmek için riâyet edilsin. Müslümanlarla nikâh kiyilmasin!.."
Sabatay Sevi ayrica 16 tane de bayram koydu ki, bunlar günümüzde bile dönmeler tarafindan, Müslüman Türklere farkettirmemek için geceleri kutlanir... Bunlarin farkedilmesi, aramizda hâlen belirsiz dönme olarak yasayanlarin taninmasina da yardimci olacaktir.
Bu bayramlardan en önemlisi, bizde Alevîlere atfedilen bir olayla ilgilidir. "kuzu bayrami" olarak bilinen bu bayramda 22 mart gecesi en az iki erkek, iki kadin olmak üzere toplanilir ve kuzu yenir. Yemek bitince isiklar söndürülür (eskiden mum isigi idi)... Bundan sonrasi ise burada yazilamayacak kadar edep disidir!.. Bu birlesmelerden dogan çocuklar kutsal sayilir. Bayramin bir adi da "dört gönül bayrami"dir.
TÜRK DEVLET İDARESİNDE YAHUDİ ETKİSİ
Tarih........................Olay
1443..............Fatih'in Yahudi Levi'yi saraya almasi
1481..............Fatih'in Yahudi hekim Jacop tarafindan zehirlenmesi
1530..............Kanuni'nin Josef Nassi'yi saraya almasi
1666-1738......Sabatay Sevi ve dönmeler dönemi (Yahudiler + dönmeler)
1738-1915......Masonlar dönemi (Yahudiler + dönmeler + masonlar)
Dönme İlhan Arsel’in İslâm düşmanlığının vesikasını okuyunuz
Sabatycilari Özellikleri
Sabatacıların Evsafı hakkındaki yazıyı okumak için tıklayınız
Buna bir de 1699'dan itibâren gittikçe artan ve âdetâ vezirlere hükmeden yabanci devlet elçilerinin baskilari eklenince Osmanli Devletinin düstügü acikli durum daha iyi ortaya çikar!..
Dönmelerin özelligi asla Müslümanlardan fark edilmemeleridir!.. Adlari Türkçe, büyük çogunlukla Müslüman-Arap adlaridir... Mehmed, Mustafa, Ismail, Ibrahim gibi… soyadlari Türktür... Türk gibi giyinirler… Yahudi olduklari için sünnetlidirler... Mevlevilik, Bektasilik, Melamilik gibi tarikatlara sizmislardir.
Tek fark Kur'an tâbiriyle münafiktirlar... Yâni Islâm'a uygun konusur, hattâ bâzen uygun davranir, ama farkli düsünürler. En tehlikelisi de Türklerden ve Türkiye'den çok Bati'ya yakin olmalaridir.
Maalesef bugün devlet kademelerinin en önemlileri, disisleri teskilâti ve medya, dönmelerin elindedir. Isin en kötüsü, bu Yahudi dönmelere son dönemde bir de Ermeni, Rum, Italyan dönmeler eklenmistir...
Bunlarin isimleri tamamen Türk, ama kendileri Ermeni, Rum, vs. Ve din olarak Hiristiyandir. Türk ve Müslüman olmadiklari ancak öldüklerinde cenaze törenlerinden ve gömüldükleri yerden anlasilir. Meselâ TRT'nin meshur sisko spor spikeri Erman Talay'in Ermeni oldugu ancak öldügünde cenazesinin Ermeni mezarligina gömülmesiyle farkedilmisti!.. Baska örnek mi istersiniz?.. TRT televizyon dairesi baskani Nilgün Artun(yan), meshur fotografçi Ara(m) Güler(yan), meshur sözlük yazari Pars(ak) Tuglaci(yan)... Saymakla bitmez!..
Hemen ekliyelim ki, bizim saf ve sâdik Yahudi, Ermeni, Rum veyâ dönme vatandaslarimizla bir alip veremedigimiz yok!.. Biz sâdece "Türk" görünüp te gavur gibi hareket edenlerle ugrasiyoruz!
Onlar Osmanli Devleti'ni batirdilar... Türkiye Cumhuriyeti'ni de batirmaya ugrasiyorlar da ondan. Dönmeler kendileri ile ilgili belgeleri, milli kütüphaneye, devlet arsivlerine vereceklerine; götürüp Israil hükümetine teslim etmisler... Bu da Israil’i Türkiye’den daha çok kendilerine yakin saydiklarinin delilidir. Yani bizim onlara güvenmememizi hakli çikariyor!
Bizim tahminimiz, Türkiye’de halen "dönme" özelligini tasiyan, yani "disi Müslüman içi Yahudi" olan 6.000-8.000 kisi oldugu yönündedir. Ancak bu rakam küçümsenmemelidir. Bunlarin büyük kismi, kadin-erkek ayirmadan Türkiye’de bürokrasinin, medyanin ve is dünyasinin önemli noktalarinda yer almakta ve bizce büyük sorun yaratmaktadirlar.
Eger masonik "esitlik" prensibi tatbik edilse dahi, nüfusumuzun ancak 10.000’de birini teskil eden bu topluluktan ancak 1 veya 2 dönmenin bürokraside ve isadamlari listesinde yer almasi gerekirdi!.. Halbuki su anda en az 600 dönme "meshurlar" listesinde boy göstermektedir.
Bu son derece etkin Yahudi dönmelere bir de Ermeni, Rum ve levanten (Avrupa, bilhassa Italyan kökenliler) dönmeleri ekleyince, Türkiye’nin niye felakete sürüklendigi ortaya çikar. Bugün Türkiye’de 10.000-12.000 kadar Rum ve bir o kadar da Ermeni ve levanten vardir... Yine masonik "esitlik" anlayisiyla hareket etseniz dahi, bunlardan ancak 3 ila 6 kisinin Türk bürokrasisinde, medyasinda ve is ve sanat dünyasinda yer almasi gerekirken 1.000’den fazlasinin Türk ve Müslüman görüntüsü altinda faaliyet gösterdigine sahit olursunuz. Fotografçi Ara(m) Güler(yan)’dan tutun, Arman (Ermeni) Talay, Coskun Sabah’a kadar ”meshurlar” listesinde pek çok "dönme"miz vardir.
Türkiye’deki bütün Yahudi-Ermeni-Rum-levanten vatandaslarin ve dönmelerin toplam sayisi 50.000 etmez!... Yani, bir milletvekili bile çikartmaya yetmez iken; hemen her dönem Faik Nüzhet, Cahit Karakas, Coskun Kirca, Ismail Cem gibi 5-10 kisi meclis’e girebilmekte, hatta bakan olabilmektedir.
Tekrar edelim ki, bizim Rum-Ermeni-Yahudi ve dönme vatandaslarimiza kin gütmemiz söz konusu degildir. Bizim sikayetimiz onlarin azinlik olmalarina ragmen, bu ülkenin imkanlarindan Türklerden daha fazla yararlanmalari ve ülkeyi kendi menfaatleri ve Avrupa’nin direktifleri yönünde kullanmalaridir. Bu gidisin mutlaka ve mutlaka önlenmesi, azinliklarin etkisinin azaltilmasi gerekmektedir.
Özetlemek gerekirse, Islamiyet önce 660’li yillarda "Müslüman" görünümlü Yahudilerin mezhepler araciligi ile, sonra da 1660’larda yine "Müslüman" görünümlü Yahudilerin tarikatlar araciligi ile dejenerasyonuna ugramis, bugünkü karmasik halini almistir.
Bundan ne sonuç çikar?.. Su sonuç çikar: yüzyil öncesinde Istanbul’un en önemli tekke ve dergahlarinda feyz ve irsat dagitan seyhlerin bir kismi "disi Müslüman içi Yahudi" dönmeler idi!.. "disi Müslüman içi Yahudi" dönmeler cami yaptiriyor, evini tekke haline getiriyordu. Bunlar ayni zamanda mason localarinda yabancilarla, düsmanlarimizla isbirligi içinde ülkemizin parçalanmasina, bati hegemonyasina girmesine alet oluyorlardi.
Acaba simdiki pek meshur tarikat seyhlerimizden kaçi dönme, hiç arastiran var mi?..Neden her mason locasi, mutlaka bir Yahudi ve bir kaç dönme olmadan kurulamiyor?.. Bu sorular hep zihinlerimizi kurcaliyor!..
II. Abdülhamid dönemindeki üç büyük güç Ittihat ve Terakki Cemiyeti, Mason Localari ve Ordudur... Ittihatçilar ve masonlar içinde Yahudiler ve dönmeler etkili, Orduda ise Ittihatçilar etkilidir. Sonuç: Abdülhamid’in devrilmesinde, mesrutiyet döneminde ve 1. Cihan Savasi felaketinde Yahudi ve dönmelerin payi büyüktür!..
O dönemin meshur dönmeleri ögretmen Sevki Efendi, Tüccar Ata Efendi, gazeteci Fazil Necip, maliye naziri Cavit Bey, Halil Ali Efendi, tarikatçi Ali Örfi Efendi ve Osman Zevki Efendi idi. Simdiki büyük dönme aileleri ise Ipekçiler, Bezmenler, Dilberler, Atabekler’dir... Acaba bunlarin Türkiye’nin bugünkü sikintilarinda paylari nedir?..
Biz hep söyledik... Dönme olsun olmasin, Türkiye’de yasiyan Yahudi asilli vatandasimizdan kendi irkdaslarinin ülkesi Israil’e düsmanlik beklemeyiz. Zaten Israil’e kuru kuruya düsmanligin da bir anlami yoktur... Ancak bu Yahudi asilli vatandaslarimizdan her Türk kadar Türkiye’ye hizmet bekleriz.
Çeçen asilli vatandasimizin elbetteki Çeçenistan’a sempati duymasindan daha tabii bir sey olamaz. Biz de en az onun kadar Çeçenistan dostuyuz. Ama kendini "ben Türk degilim, Çeçen’im" diye ayirmasini, Türkiye’de Çeçenlik gütmesini hiç hos karsilamayiz. Çeçen milliyetçiligi ancak Çeçenistan’da yapilir. Biz ona "bu Türk degil, Çeçen" diye ayirim yapmiyoruz ki!.. Tam tersine, tüm Çeçenleri, Çerkezleri, Lazlari, Gürcüleri, Osetleri, Abazalari, Kürtleri, Bosnaklari, Pomaklari, Hiristiyan Gagauzlari, Musevi Karayimleri bagrimiza basiyoruz. Onlar bizim canimiz, cigerimiz!..
Isteriz ki, bütün dönmeleri de, bütün Rum, Ermeni ve Yahudi, Levanten vatandaslarimizi ayni sicaklikla kucakliyalim. Ama her seyden önce onlarin bunu haketmesi lâzim. Bizim içimizdeki onlarla ilgili "gavura hizmet" ve "ihanet" kuskularini silmeleri lâzim!..
Fener baspapazi Rum Bartolameos, Türkleri Amerika’ya sikâyet ederken; Istanbul’da devlet kurmaya kalkarken nasil onu Türk sayabiliriz ki?.. Dönme Fuat Bezmen Türkleri dolandirip Amerika’ya kaçmisken, üstelik "ben Yahudi’yim, Türkiye’de Yahudilere baski yapiliyor" derken, biz nasil Bezmenler’e sempati duyabiliriz ki?
YAHUDİLER TÜRK SOYUNDAN MI?
(Uluyan Bozkurt Ergenekon’dan mı çıktı? WM)
PEK ÇOK MASONUN BİLMEDİĞİ BU İDDİALARI DOĞRU SAYARSAK, TRUVALILAR DA ARKADYALILAR DA YAHUDİ KÖKENLİDİRLER. AYNI ŞEKİLDE FRANKLARI UZUN YILLAR İDARE EDEN MEROVENJ HANEDANI DA YAHUDİDİR!...
BUNA NE DERSİNİZ BİLEMEYİZ AMA, MASONLARIN DİN DÜŞMANLIĞININ, İKTİDAR HIRSININ, GİZLİ TAVIRLARININ ARKASINDA İŞTE HEP BU KARIŞIK EFSANELER, HURAFELER YATMAKTADIR. HALBUKİ İSRAİL HZ. YAKUB'UN ADIDIR. HZ. YAKUB DA HZ. İBRAHİM'İN TORUNUDUR. HZ. İBRAHİM'İN BABASININ ADI AZER İDİ. HAZAR DOLAYLARINDAN GELME TÜRK OLDUĞU, TA HZ. MUHAMMED ZAMANINDAN BERİ RİVAYET EDİLİR!..
BİZ DE O ZAMAN DERİZ Kİ, YAHUDİLER TÜRK SOYUNDANDIR VE HZ. İBRAHİM'İN HAYIRSIZ TORUNLARIDIR. TÜRKLERE DE, HZ. İBRAHİM'E DE LAYIK OLAMAMIŞLARDIR. MASONLAR DA, HZ. MUSA'YA BİLE KARŞI GELEN HAYIRSIZ OĞLU HAYIRSIZ BENJAMİN'İN SOYUNDANDIR!.. HZ. İSA'YA BUNLAR İHANET ETMİŞLERDİR. İSLAM'A BUNLAR FESAT KATMIŞ, BUNLARIN SOYU HAÇLI KILIĞINDA KAN DÖKMÜŞ, ALLAH'IN EMİRLERİNE KARŞI GELMİŞTİR!.. BUNLAR HZ.NUH'UN GEMİYE BİNMEYİ REDDEDEN VE TUFANDA YOK OLAN OĞLU KADAR MEL'UNDURLAR!.. AYNI AKIBETE DE UĞRAYACAKLARDIR!.
SABATAYCILIK HAKKINDA MUHTELİF GÖRÜŞLER
Sabetaycılar Ne Olduklarını BilmiyorOnların Sabetaycılık inancından uzaklaştıklarına inanıyorum. Bir Selaniklilik var belki, ama onda da seçkinci ve elitist bir yaklaşım var. 'Biz Selanikliyiz, biz daha Batılı, daha kozmopolitiz' gibi bir bakış açıları var. Bir insanın böyle düşünmesi yanlış. Bugün Sabetayistlerin bir kimlik problemi var bana göre. Ne olduklarını bilmiyorlar. Dinden uzaklaşmış bir kitle olarak görüyorum onları."
"Dönmeler, İslam ve milliyetçiliğin gözünde dayatmacı bir Batılı hayat tarzını temsil ediyor. Sağ-sol çatışmaları döneminde komünizmi ve Marksizmi de temsil ettiler bir yerde. Kozmopolitizimle ve Batıcılıkla özdeş hale geldiler ve Batının ahlak düşkünlüğüne ve onu muhafazakar bir hayat tarzının üstüne dikte etmeye taraf oldular. Problem bu"
Sabetaycılık konusu son dönemde daha bir fazla Türk medyasının gündemine girer oldu. Hemen hemen her gazetede konuyla ilgili bir haber ya da röportaj çıktı konuyla ilgili olarak. Bütün bu tartışmaları başlatan Ilgaz Zorlu'nun "Evet Ben Selanikliyim: Türkiye Sabetaycılığı" isimli kitabı. Herkes bu konuyu bir yerinden tutup gündeme getirirken Türkiye'deki Yahudi cemaati ve yayın organları belki de haklı olarak bu süreçte sessizliği tercih etti.
Onlar her ne kadar bir parçası olarak değerlendirilse de Yahudi kamuoyu -ta başından beri- onların Yahudilikleerini kabul etmiyor. İsrail ve Türkiye hahambaşılıkları başka ülke 'converzo'larına gösterdikleri anlayışa rağmen, Türkiye'li Dönmelere ya da Sabetaycılara oldukça soğuk bakıyor. Çünkü bu görüşe göre Sabetaycılar artık Müslümanlık dini içinde değerlendirilmesi gereken bir akım.
Türkiye ve dünya Yahudilerinin Sabetaycılara bakış açısı ile ilgili olarak Yahudi araştırmacı-yazar Rıfat Bali ile bundan üç sene önce görüşmüştük. Kısmet bugüne imiş. Rıfat Bali'nin bazı değerlendirmeleri genel Yahudi bakış açısını yansıtsa da oldukça önemli noktalara da temas ediyor. Bali, araştırmacı kişiliğiyle cemaatinin son dönemde yetiştirdiği en önemli fertlerden.
İletişim'den çıkan son kitabı kendi cemaatinin asırlık söylemleriyle hesaplaşması açısından da gerçekten önemli bir çalışmaydı. (Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri, Bir Türkleştirme Serüveni (1923-1945) İletişim, İstanbul, 1999)
Bu röportaj son dönemde ilk kez bir Yahudi'nin Sabetaycılığı "dini ve teknik" anlamda tartışabilmesi ve soğukkanlı değerlendirmelerde bulunabilmesi açısından özel bir önem taşıyor.
Genel olarak Sabetaycıları nasıl değerlendiriyorsunuz?Sabetay Sevi bundan 300 yıl önce ortaya çıktı. Mesihliğini ilan etti. Sonra can korkusuyla Aziz Mehmed Efendi oldu. Devamı artık bilinen hikaye... Dönmeler, İslam ve milliyetçiliğin gözünde dayatmacı bir Batılı hayat tarzını temsil ediyor. Yetmişli yıllarda sağ-sol çatışmaları döneminde komünizmi ve Marksizmi de temsil ettiler. Bugün baktığımızda Ilgaz Zorlu dışında biri çıkıp da ben Sabetayistim demiyor ama dönmelerle ilgili olarak etrafta bir sürü söylenceler var.
Geçmişte Halil Bezmen ortaya çıkmıştı.Ahmet Emin Yalman da Dönmeydi, Nazım Hikmet'i savunur yazılar yazdı diye eleştirildi. Bence bugün Dönmelik konusu Türkiye gündeminden düşmüştür. Çünkü Dönmeliği temsil eden, tartışmalı, ateşli polemik yapan insanlar kalmadı. Bir Yalman'ın eşdeğeri bugün yok. İslami basında Selanik kökenli olması nedeniyle Coşkun Kırca'nın Dönme olduğu iddia edilmektedir. Kırca'nın ateşli Atatürk milliyetçisi tavrından da yola çıkılarak Ahmet Emin Yalman dönemini andırır bir Sabetayist-İslam kutuplaşması ara sıra gündeme gelmektedir. Ama bu da bir yerde anlamsızdır, zira Coşkun Kırca hiçbir zaman kendisinin Sabetayist olduğunu deklare edip kendisine uygun görülen bu kimliği savunmadı ki. E, o zaman kiminle neyi tartışacaksınız? Bence Dönmeliğin artık önemi kalmamıştır. Problem aslında başka. Sabetaycılar bir yerde Türk toplumunda taraf oldular. Neye taraf oldular; Batıya, Batılı yaşam tarzına taraf oldular ve bu yaşam tarzını Türk toplumuna getirmeye uğraştılar. Örneğin İpekçilerin ilk sinema salonlarını açmaları ve burada Batılı yaşam tarzını gösteren filmlerin gösterimi ve Yalman'ın ateşli ve saldırgan bir laik oluşu... Tüm bunlar Dönmeleri kozmopolitizmle, Batıyla özdeşleştirdi ve bir yerde İslami-geleneksel-muhafazakar değerlere bağlı olarak yaşamak isteyen toplumun çoğunluğuna bu yaşam tarzını dayatmakla suçlandılar. Çünkü akşamları foxtrota, çaylara, balolara gitmeyen, kısa etek giymeyen, başını açmayan, İslami değerlere bağlı muhafazakar kadınlar ve toplumun çoğunluğunu teşkil eden bu tarz aile ve toplum yapısı, dönemin basını ve kamuoyunun önde gelen ve bir çoğu Selanikli olan yazarları tarafından "yobaz ve gerici" olarak nitelendirildiler. Bütün mesele buradan ortaya çıkmaktadır ve bugün de Türk toplumunda yaşanan gerilim ve gerginlik aynı nedenlere dayanmaktadır. Neye taraf oldular, Batıya... İslami görüşe göre Batının ahlak düşkünlüğüne ve onu muhafazakar bir hayat tarzının üstüne dikte etmeye taraf oldular. Problem bu. Problem özünde dinsel değil ki. Problem gizli Yahudilik de değil bir yerde.
Dönmelerin çifte kimlikli oluşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?İslami bakış açısı ile Dönmelere olumsuz bakılması İslami düşünce dünyasının iç kurgusu açısından gayet doğal ve anlaşılabilir bir tepki. Ben Müslüman olsam, ben milliyetçi-muhafazakar bir görüşe sahip olsam bu tepkiyi gayet normal bulurum. Bu benim şahsi görüşüm, herhangi bir kesime şirin görünmek için söylemiyorum. Düşünün ki adamlar "Elhamdülillah Müslümanım" diyorlar fakat değiller. E, tabii gerçek bir Müslüman, "Ha bak işte bunlar Yahudinin gizli ajanlarıymış" diyecek. Buna Ahmet Emin Yalman'ın 1950'li yıllarda Necip Fazıl Kısakürek ve Büyük Doğu'cularla olan şiddetli polemikleri ve bir dönme olan Sabiha Sertel'in eşi Zekeriya Sertel ile birlikte milliyetçi ve Turancılarla olan polemiklerini de eklerseniz resim tamamlanıyor. Ortaya çıkan resimde İslam'ı içten yıkmaya çalışan ve özellikle 1970'li yılların sağ-sol çatışma atmosferi içinde İslam'ın da içinde yer aldığı geniş sağ cepheyi çökertmeye çalışan "Yahudiliğin gizli ve aynı zamanda "kızıl ajanları" sembolü ön plana çıkmaktadır. Çok kötü bir efsane haline geldi bu konu. İşin asıl tartışılması gereken ilmi, dini ve mistik yanı tamamen bir kenara atıldı. Sadece siyasi ve popüler yanı ele alınıyor. Belki Ahmet Emin Yalman bu türden tartışmalara girmeseydi bu konu bu kadar dejenere olmayacaktı.
Böyle bir yapıyı önemsemiyorsunuz ama eleştiriyorsunuz.İslami bakış açısıyla bir yerde mantıki bir tavır var aslında. Bugün Dönmelik var mı? Ilgaz Zorlu o cemaatten olduğuna göre bir bildiği var ki 'var' diyor. Bana sorarsanız belki var, ancak artık Sabetayistler açısından da bir önemi olduğuna inanmıyorum. Çünkü onların Sabetaycılık inancından uzaklaştıklarına inanıyorum. Bir "Selaniklilik" var belki, ama onda da seçkinci ve elitist bir yaklaşım var. 'Biz Selanikliyiz, biz daha Batılı, daha kozmopolitiz' gibi bir bakış açıları var. Bir insanın böyle düşünmesi yanlış. Bugün Sabetayistlerin bir kimlik problemi var bana göre. Ne olduklarını bilmiyorlar. Dinden uzaklaşmış bir kitle olarak görüyorum onları. Bugün hala çifte kimliğini sürdüren kişiler varsa -ki Ilgaz Zorlu var diyor-, onların daa azınlıkta olduğuna inanıyorum.
Dünya ve Türkiye Yahudileri Sabetaycılığa nasıl bakıyor?
Dünya Yahudiliği Sabetaycılığa bir mezhep olarak, bir mistik yaklaşım olarak bakıyor. Sabetaycıların Yahudiolamamaları gibi bir meseleleleri yok. Herkes Yahudi olabilir. Bir Hıristiyan da, Budist de Yahudi olabilir. Ancak bunun bir ritüeli vardır. İslam'da nasıl kelime-i şehadet getirip bir Hıristiyan Müslüman olabilirse, Yahudilikte de ona benzer bir ritüel vardır. Bir eğitimin sonucunda bir sınavdan geçersiniz, dinin icaplarını yaparsınız ve Yahudi olursunuz.
Ilgaz Zorlu bunun bu kadar kolay olmadığını söylüyor.Onun meselesi ayrı. O diyor ki, "Ben Yahudi kökenliyim. O zaman beni ayrı bir kategoriye koyacaksın. Yani ben bir Hıristiyan gibi, bir Budist gibi değilim. Onlar o süreçten geçsin, beni özel ayrıcalıklı bir odadan geçireceksin ve Yahudi kabul edeceksin" diyor. Bu mümkün değil. Yani ben çok dindar bir insan olduğumdan, dinin vecibelerini bildiğimden söylüyor değilim. Fakat bu Yahudi dininin mantığına aykırı bir şey. Siz kendiniz Yahudiliğin kabul etmediği bir Mesih'e inanmışsınız, başka bir yola sapmışsınız, bugün şimdi yeniden Yahudi olmak istiyorsunuz. Yahudilik dini ayrıcalıklı muamele kabul etmiyor. Diyor ki, 'Madem sen Yahudisin ve bu dinin icaplarını biliyorsun, demek ki bu yol senin için daha kısadır, yap o ritüelleri gel Yahudi ol'. Diyelim ki, İsrail'de Türkiye'de var olduğu iddia edilen Sabetaycıları Yahudiliğe kabul eden bir karar çıksa zannediyor musunuz ki Türkiye'deki Sabetaycılar "Allah Allah" diyerek Yahudi olmak için İsrail'e koşacaklar? Hayır, Ilgaz Zorlu'nun dışında gidecek bir kişi daha olacağını hiç sanmıyorum. Ilgaz Zorlu geçmek isteyenlerin olacağını söylüyor. Türkiye'de Dönmelerin ciddi dini temele dayanan cemaatsal bir yapısının bulunduğuna inanmıyorum. Çıksınlar efendim o zaman ortaya.
Türkiye Yahudi cemaatinin Dönmelere bakışı nasıl?1950'li yıllardan günümüze dek gelen Dönme-İslam çatışmasının sonucu olarak "gizli Yahudi ajanı" olarak görülmelerinden dolayı Türkiye Yahudileri Sabetaycılara fevkalade soğuk ve uzak dururlar. Bu dediğim imajdandolayı hiçbir platformda beraber olma ihtimalleri yoktur. Sabetaycılar Yahudileri sevmez, Yahudilerin de Sabetaycılara çok fazla sempatiyle baktıklarını söyleyemem. O açıdan İslami düşünce dünyasının "Yahudiler, Dönmeler ve Farmasonlar" üçlü sacayağı düşüncesinin doğru olduğuna inanmıyorum.
Dönmelerin bugünkü dini durumu nedir sizce?Yahudilik açısından kabul edilecek bir yönü yok. Müslümanlar içinde konforlu bir konumda olacaksın ve Yahudilik iddiasında bulunacaksın. Bunun pek de etik bir davranış olduğuna inanmıyorum. Yahudiliğe dönmek istiyorsanız, bunun ritüelleri var. Kimse size mani değil, olmaz.
Etkin masonlar hep bu gruplar arasından çıkıyor.Yahudiler ve Sabetayistler arasından çok mason çıktığı doğrudur. Ama bu durumun da kendi kurgusu içinde birtakım anlaşılabilir mantıki nedenleri vardır. Masonluk bir yerde evrensel bir felsefeyi, eşitliği, kardeşliği savunuyor ve yaymaya çalışıyor ama dini arka plana atıyor. O zaman zaten dinden uzaklaşmış olan Sabetaycılara masonluk çekici gelmektedir. Tarih boyunca ayrımcılığa uğramış bulunan Yahudiler de kardeşlik, eşitlik ilkeleri çerçevesinden dolayı masonluğa sempati ile yaklaşmaktadırlar. Ancak bir gerçek var; tüm dernekler gibi masonluk da bana göre bir lobi ve toplumda ağırlığı olan bir sivil toplum kuruluşu ve her sivil toplum kuruluşu gibi bir baskı grubudur. Ancak kardeşlik ve eşitliği ilke diye benimsemiş bulunan bu baskı grubu siyasete alet ve taraf olmamalıdır.
Kanal-7'deki gizli mason ayiniyle ilgili yayınlar üzerine masonların kendi aralarındaki yazışmaları gazetelerde yayınlandı. Son derece talihsiz mektuplar onlar. Yani bir kere o mektupları her kim bulmuşsa ve şayet doğruysa büyük bir gazetecilik olayı yapmış.
Fevkalade talihsiz olan hadise, raporun Fransız Büyük Locasına İsrail Büyük Locasından gelmesi ve orada "işte şunları yapın" diye emirler verilmesi. Çok yanlış şeyler yani. Komplocu görüşü dile getirenler de zannediyorum bu noktalardan hareket ediyor. Ancak tekrar ediyorum; bu sözlerim belgelerin özgün olmaları kaydıyla geçerlidir. Aksi halde bu kez bunu yayınlayan gazeteler hatalı davranmış olacaklardır.
Rifat N. Bali - Aksiyon
Dışişleri, doktorlar, üniversiteler (özellikle İşletme, İktisat, Uluslararası İlişkiler, Sosyoloji, Tarih, Kimya, Fizik, Matematik), YÖK, Amerikan Hastahaneleri, işadamları, Koc Grubu, gazeteciler özellikle Hürriyet, Sabah, Milliyet'te ve bu gazetelerin bağlı olduğu diğer ufak gazete ve dergilerde. TV spikerleri, mesela Gülgun Feyman, Mr. Reha. Mankenler, televizyon dizileri, Haluk Bilginer'in dizisinde koyun sürüsü gibiler, Memoli'de de varlar. Eski Türk filmlerini izliyor musunuz? Ayhan Işık, Hulusi Kentmen, Perran Kutman. Şarkıcılar Neco, Harika Avcı, Burak Kut, Ozan Orhon. Program sunucuları: gıcık Aziz Üstel, kim 500 milyar ister Kenan Işık sadece birkaç tanesi. Örnekler çok. Bu arada Show-Tv bir atılım yaptı. Dadı isimli Sabetayist Kenan Işık, Seray Sever ve Haldun Dormen vb.'nin oynadıkları ve anında Sabetayist medya tarafından popülerleştirilen diziden sonra simdi de, başrollerini Haluk Bilginer, Neco ve Emre Altuğ'un paylaştıkları ikinci bir Sabetayist dizi gosterime girdi. Hayırlısı.
Yazan: Mehmet
Sabetaycılıkla ilgili yeni sorular (*)
Sabetaycilikla ilgili yayinlardan biri, Tarih ve Düsünce dergisinin Kasim 2000 sayisi ve bu sayidaki çok sayida yazi ve roportajdir.
Bu dergide, Sabetayci oldugunu açiklayan ve son dönemdeki tartismalarin yapilmasina sebep olan ve Ilgaz Zorlu ile yapilan bir ropörtajda su ilginç konular dikkatimi çekti:
1- Eski Israil Cumhurbaskani olan "Izak Ben Zwi, 1960'lara kadar Türkiye'de çok faal olmus bir adamdir. Türkiye'deki Israil konsoloslarina Sabetaycilar hakkinda raporlar tutturmustur. Bu raporlar Israil arsivlerinde mevcuttur." (s.43)
Zorlu'nun tirnak içinde verdigimiz bu ifadesinden, Ben Zwi'nin Israil Cumhurbaskani olacak kadar Yahudi emellerine sadik birisi olarak, Türkiye'deki Sabetaycilarin örgütlenmesi ve Israil'e hizmetleri konusunda önemli hizmetler yapmis olmasi ihtimali vardir. Zira Israil, Rusya'dan Yahudi soylularin herhangi basvurusunu kabul ederek Yahudilige kabul ederken, Sabetaycilari kabul etmemektedir. Zorlu bizzat basvurdugiu halde kabul edilmemektedir. Buradan sabetaycilarin Türkie'de kilit mevkilere gelen kisiler olarak çok daha önemli hizmetler vermis olabilecekleri akla gelmektedir.
2- Osmanli'nin son kabinesinde "Maliye Naziri Cavit Bey'in Osmanli Devleti'nin borçlanmasini Yahudi bankalari üzerinde yaparak Imparatorlugu zarara ugrattigi; böylece Israil'e kaynak aktardigi konusunda iddialar var, bunlarin arastirilmasi lazim." (s.43)
Zorlu'nun bu ifadesinden Cumhuriyet döneminin ilk kabinesinde de Maliye Vekili olan ayni sahsin, Atatürk tarafindan Izmir Suikasti ile ilgisi gerekçe gösterilerek astirildigi biliniyor. Zorlunun verdigi ayrinti dogrusu çok ilginç.
3- Zorlu'nun bir ifadesi aynen söyle: "Tüm bunlara karsilik çalismalarim sirasinda tanimaktan mutluluk duydugum dört kisinin tutumlarinin bambaska oldugunu belirtmek zorundayim. Bunlardan ilki adini açiklamak istemedigim müzisyen bir arkadasimdir."(s.13)
Digerleri Mose Grosman, Dr. Gad Nasi ve Rifat N. Bali olarak açiklanirken neden bu müzisyen açiklanmamaktadir. Bu kisi, sakin Yahudi (veya Sabetayci) olusuyla ilgili Taha Kivanç'in bir yazi yazdigi ve buna atif yapan M. Sevket Eygi'nin bir baska yazisina konu olan, bir süre STV'de Kapilar ve Köprüler programini yaptiktan sonra simdi de kanal 7'de iftar programlari sunan Engin Noyan olmasin.(?)
4- "Ayrica çok önemli bir Hukuk Fakültesi Profesörünün de 970'li yillarda bir kaç arkadasiyla beraber Israil'de ayni taleplerde (Yahudilige kabul talebi) bulundugunu kendi ailesinin fertlerinden ögrendim" (s.15)
Bu kisi sakin Sabetayci oldugu hatirat kitabindanm anlasilan Resat D.Tesal'in kizkardesi ile evlenen, en genç Ordinaryüs Profesör Sulhi Dönmezer olmasin. (*)
Sadece aklimiza gelenler bunlar.
Gani Gönüllü
Sabataycılık ve Siyaset Yazısını Okumak İçin Tıklayınız
Sabetaycılık ile ilgili gizlilik kalkmalı ve gerçekler ortaya çıkmalıdır.
Çünkü bu insanlarin nüfus kagidinda Müslüman yaziyor, ancak gizli din tasiyorlart ve Müslüman degildirler. Bunlarin içlerinden bazilari Mevlevi seyhi, Melami muridi gibi Müslüman kisvelere girmis ve Müslümanlari yönlendirmislerdir. Bu tür gizlilikler demokrasi bakimindan mahzurludur.
Eskiden zorlama karsisinda dinlerini gizlemek zorunda kalmis olabilirler, ancak artik ayni sartlar geçerli degildir. Dinlerini açiklasinlar, Müslümanlari artik kandirmasinlar.
Kendi inancini yasamak ve haklarini sonuna kadar kullanmak arzusunda olan Sabetaycilara hiç kimsenin bir sey demeye hakki yoktur. Insan olan herkes insan haklarindan sonuna kadar faydalanmalidir. Ancak kimligini gizleyerek, baska türlü görünüp insanlari kandirarak ve gizli örgütler kurup Devlet'i perde arkasindan idare etme imkani da kimseye verilmemelidir.
Oral Çalislar Eygi'yi suçlayacagina, Cumhuriyet gazetesinde ve CHP'de bolca olan Selanikli arkadaslarina rica etsin de konu hakkinda kamuoyunu birinci agizdan bilgilendirsinler. Selamlar.
Ali Rıza SAKLI
Müjdemi isterim
Ne kadar sevindiğimi anlatamam; bir tarafından benim de iliştiğim bir konuda, İsrail hükümeti, nihayet yumuşama alâmetleri vermeye başladı. 'Dönmeler' arasında içinden geldikleri ırkla bağlantılarını yenilemek isteyen bir gruba göç etme hakkı verme yolunda bir adım attı İsrail... Bakalım kapıları sonuna kadar açacak mı?
Hatırlayacaksınız: Epey önce, bizdeki dönmelerin bir benzerini İran'da keşfettiğimi yazmıştım Kulis'te. İsrail'de çıkan Jerusalem Post gazetesinde okuduğuma göre, bundan 100 yıl kadar önce, Tebriz'de meydana gelen bağnazlıklar yüzünden, Museviler din değiştirme ihtiyacını hissetmişler; açıkta Müslüman göründükleri halde dinlerini gizlice sürdürmüşler. İçlerinden Mekke ve Medine'yi ziyaret edip hacı olanlar, beş vakit namazı camide kılanlar bile görülmüş; ama gazete, eski dinlerine bağlılığı içlerinde taşıdıklarını yazıyordu.
Dönmelik, gizli din taşımak, gerçekten zor zanaat. İsrail Avrupa üzerinden 'anavatana' gelen İranlı dönmelere hiç itiraz etmeden vatandaşlık hakkı vermiş; vaktiyle Müslüman görünürken İsrail'e gidip vatandaşlık elde eden dönmeler arasında ülkede önemli görevlere gelenler bile varmış... Ben de, İranlı dönmelere kapıyı açık tutup bizimkilere sımsıkı kapayan İsrail'i ayıplamış ve "Ayıp ediyorsun" diye yazmıştım.
Bizdeki dönmelere farklı muamele ediyor İsrail. İsrail devleti kurulduktan hemen sonra İsrail'e göç edip vatandaşlık almak isteyen bazı dönmeler çıkmış, ama İsrail onları kabulde istekli davranmamıştı. "Evet, Ben Selanikliyim" kitabının yazarı Ilgaz Zorlu ve bazı arkadaşları birkaç yıldır "Vatana göç hakkı" talep ediyorlar, ama fazla bir anlayış görmüyorlar... Ilgaz Zorlu, kitabında, bir süre gidip kaldığı İsrail'de başına o küçük takkelerden takıp dolaştığını, ilgi de gördüğünü, ama meramına eremediğini yazıyor.
Şimdi ona bir müjdem var. Musevi Cemaati'nin 'Şalom' gazetesi, "Bazı Müslümanlar İsrail'e göç etme haklarını istiyorlar" başlıklı bir haber yayımladı. Haberde, daha önce reddedilen 'göç hakkı'nın bu defa tanınacağı anlamına gelecek olumlu bir hava var. 28 kişinin bu yolda yapılmış başvurularını, İsrail içişleri bakanlığı, uzun yazışmalardan sonra reddetmişti; o insanlar, bunun üzerine, Yüksek Adalet Mahkemesi'ne başvurmuşlar... İşler süratlenmiş...
Şalom, başvuru sahiplerinin kimliği ve konunun hukukî yönü hakkında şu bilgiyi veriyor: "Geri dönüş yasasına göre, dinini kendi arzusuyla değiştirenler hariç bir Yahudi'nin çocukları, torunları veya eşleri göç vizesi alabilirler. Dilekçe sahipleri, kendilerinin aslında zorla dinleri değiştirilmiş insanların çocukları olduklarını, bu yüzden din değiştirenlerle ilgili maddenin kendilerine uygulanamayacağını söylüyorlar. Eğer İsrail'e göç edebilirlerse Yahudiliğe geri dönmeye istekli olduklarını ve Yahudi dininin zorla değiştirmiş insanlarla ilgili durumlara ya da Anusim'e fırsat verdiğini belirtiyorlar." (Şalom, 1 Eylül 1999)
Başvuranların nereli olduklarını açıklamamış Şalom; İsrail Yüksek Adalet Mahkemesi, başvuru sahipleri zor duruma düşmesinler diye, adresleri üzerine ambargo koymuş çünkü. İyi de yapmış. Sevinmemin sebebi, Ilgaz Zorlu ve arkadaşlarının bu yönde ilk ciddi başarıyı kaydetmeleri. Daha önce bu tür başvuruların dikkate alınmadığı İsrail'de, mahkemenin konuyu görüşme takvimine alması bile bir başarı.
Osmanlı Tarihi'nin Museviler arasında ciddi sürtüşmeler yaşanan ilginç dönemlerinden birinde, fitneyi önleme amaçlı bir müdahale sonucu ortaya çıkmıştı dönmelik. Kendisinin 'beklenen mesih' olduğuna inanılan Sabatay Zvi adlı din bilgini, baskılar üzerine din değiştirmek zorunda kalmış, ancak Zvi ve bağlıları eski inançlarını korumuşlardı. 350 yıl boyunca, Müslüman görünüp Musevi inançlarını sürdüren bir grup oldu dönmeler. Cumhuriyet kurulup yoğunluk teşkil ettikleri Selânik'ten Türkiye'ye göçtüklerinde özelliklerini burada da sürdürdüler.
Galiba bir vesileyle yazmıştım: İmparatorlukta ilk eli yüzü düzgün, modern eğitim kurumlarını dönmeler kurdu. Atatürk'ün de okuduğu ilkokulun kurucusu Şemsi Efendi bir dönmeydi (Ilgaz Zorlu "Dedemdir" diyor ve esas adının Şimon Zwi olduğunu yazıyor). Dönmeler İstanbul'da da eğitim kurumları açtılar. Şemsi Efendi'nin izinden gidenlerin açtığı Şişli Terakki Lisesi ve Işık Üniversitesi onların eseridir. Hani Faik Bulut adındaki sözde 'araştırmacı'nın, adındaki 'ışık' sözcüğüne bakıp 'ışık evleri' ile arasında irtibat kurarak "İrticaî eğitim kurumları" arasında saydığı, sonra da özür dilediği Işık Üniversitesi...
Dönmelerin bir bölümü, hiç değilse yüzeyde, Müslüman gibi yaşamaktan mutlu görünüyorlar. Kültür, eğitim, medya, sanayi, ticaret ve siyaset hayatında ön planda olan çok sayıda dönme var. Türkiye bu konuda o kadar geniş ki, önümüzdeki mayıs ayında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçiminde dönme bir aday bile çıkabilir.
Ancak, bazıları da, bütün dünyada etkisini hissettiren, Hıristiyanları 'yeniden doğmuş Hıristiyan', Müslümanları 'daha dindar' yapan rüzgârlardan etkilenerek 'köklerine dönme' arzusundalar. Yıllardan beri, "Biz aslında Yahudi'yiz, tarihin garip bir cilvesiyle dönmüş gibi görünmüşüz, anavatana gelmek istiyoruz" diye çaba gösteriyor bunlar...
Müjdeyi onlara veriyorum, istediklerine kavuşurlarsa sonucu size de duyururum.
Sabetaycılık, Sabah Gazetesi ve Çevik Bir
28 Subat 1997 tarihli MGK toplantisi ile baslayan "yari askeri yönetim" sürecinin en önemli Pasalarindan biri daha emekli odu. Üzerinde Türk Ordusunun üniformasi varken, Orduya zarar verme kaygisi ile yapilamayan, ertelenen elestirilerin ilgili kimse emekli olduktan sonra yapilmasi elbette mantiklidir. Biz de, 30 Agustos 1999 tarihli Yüksek Askeri Sura toplantisinda yas haddinin dolmasi sebebiyle emekli edilen Orgeneral Çevik Bir hakkinda simdi yazi yazmayi daha uygun buluyoruz. Orgeneral Çevik Bir'in kamuoyunda fazlaca tartisilmasina sebep olan, belki de darbe yapip -yapmama karari öncesinde nabiz yoklama amaciyla gittigi ABD ziyareti esnasinda "balans ayari yaptik" seklindeki sözleri idi.
Bununla birlikte, esas ilginç olan ve bizim dikkatimizi çeken, Sabah Gazetesinin her firsatta Çevik Bir'i mansete tasimasi ve sürekli desteklemesidir. Gerçekten de 28 Subat sürecinde Sabah Gazetesi çok sayida Çevik Bir'li mansetlerle yayinlandi ve 28 Subatçi Generaller içinde Çevik Bir'e özel bir yer yarildi. Sabah'in Çevik Bir'den yana olan tavri, normal terfilerde önü kapali olan Çevik Bir'e, Ordu gelenekleri göz ardi edilerek Genel Kurmay Baskanligi yolunun açilmasi yönünde de kendini gösterdi, ancak basarili bir sonuç elde edemedi. 2000 yilinin Mayis ayindaki Cumhurbaskanligi seçiminde Sabah grubunun adayi da Çevik Bir olarak kendini gösterdi. Seçim tarihi yaklastikça bu anlamda ilginç gözlemler yapma imkâni da bulabiliriz saniyorum.
Bu noktada esas sorulmasi gereken soru sanirim sizin de akliniza gelmistir. Evet, Sabah neden Çevik Bir'i bu derece kesin ve sürekli biçimde desteklemektedir? Çevik Bir ile Sabah arasindaki iliski elbette basit bir menfaat iliskisi olamaz. Peki bu iliskinin mahiyeti ne olabilir?
Sabah Gazetesi sahibi Dinç Bilgin ve Sabah'in önemli bazi köse yazarlari Sabetayci, yani Selanik Dönmesi'dir. Sabetaycilar, bundan bes yüz küsür yil önce Ispanya'dan Türkiye'ye göç eden Yahudiler'in bir grubu olup, dis görünüste Müslüman kendi aralarinda ise gizlice Yahudi-Sabetayci bir hayat sürmektedirler. Bunlarin meshurlari Ipekçi ailesi (Abdi Ipekçi, Ismail Cem Ipekçi, modaci Cemil Ipekçi vb.), Dilber ailesi ve Atabek ailesi fertleri arasindan çikmistir. Hürriyet Gazetesi eski sahipleri Erol Simavi ve Sedat Simavi de Sabetayci kökenli idiler.
Selanik sehri, Ispanya'dan göç eden Yahudilerin yerlestirilmesiyle çogunlukla Yahudi Ispanyolca'si konusulan, daracik sokaklari ile mimari açidan da kendine has özellikler gösteren tipik bir Yahudi sehri görünümü tasiyordu. Daha sonra Sabetayciligin kurucusu Yahudi Hahami Sabetay Sevi'nin yolunu takip eden 200 ailenin buraya yerlesmesi ile sehir Selanik Dönmeleri diye de adlandirilan bu grupla birlikte anilir olmustur. Kendi aralarinda Ortodoks Yahudilikten ayrilarak Sabetay Sevi'nin kurallarini koydugu Sabetayciligi yasayan bu Dönmeler, dis görünüsleri bakimindan Müslüman imaji vermeye özen göstermekte, hatta bazen Müslüman görüntüsü vermek için namaz da kilmaktaydilar.
Simdi gelelim Çevik Bir'e... 2 Ekim 1999 tarihinde gazeteci Ismet Solak'la NTV'de yaptiklari sohbette emekli Orgeneral söyle demektedir: "Babam Manastir'li, annem Selanikli'dir." Diger bütün kavim ve kültürlerin aksine Yahudilikte soy anneden devam etmektedir. Yani Yahudiler, babasi Yahudi olani degil, annesi Yahudi olani kendilerinden saymaktadirlar. Böylece Sayin Çevik Bir'in annesinin Selanik Dönmesi olmasi kendisinin Yahudi kabul edilmesi için yetmektedir.
Elbette her Selanikli muhakkak dönmedir, yahut bir baska deyisle Sabetaycidir demek istemiyoruz. Nitekim Mustafa Kemal Atatürk de Selaniklidir, ama dönme degildir. Peki Çevik Bir için neden ayni seyi söyleme imkânini bulamamaktayiz? Su sebeple; Çevik Bir sabah Gazetesi tarafindan öylesine kayitsiz ve sartsiz bir biçimde desteklenmektedir ki, ister istemez onun da Sabah sahibi Dinç Bilgin gibi Selanik dönmesi oldugu akla gelmektedir. Evet, bu destegin anlami, Sabetaycilar arasinda mevcut olan kuvvetli dayanisma ile açiklik ve anlam kazanmaktadir.
2 Ekim 1999 tarihli Hürriyet'te Ertugrul Özkök, 28 Subat sürecinde Genel Kurmay'ca verilen brifnglerin sonuncusuna katilmis ve sonrasini anlatiyor: "Brifingden sonra Çevik Pasa'nin odasina gittik. Randevuyu rahmetli Gülçin Telci aldi. Aramizda cep telefonundan Çevik Bir'e ulasabilen tek kisi oydu." Gülçin Telci'nin Sabetayci oldugu ise biliniyor. Ölüm ilaninda Bezmen ailesinin kuzenleri oldugu yazilmisti. Bu arada, Çevik Bir'in "Musevi Ulusal Güvenlik Sorunlari Enstitüsü" adli kurulus tarafindan, kendisine "Türkiye'nin ABD ve Israil iliskilerinin gelismesine yaptigi katki" sebebiyle bir ödül verimek üzere ABD'ye davet edildigini ve 30 Agustos'ta emekli olan Bir'in Ekim ayi içinde ABD yolcusu oldugunu da eklemek gerekir.
Yine Ekim ayi içinde egitim-ögretim sezonunu açan "Isik Üniversitesi"nin açilisina katilan Çevik Bir, ilk dersi veren kisi olmus... Sabetaycilara ait Feyziye Mektepleri'nin devami niteliginde olan Isik Üniversitesi'ne Bir'in bu yakinligi da ilginç degil mi?
Önemli oldugunu düsündügüm bir baska husus, Genel Kurmay bünyesinde kurulan "Hasan Tahsin Bilgi Merkezi"dir. Bilindigi gibi gerçek adi Osman Nevres olan Hasan Tahsin Sabetaycidir ve Yunan'a ilk kursunu onun atip atmadigi çok tartismalidir. Zira, Sabetaycilar ve diger azinliklar ne I.Dünya Savasi esnasinda ne de Kurtulus savasi esnasinda Türk'ten yana tavir almamislardir. Sonraki dönemin meshur gazetecisi Sabetayci Ahmet Emin Yalman da o tarihlerde Amerikan Mandasini savunuyordu. Genel Kurmay'da açilan basin merkezine Hasan Tahsin adi verilmesini ille de kötüye yormak istemiyorum. Yani bu Çevik Bir'in yönlendirmesi ile de olabilir, ama olmayabilir de...
Benim burada dikkat çekmek istedigim sey; Türk Ordusunda subay olabilmek için yapilan soy-sop, dini mensubiyet ve milli baglilik arastirmalarindan bu insanlarin nasil olup da geçtikleridir. Hele kurmay olabilmek için çok daha hassas ölçülerin kullanildigi bilindigi halde, bu ölçüler sanki sadece dindar olanlari ayiklamaya indirgenmis gibi görünüyor. Dedesi imam olanlari subay yapmayan sistem acaba neden zor duruma düstügümüzde bizi arkadan vuranlari bas taci yapmaktadir?
Bu ülkede, Rahmetli Necip Fazil'in Sakarya siirinde söyledigi "Öz Yurdunda esirsin, öz vataninda parya" misraini hakli çikaran daha ne kadar örnek yasayacagiz? Ülkenin asli unsuru Müslüman-Türkler sistem için tehlike görülürken, asil tehlike olanlar bas köseye kurulmuslar.
Kemal Gürüz de Dönme mi?Üniversitelerdeki basörtüsü zulmünün planlayicisi, kamuoyu önünde pek konusmayan ama perde arkasindan yapacagini yapan YÖK Baskani Kemal Gürüz'den bahsediyorum. 28 Subat sürecinde YÖK Baskanligi ile üniversiteleri 28 Subat çizgisine esir eden, "irticaci" olduguna kanaat getirdigi ögretim üyelerini isten atmayla yetinmeyip, hiçbir sekilde Profesör ve Doçent gibi unvanlarini kullanmalari yasaklayan meshur yasakçi... Hani Türkiye Üniversitelerinin basinda dururken, "Türkçe bilim dili degildir" diye cevherler yumurtlayabilen zat... KTÜ Rektörlügünden TUBITAK Baskanligina atanan ve bu kurumu perisan eden, KTÜ Rektörü iken Yahudilerin Ispanya'dan Türkiye'ye göçlerinin 500.yildönümünü kutlama komitesi üyesi olan kimse...
Her ne hikmetse röportajda Nuriye Akman soruyor: "Dönme oldugunuz dogru mu?" Cevap: "Sosyolojik anlamda Müslümanim". Simdi bunu nasil degerlendirelim. Nuriye Hanim acaba neden bu soruyu sorma geregi duymus? 500 Yil Kutlama Komitesindeki herkes Yahudi veya Sabetayci (Yahudi dönmesi) miydi ki buradan bir sonuç çikardilar? Cevabi bilmiyorum, ama Kemal Gürüz'ün cevabi yeterince kuskulandirici... Bir kere "dönme degilim" diyerek bin belayi defetmek; dedikodulari önlemek varken, dönme olmayan birinin böyle bir cevabi vermesi hiç mantikli degil. Eger dönme ise o zaman en uygun cevap bu verdigidir, çünkü dönme degilim dese muhakkak bir sekilde ortaya çikar, dönmeyim dese aleyhine kullanilir.
Cevaptaki ikinci ipucu Müslümanliginin "sosyolojik" oldugunu söylemesi. Yani kendisi Mü'min (inanan) degil, toplum içinde Müslüman sifatini aliyor, bu sekilde niteleniyor. Iste Sabetaycilik tam da budur, yani "inanmadigi halde inaniyormus gibi Müslüman görünmek"... Toplumsal yasantida Müslüman göründükleri için sabetaycilar için en uygun Islami niteleme; "sosyolojik olarak Müslüman" ifadesidir. Ben bu cevaptan Kemal Gürüz'ün çok büyük ihtimalle dönme oldugu sonucunu çikariyorum. Sunu da söyleyeyim ki, hiç kimsenin ne kökenini ne de inancini kinamiyorum, ancak kendisi imanli bir Müslüman olmadigi halde, Müslümanlari basörtüsü sebebiyle en temel insan haklarindan biri olan "egitim hakki"ndan yoksun birakmaya hakki olmadigini düsünüyorum.
YÖK Baskanligi döneminde en önemli icraatlarindan bir baskasi da, "aydin din adami yetistirme" amaciyla açilmis olan iki yillik "Imam-Hatip Meslek Yüksek Okulu" adli okullari kapatmasidir. Iste size bir baska icraat; Dekanligini Yasar Nuri Öztürk'ün yaptigi Istanbul Üniversitesi Ilahiyat Fakültesi bünyesinde Heybeliada Papaz Okulu benzeri bir Ortodoks Ilahiyat Bölümü açmaktalar. Elbette ülkemizdeki Hiristiyanlarin ihtiyaci nisbetinde gerekli din adami da bu ülkede yetismelidir, fakat Türkiye'de imam yetistiren okullari kapatirken, ülke disi ihtiyaç ve çogunlukla da politik maksatlarla papaz okulu açilmasini iyi düsünmek gerekir. MHP ve ANAP'in da Hükümette olduklari bir dönemde, 1997 yilindaki bir MGK kararina istinaden, Hükümet karariyla bu uygulamaya geçildigi söylenmektedir.
Dönme ve dönmeler
Sahabe-i Kiram müşriklikten döndü. İslam tarihi devam ettikçe Hıristiyanlar, Yahudiler, Mecusiler, Hindular, Şamanistler, Moğollar daha neler neler, döndüler, İslam'la şereflendiler Müslüman oldular. İslam tarihi dönmelerle doludur; 610 yılında ilk ayet inzal buyurulduğunda Sasani İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu ve Müşrikler İmparatorluğu vardı; Müslüman olanlar hep bu imparatorluklardan geldi, yani hepsi dönmeydi. "Oğuz boyundanız" derken, dönme olduğumuzu da söylüyoruz. Karahanlılar onunca asırda, hicretten üç yüz elli sene sonra İslamiyet'le şereflendiler.
Dikkat etmeli, her ırkı, her dini bağrında barındıran devletler büyürken, bir dine yahut bir ırka bağlı devletler hep küçük kaldı.Osmanlı Devleti'nde gayrimüslimler yarıya yakındı. İttihad ve Terakkiciler, Jön Türkler Türktü ve Müslümandı. Hadis-i şerifte buyurulduğuna göre: "Her milletin iyisi iyidir." Bugün ABD, yüzden fazla ırkı ve dini bünyesinde toplayarak güç kazandı, hâlâ topluyor...
Ahmed Cevdet Paşa Kısas-ı Enbiya'sında: "İslam'da köle almak, köle olmaktır" diyor. Çünkü Resulullah buyurmuş: "Kölelerinize yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin." Böylece İslam'ı onlara sevdirdiler. İslamiyet, kölelere bu kadar hak tanırken, zimmilerin de malını, canını ve namusunu korumuştur.
Bir zamanlar "siyonistler, masonlar" diye tutturdular. Onlar dünyayı parmağında oynatıyormuş, peki biz ne yapıyorduk? Türkiye'de kayıtlı masonların adedi bin beş yüzü geçmez. Eğer bu ülkeyi onlar yönetiyorsa, Müslümanlar işe yaramıyor demektir. Peki dindarlar ne yapıyor? Sabataycılar varmış, bunlar bu milleti bu hale getirmiş... Yani kahvede oturan, meyhanede içen, sanatı, işi olmayan, cahil, beceriksiz Müslümanlar iyi, sabataycılar kötü imiş...Siyonizm, masonluk, sabataycılık, lions kulüpleri, rotary kulüpleri, bunların bütünü Yahudi idealiyle ilgilidir.
Keşke Müslümanlar da Yahudiler kadar birbirini tutsaydı, keşke Müslümanlar da Yahudiler kadar ekonomide, politikada ve kültürde birbirine yardımcı olsaydı... Keşke Yahudiler birbirine "birader" derken, bizimkiler de kardeşliğin gereğini yapsaydı.
Dönmelerden değil, dönen çeklerden, senetlerden, kalitesiz mallardan, atılan imzaya sahip çıkmamaktan korkmalı... Yahudilerden değil, artık Yahudileşen (Müslümanları aldatan) Müslümanlardan korkmalı... Bir avuç Yahudi dünya ticaret imparatorluğunu kurarken iki milyar Müslüman'ın ekonomik esaretine gözyaşı dökmeli... Her Yahudi birkaç lisan bilirken İstiklal Marşı'nı, Nutuk'u anlamayan, Türkçeyi bilmeyen Türkler'e acımalı.
Dönmelere karşı çıkmayın, o yol açık kalsın, Almanlar'dan, Amerikalılar'dan pek çok kimse dönüp Müslüman oluyor. Keşke Türkler'in, Sünnîler'in hepsi gülsuyuyla yıkanmış olsaydı da suçluyu dışarda arasaydık.Irkların birbirine üstünlüğü yoktur, insanları üstün kılan prensiplerdir.
Hekimoğlu İSMAİL
DÖNME OKULLARI
Siz hiç, herhangi bir İslam tarikatı adına kurulmuş bir okul gördünüz mü? Peki, böyle bir şeye izin verirler mi? Hiç sanmam. "Bir başbakan tarikat şeyhlerine iftar verdi" iddiası ile bu ülkede yer yerinden oynar, ama mesela masonik tarikatlar için hiçbir şey yapılmaz. Bu ülkede darbelerle meclis, siyasi partiler kapatılır; ama mason localarının kapısına kimse kilit vuramaz. Darbecilerin bile onlara güçleri yetmez. Darbelerden sonra kurulan hükümetlerde hep kilit noktalarda masonik isimlerin yer alması da bu işin bir başka yanı.
Sn. Benoit, Sn. Joseph liseleri birer kilise okulu, hatta tarikat okulu değil mi? Ecevit'in de okuduğu Robert Koleji niye açıldı, asıl amacı neydi?
Hani, Çalıkuşu romanında anlatılan şu Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi, laik Fransa'nın Türkiye'deki kilise okulu değil mi? Hala bu okulda başörtülü rahibelerin ders verdiklerini biliyor musunuz?
Bilirsiniz; Çalıkuşu romanı, bu okulda okuyan bir kızın başından geçen olayları konu alır. Reşat Nuri, mahalle mektebi ve medrese ile bu okulu kıyaslar. Mahalle mektebi ve medrese, ilkel ve çağdışı birer eğitim kurumudur. Romandan çıkan sonuç bu. Zaten bu roman da bir Amerikalı yazarın eserinden bu amaçla uyarlanmış. Reşat Nuri, yer yer cami ve cemaat hakkında olumlu birkaç cümle kullanmış. O zaman romanın bu satırları İslam'a karşı toplumda ilgi uyandıracağı endişesi ile sansür edilmiş.
İstenen mesaj şu: İslam ve İslami değerler ile semboller çağdışı; Batılı değerler ve kilise ise, iyi ve güzel. Bu tarikat okulları hala faal. Ne 28 Şubatçılar ve ne de BÇG'nin bu konuda bir kaygısı yok. Sabatayların okulları da öyle.
Hemen belirtelim ki, ben hiçbir zaman insanları seçtikleri din ya da doğdukları ana baba sebebi ile kınamadım. Ama insanların olduklarından başka türlü görünmelerine her zaman karşı çıktım. Kimsenin evli ya da bekar olduğu beni ilgilendirmiyor, ama herhalde herkes evleneceği kızın dul mu bekar mı olduğunu da bilmek ister. Ben de beni yönetenlerin, topluma malolmuş insanların kimliklerini ve temel referanslarını bilme hakkına sahibim. Bunu bir kınama ya da yüceltme sebebi saymıyorum, ama bilmek istiyorum.
Ben iyi bir otomobil almak isterken, sizin çok iyi ve aynı değerde bana iş makinası satmaya hakkınız yok. Sözü Sabataylara getirmek istiyorum. Hani şu Sabatayların yerinde bir İslam tarikatı olsaydı, devletin zinde güçleri ne yapardı acaba? Fethullah Efendi'nin mekteplerinden duyulan kuşkunun kaçta kaçı Sabataycıların etkin oldukları Fevziye Mektepleri, Işık Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Terakki Lisesi'ne gösterildi?
Bakın, Türkiye'deki Yahudiler 3 temel gruba ayrılıyor. Birinci grubta Sefarad ve Eşkenaziler var. 2. grubta Osmanlı'dan bize miras kalan Sabataylar. 3. grupta ise Karaim Türkleri. Buna son zamanlarda Kürt ve Ermeni Yahudileri de ekleniyor. Karaimler çok örgütlü değil, ama gelecekte adlarından daha çok söz ettireceğe benziyorlar. En etkin konumda olanlar, Sabataylar. Daha doğrusu ekonomide Sefarad ve Eşkenaziler, siyaset ve kültürde Sabataylar.
Sabatayların bir diğer adı "Dönme" ya da "Selanikli". İsmail Cem, Rahşan Ecevit, Tansu ve Özer Çiller, Coşkun Kırca, Altan Öymen, Ercan Karakaş bu ekipten olarak bilinir. Bunlar kendilerini zahiren Müslüman olarak takdim etseler de, gizli olarak Yahudi dini, ritüelleri ve geleneklerine bağlıdırlar. Yani takiye yaparlar. Sorduğunuzda ise, "Türk olduklarını" daha doğrusu "kendilerini Türk hissettiklerini" söylerler. Radikal birer kemalist ve laiktirler. Mustafa Kemal'in okuduğu Şemsi Efendi Mektebi, Kabbalist Yahudiler tarafından açılan bir cemaat mektebi idi. Şemsi Efendi de Sebatay Sevi öğretisine bağlı dini bir liderdi. Kabbalanın en önemli yorumcularından biri idi. Cumhuriyetin ilk yıllarında birçok Sabatayist, Mustafa Kemal'in yanında yer aldı ve kemalist devrimin şekillenmesinde önemli katkılar sağladılar. Halide Edip'ten Hasan Tahsin'e kadar birçok Sabatay da ekonomi, sanat, edebiyat, bürokrasi ve siyaset dünyasında önemli yerlere geldi. Moiz Kohen'in kemalist ideolojinin ve Türk milliyetçiliğinin şekillenmesindeki katkısı bilinen bir gerçek. Ahmet Emin Yalman da o ailedendi. İlginçtir, kapatılan mason locasının meşrik-i azamı M.Kemal Öke, Mustafa Kemal'in en yakın müşaviri ve özel doktoru idi. Mustafa Kemal'in ifadesi ile mason locasının kapatılmasının asıl sebebi, aynı gayeye hizmet eden iki ayrı kuruluşa gerek olmaması idi. Çünkü CHP, aynı idealleri tesis için vücut bulmuştu. Tabii bu yoruma göre; Kuvayı Milliye ve Müdafayı Hukuk hareketinin bir devamı olduğu söylenen CHP'nin bu iki referansı arasında da bir çelişki olmaması lazım gelirdi. Yani, Kuvayı Milliye ve Müdafayı Hukuk hareketi masonik idealleri tesis için gerçekleştirilmiş hareketlerdi.
Tabii, bu iddia ile bu hareketlerin bildirilerinde ifadesini bulan mesajlar arasında nasıl bir uyum sağlanabilir, onu bilmiyorum. Bu Sabatay tarikatının, (Din demiyorum. Cumhurbaşkanlarından Ben Zwi'nin de Sabatay olmasına rağmen İsrail bu gerçeği kabul etmese de bunların dini, İbrahim'i bir öze sahip olan Yahudilik dinidir.) Belki Sabataycılık, Yahudiliğin mistik ve Hermetik bir yorumu olarak bir mezhep ya da köklü bir tarikattır. Sabataycıların şeriatı ile öteki Yahudilerin şeriatı aynı olmakla birlikte yorumları farklıdır. Mezhep ya da tarikat, Sabataylar bugün kendi içlerinde de 3 ayrı alt gruba bölünmüş gözükmektedirler. Karakaşlar, Kapaniler ve Yakubiler. Kendi aralarında ciddi bir şekilde çıkar çatışmaları, yöntem farklılıkları ve teolojik ihtilafları bulunmaktadır.
Aslında Türkiye'de Cumhuriyet dönemi içinde biçimlenen Alevi geleneği ve son 2 asır içinde Sünni tasavvuf geleneği içinde bazı grubların nasıl dejenere edildiğini anlamak ve Sabatay etkilerini görmek için uzmanların bu konu ile yakından ilgilenmeleri gerek.
Aslında bir hukuku savunma adına, insan hakları adına, bu topraklarda doğup gelişen bu dini inanışa mensup insanların temel hak ve özgürlüklerini, kendilerini ifade etmelerini sağlayıcı şartları oluşturmak gerek. Kuşkusuz, önce çifte standartları ortadan kaldırarak ve bu gizli tarikat içindeki sapma ve cemaatin mal varlığını ele geçirmek isteyen çeteleri de sistemin dışına iterek yapılmalı bu iş. Gizli bir tarikat ve cemiyet olarak ekonomi, siyaset, bürokrasi ve basın dünyasındaki etkilerini, arkasına, gücü ve bu cemaatı kullanmak isteyen çevrelerin karanlık hesaplarını ortaya çıkartmak hem Türkiye ve hem de bu cemaatın geleceği açısıdan önemlidir. Kimse ne İslam'ı ne de Sabataycılığı istismar etmemeli. Eğer birileri bu cemaatın içine sızarak buradan kendilerine iktidar ve servet üretmeye kalkıyor ve cemaat içinden de bu konuda sızlanmalar yükseliyorsa, sanırım bu konuda bir şeylerin yapılması gerekir.
CHP ile bu parti arasındaki ilişkinin araştırılması gerek. İddialar son derece mide bulandırıcı. Bilgin ailesi gerçekten Terakki Vakfı'na ait mal varlığının denetimini ele geçirerek, cemaati kendi siyasi ve iktisadi çıkarları için kullanmak mı istiyor? Can Paker bu işin neresinde. Bülent Tanla ve Haluk Arı'nın ortak reklam şirketi CHP'nin seçim kampanyasını alarak, bu cemaatle parti arasında iktisadi manüplasyonlarda mı kullanılıyor? Tanla, Arı ve İlhan Selçuk ortak şirketi Medya C malum sermaye ile Cumhuriyet ve bazı gazeteler arasında haber politikalarına endeksli reklam dağıtımı mı yapılıyor? Bu soruları soruyorum, çünkü bu tür söylentiler artık kulak tırmalamaya başladı. Hatta CHP İstanbul il yönetiminden bazı isimler, laik CHP'nin bir tarikatın arka bahçesi gibi kullanıldığı iddialarının yaygınlaşmasından son derece rahatsız. CHP mi Sabatayları kullanıyor, Sabataylar mı CHP'yi, o da belli değil.
Sabatayların güvenlik sistemi içindeki yargı ve istihbarat birimleri ile üst düzey bürokraside ve kurumlarda yer alan Sabataylarla ilgili söylentiler de her geçen gün yaygınlaşıyor. YÖK Başkanı'ndan futbol takımlarının yöneticilerine, birtakım sanatçılardan diplomatlara, yazarlara, ADD ve ÇYDD gibi sivil toplum örgütlerinden Lions, Rotary kulüplerine, masonik kuruluşların yöneticilerine kadar her köşedeki birçok ünlünün Sabatay olduğu iddiası, zaten sayıları binlerle ifade edilen bu topluluğun ekonomi, siyaset ve toplum hayatı üzerinde nasıl bu kadar etkin hale geldiği sorusunu gündeme getiriyor.
Anlayacağınız, bilir bilmez herkes Sabatay muhabbeti yapıyor. Sabatay muhabbeti yanında Adnan Hoca rivayetleri, ana okulu çocukları için masal uyduran teyzelerin hikayesi kadar sıradan bir şey.
Şu Adnan Hoca muhabbetine de bayılıyorum hani. Hele şu "Çarşaflı Kayakçı" haberinden sonra, Hizbul-kartelin düştüğü durum amma matrak bir hal oldu. Alın gazetelerin hafta sonu eklerini ya da magazin gazetelerini, Aykut Işıklar'ın sosyete dedikodularını okuyun ve sonra da bu manken kızların iffet, namus muhabbetini dinleyin. İnanın, Matild hanım "Namus ve İffet" üzerine bir TV programı yapsa, ancak bu kadar anlamlı olurdu.
Sabataycılarla ilgili bir ön bilgi için bakınız: Ilgaz Zorlu: Evet Ben Selanikliyim-Belge Yayınları.. Vaktiniz varsa Üsküdar'a geçerseniz Bülbülderesi Dönmeler Mezarlığına bir uğrayın. Selam ve dua ile.
Abdurrahman Dilipak
Dönmeler'le ilgili gizli bir belge
Son günlerde özellikle İslamcı medyada (bu tanımlamadan rahatsız olurlarsa geri alabilirim) bir Dönmelik türküsü söylenip duruyor. Bir zamanlar sallanan her yaprağın arkasında Yahudi parmağı aramayı alışkanlık haline getirenler sanki bu sıralar 'Dönmelik'e aynı işlevi yüklemiş gibi görünüyor.
Kanal 7 televizyonunda İskele-Sancak programındaki Dönmeler'le ilgili program, bu kadar çok söz edip de Dönmelik ve Dönmeler'le ilgili ciddi birşey söylememenin nasıl mümkün olabileceğinin örneğini sundu. Şevket Eygi tıpkı kitabında olduğu gibi, Dönmeler'in ne kadar tehlikeli, güçlü bir grup olduğunu tekrarlamaktan öteye hiçbir şey söylemedi. Niçin yayınlandığı anlaşılmayan ve ciddi hiçbir şey söylemeyen kitabındaki hakaretamiz ifadeleri "masum Anadolu çocuğu" tavrıyla okuyan Abdi İpekçi'nin kızı da ailesine (dolayısıyla Sabetaycılar'a) bu ülkede ne kadar acımasız davranıldığına hepimizi inandırdı (!) Meğer Dönmeler bu ülkede ne kadar mağdur edilmiş... Ahmet Hakan da Sabetayçılar'ın masumiyeti konusunda Nükhet İpekçi'ye elinden gelen yardımı esirgemedi doğrusu. Hüseyin Hatemi'nin işin siyasi yönünü ihmal ederek ihtida ile Dönmelik kavramlarını karıştıran konuşması yine en düzeyli ifadeleri içeriyordu. Tek siyasi duyarlılığı ise, 'Dönmelik'in gündeme getirilişindeki tezgaha dikkat çektiği nokta düşünmeye değer.
Program boyunca hep sorulan ama bir türlü başta Şevket Eygi olmak üzere cevaplanmayan Sabetaycılar'ın çift kimlikli oluşları, gerçek inançlarını gizlediklerinin nereden belli olduğu sorusu hep havada kaldı. Bu soruya tutarlı cevap verilmediği sürece iddiaların havada kalması kaçınılmazdı. İşin tarihî, siyasî ve sosyolojik boyutu ihmal edilerek yapılacak her tartışma 'Dönmelik'in gizemini daha da derinleştirecektir. Ahmet Hakan'ın sık sık "Gizli inançlarının olduğunu nereden biliyorsunuz?" türü sorularına İpekçi ve Eygi'nin verdikleri tarihî perspektiften uzak cevapları, iddianın, gerçek hayatta karşılığı olmayan 'Müslüman fanatizminin evhamı'nın ürünü olduğu yönündeki ithamları haklı çıkarmaya hizmet edecektir.
Müslümanlık, "Müslümanım" diyenin niyeti ne olursa olsun beyanını kabul etmeyi gerektirir. Dönmeler de bu genel prensibe uyularak Osmanlı döneminde sosyal hayatta Müslüman olarak muamele görmüştür. Osmanlı arşivlerinde, Selanik'le ilgili nüfus kayıtlarında Avdetiler'le ilgili farklı tanımlamanın olmaması, Müslüman sayılmaları bunun resmi ifadesidir.
Selanik'te hâlâ ayakta kalan Dönmeler'e ait binalar ekonomik ve sosyal olarak bu cemaatin ne durumda olduğunu göstermeye yetiyor. Çok iyi korunmuş durumda bulunan ve 1908 Selanik Belediye Başkanlığı'nı yürüten ünlü Kapancı ailesine ait villalar buna iyi bir örnek olabilir.
Sabetaycılık'ın esasları
Selanikli bir Dönme yeleğini tamir ettirmek için bir terziye bırakır. Yeleğin cebinde İspanyol Yahudicesi ile yazılmış bir belgenin unutulmuş olduğunu gören terzi belgeyi Journal de Salanique'in yayın yönetmeni Sadi Levy'e gösterir. O da belgenin bir kopyasını hemen kaydeder. Belge, çok kapalı bir cemaat olan Dönmeler'le ilgili ele geçen ilk yazılı belgelerden biridir. Ve bu belge 1897 yılında Paris'te Şarkiyat Kongresi'nde tebliğ olarak sunulmuştur. (Bu tebliğin Türkçe metni için Tarih ve Toplum dergisinin 168. sayısında M.Danon imzasıyla yayınlanan çevrisine bakılabilir)
Bu belgede maddeler halinde 'Sabetaycılık'ın gizli esasları ve gizli rituelleri ile ilgili son derece açıklayıcı bilgiler bulunuyor. Selanikli Dönme'nin cebinden çıkan belge üç bölümden oluşuyor. Bunlar oruçla ilgili dualar, inançla ilgili esaslar, üçüncüsü ise Sabetaycı bayramlarına ilişkin esasları belirliyor. Tam 18 maddeden oluşan bu emirlerin üç maddesini buraya aktarıyorum:
Ondördüncüsü, her gün gizlice Mezmurlar'ın okunmasıdır.
Onaltıncısı, Türkler'in örfleri hakkında dikkat edilmesidir, zira oralarda gözleri kör ediyorlar. Ramazan orucu için, hiçbir (vicdani) rahatsızlık duymasınlar. Böylece onların (Türkler'in) şeytanlara yaptıkları kurbanlar yapılmasa da olur. Dikkati çeken her şey yapılmalıdır.
Onyedincisi, onlarla (Müslümanlar'la) ne hayatlarında ne de ölümlerinde hiçbir bağlantıya girilmemesi ve hiçbir ilişkide bulunulmamasıdır. Zira onlar itici olup eşleri de tehlikelidir ve bu konuda Kutsal Kitab'ın bir deyişi vardır: Bir dört ayaklı ile yatana lanet olsun.
Belgeden alıntı yaptığımız kısım bu kadar. Sabetaycılar bugün de esaslara hâlâ uyuyorlar mı? Muhtemelen bir kısmı, cemaatin dinî boyutunu terketmiş olabilirler. 'Müslümanlık'a dönenlerin sayısı yok denecek kadar az olsa gerek. Bir kısmının ise laikleşerek Sabetaycılık dahil herhangi bir dinle bağlantıları kalmamış olabilir. Her şeye rağmen evlilik gibi önemli günlerde cemaatin dinî havasından uzak gençlere bile Sabetaycı esasların telkin edildiği ve ritüellerin yaptırıldığı biliniyor. Ancak, sosyolojik bir vakıa olarak cemaatin ekonomik, siyasi dayanışma içinde olmadığını düşünmek fazla iyimser bir yaklaşım olur.
Akif Emre - Yeni Şafak 24 EYLÜL 2000 aemre@yenisafak.com
Bir "Sabetaycı"nın problemli düğünü
Kendisinin, bir "dönme" ile evlenen ilk Türk oldugunu söyleyen Zekeriya Sertel, Sabetayci karisi Sabiha Zekeriya Sertel ile olan evliliginde kiz tarafindan herhangi bir problemle karsilasmasa da, bu izdivaç, Sertel'in iddiasi hilâfina bir Türk'le bir "Selânikli"nin kurdugu ilk yuva olma özelligini bu belgeyle kaybetmis bulunuyor
Sabetaycilar, 1666'da mehdiligini isbat edemedigi için Müslüman oldugunu söyleyip, Seyh Mehmed Efendi adini alan ve böylece cezalandirilmaktan kurtulan, gizlice Yahudiligini ve kendi koydugu prensipleri yasamayi sürdüren Yahudi Haham Sabetay Sevi'nin yolunu izleyen cemaate verilen genel addir. Osmanlilar döneminde "Avdetî", Cumhuriyet döneminde de bu kelimenin karsiligi olan "Dönme" ismi ile taninmaktadirlar(1).
Bu cemaatin önemli bir bölümü Selanik'te yasadigi için "Selanikliler" olarak da adlandirilmislar, hattâ cemaate mensup bir yazar olan Ilgaz Zorlu, cemaati ile ilgili olarak yazdigi kitaba, "Evet, Ben Selanikliyim, Türkiye Sabetayciligi" adini vermistir(2). Sabetaycilar, 1666'dan sonra asirlarca Osmanli ve Cumhuriyet dönemlerinde -çogu zaman gizleseler ve içe kapansalar da- kendi inanç ve geleneklerini serbestçe yasamislar; gerek Osmanli devleti, gerekse Cumhuriyet döneminde hiç bir takibata ugramamislardir. Her ne kadar degerli hocamiz Prof. Dr. Ilber Ortayli, Sabetaycilara, Osmanli'nin "adi konmamis bir asimilasyon" uyguladigini ve bu sebeple de Osmanli belgelerinde onlarin adinin geçmedigini ileri sürse de(3), Sabetaycilar'in da kendilerini açikça ifadede çok istekli olmadiklari açiktir. Çünkü, Müslümanlar'dan çok Yahudiler, onlarin açik kimligine tepki gösterebilir; hattâ Sabetay Sevi olayinda oldugu gibi, Sabetaycilar'i Osmanli yönetimine ihbar edip, olayi Yahudiler'in bir mezhep sorunu gibi takdim ederek, kendi düsünceleri dogrultusunda müdahale isteyebilirdi. Dogrusu Ermeni, Rum, Bulgar vb. azinlik problemlerinden bikan Osmanli'nin da "Sabetayci" ya da "Avdeti" adli yeni bir probleme çok sicak bakmayacagi açiktir. Elimizde bulunan belge, Osmanli yönetiminin "Avdetîleri" Müslüman kabul etmedigini; hattâ Müslümanlarla onlarin kiz alisverisi yapmadiklarini bile bildigi halde, Batili devletlerce istismar edilebilecek ve Sabetayistleri tahrik edecek uygulamalardan kaçindigini ve yine bu konuda oldukça hassas davrandigini ortaya koymaktadir. Belgeye göre, Sabetaycilar'in Semseddinzâde Osman Efendi taifesine mensup Ali Efendi'nin 18-20 yaslarindaki kizi Râbia, Manastirli Haci Feyzullah Efendi'ye kaçmis, dönmeligi birakarak Müslüman olmak ve onunla evlenmek istedigini bildirmistir. Israrli girisimlere ragmen kizin babasi Ali Efendi bu evlilige razi olmamis, bunun üzerine durum Selanik Valiligi tarafindan Babiâli'ye bildirilmistir. Osmanli Bakanlar Kurulu, 29 Aralik 1891 tarihinde yaptigi toplantida, kiz babasinin, bu izdivaca muvafakat vermemesine ragmen, kizin resid ve kendi evliligine karar verebilecek yasta oldugunu gerekçe göstererek, bu evliligi onaylamis; ancak Selanik'te olaylar çikmamasi için genç çiftin ilk vapurla ve gizlice Istanbul'a getirilerek, evliligin Selanik'ten uzakta yapilmasini istemistir(4). Belgenin bir baska önemli yani da, kendisinin bir "dönme" ile evlenen ilk Türk oldugunu söyleyen Zekeriyya Sertel'in, "dönme" Sabiha Zekeriyya Sertel ile evlenmesinden yillar önce böyle bir evliligin gerçeklesmis olmasidir. Ancak iki benzer örnekte büyük bir fark mevcuttur. Ilk evlilikteki gelin, Müslümanligi seçip onda devam ederken, ikincisindeki dönmeligini sürdürmüstür(5).
Dipnotlar:
1- Abdurrahman Küçük, Dönmeler ve Dönmecilik, Istanbul, Tarihsiz, Ötüken Yayinlari.
2- Ilgaz Zorlu, Evet, Ben Selanikliyim, Türkiye Sabetayciligi, Istanbul 1998, Belge Yayinlari.
3- Ilber Ortayli, "Osmanli Modernlesmesi ve Sabetaycilik", Alevi Kimligi, (Ed. T. Olsson), Istanbul 1999, Tarih Vakfi Yayinlari, S. 117-126.
4- Meclis-i Vûkela Mazbatasi (MV), 68/44
5- Zekeriyya Sertel, Hatirladiklarim, 1905-1950 Istanbul 1968, Yaylacik Matbaasi, S. 61-62
Meclis-î vûkelâ Müzakerâtina Mahsus Zabit Varakasidir
Tarihi: 17 Tesrini sani: 1307
26 CA 1309 (29-12-1891)
Hülasa-i meali:
Selanik'de mine'l-kadim mütevattin bulunan Avdetilerden Semseddinzâde Osman Efendi'nin hafidesi ve Ali Efendi'nin kerimesi, 18-20 yaslarinda bulunan Rabiâ'nin münâsebet peydâ etmis oldugu Manastirli Haci Feyzullah nâm kimesnenin delâletiyle Nâib-î serif'in hânesine firar ederek, ilân-i ihtidâ ile Avdetîlikten ebâ ve hükümet-i ser'iyyeye iltica etmesi üzerine vilâyetçe cereyan eden muâmeleden ve merkûmenin Meclis-i Belediye Reisi Ibrahim Bey'in hânesine misâfir edilmis oldugundan bahisle, bu babda edilecek muâmelenin istifsârina dâir Selanik Vilâyeti Valiliginden mebus tahrirât olundu.
Kararnâmesi: Tahrirât-i Mebuse'de mezburenin ebeveyni nezdine gitmekten katiyyen ve musirren imti'na etmekte oldugu ve ebeveynine mütavaat etmesi hakkinda mükerreren icrâ edilen nesâyiha muvafakât eylemedigi ve mezbûrenin bu firardan maskadi dâhi merkûm Haci Feyzullah ile tezevvüc'den ibâret bulundugu gibi, is bu Avdetiler Islâmiyet nâm-i celîli altinda bulunduklari cihetle, bu babda bir sey diyememeleri lâzim gelir ise de, simdiye degin Islâmdan kiz alip-vermedikleri bahanesiyle icrây-i icâbi istizân olunmustur. Sûret-i is'ara nazaran merkumenin resîde ve faileyi muhtar oldugu anlasilmis ve bundan men edilemeyecegine binaen bir gûne mahzûr-u mahâl ve mâni-i ser'i olmadigi hâlde kizin tâlibe oldugu Manastirli Haci Feyzullah ile âkdi icrâ ettirilerek ve en evvel hareket edecek vapura konularak Dersaadet'e i'zami ve sâyet oraca akdinde mahzûr oldugu takdirde burada akdi icra ettirilmek üzere kizin vâsita-i mü'temine ile ve kezâlik ilk vapurla Istanbul'a gönderilmesi zimninda vilâyete cevâben telgrafnâme-i sâmi kesîdesi ve sûret-i karardan bahisle kizin vürudunda ale'l-usul mü'temin bir mahâl'de zapt-i nazar altinda müsarefet suretiyle bulundurularak, keyfiyetin vüsulünün bildirilmesi için dâhi Zaptiye Nezâretine tebligât ifâsi kararlastirilmistir.
Cevad-Mahmud Celâleddin-Riza-Hasan Riza-Zühdü-Ali-Zühdü
(Tarih ve Düsünce, Temmuz 2000) Hazirlayan: Ahmet Uçar
1917’de Selânik halkını anlatan bir eser
22 Eylül günü Kanal 7’de yayınlanan İskele Sancak’taki fikir ve görüşler üzerine, size bir eserden bahsedeceğimi bildirmiştim.
Balkan Harbi’nden, 31 Mart vak’asından, Sultan Abdulhamid’in “hal”inden tutarak tarihimizin çok karışık ve hazin bir devrini ele alan bu eserin adı “Selanik’te Bir İsmail”dir.
1915-1917’lerde, Selânik’te görevli olduğu anlaşılan, Fransız zabiti Jean-Jose Frappa’nın yazıp 1917’de Paris’te yayımladığı “A Salonique Sous l’oeil Des Dieux!” adlı bu eser Musa Doğan Bey tarafından Türkçeleştirilmiştir.
Bu yazımda tarihimizin bir dönemini aydınlanmış bulacaksınız. Bu çekici eserin nitelikleri ile birlikte, o yılların, Türk, Dönme, Yunanlı, Yahudi ve Makedon çevrelerini de tanıyacaksınız. Yine bu romanda çeşitli ve karışık Balkan kavimleri ile (o zaman Osmanlı olan ülkeye) yerleşmeye başlayan ecnebileri (Fransız, İngiliz vs.) de gerçek gözlemler içinde okuyacaksınız.
Bu sebeple, Selânik’in 1850-1930 arasındaki Türk, Dönme, Yahudi, Bulgar nüfusuna ait din, ırk ve mezhep bilgilerini romanın sonuna ekliyoruz.
Türklük, Yahudilik, Yunanlılık, Makedonluk vs. ile ilgili çok önemli bir kitap karşısındayız. Ayrıca bu romanın dinî, tarihî, coğrafî çevresi hakkında gözlemlere ve gerçek olaylara dayalı bilgiler de bu eserde takdim edilmektedir.
A Salonique sous I’oeil des Dieux! adlı bu kitap 1913-1916 arası dönemi ele alıyor. O zaman bir Türk şehri olan Selânik’te bulunduğu anlaşılan bir Fransız subayı (genç yaşlarda bir teğmen veya yüzbaşı olabilir) tarafından hâtıralara ve müşahedelere malzeme olarak yazılmıştır.
Yazar, ön sözünde şunları söylemektedir:
Bu eserde çok tipik, çok değişik Makedonya’nın insanlarını ve diğer şeylerini elimden geldiğince aslına uygun olarak tasvir etmeye uğraştım.
Elinizdeki kitap antisemit (Yahudi aleyhtarı) bir eser değildir.
Bu kitap ne bir tezli eserdir, ne de bir kilit romandır.
Genç İsmail ile tatlı Ayşe’nin macerasını tamamiyle art niyetsiz sevgili okuyucularıma sunuyorum.
Halen Türkiye’de bilinmeyen, adı hiçbir yerde geçmeyen, Paris’te dahi yeni baskılarını görmediğim 1917’leri gözlemlerle anlatan ilgi çekici bir eserdir bu.
Tarihimizin Balkan Harbi dönemi gibi çok önemli bir safhası içinde bütün renkleriyle Selânik’i yansıtan dokümanlar dolu bir kitaptır. Şimdi yeniden okuduğumda son derece değerli ve faydalı bulduğum bu kitabın milletimize, önemli bir sanat, müşahede, hatıra eseri kazandırdığına inanıyorum.
Bu eserin yazıldığı tarih Jön Türk hareketinin bilgisizlik, sorumsuzluk ve yabancı parmaklarıyla Makedonya ve tekmil Rumeli’yi parça parça elden kaçırdığı günlere rastlar.
1909’lardan itibaren Sultan Abdülhamid türlü entrikalarla tahttan indirilmiş, ittihatçılar dirayetsiz yönetimleriyle ülkeyi çığrından çıkarmıştır. O tarihlerde Fransız, İngiliz ve Yunanlılar, Selanik ve Makedonya’da başıboş sömürge düzeni kurmuşlardı.
Bu eser ilk okunuşta kolayca anlaşılacak ve sevilecek kadar rahat bir roman tekniği ile yazılmıştır. Eser sahibinin genç bir Fransız subayı olması ve her halde resmi bir görevde bulunması, onun birkaç yıl içinde bütün insanları inançları ve entrikalar ile Selânik ve çevresini tanıması sonucunu doğurmuştur. Genç adam, bu şehrin ve Makedonya’nın yerli ahalisi olan Türkler, Yunanlılar, Yahudiler, Dönmeler, Bulgarlar vs. den başka... Balkan savaşları dolayısiyle (Büyük kozmopolit bir şehir haline gelen) Selânik’i dahi dünyaya tanıtmaktadır.
Hatta romanda anlattığı vakalardan ve kahramanlardan anlaşılacağı üzere Selanik’in zevk, sefahat, eğlence ve ticaret çevrelerini renklendirmektedir.
Roman özet olarak, babasının kim olduğunu bilmeden bir Türk hamal Muhammed Osman tarafından büyütülen İsmail adındaki bir çocuğun hayat ve maceralarını anlatır. Çocuk Türk müdür, Dönme midir, Yahudi veya Yunanlı mıdır? Bunları asla bilmemekte ama, asıl kimliğini çok merak ederek harkese ısrarla sormaktadır. Onu yetiştirmekte olan Muhammed Osman fakir, namuslu bir Türk’tür. Ayrıca onu iyi müslüman olarak yetiştirmeye çalışan bir mahalle imamı Muhammed Ali vardır.
Fakat hayata boyacılıkla başlayan İsmail, Türkler’in karakter ve hayatlarına pek uymayan eğilimler göstermektedir. Delikanlı yaşına gelince tanışıp sevişmeye başladığı Ayşe ve onun ablası Leylâ aracılığı ile bazı patronların çevrelerine girip uzun zaman alışveriş, oyun ve hilelerini öğrenir. Zamanla her çeşit kirli işlere bulaşarak zengin olan bu İsmail, sonradan Selânik’in yine vurgunculuk yolu tutan ünlü patronları ve hahamları vasıtası ile Türk değil, Dönme de değil, ancak Yahudi olduğunu öğrenir. Ayrıca bunlar Ayşe’nin güzelliğini de araya koyarak İsmail’e Yahudiliği benimsediği takdirde zengin olabileceğini telkin eder.
Sonunda haham Levy’nin telkinleri ile Yahudiliğe döner ve adı İsmail iken İsrail’e çevrilir.
Eşi Ayşe’yi ve baldızı Leylâ’yı dahi çok para kazanmak için herkese ve ecnebi subaylara da peşkeş çekecek kadar düşük ahlâklı olan İsrail, sonunda bir gece artık çok zenginleşen evine dönerken kendisini “baba gibi büyüten Muhammed Osman’a (gece sokakta dilenirken) rastlar.”
Bu romanda Fransız zabiti JEAN JOSE FRAPPA Selanik ve Selanik’teki halklar üzerine bazı önemli noktalara da dikkat çekmektedir. Bunların birkaçı şunlardır:
- Selanik’te Türk kabristanları asla süslü mezarlarla dolu değildir. Şatafatlı Yunan, Rum, Musevi kabirlerinin zıttına bu mezarlar yazara göre insana huzur vermektedir. Yazar buralarda yatan ölülerin de gösterişsiz, külfetsiz, sakin ve dolayısiyle daha mutlu olduğunu düşünmektedir.
- Muhammed Osman İsmail’in Yahudi mi, Türk mü, Dönme mi olduğuna dair bilgi vermiyor, onu Osmanlı hoşgörüsü ile evlâdı gibi büyütüyor.
- Yazarın gözlemlerine bakarsak Yahudiler ve Dönmeler bozuk huylu olmalarından ziyade memnun olmadıkları ve aldatmak istedikleri Osmanlı memurlarına karşı bilerek “Takıyye” yani entrika yapmaktadırlar, kendilerini sömürdüğünü sandıkları Osmanlı devletine karşı hile ve düzen kurmaktadırlar.
Not: Bu eser 0212 526 16 15 nolu telefon ve 513 77 49 nolu fakstan istenebilir. Adres: Divan Yolu Cad. No: 14 Sultanahmet/İstanbul
Ahmet Kabaklı Türkiye Gazetesi, 1.10.2000
Sabetaycılık - Mehmet Şevket Eygi ve Nükhet İpekçi
22 Eylül cuma gecesi Kanal 7’nin “İskele Sancak” programında sayın Ahmet Hakan’ın yönettiği Türkiye’de kimlikleri çok konuşulan bir zümrenin mahiyeti üzerinde görüşmeler yapıldı. İlmi dilde “Sabetaycı” halk dilinde ise “Dönme” diye anılan ve eski tarihlerden beri sözü edilen bu zümreyi iki kişi tartıştı. Münakaşaya esas olan kitap, sayın Mehmet Şevket Eygi’nin yeni yayımlanan “Sabetaycılar ve Yahudi Türkler adlı eseriydi.” Tartışmaya kendi isteğiyle katılan ise değerli gazeteci merhum Abdi İpekçi’nin kızı Nükhet İpekçi hanımefendiydi.
Gece saat 11’lerde başlayıp ertesi gün üçbuçuk’a kadar süren bu görüşmeler sayın Ahmet Hakan’ın ve karşılıklı tartışan iki değerli zatın konuşmalarıyla gerçekten nezih ve kibar fikir tartışmalarına vesile oldu.
Türkiyemizi yıllardan beri hâlâ üzüntü ve ıstıraplar içinde bırakan merhum İpekçi’nin acılı kızı Nükhet hanımefendi cidden olgunluk göstererek babası ve ailesi hakkında söylenenleri ve bu ünlü yazarın katledilmesinden duyduğu acıları dile getirmek konusunda dinleyenlerin takdirini topladı.
Bir defa mesele Türkiye’de hürriyet ve demokrasi üstünlüğünün bir anlamda, televizyona çıkabilen ilk yansıması idi. İkincisi Nükhet Hanım kendilerinin “Sabetaycı” bir soydan geldiklerini fakat babasının ve kendisinin asla “Sabataist” olmadıklarını yani gizli din taşımadıklarını açık ve seçik bir dille ifade etti.
Sayın yazar Şevket Eygi bey ise Sabetaycılar hususunda, kendi görüşlerine Sabataist dostu Ilgaz Zorlu’nun görüş ve iddialarını da ekleyerek yazdığı kitabında görüşlerini açıkladı. Bazı militan “Dönme”lerin gizli ve zararlı saydığı faaliyetlerini nazik sözlerle ortaya koydu.
Sayın Nükhet İpekçi’nin son derece makul düşünceler ifade ettiğini görmek, bizi sevindirdi. Ancak bu konuşmaları arasında belki beş, belki altı defa hiç tanımadığı ve muhtemelen hiç okumadığı “Ahmet Kabaklı” isminden biraz da kınayıcı bir dille söz etmesi bana son derece hayret verdi ve üzüntülere düşürdü.
Dört saat boyunca ismimin Nükhet Hanım tarafından sürekli tekrarlanmasını büyük ıstırapla dinledim. Söylediklerini her ne kadar tekzip etmeğe çalıştımsa da ne yazık o toplantı boyunca bunu başaramadım. Çünkü tekzip hakkımı kullanmak için Kanal 7 santralına yaptığım başvurular maalesef ihmale uğrayarak sayın yönetmen Ahmet Hakan Coşkun’a iletilememişti. Saat 3’e kadar yaptığım bu çırpınışlar zaten rahatsız olan vücudumu bir hayli sarstı.
Aslında Nükhet İpekçi hanımın benim adımı kasıtlı olmayarak tekrarladığını ümit ediyorum. Çünkü kendileri sözünü ettiği 1977 yıllarında zaten 13 yaşında bir öğrenci olduğunu ifade ediyor. O yıllarda benim adım milliyetçiliğe karşı olan zümrelerin şiddetli öfke ile karşı oldukları bir isimdi. Bu bakımdan “sağ”ı şiddetle savunan bir yazar imajı Nükhet hanımda da meydana gelmiş olabilir.
Oysa benim, öldürülmesini hâlâ içime sindiremediğim Abdi İpekçi beyle hiçbir ırk, dönmelik vs. tartışması yapmadığımı son derece iyi hatırlıyorum. Bilakis Abdi İpekçi beyle dostluk içinde bir çok iç ve dış seyahatlerde bulundum. İki büyük gazetenin önde gelen yazarları olarak daimi selamlaşma içinde olduk. Hatta Merhumun yine o yıllarda beni övmek lütfunda bulunan hoş yazılarını da hatırlıyorum.
Anladığım şu ki: Nükhet Hanım 13 yaşlarında bir çocuk öğrenci olarak kulaktan duyduklarını ve çevresindekilerin bazı sohbetlerini aklında tutmuş. Hiç gereği yokken de yanlış bir sembol olarak benim ismimi bir gecede altı defa tekrarlamak yanlışlığına düşmüştür.
Ama elbette ki benim adımı (delilsiz ispatsız hem de biraz husumetle) anarken bir çok kitap ve gazete küpürleri karıştırmalı idi. Çünkü aksi halde benim, kendisini bu yersiz suçlamalarından ötürü mahkemeye verebileceğimi düşünmeliydi. Nitekim (hiçbir misal ve delil göstermediği halde) belki de Nükhet İpekçi’nin farkında olmayarak ve bilmeyerek yaptığı bu büyük sataşmalara karşı kanun yolu ile herşeyi yapacağım.
Bu tekzibimi yayımlayan Kanal 7’ye ve yönetici sayın Ahmet Hakan Coşkun’a teşekkür ederim.
Sabetaycı ve dönmeler hakkında yapılan son derece değerli tartışmanın her iki tarafını da büyük istifade ile karşıladım. Bu konuda bir katkım olarak ben de size çok okunan bir kitabın adını vermekle yetineceğim.
Bu yıl yayımlanan kitabın adı “Selanik’te Bir İsmail”dir. Bu önemli eseri size ayrıca tanıtacağım. Şimdilik sadece adresini veriyorum. Kitabın Türkçesi Selânik’te Bir İsmail’dir. Yazarı Jean-Jose Frappa olup asıl adı “A Salonique sous l’oeil des Dieux”dür. Roman gibi de okunan bu kitabın yazarı 1915-1917 yani Birinci Dünya Savaşı yıllarında bir Fransız subayı olarak Selanik’te bulunmuştur. O yıllarda Osmanlı devletinin bir ili olan Selanik’te 25-30 milyon Yahudi, 15-20 milyon Türk, 5-6 milyon Rum ve Bulgar yaşamaktadır. Bağımsız bir millet gibi gösterilen Dönmelerin sayısı ise 1.500’den ibarettir. İşte Fransız yazarı Jean-Jose Frappa o zamanın Selanik’ini, Yahudileri, Türkler’i ve Dönmeleri ile karmakarışık ve kendilerine göre hayatları, aşkları, politikaları olan bir topluluk olarak romanlaştırmaktadır. (İsteme adresi Tel: 0212 526 16 15-Fax: 0212 513 77 49)