14 Şubat 2019

KUR’AN SAHİPSİZ Mİ?


KUR’AN SAHİPSİZ Mİ?

BİZ KUR’AN’A SAHİP ÇIKAMADIK,
KİMSESİZ BIRAKTIK.
O’NUN ZATEN KİMSE’Sİ VARDI;
BİZ KİMSESİZ KALDIK!

Kur’an’ı değiştirin! diyenler…

Kur’an sahipli…

إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
Ayet: “Kur’an’ı biz indirdik elbette onu yine biz koruyacağız.” Hicr/9
وَقَالَ الرَّسُولُ يَا رَبِّ إِنَّ قَوْمِي اتَّخَذُوا هَذَا الْقُرْآنَ مَهْجُورًا
Ayet: “Peygamber der ki: Ey Rabbim! Kavmim bu Kur’an’ı bir kenara bırakıp unuttu yabancılaştı büsbütün terkettiler sahipsiz bıraktılar.” Furkan/30
Hadis: “Kıyamet gününde havuz başında sizden yanıma gelenleri bekleyeceğim. Ancak bazı kimseler bana gelmekten alıkonulacaktır.” Ben; “Ey Rabbim! Bunlar bendendir, benim ümmetimdendir.” diyeceğim. (o zaman melekler tarafından) “Onların senden sonra neler yaptıklarını biliyor musun? Vallahi onlar gerisin geriye dinden döndüler” denilecektir.”(Buharî, Rikak,53; Müslim, Fezail,28)
Ortaçağ boyunca engizisyonlarıyla insanlara zulüm yapan, kilise otoritesini ve elleriyle tahrif ettikleri İncili, Fransız ihtilaliyle hayattan uzaklaştıran Avrupalılar, kendilerinin ürettikleri ve adına İslamî terörizm diyerek referans, aslında hedef gösterdikleri Kur’an’a karşı menfur niyetlerini yönelterek;“Değiştirin şu ayetleri!” diyebiliyorlar!
İki soru?
1-Kendi güçlerinden mi cesaret alıyorlar?
2-Kur’an’ı anlayıp yaşayarak temsil edemeyen ve evren kitabındaki İlahi sanatın dilleri bilimleri en az onlar kadar kavrayıp sa’y etmeyen ve de onca Nebi ile çizilen o vahdette buluşamayan Müslüman milletlerin zaafiyetlerinden mi cür’etleniyorlar?
Diğer bir süâl:
“Allah Kur’an’ı nasılsa koruyacak (Hicr/9) nurunu inanmayanlara rağmen tamamlayacak! (Saf/8) İnananları üstün kılacak!” (Ali İmran/139) Endişe duymaya gerek mi var?”
Var!.. Çünkü, Allah koruyacak tamamlayacak üstün tutacak; tutacak ama bunu“Ricâl ve Nisânın hasbî gayreti” üzerine yapacak.
Derviş: “Dede himmet!” demiş. O da dönüp ona: “Evlat gayret!” demiş!
Çünkü bakın! O Kur’an ne diyor:
اللّهِ إِنَّ اللّهَ لاَ يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُواْ مَا بِأَنْفُسِهِمْ
ذَلِكَ بِأَنَّ اللّهَ لَمْ يَكُ مُغَيِّرًا نِّعْمَةً أَنْعَمَهَا عَلَى قَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُواْ مَا بِأَنفُسِهِمْ وَأَنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ 

“(Eski toplumlardaki, ayetlerden yüz çevirmeleri ve günahları sebebiyle zelil olmuş milletler gibi) Hiç bir toplum yoktur ki nefislerinde olanı değiştirmedikçe Allah onlara olan muamelesini (Galibiyet veya mağlubiyet hükmünü, verdiği nimetleri üstünlüğü, ya da zillet içindeki hallerini) değiştirmez” Ra’d/11, Enfal/53
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ فَأَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ إِنَّا جَعَلْنَا عَلَى قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَن يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْرًا وَإِن تَدْعُهُمْ إِلَى الْهُدَى فَلَن يَهْتَدُوا إِذًا أَبَدًا
Ayet: “Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır! Biz onların kalplerine, bunu anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik. Sen onları hidayete çağırsan da artık ebediyen hidayete eremeyeceklerdir.” Kehf/57
Kur’anı evimize koyduk okumadık. Okuduk ama derinliğine ruhumuzda hissedip kalbimizde ve zihnimizde derinleşemedik, hayatımıza davranışlarımıza yansıtamadık. Bireysel ve kitleler halinde temsil edemedik. Evimize koyduk kapalı tuttuk içine giremedik gönlümüze koyamadık. Okumadık okuduk anlamadık, anladık nefsimize göre yorumladık, yorumladığımızı da muhlisane yaşamadık, onu ruhuyla tebliğ edemedik. Ona saygıyı başımıza bir örtü bir takke koyarak dinleyerek merasimler yaparak göstermekle sınırlı tuttuk. Biz onu yaşatamadık o da bizi varis olarak yaşatmadı.
Gönlümüze indiremediğimiz ve hayat olarak yaşayamadığımız için onu, onun gibi evrenselleştiremedik, beşere, ruhuna uygun hayat olarak sunamadık.

Biz ona makamına uygun sahip çıkamadık, onu kimsesiz bıraktık.
O’nun zaten Kimse’si vardı; biz kimsesiz kaldık!

Hz.Ömer okuyunca içindeki buzlar erimiş boşalan o içini topyekün Kur’an’ın adalet ve doğruluk mesajları doldurmuştu. “Ömer’li Hayat!” da bir başka temsilli hayat olmuştu. Osmanlı, Saadet Asrı’na bulunduğu uzaklıktaki konumuna mütenasip mümessilliğini el-Hak nisbeten gösterebilmişti.
Cinler de Kur’an’la tanışınca “Ne müstesna bir kelam işittik iman ettik!” demiş kendi çevrelerine onu taşımışlardı.
“Ey Muhammed! Hani biz cinlerden bir grubu Kur’ân’ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Onlar Kur’ân’ı dinlemek için hazır bulundukları zaman birbirlerine “susun” dediler. Kur’ân’ın okunması bitince de birer uyarıcı olarak kavimlerine döndüler.” Ahkaf/29
Ve ayet, dünyada Kur’an’a sahip çıkanlara Sahib-i Kur’an orada sahip çıkacak, Kur’an’sız kalanlar unutulacak diyor.
وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى
قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَنِي أَعْمَى وَقَدْ كُنتُ بَصِيرًا
قَالَ كَذَلِكَ أَتَتْكَ آيَاتُنَا فَنَسِيتَهَا وَكَذَلِكَ الْيَوْمَ تُنسَى

“Kim benim Kitab’ımdan (Kuran’dan) yüz çevirirse, şüphesiz onun için sıkıntıyla dolu bir hayat vardır, kıyamet günü de onu kör olarak meydana çıkarırız.
O der ki: “Rabbim, beni neden kör dirilttin, ben gören biri idim?”
Allah buyurur: “Ayetlerimiz sana geldiğinde sen böyle unutmuştun; bugün de sen aynı şekilde unutuluyorsun.” Taha, 124-126

Bir de Kur’an, kendini ortada bırakmayan sahiplenen milletleri, milletler içindeki kitleleri tanımlarken bakın nasıl portreler çiziyor:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَن يَرْتَدَّ مِنكُمْ عَن دِينِهِ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ لآئِمٍ ذَلِكَ فَضْلُ اللّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ    .
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda mücadele ederler ve hiç bir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, Allah’ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir.” Maide/54
Anlaşılıyor ki Kur’an, kendindeki vasıflara sahip çıkıp temsil edecek mümessillerini intizar etmekte!..
HAYAT ÜZERİNE 18.03.2018 drmavi
HAYATTAN EN ÇOK ŞİKAYET EDENLER KENDİLERİNE AİT SORUMLULUKLARI HAYATA YÜKLEYEN VE HEP ONDAN BEKLENTİYE GİRENLER.
HAYATTA BİR ŞEKİLDE ÇEKEN KÜSEN VE HEP ACI HEP KAHIR DİYENLER HAYATIN KENDİLERİNE PEŞİN KARŞILIKSIZ VERDİKLERİNİ, DERTLERİN HİKMETLERİNİ VE EBEDEN VERECEKLERİNİ GÖRMEYENLER.
HAYATTA HER ŞEKİLDE FÜTÛRSUZCA KÂM ALAN DİĞERGÂMLIK BİLMEYEN ÇAKIRKEYİF TENPERVERLER EBEDİ HAYATLARINI BURADA TÜKETENLER.
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اسْتَجٖيبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيٖيكُمْ وَاعْلَمُوا اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهٖ وَاَنَّهُ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Ayet: “Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resûlüne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.” Enfal/24
الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ
Ayet: “O ki, hanginizin daha güzel davranacağını belirlemek için ölümü ve hayatıyaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.” Mülk/2
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Ayet: “Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı!” Ankebut/64
“HAYAT” Allah’ın subûtî sıfatıdır. Yani zâtî; (Vücûd Kıdem Bekâ Vahdâniyet Muhâlefetün lil-Havâdis ve Kıyâm binefsihi gibi) kendisinden başkasında örneği bulunmayanlardan değil. Bknz >> ihlas suresi
Kuşkusuz biz “Hayat” dan şikayet ederken “Hayy” ve Hayatın sahibi olan Allah’tan şikayet etme niyetiyle yapmıyoruz bunu. Nitekim bir valiye kızmış olsak bile Allah’ın “VÂLΔ ismine kızmayı düşünmüş olmuyoruz. Bunun gibi “MÜMÎT” kavramını kullanarak O’nu hatta Azrail’i hedef almıyor aradaki zahirî perde sebeplere yoğunlaşıyor iradeleri ve ihmalleri sorguluyoruz. Sonunda vade dolmuş takdir böyleymiş demeyi de ihmal etmiyor sonra da hayatın akışına uymaya çalışıyoruz..
Böyle bir konu açmamıza sebep olan şey aslında her insanın paydası ortak noktası olan bir şey! Bedenimizden ruhumuzdan çevremizden, ekonomik ve sosyal olaylardan olumsuz etkilendiğimiz konulardan, bizi aşan konularda doğanın seyrinden zaman zaman rahatsızlığımızı ifade etmiş oluyoruz. Bazen şikayete vardırabiliyor kimi zaman da hem kendimize hem de çevremize zarar verebilecek boyutlara ulaşabiliyoruz. Psikolojiler alt üst yuvalar paramparça huzurlar tepe taklak olabiliyor.
Memleket içi ve yakın çevresinde iki üç asırdır yaşadıklarımızı düşünelim. Bu coğrafyada ve kültürde kavlanmış harlanmaya hazır kuşağın insanlarıyız.Arabesk akımlar ve söylemler de tuz biber olunca “Ben yoruldum hayat” lar hemen bir damarı yakalıveriyor; hemen her bireyde canlanmaya hazır pusmuş bekleyen o melankolik damarı…
Kur’an eczahanesinde olmaz mıydı hiç damardan yananlara verilecek bir reçete? Derken… diye düşünürken bu şarkı sözü dilde tebellür etti, gitmiyordu inat etti… Bel bükük içte hicran yük… Ben yoruldum artık dedi dil, sus dedi oradan gönül! Ya Hayy de! İnşirahla inşirahlan! Bu gerek! Elem neşrah leke sadrek! Dedi mürde gönüllere gülerek!..
Peygamberlerin hepsi insan ve hayat için birer hayat kaynağıdır. Hepsi hayat mürşid ve muallimi.
Hz.Yakup nasıl da hayat ve evlat hasret ateşiyle yanmış yıllarca. Hasta haliyle Hz.Eyüp. 950 yıllık çileli hayatıyla Nuh’un örneği yok. Hayata hiç bir zaman ben yoruldum diye şikayet etmemiş, o son damlada acil yardım talebinde bulunmuş o damla tufana denk düşmüş.
Hz.İbrahim hayatın yakan ateşini zaten çöllerde yaşamış yudumlamış hep yanmış.
Yanmışa ateş ne yapmış.
Mevlası ateşi serin selamet kılmış.
İbrahim oraya git!
İbrahim buraya gel!
İbrahim eşini bebeğini çöle bırak!
İbrahim arkana bakmadan vazifene bak!
İbrahim çöle dön bina yap!
İbrahim oğlunu kurban et!
İbrahim putperestlikle mücadele et!
İbrahim hadi ateşe gir!
Biz hayatın hayat sunan Peygamberlerini hiç okuyup içselleştirmiyoruz gerçek hayattan ebedi hayattan uzak başımıza ördüğümüz kendi hayatımızdan yakınıyoruz.

Peygamberimizin bu konudaki tutumu etüd edimeli modellenmeli. O Makâm-ı Mahmûd’da bir Habîb-i Mahbûb olduğu halde 23 yıllık Nübüvvet hayatında çekmediği çile kalmamış gibidir.
Mekke’de müşrikler Ebû Cehil Ebû Lehepler, Medine’de münafık ve yahudiler, ittifak halinde hepsinden boykot kumpas ve hücumlar…
Aile, dost ve arkadaş çevresinden, toplumundan gelen problemler. Hicret gibi çetin sorunlar. Her alanda uzman gibi; Nübüvvetin konuları dini tebliğler, liderlik, devlet başkanlığı, komutanlık ordu işleri, hakimlik, ekonomik konular, toplum alanları ihtiyaçları ve sorunları baş danışmanlık, ülkeler kabileler arası diplomasi, din temsilcileriyle meşguliyetler…
Ailevi uğraşlar, yakınlarından vefatlar, Ümmetin derdiyle gece namazda sabahlamalar, bir küçük hücrede yarı aç tam aç günler, bir kilim bir döşek bir kaç kap kacak hayatında hastalık çekerek ebede göç etmeler.
Sadece şu ardı ardına yaşanan 3 olay kafi gelecektir.
3 yıl Boykot yılında Müslümanlar her haktan mahrum bırakılmış yarı açık hapishane hayatı yaşadılar ve bazen yerde buldukları bir deri parçasıyla hayata tutunmaya çalışıyorlardı. Hayat acılarının toplumsallaştığı bir aşamaydı.
Hüzün senesinde Efendimiz, içerdeki dinamiği hayat sütunu eşi Hz.Haticeyi dışardaki payandası ve tek müdafii amcası Ebu Talib’i kaybediyordu. Hayat acılarının aileyi vurduğu kalbi yakıp kavurduğu aşamaydı.
Taif yolundaki hayat!. Hayatta ne olursa olsun, kulluk görevi de Nübüvvet misyonu da, hayatın nefes zincirinin son halkasına gelinceye, hayat ışığı tahtaya dayanıncaya kadar sürdürülmeliydi. Işık Taif’e taşındı sunuldu, hüsn-ü kabul görmedi. Hakaret etti kovdular, yetmedi çocukları ve ayak takımını kullanıp yollarına gül dökülesi ayaklarını taşladılar. Hayat acılarından ve kendinden geçmenin hayat sahibine yönelip hayatı acılaştıranlar için dua etmenin ibretli aşamasıydı.
Hayattan ve mücrimlerden değil, istiğfarla halinden şikayette bulundu; içlerinde kalıp dayansa anlatsa mıydım demek istiyordu. Bir de melek gelip emret cezalandırayım teklifinde bulununca: “İstemem! Arkalarından inançlı ibadetli nesillerin gelmesini isterim” demişti.
Hayatımın en zor günüydü demişti her zora dayanan Nebi. Hayat unutmaz bir gün yaptığın iyiliğin karşılığını verir derler. En zor günlerin atiyyesi de o derece büyük olur. İkram-ı İlahi üst üste gelmişti. Yusuf memleketlisi Addas onu tanımış hayatı nurlanmıştı. Bazen hayatta bir insana iman taşımak için taşlanmak bile gerekebilirdi. Yolda Nusaybin cinleri Nebiyi dinlemiş onlar da iman sahibi olmuşlardı.
Döndüğü Mekke’de Taif’ten farksız hayat çileleri yine onu bekliyordu. Ama bir şey daha vardı; Hicret öncesi yerde çekilen bu hayat acılarına karşı adeta gökte ödül töreni düzenlenecekti. Nasıl alkış tutacaktı melekler kim bilir? Muhammed’e (S.A.V.) hoş-âmedî خوش آمدی edeceklerdi. Cemalullah ile müşerref olacaktı.
Acılar diyarı yeryüzünde olduğu gibi ödüller diyarı göklerde de Ümmetini düşünecek; Amenerrasulü ile başlayan ayetleri, namazı, affı, cennete girmeyi; semadan ayrı bir hayat nefesi ihyâ soluğu taşıyacak ve sunacaktı vefalı Nebi.
Hayattan şikayet etme, eza edenlere ve kadere küsme, çekilip acılarını yaşama hatta hayatına kastedenlere dönüp hesap sorma gibi davranışlar O’ndan uzaktı. (Zatına yapılanları affeder hukukullaha ve hukuku ıbadullaha giren konularda “Kızım Fatıma da yapsa!” duruşunu sergilerdi.)
O “Hesab” insanı değil “Belağ” insanıydı. (Ra’d/40) Ne hayat rahatlığı ne de intikam hesapları içinde oldu. Kur’an O’na bunu söylemişti. O Kur’an’ı hayat olarak yaşayandı. Hiç O hayatından şikayet mi ederdi? Hayatta ise insan, kalbi hayatı da sönmemişse, hayatta olanlara -bırakın hayatları söndürmeyi- hayat taşımak zorundaydı.
HAYAT şu 3 yönüyle sevilmeli kıymeti bilinmeli
1-Allah’ın güzel isimlerinin tecellisine en saf parlak şeffaf kirsiz tertemiz ayna. (Çirkin acı görülen her şeyde çok iyi güzel semereli yüz vardır. Ayrıca hayatı kirleten kötü hayat yaşayanlardır. Acı görülenler ebedi hayat yatırımlarıdır. Bknz. >> https://kurannuru.wordpress.com/farkliyaratilisbela/)
2-Hayat, ahiretin tarlası ticaret pazarı eğitim alanı. Kısacık ömürde iman ibadet ve iyiliklerle, hayatta başa gelecek sıkıntılara sabır ve vazifelerle sonsuz cenneti kazanma fırsatı.
3-Hayattaki kötülükler acılar dertler zulümler vb. olumsuzu olumluya çirkinliği güzelliğe kötülüğü iyiliğe çevirme mücadelesi verme insanı en cevval aktif hale getirme adına avantaj ve fırsatlardır. Şeytan ondan kaçıp Rahman’a sığınma, günah iradenin kavgasını verip sevaplara yönelme bulaşınca tövbe ile arınma, açlık nimetin hastalık sıhhatin başarısızlık başarı için çalışmanın değerini anlama vb… işlevini görürler. Günahlar kötülükler konusunda baş mazeret olarak baş vurulan nefis bile enfes bir hayır kaynağı olabilir aslında. Herkesin kendinde gördüğü veya başkasının gördüğü kötü bir karakteri iyi anlaşılsa yöntemince yaklaşılsa nasıl olumlu potansiyel olabileceği görülür. Bu yüzden çocuklarda görülen çoğu olumsuz davranışlar uzmanına müracaat edilerek zamanla olumluya çevrilebildiği rahatlıkla gözlenir. Hayatın bunca zorlukları acıları olmasaydı bunca bilim dalları ve de teknoloji gelişir miydi?
Hayatta zulüm kötülük acılar ağır basıyorsa öbür kefesinde iyiler ya yok ya da iyi çalışmıyorlar demektir.
İnşirah sayfasına bakınız. Hayatın zorluklarıyla nasıl baş edilebileceği ve yüklerinin insanın sırtından nasıl kaldırılıp ruha huzur ve genişlik verileceğinin ipuçlarını yakalamaya ve uygulamaya çalışınız.
Son ayette dendiği gibi, hep Sohbet-i Canan’da, iş üzerine iş takibinde, arada boşluk bırakmamacasına, “Ben yoruldum hayat!” demeye fırsat bulamadan, “Hel min mezîd” kuşağında, “Meğer ben ölmüşüm!” dediğinizin farkına varabilecek şekilde, Hak yolunda faal olma mesajını çıkarınız.
ZİHİN VE KALPLERDE İCTİHAD 14.03.2018 enis celis                                                                                                                                                                                                   يَوْمَ لَا يَنفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍO gün ne servetler (Servetle edinilen güçler) ne de evlat (nüfus nüfûz ve çokluk) fayda verir. Ancak (Tam teslim ve kirlerden salim olmuş, sulh yolunda saadete ermiş) SELİM KALP fayda verir. Şuara/89ESAS İCTİHAD KALP ZİHİN VE NEFİSLERDE OLANIDIR. TIPKI CİHAD GİBİ.
Ayet: “يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ عَلَيْكُمْ أَنفُسَكُمْ لاَ يَضُرُّكُم مَّن ضَلَّ إِذَا اهْتَدَيْتُمْ إِلَى اللّهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ”
“Ey iman edenler! Siz kendinize bakın! Siz doğru yoldaysanız sapıtanlar size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Yaptıklarınızı size haber verecektir.” (Maide/105)
Hadis: “إِنَّ اللَّهَ لاَ يَنْظُرُ إِلَى صُوَرِكُمْ وَأمْوَالِكُمْ وَلـكِنْ يَنْظُرُ إِلَى قُلُوبِكُمْ وَأعْمَالِكُمْ”
“Allah sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.” (Müslim, Birr, 33; İbn Mâce, Zühd, 9; Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539)
DAMLA ÖRNEĞİ: 

Damla ilginç bir benzetmedir. Kuran bilebildiğimiz iki yerde işaret eder. “Ağaçlar kalem olsa denizler mürekkep (damlalarına) dönüşse durmadan yazsalar Allah’ın kelamları tükenmez” der. (Kehf/109, Lokman/27) Bir hadiste de ayette anlatılan olay anlatıldıktan sonra Hızır Musa’ya şöyle der: “Bak! Benim ve senin ilmin ve diğer mahlukatın ilmi, Allah’in ilminden, su kuşun denizden eksilttiği (Damla) kadar eksiltir.” Buhari, Tefsir, Kehf 2, 3, 4, ilim 16, 19, 44, icare 7, Surut 12, Bed’u’l-Halk 11, Enbiya 27, Tevhid 31; Muslim, Fedail 170, (2380); Tirmizi, Tefsir, Kehf, (3148); Ebu Davud, Sünnet 17, (4705, 4706, 4707).
Bu örnekten yola çıkarak İnsanların ve hayvanların bütün şefkatini bir damlaya Allah’ın şefkatini sınırsız deryaya benzetebiliriz. Bütün güzellerin güzelliklerin toplam güzelliğini de sınırsız güzelliğin yanına kor sen de damlasın deriz.
Bir de damla çeşitlerinden söz ederiz. Tepemize damlayan yağmur-rahmet damlasından, rahmet tulumbacıklarından gönderilen süt damlasına, alınlardan sa’y ve emekle damlayan ter damlasından şehit kan damlasına kadar bahisler açar müzakere ederiz. Şehit kanıyla atbaşı yarışan ağır basan alimin mürekkepdamlasına vurgu yapan hadis-i şerifi de hatırlarız. Cehennemi söndüren Allah saygısından ve ümmet derdinden dolayı dökülen gözyaşı damlasıyla da mest sermest hüzün çiçeklerimiz açar Rahmet deryalarına dalarız.
BİR DAMLA SUYA DÜŞER. Merkezden içten dışa küçükten büyüğe doğru gittikçe genişleyen daireler oluşur. Sen daima en dış daireye en uzak olansın. Ama daima en dış daire senin bütün dairelerini kapsar. Senin elzemin en yakın kalp dairendir.
Burada önemli olan ilk merkezî dairenin salâhı, resâhati, muhtevası, elvânı sanat ve zerafetidir. Diğer en önemlisi de merkezin bu ve diğer halaka ve dairelerle olan ilişki ve irtibatıdır. İlk doğru düğmenin doğru yerde yer alması gibi, doğru ve güzel başlayan münasebetler, ilkten sona kadar sağlıklı şekilde sürecek demektir.
Bu örnekten sonra: Kalp dairesi zihin dairesi nefis dairesi bilinçaltı hafıza merkezi ve beden dairesi; Eş, Aile, akraba komşu sokak mahalle bölge ülke toplum yakın coğrafya uzak coğrafya insanlık dünya gezegenler galaksiler ve öteler… böyle gider durursunuz.
Konu iki hadis-i şerifle şöyle bağlanabilir: “Vücutta öyle bir et parçası (Kalp)vardır ki o iyi (Selim ve Mutmain) olursa bütün vücut iyi (doğru ve düzgün) olur; o fesada uğrar bozulursa bütün vücut (toplum ve insanlık) bozulur.” Buhari/39
“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” Buhârî, Edeb, 27.
İCTİHAD YAPILIR MI DİYE SORULMAZ.
KIYAMETE KADAR YAŞAYACAK EVRENSEL BİR DİN İCTİHADSIZ OLMAZ.
MESELE, KİMİN HANGİ MİSYONLA NE ZAMAN NASIL HANGİ AMAÇLA YAPTIĞIDIR.

Ana ilkeleri ayet ve hadislerle verilen tarihi ulema cehdiyle tafsil edilen İslâmiyet, statik ve doğmatik değil, dinamik bir dindir. Yeni şartlara göre yeni konularda yeni ulema tarafından yeni izahlar elzemdir. Fıkıh mevzuunda da ortaya çıkan yeni meseleler hakkında içtihad etmek gerekir.
“Tam bir teslimiyetle Allah’a yönelen, ihlâsla ibâdet ederek bâtıl dinleri bırakıp İbrahim’in dini olan İslâma uyan kimseden din yönüyle daha güzel kim vardır?” (Nisa/83,125) “… İlimde derinleşmiş olanlar, “O’na inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” derler.” (Ali İmran/3) gibi ayetlerin bu konuya dikkat çektiği ifade edilir.
Kur’an ve Hadislerden bir konuda hüküm çıkarmaya ictihad denir hüküm çıkarana müctehid. Manevi alanlarda tamir ve yenileme yapılmasına tecdid, Dinde olmayan hurafe ve bid’atleri temizleyen, Kur’ân ve Sünnet prensiplerini ihya edenlere de müceddid denmiş.
Bazı uzak ve yakın tarihi kişilerin müceddid olduğu ifade edilir isimler verilir. Bediuzzaman müceddidlikte “Şahs-ı manevi” kavramına dikkat çeker: “Her asırda dine ve imana tam hizmet eden müceddidler geldikleri gibi, bu acip ve komitecilik ve şahs-ı mânevî-i dalâletin tecavüzü zamanında bir şahs-ı mânevî müceddid olmak lâzım gelir.” (Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, YAN, İstanbul, 1999 s. 498)
İSTER O ALANDA İCTİHAD VE TECDİD İSTER BU KONUDA İCTİHAD VE TECDİD!
İSTER ŞU KİŞİ İSTER BU KİŞİ İSTERSE ŞAHS-I MANEVÎSİ,
İSTER O ÜLKEDE İSTER BU ÜLKEDE ORAYA ÖZGÜ BİR ENCÜMEN-İ DANİŞİ,
İSTER KİŞİ İSTER MANEVİ TEMSİLCİ ÜMMET ÇAPINDA BİR HEY’ET-İ ÂLÎ

İLLE DE TECDÎD-İ KALBÎ-VİCDANÎ İLLE DE TECDÎD-İ ZİHNÎ
İCTİHADIN YAPILMASINDA NE GİBİ ŞARTLAR VE ENGELLER VAR – HANGİ ALANLARDA İCTİHADA İHTİYAÇ VAR. AHLAK, EMNİYET GÜVEN VE DOĞRULUK
Peygamber Efendimiz’e Peygamberlik gelmeden önce “EMANET” sıfatı tecelli etmişti. “Emin” ismi hem de sonraki hasımları tarafından verilmişti.
Güzel ahlak, doğruluk toprağında ve zemininde anlam ve neşv-ü nemâ bulur, kalıcı semere verir ve numune-i misal ve imtisal olur. Tersten okursanız güzel ahlaka sahip olan insan doğru ve güvenilir insan demektir.
Bu nebi doğruluğu güven telkin edici hassasiyeti Raşit Halifelerde de görülür. Hz.Ebu Bekir doğruluk üzerinde duracağı konusunda cemaatini murakıp yapar; eğrilirsem doğrultun der. Zoraki kabul ettirilen maaşının zaruret miktarından fazlasını testi içinde biriktirip sonraki halifeye beytül-male devreder.
Hz.Ömer bir hayvana gelebilecek bir zarardan bile kendisinin sorumlu olacağını ifade ve ilan eder. Devletin mumudur diye selam kelamını cevaplamaz kendi mumunu yakıp aleyküm selam der.

Hz.Yusuf, ahlaki tutumlarıyla bir iffet ve doğruluk abidesidir aynı zamanda yönetimde iş görmeden önce doğru emin güvenilir olduğunu cümle aleme tescil ettirir.
Hz.Musa, su başında Hz.Şuayb’ın kızlarına yardımcı olmuş koyunları sulamıştı. Bu kısa sürede çizdiği güç ve güven imajı onun Hz.Şuayb’ın yanında 10 yıl kalmasına ve kızlarından biriyle izdivacına referans olmuş Tûr-ı Sinâ’da Nübüvvetle taçlandırılmıştı.
Zamanının dünya tek’i olan, servetlere karadaki havadaki hayvanata hatta madde ötesi varlıklara bile hükmeden Hz.Süleyman, zamanında başka melik olmadığından melike’ye irşad amaçlı, muhsinane nazikane tutumuyla gücünü hatırlatmış, servetlere ve güce bakışını: “Seni anmak ve duyurmak için ya Rabbi!” diyerek hafızalara kazınmıştı.
Günümüzde bırakın sıradan dini söylemli teröristleşen grupları, süper güç denen ülkelere baktığımızda güçleri oranında güven telkin etmedikleri açık şekilde gözlenir.
Dinin amacı, Kur’an’ın hedefi insanlara üç şekilde huzur kazandırmaktır.
1-Zihnini ve kalbini doğrudan etkileyen, kötü çirkin ve zararlı negatif davranışlardan arındırmak uzak tutarak onu koruma altına almak.
2-Zihnini ve kalbini doğrudan etkileyen, ibadetlere ve iyi güzel faydalı pozitif davranışlara yönlendirerek onun mutlu ve huzurlu yaşamasını sağlamak.
3-İman sahibi yapmak imanını koruyup güçlendirmek, böylece cehennemden uzak sonsuz cennet hayatını kazandırmak.
Durum bu olunca her cehd her cihad ve her ictihad bu hedef ve amaçlara vesile olduğu, hizmet ettiği oranda makul makbul olacak ve hılkatin ruhuna uygun semere verecektir.
İCTİHAD KAPISI AÇIK DA OLSA ŞU ZAMANDA MANİLERİ VAR
1 – DIŞTA DALALET HÜCUMDA İKEN YENİ DİNİ TARTIŞMALAR AÇMAK İÇTE ZAAFİYET OLUŞTURUR
Nasıl ki kışta fırtınaların şiddetli olduğu bir vakitte, dar delikler dahi seddedilir; yeni kapılar açmak hiçbir cihetle kâr-ı akıl değil. Hem, nasıl büyük bir selin hücumunda tamir için duvarlarda delikler açmak, gark olmaya vesiledir. Öyle de, şu münkerat zamanında ve âdât-ı ecânibin istilâsı anında ve bid’aların kesreti vaktinde ve dalâletin tahribatı hengâmında, içtihad namıyla, kasr-ı İslâmiyetten yeni kapılar açıp duvarlarında muharriplerin girmesine vesile olacak olan delikler açmak, İslâmiyete cinayettir.
2 – ZİHİN VE KALBİN ZARURÎ İHTİYAÇLARI OLAN İMANÎ KONULARA ODAKLANMALI ONLAR ÖNCELENMELİ VE İHYA EDİLMELİDİR
Konuyu özetleyen iki basit örnek vardır. Denizde fırtına ve dalgalar arasında batma tehlikesi geçiren gemi tayfasının ellerinde fırçalar direkleri boyamakla uğraşması ya da acile getirilmiş şah damarından kan kaybeden ölümcül bir kazazedenin burun kemiği ve estetiğiyle ilgilenmek ne kadar makul ve vicdanidir. Ahsen husne ehem mühimme tercih edilmelidir.
İçtihada konu teşkil eden nazariyattan önce, içtihad gerektirmeyen ve kesinlik ifade eden dinin temel konuları üzerinde yoğunlaşmanın gerekliliği. Yani dinin temel ve zaruri konuları insanlar tarafından terke uğramışken, dinin detay ve öncelikli olmayan konularını onlara ders vermek ya da o alanda enerji harcamak yanlış olur.
Dinin zaruriyatı ki, içtihad onlara giremez; çünkü kat’î ve muayyendirler. Hem, o zaruriyat kut ve gıda hükmündedirler, şu zamanda terke uğruyorlar ve tezelzüldedirler. Ve bütün himmet ve gayreti onların ikamesine ve ihyasına sarf etmek lâzım gelirken, İslâmiyetin nazariyat kısmında ve selefin içtihâdât-ı sâfiyâne ve hâlisânesiyle bütün zamanların hâcâtına dar gelmeyen efkârları olduğu halde, onları bırakıp heveskârâne yeni içtihadlar yapmak, bid’atkârâne bir hıyanettir. (Risale-i Nur 27.Söz)
3 – KAHT-I RİCÂL! KUR’AN’IN VE ÇAĞIN İLİMLERİNE VAKIF MÜMEYYİZ DİMAĞLARIN YOKLUĞU. Dünyaya fenlere siyaset ve felsefeye teveccüh
Her zamanın insanlarınca kıymetli addedilerek efkârı celb eden cazibedar bir meta mergubdur. Meselâ, bu zamanda en rağbetli, en iftiharlı, siyasetle iştigal ve dünya hayatını temin etmektir. Selef-i Salihîn asrında ve o zaman çarşısında en mergub meta, Hâlık-ı Semâvât ve Arz’ın marziyatlarını ve bizden arzularını kelâmından istinbat etmek ve nur-u Nübüvvet ve Kur’ân ile kapatılmayacak derecede açılan ahiret âlemindeki saadet-i ebediyeyi kazandırmak ve vesâilini elde etmek idi.

Bu itibarla, o zamanlarda bütün fikirler, kalpler, ruhlar marziyat-ı İlâhiyeyi bilmek ve öğrenmeye müteveccih idi. Bunun için, istidad ve iktidarı olanlar o zamanlarda vukua gelen bütün ahvâl ve vukuat ve muhaverattan ders almakla, içtihadlara zemin teşkil eden yüksek istidadlar vücuda gelirdi. Şimdi ise fikir ve kalplerin teşettütü, inayet ve himmetlerin zaafiyeti, insanların siyaset ve felsefeye iptilâ ve rağbetleri yüzünden bütün istidadlar fünun-u hâzıra ve hayat-ı dünyeviyeye müteveccihtir. Ahkâm-ı diniyeye sarf edilecek müstakim bir içtihad yoktur. Mesnevi-i Nuriye, s. 103
“Şimdi ise, fikir ve kalplerin teşettütü, inayet ve himmetlerin zaafiyeti, insanların siyaset ve felsefeye iptila ve rağbetleri yüzünden bütün istidatlar fünûn-u hâzıra ve hayat-ı dünyeviyeye müteveccihtir. Ahkam-ı diniyeye sarfedilecek müstakim bir içtihad yoktur.” (Mesneviyy-i Nuriye, 82)
ISTIRAP VE DERTLERE HASTALIK VE BELALARA ÖZLÜ BAKIŞ
( Öz özet ama çok yönlü ve derin yorum) 22.11.2017 enis celis

“لا تحزن إن الله معنا”
Tasalanma Allah bizimle beraberdir. (Tevbe/40)
“يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ مِنْ أَزْوَاجِكُمْ وَأَوْلَادِكُمْ عَدُوًّا لَّكُمْ فَاحْذَرُوهُمْ وَإِن تَعْفُوا وَتَصْفَحُوا وَتَغْفِرُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ”
“Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının tedbirli olun. Ama affeder, kusurlarını örter hoşgörülü ve iyi davranırsanız, bilin ki, Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Tegabün/14)
DERT-HASTALIK. İRADEMİZİN PAYI VAR KENDİMİZE YÖNELMELİ
İnsanın kendini irdelemesine sorgulamasına eleştirmesine, hata ve kusurlarını görmesine; sonucunda da tövbe istiğfar ve dualarla Hakka yönelmesine, samimi yakarışlarla kalbinin incelmesine, ruhta huzur bulmasına vesile olur.

DERT-HASTALIK GÖRÜNEN ACI BİR YÜZE ASLINDA GÖRÜNMEYEN PEK ÇOK GÜZEL YÜZE SAHİPTİR
Bilinmelidir ki eşya ve hadiselerde her varlık ve olayda bir zahiri dış yüz vardır bir de iç. Denir; sana bakan yönü bir iken Allah’a bakan yönü bindir.
Kader konusunda da; insan görünen bir sebebe takılır ve hata da edebilir. Oysa kaderin derin kapsamlı bakışları ince anlamlı tecellileri vardır ve adalet rahmet ve hikmetle hükmeder. Biri hırsızlık yapmamıştır hırsızlıktan hüküm giyer. Vakıada ise söz gelimi bilinmeyen bir zulmü vardır. Bu sebeple halk dilinde “Kimsenin yanında kalmaz veya alma mazlumun ahını…” denir.
Dışarıda görünen, göze takılan bir sebep anlam amaç sonuç varsa aslında görünmeyen fark edilemeyen pek çok yönü her yönünde sayısız mana ve hikmetleri bulunmaktadır.
Bir ayet güzel bir bakış açısı kazandırır: “Güzel ve hayırlı gördüğünde şer olabilir. Şer kötü görürsün ondan hayır çıkar” (Bakar/216).
Yine halka mal olmuştur: “Vardır bunda da bir hayır-hikmet, Allah hayra çıkarsın” deriz.
Ne güzel veciz bir söz: “Çirkin ve kötü görünen her şeyde bir vechi-Rahmet cihet-i Nimet vardır”.

DERT-HASTALIK, HAYAT VE AMAÇ FARKINDALIĞINI SAĞLAR GAFLETİ PARÇALAR
İnsana varlıkların üstünde en mükemmel duyu, duygular ve ebede yakışır bir sermaye verildiği halde; sağlıklı kişi hasta, zengin kimse fakir, genç olan yaşlı, mutlu iken dertli hale geliyor, geçmiş ve geleceğin dertleri peşini bırakmıyor, ömür sermayesi tükeniyor, her doğan ölüyor.
Belli ki insan dünyada keyif sürmek için başıboş amaçsız bulunmuyor. Ebedi saadetini kazanması gerekiyor.
Eğer zorluk hastalık hüzün olmazsa, sağlık servet ve zevkler gaflet verir, dünyayı hoş ahireti boş gösterir. Ölümü kabri hesabı unutur. O ömür sermayesini boş yere tüketir.
Bu noktada hastalık ve acılar sadık nâsih ve mürşid olur, uyandırır: “Ölümsüz ve başıboş değilsin, vazifeni unutma, hayatın elindeyken uyan, gideceğin yere hazırlan!” der.
Dünya fani insan fani; o fani bu faniyi bir gün kapı dışarı edecek, mümkün mü aksi? O seni terk etmeden kalben sen onu terk etmeye bak.
İşte dertlerin ölümsüz olmadığını ve Sahibini hatırlatıyor, ebede yönelik vazifelerin konusunda sana yardım ediyor; seni sana bırakmıyor intibaha getiriyor.
Hem ümitsizlikten hem de gaflete dalmaktan kurtarmak ve kulunu korku-ümit dengesinde tutmak için Allah eceli gizli tutmuş.
Mümin her an ukbaya yönelik ve duyarlı olmalı. İşte bunu sağlayan dert ve hastalıklar hem ölümü hatırlatır hem gafleti dağıtır hem de ahirete hazırlatır. Dert hastalık süresince belki de ebedi seneleri cenneti kazanır.
Seni uyarana ebedî gelecek hazırlayana şikayet değil şükret!

DERT-HASTALIK, HAYATIN FAYDASIZ GEÇMESİNİ ÖNLER SEMERELENDİRİR
Hayat sermayesi, rahat gaflet zevkü sefa ve lezzetler icinde hem çabuk hem de semeresiz tükenir gider.
Hastalıklar ve sıkıntılar, günleri saatleri hatta dakikaları hem genişletip uzatıyor hem de iki dünyada da çok yönlü kârlı faydalarıyla meyvelendiriyor. Şikayet değil şükret.

DERT-HASTALIK DAKİKALARI İBADET SAYILIR
Şartların zorluk gönlün derinlik derecesine göre, meşakkatli dakikalar, ibadet dakikaları, saatleri, hatta günleri olarak kabul edilebilir.
İbadet, müsbet anlamda olur; namaz oruç gibi.
Menfî anlamda ise haramları terk etmek ya da hastalık bela ve musibetlere karşı sabretmek şeklinde olur. Kuşkusuz bu, irademizi ve vazifemizi yapma sorumluluğumuzu kaldırmaz.
Ayrıca ağır hastalık zamanında Farzı mümkün olduğu kadar yerine getiren tevekküllü bir hastanın nafilelerin yerini, o hastalık hali tutabilir, boşluğunu doldurabilir. Şikayet değil şükret.

DERT-HASTALIK, DUA İÇİNDİR. DUA DERT-HASTALIK İÇİN DEĞİL.
Yani sen dua et diye o dert ve hastalık tenezzül buyuruluyor, bir fırsat lutfediliyor.
O dert ve hastalık duaya sebep oluyor.
Duanın bizzat kendisi hasbi bir ubudiyet olduğuna göre, dert ve hastalık süresince en halis kullukla başbaşa kalıyorsun.
Bu durumda derdim hastalığım kalksın diye dua etmek aslında ibadet vaktim olan duam kalksın anlamına geliyor.
Kendi dertli halli dua etmelerin kalksın diye dua etmiş oluyorsun.
Ne kadar uzun dert ve hastalık varsa o kadar o uzun duanı dinleyenle kabul edenle başbaşa kalmış oluyorsun.
O sanki bende kal der gibi tecelli ediyor.
Seninle kalmak istemiyorum deme durumuna düşmüş oluyorsun.
Hep O’nda kalmak istemez misin?
Adeta Hz.Musa’nın Rabbiyle söyleşini uzatmak için elindeki bir Asa’nın belki bin hikmetini açıklama coşkusunu yaşaması gibi.
Konu yanlış anlaşılmamalı.
Dert hastalık istenmez ve derman arama şifa için dua etme Dinin emridir.
Bilindiği gibi Allahümme işfi ve enteşşafi…. duası gibi.
Hem beden hem de ruh sağlığı ve temizliği adına şu dua da manidardır. Allahümme inni üridel afve vel-afiyete. Hem af hem Afiyet istiyorum ya Rabbi!
Burada amaç derinlerdeki Halık ile derin ihlas bağını kurabilme hassasiyetine ve şekva edercesine ve hikmetini düşünmeden israrla bir an önce istediğinin gerçekleşmesini isteme durumuna dikkat çekmektir.
Nitekim demez miyiz; Allah her duayı işitir cevap verir kabul eder ve verir.
Ama hikmetiyle ya aynen kabul eder verir ya da farklı şekilde en layık olanıverir.
Veya hemen istediğini verir ya da orta ve uzun vadede, sana en muvafık olanı seçer verir.
Ya da burada değil ebedi alemde verir. Kendi duanı kendin kaldırmak istemeyeceğine göre anla ki (Zahiren kabul edilmemiş verilmemiş görsen bile) esas karşılık ahirette verilir.
Dert ve hastalığın, duanın vakti olduğunu bil.
Duanın neticesinin illa acilen şifa olması gerektiği fikrini zihninden sil.
Ferahlık ve şifa gelirse onu da Rahman’ın fazlından bil!

DERT-HASTALIK, İHLAS İKSİRİ-DUA MAYASI GİBİDİR
Ramazan orucu zengine açlığı hem de yapmacıksız tattırır.
Hastalık ve dertler, kibir riya gaflet gibi duyguları sıyırır alır. Acizlik ve zayıflık, hasbi rol alır.
İçten samimi yakarış başlar. Ve insan belki de o güne kadar bu kadar yürekten Mevlasına böyle acizlik ve çaresizlik diliyle yakarışa geçemediğinin farkına ve tadına varır.
Ayet “Eğer duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var” der. Bu hassas halinle kabul kuşağına yükselmiş oluyorsun.
Dert ve hastalık, acz ve zaaf diliyle kabule en yakın halis bir duanın esas sebebidir.
Zorluk ve meşakkat oranında karşılık var sabret. Şikayet değil şükret.

DERT-HASTALIK NEDEN ŞİKAYETE KONU EDİLMEMELİ
İnsanın bedeninde ve dünyasındaki hiç bir şeyde mülkiyet hakkı yok ki ondan şikayet etsin. Her şeyin tek sahibi ve Maliki Allah’tır. Mülk sahibi mülkünde dilediği gibi tasarruf eder.
Şikayet, hakkın verilmediği veya elinden alındığında olur. Hangi şeyi sen var ettin ki sahipleniyor yokluğunda tepki gösteriyorsun. Sana peşin ve karşılıksız verilen her şey Rahman’dan birer lutuf ve ihsan. Ve de sonsuz cenneti kazandıracak birer ikram.
Geçmişte verilenlerin hakkını tam verdin mi, Allah’ın hakkını verdin mi, şükrünü ve vazifeni ifa ettin mi ki şikayetinle dert ve hastalıkların avantajını aleyhine çeviriyorsun?
Sahip olduğun yararlandığın onca nimet dururken, eksilen ertelenen görünüşte zarara dönüşen bir iki tanesiyle şikayet ediyor küsüyor uzaklaşıyorsun.
Üç şerefeli minare örneğindeki gibi kendini orta şerefede kabul et.
Nimetler noktasında daha çok aşağıya; senden daha az nimete sahip olanlara bak.
Dert ve hastalıklar noktasında daha çok yukarıya; senden daha çok bela ve musibete maruz kalanlara bak.
Bunların aksi pozisyon alırsan, esas o zaman esas dert ve musibete düşmüş olursun.
Dertlerine izin ver vazifesini yapmasına müsade et sabır ve dua ile ona ve onu takdir buyurana câr-u ahbab ol!
Senin hakkın şekva değil şükürdür, sabırdır. Mülk sahibine teşekkür ve tevekküldür.

DERT- HASTALIK, MEVLA’NIN GÜZEL İSİMLERİYLE SENDE İŞLEDİĞİNİ GÖSTERİR.
İki bakış açısı var:
Birincisi:
– Allah’ın güzel isimleri vardır. Güzelin aynası güzeldir.
Güzelin güzelliklerini gösteren ayna güzelleşir.
Esma’ya en mükemmel ayna insandır.
Bu sebeple o en güzel ayna insanın başına o güzelden ne gelse, güzel olduğu gibi; hayatın başına dahi ne gelse, hakikat noktasında güzeldir. Çünki güzel olan o Esma-ül Hüsnanın güzel nakışlarını gösterir
– Sanki sen bir modelsin. Mülk sahibi vücudunda sahip oldukların üzerinde tasarrufta bulunuyor. Sana farklı renkler sanat estetik ve menevi biçimler kazandırıyor. Seninle kimsenin olamayacağı kadar yakın ve alakadar oluyor.
Dereceler rütbeler veriyor şeref madalyaları nişanlar takıyor.
Sen akan bir nehir durmadan sende Esma nakışları cilveleniyor.
Açlık çektiğinde nimetlendiğinde “Rezzâk” seni doyuruyor.
Hasta olduğunda ‘Şâfî” ismiyle imdadına koşuyor.
Günah ızdırabında kıvranırken Tevvâb”, “Gaffar” isimleriyle huzur veriyor.
Daraldığında kaygılandığında elemlere gömüldüğünde “Bâsıt” ismiyle gönlüne ferahlık ve huzur gönderiyor.
Zulüm ve haksızlıklara maruz kaldığında “Adl” isminin kanatları altına alıp “Sabûr” ve “Veliyy’ ismiyle sekîne veriyor, hangi halde isen o hal içinde “Hakîm” ismiyle sana ne kaderler hikmetten perdeler örüyor.
Şikayeti bırakıp şükretsen, o perdeyi aralasan bir,
Ne sevimli hikmetler, Duruyor göreceksin bir bir.
İkincisi:
– Tekdüze sağlık içinde geçen hayatın aynalık yönü eksik kalır, kıymeti düşer ve lezzeti tam anlaşılmadığı gibi sıkıntı dolu acı bir hayata dönüşür. Sıkıntı ise sefahete açılan kapı gibidir.
– Değişimler içindeki monoton olmayan aktif hayatta ise, donuk duygular canlanır, zorluklarla mücadele edilir, ömrün kıymeti hissedilir, lezzeti ortaya çıkar.
– İstirahat döşeğinde yaşayan işsiz zengin biriyle, sıkıntılı uğraşlar içinde çalışan bilinçli yoksul birini etüd edersen bu farkı görebilirsin.

DERT- HASTALIK, MEVLA’NIN RAHMETİNİN SENİ HUSUSİ ZİYARETİNE VE KUCAKLAMASINA VESİLE SAYILABİLİR
Bunu (Manası Allah’tan lafzı Nebi’den gelen) bu kudsî vb. hadis-i şeriflerden çıkarabiliyoruz. Bilindiği gibi “Nerede olursanız o sizinledir, içinizden geçenleri bilir, şah damarınızdan yakındır, kişi ile kalbi arasına girer” gibi ayetler de vardır.

“Allah Teâlâ kıyamet günü buyurur:
-‘Ey Âdemoğlu! Hastalandım beni ziyaret etmedin.’ Âdemoğlu
-‘Ya rab! Seni nasıl ziyaret edebilirim. Sen âlemlerin rabbisin.’ diyecek. Allah ona
-‘Bilmiyor muydun, filan kulum hasta oldu, sen ise onu ziyaret etmedin. Bilmiyor muydun, onu ziyaret etmiş olsaydın, beni onun yanında bulurdun.
-‘Ey Âdemoğlu! Senden yiyecek istedim ama beni doyurmadın.’ buyuracak. Âdemoğlu ise
-‘Ya rabbi! Seni nasıl doyurabilirdim ki? Sen âlemlerin rabbisin?’ diyecek. Allah şöyle buyuracak:
-‘Bilmiyor musun, falan kulum senden yiyecek istedi de onu doyurmadın. Bilmiyor muydun ki, onu doyurmuş olsaydın, onu benim nezdimde bulacaktın. Ey Âdemoğlu!
-Senden su istedim, bana su ikram etmedin?’ Âdemoğlu
-‘Ya rabbi! Sana nasıl su ikram edebilirdim ki? Sen âlemlerin rabbisin?’ cevabını verir. Allah da ona şöyle buyurur:
-‘Falan kulum senden su istedi. Ancak sen ona su vermedin. Ona su ikram etmiş olsaydın, bunu benim nezdimde bulacaktın.” (Muslim, Birr, h. no: 43).

MÜTEŞABİHAT: “Allah’ın eli” “Allah’ın yüzü” gibi Kur’an’da geçen ifadelere “Müteşabihât” denir. Allah, olmuş ve olma ihtimali olan, akla ve hayale gelen her şeyden başkadır, şey olmadığı için hiç bir şeye benzemez, örneği bulunmadığı için hiç bir şeye benzetilemez. Bu ifadeler “Allah’ın Şe’ni, Kudreti Rahmeti cömertliği lutfu himayesi yardımı şeklinde yorumlanır.

DERT- HASTALIK, GENÇLERE NEDEN RAHMÂNÎ BİR NİMET VE HEDİYEDİR
– Hayır gördüğünde şer, şer zannettiğinde hayır vardır bilemezsin der ayet.
– Öyle gençler vardır ki hastalık ve dertler içinde adeta embriyo ve de kundakta bebek gibi sarmalanmış da, gençlik hevesatıyla dünyanın günah çamurundan korunmuş, ahirete yönelmelerinin önü açılmıştır.
– O bela ve musibetler vazifesini icra edecek, ardında çektiğin acılara makabil, o sabrın peşin ödülü manevi hazzı ve huzuru bırakacaktır. Burası hizmet yurdu ücret esas ukbada verilecektir.
– Demek ki bazen hastalık sana sağlık kazandırır, dertler asıl derdine derman olur.
Kimileri servet ve sağlık içinde çakır keyif hoyrat bir hayat sürer ki o, onun için esas dert ve hastalık sayılır. Şikayet değil şükret.

DERT VE HASTALIK CEBRÎ İTİKÂF, LUTFÎ İNZİVÂ, İHSANÎ SIRRÎ TENEVVÜR SAYILIR
Hz.Adem’e “Yere inin” emri, Hz.Nuh’un gemiye, Hz.İbrahim’in ateşe, Hz.İsmail’in bıçak altına, Hz.Yakub’un hasrete, Hz.Yusuf’un kuyu ve hapse, Hz.Musa’nınçöllere, Hz.Eyyüb’ün yatalak hastalığa, Hz.Yunus’un dalgalı denize, Hz.Zekeriye ve Hz.Yahya’nın idamlığa, Hz.İsa’nın çarmıha, Hz.Muhammed’in (S.A:V.) Hira Sevr ve Hicret’e, Ashab-ı Uhdud’un ateşli hendeklere, Eshab-ı Kehf’in mağarada derin uykuya alınması gibi konuları hep bu çerçevede ele alabiliriz.
– Allah verir. Verdiğini alır. Aldığını karşılıksız bırakmaz.
Allah karşılıksız verir. Karşılık verene hesapsız verir.
Kul çoğu zaman ya hesap bilmez ya hesap etmez ya da hesapta hata eder karıştırır.
Rabbini unutur, kendini de unutmuş; yanlışlarını, eksik ve kusurlarını görmez olur. Ama sonunda Rabbisiyle onu yine Rabbisi buluşturur.
– “Kulum nereye gidiyorsun?” (Tekvir/26) dercesine tutar onu; onu kendinde tutar.
– Bir de huzuruma bu kirlenmişliğinizle; ibadetlerde eksik iyiliklerdeki kesik hallerinizle mi geleceksiniz dercesine, kulunu arınmaya alır gurbette kurbetnoktasında tutar.
– Dert ve hastalıklar inanın; Rabbisi tarafından kulunun zorunlu kendinde tutulma anlarıdır. O’nun senden vazgeçmediğinin müşfik ilanlarıdır.
– Sen O’ndan vazgeçmezsen mümkün mi ki O senden vazgeçsin.
İşte bütün dert ve hastalıklar, Allah lutuflarının en latif, ihsanlarının en hüsünlü, ikramlarının en kerametli, hikmetlerinin en münbit alanlarını teşkil eder.

DERT VE HASTALIĞIN İÇ SÎMÂSINA DİKKAT ET
GEÇMİŞ VE GELECEĞİ İYİ ETÜD ET
ZAMANA HÜKMET
Geçmişlerin geçmişlerini incele.
Yıllarca hasta yatağında çeken Hz.Eyyûb (A.S.) aklına gelsin. Beden ve maddi hayatın zararları mı kalp ve ebedi hayatın zararları mı farkına var. Her Peygamber, Sahabe ve salih kişilerin başlarına gelenlere karşı, sabır ve diri kalışlarını hatırla. Cennetin bu hallilere tebessüm ettiğini farket.
Kendi geçmişini incele.
Daha önceki sıkıntıların gittiğinde nasıl ki üç ferahlık hissettin;
— İyi ki günahlara değil sıkıntıya düşmüşüm, zevalleriyle bırakacakları elemlerden kurtulmuşum; “Oh elhamdülillah!” diyorsun.
— Yaşadığım o eski sıkıntılar zevaliyle yerini şükre, manevî lezzete bırakmış diyerek oh ile hamdediyorsun.
— Yaşayacağım nice güzellikler var. (Günahlardan korunma ve arınma, sevap ve manevî derece kazanma)
Ve zamanın efendisi olmaya bak!
Bulunduğun her an geçmiş olmak zorunda.
Belli ki dert içinde geçen her ânın, geçmişe geçtikçe, öncekiler gibi oh dedirtecek geçmiş ânlara dönüşüyor
Böylece gelecek ânları da o lezzetli geçmiş ânlara çevirecek sırrı, tılsımı, simyayı elinde tutuyor adeta zamana hükmeden, tüm zamana manevî hayat rengi basan zaman efendisi oluyorsun.
“Kimler neler yaşamış benimki de geçer. Bu da geçer yahu!” de, şikayet yerine şükret.
DÜN BUGÜN YARIN ve TEK BAKIŞ
Bugün, dert ve Hastalık var. Acı elem getirir. Tamam!
Fakat her dert, önceki dert ve hastalık elemlerinin gitmesinin ve sevabının manevi ruhi lezzetini de beraberinde getirir. Yarınlar için de şükür ve cennet bilincini yeşertir.
Yarın yok yarınki hastalık yok. Yoktan elem yok; elem yoksa endişe ve üzüntü de yok. Yok günler için evhama gerek yok.
Hem yok’a endişe duyacaksan elemli yok’a endişe neden. Onun yerine sağlıklı mutlu yok’a sevinç duymamak neden?
Dün yok yarın yok, dündeki yarındaki dert hastalık yok. Yok’a endişe neden?
Bugüne rahatlıkla yetebilecek sabır ve moral gücünü hayali yoklara çarçur etmek neden? Rahman’a odaklan “Ya Sabûr” de!

DERT-HASTALIK, SAĞLIK VE HUZURUNU ELİNDEN ALMIYOR, ANLAM VE DEĞERİNİ ARTTIRIYOR, ANLAMANI SAĞLIYOR.
Biteviye rutin süregelen şeye karşı dikkat ve farkındalık zamanla kaybolur, insan sürekli gördüğünün değerini görmez olur. Varlığında kıymeti bilinmeyenin değeri yokluğunda belli olur. Yokluğundaki talep ve hasret lezzeti varlığındakinden kat kat fazla olur.
Karanlığı bilmeseydik ışık bu kadar aranır olur muydu? Sıcakta yanmasaydık soğuk, soğukta donmasaydık sıcak özlenir miydi? Hele açlık olmasaydı koşturur muydu insanlar bir dilim ekmek bir bardak su için? Bir de hastalık ve dertler bilinmeseydi sağlık ve mutluluk için onca yatırımlar ve çalışmalar yapılır mıydı?
Ama en önemlisi insan, madde içinde maneviyatı, dünya içinde ukbayı, beden içinde kalbi, günah içinde tövbeyi, zorluk içinde kolaylığı, nimet içinde şükrü, bilemeyecek bulamayacaktı.
Dünya sıfır problem mekanı değil. Hayat kundaktan mezara, iğneden ipliğe zirvede mükemmellik yeri hiç değil.
Dünya problemlerin çözümüyle, kazanılacak mükemmelliğe doğru meşakkatlerle mücadele ve inkişaf yeri.
Bu kulvarda ve pistte yürümek istemeyenler kendilerini sadece sefahetle ya da tenperverlikle avutabilirler.

DERT-HASTALIK, MÜSTESNA GÜNAH TEMİZLEYİCİSİ, İSTİMDAD DİLEKÇESİDİR
Beden temizliği gibi ruha bulaşmış günah kirlerinin temizliği (Tövbe, ibadet, salih ameller yanında) bela musibet ve hastalıklarla da temizlenir. Hastalık, olgun meyvanın ağaçtan dökülmesi gibi günahları döker. Her sıkıntı, ayağa batan diken başa giren ağrı bile bir kısım günahları siler.
Her dünya dert ve hastalığı genellikle muvakkattır ve fani bedeni tehdit edebilir. Kalpteki hastalıklar ise manevi bedeni, ebedi hayatı.
Geçici olan ve iman ve sabır gücüyle üstesinden gelinebilecek bu dünya dertlerinin esas işlevi, sonsuz hayatın kirlerini temizlemesi ve ebedi hastalıklarından kurtaran ilaç olmasıdır.
Mazlumun mağdurun dertlinin yoksulun, hastanın acz ve zaaf içindeki istimdad eden nâçâr hüzünlü hali ve feryadı, bir gaflet yırtıcısı ve yıkıcısı rolü üstlenir.
Semalara uzanan yollardaki engelleri kaldırır.
Bir Kimse’si olduğunu bilmesinden kaynaklı, büyük inanç ve dua sürûru altında kalan dert ve hastalıkları küçülür, küçük kalır, erir gider.
Her cefaya gül gül ki o da gülsün küçülsün etsin tebeddül.

DERT-HASTALIK-ÖLÜM ENDİŞE VE EVHAMI DERDİ ARTTIRIR
Tıbbî ve psikolojik bir gerçektir ki kaygı üzüntü stres panik evham depresyon gibi olumsuz duygu düşünce ve tutumlar, iyileşmeyi geciktiren, ruh sağlığını bozan ve yeni rahatsızlıkları tetikleyen, bazen de ziyadeleştiren durumlardır.
Doğal olarak bedensel ve ruhsal hastalıklar birbirini etkiler. Her endişe derdi ikileştirir.
Ele aldığımız maddelerdeki açılardan bakılarak, iradenin kavgası verilerek, Hakka inanç rıza dua ve teslimiyet içinde yaklaşım, dert ve hastalıkların hafiflemesine, kökünün kesilmesine, kişinin sabır içinde ayakta durmasına sebep olur.
Aksi durumda süregelen endişeler o kişiyi ümitsizliğe, şikayet ve feverana sürükler. İlahî Hikmet ve Rahmeti tenkid, itham bazen de inkar eder duruma düşürebilir.
Şükür nasıl nimeti arttırır, şikayet ve isyan da maddî manevî rahatsızlığı çoğaltır.
Evham-Vesvese, basit gibi görünen bir sıkıntının bazen bir düşüncenin, üzerinde durdukça şişmesine büyümesine ve insana zarar verir hale gelmesine yol açar. Kovana iliştikçe arıların insanı sarması gibi.
Ölüm endişesi, inanç bilgisiyle psikolojik yardımla kolayca aşılabilir.
İnanan için ölüm, külfetli hayat görevinden terhis, dünya meydanındaki talim ve imtihanından paydos, ebedi âleme gitmiş dost ahbab ve akrabaya kavuşma vesilesi, geçici vatandan hakiki vatana dünya zindanından cennet sarayına geçiş, Rahmetle ve ebedi huzurla buluşma başlangıcı kapısı.
Ölüm endişesi olacaksa bu, daima ümitle dengelenmiş, kulluk ve dua ile öncelenmiş günahkar gitme ve hesap endişesi şeklinde olmalı.
Endişeye boşa harcayacağına enerjiyi, ölüm sonrasını tanımaya ve hazırlığa harcamalısın.
Ölüm yoksa endişe neden Varsa ölüm yok ki beden
Endişe canda demek ölüm yok Endişeyi yok eden ümit çok

DERT- HASTALIK, ÖLÜM SONRASI İÇİN KENDİ TÜRÜNDEN VE DERECESİNDEN SONSUZ YATIRIMDIR
Önce şunu bilmeli:
İki dert ve korku iki zorluk ve yokluk bir arada bulunmaz.
Dünya ahiretin rağmına işler.
İki huzur ve emniyet iki rahatlık ve bolluk da öyle.
Nefis esas cennet içindir.
Sonra şunu da bilmeli:
Her dert korku zorluk ve yokluk ne kadar ağır ve çok ise ödülü de o derece yüksek olur.
Dünyayı bu dünyada görenler gibi göremeyenler (âmâlar) kabirde berzahta hatta cennette görenlerden daha ziyade görür hale gelirler.
Kur’an’ın dediği gibi dünyadaki o amellerinize, çektiklerinize ve mahrumiyetlerinize karşılık hadi burada en hoş şekilde yeyin için! (69/24)
Bu sebeple musibetlerin en ağırı en yüksek dereceli Nebilere velilere gelmiyor mu zaten? Bu nurani kafileye katılma payesini taşımak istemez misin?
Evet dert ve hastalıkların bir kısmı var ki eğer ölümle neticelense, manevî şehid hükmünde şehadet gibi bir velayet derecesine sebebiyet verir. Doğum ameliyat boğulma yanma gibi.
Olmasaydı manası güzel onca dert ve hastalık,
Verir miydi onları en sevdiklerine yüce Halık.

DERT-HASTALIK, ŞEFKAT PSİKOLOJİSİNİ BESLER, AİLE-AKRABA-UHUVVET-MUAVENET İLİŞKİSİNE HAYAT VERİR
Bir derde ve hastalığa dûçâr olan insan, yalnızlık kimsesizlik ve ilgisizlik girdabına düşmediği gibi, kendisini şefkat ve merhametle coşmuş yürekler ve yoğun ilgi ve ziyaret ortamında bulur; moral ve teselli bulur.
İnsan sağlık ve varlık içinde, sorunsuz bir hayatta doğal olarak kendisine odaklanır fakat çevresine yabancılaşabilir.
Dert ve hastalık içine girdiğinde ise yine kendisine odaklanır fakat farklı olarak çevresi de ona yönelir, ilgi görür dualar alır; hüznün tatlı meyvelerini vereceği semeredâr bir mevsime geçmiş olur.
Yoksulluk açlık bilmeyen zenginin oruçla fakirlerin halini anlaması empati kurması gibi o da kendi gibi dertli ve hastaların halini içinde daha derinden hisseder. Yardım olarak en azında dualarıyla o da bu örfâneye iştirak eder.
Öte yandan dertlinin mazlumun hastanın duası daha makbuldür ve dua eden sevap kazanır.
Dertli ve hastayı ziyaret edene, yardım edene özellikle bakımını yapana ayrı sevap var.
Dert ve hastalık adeta bulunduğu çevrede bir sevap, hayır ve nur hâlesi oluşturuyor, kovasını kapan ondan istifade ediyor.
Celal içinde Cemal; gök gürültüsü şimşek içinde yağmur, gülde diken, doğum sancısında evlat gibi, Mevla şer görünen dertler içinden çok insana nice dermanlar hayırlar çıkarıyor.
İman ve ibadetler her derde ilaçtır. Gaflet sefahet ve nefsin hoşuna giden meşru olmayan zevkler o ilacın tesirini kırıyor. Dert ve hastalıklar ise gafleti kaldırıyor, günah lezzetlere olan iştahı kesiyor, günah keyiflere gitmeye engel oluyor. İman ve ibadetle bir başka buluşturuyor.

DERT BELA MUSĪBET, ÇÜRÜKLERİ AYIKLAR HASLARI KORUMAYA ALMIŞ OLUR.
DERT BELA MUSİBET, HASLARI DÜNYA ÇAPINDA ÇAPLI VAZİFELERE HAZIRLAR.
KUR’AN AÇISINDAN HÜZÜN-AĞLAMAK VE GÜLMEK 
11.04.2017 enis celis

AĞLAYAN AĞLATMAZ!…
AĞLATANIN ÇOK OLDUĞU YERDE AĞLAYAN,
AĞLAYANIN ÇOK OLDUĞU YERDE VİCDAN,
İNSAF ADALET VE İZ’AN YOK DEMEKTİR.

Her yaş ve başta insan üzülür hüzün duyar gözyaşı döker ağlar. Kimi zaman sevinçten bazen acılardan feryat eder çığlık atar. Doğumla yüksek bir tonda başlayan bu süreç ölümle ayrı bir yüksek tonda sonlanır.
İnsanlar sevinç ve üzüntüye ağlama ve gülmeye farklı; Beşerî bedenî dünyevî uhrevî ruhî kalbî zihnî vicdanî hissî gibi anlamlar yükler; Ekonomi, iş, sağlık aile sorunları, gönül işleri, ayrılıklar, cezaî olaylar, arzî semavî felaketler, kazalar ölümler, başarılar, hayat boyunca doğum evlenme gibi acı ve mutlu günler için sebepler ve yorumlar sıralar.
“Sizi en çok sevindiren ve güldüren üzen ve ağlatan varlık olay ve durumlar nelerdir?” diye röportajlar ve anketler yapılsa her halde her insanın üzerinde duracağı müşterek insanî konular, en popüler cevaplar oluşuverecek, yer yer de farklı inanç mizaç, felsefe kültür ve yaşantıların sonucu olarak, güncel gelişmelerin de etkisiyle değişik bakış açıları kendini gösterecektir.
Bu farklı duygu dalgalanmaları ilk insan yapısıyla beraber varlıkta iki kutup halinde kendini gösterir.
Adem öncesi ortaya konacak bir insan modelinin müzakeresi yapılırken, en çok sevdikleri secde takdirine layık böyle güzide bir varlık şaheseri karşısında beşaşet duyan, geleceğinde kan görmeleri karşısında da hüzünlenen melek, bir kutbu tutacaktı.
Kibriyle ilahi fermana kafa tutan, en çok nefret ettiği secde ile kendine takdir istenen ve rakip gördüğü insana nefret duyan, geleceğinde ona kan döktürmek, insanoğlunun dökülecek kanını içmek için de ant içen; sevincini kin ve intikamda, beşeri de ağlatmada yaşayan iblis, diğer kutupta yer alacaktı.
Ve hem melek hem de iblis için bahse konu olan Adem, ilk sevincini tattığı cennet ortamında tasarlamadan işlediği hatası sonucu ilk hüznünü de yaşayacaktı. Bir de evladının evladına kardeşin kardeşe karşı işlediği o cinayet sebebiyle kimbilir nasıl ağlayacaktı baba Hz.Adem!
Dünya ahirete nisbeten denî yer!.. Her insan burada âh-u enîn eder. Nice serâzâd keyif yaşayanlar orada inler. Burada ağlayan niceleri de orada ebedi güler.
KUR’AN -HÜZÜN AĞLAMA VE GÜLME KONUSUNA NASIL YAKLAŞIR (Kavram olarak belirlenebilen kadarıyla)
Her varlığı, varlığın her halini yaratan Rabbimize yönelir her halimizde O’nunla olmaya çalışır rızasını gözetiriz. Güldürünce şükreder şımarmayız. Ağlatınca sorumluluğumuzu düşünür sabırla dua eder, gereğini samimi yapar ecrini O’ndan bekleriz.
وَأَنَّهُ هُوَ أَضْحَكَ وَأَبْكَى وَأَنَّهُ هُوَ أَمَاتَ وَأَحْيَا
“Doğrusu güldüren de ağlatan da O’dur. Öldüren de dirilten de O’dur!” Necm/43-44
Hüzün gözyaşı ve ağlamayı Peygamberlerden öğrendik. Onları kendimize rehber edindik. Gâh Yakup gibi hüzün yaşadık gâh ağladık. Onların yolu olan Sırat-ı Müstakim’de yürüt ya Rabbi!
أُوْلَئِكَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ مِن ذُرِّيَّةِ آدَمَ وَمِمَّنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍ وَمِن ذُرِّيَّةِ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْرَائِيلَ وَمِمَّنْ هَدَيْنَا وَاجْتَبَيْنَا إِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُ الرَّحْمَن خَرُّوا سُجَّدًا وَبُكِيًّا
“İşte bunlar, Allah’ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden, Âdem’in soyundan, Nuh ile birlikte (gemide) taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail (Ya’kub)’in soyundan, doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerdendir. Onlara, çok merhametli olan Allah’ın âyetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlardı.” Meryem/58
وَقَالَ يَا أَسَفَى عَلَى يُوسُفَ وَابْيَضَّتْ عَيْنَاهُ مِنَ الْحُزْنِ فَهُوَ كَظِيمٌ … قَالَ إِنَّمَا أَشْكُو بَثِّي وَحُزْنِي إِلَى اللّهِ
“Yakup “Ah Yusuf!” diye diye hüznünden ağlaya ağlaya gözleri görmez oldu ve (bu suç işleyen evlatlarına karşı hissettiklerinin ve Yusuf’un acısını) içinde yaşar oldu” “Allah’a yemin olsun ki,” dediler, “Aradan bunca zaman geçti, halâ Yusuf’u dilinden düşürmüyorsun. Bu gidişle ya kederinden eriyip gidecek, yahut da öleceksin!”
Yakup: “Ben, bütün dertlerimi, keder ve hüznümü Allah’a arz ediyor, O’na şikâyette bulunuyorum.” Yusuf/84-86

Firavun ve firavun karakterli zalimlerin ölümüne gökler ağlamamıştı. Demek ki Musa ve Musa karakterli insanların ölümü yeri göğü hüzünlendiriyor. Karakterimizi musa gibi eyle ya Rabbi!
فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاء وَالْأَرْضُ وَمَا كَانُوا مُنظَرِينَ
“Gök ve yer onların ardından ağlamadı; onlara mühlet de verilmedi.” Duhan/29
Peygamberlerin getirdiği hakikatlara inanan ve tabi olanlardan eyle bizi, vahyî değerleri ve müslümanları hafife alan ve istihza edenlerden eyleme! Eyleme ki gülenlerin mekanı olan cennete girenlerden olalım!
فَلَمَّا جَاءهُم بِآيَاتِنَا إِذَا هُم مِّنْهَا يَضْحَكُونَ
“(Musa, Firavun ve çevresine) Onlara âyetlerimizi getirince, bunlara gülüvermişlerdi.” Zuhruf/47
إِنَّ الَّذِينَ أَجْرَمُوا كَانُواْ مِنَ الَّذِينَ آمَنُوا يَضْحَكُونَ
“(Cennete giremeyen) Mücrimler, şüphesiz, (Dünyada iken) inanmış olanlara gülerlerdi.” Mutaffifin/29
فَالْيَوْمَ الَّذِينَ آمَنُواْ مِنَ الْكُفَّارِ يَضْحَكُونَ
“İşte o gün (ahirette) de iman edenler kâfirlere gülerler.” Mutaffifin/34
Kur’anî gerçeklere yabancılaşmışız uzak duruyoruz; hem ağlama nedir bilmiyoruz hem de gaflet içinde duyarsız gülüp eğlenip duruyoruz.
أَفَمِنْ هَذَا الْحَدِيثِ تَعْجَبُونَ وَتَضْحَكُونَ وَلَا تَبْكُونَ وَأَنتُمْ سَامِدُونَ
“Şimdi siz bu söze (Kur’an’a) mı şaşıyorsunuz? Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz! Ve siz gaflet içinde oyalanmaktasınız!” Necm/59-61
Onca yaptıklarımıza karşı hâlâ endişesiz çakırkeyif yaşıyor gülüyor, hüzünle yaşayan yeryüzü sakinlerini görüyor, hüzün ve gözyaşı nedir bilmiyoruz.
فَلْيَضْحَكُواْ قَلِيلاً وَلْيَبْكُواْ كَثِيرًا جَزَاء بِمَا كَانُواْ يَكْسِبُونَ
“Artık kazanmakta olduklarının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar!Tevbe/82
Ruh ölümü kuşağında, kalplerimiz inceliğini kaybetti kaskatı oldu adeta taş kesildi. Taşlar bile çağlayanlara dönüşürken gafletten gözlerimiz kurudu tek damla kalmadı.
ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُم مِّن بَعْدِ ذَلِكَ فَهِيَ كَالْحِجَارَةِ أَوْ أَشَدُّ قَسْوَةً وَإِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ لَمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُ الأَنْهَارُ وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَاء وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللّهِ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
“Sonra kalpleriniz katılaştı. Artık kalpleriniz taş gibi yahut daha da katıdır. Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukarıdan aşağı yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gafil değildir.” Bakara/74
Kur’an’ı duyduk gördük dokunduk okuduk da ama irfanına eremedik. Ruhumuzla içine girip kalbimizi inceltip gözyaşlarını ceyhûn edemedik; Hakk’ın şahitleri olarak yeryüzünde onu taşıyıp temsil edemedik.
وَإِذَا سَمِعُواْ مَا أُنزِلَ إِلَى الرَّسُولِ تَرَى أَعْيُنَهُمْ تَفِيضُ مِنَ الدَّمْعِ مِمَّا عَرَفُواْ مِنَ الْحَقِّ يَقُولُونَ رَبَّنَا آمَنَّا فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدِينَ
“Resûle indirileni duydukları zaman, irfanına erdikleri gerçekten dolayı gözlerinden yaşlar boşandığını görürsün. Derler ki: «Rabbimiz! İman ettik, bizi (hakka) şahit olanlarla beraber yaz.” Maide/83
Namazı huşû içinde kılamadık, gözyaşlarıyla secdeye kapanamadık, Kur’an’ı gırtlağımızdan aşağıya indiremedik, hayatımıza hayat kılamadık.
وَيَخِرُّونَ لِلأَذْقَانِ يَبْكُونَ وَيَزِيدُهُمْ خُشُوعًا
Ağlayarak yüz üstü yere kapanırlar. Bu (Saygılı tutum Secde ve Kur’an) onların saygısını artırır.” İsra/109
Timsah gözyaşları döktük, kardeş bildiklerimize tuzaklar kurduk, mürâîlikle duygu sömürüsü yaptık, ağlamalarla en yakındakilerimizi kandırmaya çalıştık, yalan söyledik. Yusuf kardeşleri gibi af talep ediyoruz ya Rabbi!
ذَهَبُواْ بِهِ وَأَجْمَعُواْ أَن يَجْعَلُوهُ فِي غَيَابَةِ الْجُبِّ … وَجَاؤُواْ أَبَاهُمْ عِشَاء يَبْكُونَ … فَأَكَلَهُ الذِّئْبُ
“Yusuf’u götürüp de kuyunun dibine atmaya ittifakla karar verdikleri zaman…”“Akşamleyin ağlayarak babalarına geldiler.” “Onu kurt yemiş! (dediler)” Yusuf/15-17
Ya Rabbi dilediğini aziz dilediğini zelil ettiğin, ölüden diriyi diriden ölüyü çıkarttığın, Meryem’e babasız evlat İsa’yı verdiğin gibi, yaşlı halleriyle Hz.İbrahim ve eşine de Melekler misafir olmuş endişelerini gidermiş ve bir evlatla, Peygamber nesliyle; İshak ve Yakup ile müjdelemişlerdi. Onlar da sevinmiş gülüvermişlerdi. Sevdiğin kullarını da sevindir güldür ya Rabbi!
وَامْرَأَتُهُ قَآئِمَةٌ فَضَحِكَتْ فَبَشَّرْنَاهَا بِإِسْحَقَ وَمِن وَرَاء إِسْحَقَ يَعْقُوبَ
“(Melekler insan suretinde gelip müjdeler getirdiğinde) O esnada (İbrahim’in) hanımı ayakta idi ve (bu sözleri duyunca) güldü. Ona da İshak’ı, İshak’ın ardından da Ya’kub’u müjdeledik” Hud/71
Bizleri Nebiler gibi hayvanlara karşı bile merhametli ve iyilik yapanlardan, elimizdeki nimetlere şükredenlerden, onları insanlara yararlı iyi işlerde kullanan iyi kul olanlardan eyle ya Rabbi!
حَتَّى إِذَا أَتَوْا عَلَى وَادِي النَّمْلِ قَالَتْ نَمْلَةٌ يَا أَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْ لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمَانُ وَجُنُودُهُ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
“Nihayet Karınca vâdisine geldikleri zaman, bir karınca: Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin! dedi.” Neml/18
فَتَبَسَّمَ ضَاحِكًا مِّن قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ أَوْزِعْنِي أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِي أَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلَى وَالِدَيَّ وَأَنْ أَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضَاهُ وَأَدْخِلْنِي بِرَحْمَتِكَ فِي عِبَادِكَ الصَّالِحِينَ
“(Süleyman) onun sözünden dolayı tebessüm etti ve dedi ki: Ey Rabbim! Beni, gerek bana gerekse ana babama verdiğin nimete şükretmeye ve hoşnut olacağın iyi işler yapmaya muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kulların arasına kat.” Neml/19
Bazı yüzlerin bembeyaz bazılarının da simsiyah olduğu o günde, bizleri korku ve hüzünlerden uzak eyle, yüzümüzü abdest ve secde ile nurlanmışlardan, beşaşet içinde ebedî gülenlerden, Cemalini de seyredenlerden eyle ya Rabbi!
وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ مُّسْفِرَةٌ ضَاحِكَةٌ مُّسْتَبْشِرَةٌ
“O gün bir takım yüzler parlak, güler yüzlü ve sevinçlidir.” Abese/38-39
(Cennette nimetlerle karşılaşanlar şöyle) derler: Bizden hüznü gideren Allah’a hamdolsun. Doğrusu Rabbimiz çok bağışlayan, çok nimet verendir. Fatır/34
الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَذْهَبَ عَنَّا الْحَزَنَ إِنَّ رَبَّنَا لَغَفُورٌ شَكُورٌ

Hadis: “Çok gülmeyin, çünkü çok gülmek kalbi öldürür.” (Kütüb-i Sitte, hadis no: 7281, c. 17, s. 584)
Hadis: Abdullah İbni Şıhhîr radıyallahu anh şöyle demiştir:
Bir keresinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gitmiştim. Namaz kılıyor ve ağlamaktan dolayı göğsünden kaynayan kazan sesi gibi sesler geliyordu.
Ebû Dâvûd, Salât 158. Ayrıca bk. Nesâî, Sehv 18

Hadis: “Eğer benim bildiğimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız.” (Buhârî, Küsûf 2; Müslim, Küsûf 1)
Hadis: “İki göze ateş dokunmaz. Allah korkusundan dolayı ağlayan göz ve Allah yolunda nöbet bekleyen göz.” (Dârimî, Cihad 15; Nesâî, Cihad 11)
Hadis: Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah korkusuyla gözyaşı döken kişi, sağılmış süt memeye dönmedikce cehenneme girmez. Cihad tozu ile cehennem dumanı asla bir araya gelmez. “
Tirmizî, Fezâilu’l-cihâd 8; Zühd 9. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 8; İbni Mâce, Cihâd 9

Hadis: Enes İbni Mâlik radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bir benzerini daha önce asla duymadığım pek etkili bir hitâbede bulundu ve şöyle buyurdu:
“Eğer siz, benim bildiklerimi bilseydiniz, mutlaka az güler, çok ağlardınız. “
Enes, bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashâbı, yüzlerini kapatıp hıçkıra hıçkıra ağladılar, demiştir.
Buhârî, Küsûf 2, Tefsîru sûre (5), 12, Nikâh 107, Rikak 27, Eymân 3; Müslim, Salât 112, Küsûf 1, Fezâil 134. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 9; Nesâî, Sehv 103, Küsûf 11. 23; İbni Mâce, Zühd 19

Hadis: Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Bana Kur’an oku!” buyurdu. Ben:
– Ey Allah’ın Resûlü, Kur’an sana indirilmişken ben mi sana Kur’an okuyayım? dedim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Kur’an’ı başkasından dinlemekten pek hoşlanırım” buyurdu. 
Bunun üzerine ben kendilerine Nisâ sûresini okumaya başladım. ” “Her ümmetten bir şâhit getirip seni de bütün bunlara şâhit tuttuğumuz zaman onların durumu nice olur?” anlamındaki âyete [Nisâ sûresi (4), 41] geldiğimde:
– “Şimdilik yeter!” buyurdu. Bir de baktım Resûlullah, iki gözü iki çeşme ağlıyordu.
Buhârî, Tefsîru sûre (4), 9, Fezâilü’l- Kur’ân 33, 34; Müslim, Müsâfirîn 247. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, İlim 13; Tirmizî, Tefsir 5

Hadis “Oruçlunun iki sevinci vardır; biri iftarı anındaki sevinci, di­ğeri de Rabbine kavuştuğu anki sevincidir.” Buhârî, Savm, 9; Müslim, Sıyâm, 164.
Yalnız kaldığımızda yalnız olmadığımızı hatırlayarak O’nunla hüzünlenmek, yapamasak da hüzünleniyor gibi yapmak, zorlanmak kıvranmak iki büklüm olmak; başka şeyler yerine kendimizi hüzne alıştırmak. Tebessümlerimizin bir ucuna bile bir hüzün deseni yerleştirir hale gelebilmek.
Bilmeli ki O’nunla hüzün, Şerhtir inşirahtır; Nây eder kalbin, Nemlenir gözün, Nurlanır yüzün.
Hüzün nice günahlara eşsiz silici iksir gibidir.
Gösterişten uzak gözyaşı ne kadar makbulse, gözyaşı olmasa da Hakk’ta hasbî sabit- kadem olmak ve sadakat en az o kadar önemlidir. Sıddîkiyet Nübüvvete en yakın mertebedir. Hz.Ebu Bekir hem Sıddîk idi hem de ince müşfik yüreğiyle gözü yaşlı biriydi.
Gözyaşı ve hüzün ihlasla hayat ve anlam bulur, tebessümle taçlanır, sadakatla mukaddesleşir, cehennemi söndürür cennete yol ve kapı olur.
EYYÂMULLAH-ALLAH’IN GÜNLERİ ve İNSANLARIN GÜNLERİ 
12.02.2017 enis celis

ALLAH’IN ALDIKLARI HEP VERDİKLERİDİR
ALLAH’IN VERECEKLERİ ALDIKLARI NİSBETİNCEDİR
O’NUN NİSBETİ BİNCEDİR
ZAMANI HİKMETİ’İNCEDİR

“Eyyâm”: Arapçada günler demektir.
“Eyyamcı”: Gününü gün eden. Çıkarına güne ve güçlüye göre dönen.

*Günler* Günlük dilimizde kullandığımız kavramlar-deyimler-sözler
Bu günler de geçer, hey gidi günler, ne günler gördük, ne günlere kaldık, gençlik günleri, eski günlerdeki gibi, tarihi günler, sayılı günler, cezaevi askerlik tatil günleri; özellikle de doğum ve ölüm günleri gibi…

Kur’an’da 123 kez geçen “Eyyâm” kavramı, kainatın yaratılış günleri-evreleri (7/54, 11/7, 25/59) ve insanların günlük ibadet ve işlerinin anlatılmasında zaman dilimleri olarak zikredildiği gibi tarihi olaylar ve ahiret sorgulamasıyla ilgili olarak da kullanılmaktadır.“Eyyâmullah” kavramı ise Kuranda iki ayette geçmektedir.
1-“Eyyamullah” geçmiş nimet ve nikmet-felaket günleri anlamında.

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا أَنْ أَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَذَكِّرْهُمْ بِأَيَّامِ اللّهِ

“Musâyı, ‘Kavmini zulûmâttan nûra çıkar ve onlara Allah günleriyle öğüt ver!’ diye gönderdik” İbrahim/5 (H.Yazır meali)

فَهَلْ يَنتَظِرُونَ إِلاَّ مِثْلَ أَيَّامِ الَّذِينَ خَلَوْاْ مِن قَبْلِهِمْ قُلْ فَانتَظِرُواْ إِنِّي مَعَكُم مِّنَ الْمُنتَظِرِينَ

“Kendilerinden önce geçenlerin başlarına gelen günlerden (olaylardan) başka bir şey mi bekliyorlar? ‘Bekleyin, ben de sizinle beraber beklemekteyim’ de.” Yunus/102 (Diyanet vakfı meali)
2-“Eyyâmullah” gelecek ceza günleri anlamında.

قُل لِّلَّذِينَ آمَنُوا يَغْفِرُوا لِلَّذِينَ لا يَرْجُون أَيَّامَ اللَّهِ لِيَجْزِيَ قَوْمًا بِما كَانُوا يَكْسِبُونَ

“İman edenlere söyle: Allah’ın (ceza) günlerinin geleceğini ummayanları bağışlasınlar. Çünkü Allah her toplumu, yaptığına göre cezalandıracaktır.” Casiye/14 (Diyanet vakfı meali)
“Eyyâm” Bir kader hükmü, bir kainat yasası ve bir sosyal süreç ilkesi olarak zafer ve acı günleri anlamında.
İbni Haldun gibi sosyologlar, toplumları da bir insana benzetirler. İnsan gibi, devletlerin de büyüme, gelişme, ihtiyarlayıp çökme devirlerden söz ederler.

Tarih ilmi, her toplum ve devlet için farklı süreçlerde; kuruluş yükseliş duraklama ve çöküş diye devr-i daimleri not düşer.
Süreçlerin uzun kısalığı ve verimliliği iç dinamiklere bağlıdır bu ayrı bir konudur. Bir cümle ile özetlenecekse; Allah ve Rasulünün değer verdiği (Evrensel) sıfatlara sahip olan (herhangi bir inançtaki) milletler süreçleri yönetirler denebilir. (Baknz. çöküşyükselişdiriliş sayfası)

إِن يَمْسَسْكُمْ قَرْحٌ فَقَدْ مَسَّ الْقَوْمَ قَرْحٌ مِّثْلُهُ وَتِلْكَ الأيَّامُ نُدَاوِلُهَا بَيْنَ النَّاسِ وَلِيَعْلَمَ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ وَيَتَّخِذَ مِنكُمْ شُهَدَاء وَاللّهُ لاَ يُحِبُّ الظَّالِمِينَ

“Eğer siz (Uhud’da) bir acıya uğradınızsa, (Bedir’de de düşmanınız olan) o kavim de benzer bir acıya uğramıştır. O günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz (zaferi bazen bir topluma bazen öteki topluma nasip ederiz.) Ta ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şahitler edinsin. Allah zalimleri sevmez.” Ali İmran/140 (Diyanet vakfı meali)
Peygamberler için “Günler” belirleyebilir miyiz?” diye düşünecek olursak şu ve benzeri cümleler sanırız yadırganmaz.
Hz.Nuh‘un, “Deli!” ithamlarıyla her gün eza eden toplumundan çektiklerine karşı, tükenme durumundaki beşeriyetiyle: “Ben mağlûb acil yardım!” (Kamer/10) şeklindeki yakarışı, 950 yıllık ömrünün içindeki çile tufan ve necat günleri.
Hz.İbrahim‘in ateşler içine atıldığı , Hz.İsmail’in adak ilan edildiği sonra kurbanlıkla ve Kabe inşasıyla şereflendirildikleri; Hz.Yakub’un Yusuf’a hasret çektiği gömleğini sürme diye çektiği; Hz.Musa’nın isyankar kavmiyle çöllerde 40 yıl geçirdiği, Hz.Eyyüb’ün hastalıklardan Hz.Yunus’un dev dalgalardan halâs ettiği, Hz.Zekeriya ve Hz.Yahya’nın katledildiği, Hz.İsa’nın çarmıha gerilmek istendiği Makam-ı semaya alındığı; kimi acı kimi neşat günleri.
Hz.Yusuf’un da günleri vardı.
-Müşfik Nebi Baba evinden en yakınları kardeşleri tarafından uzaklaştırılıp gömleksiz kuyuya atıldığı gün.
-Dünya güzeli bir çocuk olarak ama üç beş düşük bedelle saraya satıldığı gün.
-Züleyha karşısında; “Saray hayatı sizin olsun!” deyip güzellere dünya güzelliklerine, o gömleğiyle sırtını döndüğü “Maâzallâh!” günü.
-Hapishanede yaşadığı ve çevresini aydınlattığı günler! (5-10 yıl)
-Masumiyetinin ilanı ve yönetimde hikmetli icraatlarıyla ünlendiği günler.
-Ve babasının gözlerini açtığı, ailesiyle buluştuğu, secdeye kapanan kardeşlerine “Size kınama yok! Allah sizi bağışlasın!” diye dua ile mukabelede bulunduğu günler! (Oku Yusuf suresi)

Peygamberimizin hayatı zaten baştan aşağı; O Nur insan gibi, imanla şereflendikçe, gökteki yıldızlar gibi nuranîleşen insanlarla dolu günlerle dopdolu. Ne var ki Mevlid-Doğum günü, ilk vahiy ve tebliğ günleri, Hüzün ve çile günleri, Mirac ve Hicret günü, Bedir Uhud Hendek Huneyn, Hüdeybiye ve Mekke Fethi ile “Rafîk-i âlâ günlerini hatırlatabiliriz.
Ve “Bizim günlerimiz!”
– Her Müslümanın “Bir anımı anlatayım!” diye hafıza merkezinden gelen bir sinyali alıp dile getirmeye çalıştığı o bir günü! Ya da arşivin en uzağına itmeye bastırmaya unutmaya çalıştığımız hacâlet uyaran günlerimiz.
– Nefsânî kaç günümüz Rahmânî kaç günümüz gelip geçmiş; hafızamızda yer etmiş. Etmiş de hangisi, her tedâî ve çağrışımda “Beni anlat!” diye dilimizin ucuna gelivermiş.
– Her günümüz Allah günleri…
– Allah’ın lutuflarının, nimetlerinin başımızdan aşağıya yağdığı adeta ulûfe günleri.
Aynı zamanda ihsan sahibini görüyor gibi olma ufkuna yükselme ve bütün kullarına muhsinâne davranmakla sınandığımız günler!..
– Hani deriz sendeki Allah’a ait olanları bir de kendine ait olanları ayır listele. Bize düşen pay sıfır olacaktır.
– Yine deriz aciz fakir bir hiç iken Allah’a intisap iman ve ibadetle varlığımız sonsuz bir anlam ve değer kazanacaktır.
– Yine biliriz ki ihlaslı bir okuyuş bir anlatış bir tavır ve davranış Allah katında 700 ve fazlası sevaba dönüşüverir. Basit adetler ibadet oluverir.
– İnsan öyle anlar saatler günler yaşar ki; halinde tavrında, selamında kelamında, sözünde ve gözünde daima Allah’a ait manalar lemeân eder, Nebiler sultanı gibi Rahman’a tam bir ayna haline dönüşür.
– Onun zaman dilimlerinde nefis ve şeytana ait bir pay bir boşluk bulunmaz, 24 saatini Allah’a ait manalar doldurur.
– O, onun gören gözü, konuşan dili, tutan eli olur.
– Kulun lekesiz kadirli bu günü, hasbi tertemiz Allah’a sunulur; o gün, Allah boyasıyla boyanmış, Allah nuru ile nurlanmış; Allah günü olmuş olur.
– Gün o gün olur. Gör ne gün olur. (Alvarlı Efe’den iktibasen: Mevla bizi affede bayram o bayram olur, gör ne güzel gün olur.)
– Hatırla! Var mı senin böyle bir günün? Hele varsa günah ve zulümat yüklü onca ünün!
– Ayette belirtildiği gibi zulumâttan nura, dertlerden huzura, milletçe sürura ulaşmanın yolu, Musa gibi müsbete aydınlığa mütercim olmaktan, Allah’ın hoşnut olduğu günleri yaşamak ve yaşatmaktan, O’nun sonsuz günlerine yönelerek, fani günleri bâkîleştirmekten geçer.

Ayetlerdeki Hayat 08.01.2017 eniscelis

عَلَيْكَ الْبَلاَغُ وَعَلَيْنَا الْحِسَابُ“Sana düşen tebliğdir, (hesap değil) hesap bize aittir.” Ra’d/40Her hayat sahibi varlığın, kaç “n” kaç “k” ile etüd edilirse edilsin; dünyada kendine has bir hayatı var. Özellikle insan hangi zaman ve mekanda, hangi nedenlerle ne şekilde bir hayat sürüyor olursa olsun, hayatını anlamlandıracak, bir biçim ve yön verecek hayat dinamiklerine; iz ve işaretlere, ikaz ve beşaretlere, hitabet kitabet ve mihmandar rehberlere ihtiyacı var!

Bu, “n” ve “k” larla birlikte, soru başlığı olabilecek bütün harflerin ötesinde, zamansızlık alfabesi arşivinden adeta orijinal bir Furkan, tükenmez bir derya, bir hayat kaynağı elimizde var!“Kur’an’daki hayatı” hayatımıza hayat yapabilmek esas.
İnsan hayatı yarı özgür yarı robotik.İnsan Robotik çünkü hayatını nerede ne zaman nasıl vs… buldu ise o koşullarda kabullenmek biçimlendirmek durumunda. (Tâkâtın fevkinde mesuliyet tahmil edilmez)

Tasarlanan güneşe aya dünyadaki dönüşe atmosfere göre hareket etmek; denizde havada yer altında yaşayamaz yer üstünde soluklanmak zorunda.
Doğdu beslenmek büyümek, uyuyup uyanmak, büyüdü yaşlanmak ve ölmek mahkumiyetinde.

Ensesine yapışan yaratık gibi nefsini, koparıp atamıyor bir ömür onu taşımak ve onunla boğuşmak mecburiyetinde.İnsan özgür çünkü cebren ama lutfen fadlen ve ihsânen verilen sermayeden sorumlu tutulacak; yarı mahkumu olduğu dünyasını, ruh ve bedenini yine Rahmeten mahkûmu olduğu, sonsuz bir aleme göre iradesiyle değerlendirmek şekillendirmek durumunda.Bu yönüyle de bazen o kazanma kuşağında, kimi zaman nefsine egosuna yenilmişlik, servete makama kimi zaman şöhrete şehvete efsunlanmış gibi köle olmuşluk talihsizliğinde.Kime nereye ne zaman nasıl niçin bakalım?

Hangi faninin hayat modelini kendimize hayat edinelim.Hayatı Kur’an’daki hayat haline gelmiş, yüce ahlakı tek kelime ile “Kur”an!” diye nitelenmiş, adeta ideal ebed müddet hayat, Kur’an olarak O’nda temessül etmiş; “En güzel örnek-Üsvetün hasenetün-Rol model” kim var? Ahmedi Mahmûdü MUHAMMED Mustafa (S.A.V.) var!“Kur’an’daki hayatı” hayatımıza hayat yapabilmek esas.
Zihnimizden kalbimize, nefsimizden bedenimize, sözlerimizden davranışlarımıza kadar zamanla cehd ederek.

“Hesap-hesaplaşma” deyince beşer olarak bunu iyi biliriz. Fakat daha çok başkalarından hesap sorma konusunda uzman gibiyiz. Kendimizden hesap sormaya sorgulamaya gelince, listenin en sonunda bile yer bulamadığımız, bu konuda hiç tanımadığımız kendimiz sanki en müzekkâ biriyiz!
Muâheze-Sorgulama. Aleyküm enfüseküm. Siz önce kendinizi hesaba çekin, nefsinizi bir sorgulayın, kalbinizi zihninizi söylem ve amellerinizi denetleyin! der Kelam-ı kadim. Maide/105
“Kendine karşı bir savcı başkalarına da avukat ol” demişler. Aksini icra etmişiz. Kötü zan besleme, kusur araştırma, kusuru ilan etme, aleyhte konuşma, ön yargıyla yaklaşma, yaftalama, tel’în tecrîd tehcîr hapis infaz hatta tekfîr etme ve cehennemden yer peyleme gibi konularda pek mahiriz.
Yüce Mevla Teblig için Nebi göndermeden Hesap yok demiş! (İsra/15)
Biz kendimizi sorgulamadan tezkiye etmeden, Kur’an ruhuna uyan tebliğ nedir bilmeden ve insanlığın ihtiyacına göre sunmadan, nefsimiz yerine başkalarının, Kur’an yerine hesap defterlerinin sayfalarını açmışız.
Günahlara dalmış hem tezkiye görmemiş hem de ihlası tadmamış birinin tebligi ne kadar köksüz kütük ağaç gibi müessir olmaktan uzaksa, samimane ve alimane olsa da muhatabın dunumunu Kur’an mir’atı ve adesesiyle etüd edememiş insanın tebliği de meyvesiz kütük ağaç gibi kalıcı tesirden ırak olacaktır.
Muhatabın durumunu nazar-ı dikkate almayanlar, Kur’an’ın bu konuda beyanını ya bilmiyor ya unutarak atlıyor ya da kendi zaviyelerinden dünyaları doğrultusunda yorumluyorlar demektir.
Ayet: Eğer fayda veriyorsa öğüt ver (tebliğ et) Allah marifeti-saygısı olan öğüt alır.” Ala/9-10. Bu şu demektir: Öğüt veriyorum irşad yapıyorum diyen niceleri, kendileri gibi inanmayan düşünmeyen ve yaşamayan muhatapların hesabını görme defterini dürme uğraşına giriyorlar, sonuçta onları Hak’tan uzaklaştırıyor aralarına duvar örüyorlar farkında olmuyorlar.
Siz isterseniz ata et ite ot verilmez, süt dururken kusmuk sunulmaz, etüd edilmeyen zemine bina, imanı rasıh olmayan ruha dini mükellefiyetler ağızdan dolma tüfek gibi boşaltılmaz deyiniz. (Bakınız ala ve irşadteblig sayfası)
Bu başlıkla bu yazıya başlamamıza sebep olan derinden vuran şu ayetti bu gece!…

وَإِن مَّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذِي نَعِدُهُمْ أَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلاَغُ وَعَلَيْنَا الْحِسَابُ

Biz, onlara vâdettiğimizin (azabın) bir kısmını sana göstersek de veya (ondan önce) seni öldürürsek de sana ancak (Allah’ın emirlerini) tebliğ etmek düşer. Hesap yalnız bize aittir. (Ra’d/40)

عَلَيْكَ الْبَلاَغُ وَعَلَيْنَا الْحِسَابُ

“Aleyke’l-Belâğ ve Aleynel-Hısâb”. Sana düşen duyurmak. Hesap bize ait.
İsterseniz iktibasen deyiniz: (Ayetteki hayatı içiniz, dilinize dolayınız adeta ayeti mefhûmu olarak ruhunuzda temessül ettiriniz)

Aleyyel Belağ ve Aleykel-Hısab”. Ya Rabbi görev bana netice sana ait.

Benim tek hesabım ihlası yakalayabilmek, irşad yapabilmek, Rızanı kazanabilmektir.
Tek sebebim gerekçem emrindir. Hiç bir semere beklentim de hayat endişem de yoktur.

Vallahi de öyle billahi de öyle tallahi de öyle!
Düşünsenize ne müstesna bir hayat ilkesi sunuluyor zihnimize ve kalbimize.
Vazifen tebliğ, kabul ettirme ve tecziye O’na ait. Hem bu dünyada hem öbür dünyada.
(Dünyada ceza gerektiren bazı durumlar İlahi beyanla belirlenmiş, beyan olmayan konular Peygambere, sonraki “Bilen”lere; liyakatlı adil yetkili bilenlerin hukukuna bırakılmıştır.)
Görevini yap (Ene namına enaniyet ve nefsanilik hesabına) gelecek planlamasına girme, asıl görevlerine karşı kendini de engelleme! Esma’dan gelen Zamanın ruhuna teslim ol!
Sana düşen ihlaslı temsil hasbi beyan ve ilandır. Senin cephende iş bundan ibarettir.
Zorlamayı da düşünme (Gaşiye/21-22), sevdiğimdir kayırmasıyla hidayete erdirmeyi de. (Kasas/56)

Bizler insan ilişkilerinde “Sen vazifeni yap bizim vazifemize karışma deriz.”
Bu noktada ilgili İlahî beyanı yanlış anlamamalı; Allah için “Vazife” söz konusu olamaz. Çünkü O Bir’dir, Tek Malik’tir. O’na vazife tayin ve tesbit edecek bir kimse bulunamaz. Vucûbiyet-Zorunluluk-Gereklilik belirlemek O Zat’a hastır.

(Kendine Rahmeti yazdı (Enam/12) ifadesi “Rahmetiyle cezayı erteledi, af ve tövbeyi kabul etti, Rahmeti gazabının önüne geçti” şeklinde anlaşılmış. Yazır’ın yorumuyla ezelden gelen bu İsim ebede kadar mütecellî olacak. Ayette belirtildiği gibi geçmiş yaratmaları nimetler ve mahlukata şefkat vermesi, Kitap Nebi göndermesi, bu Rahmeti gösterdiği gibi, münîblerin inâbesini-tevbesini kabul etmesi, mücrimleri af edecek ve gelecekte sonsuz nimetler verecek olması da bu Rahmeti gösterir. Rahmetiylþe tertemiz var ettiği bu alemi ve saf fıtratıyla insanı kuşatan bu Rahmet, öncelikli olmasına rağmen, iradesiyle Rahmetten uzaklaşanlar zararda olacaktır.)
Ayette güncelliğini asla yitirmeyecek olan, inanmış her mümine enfes ders ve mesajlar var.
Sen seni bil. Seni sen olarak bil. Kul olduğunu bil! Haddini bil! Sana verilen görevi bil! Beni de Rabbin olarak bil! Mabudun bil! Her emrime râm ol! Ve mutmain ol!
Hani nefis önce “Ene ene ente ente!” demiş. Sen sensin ben benim! Sonra aç bırakılınca “Ente Rabbiyer-Rahîm, ve ene abdükel-âciz.” Sen benim Rabb-i Rahîmimsin. Ben senin âciz bir abdinim demiş. Sonrasında İblis direnmiş diretmiş kul Âbid Adem”i gerekçe göstererek Mabûd Rabbe; “Ben! üstünüm!” demiş.
Ayette neticeye değil göreve odaklanma talimatının verildiği hissediliyor.
Ayette intizarla, yaptığının karşılığının beklenmemesi ve verilmesi gerektiği düşüncesine girilmemesi uyarısı yapılıyor.
Ayette güzel tebliğ işine yoğunlaşanların, kötülerin yaptıklarına takılmamaları, intikam planlarına girmemesi gerektiği dersi veriliyor.
Ayette Peygamber dahil kimsenin, kötülerin nasıl bir karşılık hak ettiğinin hesabını bilemeyeceği takdir edemeyeceği ve de vermeye gücünün yetmeyeceği konusuna vurgu yapılıyor.
Ayette çektiren insanlara karşı “Sen de göreceksin!” şeklinde kendini intikama kuran, biteviye küfür ve beddua çığlıkları atan inananlara sanki “Onların sonunu görmek hıncını almak ve başkalarına göstermek böylece şeytan gibi ego tatmini yaşamak, sana yakışan değil; inanmış kalbin harcı değil! Hedef bu değil!” mesajı da veriliyor.
İrşada kitlenmiş kalp ve zihnin, Hakk’ın tebliğine muadil başka meyli olamaz. “Enkaza dönüştüklerini göster bana!” arzusu, “Zafer günlerini göster bana!” talebi gibi” eleştiriden uzak kalamaz demek istiyor.

(“Zafer!” demişken. “Zafer inananlarındır!” o ünlü sloganlaştırılan söz! (Ünlü söz diyoruz zira çoğu “Kötü akıbet” olarak geçen kavramla “Akıbet müttakilerindir!”(Kasas/183, 7/28,11/49,28/83) ayeti vardır ama ”Zafer inananlarındır!” şeklinde ayet yoktur.
Zafer (Üstünlük ve sonuç) bir inanç ve kulluk sebebi değildir. O övülen müminliğe,
Takvalı müminlerin (Taha/132) Kur’an’daki Müslümanlığı yaşamasına, ilahi lutuf ve ihsanın bir sonuç vaadidir (Lokman/22). Mümin vazife yapar hedef belirler yürür, sonucunu beklentisiz tevekkül ettiği sahibine bırakır.
“İnananıyorsanız üstünsünüz” ayeti vardır (Ali İmran/139) Fakat “Ey iman edenler inandıklarınıza inanın!” ayeti de vardır. (Nisa/136) “İnandık demeyin teslim olduk deyin!” (Hucurat/14) ayeti de…
Yeryüzünde müminler mi üstündür müslimler mi yoksa müttakiler mi? Demek ki yeryüzünde insanlığa üstün müminlik müslimlik ve müttakilik, Kur’an’da karışılığını bulacak şekilde “Takva sıfat ve ölçüleriyle” mahal ve matiyye olma konumuna henüz gelememiş. Hesapsız hasbi belağ; irşada devam gerek! Üstünlüğe götürecek üstün mümin vasıfları: Baknz çöküşdirilişyükseliş/
Ayette gelecekte hangi hikmetlerin saklı bulunduğunun bilinemeyeceğine sabır içinde vazife yapılırken, zamanın göstereceği tecellilerin intizar edilmesi gereğine vurgu yapılıyor.
Ayette Allah’ın değer verdiği şeyin samimi niyet olduğuna, neticenin ortaya çıkmasına ve mübelliğin bu neticeyi görüp görmemesinin öneminin olmadığına işaret ediliyor.
Ayette görevde sebata çağrı ile, görev yapma lezzetine işaret hissedildiği gibi, görevin aksatılmaması uyarısı da sezilmekte; sonuçlara yönelmenin hasbiliği lekeleyeceği, hem görevin terk edilmesine yol açabileceği hem de güzel sonuçlardan mahrum kalınabileceğine ikaz yapılmış oluyor.

Fakat en önemlisi ne biliyor musunuz?
Rabbimiz adeta bize bir yakarış duruşu öğretiyor, bir tefvîz tevekkül ve eşsiz bir dua ve sabır yolunu gösteriyor.
“Kulum! Sana yakışan tevazudur, asıl vazifen kulluktur.
Ubudiyetin daisi emr-i ilahidir esas semeresi neticesi uhrevidir.
Nefsine ve hırsına kapılıp peşin ikbal ve menfaat hatta manevi derecât peşine düşme.
“Fensurna!” de! Daralır darlanırsan mustagnî “Meta nasrullah” de ama zafer günleri ve taklar altından yürüyüş ne zaman diye hayaline bile leke düşürme!
Emre itattaki inceliği kavra. Kendini sıfırla. Her işinde sadece Hakkın rızasını ara”

Rabbenâ aleynel belâğ ve aleykel hısâb
Rabbenâc’alnâ minel mübelliğînel muhlisînel muhlasîn

“Mir’at-Adese-3” de “Dile dolanan ayetler” ismiyle başlık açılmıştı.
Umarız bu ayet de zihnimize de dilimize de gönlümüze de dolanır durur da “Ayetlerdeki hayat” hayatımıza hayat ve nur olur.

Bir gönülden Hakk’a 11 Ağustos2016 eniscelis

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ
وَابْتَغُواْ إِلَيهِ الْوَسِيلَةَ
وَجَاهِدُواْ فِي سَبِيلِهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun.
O’na götüren (Hak) yolu arayın
ve o (Hak) yol(un)da sizi gerçek kurtuluşa (O’na) götürecek çabalar gösterin “Maide/35

Her vesile “Hak” olmalıdır.
Her vesilede Hak’ka yol almalıdır.

Yer kürede Hak adına yürüyen her kim varsa!..
Hak’sız hiç bir hak hedef bile asıl hedef değil!..
O hedefin tahayyülüyle telezzüz dahi hak değil!
Hak yolunda hak olmayan vesilelere tevessül hiç değil!..

Hak olan Hak’ta fani olmak.
Hak adına yaptıklarını unutmak.
Bir vesile olduğunu bile unutmak.
Sonra dönüp unuttuğunu da unutmak!

“Hak” olan, hak da olsa her vesileden geçebilmek
İnhirafsız sabit kadem O’na,
Sadece O’nunla gidebilmek.
Gönülleri sulh çizgisinde O’nda tevhid edebilmek.

Hakk’ı sevdirebilmek.
Bir gönüle girebilmek.

Olsun!..
O bir gönülle olsun!…
Ama Hakk’a yürüyebilmek!..

zihinden kalbe Mir’at-Adese-7
Fesat bozgunculuk ve ıslah
25 Temmuz 2016 eniscelis

الَّذِينَ يَصْلُحُونَ إِذَا فَسَدَ النَّاسُ

“Müjdeler o kimselere ki, insanlar bozgunculuk yaparken onlar ıslâh ederler”
Mide fesadına uğradığımız olur.
Kalbin veya namazın fesada uğramasından da söz edilir.
Ne fesatsın, fesat çıkarma, için fesat, işin gücün fesatçılık sitemleri vardır.
Deyimleşmiş fesat kumkuması da.
Ahlak fesadı ve toplumsal bozulmuşluk bir de…
İhaleye fesat karıştırmayı duymayan yoktur.
Kur’an’da ayetler konuya şöyle vurgu yapar:
İnsanın insanlığa bozgunculuğu
Yeryüzünde fesat (Bozgunculuk) çıkarmayın.” Bakara/11
“Rabb’in meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. (Melekler): “Orada fesat-bozgunculuk yapacak ve kan dökecek olan(lar)ı mı yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz” dediler. (Rabb’in): “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” dedi. Bakara/30
Melekler nurani ve sacidîn idi; secde ile kendilerinden tazim ve takdir istenen, rüçhaniyeti olan o güzide beşere söz konusu vasıfları konduramamışlardı.
Ve hiç olmayacak bir Zat’a karşı, hiç olmayacak bir mekanda, hiç olmayacak bir gerekçe ile, hiç olmayacak şekilde; kibir ve başkaldırıyla insanlık çapında yeryüzü bozgunculuğuna kalkışan baş Müfsid-Bozguncu şeytan!…
Allah şeytanı niye yarattı? Yani ilk adıyla İblis’i?
Allah İblisi şeytan olarak yaratmadı.
Şeytan ol şeytanlıklar yap diye de yaratmadı.
Aynen öyle de Allah insanoğlunu bozgunculuk yapan kan döken olarak yaratmadı.
Bunun gibi bozgunculuk yapsın kan döksün diye de yaratmadı.
Ne var ki melekten farklı olarak bu fiilleri gerçekleştirebilecek meleke ve potansiyeli ruhsal ve fiziksel bünyesinde taşıyan nefisle donattı.
Hâdis varlık olarak ebede namzet mahiyette yaratılmanın, Bakî’den sıfatlar taşımanın ve baş gözde olmanın bir bedeli vardı; bir de Sonsuz Sultanı arzulamanın kamçısı… Enfesleşebilmek için Nefis gerekiyordu
Kudsi nefhadan gelen asli saf ruh fıtratını koruyup, lâhûtun hûtu o nefsini, ebedi kimlik haline dönüştürme mücadelesi versin diye dünya okuluna talime gönderilmişti insan.
Meleklerin bildiği, nefis ve nefse yönelik meyil ve iradi meleke olmadan nur tahtında melek olabilmekti olmuşlardı.
Meleklerin bilemediği, nefis ve nefse yönelik tercih seçenekleri olduğu halde nâr hattında Melik’e yönelişle melekleşebilmekti; melekler bunu bilemeyeceklerdi.
İnsan o idi ki ahsen-esfel sera-süreyya gel gitlerinde şer kabiliyetini hayır kabiliyetine çevirebilecekti.
Kimileri şeytanları utandıracak kimileri de melekleri bile imrendirebilecekti.
Ne var ki Meleklerin nur yüzlerini hüzünlendirenler de emelleri uğrunda bozgunculuk çıkaran ve kan döken insanlar olacaktı.
“İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat-bozgunculuk oluştu ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler.” Rum/41
Ekonomik ve insani hak ve değerlere ve nesillere karşı bozgunculuk
“O, bir iş başına geçince yeryüzünde bozgunculuk için çabalar, emek ve ürünleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah fesadı-bozgunculuğu sevmez.” Bakara/205
Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın; insanların mallarını eksiltmeyin; yeryüzünde bozguncular olarak dolaşmayın..” Hud/85
Allah Salihleri (Müfsidleri değil) Muslihleri sever
Islah edenlerin ecirlerini zayi etmeyiz” Araf/170
“Allah, bozguncu ile ıslah edeni bilir. Eğer Allah dileseydi, sizi de zahmet ve meşakkate sokardı. Çünkü Allah güçlüdür, hakîmdir.” Bakara/220
Halkı ıslah edici olduğu halde Rabbin, zulümle memleketleri helâk etmez.” Hud/117
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmuştur:
إِنَّ الْإِسلَامَ بَدَأَ غَرِيبًا، وَسَيَعُودُ غَرِيبًا كَمَا بَدَأَ، فَطُوبَى لِلْغُرَبَاءِ. قِيلَ: مَنْ هُمْ يَا رَسُولَ اللَّهِ؟ قَالَ: الَّذِينَ يَصْلُحُونَ إِذَا فَسَدَ النَّاسُ. أخرجه أبو عمرو الداني في السنن الواردة في الفتن، وصححه الألباني في السلسلة الصحيحة، وأصل الحديث في صحيح مسلم
“İslâm garip olarak başladı, başladığı gibi garip haline dönecektir. Ne mutlu gariplere!
– Onlar kimlerdir Ey Allah’ın elçisi? Diye soruldu.
Buyurdu ki:
– Onlar o kimselerdir ki, insanların bozduklarını ıslâh ederler (düzeltirler).” (Ebu Amr ed-Dânî; “es-Sünenu’l-Vâride fi’l-Fiten”; 1/25. Abdullah b. Mes’ud’dan -Allah ondan râzı olsun- rivâyetle. Elbânî; “Silsiletu’l-Ehâdîsi’s-Sahîha”; hadis no: 1273’de hadisin sahih olduğunu belirtmiştir.Hadisin aslı, Sahih-i Müslim’dedir.Hadis no: 145)
Hiç bir şeye sahip çıkma ki her şeye sahip olabilesin
Bir’e sahip çıkmayan her şeyden yoksun kalır. 28.05.2016 eniscelis

Cenab-ı Hak “Ibâdî” diyor, “Ahsen”, “Eşref” “Halife” diye tanımlıyor, Ruhunla her hücrenle alakadar olduğu gibi zerre amelini zayi etmeyeceğini ve de ebediyetini taahhüt ediyor.Sen de “Rabbî” “İlâhî” diyerek bu muâhedeye taraf olacak, nefsini ona satacak cenneti alacaksın!
İblis “Rabbî-Rabbim” dedi. Doğru başladı. Ama kendinden vazgeçemedi. O Bir’i Bir’lemedi, secdeyle perçinlemedi. Ben de bir olmalıyım dedi.Münafıkça secde eder görünüp kibrini ve sinsi planlarını ketmetmeye bile tenezzül etmedi. Özgüven patlamışlığı içinde Adem gibi belki de cennet de umurunda değildi melekler de…
(“Adem gibi” derken; melekler karşısında teveccühle onore edilen esma ve bilgi yüklenen ve Nübüvvet sıfatlı hilafet misyonuna kitlenen Adem, şeytanın hilafına itiraf ve istiğfarla secdeyi tercih etmişti. Aynı şekilde şeytan insanlarla hesaplaşma ve imha adına yerde buluşmayı yasak meyva ile sağlamayı tasarlıyorken belki de Adem aynı meyvaya, yerde neslinden gelecek Nebiler silsilesi ve melekleri imrendirecek Adem oğulları adına el uzatmayı düşünüyordu.)
İlle de kendisi ille de kendisi. Dünya-müddet yaşayabileceğini fark etmiş gibi, egosunu tatmin ve kudret ve saltanatını alkışlar içinde teşhir için, boşluklarıyla malül beşer hayatı içinde olmayı tercih ediyor hatta bunu fırsat biliyordu çünkü bileniyordu.Fırsatını ilk bulduğunda da vakit fevt etmeden, Peygamberane yaşayan ilk Nebi ailesinde ilk kanı döktürecek zalimlere startı verecekti.Bir fıtrat yasası bu.
Bir’e sahip çıkmayan, kendini bir yerine koyan, hak olana kapanan, her inkar cürüm ve zulme açık yatkın ve azgın hale gelir.
O kadar ki İblis gibi Hakk’a baka baka “Rabb” diye diye hatta “Bu misyonu sen biçtin planladın takdir ettin” aldanmışlığıyla, kendi şişirdiği sûrî yapay büyüklüğü içinde küçüklüğünü fark edemez hale gelir.
Hakk’ı görmeyen kendini görür. Kendini ve icraatını hak zanneder.
Kendini esas alan Hakk’ı göremez. Gördüğü nefsi ve onun baş ceosu İblis olur.
BİR’E SAHİP ÇIKMAYAN HER ŞEYDEN YOKSUN KALIR!
HİÇ BİR ŞEYE KENDİNE BİLE SAHİP ÇIKMA Kİ HER ŞEYE SAHİP OLABİLESİN!

Zihinden kalbe Mir’at-Adese 5
Cennette miyiz cehennemde mi? Cennette cehennem kazanmak .
15.01.2016 eniscelis

Başlığı okuyunca aklınıza doğrudan İblis gelmiş olmalı!..
Melek içinde şeytanlaşmış İblis!..
Melekler içinde, bir bebek masumiyeti içinde gözlerini açan, adeta doğan, melekten farksız tertemiz, taptaze mucize, nurani Adem’i sindirememiş içine.
O kadar kendi olmuş ki kendini sıfırlama yerine kendinden başka her varlığı sıfırlamış; en büyük otorite benim dercesine Halıkının hılkatini sorgulamış, şefkat ve merhametin zıt kutbu kibir kin nefret düşmanlık ve intikam kutbunda şer otağını kurmuş.
Hılkat yasalarını ve ilahi değerleri askıya almış egosunu ön plana çıkarıp kendi yasalarını sıralamış.
Nur bir dünyada, Nur’lar, Nur varlıklar içinde ona nuranileşme fırsatı tanınmış, yeryüzünü nurlaştırma misyonuyla tavzif edilen bir Adem’le beni ademle enisu celis olma şansı bahş edilmiş; bahtsız bahtını değiştirmiş, nuranileri nuraniliği tepmiş kendini ateşe vermiş, bulunduğu her yeri ateşe çevireceğine nurluları bitireceğine ant içmiş…
Hiç olmayacak bir yerde; cennet ikliminde cehennemlik olmuş…
Varlık muhteviyâtı Sonsuz kaynağın işârâtı.
Sonsuzluğa uzanan varlık alanları içindeki noktacık dünyada ve insan varlığımızdaki müşahedelerimiz ve yaşam deneyimlerimiz, O Sonsuzluğun somut canlı şahitleri…
Yapılacak iş çok kolay; gözleri çevirmek
Sonrası zorca; iradenin kavgasını verip nefsi kontrol etmek
Ondan sonrası meşakkatli; aklı o istikamette işletip bilgi toplayıp amel etmek, insanlığın hasbi hadimi olabilmek.
Ve kalp ve vicdan ikliminde cennet nümun sükunet ve itminan …
İnsan bu dünyada ne kadar da mutlu olabiliyor; bedensel ve ruhsal bir sorunu yoksa her ihtiyacı karşılanıyor ise…
Demek ki sınırlı bir noktacık dünya hayatında bile sınırsızca ihtiyaçları temin ediliyor gibi insan peşin mutluluğu kabulleniveriyor.
İnsan bu dünyada ne kadar da mutsuz olabiliyor; bir sorunu varsa ve ihtiyaçları karşılanmıyorsa.
Demek ki insan, aslında geldiği ve tekrar gideceği cennete benzetilen numunecik bu cennet mekanı kendisi için cehennemi bir ebedi mekana da çevirebiliyor.
Anlaşılıyor ki kainatta ve yoldaki onca işaretlere bakmayan, görmezden gelen kimi insanlar, cennetim burası deyip kaybediyor; kimisi de cehenneme çevirerek!..
Ruhta zillet nefiste hısset zihinlerde cinnet. Berzahlaşmış yaşamlar yitirilen cennet!..
Akıl alacak gibi değil!..
Nasıl oluyor da, sonsuzluk aleminden gelen insan sonsuzluk alemine gidecek olan insan; bu bir konaklık üç beş görüntülük hayatta, geçmiş gelecek sonsuzluk realitesine rağmen, maddi geçmiş-gelecek yok; bir an-ı seyyaleyi sonsuzlaştıramıyor, fani zerreyi batmanlaştıramıyor!
İzah edilecek gibi değil!
Nasıl oluyor da, sonsuzluğun anahtarlarını varlığında taşıyan insan, sonsuzluğun bir nevi devamı olan muşahhas tecelli formatlı dünyayı geldiği orjininden soyutlayabiliyor; Sonsuzluğun bir nevi başlangıcı olan ebed televvünlü numune dünyayı gidip varacağı aslından koparabiliyor.
Kazanma kuşağında kaybediyor,
İki cennet güzergahında cehennemden bir konak oluşturuyor!..
Servetlere gömülen Karunlar,
İrem bağlarında nice kavimler helak oluyor…
Tufanlar Nuhlara liman,
Ateşler İbrahimlere gülistan,
Hapishaneler, Yusuflara medrese oluyor.
Cehennemî çöl sıcaklarında nice Saadetli asırlar doğuyor.
“Oluklar çift!” der Üstad; “Birinden nur akar; birinden kir!”
Kimileri nur soluklarken kimileri nur içinde kir!..
Zihinden kalbe Mir’at-Adese 4 
Dile dolanan ayetler
Aklım O’nda kaldı Yüreğim O’nunla yandı
18.08.2015 eniscelis

Herhalde bu cümleleri en iyi analar anlar
Bir de gerçek sevdalılar
O yüzden derler ağlarsa anam ağlar
Hasbi saf müşfiktirler onlar
Bir Analarda yanar bağırlar
Bir de Rahmana Habibine ve Hizmetine Sevdalı olanlar

Allah onları sever; onlar da Allah’ı severler. Maide/54
Mirat-Aynada Adese-Mercekle görüp zihnimizde işlediklerimiz kalpte onay ya da ret bulur. Hangi gözle bakıyorsak o gözle görülebilecek olanları görürüz.
Bedenimizi inceleyince aklımızın nefsimizin takılacağı o kadar çok şey var ki!
Gözümüzü kapayıp içimize indiğimizde duygular sahilinde gezindiğimizde özellikle bilinçaltı labirentlerinde dolaştığımızda takılacağımız o kadar obje mevcut ki!
Çevremize baktığımızda; canlılarda, gök yüzünde yer yüzünde insan yüzünde; pazarlarda vitrinlerde yapılarda eşyada meftun olacağımız o kadar meta ve emtia var ki!
Hayatınızda, aşağıda ifade edilen tanımlamalarda anlamını bulan, sizi etkileyen bir zat bir kişi, bir dost bir sevgili, bir olay bir eser bir kahraman, bir başarı bir topluluk bir zaman dilimi var mı?
Aklınıza takılan
Aklınızda kalan
Aklınızın onda kaldığı
Aklınızı başınızdan alan
Tek sözle gönlünüzü çelen
Bir nazarla kalbinizi delen
Mecnunlaştıranlar
Kan ağlatanlar
Burnunuzun kemiğini sızlatanlar
Medyûniyet ya da mesuliyet duygusuyla kaddinizi iki büklüm yapanlar!..
Memnu meyve Ademle Havva’nın aklında nasıl bir hatıra bırakmıştı?
Bırakmış da “Nefsimize zulmettik bağışla!” yakarışıyla içlerini yakmıştı.

Yusuf hasreti Hz.Yakup’un ciğerini nasıl dağlamış aklı hep onda kalmıştı!
Züleyha adeta aklını kaybetmiş cinnete girmişti
Yusuf aşkıyla kalbini nasıl paramparça etmişti

“Peygamber Efendimizin aklında kalanlar Yüreğini yakanlar” şeklinde bir başlık atılsa, bunun için kuşkusuz kalbi derinler zihni enginler ehliyetliler aranmalı.
Ama herkesin okuyup duyabileceği örnekler vardır:
Hicret ederken mesela, Hz.Ali’ye sahiplerine tevdi edilmek üzere verdiği emanetler vardı.
Bir gün namaz kılmak üzere tekbir alacak iken vazgeçip ayrıldığı bir süre sonra geldiği rivayet edilir. Namaz sonrası Sahabe sebebini sorduğunda.
“Aklıma takılan üç beş dirhem vardı, bir an önce muhtaçlara ulaşmalıydı, gittim onların verilmesini istedim.” demesi vardır.
Ve benzeri örnekler…
Ama bir de Miraç’ta, gördüğü cennetler ve Cemalullah vardı. Bir de şaşmayan gözü kaymayan dağılmayan bilinciyle, aklının onlarda kaldığı “Ümmeti” vardı.
Vefatları anında da Validemizin elindeki elini çekip O’na dönüşü “Allahümme er-Refika’l-A’la” deyişi…
Şairleri dinleyin içinize kulak verin
“Aklım onda kaldı”, “O gönlümü yaktı” diyebileceğiniz bütün var bildiklerinizi zihin ve vicdan aynanızda bir bir sıralayın dizin. İsterseniz “En” dediklerinizi belirleyin!
“En”lerin “En’ i “En Sevgili” ye “En Seven” e ve “en Sevilen” e odaklanın!
Şahıslaşan hangi dünya güzelliği size “Seni çok seviyorum!” dese aklınızda kalan o olur aklınız hep onda kalır?
Her vesilede, aklınızda ve kalbinizde hep O olduğunu hissetmeye çalışın.
Namaza dururken dua ederken bir muhtaca el uzatırken, gurbette hasret yaşarken, bir cefa içinde kıvranırken, kuru tahta tabutta taşınırken “Aklım sende kaldı” “Aşkın kalbimi yaktı” duygularıyla yaşayın.
Sizi seven aklınızdaki ve kalbinizdeki O Varlığı sevmeye bakın!
Allah onları sever; onlar da Allah’ı severler. Maide/54
Allah aşkına!
Gözlerinizi kapatın öylece kalın!
Aklınızda kalanlarla başbaşa kalın!
O sizi sevdiğini söylüyor Elestteki gibi dinlemeye bir durun!
O’nun tarafından sevildiğinizi hissedin iliklerinizi doldurun
Sonra da isterseniz bir iki damlacıkla;
Ben de seni seviyorum demeye durun!
Zira O’nun size olan sevgisini anlamanızın ölçüsü sizin O’nu sevme ölçünüzle doğru orantılıdır. Aklınız ne kadar O’nda ise o oranda anılıyorsunuz demektir.
Zihinden kalbe Mir’at-Adese 3 
Dile dolanan ayetler
İhlas ve Ene yasaları 16.08.2015 eniscelis

“Allah’ın ayetlerini değiştirecek kimse yoktur! (kim değiştirebilir) ?” Enam/34
“Dini, kendilerini kendilerine değil Allah’a has kılmaları istendi!” Beyyine/5
“Daveti kendinize değil Allah’a yapın!” Mümin/14
İhlas sadece Allah rızası için düşünmek duygulanmak ve yapmaktır.
Diğer ifadesiyle kendimiz için yapmamak bir beklentiye girmemektir.
Söz ederken yaparken kendimize ait bir pay bir benlik rengi bırakmamaktır.
Benliğimizi sıfırlamak nefsanilikten soyutlanmak egomuzu eritmektir.
İlahi Rahmani ve Nebevi değerlere boyun eğmek “Ben yasaları” diye diretmemektir.
Haklı konumda bile “Nefis mırıltıları” ile hasbiliği kirletmemektir.
“Allah!” sözünü duymalıysa muhtaçlar, bunu kardeşimin diliyle duymalılar diye düşünmektir.
Övgü ve alkıştan yılandan kaçar gibi kaçmak, ödül dağıtılırken sıvışmak ve son noktada;
“Allah’ım bana ikbal günlerini gösterme!” diyebilmektir.
ŞEYTANİ BEN YASALARI
1-KENDİNİ HERKESİN ÜSTÜNDE GÖRÜR.
“Ben ondan üstünüm!” Araf/12
Ben onlara uymam. Benim dediğim olacak!
Ben yasalar koyarım, onlar bana uyacak.
Ben ne dersem o olacak!..
2-ALGI OPERASYONU DEMOGOJİ KARA PROPOGANDA YAPAR YALAN SÖYLER İFTİRA ATAR
“Çünkü ben ateştenim o topraktan” Araf/12
Doğru bilgiyi kendi çıkarı ve benlik yasasını teyid için kullanır.
Hiç bir konuda ruhani yönü manevi boyutu vicdan kültürünü ahlakı kaale almaz.
Değer ölçüsü kibir ve maddedir; saltanattır iktidardır güçtür servettir.
Allah’a iftira atar, O’nun bilgisini O’na karşı kullanır. Sen bilmezsin ben bilirim demeye getirir.
3-TOPLUMUN HER ALANINA HAKİMİYET VE KUMPASLAR KURAR
Ön art sağ sol; dosdoğru yollarda her tarafta, hayırlı insanların hayra götüren işlerine engel olacağım her yerde hükmümü icra edeceğim. Araf/16-17
4-İNSANLARIN ALGISIYLA OYNAR HİPNOZ EDER GİBİ OLUMSUZLUKLARI MAKUL VE CAZİP GÖSTERİR
Sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü ihlaslılar hariç mutlaka kışkırtıp senden saptırıp tarafıma çekeceğim. Hicr/39
5-İNSANLARI CEZBEDİP TARAFTAR YAPMADA EN ETKİLİ SİLAHI, İKTİDAR GÜCÜ, SERVET VE DAİMÎ KUTSALLIK GÖSTERİLERİDİR.
“Size melek olmayı, en uzun bir kalışı ve önü alınamaz engellenemez bir servet, iktidar ve güç elde etme yolunu göstereyim mi?” taha/120, Araf/20-21
Zihinden kalbe Mir’at-Adese 2 
Dile dolanan ayetler
Kime Neye Muhabbet 13.07.2015 eniscelis

BU AYETİ MUTLAKA DİLİNİZE DOLAYINIZ!..
Lâ ühıbbül âfilîn
“Ufûl edenleri, kayıp kaybolup giden fanileri sevmem!” Enam/76
Neyi en çok seviyorsanız ona her meyledişte bu ayeti hatırlayıp söyleyiniz.
Memnu bir şeyse sönüp gidecek çekilecektir.
Memnu bir şey değilse daha çok sever hale geleceksiniz!
Zihninizde ve kalbinizde sizi meşgul eden bir dünyalık, bir tutku yasak bir duygu mu var?
Kurtulamadığınız bir alışkanlık mı?
Ya da başınızda bir bela ve musibet zulüm veya haksızlıklar mı?
İşte size müstesna Kur’ani ve Nebevi müracaat pınarlarından bazıları
Psikolojik içsel bir mücadele ve lutfi başarı yöntemi.
Ayeti okuyacak ve diyeceksiniz:
Nefsim! İstediğin bu mu?
Seni bana verene karşı bu istediğin doğru olur mu?
Şeytan! Nefsimi ballı zehirinle öldürmek isteyensin!
Senin bana süslü gösterdiklerinin meşrusu zaten var!
Ve sonsuzda Rabbimin vereceği ne hazineler var!
BİR AYETİ MUTLAKA DİLİNİZE DOLAYINIZ!..
“Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’ı an! (Euzü billah de ) Allah’a sığın. Çünkü O, işiten, bilendir.” (Fussilet/36, Araf/201)
ve şöyle dua ediniz:
Rabbi eûzu bike min hemezâtiş şeyâtîn Ve eûzu bike rabbi en yahdurûn
“Ya Rabbî! Şeytanların vesveselerinden, onların yanımda bulunmalarından Sana sığınırım!” Müminun/97-98
Ayetler şeytan vesvesesinin ne kadar zayıf ve hayale gönderdiği suretlerden ibaret olduğu konusunda uyarı yapar. Bakınız şeytanvesvese sayfası
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), mahşerin dehşet verici tehlikelerinden bahsederken Allah’ın arşının gölgesi altına sığınacak olan yedi grup insandan söz etmektedir. Bu gruplardan birisinin de namus ve haysiyetini muhafazada, fevkalâde hassas ve şehevanî isteklerine olabildiğince karşı kararlı bir babayiğit olduğu belirtilir. Zîrâ o, güzellik ve servet sahibi bir kadının günaha davetine “Ben Allah’tan korkarım.” çığlığıyla reddetmiş iradeli bir delikanlıdır.
Ayrıca tefsirlerde şöyle bir hâdise nakledilir: İbadetle meşgul olan bir delikanlıya kadının biri musallat olmuş. Delikanlı kadınla birlikte bir eve girecek iken şu âyet diline dolanıyor:
“Kalbleri Allah’a karşı saygıyla dolu olanlar, şeytandan bir vesvese (günah) gelecek olsa hemen kendilerini toplarlar ve Allah’ı hatırlarlar.” (Araf/201) Genç, bu âyet-i kerîmenin tesiriyle Allah korkusundan orada düşmüş, vefat etmiştir. Hz. Ömer (r.a.), bu olayı duyunca delikanlının babasını taziyeye ve tebrik etmeye gitmiştir.
İnsan fani.
İnsan fanileri sever.
İnsan fanileri severken aşırı gider.
Fani insanı var eden Baki bir Zat var.
Fani olan insanda O Baki’den çok güzellikler ve vasıflar var.
FANİ İNSANDA BAKİ ÇOK DEĞERLER VAR.
Liste yapar sıralarsanız ilk üç sırada aslan payında hep Muhabbet-Sevgi var.
İlahi üç dinde adeta büyük baba kabul edilen Hz.İbrahim bize bir Muhabbet-Sevgi dersi veriyor;
Muhabbete layık olan hiç bir fani değil sadece Bâkî olan Allah diyor.

BU AYETİ MUTLAKA DİLİNİZE DOLAYINIZ!..
Lâ ühıbbül âfilîn
“Ufûl edenleri, kayıp kaybolup giden fanileri sevmem!” Enam/76
Ve Şu ayet nasıl da bamteline vuruyor: “Allahım sen!” dedirtiyor.
“İnsanlardan bazıları Allah’tan başkasını Allah’a denk tanrılar edinir de onları Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah’a olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok daha fazladır. Keşke zalimler azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi.” (Bakara/165)
Zihinden kalbe Mir’at-Adese 1 
Dile dolanan ayetler-Hadisler
Rabbe yöneliş ve yakarış 19.07.2015 eniscelis

BU AYETİ DİLİNİZE DOLAYINIZ
Fe eyne tezhebûn
“Nereye gidiyorsunuz?” Tekvir/26
İlâhî bu beyân size ne anlatıyor?
Zihin ve kalbimizde düşünce ve vicdanımızda bunu nasıl okumalıyız?
“Ben O’nu bırakıp nereye gidiyorum”? şeklinde okumaya ne dersiniz?
ŞU AYET DE DİLİNİZE DOLANSIN
Fefirrû ilallâh
Firarınız kaçışınız koşuşunuz inabeniz dönüşünüz yönelişiniz arzulamanız Allah’a olsun! Zariyat/50
Bize doğru koşuşan onca zevk ve lezzetler yerine daima O’nu O’na teveccühü tercih ediş…
Kainatın Efendisinin “Göz aydınlığım en çok arzuladığım namaz!” demesi refikasının yanından namaza yönelişi gibi…
VE ŞU AYET DE…
Ve enibu ila Rabbiküm
Rabbinize dönün ve O’na yönelin Zümer/54

ŞU HADİS (olduğu da söylenen sözü) DE DİLİNİZE DOLAYINIZ!
“Mâ arafnâke hakka ma’rifetike ya Ma’rûf
Seni sana layık tanıyamadık yâ Rab!

Ma abednâke hakka ıbâdetike ya Ma’bûd”
Sana hakkıyla ibadet edemedik yâ Ma’bûd

( ve dahası…
Mâ şekarnâke hakka şükrike ya Meşkûr
Sana hakkıyla şükredemedik ya Meşkûr

Mâ zekernâke hakka zikrike ya Mezkûr
Seni hakkıyla zikredemedik ya Mezkûr)

ŞU YAKARIŞ DA DİLİNİZE DOLANSIN
İlâhî, abduke’l-‘âsî etâkâ
İlahi asi günahkar kulun sana kapına geldi
Mukırran bi’z-zünûbi ve kad de’âkâ
Günahlarını itiraf ediyor sana sığınıyor dua ediyor
Fe in tağfir fe ente ehlün lizâkâ
Eğer af edersen bu sana yakışıyor
Ve in tetrud fe men yerham sivâkâ !
Eğer kapından kovarsan senden başka merhamet kapısı yok ki (İbrahim b.Edhem)

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...